96. VASİYET

 
Muhiddin-i Arabî buyuruyor:
 
Geçmiş Peygamberlerden birinin hikâyesi:
 
O Peygamber, ALLAH’ın tekliflerini ve onlarla imtihanın hikmetlerini çözemedi.
Halbuki, Cenab-ı HAKK o Peygambere ve bütün kullarına bu tekliflerdeki esrarı tefekkür etmeyi emretmişti.
Halvethanesine çekildi, tefekküre daldı ve Rabbi Alâ’ya sırriyle, lisanıyle, bütün varlığı ile şu derdi döktü:

Yâ Rabb!
Beni sormadan yarattın.
Biliyorum ki, benimle istişare etmeden de öldüreceksin.
 
Yâ Rabb!
Beni muhayyer bırakmadan emirler verdin, nehiyler ettin.
Aynı zamanda beni hayırlı şeylerden alakoyan hevayı hevesi (nefsani arzuları) bende yarattın.
Saptırıcı şeytanı bana musallat ettin ve benliğime şehvetler diktin. Gözlerimin önüne süslü bir dünya koydun.
Sonra da beni korkutuyorsun, menediyorsun.
Şiddetli azablarla beni tehdid ediyorsun.
Buyuruyorsun ki :
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!
Sakın hevayı hevese uyma, seni benim yolumdan sapıtır. Şeytandan da kaç. Seni aldatmasın.
Dünyaya da aldanma, şehvetlerinden de uzak dur.
Seni, arzu ve emellerin fenalıklara sürüklemesin.
Maişetini helâlından kazan!
Eğer helâlından kazanmazsan mes’ulsün.
Âhireti unutma!
Dünyadan nasibini unutmadığın gibi, ALLAH, sana nasıl ihsan etmişse, sen de öyle ihsan da bulun!
Sakın yer yüzünde fesad çıkarma!
Âhiretten yüzünü çevirme, ne dünya kalır ne de âhiret.
İşte şaşkınlık da o zaman olur!”

Yâ Rabb!
Bir birine zıd çekici kuvvetler, karşılıklı hâller bir arada ne yapacağım ne işleyeceğim, nasıl hidâyeti bulacağım!
İşlerimde hayretteyim, bir çâre bulamıyorum.

Yâ Rabb!
Bana yol göster, elimi tut!
Doğru yola delâlet buyur!
Kurtuluş yollarına ulaştır!
Yoksa helak olacağım!” diye niyazda bulununca;
ALLAH’ü Zül Celâl şöyle vahyetti:
“Ey kulum!
Bana yardımın olsun diye, sana emirler vermedim.
İşlerse Bana zararı dokunacak diye de nehyetmediın.
Belki sana emrettiğim şeyler hep senin faiden için olduğundan sana emirler verdim.
Çünkü Ben senin Rabbin, Mabudun, Yaratıcın, rızıklarını veren, seni yoktan var eden, daima seni koruyan Sahibin ve yardımcın olduğumu düşünesin ve bunları böyle bilesin de yanlış kapı çalmıyasın diye emrettim.
Şunu da unutmayasın ki, emrettiğim şeylerin hepsinde benim, muavenet, kabul ve hidâyetime, kolaylık ihsanıma, inâyetime muhtaçsın.
Yine bilesinki, nehyettiğim şeylerin hepsinde korumama, muhafazama muhtaçsın.
Senin, küçük, büyük, gizli, aşikâr bütün işlerin, Bana gizli değildir. Şunu da iyi bil ki, sen, Benim fakirimsin, her zaman Bana muhtaçsın.
Ben sana mutlaka lâzımım.
Bensiz yaşamana imkân yok.
İşte bunu böyle bil!
Bil de Benden yüz çevirme!
Başka şeyler seni Benden meşgul etmesin!
Beni unutma!
Benden başkasıyla meşgul olma!
Belki her vakit Benim zikrimde ol, Beni an!
Bütün işlerinde hep ihtiyaçlarını Benden iste!
Yapacağın bir işte Bana hitap et!
Gizli yerlerde Bana yalvar!
Her yerde Beni gör!
Beni düşün!
Bana bağlan!
Bana tap başkasına değil!
Bil ki, nerede olursan ol Ben seninle bileyim.
Sen Beni görmesen de Ben seni görürüm.

