Münir Derman Sohbetleri 3

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER : III

 

Gölgesinin gölgesinin gölgesi.
Onun içinde bir iş var.
Adam uyur geceleyin.
Ruhu güneş gibi gökyüzünde dolaşır rüyalarda.
Beden ise yorgan altında.
Mesela bir kâfire putun bir ikincisi olamaz.
Puta tapıyor.
İkinci bir put olamaz.
Halbuki putta da ne bir kudret vardır ne bir ruhaniyet vardır.
Öyle olduğu halde o gizliden gizliye gökleri çekip duran nedir.
Bu hal bu âleme başka bir âlemden kaynaklanıyor.
Niye onu puta taptırıyor?
Niye seni Allah’a taptırıyor?
Bir şeye inanmak, bir şeye bağlanmak ihtiyacımız var bu nereden geliyor bu fikir?
Kimse farkında değil.
Bu pusuyu, bu pusudur haa tuzaktır.
Bu pusuyu akıl göremez.
Canda göremez, çünkü insanın bedeni canın üzerine çekilmiş bir perdedir.

Atasözü vardır.
“Bize ne gelirse bizden gelir.”
Başımıza ne gelirse kendimizden gelir diye atasözü vardır.
Onu da Cenâb-ı Peygamber şu hadiste buyurmuştur.
“Benden sonra peygamberlik kalmadı. Ancak bazı müjdeler olur. Uyuyan mü’minler rüyada görür. Yahut o müjdeler onlara görülür!” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Ve altındaki hadiste “Rüyada beni gören gerçekten görmüş olur. Çünkü şeytan benim şeklime giremez” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Bu hakikat ve basiret nuru ile şeriata uyanlara şeytan temessül edemez demektir, bana şeytan temessül edemez demek, benim kılığıma rüyada şeytan temessül edemez giremez demek, şeriatıma Allah’a inanan ve secdeye kapanan mü’minlerin şeklini temessül edemez şeytan demektir.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber ümmeti için konuşmuştur.
Kendisine teklik olarak katiyen gurur sıfatını kullanmaz Cenâb-ı Peygamber.
Bütün Peygamberler evliyalar melekler, dikkat buyurun bunu aklınızda tutun bütün melekler, peygamberler, evliyalar, Kâbe, güneş, ay, beyaz bulut ve Kur’ân şeytanın temsil edemeyeceği kudsî varlıklardır.
Bunların şekline şeytan rüyada giremez.
Ne beyaz buluta, ne Kâbe’ye, ne güneşe, ne aya, ne Kur’ân’a, ne meleklere, ne de Evliyaullaha, bunları temsil edemez.
Şeytan.
Çünkü şeytan Kahır Esmasının zuhurudur.
Ancak şaşkınlığı temsil eder.
Su ateş şeklini alamayacağı gibi ateşte su şekline giremez.

Niçin bu böyledir?
Zira Cenâb-ı Allah hak ile batılın ayrılmasını murad etmiştir. Şeytan, içinde hidâyet izni bulunan hiçbir ismi temsil edemez.
Hak Teala ruh aynasında rububiyet sıfatı ile tecellî eder diyor Cenâb-ı Peygamber.
Cenâb-ı Allah tecellî edeceği zaman ruh aynasında Rububiyyet insanların anlayabileceği şekilde tecellî eder.
Bu tecellîye tasavufta “Tıfl-ı manîa : Mânâlar çocuğu” ismi verilir.
Onun için Resûl-i Ekrem efendimiz buyurmuştur ki.
“Rabb’ımı güzel bir genç suretinde gördüm”. Hadistir bu.

