35. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : Gavsu’l-Azam Abdülkadîr Geylânî (kaddasallahu sırrehu)’nun Salâvâti’l-Kübrası

Gavsu’l-Azam Abdülkadîr Geylânî (kaddasallahu sırrehu)‘nun Salâvâti’l-Kübrası:

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim efdale salâtike     Ve evfâ selâmike     Salâten ve selâmen     Yetenezzelâni min ufuki künhi bâtınıizzâtî ilâ feleki semâi mezâhiril esmâi vessıfâti     Ve yertekiyâni inde sidreti müntehâl ârifine ilâ merkezi celâlî’n-nûri’l-Mübîn     Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike ve Resûlike ilmi yakînil ulemâirrabbâniyyîn     Ve ayni yakînil hulefâirrâşidîn Ve hakki yakînil enbiyâil mükerramîn     Ellezî tâhet fi envâri celâlîhi ülûl azmi minelmürselîn     Ve tahayyerat fi derki hakâiki uzemâi melâiketil müheyminîne münezzelin aleyhi fi’l-Kur’âni’l-Azîm     Bilisânin arabiyyin mübîn     Lekad mennallahu alel mü’minîne iz bease fihim Resûlen min enfüsihim yetlu aleyhim âyâtihi ve yüzekkîhim ve yuallimuhumul kitabe vel hikmete ve in kânu min kablu lefi dalâlin mübîn. 

MÂNÂSI: “ALLAH’ım! En fazîletli salâtınla ve en vefâlı selâmınla salât ve selâm et! Öyle bir salât ve selâm ki o ikisi, Zâtıyın bâtınının ufuk-u künhünden (özünün özünden, nihâyetinden), sıfat ve Esmâların mazhariyet semâsının feleki (eşyânın ilk oluşum noktası, yörüngesi) ne inen; Ârif lerin sadrının nihâyetine (sidret-i müntehasına, irfânlarının son ucuna, akdes noktasına) EL MÜBÎN (celle celâlehu)’nun Celâl nûrunun merkezine (Nûr-u Muhammed) yükselen, bir salât ve selâm olarak Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e olsun! O zât ki Rabbânî Âlimlerin ilme’l-yakinince (yakîne ulaşan ilimlerince), Raşid Halifelerin ayne’l-yakînince (yakîni görüşünce, aynînca) ve mukarreb (Zâtına yakın) peygamberlerin hakke’l-yakînince (hak olan yakınlarınca), kulun peygamberin ve Resûlündür! O, öylesine bir zât ki O’nun Celâl nûru içinde (hususunda), mürsellerden (peygamberler v.d.) ulü’l-azm (ALLAH’ın emirlerine ve muradına en ziyâde dikkat gösteren Azîm (kesin niyet) sahibi peygamberler ki Nûh (aleyhisselâm), İbrâhim (aleyhisselâm), Musa (aleyhisselâm), İsa (aleyhisselâm)) olanları bile ıssız çölde kalmış gibi yolunu şaşırır; kendisine EL MÜHEYMİN’in (celle celâlehu) (hep HAYY ve her korkudan emin kılan : Hayy aman!) Azîm (ulu) meleklerince açık seçik beyân edici Arabça bir lisanla indirilen Kur’ân-ı Azîm’de O’nun hakikatlarını (Hakikat-ı Muhammedîyye) anlama (kavrama) hususunda (herkesi) hayretlere düşüren Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)!”

         “ALLAH, mü’minlere, aralarında kendilerine ALLAH’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulundu. Oysa, bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler!” (Âl-i İmrân 3/164)

 

