Biraz da, levh-ü mah’fuzdan ve kalemden bahsedelim.
Allah-ü Teâlâ, “Levh”i ve “Kalem”i, bir sultanın kitabı menzllesinde kıldı..
Yani: Anayasası.
Ve.. onda yazılanlar, onun hükümleri mesabesindedir..
Sonra.. Onda olanlar kendi hükmüdür..
Mübrem işleridir.
Onun içinde; yeniden icad edeceği şeyleri de vardır; idam edip yok edeceği şeyler de..
İyiliği ve ihsanı da onda vardır.
Kezâ sevabı ve intikamı da..
Sonra..
Sidre-i Müntehayı yarattı..
İşbu Sidre-i Münteha, tafsilini yaptığımız ağacın dallarından biridir.
O Sidre-i Müntehanın altında, hizmetine kaim olanlar kalır..
Bir de, hükmünü infaza memur olanlar..
Orada bulunan vazifelilerin bir işi de bu Kâinât Ağacında hasıl olan meyveleri Hakka arzetmektir.
Hatta, o ağaçta duran bazı işleri de..
Ki bunlar saymakla bitmez..
Sonra..
Sultanın kitabından bir nüsha asılı olarak oraya bırakıldı..
Ki bunun adına: “Levh-ü Mahfuz” derler..
Bu kâinât ağacında ne zuhur ederse etsin..
Katiyen Sidre-i Müntehayı aşamaz.
O zuhur eden şeyler: Yok olmak, var olmak, artık, eksik.. cinsinden olabilir..
Bütün bu işlerin, Sidre-i Münteha’yı aşamayışında bir sebep var..
Çünkü, herbirinin belli bir yeri vardır orada..
O makamdan belli bir hazzı vardır..
Resmen çizilmiş bir sınırı vardır..
İşte.. bunun tasdikini yapan bir Âyet-i Kerîme:
“Bizden, herbirimizin ayrı ve belli bir yeri vardır..” (37/164)
Bu ağacın meyvelerinden ne olursa, olsun; üstün veya düşük; büyük, küçük, hakir veya kıymetli; az veya çok..
Bunların her biri için, o sultanın kitabında yer vardır..
“Küçük büyük hiç birini bırakmamış; hepsini sayıp dökmüş..” (18/49)
Meâline gelen Âyet-i Kerîme, sözümüzü doğrular ..
Kitabındaki hükümleri gereğince Sultan, bütün bu ağacın meyveleri için iki hazine yaptı.
Biri, cennet, öbürü de, cehenne . ve:
“ Bunları, alın; saklayın!..” emrini verdi..
Ondan çıkan, temiz meyve olduğu takdirde; yeri cennet olur..
Yani: Cennet hazinesine girer..
İşte.. Âyet-i Kerîme:
“Öyle değil.. iyilerin kitabı elbette İLLİYYİN dedir.” (83/18)
Sonra..
Bu Kâinât Ağacı dallarından gelen hangi meyve ki habistir..
Şüphesiz onun yeri de cehennemdir..
Bunu şu Âyet-i Kerîmenin meâli bize bildirir:
“Öyle değil.. Elbette, kötülerin kitabı SiCCiN, dedir.” (83/7)
Cennet:
“Ashab-ı Yemin..” (56/8)
Meâline gelen Âyet-i Kerîmede târif edilen saadet ehli sağcıların evidir..
Bu evin bulunduğu yere gelince; onu da, şu Âyet-i Kerîmeden anlayabiliriz:
“Turun sağ cânibinde..” (19/52)
… Ve çeşitli Âyet-i Kerîmelerin işaretine göre; o: Pek mübarek bir ağaçtan mamuldür.. sonra o:
Hem pâk, hem de temizdir. .
Evet..
Cennetin durumu bu..
Cehennemin durumuna gelince..
O da:
“Ashab-ı Şimâl..” (56/9)
Meâline gelen, Âyet-i Kerîme ile belirtildiği gibi, şekavet ehli solcuların yeridir..
