YUNUS EMRE’DE AŞK ve ÂŞIK

Yunus Emre Hazretleri, İlâhî Aşkı bilmeyi, bulmayı ve olmayı insanoğlunun mânâ âleminin tümü sayar.

Ancak onda aşk bir kuru laf asla değildir.
Bir lokma yenilen ekmek,
Bir yudum içilen su,
Bir nefes alınan hava,
Dondurmayan ve yandırmayan bir kıvılcım,
Göze ışık,
Kulağa ses ve her şeydir.
Âşıkça yaşayışta…
Dervişçe deyişte…
 
Âşıkların hâlini âşık olanlar bilir
Âşk gizli bir haznedir gizli gerektir esrar…
 
Niderim bu dünyaya aşkını verdin bana
İçim dışım nûr oldu hezar zeban oldum ben…
 
İstediğimi buldum, âşikâr can içinde…
 
Yunus’tur aşk âvaresi
Biçareler biçaresi
Sendedir derdim çaresi
Dermanım soram yürüyem…
 
Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne âkilim ne divane
Gel gör beni aşk neyledi…
 
Gerçek Hakk Erenlerden sevgi öğretmeni Yunus Babayı iyi duymak ve iyi uymak aklı ve vicdanı olanların özelliği ve güzelliğidir…
 
Bu “Sevgi-Muhabbet-Aşk” oluşumunu ve yaşanması gereğini tüm insanları sevgiye çağırarak ilan eder :
 
Gelün tanışık idelüm
İşin kolayın tutalım
Sevelüm sevilelüm
Dünyaya kimse kalmaz…
 
Ey İnsanlar!
İşlerin en güzeli ve doğrusu olan bir işte buluşup-bilişelim.
“Sevelim – Sevilelim!”
Zâten her yaratılan gelir-geçer de bu dünyaya kimse kalmaz…
 
Muştulayın âşılara, bu ışk ulu devlet olur
Işk kime kim değdiyise, canında bil işret olur.
 
Müjdeleyin âşıklara ki bu aşk en ulu en ulvi devlettir.
Çünkü aşk kime bulaşırsa ateş gibi onu yakarda canında çılgın bir cünbüş başlar. Hıçkırıkla kahkahanın ara kesitinde ibret-hikmet işretini seyir olur…
 
Yunus Emre Hazretleri, sevgisiz yaşayanları; ölü leşlere, kara taşlara ve soğuk kışlara benzetir…
Tarikatlardaki seyr ü sülukun neticesi olan kemâlâtın ve aslında dinin de, ancak her nefesle diriliğini yenileyen İlâhi Aşkla olacağını duyurur:
 
İy âşılar iy âşıklar Mezheb-ü din ışkdur bana
Gördi gözüm dost yüzüni yas kamu düğündür bana..
 
Ey Âşıklar! Ey Âşıklar! Benim dinim de mezhebimde aşktır
Benim gönül gözüm Dost’u gördü, artık herkes yas tutsalar da benim için düğündür.
 
Din ü millet sorarısan âşıklara din ne hacet
Âşık kişi harabdur aşk bilmez din diyânet
 
Âşıklara din ve milletini sorarsan, onlar İlâhi aşkla benlikten harab olmuşlardır. Zâten gerçek aşk halkın anladığı anlamda din ve diyanet koymammış hepsini sözden öze indirmiş ve bizzât yaşayışa sokmuştur.
 
Aşksız ve sevgisiz dini yemin ederek kabul etmez:
 
Bu cümle âlem sevdügi din ile imandurur
Işksız gerekmez vallahi şol diniyle imanı…
 
Herkesin çok sevdiği şey diniyle imanıdır.
Ancak benim için aşksız dine de imana da gerek yok.
“Muhabbetten Muhammed doğar” ı ne güzel duyuruyor…
 
Zâhiri yüz dininden Bâtını öz dinine geçiş oluşumunu aşk olarak anışı…
 Parmak-yüzük gibi “İle” likten-ayrılıktan, et-tırnak gibi “Bile” liğe ebedi kavuşmaya ulaşınca felah buluşu:
 
