Münir Derman Sohbetleri 10

Resim

MÜNİR DERMAN (ks)

SOHBETLER : X

Rasûlullah’ın huzuruna girdiği zaman Rasûlullah bir kızına kıyam ederdi.
Ne Cebrail’e ne Ebu Bekir’e hiç kimseye kıyam etmezdi.
Hz. Fatıma girdiği zaman ayağa kalkardı.
Torunları olduktan sonra Hz. Fatıma’nın, torunları yine kızına kıyam ediyor.
Bir gün Rasûlullah efendimiz namaz kılıyor Hz. Hüseyin efendimiz omzuna yapışmış.
Onunla beraber secdeye gidiyor.
Fahr-i Kâinatın, torun sevgisi.
Bu sevgiler tomurcuk verdiği zaman ortaya çıkar.
Bir kadının evladı olduğu zaman, zayıf kansız bir kadın gece sabahlara kadar uykusuz kalır.
Sabah sanki uykusunu uyumuş gibidir.
Kim veriyor onu.
Asıl Allah sevgisidir.
O parça ondandır.
İnsanı sevmek.
Birbirinizi sevin demek Allah’ın bir Allah’ın Hayy’ı var sende.
Allah’ın menevişi var.
Nur-u Rasûlullah var onu sevmektir.

İsmail oluyor.
Hz. İbrahim diyor ki :
“Oğlum sen benim ciğer pâremsin. Ben seni Allah yolunda zebh edeceğim. Keseceğim!” dedi.
Evladını Allah yolunda kesecek.
Allah sevgisi demek, evladı da sıfıra indiriyor.
Oğul : “Baba mâdem böyle diyorsun, Allah emretti hay hay!” diyor.
İtiraz etmiyor babasına.
Gidiyorlar meşhur dağa.
Yatırıyor.
Bıçağı hazırlıyor. Hazırlamış. Gizlemiş.
“Baba diyor gözümü bağlama” diyor.
“Ben yumarım. Yalınız ellerimi bağla” diyor.
“Belki kesilirken!” diyor
“Bir yere takılır bıçak. Ben çırpınırım, babalık şefkatın galebe çalar Allah’a karşı vazifeni yapmış olmazsın!”diyor.
İsmail şey ediyor. Bağlanıyor böyle.
Mübârek boynunu uzatıyor.
Hz. İbrahim kaldırıyor bıçağı : “Ya Rabbi Sana nezr edeceğim oğlumu niyet etmiştim. Şey edeceğim!” diyor.
Bir içini çekiyor bir : “Bismillah! Bismillahu Allahuekber!” der demez, taş titriyor taş!
Bu babaya itaatın, evlada karşı muhabbetin Allah’a karşı sevginin hepsine galip geldin mi!
Cenâb-ı Allah zâlim değildir.
O anda : “Bıçağı çekme!” emri çıkıyor.
Bıçak kesmiyor.
O zaman Cebrail, bildiğimiz koyunu kucaklıyor bir koçu getiriyor : “Bunu yerine kes!” diyor.
Onun için kurbanda şimdiki kurbanlar, kıyma yapmak için bir, kavurma yapmak için, iki gösteriş için.
Kim ne derse desin bu böyle.
“Efendim senede bir defa fakirler yesin senede!”
Bir defa fakirlerin et yemesinden ne çıkar oğlum?
Sen her gün yiyorsun.
Yediğin zaman : “Elhamdülillah!” dediğin zaman yemeyenleri düşünebiliyor musun sen?
Mesele orda.
Düşünebiliyor musun?

Koyun..
Şimdiki koyunlar getiriyorlar işte davardan şuralarda buralarda.
Hacı amca şey alacak, eee alda kes!
“Ben beş tane alacam!” Zengin adam
“200 lira!”
“Yav 190 liraya ver!”
Eller ortada aldıydı, verdiydi, aldıydı.
Allah unutuluyor orda.
Öteki ise Hacı efendiyi kazıklamaya çalışıyor.
Hacı efendi biraz eksiğine almak istiyor.
Ama bunlar hakiki içinden gelmiyor.
Hakiki kendimizi unuttuk.
Bizim üstümüzdeki iğreti insanlığımızdan geliyor.
Çünkü o koyun yavru.
Anası doğurur onu iki küçük emzirir.
Hacı ağıla girer yavrular orda melerler.
Anası orda meler.
Çünkü sütü mandıraya gidecek, satılacak yağ yapılacak.

