Münir Derman Sohbetleri 8

Resim 

MÜNİR DERMAN (ks)

                                                          SOHBETLER : VIII

Doğruluktan ayrılmaz, yalan söylemez, midene haram sokmazsan gençliğinde de başlarsan Allah seni ihtiyarlığında bırakmaz.
Bu hal sıhatte kalmanın dinç ve faziletli olmanın sırrı budur.
Öyle hakiki Müslümanlar vardır ki 80 sene yaşamış adam.
Seksen sene başı ağrımamıştır.
Allah’a takmış kancasını be birader!..
Biz Allah’ı göklerde arıyoruz.
Şah damarımızdan daha yakın.
Çünkü kendimizi göremiyoruz.
Kendimizi göremiyoruz!..

Bu dem birtakım mırıltılar ediyor bu adam diyeceksiniz.
Bu sözleri herkes söyler.
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin esrarı, bu söylediklerimde gizlidir.
Arar bulursan onlarda çok iş vardır.
Sözlerimiz teleskopla, laboratuvar âletiyle değil başka bir şeyle anlaşılır.
Çünkü öyle sesler vardır ki kulağımız alamaz..
Bu güzel sözleri duyacak, aks-i sedâ yaptıracak adam aramaktayız. Hani dağa gidersin : “Mehmet!” diye bağırırsın “Mehmet!” sesin gelir.
Haa öyle adam aramaktayız.
Sende koku var.
Koku koku!
Vücudunda koku var!
Bu kokuyu alman için aksettirecek nurlu bir ayna ara!.
Kendini görmen için nasıl bir ayna arıyorsan onun gibi bu da.
Ayna olmadan kendini göremezsin.
Sende gizli güzel esmaları sana gösterecek birini bul.
Allah’ın El Bedi’ esması var.
Er Rahmân esması var.
Es Sabur esması var.
Eş Şekur’u var.
Eş Şifâ her esma sende var.
Onların menevişlerini çıkar yukarı.
Buğdayı ekersin bilirsin ondan sonra çıkmaya başlar.
Diyeceksiniz ki : “bul ara!” diyorsunuz.
Bul ara diyorsunuz.
Evet “Bul ara!”
Uzakta değil yakında.
Kıldığın şeriat namazını kalb namazıyla birleştirdiğinde dakika da bunlar çıkar.
Daha şeriat namazını kılamıyorsun.
Kılamıyoruz işte aha diminden beri mırıldanıp duruyoruz.

Neyse aziz cemaat böyle birbirimizi biraz hırpaladık bitti bu!..
Şimdi vaaza başlayalım.
Bunlar maalesef bize lâzım.
Yarın hepimiz aynı zaman haşr olacaksın.
Olduk. Geldiler hesap.
Senden oturduk hesap görüyoruz.
Yan yana düşeriz.
Haaa yan yana düşeriz!
Âhirette Allah düşürür.
“Amca ne yapacağız!” diyeceksin.
Baktık, “Huuu!” kıyamet gidiyor ortada.
Hatırlayacağız gibi.
“Yahu şu şöyleydi. Sen niye söylemedin bana!” diyeceksin.
“Yav bunu söylesöydin de böyle!”
Ulan ben söyledim ama sen yapmadın.
Şimdi anlaşılmaz ağam şimdi anlaşılmaz!..
Yarın toz duman kalktığı zaman bu namazlar, bu bilgilerin hepisi mezar kapısında kalır.
Tiğ-i teber gideceğiz o tarafa.
O tiğ-i teber üzerinde ne kalırsa.
Mezarda silkineceğiz böyle.
Hani köpekler suya atlarda daha sahibine gelmeden şöyle bir silkinir.
Üzerinden o yaşları maşları alır.
Bir iki adım gider bir daha silkinir.
Bir daha silkinir.
Mezarda hep silkineceğiz.
Bu namazlar niyazlar falan hepsi ortada kalacak.
Hiçbir şey kalmayacak.
Senin içinde ne kaldı bakalım.
Bu seni temizledi mi.
Esmâları temizledi mi.
Onu ararlar onu.
Onu ararlar.
Onun için birbirimizi ikaz etmek mecburiyetindeyiz.
Dua ediyoruz.
İmam efendi okudu, şeyi.
Çok dikkat edin!
Bakıp da görmüyorsunuz siz.
Ne diyecek bu herif görürsünüz.
En aşağıya içimizde en genci 10 senedir namaz kılıyor.
Yaşlısı da 50 senedir namaz kılan var içimizde.
Müezzin efendi namaz başlamadan evvel “Kulhü Vallahu” okur.
Ondan sonra en sonunda “lillahil fâtiha” der.
Hepimiz bir salâvât getiririz Elham okuruz.
Kime okuyorsun bu Elhamı, cenaze mi var?
İmam efendi okudu mihrabiye duasını :
“Subhaneke Rabbike Rabbil izzeti ammayesifun vesalamün alel mürselin velhamdulillahi rabbilâlemin el fâtiha!” dedi.
Fâtiha okuyorsun.
Kime okuyorsun bunu.
Farkında mısın 50 sene haa!
Kime okuyorsunuz soruyorum size.
Sor istediğin hocaya sor.
En âlim dediğine sor.
Bu, kitapta yoktur!
Bu, kitapta yoktur!..

