Ümmi Sinan Eserleri

ÜMMÎ SİNÂN
 
 
 
ESERLERİ :
 
1- Kutbü’l- Meanî : Mensur va’z kitabıdır.
2- Divân-ı İlâhiyyat :  200 civarında ilahî ve nutuk mevcuttur.
İrşad için yazılan şiirleri hece ve aruz vezniyledir.
Seyr ü sülukta, hayvan-nâme türü şiirleriyle nefsi tasavvufî olarak tenkid eden Yunus Emreleri izler:
 
Leylek binâ yapmağa cem’ eylemiş çamurı
Kurna düzer kabaktan hamamcılık zamîri
 
Leylek bina yapmak için çamur toplamış.
Kabaktan kurnalar hazırlıyor, herhâlde niyeti hamamcılık galiba!
 
Cem’ : (C.: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. * Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
 
Kurna : Hamam çeşmesinde oluk, musluk.
 
Zamîr : Bir şeyi gizlemek. * İç. * Huk: Bir şeyin iç yüzü. * Niyet. * Vicdan. Kalb. * Gaye.
 
Yunus Emre’nin:
 
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıdı der ne yersin kozumu?
 
Erik ağacı dalına çıktım ki maksadım üzüm yemek!
Ancak bostan sahibi kükreyip –kızıp diyor ki: “Cevizimi niçin yiyorsun?”
 
Koz : Ceviz.
 
 
Kaygusuz Abdâl Baba ise:
 
Kaplu kaplu bagalar kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş kırım suyın içmeğe
 
Kabuklarla kaplanmış kaplumbağalar uçmak için kanatlanmışlar.
Kertenkele ise toplanıp-hazırlanmış Kırım Suyu’nu içmek istiyor!
 
Yine ;
 
Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdâl kanın kurıdan
Kırk gün oldu kaynadurum kaynamaz.
 
 
Bektaşî Azbî Mustafa Çavuş ise divânında:
 
Kurbağa düğün itmiş leglekten kız almağa
Angıt imâm toy müezzin gelmiş nikah kıymağa
 
Kurbağa düğün kurmuş ki leylekten bir kız alacak!
Angut Kuşu imam, Toy Kuşu ise müezzin olmuş gelmişler ki nikahı kıysınlar!
 
 
Şeyh Suhfî Muhammed Bursavî ise:
 
Seyr eyledim cihânı halk bendile giriftâr
Azâdlar bölüğünde yok dertlülere timâr
 
Cihanı seyredip de baktım ki halk bir yerlere bağlanmış bağlılığa tutulmuş esirler gibi.
Bu bağlardan kurtulmuşlar topluluğunda hasret dertlilerine derde devâ yok!
 
Bend : f. Bağlanan. Bağlanmış. * Bağ. Boğum. Mafsal. * Su bendi. Baraj. * Gam. Gussa. * Mekir. * Hile. * Mülâhaza.
 
Giriftâr : f. Tutulmuş. Yakalanmış.
 
Azâd : f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. * Dünya alâkasından kesilmiş. * Serbest fikirli.
 
Timâr : Tamir etmek, onarmak.
 
Gökten top yuvarlandı koz ağacına düşdi
Yadlar bilişler çokluk savaşuban yağmalar
 
Gökten bir top düştü de ceviz ağacına düştü.
Bir Hak Erene nasib olan-gökten inen irşad keremi bir Velî dervişin dilinden, sallanınca dökülen küçük cevizler gibi yabancı, tanış-biliş çokluk hâlinde yağmalayıp-kapışmaya başladılar.
 
Koz : Ceviz.
 
 
Ümmî Sinân Hazretleri ise bakınız:
 
Leylek binâ yapmağa cem’ eylemiş çamurı
Kurna düzer kabaktan hamamcılık zamîri
 
Leylek bina yapmak için çamur toplamış.
Kabaktan kurnalar hazırlıyor, herhâlde niyeti hamamcılık galiba!
 