Asıl kurbanın ne olduğunu biliyor musun?
İsmail’i taklid eden kurban olacak!
Sen kuzuyu anası süt vermekten artık men’ edecek.
Anasından hakkı olan Allah’ın verdiği hakkı olan o sütü emecek doyuncaya kadar.
Tarayacaksın süsleyeceksin 3. 5, 6 ay evdekiler alışacak ona. Çocuklar : “Kuzum nerde ana?” diyecek.
Mektepten gelen onu : “Bak mektepten gelende yaprak getirdim ona!” diyecekler.
Kuzu evin halkından olacak.
Kurban geldiği zaman, şimdi çocuklar gelecek :
“Baba kesmeyelim bunu!”
“Baba kesmeyelim!”
Hanım : “Yavv nasıl keseceğiz, efendi başka bir koyun al! Bu bizim için şey oldu!”

Ahaa o İsmail yerine geçiyor.
Üzüntü şekli, aha bu kurban olur.
Öteki ne olur.
Öteki müsâdenizle kavurmadan başka bir şey olmaz.
“Ama ben kestim oldu!”
Devam edin öyleyse olursa.
Hakiki kurbanı söylüyorum.
Bizim gibi gösteriş için değil.
Nasıl ki biz Allah’ın kelâmını bu gün iki şeyde kullanıyoruz. Otomobillerimize küçük Kur’ân asıyoruz bizi korusun diye.
Bir yere giderken cebimize koyuyoruz.
Bir de Mezarlık Kitabı yapıyoruz.
O, bizim Kitabımız!..
Kur’ân canlının kitabı, mezarın kitabı değil!
Onun için : “Allah!” denilmeyen evde hayır yoktur oğlum.
Rasûlullah buyuruyor.
Ben uydurmuyorum…

Onun için insanın cesedi benim lakırtım değil oğlum.
Ben neyim ki benim lakırtım olsun.
İnsanın cesedi efendi oluuur!..
Birde ruhu efendi olur.
Cesed, cesedi efendi olarak doğan bir adam olur, ruhu edepsizdir.
Ruhu cesedinden utanarak o da efendi olabilir.
Yahut cesedi onu efendi haline sokar.
Ruhu efendi olan cesedi efendi değilse, ruhun efendi olması çok
güçtür oğlum!

Bir adamı bağlıyorlar bir yere, çoluğunu çocuğunu, anasını babasını karısını gözünün önünde kesiyorlar bu adamın.
Ve kaçıp gidiyor iki kişi.
Bu cemiyette her gün gazetelerde okudunuz.
Adam ondan sonra iplerini şey ediyor.
Bu adam Ruhen maktul mudur?
Ruhen maktuldur.
Çoluğunu çocuğunu gözünün önünde ruhunda, anasına, babasına çocuğuna karısına ait bir sevgi, bir bağlılık vardı sen onu kestin.
Katlettin bunları.
Bu adam maktuldür. Yani katledilmiştir ruhu.
O adamda hiddetten gidiyor.
O vuran adamları temizliyor.
Cesedinden katildir bu adam.
Ruhundan maktul cesediyle katildir.
Ne ceza verirsiniz buna.
Konuşmaz!…

Bir adam dış görünüşüyle gâyet doğrudur.
Fakat iç görünüşü ile zâlimdir, hırsızdır.
Ne ceza verirsiniz buna.
Bir adam dış görünüşüyle zâlimdir.
Fakat iç görünüşüyle fevkâlede doğrudur.
Bunlar Allah’ın hikmetleri.
Onun için hiç kimseyi hakir görmemek lazımdır.