1) GİRİŞ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz.
Çift, ana-baba yani iki dedesi de Ehl-i Beyt aleyh’i-selâm.
Erkek tarafından gelen iki baba. İkisi de ehlibeyt.
Hasanî ve Hüseynî.
Annesi Hüseynî, Hüseyin aleyhisselâm soyundan.
Baba Hasan aleyhisselâm soyundan.
Çift ehlibeyt yani Ehl-i Beyt Şerif ve Seyyid..
Abdülkadîr Geylânî gavstır, gavsu’l- azam.
Mesellerin derinliğine dalabilen, hakaik ve dakiklerini, hakikat ve inceliklerini dalıp çıkarabilen, bir işin hasıl olmasında gereken gayret Muhammedi gayret ve himmeti elinde tutan bir zât, bir Allah Dostu.
Kendisinin ifadesine göre on altı bin âleme mazhar olduğunu söylemiştir ve doğrudur da.
Salâvatları vardır.
Siirtli Hocam onları çok sever ve okurdu.
Bunlar kısa salâvatlardır kendisinden gelen.
Bizim muhammedinur sitemizdeki 35. Salavatı, Salavat-ı kübrâsıdır, Büyük salâvatıdır.
Burada Abdülkadîr Geylânî Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz erişilmez Muhammedî İrfanıyla nice sırlar buyurmaktadır.
Elbette GÖNÜL işidir ve gönlün gülümsemesi ve göz yaşı YAZıdır ki, görebilen ve okuyabilenler İÇİndir..

2) ABDÜLKADÎR GEYLÂNÎ KADDESALLAHU SIRRAHULAZİZ’İN KISACA HAYATI

Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz (1078 – 1166)

İslâm âlimlerinin ve velîlerinin büyüklerinden Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz.
1078 yılında İran’ın Geylan şehrinde doğdu.
Künyesi, Ebu Muhammed’dir.
Muhyiddin, Gavs-ül-a’zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a’zam gibi lâkabları vardır.
Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost’tur. Hz. Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna’nın oğlu Abdullah’ın soyundandır.
Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir.
Bunun için Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz., hem seyyid, hem şerifdir.
Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz. 1166’da Bağdatta vefat etti. Türbesi Bağdattadır.
Onun için şu ibare meşhur olmuştur:

“Veliler Sultanı Abdülkadir Geylani, aşk ile doğdu, kemal ile ömür sürdü ve kemal-i aşk ile Rabb’ine vasıl oldu.”

Not: 1989 yılında Bağdad-kerbelâ üzerinden nasin olan Ümre Haccımda Türbesini ziyaret edip yatsı namazı sonunda her gece yapılan Yarım Devran denilen dizler üzere kalkarak tiz sesle: “Lâ İlâhe illâ ALLAH!” halak-yı ZİKRine de katılmıştım.
Türebesi içi kristal kaplıydı sadece gümüş kullanılmıştı.

Abdülkadir Geylânî, Bağdat’a geldi ve buradaki meşhur alimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti.
İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı.
Hocası Ebu Said Mahzumi’nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı.
Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi.
Bu iş için Bağdat halkı çok yardımcı oldu ve zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler.
Derslerine devam edenler arasında pek çok alim yetişti.

Abdülkadir-i Geylânî, bir müddet ders verip, hak ve hakikatı anlattıktan sonra, ders ve vaaz vermeyi bıraktı.
İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti.
Sonra sahralara çıktı.
Bağdat’ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı.
Bütün vaktini ibadet, riyazet ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı.

Devrinin ilim konusunda tek otoritesi olan Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz, tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu.
Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başladı ve bu hal altmış yaşına kadar devam etti.
Tasavvuftaki yoluna onun ismine izafeten “Kadiriyye” adı verildi ve O’ndan ilim ve feyz alan binlerce öğrencisi çeşitli memleketlere giderek İslamiyeti anlattılar.
Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz’e: “Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?” diye sordular.
Buyurdu ki: “Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım!”

ESERleri:
1) Günyet-üt-Talibin
2) Fütuh-ul-Gayb
3) Feth-ur- Rabbani
4) Füyuzat-ı Rabbaniyye
5) Hizb-ül-Besair
6) Cila-ül-Hatır
7) El-Mevahib-ur-Rahmaniyye
8) Yevakit-ül- Hikem
9) Melfuzat-ı Geylani
10) Divanu Gavsi’l A’zam bazı eserleridir.

