Ölüm ve Dirilmek : VI-X

VI.
 
Yok yere geçirdim günü ah n’ideyim ömrüm seni
Seninle olmadım gani ah n’ideyim ömrüm seni
 
Hep yok yere harcadım günlerimi!
Ah ne edeyim ömrüm seni!
Ben seninle olup da sonunda doyurucu bir neticeye ulaşamadım!
Ah ne edeyim ömrüm seni!
 
Ganî : Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol.
 
 
 
Güldim ü geçtim bilmedim ağlayıp gusse yemedim
Senden ayrılam demedim ah n’ideyim ömrüm seni
 
Günlerim gülerek mi geçti bilemedim!
Ağlayıp keder tasa çekmedim!
Ben senden ayrılıp gideyim de demedim ki!
Ah ne edeyim ömrüm seni!
 
Gusse : Gussa. Keder. Tasa. *Gam.
 
 
 
Hayrım şerrim yazılısar ömrüm ipi üzülüşer
Sûret benden bozulusar ah n’ideyim ömrüm seni
 
Bu âlemde yaptığım hayrım da şerrim de yazılacak- kameraya alınacak!
Hayata bağlayan bu ömür ipim bir gün bir yerinden kopup gelecek!
Bu beden binam yıkılacak-görüntüm yok olacak!
Ah ne edeyim ömrüm sana!
 
 
 
Gidip geri gelmeyesin gelip beni bulmayasın
Bu benliğe sermayesin ah n’ideyim ömrüm seni
 
Gidip geri gelmeyesin!
Gelip beni bulmayasın!
Sen  benliğimin sermayesisin!
Sen gider de gelmezsen ben iflas ederim!
Ah ne edeyim ömrüm seni!
 
 
 
Hani sana güvendiğim güveniben yuvandığım
Kaldı küllî kazandığım ah n’ideyim ömrüm seni
 
Nerede, ne oldu benim sana güvenmemin sonucu?
Güvenip de tembellikle tedbir almadığım?
İşte bak kazandığım tüm dünya pisi-pası ardımda kaldı hesaplarını vermek benimle gidiyor!
Ah ne edeyim ömrüm seni!
 
Yuvanmak : Tembellik etmek.
 
 
 
Miskin Yunus gidisersin aceb sefer edisersin
Hasret ile kalısarsın ah n’ideyim ömrüm seni
 
Miskin Yunus gideceksin!
Alışılmamış ve yaşanmamış ve mutlaka yapacağın bir sefer edeceksin!
Hasret ile kalacaksın!
Ah ne edeyim ömrüm seni!
 
 
VII.
 
Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle (gelir) şol göz açıp yitmiş gibi
 
San ki bir yel esip geçmiş gibi benim ömrüm geldi geçti!
Bana şöyle gelmekte ki göz açıp kapatıncaya kadarlık bir sürede kaybetmişim ömrümü!
 
 
 
İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konugtur
Bir gün çıka gide kafesten kuş (kaçıp) uçmuş gibi
 
Bu sözlerime Hakk Teâlâ tanıktır.
Bu can bu gövdeye zaten konuktur.
Onun içindir ki bu evden bir gün kafesinden uçup giden bir kuş gibi çıkıp gidecektir.
 
 
 
Miskin âdemoğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi
 
Miskin insanoğlunu ekine benzetmişler ki ne kadar doğru!
Sanki toprağa insan tohumu ekmişlerde kimi yeni yeşerip bitmekte kimisi de sararıp yitmekteler!..
 
 
 
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi
 
Bu dünyada bir şey var ki ona içim yanar özüm gevrer!
Sanki gök ekini biçmiş gibi gencecik ölen yiğitlere hep yanarı ben!
 
Göynümek : Gevremek. Gizlice yanmak.
 
 
 
Bir hastaya vardın ise bir içim su verdin ise
Yarın anda sana gele Hak şarabın içmiş gibi
 
Eğer sen bu âlemde imtihanda olduğunu anlayıp da bir hastayı Allah rızası için ziyaret ettiysen;
Bir yudum da olsa bir içim su verdin ise,
Yarın vâad edilen o çetin kıyamet gününde gelip seni bulacaktır.
O kadar işine yarayacak ki Hak şarabın içmiş gibi olacaksın!
 
 
 
Bir miskini gördün ise bir eskice verdin ise
Yarın anda karşı gele hulle donun biçmiş gibi
 
Eğer sen merhametinin denendiği bir miskini gördün de eskice de olsa bir giyecek verdin ise,
Yarın vâad edilen o çetin kıyamet gününde gelip seni karşılayacaktır.
İnsanların çırılçıplak olacağı o günde o kadar işine yarayacak ki sanki cennet elbiseni peşin giymiş gibi olacaksın!
 
