II YÂ RABBENÂ!

Âşıkların eglencesi
İsm-i zâtun Yâ Rabbenâ!
Cânlarunun dinlencesi
Zikr-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Zât’ının İsmi, âşıkların ömür meşgalesi ve eğlenip kaldıkları tek yer ve şey!
Ey Rabb’ımız!
Zât’ının Zikri, bu dünyanın şak-şukası içinde âşıklarının canlarını dinlendirecekleri tek iş!
 
 
Fazlun kime beyân olur
Gizlü râzı duyan olur
Ana kati ıyân olur
Keşf-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Her kime ki Senin keremin ihsanın ve mârifetin ulaşır da anlarsa,
O kimse Senin gizli sırlarını duyanlardan olur.
Zât’ının kadir ve kıymetini bilebilmek ve ona göre kulluk yapabilmek o kimseye şüphesiz bir şekilde âşikâr olur.
 
 
Ne gelmiş ne gelesidür
Ne olmuş ne olasıdur
Ne bulmuş ne bulasıdur
Misl-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Senin yarattıklarınca bilinemezlik sırın olan Ahadiyyette teklik ve benzersizlik olan kimliğin, kişiliğin ve mutlak Zât oluşun;
Ne gelmiş ne de gelecektir.
Ne olmuş ne de olacaktır.
Ne de bir kimse böyle bir imkanı ne bulmuş ne de bulabilecektir!
Çünkü o âlem;
Ahaddiyet a’mâsında, bilinemezlik, karanlığındaki Zâtü’l-Zâtı’nda dâim ve kaim olan El AHAD (celle celâluhu)...
Zâtı bilinemez AHAD (celle celâluhu)...
Kendi Zâtında, kendi Zâtıyla ve kendi Zâtı için mutlakiyyet zuhûru…
Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in habbesinin,
kokularını getirdiği Zât Âlemidir…
 
Halkun çogı Hakk’ı bilmez
İster râhı arar bulmaz
Değmelere nasîb olmaz
Vasl-ı Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Halkın çoğu Hakk’ı bilemez,
Hakk’a giden yolu arar durur ama  bulamaz,
Senin Hakikat bilgine ulaşım için gerekli Mârifet,
Erenler huzurunda Muhammedî ilim ve edeb öğretimi ve eğitiminden geçmemiş sadece bir heves peşinde koşan sıradan kişilere nasîb olmaz!
 
 
Gerçek erlerin hâlıdur
Gidenin uğrar yolıdur
Cümle âleme dolıdur
Hüsn-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Zât’ının kâinâtta apaçık ortada olan kemâl içindeki cemâl güzelliğini seyrederek yaşamak;
Gerçek, samimi ve ciddi Erenlerin değişmez özelliği ve güzelliğidir.
Bu hâl ise bu yolda giden herkesin varacağı bir makamdır.
Bu yol ise, Sen her kimi yarattı isen hepsine açık ve herkesin İlâhî bir hakkı ve görevidir.
 
 
Hûr-i cinân sohbetine
Magrûr olma devletine
İremezler devletine
Kurb-ı Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Hûr-i cinânı anlamayanlar…
Cennet hûrileriyle buluşup aşk ü meşk yaşayıp, orada bile nefsî ve cinsî zevkler arayıp elde ettikleri bu devleti doğru sanıp, halka caka satan ve hayal içinde hakikat düşü gören ham sofular;
Canlarımız için gerçek Cânân olan Zât’ının, muazzam ve muhteşem  haramlığı- yalıtkanlığı hürmetini Muhammedî muhabbetle Muhammed aleyhisselâm’ dan bizzât meşk etmeyenler,
Senin buyurduğun:
 
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
    “Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)
 