3) 35. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Gavsu’l-Azam Abdülkadîr Geylânî kaddesallahu sırrahulaziz’in Salâvâti’l-Kübrası:

TÜRKÇE OKUNUŞU: Allahumme salli ve sellim efdale salâtike Resim Ve evfâ selâmike Resim Salâten ve selâmen Resim Yetenezzelâni min ufuki kunhi bâtıni’zâtî ilâ feleki semâi mezâhiri’l-esmâi ve’s-sıfâti Ve yertekiyâni inde sidreti munteha’l-ârifine ilâ merkezi celâlî’n-nûri’l-Mubîn Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Abdike ve Nebiyyike ve Rasûlike ilmi yakîni’l-ulemâi’r-rabbâniyyîn Resim Ve ayni yakîni’l-hulefâi’r-râşidîn Resim Ve hakki yakîni’l-enbiyâi’l-mukerramîn Resim Ellezî tâhet fî envâri celâlîhi ulû’l-azmi mine’l-murselîn Resim Ve tahayyerat fî derki hakâikihi uzemâi melâiketi’l-muheyminîne’l-munezzeli aleyhi fi’l-Kur’âni’l-Azîm Resim Bilisânin arabiyyin mubîn Resim Lekad mennallâhu ale’l-mu’minîne iz bease fîhim Rasûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihi ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l-kitâbe ve’l-hikmete ve in kânu min kablu lefî dalâlin mubîn.

KISACA MÂNÂSI: “ALLAH’ım! En fazîletli salâtınla ve en vefâlı selâmınla salât ve selâm et! Öyle bir salât ve selâm ki o ikisi, Zâtıyın bâtınının ufuk-u künhünden (özünün özünden, nihâyetinden), sıfat ve Esmâların mazhariyet semâsının feleki (eşyânın ilk oluşum noktası, yörüngesi) ne inen;
Ârif lerin sadrının nihâyetine (sidret-i müntehasına, irfânlarının son ucuna, akdes noktasına) EL MUBÎN (celle celâlehu)’nun Celâl nûrunun merkezine (Nûr-u Muhammed) 
yükselen, bir salât ve selâm olarak Efendimiz ve Sâhibimiz Muhammed salallâhu aleyhi ve sellem’e olsun!
O zât ki Rabbânî Âlimlerin ilme’l-yakînince (yakîne ulaşan ilimlerince), Râşid Halîfelerin ayne’l-yakînince (yakîni görüşünce, aynînca) ve mukarreb (Zâtına yakın) peygamberlerin hakke’l-yakînince (hak olan yakınlarınca)
kulun peygamberin ve Rasûlundur!
O, öylesine bir zât ki O’nun Celâl nûru içinde (husûsunda), mürsellerden (peygamberler v.d.) ulu’l-azm ~ALLAH’ın emirlerine ve murâdına en ziyâde dikkat gösteren Azîm (kesin niyet) 
sâhibi peygamberler ki Nûh aleyhi’s-selâm, İbrâhim aleyhi’s-selâm, Mûsâ aleyhi’s-selâm, Îsâ aleyhi’s-selâm olanları bile ıssız çölde kalmış gibi yolunu şaşırır;
Kendisine EL MUHEYMİN’in celle celâluhu (hep HAYY ve her korkudan emin kılan : Hayy aman!) Azîm (ulu) meleklerince açık seçik beyân edici Arabça bir lisanla indirilen Kur’ân-ı Azîm’de O’nun hakîkatlarını (Hakîkat-ı Muhammedîyye) anlama (kavrama) husûsunda (herkesi) hayretlere düşüren Muhammed salallâhu aleyhi ve sellem!”

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ

Resim—“Le kad mennallâhu ale’l-mu’minîne iz bease fîhim rasûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l-kitâbe ve’l-hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin): “ALLAH, mü’minlere, aralarında kendilerine ALLAH’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulundu. Oysa, bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler!”                                 (Âl-i İmrân Sûresi, 3/164)

ResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResimResim

“Allahümme salli ve sellim efdale salâtike “

“Allahumme salli” Allah’ım sall et “ve sellim” ve sellim et!
Arapça biliyorsunuz geriden tercüme edilir.
Sellim et, selâm et, silm et.
“Aklımızı silm et, kendimizi, Müslüman et!” demek.
“Mi, Mü” o, işi yapan-eden kılar, yani idare iştir Müdür idare edendir gibidir.
Müslim, silm olandır, selâm dileyendir, barışkan, sulhçu, itaatli, islâm, müslim olmak içerir..
Ham AKIL, aklını başına aldı mı Akl-ı SİLM denir.
Hiss-i selim. İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş hâli ile normal ve müsbet düşünce tarzı.

