ZÜ’L-CELÂLİ VE’L- İKRÂMÜ c.c.

ZÜ’L-CELÂLİ VE’L- İKRÂMÜ

 

  
   EL CELÎLÜ                          EL CELÂLÜ

 

ZÜ’L-CELÂL (Celâlet) : Cenâb-ı HAKK (celle celâluhu)‘nun kahrının ve azametinin tecellîsi olup tüm varlık, celâl tecellîsi ile kendisine ihsân edilen ikrâmdan emredildiği şekilde faydalanır.
Aksine davrananlar ise mahvolurlar.
Ateş ocakta aşı pişirir, ancak kurallara uyulmazsa insanı da yakar.
İnkâr edene Celâl tecellîsi, ikrâr edene Cemâl tecellîsi…

Cenâb-ı HAKK (celle celâluhu)‘nun; vahdaniyetine delil olarak yarattığı şeylerin künhü, ihata ve hislerle idrakten uzak ve celîl (celadet sahibi, âzim, mertebesi anlaşılamaz) oluşuna celâl denilir.
Bir yanda celâl bir yanda ikrâm (cemâl : lütûf ve ihsânla tecellî).
Cenâb-ı HAKKIN sıfat-ı ezelîyesinde celâlî ve cemâlî tecellîsi; sıfat-ı efaliyesinin (bu âlemde) tecellîsinde: Kahr (lânet) -lütuf, hüsn-heybet, inkâr-ikrâr, haram-helâl, yalan-sıdk, tenzih-tezyîn v.s.vardır.
Âhiret âleminde ise cehennem-cennet, nar-nûr, olarak tecellî eder…
Muhammedî tasavvuf âleminde: Terhib (korku)-tergib (rağbet), tenzir-tebşir, havf-recâ ki havf ile celâl tecellîsinden korunurken, recâ ile cemâl tecellîsine rıza ve İhsânullah aranır….

ZÜ’L İKRÂM: İnsanoğlunu mükerrem kılan Cenâb-ı Hakk (celle celâluhu), imkan (maddî-manêvi tüm ni’metleri) ile imtihan (tevhid-i tahkikî bilip anlayıp, yaşayıp, şâhid olup öyle hesaba gelmek) da karşılıksız ve sonsuz ni’met veren ikrâm sahibidir.

CELÎL: Celâdet (eşsiz kuvvet, şiddet, muhkemlik, metanet, salâbet) sahibi olup kuvvet ve kudretinde (potansiyel güc) mertebesi büyük ve Azîm ve kimseye muhtaç olmayan tek.

Celâl ve celâle (azamet sahibi, büyük, yüce, münezzeh olmak. Uzun ömürlü olmak.) kökünden türeyen bir sıfat isismdir. El Celâlü ismi; kayıdsız şartsız azamet sahibi, kadr ü kıymeti ve mertebesi en yüce olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL. Kur’ân-ı Kerîm’de Zü’l-Celâl terkibiyle Rahman 55/27,78 âyetlerinde geçmektedir.

Celle : Büyük ve ulu olmak.
Cellü : Gül, yasemin
Celâ : Açıklamak. Gelini süslemek. Cilâlamak. Pasını gidermek.
Cellâ : Açık. Vâzıh. Cilâlı.

El Celîlü : Mutlak büyük ve ulu olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.

El Celâlü : Kayıdsız ve kıyassız azamet ve celâliyyet sahibi, kadr ü kıymeti ve mertebesi en yüce olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.

Zü’l-Celâli Ve’l- İkrâmü : Sonsuz kereminden ikrâmını kullarından şükredene lütûf, küfredene ise lânet etme (celâliyyet) hakkının mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL. Celâl ve ikrâm sahibi olan Cenâb-ı HAKK (celle celâluhu).

