ilemlerin Rabbı olan Allah’a hamd olsun…
Salât ve selâm, efendimiz Emin Peygamber Muhammed’e…
Sonra, onun pâk Aline…
Ve ashabının tümüne olsun.
İbn-i Abbas (r.a) Hz.’inden naklen Muaz b. Cebel rivayet ediyor:
“Bir gün Resûlullah (s.a v) ile beraberdik..
Ansardan birinin evinde toplanmıştık…
Tam bir cemaat olmuştuk.
Sohbete dalmıştık..
Bu arada, dışandan bir ses
geldi:
“Ev sahibi!..İçeridekiler!…
Eve girmem için bana da izin verir misiniz?
Benim sizden bir dileğim var.
Görülecek bir işim var.”
Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı.
Orada ve her zaman büyük oydu..
İzin ondan çıkacaktı.
Resûlullah (s.a.v ) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:
“Bu seslenen kjmdir, bilir misiniz?…” buyurdu.
Biz hep birden şöyle dedik:
“En iyi bilen Allah ve Resûlüdür!”
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) Efendimiz:
“O, lâin iblistir –Şeytandır..
Allah’ın lâneti onun üzerine olsun!..” buyurunca,
Hemen Hz. Ömer:
“Ya Resûlullah, bana izin veriniz onu öldüreyim!” dedi…
Resûlullah (s.av.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
“Dur Ya Ömer!
Bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir…
Öldürmeyi bırak!.”
Sonra şöyle buyurdu:
“Kapıyı ona açın gelsin..
O, buraya gelmek için emir almıştır.
Diyeceklerini anlamaya çalışınız.
Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..”
*
Bundan sonrasını ondan dinleyelim;
Yâni Ravi’den ki,
Şöyle anlattı:
“Kapıyı ona açtılar..
İçeri girdi ve bize göründü..
Bir de baktık ki; şekli şu:
Bir ihtiyar..
Şaşı..
Aynı zamanda köse..
Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor..
At kılı gibi.
Gözleri yukarı doğru açılmış.
Kafası, büyük bir fil kafası gibi.
Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.
Sonra, şöyle bir selâm verdi:
“Selâm sana ya Muhammed! selâm size ey cemaat-ı müslimin!”
Onun bu selâmına Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
“Selâm Allah’ındır ya lâin!..”
Sonra ona şöyle buyurdu:
“Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?”
Şeytan şöyle anlattı:
“Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.”
Resûlullah (s.a v) Efendimiz sordu:
“Nedir o mecburiyet?”
Şeytan anlattı:
“İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi.
Ve dedi ki:
“Allah-ü Teâlâ sana emir veriyor:
Muhammed’e gideceksin.
Ama düşük ve zelil bir hâlde tevazu’ ile.
Ona gideceksin ve Âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın.
Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona..
Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin.”
SonraAllah-ü Teâlâ buyurdu ki:
“Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen…
Seni kül ederim; rüzgar savurur…
Düşmanların önünde seni rüsvay ederim!”
İşte…
Böyle; Ya Muhammed!
O emir üzerine sana geldim.
Arzu ettiğini bana sor!
Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem;
Düşmanlarım benimle eğlenecek..
Şu muhakkak ki,
Düşmanlarımın eğlencesi olmaktan dana zor bir şey yoktur.”
Bundan sonra, Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle sordu:
“Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın!
O hâlde bana anlat:
Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?”
Şeytan şu cevabı verdi:
“Sensin, Ya Muhammed!..
Allah’ın yarattıkları arasından senden daha çok sevmediğim kimse yoktur .
Sonra, senin gibi kim olabilir ki?”
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz sordu:
“Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?”
Şeytan anlattı:
“Müttaki bir gence ki… varlığını Allah yoluna vermiştir.”
Bundan sonra, sual-cevap aşağıdaki şekilde devam etti.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz sordu; şeytan anlattı.
“Sonra kimi sevmezsin?”
“ Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi…”
“Sonra?…”
“Temizlik işinde… yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.”
“Sonra?…”
“Sabırlık olan bir fakiri ki; ihtiyacım hiç
kimseye anlatmaz. Hâlinden şikayet etmez.”
“Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?”
“Ya Muhammed!
İhtiyacım kendi gibi birine açmaz
Her kim ihtiyacım kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa,
Allah onu sabredenlerden yazmaz.
Sabırlı kimselerin işi buna benzemez.
Hasılı, onun sabrını; hâlinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
“Sonra kim?..”
“Şükreden zengin.
“Peki, ama o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?…”
“Onu görürsem ki, aldığını helâl yoldan alıyor ve mahâlline harcıyor bilirim ki:
O şükreden bir zengindir.”
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bu defa mevzu’u değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
“Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin hâlin nice olur?.”
“Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar titrerim.
“ Neden böyle olursun; ya Lâin?”
“ Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.”
“Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun? …”
“ O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
“Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?»
“ O zaman da, çıldırrırım.
“Peki, ya Kur’ân okudukları zaman nasıl olursun?”
“O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.”
“Peki, ya sadaka verdikleri zaman hâlin nasıldır?”