Dışını temizlediğin zaman içinde yazılıdır bu lisan.
“Ya Rabbi!
Ben bu Kur’ân’ı duydum,
Namazı kıldım,
Şunu yaptım, bunu yaptım.
Anlamıyorum ama.
Şu dilden anlamıyorum ama.
Bunda ne varsa ben bunları kabul ettim Ya Rabbi!
Kabul ettim Ya Rabbi!
Onun için bunun hürmetine Senin bana hediye ettiğin bir dua var ya.
Haa nedir?
Elhamdulillahi Rabbülâlemin.
Âlemlerin Rabbına hamd olsun.
Âhiret gününün sahibidir.
Ona kulluk ederim ben!
Ya Rabbi!
Beni doğru yoldan bilmem neden ayırma!”
Kendin için o fâtiha kendin için!..
O Fâtiha kendin için!
Havaya gitmez onlar.
Ama bir cenaze için “lillahi el fâtiha” o öbür tarafa gider.
Onu kendimiz için okuyoruz.
Ama kendimiz için okuyorsak o Fâtiha’nın gideceği yeri.

Evde güzel İslami levhalar var.
“Bismillâhirrahmanirrahim.
Lâ ilâhe İllallah.
El Rızkı alallah.
El Kâsib Habibulullah.”
“İnna fetahna leke ve fetem mübina”
Evlerimizde vardır bir çok âyetler değil mi bazılarının var.
“İnnehu min süleymane innehu bismillâhirrahmânirahîm”
Güzel levhalar vardır.
Bunları en güzel odaya asarsın.
Mutfakta mı asacaksınız.
Haşa sümmi haşa.
Helânın kapısına niye asmaz. Asamazsın.
O halde o Fâtihayı kendine okumak için kendi içini temizliyeceksin!
Namazı kılamıyoruz.
Ondan sonra kendimize Fâtiha okuyoruz.
İşte o okuduğun hakiki Fâtiha yerine şey ederse âhirete kolunu sallaya sallaya gidersiniz aziz cemaat.
Sallaya sallaya gidersiniz. Sual bile sormazlar.
Müslümanlık bu.
Onun için Kur’ân-ı Kerimde Resûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem efendimizin kendine hitap ederken Allahu Lemyezel:
“TâHâ”, Rasûlullah Efendimize!
“TâHâ :Yâ Rasûl!” demek.
El müddesir. Üstünü örtmüş.
El müzemil.
YâSîn…
Hep Cenâb-ı Peygamberin Ahmed, Mahmud, muhtelif yerlerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesselem’in isminden ona öyle hitap ediyor.
Yalnız bir yerde Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimizin ismi mübârekini söyler Cenâb-ı Allah.
“Muhammed Rasûlullah” diye.
“İnna fetahna leke ve fetem mübina” âyetinin, Fetih sûresinin en son uzun âyetinin başında.
Yalınız bir yerde Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ismi mübârekiyle Cenâb-ı Allah şey ediyor.
Hitap ediyor Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellemi memnun etmemiz gerekir.
İki de bir abdestli olmadan mübârek ismini ağzına alma oğlum!
Ağzına alma!
Ağzına almak lazımsa “Rasûlullahu Sallallahu aleyhi vesellem” al!
Ancak abdestliyken “Mim” ile başlayan ismini ağzına al!
Bu çok ince bir hisstir.
Söylenemez. İçinde yazılıdır.
Sokakta, At Pazarı’nda bilmem nerde, Hacı Efendi tutuyorlar el ele “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âl-i Muhammed!” diyor. Eşşeğin yanında.
Eşek de afedersiniz abdestini ediyor.
Söylemeyin Allah rıza için bunu.
Abdestliyken içinden söyle içinden söyle.
Gösterişe lüzum yok.