        Aklı olan insanın tercih ve cüz’i irade imtihanı dolayısıyla yapılan bu târif, diğer varlıklar (hayvan, bitki ve cansızlar) da ise kendilerine fıtraten yüklenen ne ise “o şeylik” dışına asla çıkamama İlâhî engelidir.
Koyun asla kurtluğa kalkışamaz…
Şartları oluşan tohum çimlenmek zorundadır…
Oksijen yakıcı, hidrojen yanıcı ve su ise daima söndürücü olmak zorunda gibi…

        İclâl masdarından doğan celâlden doğan Celîl ise;
zâtî sıfatlarından tecrid (soyutlanmış) etmenin mümkün olmadığı (ta’til),
zâtına izâfe edilecek sıfatların yaratılmışlık özelliklerini asla taşımadığı (teşbih),
akıl ve duyularla mâhiyetini tanımanın ve anlamanın imkânsızlığı (tesbih),
Ulühiyyetinin aşkınlığının bilinmesi ve şâhid olunması zâtî hakkı olduğu (tâzim),
varlığının başlangıcı olmadığı (kıdem),
sonunun da gelmeyeceği (bekâ),
kulluk imtihanında hakka inanıp hayrı işleyen kısacası Muradullahı duyan ve Emrullaha uyan kullarını sonsuz merhameti ve muhabbeti gereği yücelteceği (kemâl),
Külli şey’in üzerinde geçerli ve ezici olan Celâliyyetiyle her zerreyi insanoğlunun tevhid kemâlinde hizmetçi kılarak nimetlerini sayısız yollardan lûtfen ikram etmekte olduğu (yaşam) ve
sonunda daha nice ihsanını bahşedeceği vaadi (cemâl) mânâlarını da cem’ eder.

        El Celîlü ism-i şerîfi ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’in tüm sıfatlarının mutlak kemâlini bildirirken, El Kebiru ismi zâtının, El Azîmü ismi ise zât ve sıfatlarında Azametullah kemâlini ilân eder ve yaşatır.
Onun için her şey, her şeyliğini yaparken insan aklından dolayı tercih ve cüz’i iradesiyle kulluk imtihanı içinde sınırlı sorumlu olarak kısmî, izâfi ve geçici bir serbestlik içinde bırakılacak şekilde yaratılmıştır ve su gibi azîz ve kâmil bir kişi olabileceği gibi zehir gibi zelil ve câhil bir kişi olmayı da tercih edip seçebilir.
Sünnetullahın bu hârika ve ince sırrı sebebiyle kimisi, Ebu Kemâl olan Rahmetenli’l-âlemîn Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i mutlak imâm bilir, bulur, olur ve uyar; kimisi ise kulluk imtihanı gereği halkedilen iblis’e ve onun Ebu Cehillerine uyar ve kölesi olur, iki âlemde de bulacağını bulur, olacağını olur. 

        Celîl’in mâzi fiili olan “celle” ile Azîz’in mâzi fiili olan “azze” birlikte “azze ve celle” sözü ile ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’in maddî-mânevî tecllîlerini azametiyle ortaya çıkarışı (zühûrat) ululanır, yüceltilir ve şâhidi oluş şerefi yaşanır.
Burada bir nebzecik de olsa söz zevki ve hâl hazzına girelim İnşâallah.
El azîz ismi şerîfindeki, özdeki “ze” nin mânevî sahib oluş, “ye”nin kul yaşamındaki, “ze” maddî sahib oluş, “ayn” ı ise Zâtullah’a mahsus Ayniyyet olarak zevkedersek, “azze” dediğimiz zaman sınırlı-sorumlu sahib oluşlarımızın yok olduğunu anlarız ve hakku’l- HAKK’ı (HAKK’ın hakkı) teslim etmiş oluruz.
“Celle” dediğimiz de ise; ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’in Muradullah hikmeti gereği, sanki bir usturanın bir yüzü “lâ” lâneti diğer yüzü ise “lâm” İlâhî lûtfü olmuş da usturanın agzında “cem” olup kulluk imtihanı olarak biz insanların alın yazısı ve parmak izi olmuş gibi…
Muradullah ile Emrullah arasındaki kulluk kemâli köprüsü…
Sistemin sahibini tanıyışın tevhid türküsü…
İnanışın yaşayış şâhidliği…
Nârın nûra dönüş devrânı…
Livechillah Cemâlullah’a vechen cehd ediş erdemi ve seyrânı…
İki cihân cennetinde hâl-i hazır ve Huzurullah’da, Habîbullah havzasında ve de ravzasında, açıkçası rızasında ebedî oluş şuûru, onuru ve cevlânı…
“Asıl” a şükür ve “vekil” e teşekkür kulluk kıvancı ve hayrânı…