Rabb’ın aynası ceseddir.
Allah, görenin isti’dadına göre görmeyi halk eder.
Gerçekten Zat-i İlahi değildir bu, çünkü bu şekilde görünmekten münezzehdir.
Resûlullah’ın tahammül edeceği hududda insanı anlatabilmek şekilde tecellî etmiştir.
Peygamber Efendimiz de böyledir.
Herkesin isti’dadına göre görünür Cenâb-ı Peygamber.
Tam varis olan, varisi olan Enbiya-yı kiram, Velîyullahlar onlar müstesnâ aynen Resûlullah’ı görebilir.
Çünkü Veysel Karanî Hazretleri anasından izin aldı.
Medineye geliyor.
Hazreti Fatıma’yı görüyor.
Diyor ki : “Peygamber nerde?” diyor.
“Yok!” diyor.
“İki saat sonra gelecek.”
“Ben gelemem diyor anamdan bir saat izin aldım.”
“Peki diyor sen” diyor
Hazreti Fatıma : “de bakıyım.”
“Sen diyor Resûlullahı gördün mü?” diyor.
“Benim babam diyor gördüm.”
Bakıyor Hazreti Fatıma’nın yüzüne : “görmedin” diyor.
Herkes başka türlü görür oğlum.
Kimisi ateşin yanına yanaşamaz uzaktan seyreder.
Kimisi çok üşür yanına yanaşır.
Kimisi maşayla tutar.
Kimisi fırına içine girer oğlum.
Bunlar başka işlerdir.
Onun için Resûlullah rüyasında insanın kendi temizlik derecesine, kendi bilmem ne derecesine göre görünür.
Mesela ben şimdi gözlüğümü çıkardım mı kimseyi göremiyorum.
İçinizde gözü bozuklar varsa gidersin gözlükçüye.
İlk defa bir numarayı verir.
“Ahaaa az görüyorum.”
İki numarayı verir.
“Bunnan hiç görmüyorum.”
“Bunnan hiç görmüyorum.”
“Haa bunnan biraz görüyorum.”
“Şunnan, haa haa bunnan gördüm!” dersin.

Aha insanın temizlik derecesine, Resûlullah’a itaat ve Allah’a mutilik derecesine göre Resûlullah muhtelif şekillerde insana görünür.
Kim ki rüyasında gördü, muhakkak görmüştür.
Ama görmüşse kendi isti’dadına göre tecellîsini görmüştür.
İnşeallah hepimizin rüyasına Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem girer.
Yalınız, girdiği zaman da katiyyen bunu kimseye söylemeyin.
Aynanın buğusunu bozarsın.
Kaymağı teşekkül etmiş üzerindeki kâsedeki sütten (yoğurt) çalamazsın oğlum!
Bir yerini bozacaksın muhakkak.
Farkına varılır.
Söylemek de gönlünün üzerindeki kesilen kaymağı bozar.

İkinci Sultan Murad Edirne de sarayında.
İstanbul fethedilmemiş.
Sarayında oturuyor.
Hacı Bayramı Velî Hazretleri de misafiri.
Şehzade Mehmed de beşikte oğlum.
Hazreti Fatih, Murad’ın oğlu ya beşikte.
İkinci Murad sohbet esnasında Hacı Bayramı Velî Hazretlerine : “Şeyhim demiş Allah’ın izni ve Erenlerin himmetiyle İstanbul’u almak istiyorum! Büyük babam Yıldırım Beyazıt, Amcam Musa Çelebi ve ben bu işe teşebbüs ettik, ettik ama alamadık!” demiş.
“Gönül atın da, himmet edin de bu şehri alayım!” demiş.
Koskoca Murad, Hacı Bayramı Velî den istimdad ediyor.
Yaaa oğlum!
Bir Velî şöyle yaparsa.
Ordular mordular dünyalar fışkırır.

“Arşı kürsi ister isen gir Velînin kabzına,
Arşı Kürsî’den geniştir bir Velînin âyesi.” demiş herif.

Eski padişahlar etrafında o büyük Velîleri toplarlardı.
İstanbul Velîlerle alındı.
Bütün harbler velîlerle şiy edilmiştir, kazanılmıştır.
Hacı Bayramı Velî bir an şöyle gözünü yumuvermiş.
Neriye gidiverdi.
Cep defterine bakıyor, orda hatıra defterine bakıyor.
Sonra tatlı bir ışıltılı bakışlarıyla Sultan Murad’ı şöyle bakışlarıyla okşamış.
“Şevketlüm demiş Allah’ın bildiğini senden saklayamam.
Bu şehri sen alamayacaksın.
Bunu bende göremeyeceğim.
Lakin bu şehri beşikteki mübarek şahzedenle aha şu benim yanımdaki Molla Akşemseddin alacak.
Herşeyin bir belli vakti vardır, beklemek gerek şevketlim!” demiş.

