Allah Dostu Sohbet 7

ALLAH DOSTU 
Münir DERMAN (ks)

SOHBET MD-07

ESRÂR…

Şimdi, biliyorsunuz Kur’an-ı Kerimde her cümlenin bir icazı vardır.
Yedi türlü manası vardır.
Bir manalar vardır.
Doğrudan doğruya iskelet manasıdır.
Bir manalar vardır.
Batıni manasıdır.
Bir manası vardır. Zevki manasıdır.
Bir manası vardır. Sırrı manasıdır.
Sır zaten insanın tahammül hududuna inmemiş şeylerdir.
Şeriat insanın tahammül hududundan hariç olan şeylere
karışmaması için kurulmuş zincirdir zaten.
Karıştırmayacaksın onları.
Yani Cenâb-ı Allah bir nevi insanları şey ediyor.

Mesela Mansur: “Ene’l Hak!” demiş değil mi?
Evet!..
Astıkları zaman ilk defa ayaklarını kesiyorlar.
Kollarını, dilini, milini.
Ayakları kesidiği zaman diyor ki:
“Era kademî : Ayaklarımı görüyorum!”
“Era ve demmî” : Ayaklarımdan kana bulandım!”
“Heyhat edemmî” : Yazık oldu kanıma!”
“Yazık oldu kendi mi anlatamadım!”
O zaman başını vuruyorlar.
Son sözü bu olmuştur.

Şimdi ben bu sözü Mansur’dan daha açık konuşurum.
Nasıl?
Bana benden yakın Cenâb-ı Allah.
“Lâ ilâhe illallah!”
Artık Esrâr Örtüsünü karıştırma!
Daha açıktır.
Yani Bir Hazret derki:
“ Cenâbı Allah insanı deriden yarattı, giydir üstünü!” der.
Daha açık olur bu iş.
Onun için ilmin bazı usulleri var.
Mesela şimdi İslam âlemini kurtarmak gayet kolay.
Yalnız Gayretullaha biraz, iç âlemine biraz açmak lazım orayı.
Nasıl mı?
Ankara radyosunda bir ay evvelden başlarsın.
Felan günü, felan Cuma namazından sonra.
Biraz evvelden söyleyecek.
Her zaman söyleyecek.
Felan Cumanın felan günü bütün Türkiye’deki İslamlar abdest alacaklar.
Cuma namazından sonra sokağa çıkacaklar.
Bir yaz gününe tesadüf ettilerelim.
Kapısının önüne belediye hoporlörünü koyacaklar.
Radyodan bir emir gelecek.
Bi bir on dakika konuşacak.
Şu hareketi yapacaksınız.
Bir Tekbir alınacak: “Allaaaahuekber!.”
Herkes sokakta.
Hayvan pisliği de olsa ne de olsa başını secdeye koyacak.
Orada iki kelime söyleyecek.
Bu otuz milyonun içinde dört milyonu yapsa bunu hepsi tamam.
Buna Mubaye Duası derler.
Doğrudan doğruya merkezî..
Mesela ben buradan İstanbul’u isterim. Saatlerce…
Vekil var, baş vekil: “İstanbulu bağlayın!.” der.
Hemen Verirler.

Yazdım kendi evimde.
İstirahat ettiğim odanın duvarında:
“Bir insan Allah’ı bulamayacağını hissettiği acz, acz içinde kaldığı dakikada Allah’ını bulmuştur.”

***

Ondan sonra ayrıldık ordan, ellerinden öptük ayrıldık.
Ben bir sılaya geldim.
O zaman sağdı.
Rametli ağabeyimde geldi.
Ben Fransa’ya gittim.
Kerl Karla Lisesi’nde bir ay kaldım.
Lyon’a gittim.
Fakülteye yazıldım.
Bin dokuz yüz yirmiyedi buçuk sene. 1927,5 sene.
Bidmeleste Patronaj var.
Talebe yurdu.
7 kat orda kalıyorum.
İşte buradan biraz daha büyük odam.
Karyolam var orda.
Ben zaten orayı yıkadım kendi elimnen.
Kapıda ayakkabılarımı çıkarırım.
Oraya böyle büyük bir muşamba gibi bir şey serdim.
Şöyle küçük bir şey, tabure gibi bi şey ayakkabılarımı oraya.
Akşam dersden geldikten sonra şeye giderdim.
Bu Japon klubüne judoya ….
Geldim kitaplarım koltuğumda, şeye bıraktım.
Ayakkabıları içeride sağ tarafta..
Sol tarafta da kapının şeyi varıdı..
Gittiğimin altıncı ayı idi…..
Gece içerde üç kişi.
Siyah sarıklı üç kişi…
Ben afalladım kaldım.
“Korkma oğlum!” dediler.
Ben kapıyı kapadım.
Yanaştım yanlarına musafaa için omuzumu öptüler.
Birisi çıkarmış şöyle bir kağıt.
“Bunu dedi hocan gönderdi” dedi.
“Bunu al oğlum!” dedi.
“Dersine devam et!” dedi.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
Ondan sonra duvardan yüzüp gittiler herifler!…

İster buna hayal de.
İster ne dersen de.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
(Birisi soruyor): “Bu kağıtta ne yazılı efendim?”
Dur, sıraynan..
Muska halinde içerdedir.
Elli dokuzda Sılaya geldim.
Gittim memlekete.
Ağabeyim de gelmiş.
Hocanın elini öptük felan ettik.
Ağabeyim rahmetliğe dedim ki:
“Ağabey dedim. Hoca dedim bir kağıt” derken abim: “Şiit!” dedi.
Abim: “Şiit!” dedi.
İkimizdik hee hocanın yanında.
Şey baktı.
O an kulağıma bi şey söyledi.
Ben kulağına bişey söyledim.
“Onları iyi saklayın!” dedi.
Ağabeyimi de göndermiş.
Nasıl geldi, nasıl etti işte o kağıt hâlâ bendedir.
Bunlar akıl labaratuvarında eritilip tahlil edilecek işler değildir.
Akla vurduğunuz zaman tımarhânelik olur insan.
Nadas kesilir.