       “Celle celâlihu: Azameti yüce ve ulu olan” demek olup Esmâü’l-Hüsnâ sonlarında söylenir ki saygı, bilinç ve samîmiyyetimizi ifâde edip, söylediğimizi kulağımız duyup ve de kalbimiz uygulama emrini versin de teyp bandı gibi boşu boşuna söylenip durmayalım.
Her esmânın kendisine mahsus sır, bereket ve hünerlerinden faydalanalım kulluk kemâlâtımızı tamamlayalım İnşâallah…

       El Celâlü ism-i şerîfini ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’in kahr ve gazabına tahsis etmeyi asla doğru bulmuyoruz.
Celâlde, Zâtullah’ın izzet perdesi oluşu vardır ve bu mutlak hakkıdır da…
Kulları yönünden ise kulluk kemâlâtı oluşmasında tıpkı yazı tahtası gibi ana unsurdur.
Sözde tasavvuf ehli geçinip celâl-cemâl münâkaşası açanlar, altın tozu dolu tasta hayal gülleri yetiştirmeye ugraşıp da gübreyi taşa tutan ve midesiyle kalbi arasının dört parmak olduğundan habersiz lâf ebeleridir…
Cemâldeki Muhammedî lütûf cem’i elbette celâldeki; lânet-lütûf, inkâr-ikrâr imtihanı tecellîlerinden sonraki Muhammedî meyvedir ki ezelî Ahdullah tohumunu ebedî Şehâdetullah tohumuna (âhiret âleminin tohumuna) sılâ ettirip ulaştırmıştır.
İşte Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Rahmetenli’l-âlemîn ve Şâfîü’l- âlemîn oluş şerefiini anlayış şuûru ve Muhammedî Nûr’a ulaşım sürûru ve Muhammedî yaşayış onuru…
Onun için celâlde insan için haşyet, dehşet ve heybet hissedilmesi doğaldır.
Çocuğunu çok seven anne, dayanılmaz agrı ve acılar içinde doğurmadan nasıl olacak da bağrına basıp anlatılmaz bebek kokusunu ve sevgisini tadabilecek ve yaşayabilecektir…

       Zâten insan aklı fıtrî proğramı gereği mutlak celâli anlayamaz, kadarınca-kaderince izâfî celâli anlar ve kemâlât yoluna devâm eder.
ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL, Sünnetullah’ı gereği Emrullah doğrultusunda Muradullah’ı gözeten kullarına; celâl-kemâl-cemâl yolu olan Sırat-ı Müstakîm hidâyetini nâsib eder ve vaadidir, vaadinden de hâşâ dönmez.
Cemâl peşinde koşanların ilk anlaması gereken şey, cemâlin tecellî noktası olan Nûr-u Mim (Nûr-u Muhammed)’i iyice bilmesi, anlaması, özünde bulması ve de hayatında yaşaması şuûrudur.
İlk halkedilen “şey” i bilelim ve bulalım ki O’nunla olalım.
Ve o ilk noktanın hareketinden (devrânından, mevcûdiyyetinden) tüm şekiller, harekesinden (seyrânından, masdarından) tüm mânâlar türesin…