Miskin : Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.
Hulle : Ağır, pahalı. * Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise. * Cennet elbisesi.
 
 
 
Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola Âb-ı Hayat içmiş gibi
 
Yunus Emre bu dünyada kimseler kalamaz ancak iki kişi kalır derler.
Meğer ki onlar da Hızır (as) ile İlyas (as) ola, Âb-ı Hayat içtiklerinden dolayı…
 
 
Âb-ı Hayat : Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : “çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet” mânalarında geçer. * Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah’tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söylenir.
Hızır : İkinci tabaka-i hayat mertebesine mazhar olan ve Kur’an-ı Kerim tefsirlerinde ismi zikredilen bir zât-ı kerim.
İlyas : Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen ve Tevrat’ta “Ella” diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, çok mu’cizeler göstermiştir.
 
Meratib-i Hayat : Hayat mertebeleri.
Birinci sual: “Hz. Hızır (A.S.) hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?”
El cevap :
“Hayattadır, fakat merâtib-i hayat beş’tir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten bazı ulemâ, hayatında şüphe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyeddir.
İkinci Tabaka-i Hayat : Hz. Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pekçok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levâzımatiyle daimi mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, “Makam-ı Hızır” tâbir edilir. O makama gelen bir veli, Hızırdan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bâzan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telâkki olunur.
Üçüncü Tabaka-i Hayat : Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbederler. Adeta beden-i misali letâfetinde ve cesed-i necmi nuraniyetinde olan cism-i dünyevileriyle semavatta bulunurlar. Ahirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Ahirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı Uluhiyete karşı İsevilik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki isevilik şahs-ı mânevisi, Vahy-i Semâvi kılınciyle o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevisini öldürür; öyle de: Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevilik şahs-ı mânevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevisini temsil eden deccalı öldürür… yâni inkâr-ı Uluhiyet fikrini öldürecek.
Dördüncü Tabaka-i Hayat : Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Alem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasıl ki iki adam bir rü’yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü’yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rü’yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Alem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat’idir. Hattâ Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hatta ben kendim Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü’ya-yı sâdıkada, taht-el-Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat, Rus’un istilâsından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’i rü’ya, bâzı şerait ve emârâtla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.
Beşinci Tabaka-i Hayat : Ehl-i kuburun hayat-ı ruhânileridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlâk-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vâkıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri.. ve sâir ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vâkıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair “Yirmidokuzuncu Söz” bu tabaka-i hayatı delâil-i kat’iyye ile isbat etmiştir. M.)
 
 
 
VIII.
 
Hiç bilmezem kezek kimin aramızda gezer ölüm
Halkı bostan edinmiştir dilediğin üzer ölüm
 
Hiç bilemiyorum sıra hangimize geldi de aramızda ölüm gezip durmakta..
Halkı kavun-karpuz gibi sayıp dilediğini ikiye bölmekte ölüm!
 
Kezek : Keşik. Nöbet, sıra.
 
 
 
Bir nicenin belin büker bir nicenin mülkün yıkar
Bir nicenin yaşın döker var gücünü ezer ölüm
 
Kimilerin belini bükmekte
Kimilerin mülkünü yıkıp yerle bir etmekte.
Kimilerin gözyaşını döktürüp var gücüyle ezmekte ölüm!
 
 
 
Birinin alır kardeşin revan döker gözü yaşın
Hiç onarmaz bağrı başın habersizin gelir ölüm
 
Birilerin kardeşini elinden alıp göz yaşını her an akar hâle getirmekte.
Bağrındaki yarenin başını onarmaz da aniden-habersizce gelir ölüm!
 
Revan : f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.
 
 
 
Yiğidi koca olunca komaz kendini bilince
Birini koyup gelince gözlerini süzer ölüm
 
Yiğitler yaşlanıp kocayınca,
Geri bırakmaz artık kendini bilince peşine düşer.
Birini götürüp toprağa bırakıp gelince sanki hiç suçu yokmuş gibi gözlerini süzer ölüm!
 
 
 
Hani onun sevdik yâri kı tâatın arı yürü
Miskin Yunus neye durur ejderhalar yutar ölüm
 
Hani onun çok sevdiği yâri nerde kaldı?
Onun için sen Hakk Teâlâ’ya itâatını tam yap da hak yolda temiz olarak yürü!
Miskin Yunus neden durduğunu anlamadım!
Halbuki seni değil ejderhaları bile yutar bu ölüm!..
 
