Allah Dostu Sohbet 8

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)

SOHBET MD-08

ZİKİR ve FİKİR

İnsanın fiilini, fiili insanın aynı değildir efendiler.
Fiil ise Allah’tandır.
Şeriatın zemm ettiği şeylerden başka zemm edilecek fiil yoktur İslam dininde.
Şeriatın zemm ettiği şeylerde bir hikmete dayanır.
Bunu ancak Allah bilir.
Yahut kime bildirmişse o bilir ki ona da Velîyyullah denir.
Bir insanın hayatını yıkmaya çalışmak.
Gıybetle, dalavere ile, yol kesmekle, öldürmekle yıkmaya çalışmak.
Kemâl Sıfatlarını elde etmekten onu men etmek demektir.
Yani Allah için bir kemâle geldi onu men’ etmek demektir. …..
Resûlullah demiş ki : “Ya Çoban Şahabem!” demiş.
“Sizin için şehid olmaktan ve düşmanları öldürmekten daha hayırlı bir iş, haber vereyim mi?” demiş.
“Aman Yâ Rasûlullah” demiş.
“Allah’ı zikret!” demiş.
İnsanın kıymetini yaradılışındaki değeri ancak Allah ı zikri ile yapılır.
“Allah, kendini zikredinen kimseyle yan yana oturur!” diyor hadiste Allah.
“Allahümme entel Mennan bedüüssemavati velard. Zülcelali velîkram. Ya Hayyum Ya Kayyum. Ya Allahu Celle Celalu!” dedi mi Allah yanında, bizimledir oğlum.
Dizinin yanındadır Allah.
Şah damarından daha yakındır.
Ama diyebilmek.
“Elleh! Elleh!” değil.
“Allah!” diyeceksin.
O da yalınız söylenir.
Bir odaya gireceksin kapıları, her tarafı pamukla kapayacaksın. Ondan sonra.
Zikrederken, zikretmek öyle: “Hay huy! Hay huy!” değil.
Sokakta bile zikr olur.
Allah’ı zikretmek.
Herkesi Allah’ın mahluku görmek.
Onlara daima hürmet etmek.
Fena gözle bakmamak.
Kardeşçe geçinmek.
Allah’ın mahlukatına hürmet etmek demektir.
Bu bir nevi zikirdir.
Allah’ı zikreder de Hakk’ı yanında göremezsen bu zikir değildir.
Allah zikri insanın her tarafına sirâyet eder.
Yanından geçerken, pazar yerine bile gitsen, herifin içi:
“Allah! Allah! Allah!” demeye başlar.
Allah zikri böyle olur.

Yoksa bilmem şarkıcılar gibi.
Ağzına mikrofonu alıp “heeehee hey!” demek değil.
Gafillerin zikirlerinde hangi uzuv zikir ile meşgul ise o uzuv Hakk’ın huzurundadır.
“Efendim, biz söyleyemiyoruz onu ama, Allahı zikrediyorum!”
Hangi uzuv ile yapıyorsan Allahı, zikreden o uzuvdur.
O yanındadır bütün vücudunan değildir.
O uzuvnan yaptırır Allah sana zikri.
Gaflette olan uzuvların zikirle alâkası yoktur.
İnsan tek taraflı değildir insan.
Cenâb-ı Allah tektir.
Çok taraflı tecellîleriyle milyonlar şekilde görülür.
Ama nasıl geçeceksin kendinden.
Bir gün Hz. Ali keremullahivech’e ok girmiş harbde.
Bu omzuna.
Burdan asab geçiyor.
Aks-i daris asabı.
Müthiş ağrı.
Ubeyd ibni Cerrah gelmiş.
“Yâ Ali dur!” demiş. Tutmuşlar.
“Aman!” demiş. “Dokunmayın!” demiş.
“ Aman!” demiş.
“Çok canım yanıyor, bırakın!” demiş.
“Ben Ayakta bir namaza durayım!” demiş.
Ameliyat masasına yatacak.
Namaz, Ameliyat Masası derler ona.
Şöyle, öyle duruyor.
Bir elini kaldırmış: “Allahhuekber!” demiş.
Oku çekmiş, çıkarmışlar.
Orayı dağlamışlar.
Hz Ali orda değil!.
Biz şurda imamın peşinde namaz kılarken bir pire ısırsa çifte atarız be!..