“Ha, işte… O zaman hâlim pek yaman olur.
Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.”
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz sebebini sordu:
“Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, Ya Eba Mürre? …»
Bunun üzerine İblis:
“ Onu da anlatayım…
Dedikten sonra anlatmaya başladı:
“ Çünkü sadakada dört güzellik vardır.
Şöyle ki:
1 – Allah-ü Teâlâ, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.
2 – O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3 -Allah-ü Teâlâ, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4 – Allah-ü Teâlâ, belâyı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.
Bundan sonra,
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sordu:
“Ebu Bekir için ne dersin?..”
İblis buna şu cevabı verdi:
“O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi..
İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
“Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?..”
İblis buna da şu cevabı verdi:
“Allah’a; yemin ederim ki; her gördüğüm yerde ondan kaçtım.”
“Peki, Osman b. Affan için ne dersin?.”
“Ondan utanırım… hem de çok..
Nasıl ki, Rahmân’ın melekleri de ondan utanırlar…”
“Peki, Ali b. Ebu Talib için ne dersin?.”
İblis onun için de şöyle dedi:
“Ah, onun elinden bir kurtulsam..
O, kendi başına kalsa;
Ben de kendi başıma kalsam..
O, beni bıraksa ..
Ben de onu bıraksam.
Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz!
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz,
Yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra,
Şöyle buyurdu:
“Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şâki kılan Allah’a hamd 0lsun!”
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz o cümlesini duyan lâin İblis şöyle dedi:
“Heyhat! Heyhat!..
Ümmetin saadeti nerede?
Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?.
Ben, onların kan mecralarına girerim.
Etlerine karışırım..
Ama onlar, benim bu hâlimi göremez ve bilemezler.
Beni yaratan ve baas gününe karar bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki:
Onların tümünü azdırırım.
Câhillerini ve âlimlerini…
Ümmilerini ve okumuşlarını…
Fâcirlerini ve abidlerini..
Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat!..
Allah’ın hâlis kullarını…
Evet, bunları azdıramam!..
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) Efendimiz sordu:
“Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?..”
Bu suale İblis şu cevabı verdi:
“ Bilmez misin? Ya Muhammed!
Bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever..
O Allah için bir ihlâsa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki;
Dirhemini ve dinarını sevmez;
Övülmekten, medh edilmekten hoşlanmaz…
Bilirim ki o: İhlâs sahibidir..
Hemen onu bırakır kaçarım.
Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre;
Kalbi de, dünya arzularına bağlı kaldığı müddet,
O size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok
itaat edendir.
Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahla
rın en büyüğüdür.
Bilmez misin ki;
Ya Muhammed!
Baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır!”
İblis, anlatmaya devam etti:
Ya Muhammed!
Bilmez misin?
Benim yetmiş bin tane çocuğum var..
Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir.
Sonra ..
O her çocuğumla birlikte yine yetmişbin tane şeytan vardır.
Onların bir kısmı ulemâya gönderdim.
Bir kısmını gençlere yolladım.
Bir kısmım da, meşayihe saldım.
Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim.
Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık
Yoktur..
Onlarla gayet iyi geçiniriz.
Çocuklara gelince..
Onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.
Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin başına dert ettim..
Bir kısmını da zahidlerin.
Onlar, bunların yanına girer; hâlden hâle sokarlar..
Bir tepeden öbürüne… hep dolaştırıp dururlar..
Öyle bir hâl alırlar ki; başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye…
İşte… böylece, onlardan ihlâsı alırım..
Onlar, bu hâlleri ile, yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayrı..
Ama, bu hâllerinin farkında olamazlar.
İblis, bundan sonra,
Aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti.
Ve şöyle dedi:
“Bilmez misin; Ya Muhammed!
Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlâs ile Allah’a ibadet etti.
Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hâl ihsan edilmişti ki:
Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifâyap oluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım…
Zina etti.
Katil oldu.
Sonunda da küfre girdi.
Bu o kimsedir ki;
Allah-ü Teâlâ aziz kitabında, ona şöyle anlatır: .
“…Şeytanın hâli gibidir ki; o insana: “Kâfir ol…” dedi… Vaktaki o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi: “Ben, senden uzağım…Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Haşr 59/16)
İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu.
Ve onların her birinden nasıl istifâde ettiğini anlattı…
Açıklanan Kelimler :
Lâin : Herkesin kınadığı.
Mecburiyet : Zora tutulma. Mecburluk.
Rüsvay : f. Rezillik, itibarsızlık, haysiyetsizlik.
Müttaki : Ehl-i takva. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini Allah’ın (C.C.) sevmediği fena şeylerdan koruyan. (Bak: İttika – Amel-i sâlih)
Eba Mürre : (C.: Mür) Acının babası.
Şâki : (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
Fâcir : Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. (Bak: Fecir)
İhlâs : (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. * Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak.
Dirhem : (Dirhem) f. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer’an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça
Dinar : Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
Ulemâ : (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
Bu Bölümde geçen Âyet-i Kerimeler:
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
“Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.” (Haşr 59/16)