Dadarsın aşk dadundan, geçesin zâhir dinden
Ayrılığın adından ol vakit kurtulasın…
 
Kaba sofuluğa karşı olmakla beraber kimsenin de dinine diyanetine söz etmez:
 
Bular geldi tapuya şeriat tutdı turur
İçerü girübeni ne varın bilmediler…
 
Dört kitabı şerhinden asidür hakikatte
Zîre tefsir okuyup ma’nisin bilmediler…
 
Bazı kimseler İlâhi huzura durup Şeri’at üzere dava ederler fakat ne olduğunu da bilmezler ki yapalar.
Çünkü, tefsir okuyup da mânâsını bilmeyenler Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’ân’ı şerh edip açıklasalar isyan etmiş olurlar…
 
Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın…
 
Buyurarak övdüğü gerçek dervişleri, Erenlerden bilen Yunus Emre Kaba ve ham sofuluğu yerlere vurur:
 
Danişmend okur dutmaz
Derviş yolun gözetmez
Bu halk öğüt işitmez
Sağır heman olısar…
 
Din adamı gözüküp, hâşâ peygamber yerine vâris gibi oturup da halka rahmet yerine zahmet verenlere:
 
Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başına zahmetli oldı…
 
İlim adamı gözükür ve söyler ama bildiğini işlemez.
Dervişlerin hâllerini yaşamaz.
Bu kalabalık öğüt de dinlemez.
Sanki hepsi de sağır olmuşlar.
 
Kılursun riyâ namaz
Yazugun çok hayrun az
Dinle neye varur söz
Cehennemden bitersin..
 
Kıldığın halka gösteriş namazı.
Şerrin çok hayrın az.
Sözün sonucu şu ki sen cehennemden de beter ve fenasın..
 
Gitti bekler mürveti
Binmişler birer atı
Yidüği yoksul eti
İçtiği kan olısar…
 
Konuşmasına bakarsan insana uygun işleri yapmak yiğitliği olan mürüvveti kendi malı sayan ve her birinin bir hile atı olan soyguncular tuzaklarına düşen halkın etini yiyip kanını içmekten bıkmaz-usanmazlar…
 
Hele bu gün ülkemizde binlercesi türeyen ve her kılıkta gezip hak sözün düşmanı olup halkı ezenler için ise:
 
Söylerisen sözüm savaş
Söylemezsem ciğerüm baş
Cihan toludurur kallâş
Her birinden bir taş gelir..
 
Bunlara karşı halkın yanında olduğum anda savaş açıp düşman bilirler.
Söylemez de içime atar isem ciğerimde yarlar baş verir, yüregim yanar.
Bu hileci-kalleşler o kadar çok ki sanki dünya dolusu.
Her taraftan taşa tutan bu hergele sürüsünden el aman… 
 
Anadolu halkımızı uyarıp bilinçlendirmeye çaba sarf eden Yunus Emre, Hükümdar-Sultan sofrasın da oturup sözüm ona aşktan dem vuran resmî tasavvufçulardan net olarak ayrılır.  
Halkı sistemin yaratılış sebebi olan “SEVGİ” de buluşup bilişip birleşmeye çağırır.
Halka korku saçan ne dini kabul eder ne din adamını ne de zalim insanı..
Umut ve sevgi, onun tek ve gerçek Aşk Yoludur.
 
Hakk Teâlâ’ nın dünyasında Herkesin parmak izi gibi kendine mahsus bir sevgi damarı yaratıldığını ve insanın lâzım ve lâyık olanı seçip almasını öğütler :
 
Çalabın dünyasında yüz bin türlü sevgi var
Kabul et kendüne göre hangisi lâyıktır.
 
Derunî duyguların Can Coşkusunu en üst düzeyde  “Işk-Aşk” olarak yaşayan Yunus Emre Hazretleri;
Kâinâtın en Kudsal Muhabbet mâbedi olan insanın, gönül de denilen Kalb Kâbe’sini,
Sevgi kıblesini,
Sûret Kâbesi ile Sîret Kâbesi’nin kıyasını,
“AŞK” la buyurur:
 
Ne sultan ne baylardasın, ne köşkü saraylardasın
Girdin miskinler gönlüne idündün durak Çalab’ım
 
Gönül mü yiğ Kâbe mi yiğ, ayıt bana aklı iren
Gönül yiğdirür zîre kim gönüldedir Dost duragı
 
Yâ Rabb!
Sen, ne dünya sultanlarında ne beylerdesin, ne de saraylarındasın,
Sen, oynanan kulluk imtihanı oyununda bu âleme ilgisiz kalan sâkin miskinlerin-gariblerin kalbinde-gönlünde durak kıldın.
 