Ki bunun. yapısı da:
“Kur’ânda lânetle anılan ağaç..” (17/60)
Meâline gelen, Âyet-i Kerîme’de belirtilen o, lânetli ağaçtan yapılmıştır..
Dünya, mevzu’umuz olan ağacın çiçeklerinin teşhir yeridir..
Ama, birer vedia olarak..
Yani: Emanet..
Yani: Geçici..
Âhirete gelince..
Onun, yâni: Kâinât Ağacı meyvelerine birer karargâhtır..
Ama emaneten değil..
Ebedî, daimi..
Bu Kâinât Ağacının etrafını bir duvar sardı..
Ki buna:
Kudret sarması, kuşatması..
Adı verilir..
Çünkü Allah-ü Teâlâ herşeyi –zatı ve sıfatı ile- kuşatmıştır..
Daha sonra..
Allah-ü Teâlâ, o Kâinât Ağacı için bir daire çizdi..
Bu dairenin adı da: İrade dairesidir..
Ki bu mânâ da çeşitli Âyet-i Kerîmelerde tecellî eder;
Ki o:
“O arzu ettiğini yapar.. Ve dilediği hükmü vermekte serbesttir..” (3/40 – 5/1)
Vaktaki bu Kâinât Ağacı kökü itibarı ile yerleşti..
Dalları da sübut buldu: önü ile sonunu birleştirdi.., ,
… Ve iş böylece; bir sonuç olarak:
“Taa Rabbına vardı..” (79/44)
… Ve iş,başlama noktasına ulaştı..
Yani:
“ كُنْ – Kün! Ol! ”
Emri ile başladı.. Ve:
“فَيَكُونُ-YEKÜN’U (OLUR)..
Emri ile nihayete erdi..
Ki bu garipsenecek bir iş değildir..
Bir işin başında:
“Kün! Ol! ”
Emri olunca..
Hele bir de bu emir hükmü geçer bir zattan gelirse..
Sonu elbette:
OLUR..
Şeklinde biter..
Bu Kâinât Ağacı, dal budak ve ekiliş itibrı ile ne kadar çeşitli olursa olsun; aslı daima birdir..
Değişmez..
Ki bu bir olma işi:
“Kün! Ol! ”
Kelimesinin tohumuna göredir.
Kezâ sonu da yine bir racidir..
Ki o da:
“Kün! Ol! ” .. emridir.
Ki bu belki de; yokluk babında bir:
“Kün! Ol! ”
Olacaktır..
Bütün bu anlatılanlar; senin için çok dikkate değer şeylerdir..
Şayet birşeyler anlamak ister ve basiret gözünü kullanırsan..
Pek mânâlı şeyler göreceksin..
Mesela: Göreceksin ki..
Tuba Ağacı, Zakkum Ağacına bağlıdır..
Mesela: Hak yakınlığı nesiminin serinliği sam yeline karışmış durumdadır..
Meselâ : Vuslat semâsıının gölgesi; kapkara dumandan, bir gölgeye karışıktır..
Hasılı, herkes nasibini yer..
Başka türlü olamaz..
Bir kimse bakarsın ki; ağzı mühürlü kâsesinden içer..
Bir başkası da, içmesi elzem olan neyse.. ondan içer.
… Ve bu iki zümre arasında mahrum olan da vardır..
Vaktaki bu vücut çocukları, Hazret-i Hakk’ın yok gösterdiği âlemden gelip vücut buldular:
Üzerlerine kudret nesimleri esmeye başladı..
… Ve onları, hikmet lâtifeleri besledi..
…Ve Hakkın çeşidi çok işlerini; irade bulutları onların üzerine yağdırdı..
İşbu tatlı esen nesimi rüzgâr, letaif gıdası ve irade yağmuru..
Üçü bir araya gelince:
Bu Kâinât Ağacı’nın her dalı, ezelde kendisine düşen nebatı bitirmeye başladı..
Sonra..
Tabiatı icâbı; meyvesine, hastalık ve sağlık kondu..
Bu kâinât tümden iki unsurdan meydana gelmiştir.
