ALLAH c.c.

O ALLAH c.c. ki O’ndan başka ilâh yoktur

.

.
ALLAH c.c.

        Kendisine verilen sınırlı, sorumlu, izâfi ve geçici nimetlerlerle (akıl, cüz’i irade vd.) kulluk imtihanını nefes nefes yaşayan insanoğlu nakle (Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadîsleri) ulaşırsa Muradullah ve Emrullah gereği Sırat-ı Müstakîm üzere Hakka inanır, hayrı yaşar ve Ülûhiyyet şâhidi olursa İlâhî lûtfa kavuşur.
Aklı, ham (öğretimsiz ve eğitimsiz) kalır da akl-ı selim olmazsa şahsî, dünyevî, geçici ve yanıltıcı bir yol bulur, batıla inanır ve şerri yaşarsa açık ya da gizli müşrik olup İlâhî lânete uğrar.
Kulluk imtihanının; her yer, her zaman ve hâlinde mutlak lütûf ve mutlak lânet etme hakkına sahib olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL… 

        Daha öncede arz edildiği üzere ALLAH (celle celâluhu) İsm-i Şerîfi, İsm-i Zât, İsm-i Hass’tır.
Sadece ALLAH (celle celâluhu)‘ya aittir.
Varlığı zorunlu, lâzım ve hamde lâyık olan Zât-ı Hakk’ın özel esmâlarının tümünü kapsayan ZÂT ismidir.
Tüm Esmâü’l-Hüsnâ’yı cem eden bohçadır.
Tercüme edilemez.
Tefsir edilebilir.
ALLAH – LİLLAH – LEHU – HU
Bütün sıfat-ı kemâliyeyi cem’ eder. 

        Tirmzî’nin listesi : “HüveALLAHullezi lîlâhe illâ hüve : O ALLAH ki O’ndan başka gerçek ilâh yoktur” ile başlar. 

        O O’dur, O Kendisidir.
Gayrın zıttıdır.
Bu târif El Hâlik Tealâ için geçerli olduğu gibi halkı için de aynen geçerli olup her zerre kâinâtta tek başına olup, iki şey; aynı an, aynı zaman ve aynı hâlde aynı yerde bir şey asla olamaz.
Bu ise yüce Yaratıcımızın Uluhiyyet hüneri ve Vahdaniyyet yansımasıdır. 

        İlâhî hüviyyet (hüvelik); mutlak “BİR” lik (Vahdaniyyet) ve mutlak “VAR” lık (Yaratıcımızın Vâcibü’l-Vücûd oluşu) ezelliği-ebedliğidir.
İnsanlar için de “hüve” kullanılır.
Ancak, mutlak ve kâmil “Hüve” ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’dir.
Mevcûdun şahsına tahsis edilen hüveliği ( o’luğu); Mutlak Vücûd’dan bahşedilen imkanın, sınırlı, sorumlu, izâfi ve geçici kullanışıdır.
Varlığı kendi zâtından olan Vâcibü’l-Vücûd’un Hüviyyetinin mâhiyyetini bilmek ise ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’in ve dolyısıyla Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in bildirdiği kadar mümkün olup gayrısı safsatadır…
İnsan aklı “Hüve, hüve” veya “lâ hüve illâ hüve” diyebilir, ancak ve asla söylediği bu sözün içerik ve mâhiyyetini, nakilsiz (Kur’ân-ı Kerîm ve sahîh hadîs-i şerîfler) bilemez ve anlayamaz.
Hayal içinde hakikata hasret yaşar gider ve kendisine akıl düzleminde mecâzi “hüve”ler bulur ve tanrı edinir…
Onun için Muhammedî Tasavvuf’ta külli şey’in özündeki “hable’l-verid: halkı, El Hâklik’a bağlayan tek ip” inden de yakîn olan hakiki “HÜVE”nin, adı, adresi ve kalb telefon numarası (cep telefonu değil) verilmiştir.
İşte bu sözümüz; Rabbânî, Kur’ânî, Muhammedî (naklî) ve akl-ı selim sahibi kimseler için vicdânî ve aklî bir tesbit ve gerçektir.
Elbette Rabbü’l-âlemîn’in hüveliği, Vâcibü’l-Vücûd; “abd, mahlükatın”ın hüveliği mümkün (tanınan imkanla var olan, mevcûd olan, geçici ve izâfi vücûd verilen) dir.
Kul için bu sırra eriş ise kemâlin künhü (derin temeli, derûnî değeri) dür.
Onun içindir ki “HUU!” esmâsı özellikle Anadolu âriflerince ve dervişlerince baş tâcı edilip asırlarca Arş’a avaz avaz gönderilmektedir…
Bu sırra erişte; buz gibi olan akıl, İlâhî nakil deryasında (heplik) erir ve aslı olan damlaya (hiçlik) dönüşür de gerçek olan “Hüve, Huu!..” hazzını diri iken yaşar… 

        Şu hususu da arzedelim ki sonsuz sayıdaki zerrelerin (külli şey) “hüve”liği yaratılmış olmak özelliğinde, nitelikte birleşen ve benzeyen “şebîh hüvelik”tir.
Nicelikte birleşenlere müsâvi hüviyyet,
İzâfette birleşenlere münâsib hüviyyet,
Cinsiyyette birleşenlere mütenâsib hüviyyet,
Tesiliyyette birleşenlere mümâsil hüviyyet,
Şekliyâtta birleşenlere müşâkil hüviyyet sahibi denile gelmiştir. Hüviyyetullah ise tevhidî olup Zât’ına mahsus ve mutlaktır.
Gerçek olan “HU” da O, ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’dir.
Hiç unutulmaması gereken şey ise eser ile Usta’sını, resim ile Ressam’ını biribirine karıştırmamaktır…
“Hüve” ismi, Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde geçmekle beraber sadece Haşr Sûresi’nin sonunda (Haşr 59/22-24 bkz.) 7 defa tek başına 2 defa da bitişik zâmir şeklinde buyurulmuştur.
İhlâs Sûresi’nin ise baş tâcıdır… 

        Meşhur Sûfî Muhyiddin Arabî: “Zikirlerin doruk noktası, “HÜVE”dir” buyurmuştur ki aynen katılıyoruz…