Ejderha : Büyük canavar. Büyük yılan.
 
 
IX.
 
Ey yârenler ey kardeşler korkarım ben ölem deyi
Öldüğüme kayırmazam ettiğimi bulam deyi
 
Ey yârenler ey kardeşler!
Korkum çok ben öleceğim diye!
Öldüğüme gam yemem de bu dünyada ettiklerimi bulacağım diye korkuyorum ben!
 
Kayırmak : Kayımak. Korkup-gam yemek.
 
 
 
Bir gün görünür gözüme aybım vuralar yüzüme
Endişeden del’ olmuşum nidem ben ne kılam deyi
 
Ölüm ben i yada o beni bulur görüşürüz bir gün ve ölürüm!
Ayıplarımın hepsini de yüzüme vururlar elbet!
Ne edip ne yapayım diye endişeden deliye döndüm!..
 
 
 
Eğer gerçek kul imişsem ona kulluk kıla idim
Ağlayaydım bu dünyada yarın onda gülem deyi
 
Ben gerçekten Hakk Teâlâ’nın kulu olsaydım,
O’na kulluğun gereklerini yapmalıydım,
Bu dünyada hâlime ağlayıp çâresini bulaydım ki yarın âhirette güleyim diye bunları yapmalıydım…
 
 
 
Hemin geldim bu dünyâya nefsime kulluk eyleyi
İyi amel işlemedim azaptan kurtulam deyi
 
Sanki ben bu dünyaya nefsime kulluk etmeye gelmişim!
Hiç de iyi ameller işlemedim ki azaptan kurtulayım diye!
 
 
 
Ey biçare miskin Yunus günahım çok n’eyleyeyim
Sığındım ol Allâh’ıma dedi hem afvedem deyi
 
Ey çâresiz miskin Yunus!
Günahım çok ne yapayım?
Sığındım ol Allâh’ıma!
Buyurdu hemi afv ederim diye.
 
    “Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym : (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)
 
 
X.
 
Ey yarenler ey kardeşler ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişmân olup kend’ özüme gelem bir gün
 
Ey yârenler ey kardeşler!
Ecel beni de bulur ölürüm bir gün!
Bu âlemde yaptıklarımın boşluğuna ve hiçliğine pişman olup kendi özümün zavallı hâline gülerim bir gün.
 
 
 
Yanlarıma kona elim söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim n’ittim ise görem bir gün
 
İki yanıma uzana elim
Söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim
Ne ettiysem görürüm bir gün!…
 
 
 
Oğlan gider danışmana salâdır dosta düşmana
Şol dört tekbir namaz ile (ömrüm) tamam kılam bir gün
 
Ben ölünce oğlum bilen birine gidip dosta düşmana salâ edip öldüğümü ilan etmesini ister.
Meşhur dört tekbirle kılınan secdesiz cenâze namazım ile ömrümü tamamlarım bir gün!…
 
Salâ : Namaza davet için çağırmak. Minarede cenâzeye çağrı için okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı “Essalât” veya “Salât” dır.)
 
 
 
Beş karış bezdürür donum yılan çıyan yiye tenim
Yıl gece ubrula sinim unutulup kalam bir gün
 
Beş karış bez olacak âhiret yolculuğumda elbisem!
Çok kıymetli tenimi yılan çıyan yiyecekler!
Yıllar gelip geçecek, bakımsızlıktan devrilip içine göçecek unutulup garip kalacak mezarım!
 
Ubrulmak : Devrilmek.
 
 
 
Başıma dikeler hece ne erte bilem ne gece
Âlemler ümidi hoca sana ferman olam bir gün
 
Baş taşıma yazarlar ki: “Âşık Yunus Emre Babamız” diye heceleri…
Benim için artık sabah akşam diye bir şey kalmaz olur!
Elbette edebli ilim sahibi Hakk Erenler Hocası âhiret yolculuğunda halkın ümit kapılarıdır.
Bu İlâhî öğretimde ve Resûlî eğitimde Hükm-ü Hakkı tebliğ edeyim sana bir gün ayıksın!
 
Erte : İrte. Şafak sökme zamanı, Sabah.
Ferman : f. Emir. Tebliğ.
 
 
 
Yunus Emre sen bu sözü dahı tamam etmemişsin
Tek yürüyeyim neyleyim üstadıma gelem bir gün
 
Yunus Emre sen bu sözü daha tamam etmemişsin!
Henüz yaşamaktasın ve noksanların var!
Kalan ömrümde ne yapıp da  yürüyüp üstadım olan Hakk Ereni bulayım-huzuruna durayım!