Aklı eren bana söylesin gönül mü daha kıymetli-değerli yoksa Kâbe mi?
Elbette gönül faziletli zira ki, gönüldedir şah damarından da yakın olan.
Kâbe Hâlil aleyhisselâm yapısıdır, Sûret Kâbesi’dir.
Kalb ise Celîl Celle Celâlihu yapısıdır, Sîret Kâbesi’dir…
 
 
Işk imamdur bize gönül cemaat
Kıblemiz Dost yüzüdür daimdür salat..
 
Aşk, iç duygularını hayata taşıyabilenlerin ardında buluştuğu İmamdır.
Gönlünün sesini duyup-uyanlar ise cemâatıdır.
Kıblemiz Yaratanın târifsiz yüzüdür.
Hayat namazımız, her nefes zevk edilen aşkı duyuş ve yaşayış şuûrumuzdur.
 
İşüdün iy yarenler ışk bir güneşe benzer
Işkı olmayan gönül  misâli taşa benzer..
 
İşitin ey Dostlar!
Aşk bir güneşe benzer.
Tüm canların maddi-mânevi gıda zincirinin başındaki bitkilerin enerji kaynağı güneş..
Isının ışığın vs. anası güneş..
Aşkı olmayan kalbler ise kaskatı taşlar gibi ebedi ölüdürler.
Yaşarken ölülerin ve çarpışan taşların sevgisizlik sahrasında ki savaş vahşeti…
Aşksızlık…
 
Esritti ışka düşürdü
Ben hamıdum ışk bişirdi
Aklumı başa düşürdi
Hayrı şerden seçer oldum..
 
Dost beni sarhoş edip aşka düşürdü.
Zehir-zıkkım ham çağlalar gibiydim muhabbet güneşiyle olgunlaştırıp-pişirdi.
Bal baklava gibi tatlı etti..
Aklımı başıma toplattı.
İlâhi İlimle öğretimini ve Resûlî edeble eğitimini emredip-uygulattı da iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt edebilme iradesine ulaştım…
 
Işk nefs iline akdı
Ne buldıyısa yakdı
Kibir kal’asın yıkdı
Anda çok savaş oldı…
 
Aşk; Dünya hayatındaki her türlü eşya, olay, zaman ve zann oyununa ayak uyduracak şekilde proğramlanan ve negatif olana uymamakla emredilen “Nefs” Ülkesine güneş gibi doğunca her karanlığı boğdu, her yanlışı yaktı ve aklı aydınlattı.
Kişinin Kulluk imtihanı oyununda kendinse geçici ve izâfi olarak verilen “Benlik Kibri”nin kalesini yıktı ki gerçek “Ben!” diyenin sistemin Ulu Ustası olduğu bilinsin ve de şâhidi olunsun.
Ama sakın bu işleri kolay sanma bu iç savaşlar çok ve zordur…
 
Işk aldı elim benüm
Gösterdi togrı yolum
Hakka şükür kim hâlüm
Bayagıdan hoş oldı…
 
Ne zaman aşk elimi bir yakaladı, en doğru yol olan Sırat-ı Müstakîmi gösterdi.
O gündür bu gündür çok şükür ki hâlim eski bayağı-rastgele hâlinden çok hoş-beğenilir oldu…
 
Eğer ışkı seversen can olasın
Gönüller tahtına sultan olasın…
 
Hava gibi herkesin yaratılıştan hakkı olan aşka çağrı gerçekten en Kudsal çağrıdır.
Gönülsüzleri gönüllü olduğunun farkına varmaya , gönüllüleri aşkı-muhabbeti yaşamaya dâvet Dost Duâsıdır…
Canın ceryanı – elektiriği aşktır.
Canının farkına varan Âşıktır.
Âşık ise gönüller ülkesinin Kul iken Sultanı olandır…
 
YUNUS seni seveliden beşaret oldı cânına
Her dem yeni dirliktedir, hergiz ömrin eskitmeye..
 