Bir, nur yüzlü bir genç.
Fakir elbisesi yok üzerinde.
Aç şöyle böyle, aç kalmış.
Almış başını yürümüş gitmiş.
Gelmiş ki bir şehirde davullar çalınıyor.
Zurnalar vaaar!
Askerler maskerler şunlar.
“Nedir bu?” demiş.
“Efendim demiş bizim padişahın çok güzel bir kızı var.
Otuz kırk tane şehzâde, başka padişahlar da geldi.
Kızına talip oldu. Padişahta hangisine vereceğini bilmiyor.
Bunları imtihan ediyor!” demiş.
“Yav demiş ben açım! Güzel diyorsun. Bende bir talip olayım!” demiş.
Gitmiş orda oraya girecek adamlara demiş ki :
“Bende talibim!”
“Ulan hadi git işine!” demiş ama,
Çocuğun yüzü başka elbisesi yırtık ama, gözleri böyle deniz feneri gibi bakıyor çocuğun.
Ehemmiyet vermemişler.
Çocuk bir nâra atmış.
Padişah demiş : “Nedir o?”
“Efendim böyle böyle kızınıza bir talip var!”
“Getirin!” demiş.
Bakmış çocuğa çok yakışıklı.
“Ee bu talipler prens ama demiş kimisi çirkin, kimisi iri yarı, kimisi yaşlı, kimisi çok genç.
Bu çocuğun çok güzel yüzü var!” demiş.
“Bunu bir elbiseyle giydirin prenslerden güzel olur. O da girsin imtihana!” demiş.
“Dur oğlum!” demiş
“Yalnız, Efendim demiş ben üç dört gündür acım bana bir yemek verin!” demiş.
Çocuğu doyurmuşlar.
“Allah Elhamdulillah!” demiş.
“Ben senelerdir aç perişan dolaşırım.
İmtihana girerim.
Ya kazanırım ya kazanamam.
Kazanırsam prens gibi padişahın damadı olurum.
Kazanamazsam vursunlar kafamı ne olacak!” demiş.
“Nedir imtihan?”
“Zâten imtihanları olanlar yapamıyor hep kafa gidiyor!”
Padişah öyle demiş.
“Şurdaki ahır var ya, falan!” demiş.
“Oraya gireceksin” demiş.
Çocuğu götürmüşler.
Bir hasırın üstünde belki 30-40 bir iki ton kadar kum var.
Kumun içindede yine yarım ton kadar pirinç karışık.
Karmakarışık.
“Aha bunları sabaha kadar kumu bir tarafa pirinci bir tarafa ayıracaksın! Elek melek yok oğlum. Hiçbir âlet yok elinde!”
Çocuk gelmiş.
Kapıyı da kitlemişler üzerine.
“Yarın sabah olmazsa!..” demiş.
Yemekte koymuşlar.
Çocuk düşünmüş düşünmüş.
“Yavv ben ne yapayım?”
Ulan demiş : “Ben bunu yapamam! Şu koydukları yemek.
Bir gecelik padişahlık padişahlıktır . Sabaha ne yaparlarsa yapsınlar!” demiş.
Gece yarısına kadar okumuş.
Yatmış aşağı haradan!
Artık düşünmüyormuş : “Sabah ne olursa olsun!”
Gece birden uyanmış.
Hemen oradaki ibrikten su almış.
“Bir de gece namazı kılayım!” demiş
Hepiniz devam edeceksiniz gece namazına.
Gece namazını kılmış.
Düşünüyor yine.
Topuğu çıplak çocuğun ayağının.
Topuğunu bir şey ısırıvermiş.
Orda işte bir de mum yanıyor.
Bakmış ki küçük bir karınca.
Almış onu eline :
“Hayy mübârek sen ne arıyorsun burada?” demiş.
“Ezecektim seni!” demiş.
Karınca diklenmiş ayakları üzerine.
Konuşmağa başlamış.
Bizim gibi mi?
Onlarında başka türlü konuşması vardır oğlum!
Bir hayvanın bacağı kırılır, kan akar.
İçin cızlar : “Vah vah!” dersin
O da sana böyle bakar.
Ama konuşuyorsunuz.
O sana bi şey acısını duyurur senle konuşur.
Sen demiş aslanım Süleyman nasıl konuşmuş karıncaynan.
“Sen” demiş “Bundan 5-6 sene evvel” demiş.
“Bizden bir karınca!” hepisi birbirine söylüyor bunu.
“Bir suyun kenarından geçiyordun ayağına bir diken battı” demiş.
“Oturdun orda o dikeni çıkardın” demiş.
“Bir karıncacıkta o suya gitmişti” demiş.
“Şöyle tuttun kurtardın onu da koydun güneşli yere” demiş.
“O karınca senin bu iyiliğini unutmadı hepimize yaydı” demiş.
“Sen yiğidim yatadur biz sabaha kadar temizleriz onu” demiş.
Yatmış çocuk sabahleyin kakmışlar ki bir tarafta pirinçler, bir tarafta kum var.
Haaa oğlum dostun olacaksa karıncadan olsun!.
Hiç kimseyi hor görme bakarsın bir karınca velî olur karşına çıkar.
Böööyle kafanı kaldırma!

