TIBB ve TASAVVUF DOKTORU
MÜNİR DERMAN
(k.s.)
AÇIKLAMA : 1980 li yıllarda eserleriyle tanıdığım, çok yakınında olamama rağmen mânâ âleminde hiç ayrılmadığım; Muhammedî mezheb, meşreb ve mahviyyetin müstesna örneklerinden azîz Münir Derman Hocamın ruhu şâd olsun. Kendisine ve eserlerine hizmet eden mütevazi dost gönüllü kardeşlerim için teşekkür ve duamız devamlıdır. Ben de âcizane elimden ve gönlümden geldiğince, geçmişin tasavvuf diliyle bağlarını kaybeden gençlerimizin eserleri anlamasında ve kaynakların gösterilmesinde hasbi hizmeti seçtim. Son asırda sessizce gelip geçen Muhammedi Melâmette ârif, âşık ve kâmil insan olan azîz hocamızın hayatı, eserleri ve hatıraları konusunda bilgi ve belgesi olanların bu güzel gayeye yardımcı olmalarını dilerim. Hayatı hakkında da çok az şey bildiğimiz Hazreti Münir Derman Hocamın eserlerini insanlara ulaştırmada hizmet eden isimsiz Hakk Dostlarının son sözlerini sunuyorum şimdilik.
LATİF YILDIZ
Anadolu’nun bağrından çıkmış büyük Velî’ler vardır.
Kültürümüz onların efsaneleri ve güzellikleriyle enginleşmiş, hatta insanlık tarihinde ölümsüzleşmişlerdir.
Dr. Münir Derman, Anadolu’da bu gök kubbenin gizlediği mânevî güneşlerden biridir.
Büyük insanları anlatmak zordur.
Büyük insan demek; âdemiyet hamulesiyle görünmek sırrına ermiş insan demektir.
Onların heybeleri büyük fazilet ve insanlık örnekleriyle doludur.
Kimseye nasip olmayan meziyetlere sahib büyüklerin etrafında kinden, hasedten, hayranlıktan ve itiraf edilmemiş arzulardan örülmüş bir boşluk, bir çember meydana gelir.
Büyük insanları örselememek lâzımdır, örselememek de büyük bir edeb ve inanma kabiliyetidir.
Derman’ı sevenler ve sevecek olanlar, gelecek nesiller için onun örselenmeden bilinmesini isteriz…
Dr. Münir Derman 1910 yılında Trabzon’da doğdu.
Baba tarafından büyük dedesi Kafkasya’dan Şeyh Şâmil.
“Trabzon’da 4 yaşından itibaren Buharalı Hocası Ömer İnan Efendi’nin mânevî eğitiminde ilerlemiş ondan feyz almışlar, 9 yaşında hafız olmuşlardır.
İlkokulu özel Fransız okulunda bitirip liseden sonra üniversite tahsili için devlet tarafından Faransa’ya gönderilmiş, burada Felsefe-psikoloji okumuştur.
Öğrenim yıllarında Mısır’da El Ezher Üniversitesine kaydolmuş ve ilahiyat tahsilini tamamlamıştır.
Askerlik yılları gençliğinin zor dönemleridir.
Yurda dönünce Dil Tarih Coğrafya fakültesinde öğretim üyesi olup felsefe doktorluğu yapmış, kısa süre sonra da bu görevinden ayrılarak Tıp doktorluğu hizmeti için Doğu bölgemizde göreve başlamıştır.
Uzun yalnız yıllar, çileler onu Bozuyük’e sürükler.
Eskişehir’de genel cerrahi dalında doktorluğu devam etti ve buradan emekli oldu.
Japoya’da bulunduğu sıralarda Judo üzerinde çalışmış tekvando ve aykido sporlarını Eskişehirde tatbik eden ilk kurucu sporcu olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak uluslar arası tıp dünyasında ilgi çekmiş, ilk tebrik telgrafı Sovyetler Birliği’nden gelmişti. Sonra Amerika’dan, Almanya’dan ve başka ülkelerden…
Davet üzerine Almanca’yı çok iyi bildiği için Almanya’ya gitti. 15 yıl Almanya’da anatomi profesörlüğü yapmış sonra da yurda dönmüştür. Burada da camilerde vaazlar vermiş çok sevilmişlerdir.