Her şeyin gizlisinin kıymeti vardır.
Onun için içinden abdesti gez ağam da Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Veselleme salâvât-ı şerife getir.
Efendim hangisi salâvât-ı Şerifelerin en güzeli.
Salâvât-ı şerifenin güzeli, kötüsü yoktur.
Efendim Salât-ı Nâriyye, Salât-ı Fethiyye 80 türlü bu çok kuvvetliymiş.
Efendim bunun on bin tane salâvât-ı şerifeye kıymeti varımış.
Bir çok yazar öyle kitablar çok.
Felan efendim şöyle siz Salât-ı Fethiyye yi okursan otuz bin salâvât-ı şerife yerine geçer.
“Peki otuz bin salâvât-ı şerife geçiyorsa efendi hazretleri ya ötekini niye söyleyeyim, onu söyleyim çıkıyım!”
Aklınıza hangisi geliyorsa efendim.
“Allahümme salla alâ Muhammedin ve alâ ehli beytihi Muhammed!” bitti bu kadar.
İçinden temiz yerde.
Onun için Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem diyor ki.
“Dua eden kimse.”
Rasûlullah’ın hadisleridir bu söylüyeceğim.
İbni Tabarânî ve İbni Mesud dan en kuvvetli hadislerden.
“Dua eden kimse Allah’a ellerine kaldıran insan Peygamberine salât etmedikçe dua perdeli kalır!” diyor.
Dergâh-ı İlahiye’ye icâbet vaki’ olmaz.
O halde Fâtiha okuyacaksın dua edeceksin.
“Vema erselnakeinla rahmetenlil âlemin” dedi müezzin efendi kaldırdık ellerimizi.
“Allahümme salli ala Muhammedi ve alâ âlihi seydinâ Muhammed” oraya bir defa kapıyı açacaksın bunu diyeceksin.
Her dua semâya çıkmaktan men’ edilmiştir diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Ancak bana salât-ü selâm olursa duanız yükselmeye başlar!”
Onun için bunda soytarılık yoktur.
Hemen duaya başlayacağı zaman Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bir salâvât-ı şerife getireceksin.
Yani ilk defa gelir gelmen manüpleyı açacaksın.
Çekeceksin telsizi oraya.
“Yâ Rasûlullah ben Allah’a dua edeceğim aman sen bilin!”
O demektir.
Manüple kapalı.
Bursa hattı kesik sen Bursa’yı arıyorsun.
Ara işin yoksa!
Namazda da mi’rac-ı müminindir namaz.
Namazdan çıkmak için imam efendidir manüple.
Ondan evvel secdeye gidersen.
Yatar kalkarsın hayvan gibi.
Olmaz o!
Manüple onda onunla gideceğiz efendiler.
Rasûli Sallallahu aleyhi vesellem’in yine bir hadisi Taberânî, İbni Mesud’dandır.
“Yanında diyor bir adamın yanında Ben anıldığım zaman Benim ismim geçtiği zaman Bana salât-ü selâm getirmeyen kişinin burnu yere sürünsün!” diyor Cenâb-ı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem.
Bu demektir :
“Benim nurumdan var sizde. Benim ismim anıldığı yerde sizin içinizde Benden olan nur var ya ona selâm verin!” demektir.
Temiz tut kendini : “Burnu yere sürünsün!” diyor.
“Kim Bana salâvâtı unutursa, salât-ü selâm getirmeyi unutursa ona cennetin yolu da unutturulur!” diyor Cenâb-ı Peygamber hadis bunlar.
İnsan lakırtısı değil.
Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem’in hadisi şerifleri.
İster inan ister inanma!