Hazreti Davud, Peygamber olduğu halde bir defa yüzünü yukarı kaldırmamıştır.
Kibir gelir bana diye…

Onun için dünyadaki dört tane okyanus vardır.
Okyanus, büyük denizdir biliyorsunuz.
Bunları dolduran sulardan daha çok insanoğlu Hz. Âdem’den bu yana göz yaşı dökmüştür.
Bunlardan daha da çok.
Bu gözyaşının on bin tonsa bu.
Yarısı eğlence, kahkaha, edepsizlik gözyaşıdır.
Yarısı insanların birbirine karşı,
Onun geriye kalan yarısı da birbirlerine karşı duyduğu üzüntülerden,
Şunu kaybetti bunu kaybetti ondan.
Geriye bir bardak yaş kalıyor.
Ahaa o bir bardak yaş olmazsa dünya kubbesi düşer.
Hadis şu : “kudiyet kulibet”
Allah yolunda doğruluktan ayrılmayıp gece gözyaşı getiren insanlar olmasa idi.
Gök kubbesi yarılırdı.

Ölüm acısı duygusundan kurtulmak için gözlerini dünyaya bir köpük parçasına bakıyormuş gibi, bir rüya görüyormuş gibi, çeviren insan ölümün pençesinden muhakkak kurtulmuştur…

Sevinçten elem doğar.
Sevinçten korku doğar.
Sevinçten yakasını kurtaranlar içinde elem yoktur.
Böyle bir insana korku nereden gelecektir?
Bulun bana deliğini de söyleyeyim.
Biz tıkayalım o deliği.
İnsana acıyan büyük bir kalb ağrısını görmemek imkansızdır.
Araba, ne tekerlek ne dingil ne de teknedir.
Araba dediğimiz zaman.
Bunların hepsine bir tek verilen ismidir.
“Ahmet deriz. Hasan Bey!” deriz. “Ömer Bey” deriz.
Bu kelimeler, ne gözdür, ne kulaktır, ne de duygudur.
Bunların hepsidir, verdiğimiz “Ahmet efendi” diye isim verdiğimiz.
Onun için insan haddini bilmelidir.

Okyanusta kaç bardak su vardır birisi sana söylesin.
Ganj nehri yatağında kaç tane kum tanesi var.
Bunlar mesaha edilmez, kabul edilmez, ölçülmez bunlar.
Ölümden sonra bir hayat var veya yok düşüncesi de aynı nev’îdendir.
Sorulacak suale ikisi de yanlıştır.
İnsan korkuya veya imana bir şeyin karşısında döner.
Bir hastalığın karşısında.
O hastalık nedir?
En büyük hastalık açlıktır oğlum.
Niçin açlıktır?
Oruç da diyoruz. Çok dikkat buyurun.
Oruçta diyoruz El Rezzak esmasını bir tarafa itiyoruz.
Hay’ la Hayy oluyoruz.
Hay ile Hay ama her an Hâlvet olmak insanı yakar.
Yakamadığı için açlık hissinde : “benilen çok ahbaplık etme dön dünyana!” emridir bu.
Çünkü insan yalnız ekmekle değil mânâyla da beslenir.
Hindistan da adamlar var otuz gün mezarın altında aç susuz duruyor. Durulur.
“Ben duramıyorum!”
Sen baştan aşağıya midesin de ondan.