Medrese kültürünce “Şah Damarı”  denilen,
Ancak Erenlerce de “Habli’l- Verid = Halkını Hakk’a bağlayan tek ip” diye bildiğimiz ruhî yakınlık, kul iken Sultanlık buluş devletine asla ulaşamazlar!!!
Bu Sultanlık izzeti, ikram ve ihsandır.
Çünkü kemâl, celâl, izzet ve şeref Zât’ından dolayı, Zât’ında ve Zât’ı için ALLAH Tealâ’ nındır.
Kâmil insanda gözüken ise ödünç ve zuhûrat tacıdır.
Kulluk yapma şerefidir…
 
 
Cezb eylesen kime sırdan
Eğer geçden eğer erden
Hergiz ayrılmaz nazardan
Resm-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Her kimin ki akıl baharına, nakil hattı olan Habibullah nefesinden Subhânî Sırlar rüzgârını er veya geç estirir de kendine çekersen,
İşte o kimse artık; canlı-cansız resimlerine bakıp da Rabbü’l-âlemin olan eşsiz Ressamı,
Canlı-cansız eserlerine bakıp da Ulu Yaratıcı Allahu zü’l-Celâl’i seyrederek yaşamaktan ve şâhidi olmaktan asla vaz geçemez olur!
 
 
Bahr-i muhrikdür dalınmaz
Bu bahre gavvas bulunmaz
Lâ-taayyündür bilinmez
Kevn-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Senin kendine mahsus ve mutlak olan Zât’ının nicelik ve niteliğini yarattıklarının aklıyla düşünüp anlamak için çaba boşunadır.
Bu bir yakıcı denizdir dalınmaz, dalanlardan da bir hayır haber alınmaz!
Bu denize dalıp da inci-mercan arayacak dalgıç yoktur.
Var olduklarını sananların daldığı deniz İblisin sapıklık denizidir!
Burası:
“Allahu zü’l-Celâl var idi. (nokta)” 
Olan mutlak olarak ancak Zât’ının özel âlemi olup,
Zât’ından başka varlık-yokluk vs söz konusu ve tâyini yaratıklarınca imkansız olan “Lâ Taayyün Âlemi”dir.
Allahu zü’l-Celâl’in Zât’ı hakkında düşünmek akla zarar verir ve yasaklanmıştır.
 
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
    “Ya eyyühen nasü inne va’dellahi hakkun fe la teğurrannekümül hayatüd dünya ve la yeğurranneküm billahil ğarur : Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” (Fatır 35/5)
 
Allahu zü’l-Celâl’in Zât’ı ancak bildirilen sıfatları kadar bilinebilir.
Bu hususla ilgili  bilgi notu aşağıda verilmiştir.
 
 
Bilen Sensin ilme’l-yakîn
Gören Sensin ayne’l-yakîn
Bulan Sensin Hakk’e’l-yakîn
Bahr-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Yarattığın varlıklar içinde imkanla-imtihan için yaratıp, aklından dolayı sınırlı-sorumlu kıldığın insanoğlu karşısında gerçek olarak;
Şüphesiz, sağlam ve kat’i olan ilim Senin ilmindir. El Âlim ve El Alîm olan Sensin!
Şüphesiz, sağlam ve kat’i olarak gören El Basîr olan Sensin!
Şüphesiz, sağlam ve kat’i olan Hakk Teâlâ  Sensin!
Bu hususlarda sonsuz ve sınırsız olan bizzât Zâtındır Ey Rabb’ımız!
 
 
Seni bildüm diyen bilmez
Seni buldum diyen bulmaz
Dile gelip şerh olunmaz
Vasf-ı Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Zât’ının vasfı, hâli, durumu vs. insan diliyle açıklanamaz,
Seni bulduğunu sanan resimler, Ressamı tanımayan akılsızlardır.
Bildiğini zannedenler ise aklın hakikatına susuz zavallılardır.
 
 
Bilmeyenler bildüm sanur
Bulmayanlar buldum sanur
Görmeyenler gördüm sanur
Nûr-ı Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Bizzât Zât’ına mahsus El Nûr sıfatının aslını,
El Nûr sıfatının saçtığı ışıklar ile karıştıran akıllar;
Bilmeden bildim sanır.
Bulmadan buldum sanır.
Görmeden gördüm sanır.
 