Kulum!
Bunları böyie düşünüp inanınca, sözlerimin hak olduğu sence kafi olarak kabul edilince, tavsif ettiğim şeylerin sahih olduğuna sence kanaat getirilince, her şeyi arkana atar, Bana, yalnız Bana dönersin.
İşte o zaman, seni Bana yaklaştırırım, kendime ulaştırırım.
Sana büyük rütbeler veririm.
Benim dostlarımdan, seçkinlerimden olursun.
Cennet’imde, civarında, meleklerimle beraber, faziletli, ikramlı, sevinçli, ferah, nimetlere gark olmuş, lezzetler içinde, emin ve ebedi yaşarsın.

Kulum!
Sakın Bana karşı kötü zanda bulunma, ikram ve cömertliğimden başka bir şey hatırına gelmesin!
Önünden geçmiş nimetlerimi, devamlı ihsanımı, içinde bulunduğun hayat ve sıhhat nimetlerimi düşün!
Düşün bir kerre, sen, hiç bir şey değil iken, seni Biz yarattık; hem de güzel bir sûrette yarattık.
Bak, sana hassas bir kulak, keskin bir göz, her şeyi anlayan havas, zeki bir kalb, parlak bir anlayış, temiz bir zihin, lâtif bir fikir, fasih bir lisan, kavi bir akıl, tam bir bünye, güzel bir şekil, sahih bir âza, kâmil âlât, itaatli azalar… verdik.
Sonra sana, konuşma, söz söylemeyi ilham ettik.
Menfaatleri, mazarratları, eşya üzerinde ne şekilde tasarruf edeceğini, san’atları, işleri ilham ettik.
Senin gözünün önünden perdeleri kaldırdık..
Gözünü açtık ki Melekut âlemine bakasın, gece ve gündüzün cereyanını ibretle göresin.
Devreden felekleri, seyreden yıldızları göresin.
Sana vakitleri ve zamanların hesabını da öğrettik.
Ayları, seneleri, günleri bu sayede bilesin diye.
Karada, denizde bulunan mâdenleri, nebatatı, hayvanları hep sana musahhar kıldık.
Onlarda şahane bir tasarrufa maliksin, istediğin gibi onlara tahakküm edebilirsin.

Kulum !
Vaktaki senin aşırı taşırı gideceğini, hâin, zâlim, mütecaviz olduğunu bildim ve gördüm de sana hadler çizdim.
Hükümleri, kıyasları, âdetleri, adaletli. Hak ve sevabı, hayrı ve nıağrufu, güzel âdetleri öğrettim ki bunları bilmekle nimetlerin devamına, azab ve felâketlerin def’ine çalışasın.

Kulum !
Yine bana karşı kötü zanda bulunuyorsun.
Hak ve lâyık olmayan şeyleri benim hakkımda düşünüyorsun.

Kulum !
Emrettiğim şeylerden bir iş sana güç gelirse hemen:
“L  HAVLE VE L  KUVVETE İLL BlLLÂHİ’L- ALİYYÜ’L- AZİYM” : İsyandan kurtuluş, ibâdetlere muvaffakiyet ancak ALLAH’ın himayesi ve yardımı iledir!” de.
Arş’ımı yüklenen meleklerime yükleri ağır gelince onlar böyle derler.
Sana bir musibet gelirse:
 
“İNNÂ LİLLÂHİ VE İ N NÂ İLEYHİ RÂCİUN : Biz ALLAH’ın kullarıyız dünyada ve bütün işlerimizde, âhirette ona rücu’ ederiz” de!
Temiz kullarım ve dostlarını hep böyle derler .