Hanif-Tek TEVHİD Dinimizin Temeli-Bânisi İbrahim aleyhisselâm için:

إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

—“İz câe rabbehu bi kalbin selîm(selîmin) : Çünkü Rabbine halis bir kalb ile gelmişti.” (Sâffât Sûresi, 37/84)

Kendisine verilen AKIL Nuru Ni’metine HAKKı DUYup HAYRa UYmaya İSLÂM Dinini tercih edenlere:

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

—“İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm(selîmin) : “Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelenler başka.”                    (Şuarâ Sûresi, 26/89)

Sâlim ise; sıhhatli, sağlam, noksansız, eksiksiz, her türlü tehlikeden uzak olan, emin ve korkusuz olandır.

Selâm, Muhammedi melâmette en son merhaledir.
Es Selâm Esmâullah.. Kökü masdar olan tek esmâdır.
Es Selâmü : Selâm, selâmet ve esenlik sahibi. Fâni, gelip geçici olmaktan, ayıp, âfet ve zevâlden beri’ ve selâmette olan. Her selâmetin menbağı ve selâmete erdiren… Mutlak eman, sulh ve teslim kaynağı olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.

Bununla ilgili Kur’an-ı Kerim’de çok âyetler vardır. vardır. “Darus Selâm”.

لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

“Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne) : Rableri katında selâm yurdu (cennet) onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.” (En’âm Sûresi, 6/127)

“Onlar orada boş konuşmazlar”.
selâmen selâmâ: Söyledikleri hep “selâmen selâma”dır. Hep Es Selâm, Es Selâm.

إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا

“İllâ kîlen selâmen selâmâ(selâmen) : Sadece “selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler.– Söylenen yalnızca:
“Selâm size, selâmette olun, selâmete erdiniz.”

Rablerinden kendilerine: “Selâmun kavlen min rabbin rahîm”. Es selâm vardır.

سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ

—“Selâmun kavlen min rabbin rahîm (rahîmin) : Çok esirgeyen Rabb’dan onlara bir de sözlü “Selam” (vardır).”    (Yâ-Sîn Sûresi, 36/58)

Yine cennetul ve uyunun vardır.
Burada ve orada cennetun ve uyn vardır.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ

“İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûn(uyûnin) : Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve UYUN-pınar başlarındadır.” (Hicr Sûresi, 15/45)

A’yan-ı Sabiteler, AYNlar-UYUNlar..

Tüm bunlar zâhir ve bâtındaki Es Selâm zuhurlarıdır.
Es Selâm zuhurlarıdır.
Zâhirdeki es Selâm zuhuru açıkça Müslüman oluştur, İslam oluştur.
SELL.. SiLM.. TESLİMİYYET.. İSLÂM OLuş..

“Sall” ise İSTİKAMET-tir.
Buradaki “ve sellim” teslimiyet , “salli ” 
de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in samedi, zâhir ve bâtın lütfu kendisinde sahip olarak bulundurduğu “samedi sall”dır. Rasûliyet, kendisinde rüşde kavuşulandır.
Yani insan için son olandır.
Dolayısıyla burda istikamet vardır.

“Allahumme salli ve sellim efdale salâtike”
Senin en fazla, faziletli salâtınla fazl olan, lütfu keremin olan salâtınla selâm eyle SELL eyle, SALL eyle, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e.
Buradaki fazl insan için İMANındaki, inancındaki AMEL, AHLÂK ve HÂL
lerindeki üstünlük, ALLAH celle celâluhu içinse İHSANdır. Mârifet üstünlüğüdür.
Kısacası fazlalıktır yani.
Salâtike, Senin saltının en efdalinden selâm ve sall et bizim için, Teslimiyyet ve İstikamet SILAsına SALL nasip et!

“Ve evfâ selâmike”
Evfa; çok vefâlı, çok sadakatli, ahdine vefâsı kuvvetli ve tastamam. Ve kısacası en vefâlı selâmınla.
Vefâ, iç görüntüsünün vücuda gelişidir.
Her tohumun içindeki özündeki, toprak buldu mu, vücuda geldi mi, domatestir, patatestir, acıdır, tatlıdır çıkarır dışarıya.
Vefâ gösterir, vefâlıdır. “Ve evfâ selâmike”

“Salâten ve selâmen”
Öyle bir selâm ve salâttan bahsediyoruz ki; bu en faziletli en vefâlı olan Senin Salâtın ve Es selâmınla Yâ RABBimiz!.