Onun için aziz cemaat!
Allah inanmış gönüllerin iman zevkinden kazanacakları halleri farz kıldığı ibadetlerde depo etmiştir.
Feyz isteyen ibadetlere koşsun.
Hani deminde söyledim bazıları çıkıyor.
“Bizim için ibadete lüzum kalmamıştır efendim.
Çünkü ibadetler insanı Hakka ulaştırıcı şeylerdir.
Benim gönlüm temizdir, şudur budur.
Biz Hakka uyduk. Hakk ile beraberiz!”
Bu söz yalandır oğlum.
İbadetten müstagni kalacak hiçbir makam yoktur.
İbadet ancak insan öldükten sonra biter.

İşte vaktaki günü geldi, İstanbul muhasara edildi.
Hazreti Resûlullah Efendimizin Hadisi var.
“Fetahhanne’l- kontantiniyye veleniğmel emirü emiruha Vele niğmel ceyşe zalike ceyş.”
Fetahhanne, Arapçada bir siga vardır.
İstikbal sigası ama “katiyetle fethedilecek” demektir.
Fetahhanne’l muhakkak alınacaktır.
“Fetahhanne’l- kontantiniyye velenunel emiri emiril ruha.
Oraya giren ne mübarek emirdir. “
“Vele niğmel ceyşe zalike ceyş.
Oradan geçen asker ne mübarek askerdir.”
Cenâbı Peygamber haber veriyor.
Yedi yüzsene evvelden haber veriyor.
Hazreti Fatih muhasara ediyor 21 yaşında.
Etrafında muhafızları, görünmeyen muhafızları, görünen muhafızları.
Velîyullahharın âyetleri okumaları yaaaaa!..
Muhasara, muhasara haaaaa!
düşmüyor İstanbul.
İstanbul bir türlü düşmüyor.

Şurada bir malzeme vereyim size.
Allah’ı sevmek idrakten doğar.
İdrak olunan şeyler derken, kemâle gönül akıverir idrak etti mi. İnsanlarda idrak cihazları, anlama cihazları muhtelif olduğu için her iki idrak cihazının kendine mahsus birleştiği şeyler vardır.
Hepisinin birleştiği biricik sevgi de Allah sevgisidir.
Allah sevgisinin, Allah’ı sevmek değil sevgi, Allah’ın kendisi sevgidir.
El Vedûd, Allah’ın bir esması.
Vedûd sevilen demektir.
Seven demek demek.
Allah’ın kendisi kendiliğinden sever.
İnsan iyi dikkat edin çocuğunu, malını, işini, sıhhatını hayatını sevmesi fıtrî bir yaradılış icabıdır.
Bunu yapmak için tahsile lüzum yok.
Hayvan bile seviyor. Kedi, kedi aldı mı ciğeri başkasına vermiyor.
Bunlar fıtri bunlar tahsile lüzum yok gayrete de lüzum yok.
Fakat Allah’ sevmek fikri muhakeme üsulu lazım.

İşte Fatih bu malzeme ile yoğrulmuş beşikten beri.
Hacı Bayram-ı Velî taharı tarü cennetinden sonra yetiştiriyor onu. Görünmeyen, tekneye koymuş şeyi Fatih’i görünmeyen elleriyle, ruhanî elleriyle yoğuruyor Fatih’i.
Fatih yedi tane lisan bilirdi 21 yaşında.
Rumca şiirleri var.
Fatih kuşkulanıyor.
Çağırıyor Hoca’yı : “Hoca burayı ne zaman alacağız bunu? Ne kadar hücum ettimse. On bin kişi kırmışsak diyor düşmandan geriye kalıyor beşbin kişi. Beşbin kişi daha çok muhafaza ediyor!” diyor.
“Şaşırıyorum ben buna!” diyor.
Halbuki bir insan yoruldukça çalışamaz değil mi.
“Bu heriflere ne oldu?” diyor.
“Bu kadar tahribat ettiğimiz halde ertesi günü daha kuvvetli hücum ediyorlar bize!” diyor.
“Şevketlüm!” diyor.
Orda yine hatıra defterini açıyor.
Orda gizli casusluk telsizinden konuşuyor Akşemseddin Hazretleri. Şehirde meşhur şeyh Maksud’un halifelerinden,
Ya Vedûd Sultan.
Ya Vedûd Sultan diye bir Evliya var Bizansda.
Vazifeli gelmiş o da.
Hasta, çok yaşlı.
Duası şu : “Ya İlâhi! Allah’ım! Bu güzel şehrin İslamın olduğunu gördüğüm an benim canımı al!” diyor.
“Zaptedilmeden beni düşman içinde öldürme Ya Rabbi!” diyor.
Bizans’ta olan bu Ya Vedûd Sultan.