Ve.. Bu iki unsur da:
“Kün! Ol! ”
Emrinden meydana gelmiştir..
İşbu iki unsurun biri zulmet, diğeri de nurdur..
Cümle hayır, nurdan gelmektedir..
Şerrin de tümü, zulmetten çıkar..
Melekler topluluğu, nur unsurundan meydana gelmiştir.
Bu sebeple, onlardan sadece hayır gelir..
“Allah’ın kendilerine emrettiği işlerde asî gelmezler..» (66/6)
Şeytan topluluğu ise; zulmet unsurundan yaratıldı..
Bu yüzden bunlar, sadece şerre alettir..
Âdem ve oğullarına gelince..
Bunların çamurundan hem zulmet vardır; hem de nur..
İşbu sebeple, bunların terkibinde:
Hem hayır vardır :
Hem de şer..
Hem menfaat vardır;
Hem de mazarrat..
Sonra..
Onun zatı; mârifete ve nekreye kabiliyetlidir.
Yani: Aslını bulmaya ve yitirmeye..
Hasılı, hangi maye kendisine galip gelirse.. ona mensup sayılır.
Şayet onun; yani insanoğlunun nur mayesi; zuImet mayesine galip gelirse..
Ve bunun bir sonucu olarak ruhaniyeti cismaniyetini alt ederse..
Meleklerden daha faziletli olur..
Feleki geçer.. ötelere gider..
Tam bunun aksine; insanoğlunun mayesinde zuImet galip gelirse..
Cismaniyeti ruhaniyetini örterse..
O zaman, sadece şeytana tafdil edilir..
Yani şeytandan biraz üstün olur..
Halbuki öbürü meleklerden üstündü..
Bu, melekten üstün olmaz..
Şeytandan da aşağı düşmez…
Vaktaki Allah-ü Teâlâ:
“Kün! Ol! ”
Emri toprağından Âdem’i yaratmak için bir avuç aldı.
Hemen sırtını sığadı..
Ta ki, temizler, kirlilerden ayrıla..
İşbu ameliyeden sonra..
Ashab-ı Yemin olanlar; yani, saadet ehli sağcılar Âdemin sırtından çıkıp sağ yanı tuttular.
Kezâ; Ashab-ı Şimâl olanlar da, sol canibe geçtiler..
Ki bunlar, şakavet ehli solculardır..
Tek kişi, murad olan şeyden ayrılmadı..
Hatta arzu edilen yanın aksine meyil bile edemedi..
Bu anlatılanları dinledikten sonra..
Her kim kalkar da:
“Niçin böyle oluyor?” derse..
Şüphesiz bu sualinde hata etmiş olur..
Bu hatanın sebeblni öğrenmeki aşağıda anlatılanları iyi anlayarak okumak icap eder.
Bu Kâinât Ağacı üzerinde işlem yapan zat, ki onun bu işlemi taa:
“Kün! Ol! ”
Emri tohumuna kadar ulaşır..
İşbu işlemi yapan zat; onun mayesinde unsuru sıktı..
Yayıkta salladı..
Taa zübbesi ve özü meydana çıkıncaya kadar..
O bununla da yetinmedi..
Sonra O süzüleni de yeniden süzdü..
Posası falan kalmadı..
Ne zaman ki o, bu ameliyeyi yaptı:
İşin özü ortaya çıktı.
Bundan sonra..
O öze, hidayet nurundan aktı.
. .. Ve böylece onun cevheri zuhura geldi..
Bununla yetinmedi; daha sonra onu, rahmet denizine daldırdı..
Ta ki, bereketi umuma şâmil olsun.
İşte.. bütün bu ameliyelerden sonra, ondan Peygamberimiz Muhammed (s.a.v) Efendimizin nurunu yarattı.
Sonra onu, Mele-i Âlâ nuru ile süsledi..
Ta ki, aydınlığı çok olsun ve yükseldikçe yükselsin..
Sonra..
İşbu nuru, her nurun aslı kıldı..
Durum böyle olunca, o nur, yazılış ve plân itibarı ile başta gelir..