 
Ger enbiyâ ger evliyâ
Ger asfiyâ ger atkıyâ
Oldılar mazhar-ı ziyâ
Vech-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
İster nebîler olsun, ister veliler olsun, ister tertemiz sûfîler olsun, ister takvâ ehli olanlar olsun hepsi de netice olarak,
Zât’ının mutlak nûrunun yansıması olan sıfat nûruyla şereflendiler ve o nûra hâlife olarak sahib oldular.
 
 
Her kimi nûrun cezb eder
Işkun yolın durmaz güder
Dâim anı ihrak eder
Işk-ı Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Her kimi El Nûr İsm-i Şerîf’in kendine çeker de yutarsa, artık o kimse ışık gibi mecburen aşkın yolu olur.
Bu İlâhî Nur artık o âşığı sürekli yakar ve ateş gibi kendine çevirir-benzetir-nûr yapar!
Bu ise Zâtına mahsus mutlak aşkın, kullarında aşk olarak zuhurudur Ey Rabb’ımız!
 
 
Sensin âlemlerden ganî
İster bu cân Senden Seni
Ayurmasın cân u teni
Kevn-i Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Mutlak Ressam olan Rabbü’l-âlemîn Sensin ve tüm resimlerine muhtaçlığın hâşâ, mümkün değildir!
Onun için aslı “Emr Âlemi”nden olan Canım-Ruhum, Senden Senin rızanı ister! Seni ister!
“Su” yun “Testi”si de “Buz” dan …
Erit ki Can-Ten ayrılığı ortadan kalsın Tevhid olsun!
Bu ise;
“Allah var!” iken başka varlık-yokluk yoktu!
Mutlakiyyetinin zuhurat görüntülerini biz kullarına “TEVHİD” ettir Ey Rabb’ımız!
 
Buz gibi Şeriâtın          : Lâ
Su gibi Tarikatın          : İlâhe
Buhar gibi Mârifetin   : İllâ
Bulut gibi Hakikatini    : ALLAH
 
Lübbü’l-lüb ve “Kul” için Fazl Formülü olan “H2O” da Tevhid tekemmülü nâsib et!
Buzluğumuz, suluğumuz, buharlığımız bitsinde saf ve samimi rahmet bulutları olalım!
Buzun aslı sudandır!
Buzun erime imtihanı işin içinde iş!
 
Dört mevsimi, Muhammedü’r-Rasûlullah Ravzasında, Habibullah Havuzunda, Kulluk Kereminde:
“ Lâ – ilâhe – llâ – ALLAH ” tevhidine gerçek şâhid olan,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i duyup uymak nâsib et Ey Rabb’ımız!
 
 
Ümmî Sinân fazlun ile
Gitmek dilerler ol ile
Sen mahrem eyledün hele
Sırr -ı Zâtun Yâ Rabbenâ!
 
Ey Rabb’ımız!
Ümmî Sinân, Vahdet Âlemi’ne ulaşmayı,
Tevhidin hakikatına karışmayı ve Tahkik Tevhidini yaşamayı,
Yüksek kerem ve ihsanın ile kullukta Sultanlığa ulaşmayı çok istemekle beraber,
Zâtına ait gizlilik âleminin kullarına yasak bölge olduğu bilincinde
Ya da :
“Bilen demez, diyen bilmez!” sırrıyla sırlı bir söz!…
 
 
Vezni :
Müstef’ilün Müstef’ilün
Müstef’ilün Müstef’ilün
 
 
Zât : Hürmete lâyık kimse. * Kendi. Öz, asıl. * Ehil. Sâhib. (Zu’nun müennesi)
 
Fazl : Âlimlere yakışır olgunluk. * İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma’rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. * Artmak. * Artık.
 
