Yaratılış Destanı-1

RİSÂLETÜ’N- NUSHİYYE 
Nasihatler Risalesi
Öğütler Kitabı
 
Açıklama: Latif YILDIZ (Kul İhvâni)
 
YARATILIŞ DESTANI
 
Pâdişâhın kudreti gör n’eyledi
Od u sû toprâğ u yele söyledi
 
Sistemi var eden ve idâre eden Azamet Sahibi ALLAHU ZÜ’L- CELÂL kudretiyle dört temel unsur olan Ateş-Su-Toprak ve Havaya emretti ki : “Kün! : Ol!” “fe yekün : derhâl oldu”
 
Kudret : Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ’ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.
 
Od u sû toprâğ u yel: Ateş (enerji), Su, Toprak, Yel (hava)
 
Anâsır-ı Erbaa : Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş).
 
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ;
     “İnnema emruhu iza erade şey’en ey yekule lehu kün fe yekun : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâ Sîn 36/72)
 
 
 
Bismillah deyip getirdi toprağı
Ol arâda hâzır oldu ol dağı
 
Bismillah ile toprağı yarattı ve o anda kulluk imtihanı için yaratılan insanın ilk Benlik Dağı olan topraklığı hazır oldu.
Bu beyitte besmele çekenin ALLAHU ZÜ’L- CELÂL olduğuna dikkat etmeliyiz.
 
Bismillah : Allah namına, Allah için, Allah’ın adı ve izni ile.
 
 
 
Toprâğ ile sûyu bûnyâd eyledi
Âna Âdem demeği âd eyledi
 
Toprak ile suyu temel-esas bina edip ona “Âdem” ismini verdi.
 
Bûnyâd : Bünyad. f. Temel, esas. Yapı, binâ.
 
Âd : Ad. İsim, nam, şöhret, şan, itibar, haysiyet.
 
 
 
Yel gelip ardında dağıttı anı
Çünki kızdı cisme ulaştı canı
 
Beden de iki temel unsuru toprak-su çamuru cismine can olan ve Emr Âleminden gelen Ruh Nuru, yel gibi cereyan edince cisim ısınıp-hararete düşüp darmadağın oldu…
 
 
 
Sûrete girmeğe can fermân olur
Pâdişah emri anâ fermân olur
 
İnsan benliğinde kimlik ve kişiliğinin iç özü olan “Can= sîret” in, dış yüzü ve kabı olan “Beden=sûret” e girmesi emr edilince…
 
Sîret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.
 
Sûret : (C.: Sur – Suver) Biçim, görünüş. * Kılık. Tarz. * Yol. Gidiş. Hal. * Tasvir. Dıştan görünen şekil. * Çare.
 
Fermân : f. Emir. Tebliğ.
 
Anâ : ona, onu, onun hakkında.
 

>فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ

      “Fe iza sevveytühu ve nefahtü fihi mir ruhiy fekau lehu sacidin : «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»” (Hicr 15/29)
 
 
 
Sûreti can girdi pûr nûr eyledi
Sûret dâhı cânı mesrûr eyledi
 
Bedene can girince onu nur ile doldurdu, diriltti.
Beden de canı sevinçlere kavuşturdu.
Can – Ten Tevhidinin ayna ardı…
 
Pûr nûr : Nurla dopdolu.
 
Mesrûr : Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
 
 
 
Hamd û şekr etti dedi ey Zû’l– Celâl
Bin benim bîğî yaratsan ne muhâl
 
Âdem: “Ey Zû’l– Celâl! Benim gibi binlercesini yaratmaya gücün yeter.” dedi.
 
Bîğî : Gibi.
 
Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.
 
 
Toprağ ile bile geldi dört sıfat
Sabr u iyi hû tevekkül mekrümet
 
Âdem’e Topraktan dört sıfat geldi ki bunlar: Sabır, iyi huy-güzel ahlâk, tevekkül ve keremlilik-cömertlik.
 
Sabr : Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. * Muharebede şecaat gösterme. * Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak. * Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek
 
Hû : Huy. Yaratılıştaki vasıf.
 
İyi hû : Güzel ahlâk.
 
Tevekkül : İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah’a bırakmak. Allah’tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah’dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek
 
Mekrümet : Keremlilik, ululuk, yücelik. Cömertlik.
 