        Akıl, nakille buluştuktan sonra cisime can ceryânı bağlanır da dışa bakar şekili (cisim-cihân), içe bakar Vekil’i (Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i) görür, hayat imâmına uyar, kısacası kendini (nefsinin abdullah oluşunu) bilir ve RABB’ini bilir de Muhammedî inanç, amel, ahlâk ve hâl içinde her zaman, her yer ve her hâlde HAKK’ın şâhidi olur…
“Asl” ı ise “hable’l-verid” vuslatında bâsîretle Rabbü’l-âlemîn olarak yakînü’l-yakîn bilir, bulur ve yaşar gider…
Hayal ile hakikât, ırak ile yakîn arasındaki “sır” aklın hamlığı ve tek yönlü “benlik” yansıtmasıdır.
Akl-ı selîm cem’ camında ise “dış-iç” ve “olsun-olmasın” yoktur ve sadece “olan” vardır ki o da “hükm-ü HAKK” tır.
Onun içindir ki Muhammedî; salih, ârif, âşık ve kâmillerin Kemâlât Kâbesi’nin dört yüzünde; aşk ü cezbe, zühd ü takvâ, sıdk u huşû ve havf ü recâ; tavanında üns ü heybet, tabanında ise hayret ü dehşet yazmaktadır.
Elbette sözümüz, özündekini okuyanı DUYan ve UYanadır…
Yakıştırıp takıştırdığımızı zannetme de özünden dinle ki; şekil-akıl-vekîl-Asıl dörtlüsü bizzâtihi “tevhid” dir.
ilâheillâALLAH“…
Gerçek olmayıp izâfi, geçici ve kısacası “lâ” olan “şekil” dir.
Mevcûdatın masdar vekîli olan Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tebliğ, tenzir ve tebşir buyurduğu nakle tenezzül etmeyip, öğretimsiz ve eğitimsiz kaldığı için nefsini “ilâh” sanan “akıl”dır.
Ham aklın “hiç bir ilâh yoktur” inat ve direnmesi karşısında, İlâhî Vekîl: “illâ: ancak” itiraz ve “ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL hariç” rızasını, rahmet kaynağı olduğu kâinâta haykırınca, eserler “usta”sını, resimler “ressam”ını, abdler “RABB”ini bilir ve de şah damarından da yakîn bulur ve emîn bir şâhidi olarak ebedî yaşar.
Cehâlette ölür de kemâlâtta doğar ki bir daha ölmez, olsa olsa ölümü tadar ve zevk eder (zâikatü’l- mevt neş’esini de meşk etmiş olur kulluğu gereği şu Esmâullah’ın şe’n şehrinde).

Kul İhvânî’m “sır” serilmez
Çilesiz “sır” ra erilmez
“Ölü” ler ölür dirilmez
Sağlar Hüseyin Hüseyin…

 

       Azîz kardeşim, uyanık ve ayık ol ki cemâl cennetlerinin kemâl yolu, kulluk imtihanının Çile Çölü olan “celâl” den geçmektedir…
Zihnini boşuna yorma kul olan herkes için Sünnetullah budur…
Celâl ile Cemâl’in ara kesiti; inkâr ile ikrârın da ara kesiti olan; insan aklının, tercihini hakka imân ve cüz’i iradesini hayr işleme yönünde kullanış şuûrudur ki bunun Rahmetenli’l-âlemin ve Şâfîü’l- âlemîn olan tek eşsiz örneği Muhammedî Şuûr’dur.
Elbette insan sûretinde yaratılıp, aklı olup, hür olup, rüşde ulaşıp da yitiğni aramayan ahmaktır ve bulduğu hâlde arayan da ahmaktır.
Bulma yolları kasden kapatılan, el atma dalları budanan ve fitneler içinde mânen yapayalnız kalan Muhammedî Gençlerimize, nefislerini ve RABB’lerini bilmeleri, bulmaları ve olmaları hususunda hasbî ve habibî hizmet ise Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in adına, hesabına, şerefine ve de sadece “livechillah” için hâlisen, sıddîken ve adîlen kulluk kemâlâtımızdır..