Cem’ : (C.: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. * Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
 
Kurna : Hamam çeşmesinde oluk, musluk.
 
Zamîr : Bir şeyi gizlemek. * İç. * Huk: Bir şeyin iç yüzü. * Niyet. * Vicdan. Kalb. * Gaye.
 
Kartal kadılık almış saksağan muhzır olmuş
Kurbağa yeşil geymiş eydür menem emiri
 
Kartal kadılık kapmış, saksağağan mahkemede çağırıcı mübâşir olmuş, kurbağa yeşiller giymiş diyor ki:
“Bu mahkemenin reisi benim!”
 
Kadı : Tanzimat’a kadar her türlü davalara, Tanzimat’la Medenî Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanlarına verilen ad.
 
Saksağan : Kargagilerden, karnı beyaz, kanatları ve kuyruğu kül rengi diğer yerleri parlak, kara uzun kuyruklu kuş.
 
Muhzır : (Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
 
Emir : İşleri emir ve tedbir eden reis.
 
 
Kuzgun karpuz eylemiş bir arducın başına
Çıkmış bir su boğası ugurlayıp kemiri
 
Kuzgun Kuşu ardıç ağacının başına bostan ekip karpuz yetiştirmiş.
Bir su boğası (su aygırı) çıkmış dala da hırsızlık yapıp kemirmekte!..
 
Arduc : Ardıç ağacı.
 
 
Dirdük kavak yaprağın kaftan edüp geymege
Sırtunda kara keçe kürk geyersin samurı
 
Kavak yapraklarını topladık ki kaftan dikip giyelim.
Sırtında kara keçe varken sanki samur kürk oldu kavak yaprakları!..
 
Keçe : Koyun yününden yapılan kalın çoban giyeceği.
Samur : Samur hayvanının değerli kürkü.
 
 
Un yogurduk hamurdan etmek idüp satmağa
Key sakın gâfil olma ekşidürsin hamırı
 
Undan hamur yoğurduk ki ekmek edip satalım.
Çok sakın ve şaşkınlık yapma ki hamuru ekşitirsin!..
 
 
Kuyumcısın kalpazan usta görsün iş bozan
Altın-gümüş satarsın bakır ile demiri
 
Sahte sikke basan hilecisin seni ancak sahteyi doğru olandan ayıra bilen yanlış işi boza bilen Usta hak Erenler görsün bakalım!
Demiri bakırı, altın-gümüş diye satarken!..
 
Kalp : t. Hileli. Sahte. Taklit. * Yalandan cesaret satan korkak adam. * Yalancı. Kendisine güvenilmez olan.
 
Kalpazan : sahtekâr. Hileci.
 
 
Ümmî Sinân bu sözün ma’nîsini anlayan
İbrahim’in putını bulsa yıkar yemiri
 
Ümmî Sinân bu sözleriyin mânâsını anlayan kimse İbrahim aleyhisselâm’ın kırdığı putu ele geçirse yere indirir- yıkar devirir!…
 
Ma’nî : Mânâ.
 
 
 
Gündüzleri Ümmî Sinân Medresesinde müderris, geceleri Tevhid Tekkesinde şehâdet şeyhi olan Ümmî Sinân hazretleri tüm kavga ve kapışmalardan uzak yaşamış değerli bir Hakk Erenidir.
Halkın içinde halvette yaşarken toplumla ilgisini kesmemiştir:
 
Ey gönül bak kâinâta gör cihânın hâlini…
Âhir olmışdur semânun vadesi gözle bunı
 
Ey gönül bak kâinâta gör cihânın hâlini…
Gök yüzüne biçilen İlahî süre sona ermiş gibi  gözet-bekle!
Öylesine kötü işler işlenmekte ki…
 
 
Zirâ çok dürli alâmet zâhir uldı bir birin
Maşrık u mağrib arası geydi cehlün zulmini
 
Çünkü pek çok işaretler bir biri ardına ortaya çıkmaya başladı.
Batı ve doğu arası sanki cehâletin karanlığını giydi..
 