HAKK Dost!
Yunus Emre’n seni sevdiğinden beri Canına, Cânân’la “Bilelik Müjdesi” yerleşti.
Her nefes verişte yok olur.
Her nefes alışta Hakk’ la var olur.
Her an yeni bir düzen, kimlik ve var oluş içindedir.
Şe’enullahta “Kün! feyekün.”e iştirak…
Asla, katiyen ve hiçbir sûrette ömrünün eskimesi ve yok olup gitmesi söz konusu değildir.
Çünkü Koca Âşık,
Azîz Hocam,
Yunus Emre’miz Hakk Teâlâ’ nın şâhidi şehidler gibi ebedî diridir hamd olsun!
Rahmetlerle Es Selâm ruhuna olsun!
Himmeti bize var olsun!…
 
Bende baktım bende gördüm
Benim ile ben olanı
Bu surette can verenin
Kim idüğini bildim ahi.
 
Benim ile “Ben” olanı, bende aradım bende buldum.
Bu ben-beden sûretinden çıkan Ben-Can’ın kim  olduğunu bildim kardeş…
 
Ben isteyip buldum anı
Ol ben isem ya ben hani
Seçemezem andan beni
Bir kezden ol oldum ahi.
 
Ben istedim buldum O’nu. Ancak, O ben isem ben hani nerdeyim?
Kimin kim olduğunu seçemezken aynanın ardında bir anda “O” ndan olduğumu anladım kardeş…
 
Ma’şuk benimledir bile
Ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer benden kala
Dostu bunda buldum ahi
 
Ben Âşığım ve Mâşuğum da benimle et-tırnak gibi “Bile”dir.
Ve benden kıl kadar bile ayrı değildir.
Onun için benim, bende ve her yerde olanı aramak için dışarılara bakmam ve aramam olamaz.
Ben Dostumu kendimde buldum kardeş…
 
Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm…
 
Buyurarak ise üryan olan Mevlâ’mıza ben teni giydirir Yunus Baba..
 
 
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
    “Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)
 
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
    “İnnema emruhu iza erade şey’en ey yekule lehu kün fe yekun  : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâ Sîn 36/82)
 
Sevginin muhabbete ve muhabbetin de aşka dönüşümü ve tek Dost’u seçiş ve seviş..
 
Her da’viden geçen kişi
Dost’tan yana uçan kişi
Işk şerbetin içen kişi
Geh esrük geh mestân ola…
 
İnsan hayatının devamına esas olan “Olsun! Olmasın!” Benlik davalarından geçip, Aşk şarabını içip de “Olan” ı olduran Dostu bulan kişi bazen serhoş bazen de zilzurna-körkütük sarhoş olur.
Her yer ve herkes Yâr keser.
 
Ölmez ışk bilişleri
Esrük meclis hoşları
Daim bunların işi
Çeng ü şeşte rebabdur…
 
Aşkla diri âşıkların aşkları ölmez.
Onlar sarhoş meclislerin en has ve hoşlarıdır.
Zâten bunların işi çalıp söylemektir.
Saz âletleri her kese mahsus çeğ, şeş, rebâb gibidir
 
Bir sâkiden içdük şarab Arş’dan yüce meyhanesi
Ol sâkinin mestleriyüz canlar onun peymanesi…
 
Biz Âşıklar madde-mânâ arakesiti gibi olan Arş’tan da yüce meyhânesi olan Sâki’nin şarabını içtik. O Sâki’nin-Yâr’in kadehi özümüzdeki canlarımızdır ve içindeki şarabı, şah damarımızdan da yakınımızdır …
 
Aşk âlemlerin-evrenin aslıdır ve her şeyi olan var oluşluğunun özüdür:
 
Işkı seve âşık gerek
Ne olısar ışkdan yiğrek
Işktır yire göke direk
Kalanı hep söz öküşi…
 
Aşkı; bilen, bulan ve olan âşık gerek.
Aşktan daha iyi ne olacak?
Aşktır yere-göğe direk.
Geri kalan  boş laf çokluğu…
 
Bu yir ü gök ü ferş ışk dadıla kayımdurur
Bünyadı aşkdur âşıka her bir arada eli var…
 
Bu yer yüzü- gök yüzü, arş-ferş aşkın tadıyla dâima aykata durabilir.
Aslı-temeli aşktır,  onun için âşıkların her yerde enterkollekte elleri vardır.
 