“Salâten ve selâmen”
Öyle bir selâm ve salâttan bahsediyoruz ki; bu en faziletli en vefâlı olan Senin Salâtın ve Es selâmınla Yâ RABBimiz!.
Kim istediğimiz kişi, KİM için Kavuşum istemekteyiz?

“Yetenezzelâni min ufuki kunhi bâtıni’zâtî ilâ feleki semâi mezâhiri’l-esmâi ve’s-sıfâti”
Bu zât, bahsettiğimiz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
“Yetenezzelâni min ufuki künhi bâtınıizzâtî”
Bâtının künhünün ufku, özünün özünden, nihayetinden gelen, zâtının bâtınından, nihayetinden gelen, sondan gelen, bize gelen yani.
Özünün özünden bize doğru gelen
“ilâ feleki semâi”.
Nereye gelen?
Sıfat ve esmalarının mazhariyet semasının “feleki” inen. Yani ressam olandan bir resim çıkacak ya.
Senin bâtının, sana ait olan bâtının, “künhü”nün ufukundan, sonsuz uzaklığından bize gelen.
Nereye geliyor?
İlâ feleki semâi, essemâ feleklerine mazhar olarak.
Ne bakımdan, Allah’ın sıfat ve esmalarına mazhar olarak.
Zâttan sıfata sıfattan esmaya esmadan eşya
ya gelirken.
Bâtından zâhire çıkışa bir mazhar, zuhur yeri, ayna, oluşum noktası.
Eşyanın ilk oluşum noktası ve oluşmadaki yörüngesi buraya tenezzül eden, inen, konan ve varoluşun sebebi olan, çok ilginç bir salâvattır bu zordur ama.

“Ve yertekiyâni inde sidreti munteha’l-ârifine ilâ merkezi celâlî’n-nûri’l-Mubîn ”
“Ve yertekiyâni inde sidreti müntehâl ârifine”
Âriflerin sadrında sidreti müntehasında, irfanın nihayet sadr olarak nefs olarak yaklaşabildiği en nihayet noktada “yertekiyân” en yakın oluş noktasında. Yakıyn yani.
“İlâ merkezi celâlî’n-nûri’l-Mübîn”
Mübîn esmasının Celle Celaluhu’nun. Celâl nur’unun. Mübîn nedir?
Açık-seçik bina edip beyan edendir.
Bir eser ortaya koyup bak bu böyledir.
Bunun adı atomdur. Bunun adı güneştir.
Bunun adı insandır. Bunun adı kuştur der gibi.
El Mübîn, 
ona her türlü imkanı sağlayan, imar eden, açıkça beyan eden, ortaya döken .
İşte Celâl Nurunun Merkezine yükselen, âriflerin ancak âriflerin sıdreti müntehasında anlaşılabilen.
İrfanlarının son ucunda , Akdes Noktasında anlaşılabilen ârifler için.
Hablil Verid Noktasını târif ediyor.
Sidreti münteha, irfanlarının son ucu, Akdes Noktası. Âriflerin sidreti müntehası, irfan makamında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gözüyle gören, kulağıyla duyan, kalbiyle anlayan
lar için.
İşte Mübîn esmasının zevk edildiğinde, esmaları zevk etmedik hiç.

El Mübîn : Açık, âşıkâr, ayan kılan; açıklayıp izâh eden; Hakkı hakkınca beyân ve izhar eden. Mutlak beyân eden, hakkı-bâtılı ve hayrı-şeri bildiren, açık ve besbelli olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.

El Mübîn Esmasının nuru, Celâl Nuru Merkezine “yertekiyâni” yükselen.
Nasıl yükseliyor?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yükselmiyor. Ârifler o noktaya geliyorlar.
Ancak o noktadan görebiliyorlar.
Böyle bir Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Resûlluğu bu.
İnsan aklını Esfeli Sâfiliynden İlliyn
e seviyeleyen.
O noktaya götürme yollarını, rotasını bilen göravli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bütün imkanları sağlayan Öğreten Eğiten ve bununla yetkili ve etkili olan.