Alâmet : İz, nişân, işâret.
 
 
Fakîrün hâlin sorarsan pür-şikâyet Tanrı’dan
Hırs u nefsün igvâsıyla şeytân almış sabrını
 
Fakirlere hâllerini sorarsan, başlıyorlar Tanrı’dan şikayet etmeye.
Çünkü nefsinin hevesi, hevâsı ve hırsı ayartmıs da şeytan elinden sabrını almış…
 
İgvâ : Ayartmak. Azdırmak. Baştan çıkarmak.
 
 
Hubb-ı dünyâ balçıgıyla yaptı hayrun kapısın
Kaplamışdur hırs u gaflet ağniyanun gönlini
 
Hayrın kapısını, dünya sevgisi balçığıyla örüp-kapattı.
Zenginlerin gönlünü artık gaflet ve dünya hırsı kaplamış durumda…
 
Ağniya : (Gani. C.) Zenginler, ganiler.
 
 
Âlimin ilmin sorarsan şöyledür bahsi müdâm
Ebced öğrense bir oglan satmak ister ilmini
 
Âlimin ilmin sorarsan, devamlı ayni şeylerin tekrarıdır ve satışıdır.
Küçük bir çocuk bile ebced hesabın öğrense pazara sürüp satmaya çalışıyor.
Âlimin ve  ilmin fazileti yere düşmüş durumda!…
 
 
Bahs : Birşey hakkında etrafiyle söz söyleyip hakikatı araştırma. Konuşulan şey.
 
Müdâm : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan.
 
Ebced : Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir.  (Ebced), (Hevvez), (Hutti), (Kelemen), (Sa’fes), (Kareşet), (Sehaz), (Dazig). Bu sekiz kelime bütün huruf-u hecâ denen yirmi sekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir. Elif: 1, Bâ: 2, Cim: 3, Dal: 4, He: 5, Vav: 6, Ze: 7, Ha: 8, Tı: 9, Yâ: 10, Kef: 20, Lâm: 30, Mim: 40, Nun: 50, Sin: 60, Ayn: 70, Fe: 80, Sad: 90, Kaf: 100 Rı: 200, Şın: 300, Te: 400, Se: 500 Hı: 600, Zel: 700, Dad: 800, Zı: 900, Gayn: 1000 Şimdiki Arabcada alfabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Hem birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâmlarda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz.
 
 
Ne hatunlarda hayâ var ne kız-oğlanda edeb
Ne yiğitlerde kemâlât var göreler fi’ilini
 
Ne hanımlarda utanma var ne de kız-oğlanda edeb kaldı.
Ne de yetişkinlerde olgunluk var ki ne yaptıklarını görsünler!..
 
 
Pâdişâhlar dürdi adlün defterin yakdı oda
Saçtılar begler hakîmler halka zulmün odını
 
Dünya Pâdişâhları, adaletin defterini dürüp ateşe attı-yaktı sanki!
Ve böylece Beyler-Hakîmler, halkın üstüne zulüm ateşi saçtılar…
 
Adl : Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk. * Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek. * Meyletmek.
 
 
Ey Sinân Ümmî  nazar kıl olma tevhidden cüdâ
Pâdişâhlar Pâdişâhı pek bilir ef’alini…
 
Ey Sinân Ümmî  sen nazar kıl-dikkat et ve tevhidden ayrı kalma!
Unutma ki Pâdişâhlar Pâdişâhı Allah Teâlâ işlerini pek iyi bilir!..
 
Cüdâ : f. Ayrılık. Ayrılmış.
Ef’al : (Fiil. C.) Fiiller, işler, ameller.
 
