36. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : Gavsı Azam Abdulkadîri Geylânî (kaddasallahu sırrehu)’nun Salâvâtı (1)

Gavsı Azam Abdulkadîri Geylânî (kaddasallahu sırrehu)‘nun salâvâtı:

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin essâbiki lilhalki nûruhu     Ve rahmeten lil’ âlemîni zuhûrûhu     Adede men medâ min halkike     Ve men beka ve men saîde minhum ve men şekâ     Salâten testâgrikul adde ve tuhîtu bil haddi     Salâten lâ gâyete lehâ velâ mühteha velâ inkidâe     Salâten dâimeten bi devâmike    Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesiren misle zâlike.

MÂNÂSI: ALLAH’ım! Nûru mahlûkattan önce yaratılan (ilk halk), zuhûru âlemlere rahmet olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e; geçmiş ve gelecek mahlûkatın sayısınca, kullarından saîd (ehli tevhid, mutlu) olanlar ve şâki (inkârcı, bedbaht, mutsuz) olanlar sayısınca salât-ü-selâm getir! Rahmetini ihsân eyle, teslimiyet ve istikamet ulaşımımıza vesile kıl! Öyle bir salât ki sayılar, içinde gark olsun (sayıları, adedleri yutsun) ve hadleri (hudud, sınır) ihata etsin (kapsasın, içine alsın). Öyle bir salât ki sınırı (gayesi) ve sonu (nihâyeti) olmasın, asla kesilmesin! Senin sonsuz ebedîliğiyin devâmınca bir salât! Ailesine ve ashabına da böylece, çokca, tam bir şekilde selâmla, selâmette kıl rahmet ihsân eyle!



4) 36. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Gavsı Azam Abdulkadîri Geylânî (kaddasallahu sırrehu)’nun salâvâtı:

TÜRKÇE OKUNUŞU: Allahümme salli ve sellim alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin essâbiki li’l-halki nûruhu Ve rahmeten li’l-âlemîni zuhûrûhu  Adede men medâ min halkike Ve men beka ve men saîde minhum ve men şekâ  Salâten testâgriku’l-adde ve tuhîtu bi’l- haddi   Salâten lâ gâyete lehâ velâ mühteha velâ inkidâe  Salâten dâimeten bi devâmike   Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesiren misle zâlike.

KISACA MÂNÂSI: ALLAH’ım! Nûru mahlûkattan önce yaratılan (ilk halk), zuhûru âlemlere rahmet olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e; geçmiş ve gelecek mahlûkatın sayısınca, kullarından saîd (ehli tevhid, mutlu) olanlar ve şâki (inkârcı, bedbaht, mutsuz) olanlar sayısınca salât-ü-selâm getir! Rahmetini ihsân eyle, teslimiyet ve istikamet ulaşımımıza vesile kıl! Öyle bir salât ki sayılar, içinde gark olsun (sayıları, adedleri yutsun) ve hadleri (hudud, sınır) ihata etsin (kapsasın, içine alsın). Öyle bir salât ki sınırı (gayesi) ve sonu (nihâyeti) olmasın, asla kesilmesin! Senin sonsuz ebedîliğiyin devâmınca bir salât! Ailesine ve ashabına da böylece, çokca, tam bir şekilde selâmla, selâmette kıl rahmet ihsân eyle!

—“Allahümme salli ve sellim alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin essâbiki li’l-halki nûruhu “
ALLAHım Seyyidimiz ve Efendimiz Peygamberimiz MuHaMMeD aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm’a salâtu selâm ediyoruz ki en halkın en önde olanıdır.
İlk halkedilendir.
“Li’l-halk” 
halk içinde ilk halkedilendir.
O’nun nuru, O’nun nurundan yaratılan Külli ŞEY’den öncedir, en önde olandır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur.
Câbir bin Abdullah radiyallahu anhu’dan:
“Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nurundan (Nurullah) senin PEYGAMBERİNİN NURUnu yarattı.” Ve şöyle buyurdu:
“O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki:
“ALLAHu Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı:
İlk parçadan KALEMi yarattı.
İkinci parçadan LEVH’i yarattı.
Üçüncü parçadan ARŞ’ı yarattı.
Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı:
İlkinden GÖKleri yarattı.
İkincisinden YERi yarattı.
Üçüncüsünden CENNET ve CEHENNEMi yarattı.
Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı:
Birincisinden mü’minlerin GÖZlerinin NURUnu yarattı.
İkincisinden KALBlerinin NURUnu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir.
Üçüncüsünden DİLlerinin NURUnu yarattı ki o da Kelime-yi Tevhiddir….”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

