Şeceretü’l- Kevn-10

 
 
İşte…
Bundan sonra Cibril, yavaşça ayrıldı;
çıktı oradan…    .
… Ve o anda, Resûlullah (s.a v) Efendimize yet­miş bin hicap açıldı…
Ki onların hepsi nûrdandı…
 
Bundan sonra, beşinci binek geldi.
Ve bu: Ref­ref idi…
Ve yeşil nûrdan idi. Şark ile garbı doldu­racak kadar bir büyüklükte idi.
Resûlullah (s.a v) Efendimiz bunun üzerine oturdu…
ve Arş’a kadar onunla gitti.
Arş’a varınca, Resûlullah (s.a v) Efendimiz eteğine tutundu.
Ve hâl dili ile şöyle bir niyaza başladı:
“Bu ne saadet Yâ Resûlullah!
Zamanın hoş şarabını daha ne zamânâ kadar yudum yudum yu­tacaksın?
Bu ne güzel bir demdir.
Bazan olur ki; sevgilin sana aşık olur ve dünya semasına iner.
Bazan olur ki; bizzat nedimelerini gönderir, çevrende döndürür..
Ve seni şefkat Refrefi’ne bindirir.
Ve o Allah Sübhândır ki:
Kulunu gece yürütür.
Bazan olur ki; onun Ehadiyet cemâli seni müşahede eder…
Ki o:
 
“Onun gördüğünü kalbi yalana çıkarma­dı.”    (Necm 53/11)
 
Âyet-i Kerîmesi ile tasdiklidir…
 
Bazan da, seni Samedâniyet cemâli müşâhede eder…
Ki bu da:
 
“Onun gözü kaymadı Onu aşmadı.”    (Necm 53/17)
 
Meâline gelen Âyet-i Kerîme ile sabittir.
 
Bazan olur ki; o seni Meleküt Âlemine ve sırrına muttali kılar..
Bu da, şu meâle gelen ayetle sa­bittir:
 
“Kuluna vahyettiği kadar vahyetti.”    (Necm 53/10)
 
Bazan da, seni tam yakınlığa götürür… Ki bu da:
 
“İki yayın birleşimi kadar… Yahut daha da yakın.”    (Necm 53/9)
 
Âyet-i Kerîmesi ile sabittir…
 
 
Arş, sözlerine devam etti:
“Ya Muhammed!
Şu anlar öyle anlardır ki;
Susamışın suya duyduğu hasret kadar hasret du­yulur bu anlara
Ve… bu anlar, elde edilebilmek için, kendilerine ah vah edilir.
Gayrı bilemez oldum;
Bu anlar içinde şaşıp kalan onlara hangi yönden varabilir?..
Bu an ve bu zaman içinde yaşayanlarda, korku, iştiyak ve her şey vardır.
Beni ki O:
Halkının en büyüğü ve en azimi kıldı.
Böyle olduğum hâlde,
Bütün yaratılmışlardan en fazla ve şiddetli bir şekilde ondan korkarım!
 
Ya Resûlullah!
O yüce yaratıcı beni yaratma­yı murad ettiği gün yarattı..
İşte o gün ben onun celâli heybetinden korkuyor ve titriyordum..
Beni ayakta tutan sütunuma:
“ LA İLÂHE İLLALLAH..” (Allahtan Baş­ka İlâh Yoktur.)
Kelime-i tevhidini yazınca, daha da fazla titredim..
Onun ismi karşısında sarsıntım ve ürper­mem daha da artmaya başladı.
“ MUHAMMEDÜN RESÛLULLAH..” (Mu­hammed Allah’ın Resülüdur.)
Cümlesi ki yazıldı.
Sarsıntım geçti…
Telaşım dindi.
Özüm rahata erdi.
 
İşte…
Bütün bunlar, üzerime yazılan ismin bereketi ile olmuştu..
Artık, senin güzel nazarın ba­kışın cana uğrayınca…
Nasıl olurum… gör…”
Arş, sözlerine Devam etti:
“Ya Resûlullah!
Sen âlemlere rahmet olarak gönderildin.
Elbet bu rahmetten benim de nasibim olmalı..
Hem de bu gece..
Ve senden taleb ettiğim nasibim odur ki:
Bana ateşten, cehennemden bir kurtuluş beratı fermanım ola ..
Korkarım ki:
Bazı yalan söz edenler; bana, bazı aldanmışların ettiği yersiz lakırdılar yüzün­den Rabbım beni ateşe atar.
Bütün bu hâle sebep, bazı şaşkın kimselerin şaşkınlığı ve bâtıl zannıdır.
Onlar sandılar ki, ben: Haddi ve hududu ol­mayan varlığı alırım..
Heyeti ve şekli bilinmeyen mukaddes Zât’ı taşırım.
Keyfiyeti, şekli bizce tamamen meçhul olan Zât’ı kuşatırım.
 
