AÇIKLAMALAR


Muhiddin-i Arabî hazretlerinin hâl tercümesini yazmıyoruz.
Büyük İnsan. . .
Büyük Velî. . .
O kadar. . .

Büyük insanların şeceresini söylemeğe hacet yoktur.
O, olduğu gibi büyük insan’dır.
Büyük insan demek, âdemiyet hamulesiyle görünmek hünerinin sırrına ermiş insan demektir.
Dünya yüzünde çok büyük insanlar vardır.
Bunların heybeleri büyük bir fazilet ve hakiki insanlık tezahürleriyle doludur.
Onları örselemeden muhafaza etmek lâzımdır.
Örselememek de büyük bir edeb ve inanma kabiliyetidir.
Değişik bir kadere ve kimseye nasib olmayan meziyetlere sahip olanların etrafında görülen hayranlıklardan, kinden, hasedden ve itiraf edilmemiş arzulardan örülmüş bir boşluk, bir çember husule gelir..
Bu gibiler hakkında söylenen sözler, kimseye benzemeyen kaderleri, zamana hikâye hâlinde gelir, efsaneleşirler.. .
Nasip olmuştu.
Kabirlerini ziyaret etmiştim.
Şam’da Muhacirin Camisinde medfundurlar.
Onun gümüş parmaklıkla çevrili sandukasının altında yatan cesedi dünyaya gözlerini yummuş, göçmüş amma. . .
Çok şeyler fısıldar insana …
Bu fısıltıyı duymağa çalışmalıdır.
Arabî hazretlerini az çok bilenler bu kitabı; okuyacaklardır.
Bu büyük Velî, Resûlü Ekrem’in hususi velâyetine mazhar olmuştur.
Bundan dolayı da “Fütuhat-ı Mekkiye” kendilerinden sudur etmiştir.
İşte Fütuhat-ı Mekkiye’nin son kısmına ilâve buyurdukları NASİHAT’lerini kudretimiz derecesinde tercüme ettik. . .
Yâni anlayabildiğimiz kadar Türkçeleştirdik. . .
Kalbleri Resûlü Ekrem’e selât getirenler okusunlar diye. . .
Bizden okuyanlara selâm olsun!..
Onlar da bize dua ederlerse memnun ve me’srur oluruz. . .
Bizim sözümüz bitti.
Şimdi Arabî Hazretlerinin vâsiyetleriyle sizleri baş başa bırakıyoruz. . .

“İlim bir noktadır. Onu çoğaltan Câhillerdir.”
Câhil, ALLAH’tan ve Resûlü Ekrem’den haberi olmayanlardır.
“EUZU” Buradaki “ELİF” Kovulmuş şeytandan ALLAH’a sığınırım. Besmele de “BE “ harfinden ibarettir.

Hamd kelimesinin Türkçede ve bütün diğer dillerde karşılığı yoktur.
Kur’âna ve İslama mahsus bir kelimedir.
Hamdın sırrına ermek çok güçtür.
Herkes bilirim der amma …
Bilemez.