Eğer ayağın kayar da bir günah işlersen, baban Âdem’le anan Havva’nın dediklerini sen de de!:

KALÂ RABBENÂ ZALEMNÂ ENFÜSENÂ VE İL LEM TAĞFİR LENÂ VE TERHAMNÂ LENEKUNENNE MİNEL HÂSİRÎN : Ey Rabbimiz biz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz bizi esirgemezsen her hâlde en büyük zarara uğrayanlardan olacağız” de!

Sana bir iş müşkül görünür, bir karar veremezsen, doğru yolu ararda bulamazsan dostum İbrahim’in dediklerini sen de de! :

“O Rabb ki beni yaratıp doğru yolu gösterendir.
Bana yediren, İçiren odur.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.
Beni öldürecek, sonrada diriltecek O’dur.
Cezâ gününde kusurlarımı yargılayacağını umduğum O’dur. Rabbim bana bir hükmin ihsan et!
Beni salihler zümresine kat!.
Benden sonrakiler için de benim için bir güzel nâm ver.
Beni nâim-i Cennet’in vârislerinden kıl!.
Babamı da yarlığa çünkü sapıklardandır.”

Kulların kabirlerinden kaldırılacağı gün beni rüsvay etme.
O günde ki ne mal fayda verir nede oğullar meğer ki ALLAHa küfür ve nifak tan tamamen salim bir kalb ile gelenler ola.”
 
Sana bir musibet isabet edince: Hazret-i Yâkub’un dediği gibi:
 
KALE İNNEMÂ EŞKU BESSÎ VE HUZNÎ İLÂLLAHİ VE A’LEMÜ MİNELLAHİ MA LA TA’LEMÛN : Ben taşan kederimi, mahzunluğumu yalnız ALLAH’a şikâyet ederim.”

Eğer beşeriyet hâli bir günah işlersen: Musa aleylıisselâm’ın dediği gibi:  
…HAZÂ MİN AMELİ’Ş- ŞEYTAN İNNEHU ADÜVVÜM MÜDİLLÜM MÜBİN  : … O şeytanın işlerindendir, O hakikat şaşırtıcı apaçık bir düşmandır” de!

Eğer bir günahtan seni korumuşsaın; Hazret-i Yusuf un dediği gibi:
 
VE MÂ ÜBERRİÜ NEFSİ İNNEN NEFSE LE EMMARATÜM BİS SUİ İLLA MÂ RAHİME RABBİ İNNE RABBİ ĞAFURUR RAHİYM : Ben nefsimi temize çıkarmam çünkü nefs olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir, muhakkak. Meğer ki Rabbimin esirgemiş bulunduğu bir nefs ola. Zira Rabbim çok yargılayıcı çok esirgeyicidir.”

ALLAH seni bir sıkıntı ile imtihan etmişse; Hazret-i Davud’un yaptığını sen de yap. O Rabbisine yalvararak hemen yere kapandı.

ALLAH’ın günahkâr, hata eden kullarını görürsen, onlar hakkında ne’ hüküm vereceğini de bilmezsen; İsa aleyhisseîâm’ m dediği gibi de:
 
“EĞER KENDİLERİNE AZAP EDERSEN ŞÜPHESİZ ONLAR SENİN KULLARINDIR. EĞER ONLARI YARGILARSAN KİM NE DİYEBİLİR. Mutlaka sen galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin.”
 