Fransızca, Almanca, Rusça, Arapçayı mükemmel bilir konuşurlardı.
Manevî ilimlerde ise O, velâyet ve tasarruf sahibi ilmî ledün sultanı ârif-i billah…. Zamanın son Velîsi… Büyük sultan…
Notlarını titizlikle hazırlar yanlışsız olması için dikkatle yazdırırlardı.
Derman hazretleri hiç bir maddî servete sahib değildi.
Ömürlerini ağır riyâzat ve çilelerle, büyük sıkıntılar, dertler içinde insanlardan uzak, namsız nişansız bir kul olarak geçirdiler.
Tarikat kurmamışlardır.
Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi hücrelerine kadar yayılmış görünür bir ahlâk idi onda…
Nokta kadar şikâyet, bıkkınlık taşımayan duru, sükûn ve teslimiyetin göründüğü tertemiz bir simâ…
Dertlilere, hastalara şifâ verir, yardımlarına bıkmadan usanmadan koşardı. Tıbbın çâre bulamadığı felçli bir çocuğu, görmeyen âmâ bir genci himmetleriyle iyileştirdiler.
Yanaşılması güç, kendisini ele vermeyen, içini göstermekten uzak duran, celâlli yapısının altında, derya gibi sevgi, merhamet ve şevkat görünürdü… Çok celâlliydiler.
Sakal bırakmamışlardır.
Askeri hastanede yatıyordu.
Kıyafeti; tertemiz giydiği zevkle seçilmiş bir iki gömlek ve pantolondan ibaret, gösterişi sevmezlerdi.
Kışın dondurucu soğuklarında herkesin hayret ettiği gibi sırtına atlet giymez, gündelik gömlekle göğsü açık gezer, palto da giymezdi.
* Notlarını yazmak üzere yanına gidiyordum. Yolda rasladım, karşı kaldırıma doğru yürüyordu.
İlerden geçip yanına gittim.
* Gülhane Hastanesinin komutanlık katından çıkış kapısına doğru yürüyorduk.
* Elini dizime koymuştu.
* Dostlarıyla birlikte bir yerde oturuyorduk, içeri yabancı bir adam girdi. Hocamı görünce : “Hoş geldiniz efendim. Her hâlde siz benden evvel gelmişsiniz. Ben de Almanya’dan iki gün önce döndüm. Geçen hafta Münih camiinde cuma vaazınızı dinlemiştim. Ne kadar kalabalıktı değil mi?..” Hocam kısa bir sükûtdan sonra hemen sözü değiştirdi. Hayret ettim. Halbuki hocamla her gün, aylarca birlikte idim. Almanya’ya gitmemişti.
* Huzurlarında oturuyorduk.
Bununla ilgili hatırasını anlattılar.
Hocam sağ elini açar avucunun içinden kâinatı seyrederdi.
Manevî emânetlerini, kendisine yakinen hizmet eden ona yanaşmış sevdiklerinden birine bırakacağını söylemiş fakat isim açıklamamışlardır.
Son zamanlarını ikibuçuk sene hastanede geçirdi. Vasiyetlerinde :
2 Aralık 1989 Cumartesi günü HAKK’a yürüdüler.
O’nu düşünmek, hissetmek, sevmek bile ilâhî sevginin doruklarına götürüyor insanı…
Ne mutlu onu görebilenlere, onu sevenlere…
Selâm olsun bizden onlara!..
BİR ANI…
Kıymetli yavrum,
Rahmetli doktor Münir Bey, abdestli gezmeyi çok severdi.
Yolda giderken, abdesti bozulsa eve veya işyerine gitmeyi beklemez teyemmümle abdest alırdı.
Ömür boyu ne zengin, ne fakir kimseden muayen ücreti almadı.
“Ben devlet memuruyum, maaşım ne kadarsa onunla idare etmeliyim.” derdi.
Münir Bey daima sofrada bir çeşit yer ve hemen doyardı.
Yaz kış pantolon ve tişört giyer, onların temiz, ve ütülü olmasına çok dikkat ederdi.
Çok az uyurdu. Çok güzel konuşurdu.