—“Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Abdike ve Nebiyyike ve Rasûlike ilmi yakîni’l-ulemâi’r-rabbâniyyîn”
“Alâ seyyidinâ” dinimizin sahibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e “ve Mevlânâ” ve bizi veli kılan “Muhammedin Abdike” ki ve Muhammed aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm olarak; Beşeriyet, Velayet, Nübüvvet ve Rasûlliyeti dördünü birden kendisinde tutandır.
“Abdike” kulun olarak ise tümünü cem’ eden.
“Ve Nebîyyike” ve Nebiyin.
“Ve Resûlike” ve Resûlun,
“İlmi yakîni’l- ulemâi’r-rabbâniyyîn”
Bunu ancak Rabbani âlimleri ilme’l- yakınınca yakıne ulaşan ilimlerince bu anlaşılıyor.
Rabbanî ilimlerin âlimleri.
Nasıl?
Muhammedi âlimler var, Kuranî âlimler var, Rabbanî âlimler var.
Tümünü cem’ edenler var.
Rabbini bilene Rabbanî âlimler.
İşte bunların, kim ilimince, ilmil yakıynı olan.
“Yakıyn ilme ulaşmış” ulemâirrabbâniyyîn”.
Rabbanî ulemaların, âlimlerin selâmından selâm ederiz.

—“Ve ayni yakîni’l-hulefâi’r-râşidîn”
İlme’l- yakın değil ayne’l- yakın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in önce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayne’l- yakyn’i olmuş, ayne’l- yakıyne ulaşmış, ilme’l-den de öte…
Ayne’l- yakıynı olmuş, yakıynı görüşünce.
Aynınca yani, zâtınca, kendisi gibi .
“Hulefâirrâşid” rüşde ermiş hulafette.
Ne bakımından hulafete?
Tek halife vardır oda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
İlk yaratılan.
“Bir halife yaratacağım”dan kasıt ilk noktadır.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

— Ve iz kale rabbuke lil melaiketi inni cailun fil erdi halifeh, kalu e tec’alu fiha mey yufsidu fiha ve yesfikud dima’, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek, kale inni a’lemu ma la ta’lemûn: Ve düşün ki rabbin melâikeye «Ben Yerde muhakkak bir halife yapacağım» dediği vakıt «Â!.. Orada fesat edecek ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın?. biz hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken» dediler. «Her hâlde ben sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim» buyurdu. (Bakara Sûresi, 2/30)

Âdem aleyhisselâm’ın insan olarak halkedilmesi çok sonradır .
ALLAH celle celâluhu katında yaratık olarak ilk şeyin yaratılması akılsız, fikirsiz, hiçbir şeye yaramayan, kendini de bilmeyen, herhangi bir şey yaratmış sonrada aklı yaratmış anlamında değil.
İlk yaratılan Nur-u Muhammed’dir ve aklı külldür zâten.
Aklı küllün cüz’lere ayrılmasıyla yahutta herkese kabı kadar verilmesiyle ortaya çıkacak akıl imtahınında ara unsurlar yaratılmıştır.
Gökler, yerler, taşlar olaylar vesaireler, sistem kurulmuştur yani sistem gelmiştir.
İşte bu yakıyne ulaşanların ilme’l- yakıyn, ayne’l- yakıyn olanların görüşünce.
Râşid hulâfeler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in.
Ve bunun dışında 3. olarak ilme’l- yakıyn, ayne’l- yakıyn dedi.

—“Ve hakki yakîni’l-enbiyâi’l-mukerramîn”
ALLAHu Zu’l-Celâl’in kendisine mukarreb kıldıkları, en yakın, ZÂTına en yakın kıldıkları, peygamberlerin hakke’l- yakıynınca, hak olan yakınlarınca.
Şeksiz şüphesiz yakınlarınca yani seçilmiş yakınlarınca. En yakına geçip nebi olarak seçilmişlik elde edenlerce. İşte böyle bir Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.

—“Ellezî tâhet fî envâri celâlîhi ulû’l-azmi mine’l-murselîn”
“Ellezî” O Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ki,
“Tâhet fi envâri celâlîhi ülûl azmi minelmürselîn”
O öylesine bir zâttır ki, öyle bir Peygamber aleyhi’s-selâm’dır ki O’nun cemâl-celâl nuru içinde, Celâl Nuru hususunda, mürsellerden ulu’l- azîm.
Peygamberler ki “ulu’l- azîm” diye bahsedilen peygamberler ki evet isimleri sayıyor mu, evet,
“Ellezî tâhet fî envâri celâlîhi ulû’l-azmi mine’l-murselîn”
Hayır bunlar kimler?
Bunlar Nuh aleyhi’s-selâm, İbrahim aleyhi’s-selâm, Musa aleyhi’s-selâm, İsa aleyhi’s-selâm diğer ulu’l- azîm Peygamberler;