—“Ve rahmeten lil’ âlemîni zuhûrûhu”
Onun zuhuru âlemlerin zuhuru olmuştur. Rahmet olmuştur âlemlere.

—“Adede men medâ min halkike”
Onun Adedi kadar olsun ki “medâ min halkike” Senin halkından kim geçmişse bu güne kadar.

—“Ve men bekâ ve men saîde minhum ve men şekâ“
“Ve men bekâ” bundan sonra kim gelecekse, kalmışsa “ve men saîde minhum ve men şekâ” bunlardan kim saidse,

Said: dâimiyet aynıyetine sahip olan kimsedir. ALLAH celle celâluhu kendisini sevmiş, O’nun rızasına ermiş, âhireti için çalışan, mes’ud, mübarek, bahtiyar ve saadetli kişi.

Şeka: Bedbahtlık, kutsuzluk olup Şâki kudretullahı kendinde gören ve her çeşit günahı işleyebilen eşkiyâdır.

Bundan sonra gelecek insanlardan said ve şâkilerinin sayısı kadar olsun.
Çünkü hepsi O’nun nurundandır.

—“Salâten testâgrikul adde ve tuhîtu bil haddi”
Evet. Onların sayısı kadar öyle bir salât ki “testâgriku’l- adde” içinde kaybolacak kadar çokça ve garkedercesine.
“ve tuhîtu bi’l- haddi” hududları , “haddi” hadleri, “tuhitu” yani ihata eden, hududu bulunmayan bir deniz gibi, sonsuz olsun.

—“Salâten lâ gâyete lehâ velâ mühteha velâ inkidâe”

Bu salâtımızın yukarda bi şeye dikkat ettiniz mi?

“ve tuhîtu bil haddi“ adedler, sayılar “salâten testâgrikul adde”, Bir, iki , üç…, beş gibi saymaların tümü o salâtın içinde kaybolsun gitsin ve bunun haddi hududu da olmasın.
Sayıları adedleri yutsun.
Hadleri hududları sınırları içine alsın, ihata etsin, kapsasın, yok etsin.
Yani zamansız-mekansız şeye iklime çekiyor.
Öyle bir salât ki “lâ gâyete” bir gayesi olmasın. “lehâ” ona bir gaye bulunmasın.
“velâ mühteha” 
nihayeti de olmasın.
Başlangıcı gayesi olmasın sonucu da olmasın.
“velâ inkidâe” 
asla enkaz olmasın. Enkaz ve harap olup yıkılmasın, sonsuz, yani kesilmesin salât .
Öyle bir salât ki,

—“Salâten dâimeten bi devâmike”
Senin devamınca dâim olsun bu salâtımız. Senin Ebediliğince yani “Allahu Zul Celâl”in.

—“Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesiren misle zâlike.”
Kendisine, ondan olanlara ailesine, ashabına da sonsuz olsun.
Böylece “zâlike” “misle zâlike.”
Bunun benzeri aynen onlara da olsun.
Tam bir TESLİM şekilde olsun.
Selâm olsun, selâmetle olsun, teslimen olsun.
İkiside selâmdır.
Selâm “ve sellim teslima” ikiside selâmdır ama birisi başlangıçtaki “es selâmüalaeyküm!” diğeriyse sonuçtaki Dâru’s- Selâm, hatta ondan sonraki direkt Es Selâmın zuhurudur.