Râz : f. Gizli sır, saklı şey.
 
Kati : Kat’i. Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz.
 
Iyân : (Ayân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
 
Keşf : Açmak. * Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
 
Misl : (Misil) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı.
 
Râh : (Reh) f. Yol. Tarz. Usûl. Meslek.
 
Nasîb : Pay, hisse, kısmet. * Bir kimsenin elde edebildiği şey.
Vasl : Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak. * Birleştirmek, ulaştırmak.
 
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
 
Hüsn : (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal. (Bak: Celal, Cemal).
 
Hûr-i cinân : (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri tarif ve tavsif edilemiyecek derecede güzel olan Cennet kızları.
 
Hur-i în : Cennet’te âhu gözlü çok güzel kızlar.
 
Magrûr : (Mağrur) Gururlu. Boş bir şeye güvenen. Fâni ve faydasız şeylere güvenip kendini aldatan. Mütekebbir. Kibirli kimse.
Müteazzım.
 
Kurb : Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak.
 
Cezb : Kendine doğru çekme. * İçme.
 
Hergiz : f. Aslâ, kat’iyyen. Hiçbir suretle.
 
Resm : (Resim) Yazma, çizme, desen. * Eser, iz, nişan, alâmet. * Suret. * Tertib. Tarz, üslub. * Fotoğraf resmi. * Âdet, usul, tavır, davranış. * Alay, merâsim. * Man: Bir şeyi başkalarından ayırd eden tarif.
 
Bahr-i muhrik : Yakan. Yakıcı, Çok acıtan, İhrak eden deniz.
 
Gavvas : Çok gayretli. Çalışkan. * Suya dalan. * İnci arayan dalgıç.
 
Taayyün : Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
 
Kevn : Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.
 
Etkıya : Atkıya. (Taki. C.) Çok takvâ sâhibi olanlar. Takiler. Takvâda çok ileri giden mes’ud kimseler.
 
Asfiya : Sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Peygambere (A.S.M.) vâris olup, onun meslek ve gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlar.
 
Mazhar : Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. * Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
 
Cezb : Kendine doğru çekme. * İçme.
 
Ganî : Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol.
 
Fazl : Âlimlere yakışır olgunluk. * İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma’rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. * Artmak. * Artık,
 
Mahrem :Gizli. * Dince ve şer’an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
 
Mahrem : Gizli. * Dince ve şer’an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
 
Bilgi Notu :
 
Allahu zü’l-Celâl’in Zâtı asla bilinemez, bildirdiği kadar sıfatları, esmâları ve işleri biline bilir.
Sıfat bahsi Kelâm ilmine giren bir mevzudur.
Bir başka ifade ile, İslâm’ın Allah inancı, Allah hakkında bir kısım sıfatların varlığını kabul etmekle ortaya çıkar.
Sıfata inanılmazsa, o sıfatları taşıyan zât hakkında bilgi sahibi olunamaz. Çeşitli dinlerdeki Allah inancının farklılıklar arz etmesi temelde Allah’a izâfe edilen bu sıfat farklılıklarından ileri gelir. Hatta Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’le Mûtezile fırkası arasındaki farklılık da sıfat meselesinde düğümlenir.
Kelâmcılar, İslâm’ın Allah inancını “Allah’ın yüce zâtı hakkında vacib olan kemâl sıfatlarıyla beraber imkansız olan noksan sıfatları bilip öylece itikat eylemektir” diye tarif etmişlerdir.
 
Bu açıdan Allah’ın başlıca üç çeşit sıfatı vardır:
 
1- Vücud Sıfatı:
Bu, Allah’ın varlığını ifade eder.
 