O halde her İslama salâvât-ı şerife farzdır haa farz!
“İnnallahu ve melaiketihu yüsallune alennebiyyi ya eyyuhellezine amenu salli aleyhi ve sellimu teslima!”
İşte âyet-i kerime.
Yalnız, ömründe bir defa getiren bu farzdan kurtulur.
Ömründe bir defa “Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!” dedi mi bu âyet-i kerimeye göre salâvât-ı şerife farzından kurtulursun.
Kurtuldu!
Yalınız müslümsen eğer salâvât-ı şerife getirmek sana vâcibtir. Müslüm ne demek?
İslam ne demek?
İslam, ben İslam oldum demek.
Müslüm, kafasını secdeye koyan demek.
Teslim olmuş o da İslam demek.
“İslamım Elhamdulillah” tamam oldu.
Nüfus kağıdında Hanifi, Hanbeli, Şâfi’ ne yazarsa.
“Efendim ben İslamım Elhamdulillah!”
İyi oldu iyi hayırlı olsun!
O bir defa ömründe salâvât-ı şerife getirmek farzdır insana. Müslüme salâvât-ı şerife vâcibtir oğlum!
Onun için namaz kılanlara Cenâb-ı Peygamber bunlara haber vermeden yaptırıyor bu vâcibi.
Ettehiyati biter :
“Allahümme salli alâ seydina muhammedin ve alâ âl-i seydina Muhammed kemâ salleyte alâ İbrahim ve alâ âl-i ibrahime inneke hamidün mecid!
Allahümme bârik alâ seydina muhammedin ve alâ âl-i Muhammed kemâ bârekte alâ ibrahime inneke hamidün mecid!”
İşte bunlar salâvât-ı şerife bu vâcibler de böyle yapılır.
“Ama ben daha başka yapacağım!”
Abdest al sokakta giderken, söyle dur, söyle dur!
Söyle içinden ama başkası duymasın.
Gösteriş olur!.
Gösteriş olmasın!
Salâvât-ı şerife diyip de geçmeyin haaa!
Öyle telsiz vasıtasıdır bu kiiii!