Hamdın Makamı,
1- Bitmez tükenmez nimetleri veren ALLAH’ın makamıdır
2- Bu makamdan faydalanmasını bilenin makamdır.
Bu da Resûlü Ekrem’in “MAKAM-I  MAHMUD” udur.
Bu makamdan sonra Velîlerin, Âriflerin, Âlimlerin makamı gelir…
Bu makam, kendi kendini tanıma, nefsine hâkim olma sırrına erenlerin makamıdır.
“BEN İNSANIN SIRRIYIM, İNSAN BENiM SIRRIM” Kudsî Hadis’inin mânasına erişmiş olanların makamıdır.
Bu makamda Hamd’ın sırrına vardır.
Hamd etmek nasibine eren “LİVAİ’L- HAMD” altında toplananların, Şefaat-i Resûl’e kavuşacakların makamıdır.
EL HAMD, buradaki “EL” hani herkesçe bilinen veya bilinmesi lâzımgelen, insanlık âlemine ışık tutan O,meşhur “HAMD” var ya işte O asıl HAMD’dır…
Hamd ile insan cehennem azabından kurtulur.
Bu HAMD yalnız ALLAH’a mahsustur.
Bir salihin, yangında dükkânı yanmış, “HAMD” etmiş.
Otuz sene tevbe etmiş.
Burada şükretmesi lâzımdı.. .
HAMD, Ruhun muvakkat bulunduğu ve rızk alan cesedin haykırışıdır.
Toprağın HAKK’a hamd’ı vardır,
Bu Hamd’le Cehennemden kurtulunûr.
Şu Hamd’ı öğretmek için Resûlü Ekrem teşrif etmiştir.
Şükrü Ruh ezelden bilir.
Şükür doğrudan doğruya “ZATULLAH”’a râcidir.
Hamd onu tanıtan, Resûl’den ALLAH-ü Zül Celâl’e çevrilir.
Dünyadaki bu Hamd’ın ifadesi Şefaat-ı Resûlullah ile karşılanır
Kur’ân-ı Kerim “SIRAT-I MÜSTAKIYM” den bahseder, İslamın en büyük, en doğru yoludur.
Maddî varlık: El ile tutulan, gözle görülebilen, tecrübesi mümkün olan varlıklardır.
Manevî varlık: Akla ilk önce burada ruhlar, melekler ve bir de ALLAH gelir …
Maddi ve mânevi varlık bir terazinin iki kefesi gibi bir birini tamamlar.
Refah ve saadet bu iki varlığın ahenk ve muvazenesinden doğar. Bu iki varlığı ALLAH’ın eseri olarak kabul ederek, bunları birbirine karıştırmamak en doğru yoldur.
Bu basit mânada Sırat-ı Müstakiym’dir.
İnsanları her iki âlemde refah ve saadete ulaştıran en doğru ve en kısa yol Sırat-ı Müstakiym’dir.
İmân, ilim ve âmel yoluyla bu yola girilir . ..
Kur’ân’ın gayesi, insanları iki âlemde de refah ve saadete kavuşturmaktır.
Konusu da Sırat-ı Müstakiym’dir.
Onun için islâm dininin temel prensipleri “EUZU” Besmele ve Fatiha’da derlenip toplanmıştır.
İmân, akıl hududu içinde olanların, akıl hududu dışında bir kaynaktan gelmekte olduğu şuûruna erebilmektir.
İlim, akıl hududu içindeki tabiî, ruhî ve içtimaî olayların kesin kanunlarını görebilmektir.
Amel, imâna ve ilme dayanan iradeyi harekete geçirmek, çalışıp çabalamak, gayeye giden yolda sarsıntısız yürüyebilmektir.
Bunlara insan ince bir anlayış, derin bir kavrayış, yüksek bir şuûrla varabîlir.
İşte bu, Sırat-ı Müstakiym’dir.
İmansız ilim insanı tahribe götürür.
İlimsiz yaşanabilir fakat imansız hayat mümkün değildir.
Bâzılarının ilme tapmaları bir dalalettir.
Bunları Cenab-ı HAKK hayatlarının sonunda elleri boş bırakır …
İlim ve imân bir birini tamamlamak için yaratılmıştır.
Din demek, Cennet ve Cehennem demek değildir.
Cennet ve Cehennem sadece bir mükâfat ve mücazattan ibarettir.
Dinin amacı: ALLAH’ın nimetlerini, ALLAH’ın rızasını kazanmaktır.
Akıl hududu ötesindekilere akıl erdirmeğe çalışmak bir taşkınlık, akıl hududu içinde olanlara da akıl erdirmekten acze ve ümitsizliğe düşmek bir şaşkınlıktır.. .
Bunların her ikisi de uçurumdur.
Tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır:
Kur’ân dili ile birincisi dalalet, ikincisi cehâlettir.
Kitaplara inanmanın, imânın şartlarından olmasının sebebi:
Semâvî Kitapların akıl sınırı ötesinden Vahiy yoluyla haber getirmiş olmasındandır.
Esas olarak Dört Peygambere indirilen dört Semâvî kitap vardır:
1- Tevrat Musa aleyhisselâm’a,
2- Zebur Davud aleyhisselâm’a,
3- İncil İsa aleyhisselâm’a,
4- Kur’ân-ı Kerim Resûlü Ekrem sallALLAHü aleyhi ve sellem’e.

Ayrıca Âdem, Şit, İdris, İbrahim Peygamberlere sahifeler indirilmiştir.
İnsanların sorumluluğunun sebebi Peygamberler ve kitapları değildir.
Akıl ve şuûrdur.
En büyük kitap, Kitab-ı Kâinat’tır.
Semâvî kitaplar, insanlara hem akıl sınırı ötesinden haber getirmekte ve hem de ilim ve irfana verdiği önemle akla kılavuzluk etmektedir.
”Bize Peygamber gelmedi, bizim haberimiz yok!” gibi iddialar bir şey ifade etmez.
Kâinata bakan insan, şuûru ve aklı ile her şeyi bulur.