2- Selbî Sıfatlar:
Bunlar mahlukatta bulunmayan sıfatları ifade eder.
Bunlar Allah’a mahsus sıfatlardır.
Allah’ı mahlukattan herhangi birine şu veya bu şekilde benzetmemek için, bunların mahlukatta olmadığını bilmek ve belirtmek gerekir.
Bunu belirtmekten maksad, Allah’ı  tenzihtir,  mahlukattan başka ve ayrı olduğunu beyandır.
Esasen selbetmek, ayırmak, soymak gibi ma’nâlara gelir.
Selbî sıfatlar çoktur, hepsi sayılmaz.
Başlıcaları zikr edilir, bunlar da beştir:
 
* Kıdem:
Allah’ın varlığının başlangıcı yok demektir.
Zıddı hudûs’ tur, sonradan olmak demektir, bu ise mahlukun vasfıdır.
 
* Beka:
Allah’ın varlığının sonu yok demektir.
Zıddı fenâdır, son bulmak demektir, bu da mahluka ait bir vasıftır.
 
* Muhalefetun li’lhavadis:
Allah’ın sonradan meydana gelen şeylere yani mahlukata hiç bir surette benzememesi demektir.
 
* Kıyam binefsihî:
“Varlığı kendi zâtının gereğidir, var olmak için bir yaratıcıya, bir başka şeye muhtaç değildir.
Halbuki bütün mahluklar var olabilmek, varlığını devam ettirebilmek için çok şeylere muhtaçtır.
 
* Vahdaniyyet:
Allah’ın zât, sıfat ve fiillerinden biridir,  tektir, yardımcı, ortak vs.’si bulunmaz demektir.
Zıddı kesrettir, çokluktur.
O’nun dışında her varlık mürekkeptir, Allah ise mürekkep değildir, vahiddir.
 
Dikkat edersek bu beş vasfın her biri Cenâb-ı Hakk’tan mahlukata olan benzerlikleri reddetmekte, Kur’an da ifade edilen:
“Onun bir benzeri yoktur” hükmünü tahkik etmektedir.
 
3- Sübûtî Sıfatlar:
Bunlar Allah’ın zâtında mevcut, zâtının gereği olan sıfatlardır.
Yani Allah’ın varlığını kabul edince, o sıfatları haiz olduğunu da kabul etmek gerekir.
Allah onlarsız düşünülemez.
Bunlar hayat, ilim, irade, kudret, semî, basar, kelâm ve tekvin’dir. Öyleyse Allah hayat sıfatıyla hayy’dir, diridir.
İlim sıfatlarıyla âlimdir; geçmiş-gelecek, uzak-yakın, büyük-küçük her şeyi bilir.
İrade sıfatıyla müriddir yani dilemek, istemek sahibidir.
Kudret sıfatıyla kadîrdir, her istediğini yapmaya gücü yeter, onda acz yoktur.
Semî sıfatıyla işitir; basar sıfatıyla görür;
Kelâm sıfatıyla konuşur ve  nihâyet,
Tekvin sıfatıyla yaratır.
Bu sıfatlar Allah hakkında vâcib sıfatlardır, onlarsız Allah düşünülemez.
Kur’an-ı Kerim bu sıfatlarla Allah’ı tavsif eder.
Bunlar Allah’ın zâtıyla birlikte vardır ve kadîmdir.
Bunlarla ilgili teferruat İslâm’daki itikadî mezhepleri ortaya çıkarmıştır.
Hatta hristiyanlık ve yahudilik gibi semâvî ve -diğer- gayr-ı semâvî dinler ve bir kısım felsefi sistemler arasındaki itikadî farklılıklar çoğunlukla Allah’a izafe edilen bu sıfatlarla ilgilidir.
Bir başka deyişle, İslâm itikadının orijinalitesi bu sıfatlar mevzuundaki telakkisinde yatar.
Müslümanların itikadî bütünlüğe, imânî kemâle ermeleri bunları iyi bilmelerine bağlıdır.
Bu sebeple Allah’ın sıfatları bahsinin her müslümanca iyi hazmedilmesi, eksiksiz  kavranması gerekir.