Ama zuhur sona kalmıştır başka.. .
Yayılma ve dağılma itibarı ile, hepsinin önderidir.
Sürûr yönünden de müjdecileri.
… Ve.. güzellik tacını da, başlarına giydiren..
O, Hakkın üIfet defterinde, bir güzel vedia gibi durur..
Ve Hakkın ünsiyet cennetinde karargâhını kuran ve onun Zâtî ünsiyeti ile bir olandır..
Onun ruhaniyet mânâsını, cismaniyeti ile kapadı..
Şuhud Âlemini de bu Vücut Âlemi ile örttü..
İyi düşün ki o, özene özene bu kâinâtın içinden çıkarılmıştır.
… Ve kâinât onun için yaratılmıştır..
Bunun nedeni de şu mânâdan anlaşılabilir ki:
Allah-ü Taâlâ, bu kâinâtı yaratırken, onlar üzerinde gücünü göstermek için yarattı..
Onlara ihtiyacı olduğu için değil..
Allah-ü Teâlâ’nın bu kâinâtı yaratmasındaki hikmeti; suyun ve toprağın sûretini izhardır..
Düşün ki, Allah-ü Teâlâ. yarattıklarını yaratırken ve bu mevcudatı meydana getirirken, hiçbir şey için:
“Ben, yeryüzünde bir halife kılacağını..” (2/30)
Demedi..
Bu şerefe hiçbir şey nâil olmadı;
Âdemlik varlığından başka..
Onun insan vücudunu meydana getirmesinde ki hikmet; ancak Peygamber (s.a..) Efendimizin şerefini izhardır..
Çünkü bu cesetlerin meydana gelmesindeki hikmet onun vücududur..
Ki, kenziyet kâfi zuhur bulsun..
Yani:
“Ben bilinmeyen gizli bir KENZ idim ”
Yani: HAZİNE..
Bu yaratılmışIardan beklenen; kendisini yaratana karşı mârifet sahibi olabilmektir..
İşbu mârifet için tahsis edilen en güzide varlık, Efendimiz Muhammed (s.a.)’in kalbidir.
Mârifet, tümden tasdik ve iman olunca..
Resûlullah (s.a.) Efendimizin mârifeti de sırf müşâhe ve âyan olunca..
Arada ne kalır..
Mârifet halini bulanlar, onun nuru ile buldular.
Ki bunun böyle olduğuna hiç şüphe yoktur; sonra.. diğer yaratılmışlar da onun faziletini itiraf etmişlerdir..
Bu cihanın yaratıcısı, Hazret-i Resûlü (s.a.):
“Kün! Ol! ”
Emri çekirdeğinden meydana getirdi.
“O bir ekine benzer ki; filizini yarıp çıkar iniş ve gittikçe kökünü kuvvetlendirmiştir.” (48/29)
Meâline gelen Âyet-i Kerîme de yine onu anlatır..
Ki bu kuvvetlendirme işini, onun ashabı vasıtası ile yapılmıştır..
Sonra:
“Onu kalınlaştırdı..” (48/29)
Cümlesi gereğince, zatına yakınlığı ile ona kuvvet vermiştir.
“Kökü üzerine yükselmiştir..” (48/29)
Derken, onun sıhhatli bir zevke sahip olduğuna işaret edilmiştir.
Sonra da şevke ve içli arzuya..
Vaktaki bu Muhammedi Ağacın gövdesi zuhura geldi ve yükseldi..
Ve o ağaç yaprak verdi; büyüdü..
Sonra.. kabul bulutları, çevreden kayarak geldi ve onun başını bürüdü..
İşte o zaman, onun varlığı tam olarak meydana çıktı.
Böylece bütün yaratılmışlar, onun zuhuru ile müjdeler aldı, verdi..
İnsan ve cin tayfası onun varlığı ile sevince gark oldu..
Onun kudumu ile, Kâinât baştanbaşa kokulara büründü.
Onun doğumu ile putlar, yerle bir oldu..
Onun bi’seti ile de, dinlerin eski hükmü mensuh oldu..