Yunus Emre Hazretleri, âşıkları aşk denilen kıldan ince kılıçtan keskin tel üzerinde yürüyen canbazlara benzetip her Ârifin aşkı anlayıp da bu yola düşemeyecegini, düşse bile kıl kadar ince ve hassas yolda yürüyemeyeceğini buyurur:
 
Ol geçidün korkusu uş beni yoldan kodı
Geçmez degme ârifler köprisin kıldan kodı…
 
Cehâletten kemâlâta, ahmaklıktan âşıklığa, hayvanlıktan insanlığa ve insanlıktan Sultanlığa geçiş köprüsü olan Sırat Köprüsü vay beni bu yolda yürümekten korkuttu.
Sistemi kuran Usta da zâten Aşk Köprüsünü kıldan ince yaptı ki ancak çok iyi anlayan ârifler kıymetini anlar da canını dişine takıp yürür…
 
İnce Sırat Köprüsü sıfat imiş bu yolda
Dost’a giden kişinin topraklıkdur çâresi…
 
Samimiyet ve ciddiyetin sermâye olduğu bu yola Sırat Köprüsü denilmesi vasfını anlatmak içindir.
Yoksa bu yolun aslı-astarı Dost’a giden kişinin kendini bu yolun toprağı yapıp benlik derdinden kurtulmasıdır.
 
 
İlâhi Aşkı bilmeyi, bulmayı, olmayı ve yaşamayı hayat yolu kabul eden Hazreti Yunus Emre:
 
Hele biz bu yola gelmedik riyâ ile
Bu melâmetlik tonın bizümle geyen gelsin…
 
Hele bize bakın ki biz bu yola riyâ ile gelmedik, bu melâmetlik donunu bizimle “İle ve Bile” olup giyenler gelsin.
Olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak, tüm iyiliklerini gizleyip kötülüklerini ortaya sererek yaşamak.
Hakk Teâlâ’nın bildiği halkın bilmediği yaramazlıklarını teşhir ederek kimseyi iyiyim diye yanıltmadan dost doğru yaşamak…
 Hayatta yaşamanın ana amacını ise: Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu İlâhi Aşkın ana yasası bilip melâmet miskinliğini esas alır.
 
Ben gelmedim da’va içün benim işim sevi içün
Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmaya geldim…
 
Ben bu âleme insanlara karşı benlik davası etmek için gelmedim.
Benim işim gücüm sürekli sevgi ve muhabbetle yaşamak ve yaşatmaya hizmet etmektir.
Sistemi var eden Dost’un evi insanların gönülleridir.
Onun için ben kırık gönülleri onarmaya ve karanlık gönüllere Muhammedî Güneş ile aydınlatmaya hizmet için geldim…
 
Tag ne kadar yüksek ise yol anın üstünden aşar
Yunus Emre’m yolsuzlara yol gösterdi vü hoş eder…
 
Bir dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun tepesinden geçer.
Yunus Emre’m yolsuzlara yol gösterir de ne güzel işi işler.
Hayatta insanların derdleri-problemleri ne kadar çok ve çetin olursa olsun bir çözümü-çıkış yolu elbette vardır.
Arzu edilen bir yere varamayış yolunu bilemeyiştendir.
İlâhi Aşkın erişim-ulaşım yolu olan nefis ve kalb Kemâlâtında ve kişinin rüşde ermesinde hizmet Hakk Erenler için en Kudsal görevdir.
 
Korkudan umuda taşımada köprü amca koşuda yol ve samimiyette herkese yetecek kadar yiğit yürek Yunus Emre Hazretleri..
 
