ÖZÜN ÖZÜ ve SIRRIN SIRRI

GİRİŞ


ÖZÜN ÖZÜ ve SIRRIN SIRRI
 
(RİSALE-İ LÜBB’ÜL-LÜBB ve SIRR’ÜS SIRR)
 
 
GİRİŞ
 
Hazret-i Şeyh’in Fütuhat-ı Mekkiye’sinde anlatmak istediği husustan bir tanesi şudur:
“İrfan sahibi, eğer kendi özündeki gerçeği anlasaydı; belli bir itikada bağlanıp kalmazdı.”
Bu cümleyi açıklayalım; şöyle ki:
Bir irfan sahibi, zâtındaki varlığı, tam mânâsı ile anlar olsa, bir inanç içinde kısılıp kalmaz.
İman çerçevesini daraltmaz.
O bir heyula gibi olur; hangi şekil verilse, kabul eder.
Bu şekiller dışta olur ; iç âlemine, özüne değişiklik gelmez.
Kendi sınırında ârif-i billah, aslı ne ise, öyle kalır.
Her türlü itikadı kabul eder; ama, dışta çizilen, hiçbir itikadla bağlı kalmaz.
Zâtî olan ilim, yani: İlâhî bilgide yeri ne ise öyle kalır.
Cümle itikadın özüne vâkıf olur; dışını değil içini görür.
Özünü bildiği şey, dıştan hangi libasa bürünürse bürünsün; onu tanır.
Bu bâbdaki çerçevesi geniştir.
O itikadların dışta giydiği kisvelere bakmadan, aslına bizzât erer ve her yüzden müşahedeye koyulur.
 
Bir şiir:
 
Tecelliyât-ı Hûda İledir, her İki cihan;
Hak Cemâle nazar eyle, istediğin yandan.
 
Bir Hadis-i Şerifte şöyle anlatılır;
“Cennetlik kimseler, makamlarına kavuştukları zaman; Yüce Hakk, azametini ve kibriyâsını gizleyen perdeyi aralar ve:
“Ben sizin, Yüceler Yücesi Rabbinizim!”  buyurur.
Daha açık mânâsı ile şöyle buyurur:
“Yıllarca ah görsem, diye arzulayıp sızlandığınız, Pek Yüce Rabbinizim!” buyurur.
Hakk’ın bu tecellisi, olmaz iş gibi gelir; inkâr ederler:
“Hâşâ ki, sen bize Rabb olasın!.” diyerek feryada başlarlar.
O anda tecelli üç defa değişir; her defasında onlar, yine inkâr ederler.
Sonra, Yüce Hakk onlara:
“Rabbinize dair aranızda bir işaret var mı?.” diye hitap eder.
“Evet var.” cevabını, hep bir ağızdan verirler.
Artık bundan sonra; herkese zannı, itikadı, anlayış kabiliyetini nisbetinde tecelli olur.
Bu tecelli sonunda:
“Sen bizim Yüceler Yücesi Rabbimizsin!..” deyip kabul ederler.
 
Bu müşahede için şu Hadis-î Şerif vardır:
”Siz, Rabbınıza mehtaba bakar gibi, bakıp seyre dalacaksınız.”
Hâl böyle olmasına rağmen, ehl-i irfan, Yüce Hakkı ilk tecellide tasdik ederler.
Çünkü onlar, cümle itikadı benimsemiş; her tecelli için yetenek kazanmışlardır.
Bir şiir:
 
Bugün her kim görür yârin,
Gören onlardır yarın..
Orda ne anlar sevgiliden,
Onlar, burada körlerden..
 
Bu mânâyı biraz daha açalım..
Evet..
Hazret-i Kur’ân’da şöyle buyuruldu:
“Bu âlemde âmâ olan, Öbür âlemde dahi âmâ olur.” (17/72)
Yani:
Her kim ki burada, mânâ gözünü açamadı: öbür âleme göçünce, aynı şekilde âmâ olur.
Dolayısiyle ilâhî tecelliyi görmek ona nasip olmaz.
 
Hak Tealâ Hazretlerinden beklediğimiz şudur ki:
Cümle kullarını, taklitten, gösterişten öteye geçemeyen itikattan saklaya; bu gibi şeylere bağlı kalmaktan koruya..
 