Ya Muhammed!
Hele bir bak!
O ki, Zât’ı için bir hudud, sıfatları için bir sayı yoktur..
Benim gibi bir muhtaca nasıl muhtaç olur..
Bana nasıl yüklenir?
Rahmân ki, onun bir ismidir..
İstiva da, sıfa­tıdır, naatidir..
Gerek sıfatı, gerekse naati onun Zât’ına bağlıdır..
O ki böyledir..
Benimle nasıl bitişir?
Ve nasıl ayrılır?
Ne O, benden ayrılan bir parçadır..
Ne de ben, O’nun dışında bir şeyim.
Ya Muhammed! O’nun izzetine yemin ederim ki, bir vuslat hâliyle de O’na yakın değilim.
Sonra .. O’ndan bir ayrılışla ayrı da olamam.
Sonra, kendi takati ile O’nu taşıyan bir şey de olamam..
O’nu der­leyen toplayan hiç olamam..
Kezâ O’na: Bir benzer bulan hiç değilim.
Bir iyiliği ve fazlı icâbı beni O yarattı..
Beni de yok edecek olursa, bu O’nun mahza adaleti ve yine bir fazlı olur.
Ya Muhammed! Ben O’nun kudreti ile, taşına­nım.
Kezâ, onun hikmetinin bir mahsulüyüm..
Hiç taşınan taşıyan olur mu?
Böyle bir nisbet, sahih olur mu?
Sonra ..
Şu Âyet-i Kerîmeyi okudu:
 
“Bilgin dışında olan şeylerin peşine takıl­ma .. Çünkü, kulak, göz, kalb… bunların hepsi so­runludur…”   (İsrâ 17/36)
 
Resûlullah (s.a v) Efendimiz, Arş’ı dinledikten sonra, hâl dili ile ona Cevap verdi:
“ Ey Arş! Yoluma durma!..
Seninle olacak vaktim yok! 
Safiyetimi bozma; kederlenme!..
Hâl­vet hâlimi şüphelere daldırma!
İçinde bulunduğum bu zaman, senin derdini dinleyecek kadar geniş değil.
Sonra, hitabına yer değil!
 
Ve Resûlullah (s.a) Efendimiz ona velev emâneten olsun; bir yan göz bile atmadı.
Sonra, onun yolu ile, vahy olup gelen satırların bir harfini bile okumadı.
Çünkü o:
 
“Onun gözü kaymadı… Şaşmadı…”   (Necm 53/17)
 
Emr-i İlahîsine tâbi idi.
 
İşte…
Bundan sonra, Resûlullah (s.a.v) Efendimize altıncı binek takdim edildi..
İşbu bineğin adı: Teyid idi.
Bu arada, kendisine bir nida geldi.
“Seni koruyan önünde..İşte sen..İşte Rabbın…”
Ama bu nidanın sahibi görünmüyordu.
Şimdi, Resûlullah (s.a.v) Efendimizi dinleyelim:
“İşte..
O anda ben, hayretler içinde kaldım.
Sözümü bilemiyor ve anlamıyordum.
Hatta, yaptığım işi de, tam bilecek durumda değildim.
İşte…
O anda, dudaklarıma nereden geldiğini bilemediğim bir damla düştü.
Ama nasıl damla?..
Baldan çok daha tatlı.
Kardan çok daha soğuk..
Kaymaktan daha yumuşak.. 
Miskten daha kokulu.
İşte, bu damla sebebi ile, cümle enbiyâ ve resûlden bilgin oldum.
Ve… dilimden şu cümleler dökülmeye başladı:
 
“ Mübarek tahiyyat Allah’adır Pak salâvat Allah’adır”
 
Şu cevabı aldım:
 
“ Selâm sana ey peygamber, keza; Allah’ın rahmeti ve bereketi de…”
 
Bana tahsis kılınan bir iltifât şerefine peygam­
ber kardeşlerimi de kattım…
Ve cevaben dedim:
 
“Selâm bizlere…Ve Allah’ın salih kullarına!”
 
 Resûlullah (s.a v) Efendimiz:
“Selâm bizlere…”  buyurmuştu..
Bunun güzel bir menkıbesi var­dır..
Ki Hz. Sıddık’la ilgili…
Rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (s.a) Efendimiz mi’rac şerefine nail olduğu zaman,
Hz. Sıddık’a sordular:
“O, Rabbnı görmüş; nasıl?”
Dedi ki:
“Doğrudur…
Ben de onunla beraberdim
Eteklerine yapışmıştım..
Söylediği cümleleri birlik­te söyledik!”
Dediler ki:
“O cümle nedir?”
Dedi ki:
“Selâm bizlere…”
Cümlesidir.. .
 