Halk içinde HAKK Teâlâ ile oluş neşesini elden ele dilden dile ileten Yunus’ların ruhu şâd olsun İnşâallah…
 
Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka meta’larun satar
Yükü gevherdir tuz değil…
 
Hazreti Yunus Emre İlâhi Aşkın kaynağı olan Allah Teâlâ Dağından kaynayıp Yunus Emre çeşmesinden akan damlalar gibi aşk meşkini birbiri ardınca dökerek sanki ballar ve yağlar hâlinde Hakk’ın halkına buyur etmekte, Hakk’ın malını Hakk adına halka ikram etmektedir.
Bu Birlik Bezirgânının- Tevhid Tüccarının malı ise basitçe tuz sanılmasın gevherdir.
Gevher ise;
Akıl ve edebdir.
Asıl ve nesebdir.
Elmas, cevher, inci ve mücevherdir.
Bir şeyin künhü ve esasıdır.
Hakikatın Hakk’ıdır…
 
İlâhi Aşkın hedefinde Cemâlullahı bilen Hazreti Yunus Emre:
 
Seni gören kişiye ne hâcet hûr u kusur
Seni sevmeyen cana tamudur cümle makam…
 
Yâ Rabb! Senin Cemâlini görene hâcet yok cennet hurisine ve köşklerine…
Seni sevmeyen ve İlâhi Aşkından habersiz yaşayan can ise her zaman her yer her hâl ve makamda zaten cehennemdedir…
 
Hazreti Yunus Emre;
Bizim “Üzme! Üzülme! Sev! Sevil!” diye anladığımız ve hamd olsun yaşamaya çalıştığımız İlâhî Aşkı ve Muhammedî Muhabbeti “İnsana hizmet insanı yaratana hizmet!” kabul eder.
Maddî ve manevî tüm yaratılanları; insanı, İnsan-ı Kâmil hâle getirmeye hizmet için görür.
Beden başlı egoistliği-bencilliği ve bundan doğan tüm kötülükleri reddeder.
Yerine Melâmetin miskinliğini-alçak gönüllülüğünü oturtur.
Tüm yaratıkları gönül kıblesinden kaldırıp diri kâbesinde Allah’ı görürü gibi ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in uygulayıp emrettiği şekilde kulluk eder.
Bu âlemde kimseyle paylaşamayacağı bir şey yoktur sevgi ve muhabbetten başka.
Sevgi ve muhabbeti halk ile Hakk Teâlâ arasında Kemâlât Köprüsü bilir.
Yakın olan ile yakın olunanın ara kesitine kurar Sevgi Köprüsünü:
 
Beni benden alana ermez elim
Bir “BEN” vardır bende benden içerü..
 
Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman’dan içerü
 
Sevgi ve muhabbetten doğan cana “Cennet” der.
 
Sevgi ve muhabbete yol vermeyen her engeli ise cehennem üzerindeki Sırat Köprüsü ilan eder.
Kin ve nefretten doğana ise peşin kavuşulan “Cehennem” der…
 
Hazreti Yunus Emre;
Halk ile Hakk Teâlâ arasında Kemâlât Köprüsü olan emredilen kulluğu- İlâhi Aşk meşkini öğreten ve eğiten Hakk Erenlere sevgisini  de sonuç olarak kudsî bilir:
 
Miskin Yunus bilişeli
Can ü gönül verişeli
Tapduğuna erişeli
Gizli râzum açar oldum…
 
Melâmetin eşsiz alçak gönüllülük-miskinlik neşesini yaşayan Yunus Emre Hakk Dostu Tapduk Emre Hazretleriyle bilişip, tanışıp ve huzuruna erişince…
Bir kıvılcım alıp yanar dağlar gibi yanıp-patlayınca içindeki gizli İlâhî Sırları halkın hizmetine sunmaya başladığını buyurmaktadır.
 
Işk ma’şukı Tapduk durur Yunus kuldur o kapıda
Gedâlara lûtf itmek her kaidedur sultana…
 
Aşkın en çok sevileni Tapduk Emre Hazretleridir.
Yunus Emre’m ise onun kapısında hizmetçisidir.
Fâkir-miskinlere lütf ile ikram etmek, Rabbımız Teâlâ’nın  ve O’nun Dostlarının da yapa geldiği işlerin kurallarındandır.
 