Eee tabii Cenâb-ı Allah duasını kabul eder.
Ya şöyle yapacaktır.
Cenâb-ı Allah biliyor İstanbul’un fethedileceği tarihi değil mi?
Biliyor.
Ya Vedûd’un ölüm gününü de biliyor.
Onu da biliyor.
Bakıyor listesine Ya Vedûd felan gün ölecek.
Eee İstanbul’da şu kadar gün sonra fethedilecek.
Ben bunun duasını kabul etmesem bu günde fethedilirse bunun daha bu ondan evvel ölecek.
İstanbul fethedilmeyecek.
Ulan ben bunla bir oyun oynayım diyor.
Tırrrrrrrrrıııııııt çekiyor ipi.
Fatih’e gidiyorr.
“Sen dur hele ağam diyor . daha kırk gün daha var onun ömrüne.
O güne kadar buraya fetedemeyeceksin sen!” diyor.
Durduruyor onu.
Tabii bunu Akşemseddin Hazretleri anlıyor onların telsizleri var.
Gizli teşkilatları var.
“Şevketlüm diyor Bizans kalesinde Allah’ın sevdiği bir zât var.
Ömrü bitmeden şiye giremeyeceğiz.
Daha kırk gün daha fetih gecikiyor!” diyor Akşemseddin.
Şimdi ki gibi : “Bu ne saçmalık, böyle lakırtı mı olur?” diyen yok.
“Peki Şeyhim!”
29 Mayıs sabahı, bir gün evvelden iki gün oruçlu millet.
Sabah namazını altı yüz bin kişi kıldıktan sonra : “Allah! Allah!” diye saldırıyorlar.
Önden fatih giydirildiği yer altı kulubesindeki delik açılıyor askerleri giriyor.
O anda Ya Vedûd Sultan ruhunu teslim ediyor.
Şehir karmakarışık.
Bildiğimiz tarihi şeyler.