Kemâl : Türkçemizde zât, vücûd ve sıfat bakımından olgun, ergin ve yetkin olma hâli diye târif edilebilen kemâl, bir şeyin veya hususun lâzım ve lâyıkınca tamlığı ve tümlüğüdür.
Bu tamlık ve tümlük nitelik ve nicelikçe yeterli ve yerinde ise
kâmildir.

Muhammedî Tasavvufta ise kemâl; kul için takdir edilen hayat imtihanının, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vahyî Emrullah’ı tebliğini, tenzirini, tebşirini duyup ve ayni zamanda bizim gibi bir Abdullah olarak harfiyyen tatbikine iştirak edip uyarak Muradullah’a ulaşıma lâyık ve müstehak olmak hâlidir.
Elbette zâtı, sıfatı, isimleri ve fiilleri itibâriyle mutlak kemâl, ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’in hakkıdır.
Biz kulluk kemâlinden bahsediyoruz .
Birilerinin ortaya çıkıp da kâinâttaki resimlerin ressamı olma arzu ve hayaline bu günkü bilgisayar gençliği değil de kargalar bile gülerler.
Ve yine birisi Firavunluğunu ilân edip: “Bu âlemi ve insanları ben yarattım!” dese ona sadece acınır.
Ancak, kişilerin özlerindeki; gizli, bencil ve şirke çekici özel firavunluk kör düğümleri ve çözüm yolları Muhammedî Tasavvufun öğretim ve eğitim (tâlim-terbiye) metodları ile mümkündür ve emredilmiştir.
Onun içindir ki Muhammedî çizgiden sapmadan, yakıştırıp- sokuşturmadan, ifratsız (aşırısız), tefritsiz(yeterince) ve i’tidal (adalet) üzere hakkı ve hayrı, akıl-nakil imkanları içinde gençlerimizle konuşmak, anlaşmak ve yaşamak arzumuz ve amacımız ALLAH rızası içindir hamdolsun.
İlk işimiz ise, ham aklın; Muhammedî mektebde öğretim (ilim tâlimi) ve eğitim (edeb terbiyesi) ile kemâlini temindir ki aklın bu hâline akl-ı selim denir.
HAKK’a imân eden ve hayra azmeden akl’a “aşk” diyoruz.
Akıl-nakil hattının taşıdığı Nûr-u Muhammed ve onunda aslı olan Nûrullah, bizim tüm âletlerimizi çalışır ve iş görür hâle getirecektir.
Kemâlât; bu hâle ulaşımı biliş, anlayış ve yaşayış şuûrunun gelişimidir.
Bu gelişim, insan nefsinin dışarda bir şey arayış ve ulaşımı olmayıp bizzât kendisinin kemâlâtı (olgunlaşması, erginliği ve yetkinliği) dir.
Esfeli safilinden illiyyine ulaşım seyr ü sülûküdür. Ve kulluk imtihani kemâlâtıdır.
Muradullah ve Emrullah bunun içindir.
Bu muhteşem sistemin ve göz bebeği insanın yaratılışı da bunun içindir.
Her hâlde hedef ise Cemâlullah’tır.

EL CELÎLÜ (celle celâluhu) ZEVKİ:

Celâl sıfatlarının tecellîsine mazhariyetten nâsibi olup fakriyet, acziyet, zillet ve illetle sıfatlanıp ve sırf kulluk yapmaya mutmaîn olunca; kalbi tecellî ile cilâlanıp, canlanıp ve cıvıl cıvıl nûrlanınca; Cemâlullah’a can atar ve sevinç, bilinç ve bilelikle kulluk yapar, umar ve bekler…
Her güzellikte gerçek Celîl ve Cemil olanı görür de, ilâhî aşkla Mâşukuna âşık olurlar…