Bir gün Ahmedi Rufaî Hazretleri ile Abdulkadir Geylanî Hazretleri oturuyormuşlar.
Bir duvarın diminde çölde.
Genç bir çocuk geldi yanlarına 18 yaşlarında felan.
Demiş “amuca” demiş “siz şeyh misiniz?” demiş.
Abdulkadir Geylanî celâlli.
Allah şefaatini nâil eylesin!
Hazreti Rufaî de mülâyim böyle.
“Şeyhiz ya!” demiş.
“Siz demiş hani böyle, bazı şeyler yaparsınız!”
İşte kerameti anlatacak :
“Hani şöyle hiç kimsenin yapamadığını yapabilir misiniz?”
“Ohoooo ben neler yaparım!” demiş Abdulkadir Geylanî,
“Neler yaparım ben!” demiş.
“Peki demiş madem yaparsın demiş ben birşey yapıyım ondan sonra da sen yap!” demiş.
“Peki ne yapacaksın?”
“Ben demiş bi gizleniyim beni bul!” demiş.
Çocuktur.
“Peki gizlen oğlum!” demiş.
Şöyle duvarın arkasına geçmiş çocuk oradan: “Amuca oldu!” demiş.
“Ara beni!”
Abdulkadir Geylanî kalkmış duvarın arkasında yok.
Bir yıkık duvar.
Ordan bak, buradan bak.
Hazreti Rufaî bakmış.
Eee ortada kuyu da yok!
Kaçsa görünecek!
Vay anasına yokkk!
Abdulkadir Geylanî Gavsiyyet kuvvetiyle bütün dünyayı dönmüş.
Bir aramış dünyayı.
Yok efendim yok!
Bir daha bir saat aramış yok.
Hazreti Rufaî Hazretleri de yıldızlara da mutasarrıftır.
“Kardeşim demiş sen bir yıldızlara bak!” demiş.
Bunlar deli sözleri gibi oldu.
Başkası dinlese : “Bunlar deli lakırtıları mı anlatıyor!” der.
Asıl delilik bunları anlamamaktadır.
Hazreti Rufaî, bütün yıldızları dolaşmış.
Yok çocuk yokkk!
İkisi birden üç saat, yok çocuk!
Nihâyet gelmiş oturmuşlar bulamamışlar.
Ulaaan iş başkaaa!..
Abdulkadir Geylanî demiş ki : “Oğlum seni bulamadık çık bakalım nerdesin?”
Çocuk duvarın arkasından çıkmış gelmiş.
Demiş : “Nerdeydin oğlum?”
“Ben Ravzadaydım!” demiş.
Ravza-yı mutaharada!
Tâa Bağdattan bir salâvât-ı şerife çekiyor,
Çeker çekmez salâvât-ı şerifeyi Ravzaya düşmüş!
Ravza çocuğu emiyor.
Çünkü Ravza’ya İzn-i İlahî olmadan ne bir melek-i mukarreb hiç bir şey yanaşamaz.

“Sakın terk-i edebden, kuy-u Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Sakın terk-i edebden Kuyu Mahbubu Hüdâ’dır bu!
Nazargâh-ı ilahî’dir Makam-ı Mustafa’dır bu!”

Nazar-ı Akdesi İlahiyye her gün Rasûlullah’ın Ravzasına inmektedir.
Kimse giremez oraya.
Hangi Abdulkadir, Hangi Rufaî hazretleri oraya edeben giremezler.
O halde bir salâvât-ı şerife çeker çekmez “huuub!” çektiği gibi alıyor.
O çocuk anasından mı öğrendi.
Hepimiz islamız “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!”
Çektir dur mırıldanaca.
Çek dur mırıldanaca.
Gece : “horul horuuul!” hayvan gibi uyuyacağına kalk bir de abdest al!
Aç pencereni bak temiz hava.
Yıldızlar pırıl pırıl.
Yakında ay çıkacak. Daldır!..
Kıl iki rekat namaz!
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed!
De
gidiyor oraya!..
Medine’de Ruh-i Mübârek Rasûlullah :
“Benim ümmetimden birisi gece yarısı kalkmış yahu!
Herkes uyurken nedir bu!”
Mübârek ruhaniyyeti gülmeye başlar.
Sen devam et!
Devam et! Devam et! Devam et!
Bir gün seni de çekerler oraya…

Hüsni Ağanın şeyini biliyorsun değil mi anlatmıştım?
Böyle Hüsni Ağalar çok vardır.
İçimizde de vardır.
Müslüman cevâhir gibidir hiç belli olmaz.
Hırpanî görünür.
Bakarsın içinde deryalar gizlidir.
Hiç belli olmaz…