Nihâyet bir gün aradan üç dört gün geçtikten sonra Hazreti Fatih Cuma Namazı için Ayasofya Kilisesine gidiyor.
Temizlettiriyor.
Ayasofya’ya girerseniz batı kısmında bir direk vardır direk. Terleyen direk diye.
Terleyen direk diye bir direk vardır.
Elini sokarsın oraya terler bu direk.
Bütün hastalıklara iyi gelir.
O zamandan var.
Namaz kılıyor o terleyen direğin yanına gittiği zaman Hazreti Fatih böyle birden duruyor.
Gözüne bir nur hasıl oluyor.
Bir nur.
Yanında yetmiş kadar ulema Akşemseddin Hazretleri de olduğu halde.
Bu tarihe geçmiştir.
Böyle yanaşıyorlar ki bir nur onun içinde bir tabut hazırlanmış bir ceset var içinde.
Böyle serili.
Üzerinde cesedin böyle pembe renkte “Ya Vedûd” yazıyor.
Ya Vedûd Sultan orada…
Hemen Fatih : “Bunu alın!” diyor.
“Gusledilsin felan.”
Üzerinde yine bir yazı “Merhum magsuldur!”
Hemen defnedin.
Yıkanmıştır diyor yıkanmıştır diyor.
Allah tarafından guslü yaptırılmış.
Fatih emrediyor.
Herkes omuzuna alıyorlar.
Sultan Ahmed Meydanı’na çıkıyor.
Bir fırtına, bir rüzgar.
Bütün cemaati kendiliğinden aşağı doğru çeviriyor bunları.
Gülhane Parkı’na doğru.
Haydi bunlar doğru gidiyorlar oraya.
Sanki birisi götürüyor.
Ya Vedûd Sultan götürüyor onları zorunan omuzunda olanları. Padişah madişah.
Dönüyorlar Eminönü’ne geliyor.
Eminönü’ne geliyor ki.
Geliyor.
Bunlar oğlum saçma değil saçma değil.
İspatlarınan konuşuyorum.
İnanmayan gider Hazine Müzesinde Tomar-ı Humayini açar okur.
Bir kayık ne küreği var ne adamı var.
Fatih diyor ki : “Girin içine!” diyor.
Fatih de giriyor içine.
Bu devletin arşivinde yazıyor oğlum arşivinde.
Aklına sığmayanlar: “Bu nasıl olur?”
“Bu olmaz efendim!”
Senin aklın için olmaz, benim için olur.
Kayığa biniyorlar o büyük kayığa.
Kayık küreksiz, müreksiz, hadi Haliç’e doğru yol alıyor.
Devletin arşivinde yazıyor.
Hoca Efendinin kafasından uydurma değil bu oğlum.
Geliyor, bir yerde duruveriyor.
Yanaşıyor kıyıya kayık.
Çıkıyorlar. Cenazeyi alıyorlar.
Ayvansaray’ da .
Sanki içindeki Ya Vedûd Sultan, cenazeyi taşıyanları idare ediyor.
Gidiyorlar bakıyorlar ki bir mezar kazılmış.
“Nasıl olur? Bu olur mu?”
Vallahi de olur. Billahi de olur.
Resûlullah beni şefaatinden mahrum etsin ki olur.
Nasıl olmazmış.
Ben yenisini bunların görüyorum.
Neler olmaz.
Defnetmişler oraya.
Namazı kılınmış orda defnedilmiş.
İşte orada Ayvansaray’da orda bir Ya Vedûd Camii ve çeşmesi vardır.
Camisi yapılmıştır Ya Vedûd Sultan oradadır.
Büyük bir Velîdir.
İstanbul’a gittiğiniz zaman hatta orası harb-i umumiden sonra mütareke devrine kadar Ya Vedûd İskelesi’ydi ora.
Değiştirdiler ismini Ayvansaray İskelesi oldu.
Onun için o büyüklerin etrafında neler vardır.
Neler vardır.
Sen kubbenin altını boş mu sanıyorsun.

Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ehli beytihi Muhammed.
Subhaneke ya allam taleyte ya selami ecirna minnari biaffike ya Mecîd.
Allahümme entelmennanu bedius semavatı velard zülcelâli vel ikrami ya hayyu yakayyum ya Allah celle celalehu.

Ya İlâhi!
Ümmeti Muhammede her türlü afat-ı belayı, afat-ı semavi, afat-ı araziyeden, düşman salvetinden Sen muhafaza buyur Ya Rabbi! Âmin!
İcap ettiği zaman ordumuzu daima mansur u muzaffer eyle Ya Rabbi! Âmin!
Memleketimize kıtlık gösterme Ya Rabbi! Âmin!
Midemize ve bütün mü’minlerin evimize, çoluğumuza ve çocuğumuza helal lokma nasibi müyesser eyle Ya Rabbi! Âmin!
Diğer İslam milletlerini her türlü afat-ı belâiyeden koru Ya Rabbi! Âmin!
Ahirete geldiğimiz zaman bize mezarda münkir ve nekir meleklerinnen irtibat nasip eyle Ya Rabbi! Âmin!
Son nefesimizde buyurun : “Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resûluhu” kelimesi ile çene kapamak nasibi müyesser eyle Ya Rabbi! Âmin!
Ahirete intikal ettiğimiz zaman huzuru mahşerde Resûl-i Ekrem Nebi muhterem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin güzel yüzünü göstermek, elinden öpmek nasibi müyesser eyle Ya Rabbi! Âmin!
Bizi cehennem azabından koru Ya İlahi. Âmin!
Lillahil Fatiha.

***

Profosör Doktor Münir Derman Bey’in 18 Haziran 1967 Pazar günü Tekke Camiinde yapmış olduğu derstir.