—“Ve tahayyerat fî derki hakâikihi uzemâi melâiketi’l-muheyminîne’l-munezzeli aleyhi fi’l-Kur’âni’l-Azîm”
“tahayyerat” Peygamberler ki hayretler içinde kalırlar der ki: “derki hakâiki uzemâi melâiketühü müheyminîne” El Müheymin esmasının mazhar olarak “el münezzelin aleyhi fi’l-Kur’âni’l-Azîm”
Şimdi onu açıklıyor Kur’an-ı Kerim’den âyet gösteriyor. Ulu’l azîm dediğimiz peygamberler aleyhumu’s-selâm’ların bile hayreteler içinde, dehşetler içinde kalmış yani bir ıssız çölde yolunu şaşırmış gibi.
İşte bunlara El Müheymin, Hey Aman esmâsı, Muhyiddinî Arabi’nin âşıkların esması dediği Müheymini.
İman hususunda, iman hakikatini verme hususunda en etkili esma.
Âman esması, imdad esması ve daima hayy kılan Müheymin ve korkudan emin kılan meşhur “Hayy aman!”

El Müheyminü : Korku ve hüzünden emanda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL

İşte azîm meleklerince azîm meleklerince büyük meleklerince indirilen evet “melâiketihü müheyminîne” müheymin meleklerince “el münezzeli” indirilen, “aleyhi” kendisine, fi’l-Kur’âni’l-Azîm de Bismillah

—“Bilisânin arabiyyin mubîn. Lekad mennallâhu ale’l-mu’minîne iz bease fîhim Rasûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihi ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l-kitâbe ve’l-hikmete ve in kânu min kablu lefî dalâlin mubîn.”

Arapça lisanla açık-seçik bildirilen, Âl-i İmrân 164. Âyeti, Âl-i İmrân 164. Âyeti’ni buyurmakta.
Bu âyet bakalım bi, evet.

لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ ءَايَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

— Lekad mennallahu alel mü’minîne iz bease fihim Resûlen min enfüsihim yetlu aleyhim âyâtihi ve yüzekkîhim ve yuallimuhumul kitabe vel hikmete ve in kânu min kablu lefi dalâlin mübîn: Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.                     (Âl-i İmrân Sûresi, 3/164)

“Lekad” Andolsunki , “menallah” Allah nimetlendirdi. “Alel mü’minine” Nimetler üzerine, “iz bease fîhim Rasûlen min enfusihim” kendi içlerinden bir insan olarak peygamber göndermekle Allah insanlara, mü’minlere büyük bir nimet vermiştir.
“yetlû aleyhim” tilavet ediyor-okuyor, aleyhim kendilerine.
“âyâtihi” Allah’ın âyetlerini,
“ve yuzekkîhim” Temizliyor, onları, tertemiz yapıyor, arındırıyor
“ve yuallimuhumu’l-kitâbe” onlara kitabı öğretiyor.
“ve’l-hikmete” hikmeti öğretiyor.
“ve in kânu min kablu lefî dalâlin mubîn.”
Ve eğer böyle olmasaydı kesinlikle onlar,açık bir sapıklık içinde kalırlardı.
Ondan önce yani bu böyle olmadan önce neydiler “min kablu” daha önceden “lefî dalâlin mubîn” açık seçik bir sapıklık içinde idiler.

Böyle bir nimet getiren Peygamber aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm’a salâtu selâm olsun. İnşaallah.

Abdülkadîr Geylânîmizin meşhuuur salâvatı kübrası bu.
Burada, evet, burada gördüğümüz şey Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ilme’l- yakıny, ayne’l- yakyn, hakke’l-yakıynlerce nasıl görüldüğü.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin;
İlme’l- yakıyn şeriattaki
Ayne’l- yakıyn tarikattaki
Hakke’l- yakıyn mârifetteki Allah dostlarınca görüşü..
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Haktan kastımız Hakikat-ı Muhammediye 
olarak.
Hakikat-ı Hak olarak gören HAKK’tır ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendi sırrıdır.
Kabe kavseyn gibi kendisine
mahsusluğudur.