Akar sulayın çağlaram
Derdlü ciğerüm dağlaram
Şeyhum anuben ağlaram
Gel gör beni ışk neyledi…
 
 
Ben yürürem ilden ile
Şeyh sorarım dilden dile
Gurbette halüm kim bile
Gel gör beni ışk neyledi…
 
Esridi Yunus’un canı
Yoldayım illerüm kanı
Yunus düşde gördi seni
Sayru musun sağlar mısın?..
 
İlâhi Aşkı neşretmek için diyâr diyâr gurbet eller gezerken özlediği
Şeyhi Tapduk Emre Hazretleri için :
Sular gibi çağlayıp gezdiğini, hasretle ciğer dağladığını ve İlâhi Aşkı ile Hocasını nasıl özlediğini veciz ifâdelerle buyuruyor.
 
Köyden köye Anadolu Ereni Hazreti Yunus Emre her yerlerde nasıl ve yalnız hasret çektiğini İlâhi Aşkın neler ettiğini, herkes işi-gücü, çoluk-çocuğu ile uğraşırken gurbette hasret hâlinin kendine mahsus olduğunu buyuruyor…
 
Yunusun canı İlâhi Aşk ile sarhoş oldu da yollara düşüp dağlar aştı gitti.
Yollarda Şeyhinin ilini hani nerede diye sormakta.
Ve:
“Ey Şeyhim Tapduk Emre Hazretleri!
Seni düşümde gördüm hasta mısın? Sağ mısın, sıhhatin yerinde mİ?” diye sormakta âşıkça…
 
Mânevî aşkın köprüsü olan Mecâzi aşkı da yaşayan Yunus Emre Hazretleri normal insanlara göre çok karmaşık görünen âşık gönlü ve ömrüyle elbette güzelleri sevmiş âşık olmuş ancak çok yüksek çekiciliği-cezbesi olan İlâhi Aşk onu koparıp sürüklemiştir.
Evi, evliliği ve evladı bile olamadan rüzgâr gibi yersiz-yurtsuz esip geçmiştir…
 
Kime gönül virürisem benümile yâr olmadı
Hâlim bilip derdüm sorup bana vefâdar olmadı
 
Hak’tan meğer takdir idi âşık oldu gönlüm sana
Hiç kimseler bencileyin aşka giriftar olmadı…
 
Beyaz ışığın tüm renkleri yuttuğu gibi tüm aşkları yutan İlâhi Aşkın içinde olan  rengarenk sevgiler ve aşklara nasıl tutulduğunu ve çilelerini çektiğini buyuruyor.
Gerçek sevenlere gereken gerçek sevilenlerin, insanlar içinde çok az olduğunu, Yâr olmadığını, ilgilenmediğini ve bir vefâ bulamadığını anlatıyor…
Hakk’ın takdiri ile bir ceylan gözlü güzele gönlü takılan Yunus Baba, Zâhiri Aşkının da halk arasında seçme değerde olduğunu ilan edip Bâtınî Aşka bu yollardan ulaştığının ip uçlarını sergiliyor..
Sevgilden ayıran oldu bana sevgili…
 
Madde ile mânânın, somut ile soyutun ve zâhir ile bâtının ara kesitinde, Rahmetenli’l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bilen ve bulan Yunus Emre Hazretleri;
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in;  mânâya bakan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Aslından duyduklarını ve maddeye bakan Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Aynasıdan uyduklarını O’nun aşk, neşe, tad ve tazeliği ile öz özelliği ve güzelliği içinde halka sunar.
Özsüz söz sahibi sözüm ona entellektüel hümanist geçinenlerin halkın içine inemeyecekleri için asla bulup ulaşamayacakları Hazreti Yunus Emre;
Mekansız, zamansız ve zansız olarak Şah Damarı’ndan yakın olan Hakk Teâlâ ile her yer, her an, her hâl ve herkesle Biz Bileliği Tevhidinde yaşar.
 