Ömür boyunca Münir Bey kadar Türkçeyi güzel konuşan bir insan görmedim.
Çok mütevazı idi. İnanılmayacak kadar temiz bir insandı.
Bazan kendisinden o kadar güzel bir koku gelirdi ki hepimiz o kokuya hasrettik.
Mümkün olduğu kadar yanında olmya çalışır, o ilahi kokuyu içimize çekerdik.
Münir Bey’le beraber olup da yeni birşeyler öğrenmemek imkansızdı.
Duası birçok hastalıkları iyi etmeye yetiyordu.
Hayatının hiçbir döneminde parayla ilgili bir problemi olmadı.
Bir gün rahmetli eşim Rana Hanımla beraber Eskişehirdeydik.
Yanımızda Münir Bey vardı. Merdivenleri çıkıyorduk.
Daha önce bir çocuk çukulata yemiş, kağıtlarını merdivene atmıştı.
Çorbadan biraz içer sofradan kalkardı.
Balla tahanı birbirine karıştırıp, yemekten sonra bir kaşık almayı severdi.
Suyu yaz kış, buz gibi içerdi. Eğer içinde buz parçaları varsa daha memnun olurdu.
Münir Beyle geçen zamanlar tadına doyum olmayan en güzel anlardı.
Sanki bir cennette yaşıyorduk…
Sabri Tandogandan
1910 yılında Trabzon’da doğdu.
Baba tarafından Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’e, anne tarafından ise Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevî adında halk tarafından “uçan şeyh” olarak bilinen bir evliyaya dayanır. Trabzon’da dört yaşından itibaren Buharalı Ömer İnan Efendi’nin manevî eğitiminde ilerlemiş ve dokuz yaşında hafız olmuştur.
Ailesinin maddî durumu iyi olduğundan, ilkokulu özel Fransız okulunda tamamladıktan sonra liseden sonra, devlet tarafından üniversite tahsili için Fransa’ya gönderilmiştir.
Felsefe ve psikoloji eğitimi ile çok başarılı bir öğrenci olduğu için Tıp Fakültesini de bitirerek doktor olmuştur.
İlahiyat tahsilini ise Mısır El-Ezher Üniversitesinde tamamlamıştır.
Kore Savaşları’na doktor unvanı ile katılarak hizmetlerde bulunmuştur.
Bilahare Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaparak felsefe dersi vermiştir.
Kısa bir süre sonra üniversiteden ayrılarak çok sevdiği doktorluk mesleğini yapmak için Anadolu’da göreve başlamıştır.
Uzun bir tabiplik hayatını Eskişehir’de tamamlayarak emekli olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak haklı bir ulusal ve uluslararası şöhrete sahip olmuştur.
Japonya ve Almanya’da kaldığı süre içinde birçok insanın yetişmesine katkıda bulunmuştur.
Ayrıca, bu ülkelerde konferanslar ve vaazlar da vermiştir.
Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça’yı en az bu devletlerin vatandaşları kadar güzel konuşan, bu ülkelerin kültür ve edebiyatını yakından takip eden bir aydın portresi çizmiştir.
Maddî ilim denilen fen ilmine hemen her alanda vukufu, onu manevî ilimlerden alıkoymamış, bilakis eşyayı derinine inceleyen ilm-i ledün sahibi olma yönünde de gayret sarfetmiştir.
Başta da söylediğimiz gibi ledün ilminin gelişmesine Buharalı Ömer İnan’ın bir mürşid, bir terbiye edici olarak katkıları çok büyük olmuştur.
Dr. Münir Derman Efendi, uzun müddet kaldığı Almanya’dan döndükten sonra, Ankara’da bir otel odasında mütavazi bir hayat sürmüştür.
Hiçbir gayri menkul edinmek için çaba göstermemiştir.
Yaşadığı müddetçe kendini şan, nam gibi afetlerden koruyarak âdeta gizlenmiştir.
Kendi şahsına münhasır bir irşad stratejisi oluşturmuş, bağlıları sohbetlerinden faydalanmıştır.
Dr. Münir Derman 1989 tarihinde vefat etmiş olup, mezarı Yenimahalle ilçesine bağlı Memlik Köyü’ndedir.