Allah böyle anılır beyler böyle anılır!
“Heeeee heeey!” nen değil.
Bu da işnen olur.
Hareketnen olur.
Bir defa Allah’ı anabilmek için temiz olacaksın.
Cüneydi Bağdadî’nin bir sözü vardır.
“Velî olmak ister misin?” demiş vaazda böyle.
Birisi: “Amaaan efendim söyle de olalım!” demiş.
“Temizlik libası ile, temizlik elbisesi ile, doğruluk ayağı ile, adalet azası ile, ilim feneriyle, Alın teri azığıyla vücud sahrasını kat’ et senin ismin Velî olur.” demiş.
Üç cümle.
Sokağa çıkınca köpeği göreceksin Allah’ın mahlukunu.
Taş atarız biz Allah’ın mahlukuna.
Ötede“Ehee! Öhööö!”
Nezle olursun: “Aman nezle oldum.
“Kış geldi, aman odun yok!”
Odun yoksa kışı getirene bırak sana odunu bulur.
Daha biz olduğumuz yerde sabredemiyoruz.
Onun için bu sabırsızlıkta, bu edepsizlik içinde birşey olmaz oğlum! Orada, şurada, burada Şeyh kılıklı bazı züppeler çıktı!
Al inada ver inada.
“Şeyh efendi böyle dedi efendim!”
Bunlar saçma işlerdir.
Şeyh efendi!..
Hazreti Rasûlullah’tan başka Şeyh Efendi yoktur efendiler.
Bu koskoca Kur’ân’ı binüçyüz küsür senedir Muhiddinler, Mevlanalar, Cüneydler, Salebîler, Haldunlar bu kadar Velîyullah geçmiş, yetmiş onlara Kur’ân-ı Kerim ile Sallallahu aleyhi vesellem de, sana onlar az mı geliyor da bilmem Şeyh efendi, bilmem Hasan efendi, yok bilmem ne!..
Bunları bırakın efendiler.
Bunlar hepisi dolandırıcıdan başka bir şey değildir.
Geçin Hazreti Rasûle en kolayı.
“Allahuekber!” dedin mi? Allah’nan yan yana oluyorsunuz.
Bir Salâvat-ı Şerifeynen Kâbe’ye gidiyorsun.
Şeye Ravza-ı Mutahara’ya.
Devam et Ravza-ı Mutahara’ya gitmeye.
Ravza bir gün gelir senin yanına.
Yani rüyana Rasûlullah girer.
Bırakın bu saçmaları.
En yakin olan Allahu Zülcelal.
“Allahuekber!” dedin mi huzuruna giriyorsun.
Daha ne istiyorsun.
Bırakınız bu saçmaları.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Safsatalara inanmayın!
Safsatalara inanmayın aziz cemaat!

İnsan denilen mahluku Allah’ın ölüm denilen arıza ile yıkması onun kurduğu şeyi mahvetmesi değildir.
Cenâb-ı Allah verdiği bir şeyi alıp mahvetmez.
Bir çözülmedir bu ölüm.
Ölüm insanın manevî benliğini halktan, Allah’ın kendisine doğru çekmesidir.
Çünkü her şey Hakk’a döner.
“Ve ileyhi türceun” Âyet-i Kerimesi.
Ötede ona başka bir düzen verir ki, O düzen hiç bozulmaz hiç yıkılmaz.
“Eşyayı Senin için, seni de Kendim için yarattım” diyor hadis-i kudsi de Cenâb-ı Allah.
Affetmek Allah’a yaraşan bir fazilettir.
Çünkü insanı kendisi için yaratmıştır.
Madem ki Cenâb-ı Allah’a yaraşan bir şeydir, sende affet!

Kulun başına gelen musibetlerin kaldırılması yolunda yalvarışından dolayı onu Cenâb-ı Allah sabırsızlıkla suçlandırmaz.
Mesela: “Ya İlah! Şu musibetler geldi. Benim bunu çabucak defet başımdan!”
Bunda suç görmez Cenâb-ı Allah.
Çünki sabır: “İnnallahu yuhibbi sabırine”
Allah sabırlıları sever.
Sabır İslam dini, İslam lügatında Allah’tan başkalarına şikâyetten nefsi nehyetmektir.
O halde: “Ya ilahî sana şey ediyorum!” demekte suç olmaz!

