Ümmî Sinan

ÜMMÎ SİNÂN
 
 
 
HAYATI
 
Antalya’nın Elmalı ilçesinde pek çok Hakk Dostu Erenler yatmaktadır.
 
1603 tarihinde Hakk’a yürüyen, yüksek bir dağın başında mezarı bulunan ve Ümmî Sinân Hazretlerinin de şeyhi olan Hâlvetî Mürşidi Eroğlu Nûrî Efendi Hazretleri.
 
Tekke köyünde Abdâl Musa, Kaygusuz Abdâl, Büdelâ Sultan.
 
Elmalı Şehrinin içinde Vehhabi (Vâhib) Ümmî ve Ümmî Sinân…
 
Ümmî Sinân Hazretleri, gerçek bir Hakk Dostu Eren, Kâmil bir Ârif, aslen Âşık, Samimi bir Sufî, Derunî bir Derviş, Mutasavvıf, mürşid, âlim, müderris,ve hakiki bir melâmet miskinliği içinde yaşamış insanlara hizmet edip Niyazi Mısrî gibi nice değerler yetiştirmiş merkezde bir sevgi ocağı ahlâkçısıdır.
 
Basit gözüken anlatımıyla Yunus Emre Hazretleri tarzında deyişleri asırlardır Toros Dağlarında dilden dile sevgiye, aşka ve hakikate çağırarak çınlayıp gelmektedir.
 
Gazî-zâde Abdü’l-latif Efendi Tuhfetü’l- Asrî Fî Menakıb-i Mısrî isimli eserinde, “Tarikat ve Hakikat Mürşidi” olarak tanıttığı Ümmî Sinân Hazretleri Elmalı İlçesinde doğup yaşamıştır.
Bir beytinde kendisi şöyle buyurmaktadır:
 
İsm-i a’zam bî-nişân ü lâ-mekân şehrindendir
Şehr-i Elmalu Sinân Ümmî okurlar aduma
 
Büyük isimli, nişansızlık ve mekansızlık âlemi şehirlerinden birisi olan Erenler Yurdu Elmalı Şehrinde Ümmî Sinân derler bana..
 
Asıl adı Yusuf olan Ümmî Sinân Hazretleri’nin doğumu yaklaşık olarak 1563 yılları civarındadır.
Kendisinin yetiştirdiği Anadolu’nun Muhyiddin-i Arabî’si sayılan meşhur Niyazi Mısrî Hazretleri eserlerinde şeyhini hep yâd etmiştir. Kendi el yazması “Hâtrâtı” ve “Kelimât-ı Kudsiyye-İrfan Sofraları” eserleri bu yönden değerlidir.
 
Niyazi Mısrî Hazretleri kırk yaşında iken, doksan yaşında vefât eden Şeyhi için düştüğü tarih 1657 dir.
 
Yaşadığı ve  adıyla anılan câmisi avlusundaki türbesinde yaşamakta olan Hak Ereni,  o zamanlar Elmalı şehrinde; mânâda mutasavvıf, maddede müderris-profesör olarak ilim ve faziletiyle meşhur olan Ümmî Sinân Hazretleri yurdunu överken:
 
Zâhirde dirahşân ü bâtında cevâhirdân
Elmalu diyüp geçmez bir dil ki ola insân
 
Bâtındaki eşsiz cevahirlerin zâhirdeki ışıklarını saçan bu değerli şehre aklı olan kimse Elmalı deyip geçip-gitmez!
İlm ü irfanından faydalanır.
 
Dirahşân : f. Parlıyan, parlak.
 
Cevâhir : (Cevher. C.) Cevherler. Çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler, çok kıymetli mâden veya taşlar. * Mc: Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar.
 
Cevâhirdân : cevâhir kutusu.
 
Ümmî Sinân Hazretleri’nin ölümü ile ilgili iki kesin belge elmalı kütüphânesinde bulunan 1725 tarihli yazma Mecmuada iki belge bulunmaktadır.
Bu eserin 400 üncü sayfasındaki birinci belgede Niyazi Mısrî Hazretlerinin divanında olmayan:
 
Velehu mersiye-yi tarih-i şeyh Ümmî Sinân :
 
Uğradı can yine mâtem üstüne
Olmaya bir nâle nâlem üsüdüne
 
Yine canım dayanılmaz bir hasrete düşüp kederinden yasa boğuldu.
 