Kur’ân sırf onun tasdiki için nâzil oldu..
Kâinât Ağacı onun aşkına coştu.. taştı.. oynadı..
Sonra.. onda bulunanlar da, harekete geçti..
Ama hepsi.. renkler.. renkler ve bayramlıklar.. uçtu.. uçtu..
Bu Kâinât Ağacı’ndan kopan birtakım kimseler, Şimâl Ehli oldu..
Yani solcu..
Yani solak..
Yani, saadet ehlinin aksi..
Vaktaki risalet rüzgârı esmeye başladı.
Ki o risalet müjdesini şu Âyet-i Kerîme getirdi:
“Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik..” (21/107)
İşbu nesimi havayı, tanı bir lütuf ve rahmet eseri olarak:
“Kendileri için bizden iyilikler alan..” (21/101)
Meâlini taşıyan Âyet-i Kerîmedeki mânâ gereğince tatlı tatlı kokladılar..
… Ve hoş bir rahatlıkla, o havaya doğru meylettiler..
Açıklanan Kelimler :
Sidre-i Münteha : Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ulaştığı en son makam.
Tafsil : Etraflı olarak bildirmek. * Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek.
İnfaz : Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme. * Aldığı emre göre birisini öldürme. * Öte tarafa geçirme.
İlliyyin : İlliyyun. (İlliyyîn) (Aliyyu. C.) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü’minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
Siccin : Sert, şiddetli olan şey. * Dâim olan. * Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer. * Cehennemde bir vâdi’nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.
Şekavet : Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. * Haydutluk, eşkiyalık.
Teşhir : Göz önüne serme, gösterme. Sergi serip âleme ilân etme. * Meşhur ve nâmdâr kılmak. * Kılıç sıyırma.
Vedia : Emanet.
Vücud : Varlık. Var olmak. Bulunmak. * Cesed, cisim, ten, gövde.
Maye : Damızlık. * Esas. Temel. * Bir şeyin mayalanması ve ekşimesi (tahammürü) için konulan madde. * Para, mal. İktidar. Güç. * İlim. * Dişi deve.
Ashab-ı Yemin : Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah’a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur’an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanlar ve bunlara taraftar olanlar. Sağlam ve helâl dâiresinde çalışan kimseler. Cennetlik olanlar.
Ashab-ı Şimâl : Amel defterleri sol taraflarından verilecek olan cehennemlik kimseler. Solcular.
Mele-i Âlâ : Kerrubiyyun ve melâike cemaati. En yüksek hey’et. Melekler âlemi. Felekler ve unsurlar.
Kudum : Uzak ve uzun bir yoldan gelmek. * Ayak basmak. * İleri geçmek. İlerilik.
Bu Bölümde geçen Âyet-i Kerimeler:
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ
“ (Melekler şöyle derler:) Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır. Şüphesiz biz, orada sıra sıra dururuz ve şüphesiz Allah’ı tesbih ederiz.” (Sâffât 37/164-166)
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
“Hayır! Andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn’dadır.” (Mutaffifîn 83/18)
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الفُجَّارِ لَفِي سِجِّينٍ
“Doğrusu günahkârların yazısı, muhakkak Siccîn’de olmaktır.” (Mutaffifîn 83/7)
فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
“Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!” (Vakıa 56/8)
وَنَادَيْنَاهُ مِن جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا
“Ona Tûr’un sağ tarafından seslendik ve onu, fısıldaşan kimse kadar (kendimize) yaklaştırdık.” (Meryem 19/52)
وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
“Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar!” (Vakıa 56/9)
وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا
“Hani sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur’an’da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.” (İsrâ 17/60)
قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء
“Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.” (Âl-i İmrân 3/40)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
“Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğine hükmeder.” (Mâide 5/1)
ِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا
“Onun nihaî ilmi yalnız Rabbine aittir.” (Nâziât 79/44)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrîm 66/6)
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)
لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
“Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.” (Fetih 48/29)
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُم مِّنَّا الْحُسْنَى أُوْلَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ
“Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar.” (Enbiyâ 21/101)