Çocuk diye bir şey vardır, çocuk.
Çocuğu görmez misin?
Onun daha mükellefiyeti yoktur.
Çocuklar buluğa ermeden evvel ölürlerse.
Onlara cennet, cehennem hikayeleri, onlara sual mual yoktur.
Kim olursa olsun.
İsterse Otando’lu vahşinin çocuğu olsun.
İslam fıtratında doğar çocuk.
Büyükleri tasarrufu altına alır çocuk.
İçinizde torun sahibi, yahut küçük çocuğu olan babalar vardır falan.
Koskoca sakallı dede, torunu gelir .
O büyük azametli şeyinden iner aşağıya iner, iner, iner, iner çocukla bir olur.
Onunla oynaşır.
Onun gibi konuşmaya başlar.
Bu nedir bu?
Hokkabazlığından mı?
Hayıııııır.
Çocuk onu tasarruf ediyor.
Kendisine indiriyor.
Senin haberin yok!

Meşhur 16. Lui. Fransızların inkilapta.
Dehşetli bir adam.
Torununu almış sırtına da koskoca kral atçılık oynuyor.
O sırada İspanya sefiri girmiş içeri.
Görünce böyle çekilmiş herif: “Ne oluyor böyle?” demiş.
O hiç istifini bozmamış.
Demiştir ki: “Sefir cenâbları senin torunun var mı?” demiş.
Çocuuuk insanı tasarrufuna alıyor.
Niçiiiin?
Allah’a daha yakın olduğu için alıyor.
Hiçbir çocuk oldu mu dedesiynen aynı konuşur.
Dedesi yahut babası o çocuğun mertebesine iner.
O halde demek ki çocukta tasarruf-u ilahîvar demektir.
Şu halde çocuğun tesiri altındadır o ihtiyar.
Fakat farkında değildir.
Bu, çocukluk makamının kuvvetinden ileri gelir.
Çünki çocuğun Allah ile ilgisi daha yakındır.
Büyük, Rabbından uzaktır.
Çocuk bundan dolayı mükellefiyeti henüz yoktur çocuğun.
Allah’a en yakın olan kimse, ondan uzak olanı teskin eder.
Kim ki Allah’a yakin Allah tan uzak olanı kendisine cezb eder. Onun için çocukta yaşlıları kendine cezb eder.
Hz. Rasûl Sallallahu aleyhi vesellem yağmur yağdığı zaman mübarek başlarını açar, böyleeee yağmurun altında dururmuş.
Başına yağmur damlası isabet etsin diye.
Araplar bu yazın yağan yağmura hallab derler h ile yazılır.
Hallab yahutta hallabe derler araplarda.
Böyle açar başını Sallallahu aleyhi vesellem mübarek saclarına, nur yüzüne böyle o yağmur damlaları inermiş.
“Ya Rasûlullah bunu niçin yapıyorsun?” dedikleri zaman “Yağmurun Allah ile ilgilisi yenidir dermiş, yenidir” .
Yağmurla Allah’a daha yakin olması dolayısiyle insanların en faziletlisi olan Efendimizi yağmur teskin etmiştir demektir.
Nasıl ki çocuğu dedesi teskin ediyor.
Allah’a yakınlığı dolayısıyla yağmura Cenâb-ı Peygamber kendini vermiştir.
Bunlarda ince misaller vardır efendi!.
İnce misaller vardır.
Amma bende böyle yapacağım diye yağmur yağarken gidip it gibi ıslanmaya da lüzum yoktur haaa!
Bu başka hellabe, bu başka üsul.
Bu sebeple yağmurun getirdiği feyizden faydalanmak için kendilerini ona arz ederlerdi.
Yağmurun getirdiği şeyden Peygamber için ilahî bir faide hasıl olmasa idi mübarek nefsini onun tesirine arz etmezdi.
Şimdi gözünü dört aç cemaat.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Onun için: “Her şey sudan halk edilmiştir” âyet-i kerimesi buyrulmuştur.
İslamda çok güzel söz vardır ihtiyarlar, nineler, eski temiz insanların elini öptüğünüz zaman size hediye verirlerdi ve:
“Su kadar aziz olun!” derlerdi.
Suuuuu dünyada görülen, elle tutulan cennet taamlarından bir tanesidir.
Ondan başka yoktur.
Nehirler ve cemaat biliyorsunuz Hazreti Peygamberin:
“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”
“Seyhan Nehri Ceyhan Nehri, Fırat Nehri Nil Nehri bunlar Cennet Nehirleridir” buyurmuştur.
Niçin?
Çünkü cennette de Irmaklar vardır.
Onun için “Su” diyip geçmeyiniz.
Onun için “Su kadar aziz olun!” lafı dünyada güzel lakırtılar müsabakası olsa birinciliği kazanır.
İkinciliği de bir insana teşekkür için: “Allah senden razı olsun!” dur.
“Allah senden razı olsun!” değil.
“Allaaaaaah senden razı olsun!”
İçinden söyleyeceksin.
Dudağından, damağından, dişinden değil.
Çünki Allah, canlı olan her şeyi sudan halk ettiği için Cenâb-ı Peygamber de başlarını böyle yağmura veriyor.
İyi anla!
“Minel mai külli şeyen Hayy!”
Hatta Musa bile suya attı dedik demin eski İbrani lisanında Kıpti dilinde yani eski mısır dilinde.
Mu : su demektir.
Sa: ağaç demektir.
“Bir ağaç kutu içinde suda bulunan” demek.
Musa’nın mânâsı budur.