 
Ümmî Sinân hazretlerinin halifelerinden  Gülaboğlu Askerî, Şeyh Mehmed Uşşakî el Halvetî, Şeyh Mulihiddin Uşşakî, şeyh Ahmed Matlaî, Müftî Derviş Ve Niyazî-yi Mısrî Hazretleri şâirdirler.
 
Niyazî-yi Mısrî Hazretleri, Ümmî Sinân hazretlerinden sonra manevî makamı temsil etmiştir. Coşkun aşkıyla 35 eser yazmış ve meşhur olmuştur. 
Bazı eserlerinde Şeyhi Ümmî Sinân hazretlerini anmıştır:
 
Dost illerinün menzili ki âli göründi
Derd-i dilde derman olan Elmalı göründi
 
Dost illerinin yollarının durakları gözümde tütüyor ve çok yüce göründü.
Gönül derdine dermanım olan Elmalı Şehri göründü…
 
Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.
 
Âli : Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Necib
 
 
Niyazî-yi Mısrî Hazretleri yazdığı hatıralarında (Kelimat-ı Kudsiyye) bu şiiri yazarak:
 
“….Azizim Ümmî Sinân hazretlerini ziyarete giderken Elmalı göründükte tulû’ itmişdi bu şiir…” demektedir.
 
Yine Niyazî-yi Mısrî Hazretleri manevî makamları tamamladıktan sonra şeyhinin isteği üzere dervişâna ve halka bir va’z verecektir.
Kürsiye çıkar, fakat dili tutulur.
Neticede şeyhine nazar eder, manevî bağlantı kurar.
O anda dili çözülür ve konuşmaya başlar.
Şeyhi Ümmî Sinân hazretlerini övdüğü şu şiiri kürsüde irticâlen buyurmuştur:
 
Eylesin Allah
çok tahiyyatı
Ana kim virdi
ilm-i gayatı
 
Allah Teâlâ çok ilimlerine mazhar kıldığı Şeyhim Ümmî Sinân hazretlerine çok selamlarımızı ulaştırsın.
 
Tahiyyat : Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü)
 
Gayat : Çok, pek çok. * Nihayet. Gaye. Encam.
 
 
Gizli Sultandur
Sırr-ı Subhândur
Mürşid-i cândur
Hep makalâtı
 
Halkın gerçek değerini pek takdir edemediği Gizli bir manevî Sultandır.
Subhân Allah Teâlâ’ nın Sırrıdır.
Naklettiği sözlerin tümü de Can mürşidi olan kişini buyuracağı ruhî sırlardır.
 
Makale : Söylenen söz. Söyleme. Söyleyiş. Kelâm. Nutuk. * Bir bahsin kaleme alınışı.
 
Makalât : Makaleler.
 
 
Kutb-ı halâyık
Bahr-i hakâyık,
Ferd-i Câmidür
Hep makâmâtı
 
Hakkın hizmetçileri olan (Halayık) Hak Erenlerin Kutbu.
Hakikatlar denizi olan Şeyhim pek çok makamların kendisinde toplandığı bir kişidir.
 
Kutb : Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.
 
Ferd : Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan. Bîhemta olan.
 
Câmi : İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina. * Cem’edici, toplayıcı, içine alan. * Cem’etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan. * Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem’ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir.
 
Makam : Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab.
 
 
Ey niçe cânlar
Yarını bekler
Bulmaduk dirler
Bunda lezzatı
 
Nice canlar vardır ki cihanda bekler dururlar ve bundan lezzetli söz ve makam bulamazlar.
 
 
Arayup bulan
Kullığın kılan
Telkînin alan
Buldı halâtı
 
Şeyhimi arayıp bulan, hizmetinde bulunan kendisinin verdiği ilim ve edeb telkinini alıp gereğini yapanlar yüksek ve sır hâller yaşadılar…
 
Telkîn : (C.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.
 