Öldükten sonra dirilmek:
Bu tamamen akıl sınırı dışında kalan, doğrudan doğruya Külli İrâdeyi ilgilendiren bir problemdir.
Bununla beraber bu fâni dünyanın sonu geleceğine, kıyametin kopacağına dair akla hitaben işaretler mevcuttur.
Ruhla can, ayrı ayrı varlıklar ve olaylardır.
Can fizyolojik bir olaydır.
Can hücrenin hareketini sağlar.
Ruh ise, fikir, duygu, irâde hayatı demektir.
Ruhlar ölmez ve yok olmaz.
Amma canlar ölür ve yok olur.
Âhirette bu yok olan canlar dirilecek, ruhlar da bu dirilen canlarla birleşecektir.
Can’a suâl yoktur.
Çünkü şuûru yoktur.
Cesette Ruhun durması için bir vasıtadır.
Hastalıklar bu cana arız olur.

Kader, ALLAH’ın takdir ve arzusudur.
Takdir, insanların akıl ve irade-yi cüz’iyyelerini şer veya hayır yolunda kullanmalarından sonra başlar. . .
Ve kullanmayı değerlendirmek için yapılır.
ALLAH’ın takdiri mutlaktır. Ve hiç bir kayıt ve şarta tabi değildir. Şâyet bir kul, henüz buluğ çağına gelmemiş, akıl ve irade-yi cüz’iyyesini hayır ve şer yolunda kullanmağa başlamamış ise, ALLAH neyi takdir edecek, neyi değerlendirecektir.
Çocuk çağında ölenlerin masum sayılması, bir sorguya tabi’ tutulmaması işte bu sebebtendir.

Büluğ çağında olan kula, Cenab-ı ALLAH’ın öğrenmek fırsatını vermesi bir ikramdır. Ana ve babanın çocuklarına telkin yapıp, Dini anlatmamaları bundan suç sayılmaktadır.
Alın yazısı demek, kulların irade-yi cüz’iyyelerini nasıl kullanacaklarını, sonunun ne olacağını ALLAH’ın önceden bilmesidir.
ALLAH, ezeli de, hâli de, ebedi de bilir.

Amma kullarının akıl ve irâdelerini serbestçe kullanmalarına da asla müdahale etmez.
Müdahale ettiği takdirde sorumluluk sebebi ortadan kalkar.
Cennet ve Cehennem’in mânası kalmaz.
Şimdi Muhiddin-i Arabî hazretlerinin izniyle ben söylüyorum:
Bunlara karşılık asrımızın ideolojileri, madde ile ruhu birbirine düşman yapıp çarpıştırma çârelerini aramaktadır.
Yâni bu, HAKK’a isyandır.
Dünyada ahenksizliğin en önemli sebebi, Ruh ile maddenin birbirine düşman yapılmasından başka bir şey değildir.
 
 
 
 
Âdemiyyet : İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
 
Hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.
 
Meziyet : (Meziyyet. C.) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları.
 
Sanduka : Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu hâlde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan yapılır, baş ve ayak uçlarına taş dikilerek baştakinin üzerine kitabe yazılırdı. (O.T.D.S.)
 
Velâyet : Veli olan kimsenin hâli. Velilik, dervişlik. * Dostluk. * Sadakat. * Başkasına sözünü geçirmek. Bir şeye kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olmak. (Bak: Veli)
 
Fütuhat : (Fütuh. C.) Fetihler, zaferler, galibiyetler.
 
Me’srur : Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
 
Livai’l- Hamd : Hz. Peygamber’in (A.S.M.) bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
 
Makam-I  Mahmud : (Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam.
 
Mahzar : Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. * Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
 
 Muvakkat : Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan.
 
Sudur : Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. C.) Göğüsler, sadırlar.
 
Teşrif : Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.
 
Râci : rücu’ eden, dönen. Ulaşan.
 
Sırat-I Müstakıym : En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah’ın râzı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve sâlihlerin, sıddıkinlerin gittikleri meslek.
 
Muvazene : Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek. * Düşünmek. * İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.
 
Tahrib : (C.: Tahribât) Harab etme, edilme. Yıkma. Bozma.
 
Dalalet : İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. ALLAH’a isyankâr olmak. * Şaşkınlık
 
Mücazat : Cezâ. Suçlara karşı verilen karşılık. * Karşılık.
 
Mükâfat : (Kifâyet. den) Bir hizmet veya muvaffakiyete ve iyiliğe karşı verilen karşılık. * Berâberlik. * Takdirnâme.
 
Acz : Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. * Zarardan korunmak gücünün olmaması.
 
Külli İrâde : İrade-yi Külliye. Allah’ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.
İrade-yi Cüz’iyye : Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
 
Büluğ çağı : Erginlik. Olgunluk. Çocukluk devresini tamamlayıp ergenliğe geçiş. Ergenliğe ulaşan genç, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi farzlarla mükellef (yükümlü) olur. * Yaklaşıp çatma.
 
Telkin : (C.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.