Bir hadis-i peygamberi de diyor ki:
“İnsan ne halde ise, ve ne halde ölmüş ise o hal üzere haşr olunur” diyor.
O halde can çekişen kâfirle, ani olarak ölen kafir arasında fark vardır.
Can çekişen kafir ile ani ölen kafir arasında fark vardır.
İkisi de kafirdir amma birisi can çekişir, birisi de ani ölmüştür.
Can çekişmede ölümün zevkini tadmıştır ve gözü açılmıştır.
“Velteffetissaku bissaki” âyetine uymuştur.
“Aaaaa demekki vardı!” demiştir.
Mü’mindir o.
Fakat edepsizliğinin cezası için cehenneme gidecektir.
Onun için hangi halde ise insanlar öyle haşr olunurlar.

Ne ise bu bahsi söylemeyeceğim.
Kafanız bulanır.
Mü’minden mü’min hoşlanır.
Gübre böceğinin mizacı da gül kokusundan hoşlanmaz.
Halbuki gül kokusu, güzel kokularındandır.
Bu mizac ayırılığına göre gül kokusu gübre böceğinin nazarında güzel koku değildir.
Değil mi?
Gül kokusundan herkes hoşlanır.
Gübre böceği gül kokusunu sevmediği için gül kokusu onun nazarında iyi kokulardan değildir.
Sûret ve mânâ da böyle aykırı bir mizaca sahip olan kimse de Hakk sözü dinlendiği vakit tiksinir ve bâtından hoşlanmaz.
Mahiyetten sual matlubun hakikatinden sualdır.
İslamiyette fıkıhta bir kelime vardır.
Onun için Allah’ın iyi kulları anıldığı yere aziz cemaat Hadis-i Peygamberî ile sabittir, Hadisi Kudsî ile sabittir:
“Allah’ın sevgili kulları anıldığı yere Rahmet-i İlahiye iner.”
Velîlerde Nur-u Rasûlullah son derece parlak ve kalbleri daima uyanık zikrullah ile daima meşgul oldukları için onlar:
“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard” âyetinin ahengi içinde bulunduklarından melekler de onları tesbih eder.
Biz burada onlardan bahsedersek o tesbihin rahmetleri buraya da şimdi Allah’ın rahmet melekleri Vallahi de Billahi de inmiştir. Çünkü Allah’ın evinde duruyoruz.
“İnne’l -buyuti fi’l- ard el mesacid.”
Tamam mı?
“Tamam!”
O halde Allah’ın rahmetinden ne kaçıyorsun, ne korkuyorsun?
“İnnen” diyerek.
Sen çok elbise giymişsin de dışarıdan rahmet vücudunu delip.
Hele biraz soyun bakalım.
Soyun da görürsün.
Nasıl paltonu çıkarırsan titrersen.
İçini de açarsan rahmet içine iner, rahmet içine girer.
İçini kapama.
Kalb gözüne mantar tıpası sokma!..