 
 
Suyıla geldî bile dört dürlü hâl
Ol sefâdur hem sehâ lûtf u visâl
 
Âdem’e Sudan  dört sıfat-hâl geldi ki bunlar: Sefâ, sehâ, lütuf ve kavuşma arzusu.
 
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
 
Sefâ : Gönül rahatlığı, kaygısız ve sâkin olma. Eğlence, neşe, zevk.
 
Sehâ : Cömertlik, el açıklığı.
 
Lûtf : Lütuf. Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi. * Güzellik, hoşluk. * İyilik, iyi muâmele.       
 
Visâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma.
 
 
 
Yel ile geldi bile bil dört heves
Oldurur kizb û riyâ tizlik nefes
 
Âdem’e Havadan dört sıfat geçti ki bunlar: Yalan, riyâ, acelecilik ve soluk alıp verme.
 
Heves : Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ve nakil ile olmayıp nefis ile olan istek.
 
Oldurmak: Vücuda getirmek. Yaratmak.
 
Oldurur : Onlardır ki.
 
Kizb : Yalan. Yalan söyleme. (Sıdkın zıddı)(Kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, Kudret-i İlâhiyyeye bir iftiradır. Kizb, Hikmet-i Rabbaniyyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbtir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbtir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbtir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbtir. Müseylime-i kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsva eden, kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir…
 
 Û  : Vü. Ve.
 
Riyâ : Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket. (Bak: İhlâs)
 
Tizlik : Sertlik.
 
Nefes : Soluk. Nefsin nefesin emrinde oluşu.
 
 
 
Od ile geldi bile dört dürlü  ded
Şehvet û bir û tama’ birle hased
 
Âdem’e Ateşten dört derd geçti ki bunlar: şehvet-aşırı istekler, bencillik, aç gözlülük ve kıskançlık.
 
Od : Ateş, nar, şule, nur.
 
Ded : Derd. f. Tasa, keder, kaygı. * Hastalık, illet.
 
Şehvet : Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. * Bir şeyi fazla istemek. * Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.)
Kudsi Hadis’te Cenab-ı Hak buyuruyor:
“Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı gibisin.”
 
Bir : Birrin zıttı olarak sadece ve bir tek kendini düşünmek. Eğoistlik. Kural tanımamazlık.
 
Birr : Temizlik. * Günahtan çekinmek. * Takvâ. * İn’âm ve ihsan etme. * Amel-i sâlih, iyi amel.
 
Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus)
 
Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak. Hased yalan da dahil tüm kötülüklerin anasıdır. İblis şeytanı hased bu hâllere düşürmüştür.
 
 
 
Cân ile geldi bile uş dört hısâl
İzzet û vahdet hayâ adâb- hâl
 
Âdem’e can ile birlikte dört huy-ahlâk geldi ki bunlar: İzzet, vahdet, utanma duygusu ve edebli oluş.
 
Uş : Üş. İşte, şimdi. Çünkü. Ancak.
 
Hısâl : (Haslet. C.) Hasletler, huylar, tabiatlar. Ahlâk.
 
İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu’teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey
 
Vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
 
Hayâ : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.
 
Adâb : (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir.
 
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
 
 
 
Gel imdî dinle sözü şerh edeyın
Biri bîrin onu sana diyeyim
 
Ey Okuyan kişi!
Gel şimdi dinle de sana sözümü açıp genişçe anlatayım.
Her birini tek tek sana söyleyeyim.
 
İmdî : Şimdi, artık, o hâlde, öyleyse.
 
Şerh : Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme. * Bir şeyi dilim dilim kesme. * Bollaştırma. * Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme. * Açıklanmış yazı, risale.
 
Edeyın : edeyim.
 
Biri bîr : birer birer, birbiri ardınca.
 
 
Cü sâhın hikmeti akdemden îdi
Bu birkaç söze şerh Âdem’den îdi
 
Çünkü her doğru-sahih olanın doğru oluş hikmeti ilk önceden idi.
Bu anlatılan birkaç sözün açıklaması aslında Âdem aleyhisselâm ile başlamıştı.
 
Sâh : Sahh. Sahih. Gerçek, doğru, kusursuz, ayıpsız.
 
Hikmet : İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim.
 
Akdem : Daha önce. Daha ileri. Daha mühim.
 
Âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdem’i, sonra eşi Havva’yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir. Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir.
 