Neyse…
Dönelim mev’zuumuza…
Resûlullah (s.a v) Efendimiz anlatmaya devam ediyor:
“Ben, tahiyyatı bitirdikten sonra, melekler tek tek şöyle dediler:
 
“ Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur Ve Muhammed O’nun resülüdür.”
 
Bundan sonra bana:
“ Yaklaş ya Muhammed!” dendi.
Bunun üzerine yaklaştım; sonra dur­dum…
İşbu yaklaşma:
.
“Sonra yaklaştı… tutundu…”   (Necm 53/8)
 
Âyet-i Kerîmesinin mânâsıdır.
Bu mânâ üzerinde, rivayetler çeşitlidir..
 
Dendi ki:
“Resûlullah ona dilemekte yakın oldu…
Rabba yakın oldu.
Ve alaka gördü.”
 
Dendi ki:
“Şefaat dileği ile ona yakın oldu.
Ve şefaat talebine Rabbı, icâbet ederek yakın oldu.”
 
Dendi ki:
“Ona hizmetle yanaştı.
Rabb’dan rahmetle yakınlık gördü…”
 
Bir başka  mânâ daha:
“Muhammed Rabb’ına yakın oldu.
Ve Rabb’ından ona vahiy geldi..
Ama bir yakınlık lutfu olarak.. 
Ve Rabb’ı ona şefkat ve merhamet olarak yakın oldu.”
 
Hasıl-ı kelam,
Hiçbir şekilde; tam târif yapıla­maz.
Bu, öyle bir ya kınlıktır ki;
Kırlar ve bayırlar dolaşıp mesafeler kat edilmek sûreti ile elde edil­mez.
O anda, aradan zaman mefhumu kalkmıştı…
Keyfiyet silinmiş, vakit mefhumu kalmamıştı.
İşbu yakınlık; iki yayın birbirine intibakından başka şekilde târif edilemez.
 
Vaktaki, târif bu iki yay oldu.
Rabb Teâlâ için, mekan düşünülmez, hatta an’lar da, mekan­lar da…
 
 
 
Açıklanan Kelimler :
 
 
Ref­ref : Kuşu çok olan çimenlik, kır. * Mânevi bir binek. * Dalları salkım salkım olan ağaç. * Kenar saçağı. * Yeşil elbise. * İnce yumuşak kumaş. * Döşek. * Cennet
Samedâniyet : Allah’ın (C.C.) hiç bir şeye muhtaç olmadığı gibi hazinesinden hiçbir şey eksilmemesi ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmemesi.
İştiyak : Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek.
Heyet : Şekil. Suret. Görünüş. * Birlik teşkil eden şahısların mecmuu. * Gök ve yıldız ilmi. Astronomi. * Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti
Keyfiyet : Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti. * Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)
Safiyet : Saflık, hâlislik, temizlik.
Teyid : (C.: Te’yidât) Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metânet verme. * Doğrulama, doğru çıkarma. Destekleme.
Tahiyyat : Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü)
Mefhum : Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.

 
 
Bu Bölümde geçen Âyet-i Kerimeler:
 
 
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى
Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.”   (Necm 53/17)
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.”   (Necm 53/8-9-10-11)
 
وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”    (İsrâ 17/36)  
 
 
Bu Bölümde geçen Hadis-i Şerifler:
 
 
Abdullah ibni Mes’ud (Radiallahu anhu) anlatıyor:
“Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana, avucum avuçlarının içinde olduğu hâlde, Kur’ân’dan sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti:
Ettahiyâtü lillahi ve’s-Salâvâtu ve’t-tayyibâtû, es-Selâmû aleyke eyyûhe’n-nebîyyû ve rahmetullahi ve beraketühü, es-selâmû aleynâ ve alâ ibadillahi’s-sâlihin. Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah.”
 
Bir rivâyette fazla olarak: “İbadillahi’s sâlihin” ibâresinden sonra şöyle buyurmuştur:
Siz bunu (teşehhüdü) yaptınız mı semâ ve arzdaki sâlih kullara selâm vermiş olursunuz.
Bir diğer rivâyette (Buharî-Müslim): (Teşehhüdden) sonra dilediği senâyı yapmakta muhayyerdir (serbesttir.).
 
Ebu Dâvud’un rivâyetinde: “Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühû (dersiniz) sonra herbiriniz hoşuna giden bir dua ile dua etsin…” buyurdu.
(Buharî, Ezân 148, 150 v.d.;Müslim, Salât 55-61; Ebu Dâvud, Salât 182 (968-969); Tirmizî, Salât 215 (289); Nesâî, İftitâh 189 (2,237)