Salâvât-ı şerife getirdiğin gibi,
Kur’ân da o demin söylediğim :
“inna fetehna leke fethen mübina!” Sûresinin sonundadır.
“Muhammedü’r- Rasûlullah” diye başlayan bir âyet.
Son âyet.
Tercüme edelim şimdi :
“Muhammedü’r- Rasûlullah!”
“Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah’ın Peygamberidir!”
Kur’ân-ı Kerim âyetidir bu.
“Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı metiiin, birbirlerine karşı merhametlidir” diyor Allah-ü Zülcelâl.
“Bu insanların secdeye kapandıklarını görürsünüz” diyor âyet-i kerimede.
“Çehreleri yüzlerindeki secde izinden bellidir.”
“simahüm fi vücuhihim min eseris sücud” âyet-i kerimedir.
O, Rasûlullah’ın ümmetini methediyor.
Allah da orada Rasûlullah’ın ümmetini.
Bu âyet, beş tane satırdır.
Ömründe bir defa oku ağamm oku!
Oku bu âyeti!
Hem gece yarısı bağırarak oku!
Mahalle : “Deli!..” desin sana.
Bunu okuduktan sonra bir Hafız Efendi bul, ama Efendi Hafız bul!.
Hafızlar da seksen türlüdür.
Hakiki Hafız olan yalan söylemeyen, haram yemeyen!
“Hafız haram yer mi?”
“Aha ha haa hangisi yiyor be birader ne diyorsun sen?”
Yemeyenin dimağı çürümez azizim mezarda.
Onun içine Allah’ın kelâmını sokmuş dünyada.
Kafatasının içindei onun beynine kurtlar çıyanlar hürmeten konmazlar.
Hafızasında Kur’ân âyetlerini hakiki hıfzetmiş de onu hiç zedelememiş insana sual de yoktur.
Ama nerdedir?
Siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Yukarıda Hacı Kadir Efendi vardı bilirsiniz.
Buralı olanlar bilir.
Hacı Kadir Efendi.
Hamamı da vardır burda.
Evvelki sene onun hanımı hastalanmış beni çağırdılar gittim.
Oraya hizmet eden bir kadıncağız da var.
Hanımcağız kadın.
“Doktor bey bir şey soracağım size!” dedi.
“Buyur dedim hanım sor!” dedim.
“Benim dedi kocam öldü!” dedi.
“Bu Hacı Kadir Beylerin yanında çalışıyorum, ayda 50 lira veriyorlar bana” dedi.
“Burayı silip süpürüyorum.
Burada dedi felan Caminin hafızına, imamına söyledim ki benim kocam ben câhilim bir şeyi okuyuver!” demiş.
“Hatim getir, demiş Ramazan boyunca!”
“Peki teyze getiririm” demiş.
“Getirdi doktor bey!” diyor
Ben bayramdan sonra gittim oraya.
“Getirdi” diyor.
“Ben diyor her ay 25 lira yığdım” diyor.
“Buna, tam 175 lira para götürdüm!” diyor
“Hafız efendi şunu da al. Zahmet ettin. Helal olsun!” diyor
“Yooo, ben bunu almam!” demiş.
“Tam 300 kağıt vereceksin!” demiş
“Okuduğum Kur’ân-ı geri aldım!” demiş.
Aha burdan yalan söylemiyorum efendim ben!
Ne olacaktı?
Hacı Kadir Efendinin hanımı dedi ki :
“Zeynep Nene “ dedi “ Bana niye söylemedin?” dedi.
“175 mi götürdün? Al götür üzerini 125 lira daha götür ver!”
Zeynep Nine götürdü verdi.
Biz bekliyoruz orda.
Bekledim. Açmadım.
“Verdin mi verdim? Hangi Hafız?”
Bir gece yakaladım ben onu sokakta.
“Oğlum dedim sen utanmıyor musun?”
“Niye utanıyım ne oldu da?” dedi.
İnkar etti!
Bu da hafız!!..
Bunlar cennete gidecek!
Yok efendim hangi cennete!..
Hangi cennete? Hangi cennet?
Hangi cennetten bahsediyorsun?..
Onun için aziz cemaat, Kur’ân-ı Kerimde hakiki bir Hafız Efendi bulun!