 
Bu muhtasar cihan îki cihanca
Dügeli bâkar îsen yüz bin anca
 
Şu bizim bildiğimiz dünya ve Âhiret cihanları kısacası olup fikir ederek bakarsan eğer onlar gibi yüz bin cihan olduğunu anlar görürsün.
 
Muhtasar : Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış.
 
Dügeli : Bütün, hepsi.
 
Anca : Ancağ. Onca.  O kadar. Öyle.
 
 
 
Azim cihandürür gönül cihânı
Seni izler isen bûlâsın ânı
 
Altı yön olan ön-arka-sağ-sol-alt-üstten başka birde özünde-içinde gönül-kalb cihanı vardır.
Eğer sen seni bilirde izlersen senin özündeki gönül ülkesini ilir-bulursun.
 
Ânı : onu.
 
 
 
Haber verîserem nefsin elinden
Ümîdin vâr ise gîdesin andan
 
Ben sana haktan ve hakikatten haberler verdiğimde kulluk imtihanı içinde ve zıtlar âleminde doğru ve yanlışı seçip tercihini kullanabilme kabiliyetinde yaratılan insan nefsini cehâletten kurtarıp kemâlâta ulaştırabilirsen ve bu hususda azmin ve ümidin var ise elinden kurtulup gönül ülkesine geçebilirisin.
 
 
 
İkî sutlandurur sâna hâvâle
Diler her bîrsi kim mülki âla
 
Kulluk imtihanın gereği sana bırakılan tercih hakkını teşvik eden iki sultan vardır.
Her ikisi de isterler ki senin Benlik Mülkün onların eline geçsin.
 
Sutlandurur : Sultan vardır ki.
 
Hâvâle : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
 
Mülk : Mal. Yer. Bina. * Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. * İzzet, azamet, şevket. * Bir şeyin dış yüzü. * İnsanın sahip ve malik olduğu şey. * Akıl sahiplerini tasarruf etmek. * Mâlik olmak.
 
Mülki âla : En iyisinden mülk.
 
 
 
Birî rahmânidir can hazretinden
Birî şeytânidir garez yatından
 
Bu sendeki iki emredici ve kesin yapmanı isteyen iç gücün birisi Rahmânî ve Can tarafından olup iyi niyetli Hakka inanmayı ve hayrı işlemeyi emreder.
Diğeri ise Şeytanî ve kötü niyetli kincilik  tarafından olup bâtıla inanıp şerri işlemeyi emreder.
 
Rahmâni : Rahmânî. Rahman’a ait ve müteallik. Allah’tan gelen, her hususta hayırlı olan.
 
Hazret : Değerli ve büyük sayılanların ismi sonuna gelen ek.
 
Şeytâni : Şeytânî. Şeytanla alâkalı. Şeytana yaraşır.
 
Garez : Garaz. (C: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin. * Ok atılan nişan. * Izdırab. Acı. * Zelillik.
 
Yat : Yan, ind.
 
 
 
Gör imdî kim seni kîme taparsın
Kime kapu açar kime yaparsın
 
Bu şartlar altında sen iyice bir düşün ve gör ki sen kime tapıp-kulluk etmektesin.
Gönül ülkesinin kapısını kime açmakta ve kime kapatmaktasın.
 
Kapu : Kapı.
 
 
 
On üç bin erdûrûr rahmâni leşker
Zebunsuz kimselerdir key erenler
 
Rahmânî Sultanın-gücün on üç bin askeri vardır.
Ey Erenler!
Bunlar çok güçlü-kuvvetli kimselerdir-duygulardır.
 
 
Leşker : f. Asker.
 
Zebun : f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.
 
Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük.
 
 
 
Dokuz bindir bu nefsin haşerâtı
Müdâm eyerlidir bunlârın âtı
 
İnsanın Rabb’ısına kulluk yapıp yapmaması imtihanındaki kendi kimlik ve kişiliği olan “NEFS”inin zarar verici düşmanı dokuz bindir.
Bu Şerr güçlerinin saldırı için atları dâima eyerli-hazırdır.
 
Haşerât : Zararlı ve değersiz oluş.
 
Müdâm : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan.
 
“Her nefeste Allah adın de müdam
 Allah adı ile olur her iş temam..”
                             Süleyman Çelebi
 
Eyer : Binek hayvanlarının sırtına konulan nesne. Palan.
 