Halât : Hâller. Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
 
 
Şehri Elmalı
Cânda bulmalı
Ümmî Sinândur
Şöhret-i Zâtı
 
Kendine mahsus zâtî şöhreti Ümmî Sinândır.
Elmalı şehrinde yaşamaktadır, ancak gerçek bir derviş canında bulur buluşursa yol alır.
 
 
Şeyhini Hak bil
Ey Niyazî kim
Pîr yüzündendür
Hak hidâyâtı
 
 
Ey Niyazî sen Şeyhini Hak bil!
Unutma ki Hakk’ın hidayeti gerçek olan bir Pîr’in İlim-Edeb emeği sonunda elde edilir!
 
 
Âşık Gülaboğlu Askerî de Divânında şeyhini metheder:
 
Askerî eydür dembedem Hakk’ın şükür ihsanına
Ümmî Sinân gibi ulu buhânumuz vardur bizim.
 
Askerî, bizim Ümmî Sinân gibi ulu bir yol göstericimiz  vardır diye Hakk’ın ihsanına şükürler olsun  demekte..
 
Yine;
 
Cismimün şehrinde mihmândur Pîrim Ümmî Sinân
Gönlümün tahtında Sultândur Pîrim Ümmî Sinân
Varlığum cümle hayatum sıhhatum oldur benüm
Cismime cân cânândur Pîrim Ümmî Sinân
Âsumân-ı dilde doğup zulmeti nûr eyledi
Burc-ı cânda şems-i tâbândur Pîrim Ümmî Sinân
Gitmedük râh-ı dalâlete Hamdüllah şükür
Râh-ı Hak’da bana burhândur Pîrim Ümmî Sinân
Mahzen-i esrâr-ı Vahdet ma’den-i İlm-i Ledün
Tevhid-i derya-yı irfândur Pîrim Ümmî Sinân…
 
 
Beden şehrimde misafirimdir Pîrim Ümmî Sinân
Gönlümün tahtında Sultândır Pîrim Ümmî Sinân
Varlığım cümle hayatım sıhhatım O’dur benim
Bu cismime hem cân hem de cânândır Pîrim Ümmî Sinân
Gönül gökyüzümde doğup karanlığı nûr etti.
Can Burcunda parlayan güneştir Pîrim Ümmî Sinân
Elhamdülillah ki, sapıklık yoluna gitmedik
Hak Yolunda bana bürhandır Pîrim Ümmî Sinân
Vahdet Sırlarının mahzeni, İlm-i Ledün kaynağı
Tevhidde irfan deryasıdır Pîrim Ümmî Sinân…
 
 
Burhan : Bürhan. Delil, hüccet, isbat vasıtası.
 
Mahzen : Hazine ve define gibi şeyleri koyacak yer. * Erzak yeri. * Bodrum. Yeraltı.
 
 
Tasavvuf âlemindeki muhabbet mahşerini yaşamaya örnek olsun diye Niyazî-yi Mısrî Hazretlerinin eserinde yazdığı bir hatırayı arz edelim:
 
“Bizüm Azizizümüz kendi şeyhi (Eroğlu Nurî1 nin oğlu zuhurî Efendi dirler idi. Elmalı’ya geliyor haberin işidince karşu çıkmışlar, uzaktan bir birlerini görünce atlarından inmişler yüz üstüne düşmüşler. Sürüne sürüne kavuşup iki taraftan olan dervişler bir gara koparmışlar. Güyâ kıyametten bir gün olmuş…”
 
 
Ümmî Sinân hazretlerinin Divânı yazmaları çoktur.
Bazıları:
İstanbul Ünv. Kütüphânesinde.
Bayezîd Kütüphânesinde 1298 tarihli.
Emalı ilçe Kütüphânesinde 1725 tarihli yazması bulunmaktadır.
 
Divandan seçilen bu şiirleri değerli Araştırmacı Dr Mustafa Tatçı’nın Ümmî Sinân Halveti eserinden aldık.
Tüm divanını da açıklayarak gençlerimizin hizmetine sunmak azmimiz var inşallah…