Bir “BEN” vardır bende benden içerü…
 
Bu tılsımı bağlayan
Cümle dilde söyleyen
Yere göğe sığmayan
Girmiş bu can içinde…
 
Bu gizli sırrı ortaya koyan ve sırrını herkese kendi diliyle yüreğinde söyleyen ve yere göğe sığmaz iken insan canından yakınım diyen Hakk Teâlâ…
 
İş bu vücudun şehrine bir dem giresim gelür
İçindeki Sultanın yüzün göresüm gelir..
 
Şu  muazzam Vücud Ülkesine ve gönül şehrine- Kalb içindeki fuad’a- bir an giresim gelir.
İçindeki Habli’l verid denen insanı var oluşa bağlayan tek ipten de insana yakın olan Sultanlar Sultanı’nı görmek isterim.
 
Gel ırak isteme anı
Canından içeri canı
Seninle bile turanı
Görmeyen bî basar durur…
 
Ey insanoğlu!
Gel sen Yaratan Rabb’ını ıraklarda sanma.
Ki O, senin canıyın içinde olan ve canı da yaratandır.
Parmak-yüzük gibi “ile” değil, et-tırnak gibi her zaman her yer ve her hâlde seninle “bile” olandır.
Bu üryan olanı göremeyen ise mutlaka gözsüz kör veya bakar kördür. 
 
Hazreti Yunus Emre böyle buyururken Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini açıklamaktadır ki:
 
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
    “İnneni enallahü la ilahe illa ene fa’büdni ve ekimis salate li zikri : Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (Tâhâ 20/14)
 
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
    “Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)
 
Ne yüriyem hod ne irem ne uzak sefere varam
Çünki dostu bunda buldum ayruk neye seferim var?..
 
Nereye yürüyeyim, nereye erişeyim ve ne diye uzak seferlere çıkayım.
Çünkü Dost’u en yakınım olan bende-kendimde buldum.
Hakk’tan gayrısına artık-bundan sonra kıblem olamaz artık…
 
İnsanın dünyasında dininde ve âhiretinde kafa ve kalbin Muhammedî Mutluluğunu esas alıp daima Hakk’a-Dost’a gidişin türküsünü çağırır bize:
 
Gel gidelim can turmadan
Sûret terkini urmadan
Araya düşman girmeden
Gel Dost’a gidelim gönül…
 
Ey gönül!
İnsanoğlu için kâinâtta yaşayışın olmazsa olmaz şartı olan canın yakıtı nefesler durmadan,
Ve sîret olan bu can kuşu, sûret olan kanlı kafesi terk etmeden,
Hakk Teâlâ ile araya, engel olacak her şey-düşman girmeden,
Koşarak gittiğimiz ölüm köprüsüne, Dost’a kavuşmak için koşalım…
 
Hazreti Yunus Emre’de;
Cehâlette ölüp de kemâlâtta dirilen ve Aşkullah’a ulaşan insanoğlu için ölüm canın kabınadır.
Can daim diridir.
 
Aşk gelicek cümle eksikler biter
Bitmez ise ko ki kalsın ne çıkar…
 
Mecâzi ve ilâhi aşkın ulaştığı kişide her çeşit eksik ve ihtiyaçlar kalkar.
Sanki elektiriğe ulaşan âletler gibi göz, kulak, akıl, kalb vs çalışmaya başlar.
Aşka inanmayanlar derse ki:
“Olmaz böyle şey!”
Bırak onlarınki kalsın karanlıkta ve hayal âleminde hakikate ve aydınlığa hasret olarak…
 
Bu denize düşen ölür dediler
Ölür ise ko ki ölsün ne çıkar…
 
Aşk denizine düşen dertlerinde ölür zevklerinde dirili ve daha da ölmez iken sığırca yaşamayı tercih edenler derlerse ki:
“ölü öldü!”
bırak ölsün zaten ölü robot idi, bedeni de ölsün ortadan kalksın!
 
Ya da Yunusça yaklaşımla Aşk denizinde ölen aklın hamlığı, nefsin cehâletidir.
İnsanın ruhunu batırıp boğacak olan bu safranın atılmasında bir zararı söz konusu değil bırak ölsün ki kemâlâta diriliş kulaçları atalım demekte Yunus Emre Hazretleri…