 
 
Nişanları bu kim yüzleri kara
Bu nifrîn-ü şikâyet kanda vâra
 
Bu Şerr güçlerinin taşıdığı belirleyici işaretleri yüzlerinin dâima kara oluşudur.
Nerede bir beddua-kötü dilek ve şikayet duysalar hemence oraya yetişip işleri çıkmaza sokarlar.
 
Nişan : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. * Tuğra. * Ferman.
 
Nifrîn : bed-duâ, lânet, ilenmek.
 
Şikâyet : Sızlanma, sızıltı.
 
Kanda : Nerede, nereye.
 
 
 
Sakıngıl kim bulardan olmâyasın
Ki nefs dîvânına yâzılmayâsın
 
Sen sakın sakın bu sıfatları barındırıp-taşıyanlardan olmayasın!
Yoksa nefsin hevâ ve hevesine uyanlar defterine yazılırsın!
 
Bulardan : Bunlardan.
 
Dîvân : Buyruk ve hükümlerin yazıldığı tutanak.
 
 
 
Ke nefsin dîleğin can besler îsen
Yerin nur can sözün esler îsen
 
Eğer sen Canın kıymet ve değerini anlar beden ve nefsin, can için çalışıp çabalaması ve dilemesi gerektiği gerçeğini anlar nefsini susturup Can-Ruhun sözünü dinler isen yerin nur olur.
Dünyan, dininin ve âhiretin mâmur olur.
 
Eslemek : Dinlemek, kabul etmek, baş eğmek.
 
 
 
Tekebbür nefsdir sultânı bilmez
Çerîsinde iyi dirlik dirilmez
 
Kibirlenip sadece ben varım bencilliği başka Sultan filan dinlemez ve Nefsîdir.
Nefsin kibirine sebeb olan aşırı istek-şehvet, hevâ ve heves askerleri içinde doğru dürüst  geçim hayatı yaşanamaz.
 
Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek.
 
Çerî : Asker.
 
Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç.
 
 
 
Key ârı can şeh hazretinde
Irılmâdan dura sultan katında
 
Şunu iyi anla ki, Emr Âleminden olmakla içine yabancı bir kötü huy giremeyen Can-Ruhun dışı nefsin pisliklerinden tıpkı bir ampülün-lambanın  dış yüzüne sinek pislemiş gibi kirlenebilir.
İşte bu pisliklerden canını arıtan gerçek Kâmil İnsan olan şehâdet Şeyhi, rüşde ermiş ve başkalarının rüşde ermesine Allah rızası için hizmet eden Muhammedî Mürşid gerçek diri “CAN”dır.
Cehâlette ölü olanları Kemâlâtta canlandıran böylesi Sırr Sultanlarının huzurunda, hizmetinde, öğretim ve eğitiminde sabırla kalıp, ayrılıp kaçmadan-firar etmeden durmalısın.
 
 
Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük.
 
Ârı : Temiz, münezzeh. Yabancı şeylerden arınmış, katışıksı, saf, halis. Günahsız.
 
Şeh : Şeyh. Bir tekke veya zaviyede müridleri olup onları yetiştiren, rüşde erdiren, olgunlaştıran Erenlerden olan Mürşid.
 
Irılmak : Ayrılmak, uzaklaşmak, kaybolmak. Yorulmak.
 
Katında : Huzurunda.
 
 
 
Kadîmden nefsdir sultâna âsî
Bir urgandır heman ânın behâsı
 
Ezelden beri Nefs, Rahmânî Sultana isyankârdır.
Kulluk imtihanı gereği budur.
Bu hâlini islah ve iflaha çevirmez ise onun sonuçta değeri iptir.
En acı şekilde idam oluştur kendi eliyle…
 
 
Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
 
Âsî : Asî. İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran.
 
Urgan : t. İp. Halat.
 
Behâ : Baha. f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ.
 
 
 
Bu nefs oğlanları dokkuz kişidir
Nifâk u şirk oların işîdir
 
Bu nefs babasını dokuz oğlu vardır.
İşleri dâima İlâhi düzene karşı bozgunculuk ve Sistemi yaratan Rabbülâlemine şirk-ortak çıkıştır.
 
 
Nifâk : Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek.
 
Şirk : En büyük günah olan Allah’a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah’tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm).
 