Cân ü dil meksûf u mahsûf oldular
Kara gün doğdu bu hânem üsdüne
 
Canımı koyu karanlıklar yuttu, gönlümü acılar perdeledi.
“Ben evim” e kara bir gün doğdu bu gün…
 
Feyzimin suyı yerinden od çıkar
Yaraşur bana ki yânem üsdüne
 
İlâhî Aşkın fışkırdığı gönül pınarlarımdan şimdi ateşler püskürüyor.
Bu hâldeyken bana uygun olup yakışan ise bu hasret ateşine dalıp yanmaktır bu gün..
 
Yıkılup mey-hâne hiç mey kalmadı
Bir eşik bulam mı yatam üsdüne
 
Bir İlâhî Aşkın ocağı söndü bugün.
Bu bağın bülbülü sustu.
Meyhâne meysiz kaldı.
Ben artık başımı koyacak başka bir eşik aramalıyım aşkı yaşamak için.
 
Geldi Şeyhimün Niyazî tarihi
San kıyamet kopdı âlem üstüne
 
 (sene: 1067/ Miladi 1657)
 
 
Ey Niyazî!
Sevgili Şeyhimin ölüm tarihini düşüp bildirecek, ebced hesapla Hicrî1067 tarihini veren “San kıyamet kopdı âlem üstüne” sözünü baş taşına yazma zamanı geldi mâalesef!…
Sen sanki bütün kâinât için kıyamet koptu bu gün!…
 
Mâtem : Ağlama. Üzüntü veya kederden ağlayıp sızlama. Kederinden yas tutma.
 
Nâle : f. İnilti, figân. * Kamış kalem. * Kamış düdük. * Şeker kamışı.
 
Meksûf : Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu.
 
Mahsûf : Husufa uğramış. Gölgelenmiş. Perdelenmiş.
 
Hâne : f. Ev, mesken, beyt. * Mat: Basamak, bölüm, göz.
 
Feyz : (C.: Füyuz) Aşk coşkusunun açığa çıkması.Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek. Aşk coşkusunun açığa çıkması.
 
Od : Ateş. Hasret.
 
Mey : f. şarap, içki. Mânevi aşk.
 
Âlem : Bütün cihan. Kâinat. * Dünya. * Her şey. * Cemaat. * Halk. * Cemiyet. Dehr. * Hususi hal ve keyfiyet.
 
Aynı eserin 36 ıncı sayfasındaki ikinci belgede ise Ümmî Sinân Hazretleri’nin oğlu Süleyman Efendinin yazdığı tarih düşmedir:
 
“Merhum ve mağfûrunleh Ümmî Sinân Efendi İsmuhu Yusuf Efendi.
Dâr-ı dünyadan dâr-ı âhirete intikâl itdügi sene seb’a sittîn ü elf.
Medfûn fî Elmalı sene 1067 (M.1657).
Fî şehr-i Cemaziye’l-âhirîn yigirmi beşinci gicesi vaki’ olup dünyadan âhirete intikâl idüp Salı güni dahve-i kübradan hâk-i siyaha tapsırıldı.
Nevverallahu merkadihu ve Rahmetullahi ve kuddise sırrehu.”
 
“Allah Teâlâ’ nın rahmetine kavuşan ve onun için bağışlanma dilediğimiz ismi Yusuf olan Ümmî Sinân Efendi dünya yurdundan Âhiret yurduna mekân değiştirdiği yıl 1067 dir.
Elmalı şehrinde defnedilmiş-gömülmüştür.
Arabî ayların altıncısı olan Cemaziye’l-âhirîn yiğirmi beşinci gecesi Hakk’a yürüyüp dünyadan âhirete tebdil-i mekan edip Salı günü büyük aydınlık gözüken bu dünyadan kara toprağa teslim edildi.
Allah Teâlâ  mezarını nurlu kılsın ve rahmet etsin ve sırını kudsî kılsın!”
Âmin!..
 
 
Merhum : (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
 
Mağfûr : (Mağfur) Rahmetlik olmuş. Günahlarının afvı için kendine dua edilmiş olan. Allah’ın, kendisini affı için dua edilen ölmüş kimse.
 