Bundan dolayı, Allah’ın Velîleri nerede anıldığı zaman rahmet derhal oraya inmeye başlar.
Onun için bu kabil konuşma meclislerinde târif edilemeyen bir zevk duyarlar.
Kimi ağlar, kimi dalar, kimi uruc halindedir.
Bu, rahmetin mevcudiyetini isbat eder.
Görünmez amma hissedilir madde gibi.
Kim dürttü seni de ağlıyorsun, iğne mi soktular?”
“Yoooo!.”
Demek ki bir damarın var bir bam telin var.
Oraya o rahmet indiği zaman, seni “Tııınn!” diye öttürüyor.
Bu tınıltını Allah daim, her zaman mübarek etsin .
Kendisinde ilim olan kimseye âlim denir bilirsiniz.
İlim ise hâldir hâldir.
Şu halde âlim ilmiyle vasıflandırılmış olan bir zât demektir.
Çok dikkat edin!
Âlim sıfatı aynı olmadığı gibi ilmin de aynı değildir.
Halbuki hakikatte ilimden ve ilmin kendisiyle kaim olan kimseden başka bir şey yoktur.
Bir zâtın âlim oluşu, bu mânâ ile vasıflanmış olmasından dolayı o zât için bir hâldir.
Eser mevcud için değildir, ancak Ma’dum için olur.
Mevcud ise, olsa da ma’dumun hükmüdür aziz cemaat.
Bu garip bir ilim ve işine az rastlanan bir meseledir bu söylediğim. Ama anlayana.
Onun hakikatini ancak evham sahipleri anlar.
Çünkü bu ilim onlardan zevk ile husüle gelir.
Kendisinden vehim tesiri olmayan kimse bu meseleyi anlayamaz.

“Ne kadar var.
Namaza ne kadar var?”
“Var daha var!.”

Şimdi Allah’ın daima Allah’ı zikreden, başını secdeden kaldırmayan, mümkün olduğu kadar:
“Yâ İlahî! Yâ Rasûlallah!” diyen adam, abdestli gezen adam ölürken muhakkak, hiç korkmayın İslam olan “Lâ İlahe İllallah!” demeden ölmez.
Rasûlullah’ın ruhaniyeti gelmeden gözünü kapamaz.
“Efendim şöyle olur, böyle olur!” diyenler, onlar şüphede olanlar dandır.
Bana göster bir peygamber, bana göster bir Velî ki zındık ölmüştür.
İmkanı yoktur!…

KELİMELER

Zemm: Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.
Velîyyullah: Allah’ın (C.C.) velî kulu.
Sirâyet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek.
Uzuv: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Kat’ : Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
Ravza-ı Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Cenâb: Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)… gibi.
Tasarruf: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Teskin: Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
Cezb: Kendine doğru çekme. * İçme.
İsabet: Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.
Risalet: Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. * Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. * Elçilik.
Haşr: (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem’etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
Mizac: Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
Mahiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı. (Mâhiyet, hakikatten daha umumidir. Hakikat, mevcudatta, mahiyet ise, hem mevcudat hem ma’dumatta müstameldir.) (L.N.)(İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmet ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. İ.İ.)
Matlub: İstek, istenilen şey. * Alacak. Ödünç verilmiş.
Sual: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Fıkıh: (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah’ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah’ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali’ olma.
Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
Ma’dum: Mevcut olmayan. Yok olan. Yok.
Husül: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.

ÂYETLER

Ve ileyhi türceun:

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Keyfe tekfürune billahi ve küntüm emvaten fe ahyaküm, sümme yümitüküm sümme yuhyiküm sümme ileyhi türceun : Siz cansız iken size can veren Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)

İnnallahu yuhibbi sabırine:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
“Ve keeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir, fe ma vehenu li ma esabehüm fi sebilillahi ve ma daufu ve mestekanu, vallahü yühibbüs sabirin: Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)

Her şey sudan halk edilmiştir:

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
“Eve lem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey’in hayy e fe la yü’minun: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)

“Velteffetissaku bissaki”:

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
“Velteffetissaku bissaki: Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyâmet 75/29)

“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard”:

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum’esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel’ardi. Ve huvel’aziyzulhakiymu: O, yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)

HADİS-İ ŞERİF

“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”

ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: سَيْحَانُ وَجَيْحَانُ وَالْفُراتِ وَالنِّيلُ، كُلٌّ مِنْ أنْهَارِ الْجَنَّةِ[. أخرجه مسلم .
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah sallahu aleyhi vesellem: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil Cennet nehirlerindendir.” buyurdu.
[Müslim, Cennet 26, (2839); İ. Ahmed, Müsned, 2:289. ]