Bizim Hafız bilir.
İmam efendi bilir.
Kur’ân-ı Kerimde 14 yerde “Elhamdulillahi Rabbilâlemin” diye başlayan sûre vardır.
14 yerde.
Bu 14 yerdeki “Elhamdulillahi Rabbilâlemininin” yedisi dünya hamdıdır.
Dünyada bulunduğumuz zaman hamd edeceğiz!
7 tanesi de âhiret hamdıdır.
Yani şudur 7 tanesi cesedin için 7 tanesi ruhun içindir……..
“Elhamdulillahi Rabbilâlemin Er Rahmanur Rahim.”
“Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi” Bütün semâvat ve yerin Allah’ına hamd olsun.
“El hamdü lillahillezi enzele ala abdihi…” başlayan vardır âyet-i kerime…

KELİMELER :

Teleskop : Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.
Laboratuar : Tahlil, inceleme yapılan yer.
Aks-i sedâ : Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
Tiğ-i teber : bomboş, çırılçıplak.
Lillahi el fâtiha : Allah için Fâtiha.
El Kâsib : Kazanç sahibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Marifet için çalışan.
El Kâsib Habibulullah : Marifet için çalışan habibullahtır.
El Rızkı alallah : Rzıkı vermek Allah’a aittir.
Men’ : Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Manüple : Telsiz vs yi açıp kapayan âlet kısmı.
Vâcib : (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah’ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer’an kat’i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm’da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Farz : Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur’an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk’ın kat’i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi..
Mülâyim : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu
Celâlli : Çok çabuk kızan kimse.
Keramet : Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Gavsiyyet : Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak.
Mutasarrıf : Tasarruf hakkı ve salâhiyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sahibi. * Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
Ravza-yı Mutahhara : Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Mukarreb : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Ruhaniyet : Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.
Nazar : Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Nazargâh : f. Bakılan yer. Nazar edilen yer.
Akdes : En kudsi. En mübarek.

ESMAÜ’L-HÜSNÂ:

El Bedîü : Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren…Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Ulühiyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.
El Mübdiü : Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan. Zâtınınibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.
Er Rahmânü : Genellikle merhamet eden ve mahlûkatının tümüne önceden ve şartsız ni’met veren bağışlayıcı, yargılayıcı, yâr muamelesi yapan cümleye Evvelî Rahmân. Âfâkî, vücûdî.. Merhameti zâtına mahsus ve sınırsız olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL. Özdeki “nun” un (Nûrullah) “mim” hakk olup Rübûbiyyet rüyetine çıkış çekirdeği…Koşulsuz ve genellikle tüm mevcûdatına RAHMAN olup hayat için lâzım ve lâyıkı bağışlayan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.
Es Sabûru : Çok sabır gösteren, sabbar. Mutlak sabrın sahibiolan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL. Eş Şekûru : Hakka inanıp salih amel işleyen kularına hesabsız sevâb veren ve şükürlerini kabul buyuran ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL
Eş Şâfi : Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.

SALÂVÂTLAR:

TÜRKÇESİ:

Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve’n nebîyyi’l-ümmiyyi ve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI:

“ALLAH’ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyi’l-Ümmî’n olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve mü’minlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine ve salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!” (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl…)

TÜRKÇESİ:

Allahümme bârik alâ seyyidine ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve’n nebîyyi’l-ümmiyî ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmihâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîm’e ve alâ seyyidinâ İbrâhîm’e fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI:

“ALLAH’ım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyî’l-Ümmî’n olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesini ve mü’minlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin” (bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl…)

ÂYETLER :

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesfun. Ve selamün alel murselin. Vel hamdü lillahi rabbil alemin : Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah’a da hamd olsun!” (Sâffât 37/180-183)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
“İnna fetahna leke fetham mübina : Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih 48/1)

إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“İnnehu min süleymane ve innehu bismillâhirrahmanirrahiym : «Mektup Süleyman’dandır, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta) dır.” (Neml 27/30)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“Muhammedür Rasûlüllah vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incil ke zer’in ahrace şat’ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukihi yu’cibüz zürraa li yeğiyza bihimül küffar veadellahüllezine amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran aziyma : Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/1)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb 33/56)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
“El hamdü lillahi rabbil alemin. Er rahmanir rahiym : Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir.” (Fâtiha 1/1-3)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
“Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi ve lehüm hamdü fil âhirah ve hüvel hakimül habir : Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah’a mahsustur. Âhirette de hamd O’na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.” (Sebe’ 34/1)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا
“El hamdü lillahillezi enzele ala abdihil kitabe ve lem yec’al lehu iveca : Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.” (Kehf 18/1)

R Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ragime enfü raculin zükürtü indehu felem yusallî aleyye: yanında adım zikrolunup da bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 100;İ.Ahmed II/254)

SAKIN TERK-İ EDEBDEN

Şair Nâbî, Sultan IV. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar.
Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır.
Vakit gecedir, Rasûlullah (s.a.v) Efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir.
Fakat kafiledeki Eyüblü Rami Mehmet Paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz Peygamberin (s.a.v) beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir.
Kafile şafak vakti Medine-i Münevvereye girmektedir.
Ravza-yı Mutahharanın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır.
Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
Nâbî dikkat eder, okunan, kendi kasidesidir.
Hemen minarenin kapısına koşar.
Müezzine, Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?
Müezzin şöyle cevap verir:
”Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) i gördüm. Bana dedi ki :
“Yâ müezzin kalk yatma!
Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor.
Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir.
İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et!” buyurdu.
Bende hemen kalktım abdest aldım:
“Peygamberimizin iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir?” diye düşünerek minareye koştum.
Öğretildiği gibi okudum!”
Nâbî : “Rasûlullah benim için ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.
İşte o kaside:

Naat :

Sakın terki- edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bû

Felekte mâh-ı nev Bâbu’s- Selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bû

Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu

Murâât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu

Nâbî

AÇIKLAMASI:

Burası Allahın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı hakkın nazar buyurduğu Ravza-i Nebidir.
Bu gökteki yeni ay Bâbü’s- Selâm Kapısı’nın yüreği yanık âşığıdır.
Ayın kandili Cevza Yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (cc) Sevgilisi’nin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir.
Ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.
Bu toprağın ziyâsından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı.
Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı.
Çünkü bu toprak gözlere şifâ veren sürmedir.
Bu dergâha edeb ölçülerini gözeterek gir!
Çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir!..

Âşık Nâbî ( 05.12.1641)- (21.12.1711)

Kendisi de ilim öğrenmek için Şeyh Yakup Halife’ye teslim edilidi.
Yakup Halife ona kuzularını gütmekle görevlendirdi.
Birkaç günlük çobanlık edereken; içinden kendi kendine : “Ben kuzu gütmeye mi, çobanlık etmeye mi geldim? Bir an önce İstanbul’a gidip de ilmi irfan öğreneyim” diye soruyordu.

Manevî yönüyle bunu gören hocası Yakup Halife bir gün onu yanına çağırır.
Hocası: “Yavrum Yusuf! Seni İstanbul’a göndermek istiyorum!” der.
“Hocam İstanbul kim ben kimim? Bu kadar okumuş, ilerlemiş talebelerin varken…”
“Yavrum, sen ilmi doğuştan almışsın! Yusuf gözlerinle gözlerime bak!” dedi ve bilmesi gerekenleri de transfer ediverdi.

24 yaşında İstanbul’a geldi.
Kendisini himaye eden Musahib Mustafa Paşa’nın ölümü üzerine İstanbul’dan ayrıldı.
Halep’e gitti. Burada 25 yıl kadar kaldı.
Rahat bir hayat yaşadı.
1710’da tekrar İstanbul’a döndü.
Çeşitli devlet memurluklarında bulundu.
İstanbul’da öldü.
Döneminde üstad bir şâir olarak kabul gördü.
Nâbî, didaktik şiire önem verdi.
Hikemî tarzın edebiyatımızdaki üstadıdır.
Sağlam bir tekniği ve kusursuz bir dili vardır.
Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir.

ESERLERİ: Yayımlanmış Dîvân’ından başka bir Farsça Dîvânçe’si,
Hayriyye, Hayrabad ve Surnâme adlarında üç mesnevisi bulunmaktadır.