4- Bâb-ı râbı’ : DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-1

BÂB-RÂBI’
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
 
 
Bu Bâb Tarîkat Makâmların Bayân Kılur:
Bu bölüm Tarîkat Makâmlarını anlatır-açıklar:
 
İmdi azîz ı men!
Bilgin kim Tarîkat’un evvel makâmı pîrden el alup tevbe kılmakdur:
 
Şimdi benim azîzim!
Bilmen gereken şu ki, Tarikatın İlk Makamı Pîr’den el alıp Allah Teâlâ’ya tevbe etmektir.
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
….…. وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا
 
    “Va’tesumu bi hablillahi cemiav….: Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın;….” (Âl-i İmrân 3/103)
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
… تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا
 
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
    “Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire ‘ankum seyyiatikum ve yudhilekum cennatin tecriy min tahtihel’enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me’ahu nuruhum yes’a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke ‘ala kulli şey’in kadiyrun. : Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de, «Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin» derler.”  ( Tahrîm 66/8)
 
Pes kul yavuz hâldan dönicek  tevbe veren Çalap kendüsidür:
Şu da var ki, insanı kötü hâllerden döndürecek tevbeyi de verecek ve kabul edecek de olan Allah Teâlâ kendisidir:
 
 
…. …. ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ
 
وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
    “Ve ales selasetillezine hulifu hatta iza dakat aleyhimül erdu bi ma rahubet ve dakat aleyhim enfüsühüm ve zannu el la melcee minallahi illa ileyh sümme tabe aleyhim li yetubu innellahe hüvet tevvabür rahiym : Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.” (Tevbe 9/118)
 
Pes imdi iy mü’minler ! Tevbeyi şöyle kılmak gerek kim anda acab olmaya lîkin şöyle kılmak gerek kim menfa’at gele zîre kim tevbe kılmaklık peşîmanlıkdur ve peşîmanlıgun asası budur kim: yitmiş yıllık günâh bir özre satılur. Pes imdi tevekkülile özri pîşe dutun kim hatâlarınuz az ola ve yüzünüz tâza ola.
 
Onun için ey mü’minler!
Tevbe etmekte gerekli olan aceba şüphesinin olmamasıdır.
Tevbe etmekten insana bir menfaat gelmelidir.
Zira tevbe etmek pişmanlıktır ve pişmanlığın sınırı o kadar geniş ki yetmiş yıllık günah bir özre satılır, bir özür dilemekle silinir.
Onun için teveküllün ile özür dilemeniz-tevbe istiğfarınız peşpeşe olmalı ki hatalarınız az ve yüzünüz tertemiz taze olsun.
 
Acab : Aceb. Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
 
Yavuz : Kötü.
 
Asa : Genişlik. Zuhur, meydana çıkma. Büyük kadeh.
 
 
İmdi iy mü’minler!
Hemîşe özür dilemek sizden kabûl kılmak Tanrı’dan:
 
Şimdi ey mü’minler!
Daima özür dilemek sizden kabul buyurmak da Allah Teâlâ’dandır.
 
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
… … وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ
 
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
    “Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel ‘alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce’alallahu likulli şey’in kadren. : Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talâk 65/3)
 
Hemîşe : f. Dâima. Her zaman.
 
Ve dahı şükür kılmak sizden, ni’matlarunuz arturmak Tanrıdan:
Ve dahi şüretmek sizden nimetlerinizi artırmak da Allah Teâlâ’dandır.
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
…. …. لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ
 
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
    “Ve iz teezzene rabbüküm le in şekertüm le ezidenneküm ve le in kefertüm inne azabi leşedid : «Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.» (İbrâhim 14/7)
 
Ve dahı sabır kılmak sizden hısâbsuz savâb virmek Tanrı’dan:
Ve dahi sabretmek sizden hesabsız sevab vermek de Allah Teâlâ Buyruğu:
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ…
 
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ
    “Kul ya ibadillezine amenütteku rabbeküm lillezine ahsenu fi hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hisab : (Resûlüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 39/10)
 
 
Ve dahı tâ’at kılmak ve şahâdat getürmek sizden uçmak içinde köşklerünüz yüceltmek Tanrı’dan:
Ve dahi Allah Teâlâ’ya ve Resûlullaha itâat etmek ve şehâdet getirmek sizden cennet içinde köşklerinizi yüceltmek de Allah Teâlâ’dandır.
 