 Eğer ALLAH’a istiğfar eder, ALLAH’ın affını istersen; Muhammed aleyhisselâm ve ensarının dediklerini de:
 
“EY RABBlMİZ, UNUTTUK VEYA YANILDIYSAK BİZİ SORGUYA ÇEKME. EY RABBİMİZ, BiZDEN EVVELKİ ÜMMETLERE YÜKLEDİĞİN GiBi AĞIR YÜKLERİ BİZE YÜKLEME. EY RABBİMİZ, TAKAT GETİREMİYECEĞİMİZİ BİZE TAŞITMA, BİZDEN SADIR OLAN GÜNAHLARI SİLİVER, BAĞIŞLA, BİZİ YARLIĞA, BİZİ ESİRGE, SEN BİZİM MEVLAMIZSIN. ARTIK KAFİRLER GÜRUHUNA KARŞI DA BİZE YARDIM EYLE”

Eğer işin sonundan korkar, nasıl sona ereceğini bilemezsen:

“RABBEN L  TUZİĞ KULÜBEN” dan “EL MİAD” da kadar olan duayı oku. Yâni :Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi Hak’tan saptırma. Bize ken di canibinden bir Rahmet ver. Şüphesiz bağışı en çok olan sensin.
Ey Rabbimiz, muhakkak sen vukuunda hiç şüphe olmayan bir günde insanları toplayacak olansın. Şüphesiz ALLAH verdiği sözden caymaz.”
 
 
 
Esrar : (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.
 
İstişare : Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak.
 
Muhayyer : (Hayr. dan) Seçilmesi serbest olan. Seçmece. Beğenmece.
 
Delâlet : Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek. * İşaret.
 
Helak : Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr.
 
Muavenet : Yardımcılık. Yardım. Teâvün.
 
Âlât : (Âlet. C.) Vasıtalar. Âletler.
 
Melekut : Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.
 
Keselân: Ağırlık
 
Cereyân : Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma. * Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.
 
Musahhar : Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış.
 
Tahakküm : (Hüküm. den) Tekebbür, zorbalık etmek. Zorla hükmetmek.
 
Muavenet : Yardımcılık. Yardım. Teâvün.
 
Mütecaviz : (Cevâz. dan) Hücum eden, tecüvüz eden. Haddi aşan, geçen. * Sataşan, saldıran. * Sarkıntılık eden. * Çok, fazla.
 
Kıyas : Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek. * Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak. * Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid illetten dolayı, diğerinde de ictihad ile izhâr etmektir.
 
Ma’ruf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma’ruf)
 
Emr-i bi’l- ma’ruf – Neh-yi ani’l-münker : Dinin emirlerini, Kur’âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men’edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men’edip yaptırmamağa sevketmek.
 
 
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
 “Ellezine iza esabethüm müsiybetün kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun : O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz ALLAH’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.” (Bakara 2/156)
 
 
قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Kalâ rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekunenne minel hâsirîn : (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf 7/23)
 
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
 
Ellezi halekani fe hüve yehdin. Vellezi hüve yut’imüni ve yeskiyn. Ve iza meridtü fe hüve yeşfin . Vellezi yümitüni sümme yuhyin . Vellezi at’meu ey yağfira li hatiy’eti yevmeddin . Rabbi heb li hukmev ve elhikni bis salihiyn . Vec’al li lisane sidkin fil ahirin . Vec’alni miv veraseti cennetin neiym . Vağfir li ebi innehu kane mined dallin . Ve la tuhzini yevme yüb’asun . Yevme la yenfeu malüv ve la benun . İlla men etellahe bi kalbin selim  :
Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur.
Beni yediren, içiren O’dur.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.
Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O’dur.
Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.
Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.
Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.
(İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.
O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.
Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (Şuarâ 26/78-89)
 
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Kale innemâ eşku bessî ve huznî ilâllahi ve a’lemü minellahi ma la ta’lemûn : (Ya’kub:) Ben gam ve kederimi sadece ALLAH’a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri ALLAH tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.” (Yusuf 12/86)
 
 
هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ
“…hazâ min ameliş şeytan innehu adüvvüm müdillüm mübin : …Bu şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman, dedi.” (Kasas 28/15)
 
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve mâ überriü nefsi innen nefse le emmaratüm bis sui illa mâ rahime rabbi inne rabbi ğafurur rahiym : (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf 12/53)
 
 
إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“İn tüazzibhüm fe innehüm ibadük ve in tağfir lehüm fe inneke entel azizül hakim : Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin» dedi.” (Mâide 5/118)