Dâr : Yer, mekân, konak.Yurd.
 
İntikâl : Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes’eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
 
Seb’a sittîn ü elf : 1067
 
Medfûn : Defnedilmiş. Gömülmüş.
 
Dahve : İlk kuşluk vakti. Güneşin ufukta ilk yükselip yayılmaya başladığı an.
 
Kübra : (Ekber’in müennesi) Büyük, daha büyük, en büyük.
 
Hâk : f. Toprak. Turab.
 
Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.
Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâk-ı kademdir.
 
Sen toprak ol ki Hüdâ dereceni yüksek kılsın!
Ayak altına toprak olurcasına alçak gönüllülük âlemin baş tâcıdır
 
Merkad : Uyku yeri. Yatacak yer. * Mezar, kabir.
 
Kudsî : (Kuds. dan) Mukaddes, kutsal, muazzez.
 
 
Ümmî Sinân Hazretleri, ıssız dağ başında boş bir çınar ağacı kovuğunda Hâlvette Hakk Teâlâ’yı zikrettiğ için kurduğu tarikata da Halvetîyye Tarikâtı denilen Pîr Ömer Halvetî’nin ( Vef.1349 veya 1397) Ahmediyye koluna bağlıdır.
 
Halvet dediğimiz bu yolda, tek başına Rabb’ ısıyla tenhada zikir zevkini yaşayarak kemâlâta yürümek esastır.
 
Anadolu’ya Halvetîyye Tarikâtının ikinci Pîri sayılan Seyyid Yahya-yı Şirvanî (vef. 1457)  Hazretleriyle girmiş ve şu dört ana kola ayrılmıştır:
Ruşeniyye Kolu : Aydınlı dede Ömer Ruşenî (vef. 1504)  tarafından kurulan koldur.
 
Cemâliyye Kolu : Cemâl el- Halvetî (vef. 1457)  tarafından kurulan koldur.
 
Ahmediyye Kolu : Yiğitbaşı da denilen Ahmed Şemseddin Marmaravî (vef. 1504)  tarafından kurulan koldur.
 
Şemsiye Kolu : Şemseddin Sivasî (vef. 1597)  tarafından kurulan koldur.
 
Nefsin yedi derecede kemal bulması çalışması olan Halvetî zikri sonunda Nefs-i Safiyye’ ye ulaşılır. Haz. Yahya Şirvanî’ nin tanzim etttiği Tarikat Virdlerine “Vird-i Settar” denilir.
Kur’ân-ı kerimde bulunan 7 tane isim zikredilir.
 
Ümmî Sinân Hazretleri kendi silsilesini anlattığı şiirinden son bölüm :
 
Ol dahi bil anı Seyyid-i Yahyâ’ya telkîn eyledi
Anun içün fahr-i âlem zikr olan irfanıdur.
 
O Zât da Halvetî Tarikatının Mürşidliği için Seyyid-i Yahyâ’ya gerekenleri öğreterek izin verdi.
Bu zât, Fahr-i âlemin zikirlerini İrfân bilip öğretendir.
 
Ol dahi bil kim Pîr-i Molla’ya telkîn eyledi
Anun içün ilm-i zâhir ilm-i bâtın kânıdur
 
O da Pîr-i Molla’ya telkîn eyledi.
Bu zât da ilm-i zâhir ve ilm-i bâtın maden kaynağıdır.
 
 
Ol dahi bil Tacü’d-dîn Kayserî’ye telkîn eyledi
Anun içün ilm-i sırrı ilm-i Hak pinhânıdur
 
O dahi bil  ki Tacü’d-dîn Kayserî’ye telkîn eyledi.
O zât ise saklı bir Sırr ve Hak ilmi hazinesidir.
 
Ol dahi Alaeddin Uşşakî’ye telkîn eyledi
Anun içün asr-ı âlem dertlerinün dermânıdur
 
O dahi Alaeddin Uşşakî’ ye telkîn eyledi
O zât için ise bulunduğu devrin derdlerine dermandır denilebilirdi.
 
Ol dahi fehmile Şemseddin’e telkîn eyledi
Anun içün bu tarikat ehlinün merdânıdur
 
 
O da ileri görüşle Şemseddin’ e telkîn eyledi
Onun için de bu Tarikat Ehlinin yiğitlerindendir denir.
 