Kavlu Tealâ:
 
هَلْ جَزَاء الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ
 
    “Hel cezaul ihsani illel ihsan. : İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?” (Rahmân 55/60)
 
Ve dahı yitmiş yıllık günâha özür dilemek sizden, kabûl kılmak Tanrı’dan:
Ve dahi yetmiş yıllık günaha özür dilemek sizden, tevbe-istiğfarınızı kabul etmek Allah Teâlâ’dandır.
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
… … وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ
 
… وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
    “Ve hüvellezi yakbelüt tevbete an ibadihi ve ya’fu anis seyyiati ve ya’lemü ma tefalun : O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (Şûrâ 42/25)
 
Pes ol Pâdişâh-ı Kerîm eydür kim:
Sonra O Keremi bol Padişah buyurur ki:
 
İy kullarım! Âdam- alayhi’s-salâm bir kez buyruk sıdı iki yüz yıl ağladı ve her dâyım bunı okurıdı:
Ey Kullarım!
Âdem aleyhisselâm bir defa Allah Teâlâ Buyruğunu kırdı ve bu yüzden iki yüz yıl ağlayıp daime şu âyeti okur idi:
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
 
قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
    “Kala rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirin : (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)
 
Sımak : Kırmak.
 
 Ve yine Hakk Ta’âlâ Hazratları buyurur:
 
… … وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ
 
وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
    “Ve hüvellezi yakbelüt tevbete an ibadihi ve ya’fu anis seyyiati ve ya’lemü ma tefalun : O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (Şûrâ 42/25)
 
 
 
 
Pes bu kadar göz yaşın dökdi, andan suçın bagışladum. Pes sizler dahı yitmiş yıllık günâha bir kez özür dilen afv kılayım; zîre kim afv kılıcı benden. dir.
“ Sonra bu kadar göz yaşını döktü bu yüzden suçunu bağışladım. Sonra sizler yetmiş yıllık günaha bir kez özür dileyin ki avf edeyim. Zirâ affetmek Benden!” der.
 
Ve eğer âsîlardan bir günahkârı yargılamadan kosam rahmatum belürmeyeydi; dir:
“Ve eğer isyankârlardan bir günahkârı yargılamadan yanına bıraksaydım rahmetimin varlığı nasıl ortaya çıkacaktı!” der.
 
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
 
فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ…….
 
س وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
    “Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dini min harac millete ebiküm ibrahim hüve semmakümül müslimine min kablü ve fi haza li yekuner rasulü şehiden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekiymüs salate ve atüz zekate va’tesimu billah hüve mevlaküm fe ni’mel mevla ve ni’men nesiyr : Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac 22/78)
 
 
Ve hem dünyede bir nesne eksürk yaratsam kâdırlıgum olmayaydı; dir.
 Ve hem Dünyada bir şey eksik yaratsaydım benim El Kâdir oluşum nasıl olacaktı?” der.
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ…
 
فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ
    “Fekaderna feni’melkadirune. : Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür!” (Mürselât 77/23)
 
Kâdir : Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.)
 
 
Ve hem uçmakda bir nı’mat eksürk olsa uçmagum tamâm olmayaydı; dir.
Ve hem cennetde bir nimetim eksik olsa cennetim nasıl tamam olurdu?” der.
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
عُقْبَى الدَّارِ
 
وَالَّذِينَ صَبَرُواْ ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ
    “Vellezine saberubtiğae vechi rabbihim ve ekamus salate ve enfeku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetev ve yedraune bil hasenetis seyyiete ülaike lehüm ukbed dar : Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (Ra’d 13/22)
 
Ve hem Nûh paygambar’un – alayhı’s-salâm –  bir du’âsı mustacâb olmayaydı, cümle du’âlar icâbat olmaduk olaydı, dir:
Ve hem Nuh Peygamberin (aleyhisselâm) bir duası kabul edilen dua olmasaydı, bütün dualar kabul olunmayacaktı!” der.
 
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:
 
 
فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
 
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
    “Ve le kad nadana nuhun fe le ni’mel müccibun : Andolsun, Nuh bize yalvarıp yakardı. Biz de duayı ne güzel kabul ederiz!” (Sâffât 37/75)
 
Mustacâb : Müstecab.  Hoş görülen. * İstediği kabul edilen. İcâbet olunmuş.