 
 
Ulû oğlu tama’ iyi iş itmez
Cihan mülkü onun olursa yetmez
 
Büyük oğlu tamah-aç gözlülük olup asla iyi bir iş işleyemez şükür edemez.
Bütün cihanı ona versen yine de yetmez, dahasını ister.
 
 
Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer.
 
Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri.
 
 
 
Bir er donlu durarlar kapısında
Esîr etmiş cihânı tapısında
 
Nice koç yiğitleri-tok gözlülük ve kanaatkârlıkları kapısında esir edip sanki cihanın tapusunu almış üzerine.
 
Er : Koca, zevc. Erkek, kişi
 
Don : Ton. Elbise, kılık kıyafet.
 
Esîr : Kul, köle. Harpte teslim alınan düşman. Teslim olan.
 
Tapı : Huzur.
 
 
 
Sever dünyâyı çün oldur imânı
Susuzdur dünyaya konmaz revânı
 
Öylesine aşırı bir dünya tutkunluğu vardır ki tek inandığı iman-gerçek dünya sevgisidir.
Bu sevgisi her akan ve durmayan bir ırmak gibidir ama asla dünya suyunaa da kanamaz.
Deniz suyu gibi içtikçe yanar yandıkça içer.
Bu bitmez kısır dönğü son nefesine kadar sürer gider.
 
Çün : Çünkü, o vakit, değil mi ki.
 
Revân : f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.
 
 
 
Neyi sever isen imânın oldur
Nice sevmeyesin sultânın oldur
 
Sen neyi seversen imanın o olur.
Nasıl sevmeyesin ki o senin emir verici ve yaptırıcı Sultanındır.
Aşkı ile canını bile verirsin.
 
 
Sultân : Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah. * Allah. (C.C.) * Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi. * Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri. * Hüccet ve delil. * Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetine denir. Kelimenin aslı “selit” olup, cem’i sultandır. Selit ise, zeytinyağının ismidir. Zeytinyağı kandilinin ışığıyla ışıklandırma yapıldığı gibi, padişâh ve vali dahi şule-i adl ve zabt ü ihtimamıyla memleketini tenvir etmek münâsebetiyle onlara da bu mâna ıtlak olunmuştur.
 
 
 
Sevindirir bil senî senden ileden
Ne sever isen ol yânâya yeden
 
Şunu bil ki seni senden ayırıp-senden edip de senle olan.
Sevdiklerinden ayırıp sevgilin olan.
Kara sevdâ ile sevgiliye peşi sıra götüren…
 
Yedmek : yedeğinde peşi sıra götüren, kendi kılavuzluğuna alan.
 
 
 
Ki sevdiğinden öte menzilin yok
Asıl ma’nî budur söz kelecî çok
 
İnsanın sevgi sınırını sırrı SEVGİLİ’den öte bir yer- varılacak makam yoktur.
Mâneviyat dediğimiz mânâ-sözün özü budur
Boş sözler-lakırdı lafları ise halk arasında veya mânâ ehli olmayan tasavvufu tasavvurları sanan zavallılar arasında pek çoktur.
 
Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.
 
Ma’nî : Ma’nâ. İç, iç yüz. Akla yakın sebeb. Anlam.
 
Kelecî : söz, kelime, laf, lakırdı.
 
 
 
Bu yolda da’vi sığmaz ma’nî gerek
Neyî kim sever îsen ânı gerek
 
İlâhi Aşk Yolu’na benlik davası  sığmaz-gerekmez mânâ sığar-gerekir.
Herkes özünün emrinde olup neyi çok-candan seviyor ise onun işini işler-yapar… 
 
Da’vi : Da’vâ. Bir mesele üzerinde kendine mahsus-hususi bir fikir sahib olma. İddia.
 
Ma’nî : Ma’nâ. İç, iç yüz. Akla yakın sebeb. Anlam.
 
 
Buçuk gün durmayan aklın katında
Ne lâyık ola şâhın hazretinde
 
Kulun kendisine İlim-İrade-İdrak-İştirak edebilmek için emânet edilmiş olan akılın huzurunda yarım gün durmayan, aklını ilim ve edeb içinde öğretip-eğitip hak ve hayırda kullanmayan kişinin bu sistemi Kulluk imtihanı için var eden Şahın-Rabbülâleminin bizzât huzurunda ne işi var-lâyık değil ki o huzurda hazır olmaya…
 
Buçuk : Yarım. Yarısı.
 
Şâh : Padişah, hükümdâr.