 
 Ol dahi Vehhâb-ı Elmalı’ya telkîn eyledi
Anun içün ol Muhammed Nûru’nun mihmânıdur
 
O da Vehhâb-ı Elmalı’ya telkîn eyledi
Onun için de Muhammed Nûru’nun misâfiridir deriz.
 
 
Ol dahi bil kim Eroğlı’na telkîn eyledi
Anun içün Zât-ı Hak’da irdügi Rahmânîdür.
 
Ol dahi bil ki Eroğlu’ na telkîn eyledi
Onun ise Nefsin meratibinde vardığı nokta Rahmânî yer olup Zât-ı Hakk’a müteveccihtir.
 
Ol dahi bil kim Sinân Ümmî’ye telkîn eyledi
Anun içün kurılan sâdıklarun meydânıdur.
 
Ol dahi bil ki Sinân Ümmî’ye telkîn eyledi
Onun kurduğu meydan ise sadıkların kura geldikleri gibi sadıklar meydanıdır.
 
 
Telkîn : (C.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.
 
Fahr-i âlem : (Fahr-i Âlem, Zübde-i Kâinat, Seyyid-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (A.S.M.) nâmları. Bütün âlemin kendisi ile şeref bulduğu, iftihar ettiği Hz. Muhammed (A.S.M.). (Bak: Mefhar)
 
İrfan : Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur’an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma’rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz’î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk’a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna “İlm-i Ledün” ve İlm-i Rabbanî” de denir.) (Bak: Ârif)
 
Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.
 
Pinhân : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir
 
Asr-ı âlem : Bu asırda herkese.
 
Merdân : (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler.
 
Mihmân : f. Misafir.
 
Fehm : (Fehim – Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
 
 
Ümmî Sinân Hazretleri kendi Şeyhi Eroğlu Nurî Hazretlerini anarken :
 
Ümmî Sinân eydür Eroğlu dirler
İsmine şeyhümün iller içinde
 
Ümmî Sinân der ki :
“Bu memleketlerde benim şeyhimin ismine Eroğlu derler!”
 
Ümmî Sinân Hazretleri kendi Şeyhi Eroğlu Nurî Hazretlerinden sonra Abdülvehhab Sultanın halifelerinden Mazharî Sultan’dan furû’ı esmâ-yı İlahîyyeyi ve hilafet makamını almıştır.
Bu zât ile ilgili buyurduğu murabbanın ilk ve son bendleri :
 
Eyâ cânlar fedâdur yoluna cân u baş
Bî hakkı âyet-i Kur’ân fedâdur yoluna cân u baş
Gönüller derdine derman fedâdur yoluna cân u baş
Efendim Mazharî Sultan fedâdur yoluna cân u baş
 
Ey canlar o kimse ki yoluna canım ve başım kurban olsun!
Kur’ân âyetleri hakkı için yeminle derim ki yoluna canım ve başım kurban olsun!
Yoluna canım ve başım kurban olsun ki o gönüller derdine dermandır.
Efendim Mazharî Sultan’ın yoluna canım ve başım kurban olsun!
 
Sinân Ümmî  senün yolunda bir kâsır keşifündür
Hemîşe mürüvvetün umar ki bir âciz ü zayıfındur
Terahhum kıl kerem eyle ki bî çâre nahifündür
Efendim Mazharî Sultan fedâdur yoluna cân u baş
 
Ey Efemdim!
Sinân Ümmî  senin yolunda bir kusurlu ve senin  keşfettiğin birisidir.
Bu yolda daima mürüvvetin ümit eder ki o, senin âciz ve zayıfın olan birisidir.
Efendim Mazharî Sultan’ın yoluna canım ve başım kurban olsun!
 
Fedâ : Kurban. * Uğruna verme, gözden çıkarma.
 
Kâsır : (A, uzun okunur) Kısa, eksik. * Kusur işleyen. Kusurlu.
 
Keşif : Açmak. * Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
 
Hemîşe : f. Dâima. Her zaman.
 
Mürüvvet : İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak. * Ana baba saadeti. * Mertlik, yiğitlik. * Reculiyet.
 
Âciz : Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan.
 
Terahhum : Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme.
 
Nahif : Çelimsiz, zayıf, ince. Arık.