Aziz Cemaat Hafız efendi yine güzel bi âmenner Resûli okudu.
Namazdan sonra bizim Hafızımız Allah razı olsun.
Sesini nur etsin.
Güzel âyetler okuyor.
Âyetlerin hepisi güzel ama içinden bir âyeti bize hitap edecek âyet.
Bu âyet mü’minler için, başını secdeye koyanlar için, başka hiç kimse için değil.
Başını secdeye ko!
“La İlahe İllallah!” de.
Başını secdeye koyanlara Cenâb-ı Allah Resûlullah’ın İlâhi Rabbla olan kalbine ilham ederek.
Mübarek ağızları hoparlör.
İlahi hoparlörle bize bildiriyor Cenâb-ı Allah.
Bu söylediklerimi diyor, bütün kainat hiçbir kimse bilmez diyor.
Yalınız secde-i Rahmâna başını koyanlar bilir.
Kendi hakiki kalbi ile bana inananlar, böyle inanıp da iman edenler.
İman iki türlüdür oğlum biri inanarak edilir.
Biri neynen edilir. Bir de dededen görme edilir.
Hepimizin nüfus kağıdında dededen görme İslam.
Bak bakalım. Kılanlarınan, kalpten iman eden, hakiki kalben inanıpta iman edenler yok mu onlar isteseler de, istemeseler de Bana ve Resûlume itaat ederler diyor.
Ben onlara kolaylık.
Aha bu âyet-i kerime’nin secdeye başını mü’min koyanlara müjdesi olduktan sonra ondan sonra “Efendim son nefeste ne yapacağız?”
Ne yapacaksın işte ahaa bunu yapacaksın.
Allah sana La İlahe İllallahı çözdürecekse;
Edepsizlik yapma!
Faziletten çıkma!
Doğruluktan ayrılma!
Adaletten ayrılma!
Yetim malı yeme!
Kimseye fenalık etme!
Namazını kıl gâyet tabii.

Söyletecek bile muallim-i Cebrail.
İlk yanaşır o zaman Azrailnen beraber sıkarak böyle körükken söyletir sana La İlahe İllallahı.
Ne zannettin sen?
Bu kadar kıl kıl da sonunda “Efendim vah!”
Yok öyle delilik.
O sapık insanların korkusundandır o.
Aha âyet-i kerime diyor.
“Hakiki kalben bana inanan ve iman edenlere Resûlume ve Bana emirlerime itaatte Ben onlara kolaylık veririm.”
Bak Efendim ne olur.
Ne olacak uçacak değiliz ya.
Yalan söylemiyoruz.
Kimsenin ırzında değiliz.
Kimsenin parasında değiliz.
Midene haram gitmiyor.
Gusülsüz abdestsiz gezmiyorsun.
Kimseye fenalık yap.
Cebrail mi olacağız.
İnsan akli Cebrail den de büyüktür ne zannettin?
Sen ne konuşuyorsun?
“Bir adım öteye gidemem Ya Resûlullah yanarım!” diyor…

KELİMELER :

Temessül : Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek.
Temsil : Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz.
Kahır : Zorlama. Cebir. * Ezme. Mahvetme. * Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme. * Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.) (Bak: Celal)
Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah’ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te’siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Rububiyyet : Cenab-ı Hakk’ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti. * Artırmak. Ziyade kılmak.
Tıfl : Küçük çocuk. * Her şeyin cüz ve parçası.
Maanî : (Mâna. C.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat).
İsti’dad : Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Münezzeh : (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
İstimdad : Medet ve yardım istemek.
Kabz : Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak
Âye : Avuç.
Müstagni : (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Siga : Gr: Fiilin tasrifinden (çekiminden) meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. Kip.
İstikbal : Ati, gelecek zaman. * Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
Fıtrî : Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.
Merhum : (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
Magsul : Gaslolmuş. Yıkanmış. Gusletmiş.
Merhum magsuldur : Bu rahmetli cenaze yıkanmıştır.
Humayin : f. Padişaha ait. * Mübarek. Kutlu. Uğurlu. Âlî. * Kuvvetli.
Mütareke : Bir mes’eleyi hal için bir şeyi terketmek. * Karşılıklı olarak anlaşmak, kuvvet ve silâhı bırakmak.
Muzaffer : Kahraman. Gâlip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
Mansur : Yardım edilen, yardım görmüş. * Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
Afat : Belâ. Musibet. Büyük felâket.
Münkir : (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Nekir : Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
İrtibat : Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
Müyesser : (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Lillahil Fatiha : Allah için Fâtiha okuyun!