Burada şöyle bir soru sorulabilir:
“Marifet hâline yeteneği olana, kendi hakikatini anlamak ne şekilde olur?”
Bu soruyu şöyle cevaplandırmak mümkündür:
 “Ona gerektir ki, kendi hakikatına vâkıf bir ârif bula. Onu bulduktan sonra, candan, gönülden bağlanıp huylarını huy edine.”
İrfan sahibinin aslını bulabilmesi için, bu yolu tutması gereklidir.
 
Şu Âyet-i Kerime, bu mânayı anlatır:
“Ona götürecek vesileyi arayınız.” (5/35)
Bunun tefsiri şöyle olabilir:
“Beni bulmuş kullarım vardır: bana varmak dilerseniz, onları izleyiniz. Onlar, size bir vesile olur, bana ulaştırırlar.”
 
Hâl böyle olduğuna göre, o zâtlara hizmetle, kişi zâtına ârif olur. Nereden gelip, nereye gittiğini anlar, bulunduğu makamı da sezer.
 
Bu âleme gelmekteki gayeyi şu Kudsî Hadis, bize anlatır:
“Bir gizli hazine idim, bilinmek istedim; Halkı da bilinmem için yarattım.”
Bu emir böyle, ama, Hakkı bilmek kolay İş değildir; ta, kişi nefsine ârif oluncaya kadar..
Bunu da şu Hadis-i Şerif bize anlatır:
“Kim nefsini (kendini) bilirse yaradanını bilen o olur.”
Aksi dahi böyledir; ehli anlar..
Bu Hadis-i Şerife havas ve avamdan bir çokları akılları yettiği kadar, mânâ vermişlerdir.
Havas katında bir mânâ inşaallah beyan olunacaktır.
Yalnız bu makamda yedi şekil müşahede edilmiştir.
Aşağıda bunlar açıklanacaktır.
 
 
İtikad : İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
 
Heyula : Zihinde tasarlanan korkunç hayal. * Gösteriş ve iriliği olduğu hâlde hiçbir te’siri ve değeri olmayan şey. * Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde. (Bak: Esir)
 
Ârif-i billah : Mürşid, ermiş, evliyâ. Hakkın nuru ile Cenab-ı Hakk’ı bilen. Âlemi, hâdiseleri İlahî feyz ve ilim ile gören veli.
 
Zâtî : (Zâtiyye) Zâta mensub. Kendisine âit, ile alâkalı, hususi. Özel.
 
Vâkıf : Bilen, haber sahibi. Aşina. Bir işten iyi haberi olan. * Vakfeden. * Duran, ayakta duran.
 
Libas : Giyilecek şey. Elbise. * Karı ve koca. * Mc: İctima’. * Şübhe kabul eden söz.
 
Kisve : Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
 
Bâb : Kapı. * Kısım. * Mevzu. * Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab. * Hususi madde. * Sığınacak yer. * İş. * Şekil. * Tövbe.
 
Avam : Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından. * Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan. * Halkın ekseriyeti.
 
Havas : Havâs. (Hâss – Hâssa. C.) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar. * Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zâtlar. * Zenginler sınıfı. * Kur’anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat ve takva yolunda yükselerek mümtaz olan Evliyâullah. Herkesin hürmet ettiği büyük zevât. * Manevî te’sir için okunan duâlar.
 
     Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.  (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
 
      Cerir İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir dolunay gecesi, aya baktı ve:
“Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O’nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin).”
Cerir der ki: “Resulullah, sonra şu âyeti okudu: “Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et!” (Tâ Hâ 130).
(Buhârî, Mevakitu’s-Salat 6, 26, Tefsir, Kaf 1, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633); Ebu Davud, Sünnet 20, (4729); Tirmizî, Cennet 16, (2554).)
 
 
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
“Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)
 
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ya eyyühellezine amenüttekullahe vebteğu ileyhil vesilete ve cahidu fi sebilihi lealleküm tüflihun : Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35)
 
وَمَن كَانَ فِي هَـذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً
“Ve men kane fi hazihi a’ma fe hüve fil ahirati a’ma ve edallü sebila : Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” (İsrâ 17/72)