Bu sırların çoğuuu veli İNSANa aittir.
İş onun kokusunu alıp yanına yanaşa bilmekte.
Bazıları şekil değiştirirler.
Bakarsın herif veli gibi görünür.
Birden bir iş çevirir sonra: “zındıkdı!” dersin.
Onlar bulutludur, kaparlar kendini.
Yağma yok.
Yakala kendin ye.
“Kopar ye!” yok öyle iş!.
Salak gibi görürsün!
Bazen dünyanın hali bu.
Deliye sormuşlar aşk nedir diye de?
Deli demiş ki: “Ben neden bu hale geldim?” demiş.

Beşyüz kırk kumandanlarından Sebuk Tekin biliyorsunuz.
Beyazidi Bestamî’nin kabrine gitmiş.
Ziyaret etmiş.
Bastam’dadır Beyazidi Bestamî zaten.
Bir Derviş oturmuş.
Bir hadis var orada: “Beni ve Benim Velilerimi ziyaret eden cennetliktir!” diyor.
Ordaki dervişe Sebuk Tekin: “Bu doğru lakırtı değildir!” demiş.
Sultan zikrinde derviş.
Dervişe soruyor Sebuk Tekin meşhurdur bu.
“Ebu Cehil de Rasulullah sav’ i gördü!” demiş.
“Konuştu Onunan” demiş.
“Cehenneme gitti” demiş.
Derviş ne cevap verdi biliyor musunuz.
Hemen Dervişin elini öpmüş.
“İyi amma” demiş.
“O” demiş.
“Peygamberi Ebu Talib’in yetimi olarak gördü” demiş.
“Eğer peygamber olarak göreydi o da cennete giderdi” demiş.
Onun için hiç kimseyi..
Karınca hikayesini unutmayın.
Anlattım size!.

Hanım deyü kimseyi dahl etme sen!
Defter-i divâne sığmaz söz gelir divan eder!

Divâne sandığın birisi bir lakırtı söyler.
Hiçbir yere sokamazsın söz allak bullak olur.
Bacağına araba kesmiş köpek gibi bağıra bağıra kaçarsın.

Kazalarını bitireceksiniz.
Namazı bırakmayacaksınız.
Onlar bir nevi yolculuğa çıkan insanın eksikliklerini. Mesela efendim.
Cebinde konserve açacağı olmazda elinen de konserveyi açamazsın birader.
Keserinen de açılmaz bu.
Tertibli gitmek lazım…

Onun için mesela Hz. Ali için Cenâb-ı Peygamber’in bir hadisi vardır:
“Ene Medinetü Ali babiha.”
“Ben Medineyim, Ali’de onun kapısıdır” demiş.
Ne demek bu?
Aha bu hadisi, anlamamazlıktan;
Alevilik çıkmış.
Bilmem Kızılbaşlık çıkmış.
O çıkmış, bu çıkmış.
Birbirine girmiştir millet!.
Halbuki hepsi bu hadisi anlamamaktan…

Sonra Mevsuk hadis derler bilirsiniz.
Mesela mevsuk hadis şöyle.
“İza tayyiatül bil umur esteinu bi neftel gubur: Çok müşkil zamana kaldığınız zaman kabirlerden istiâne ediniz!”
Buna Hocalar mevsuk hadis derler.
Halbuki Veliyullahlar indinde mevsuk hadis diye bir şey yoktur.
Hep Cenâbı Peygamberdendir.
Mahaller değiştirdiği için anlayamazlar.
Çünki Peygamberimizin hadisleri doğrudan doğruya hıfz-ı ilâhiyenin altındadır.
Kimse değiştiremez onu.

Bütün kelimeler değişir.
Kelimeler doğrumu.
Kelimeler türer.
Şimdi; Kadınlardan Hz. Hatice Validemiz, erkeklerden Eba Bekir, kölelerden onlar da bir hizmet-i ilahiyeye mahrum olarak olmuştur.
Kadın, kadın iffetini muhafaza eder de beş vakit namazını kılarsa erkekten erken ermek..
Yani Veli olmak imkanları yedi kat fazladır kadında.
İffet, yüzü, müzü kapamak,
Onun gibi olmak değildir oğlum!
Onlar cesedî şeyler.
Hiç! Hiç! Hiç!..


KELİMELER:


İcaz: (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san’atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
İcazî : İcaza dair, icaza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda.
Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Kadem : Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. * Uğur.
Dem : Kan.
Gayret: Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Mübaaye: Biat bildirme.
Sıla: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye
Musafaa : Birbirinin boynuna sarılma.
Nadas: Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama.
Zındık: Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.)
Dahl : Karışma, girme. * Nüfuz, te’sir. * Vâridat. * İrâd. İtiraz, ta’riz. * Ayıp, töhmet.
Divâne: f. Deli. Aklı başında olmayan.
Tertib: (C.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma.
Mevsuk : Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
İnd: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma’kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir.
Cesed: Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.