Arılar gelir çiçeğin üzerine konar.
Çiçeğe hiçbir zarar yapmadan oradan balı alıp nasıl giderlerse insan öyle çalışması lazımdır.
Tutuşmuş ateş üzerinde kıvılcımlar, binlerce kıvılcım çıkar.
Yanar sönerler, yanar sönerler.
İşte bütün kâinatta da her şey her an ölüyor ve her an var oluyor.
Biz onun farkında değiliz.
Bak bu elektrik saniye de 60 defa yanıp sönüyor.
Biz onu göz ve hafızamız onu idrak edemediği için devamlı addediyoruz…

Yalınız insan ibadetini düşünür.
Muhakkak bir gün karanlıklar aydınlanacak insandaaa.
İnsanı hapseden şeyler kendi içindedir.
Geçmişte yapılmış, yapılan yanlış hareketler, elem.
Geçmişte yapılan iyilikler ise saadet verir.
Onun için gençlere söylüyorum.
Gezsin, sinemasına gitsin.
Futbol oynasın.
Şunu yapsın, bunu yapsın, cesedinlen bu.
Gıpta etmesin!
Haram yemesin!
Kimsenin ırzında olmasın!
Büyüklerine hürmet etsin!
Hükümete hürmet etsin!
Küçüklere hürmet etsin!
Fakat namazını kılsın!
Bu başka o başka.
İnsan biraz da ma’siyyet ister.
Onun için Cenâb-ı Allah diyor ki :
“Herkes temiz ve doğru olaydı. Ben fenâlık yapacak bir cemaat halk ederdim.” diyor.
O halde Cenâb-ı Allah insanlarda bir ma’siyyet istiyor.
Bu ma’siyyete istemezse idi cennetten Hz. Âdem kovulmazdı.

Karlı bir tepede duran adam nasıl başının üstünde bir sonsuz mavilik bulursa, kendi nefsine hakim olan da buna benzer.
Böyle bir insanı bu dünyada sarsacak hiçbir kuvvet yoktur…

Billur, haa şu yapma billur.
Bu billur değil tabi.
Uydurma yalancı billur.
Bir billur alınız elinize.
Billur parçasının her yanından nüfuz eder ışık.
Her taraftan başka renk verir.
Fakat billur ışık mıdır?
Hayır!
Billur yine, bir kum tanesinden başka bir şeydir.
Çünkü billur cam kumundan yapılır.
Ama billurun şu billur!.
Acaba donmuş bir sis olmasın billur.
Kim aksini iddia edebilir.
Onun için insan aklı muayyen bir hududda durur.
Ötekisine hürmet etmek lazımdır.
Gökyüzü gözle görünen Allah’ın kudretinin en büyük delilidir.
Bakın görün!

Amerika reisicumhurlarından Abraham linkon Cılbir isminde bir arkadaşı varmış bunun.
Her akşam, o Beyazsaray onun zamanında yapılmış.
O Beyazsaray.
Ahşaptan yapılmış o beyaz saray.
Çıkar böyle havaları seyredermiş.
“Bak!” dermiş
“Şu yıldızlara bak! Şunların gidişlerine bak. Göğe bakıp da bunun bir Hâlik’ı olmadığını inkar edene şaşarım!” dermiş.
“Ama yere bakıp da inkar edene şaşmam!” dermiş.
Ve onun zamanında bu günkü dolarlara bakarsanız.
Gümüş dolarlara ve kağıt dolarlara üstünde İngilizce bir kelime yazılıdır.
O zaman yazılmış : “In God we trust: Allah’a i’timadımız vardır!” Hâlâ yazılıdır.
Amerikan parasının da dünyadaki kıymetini.
Bir tanesi bizim12 lira. İngiliz.
Nerden çıktı bu nedir.
Efendim işte senayi vardır.
Senayi niye bize vermedi?
Küçük bir bahane Cenâb-ı Allah’ın Gayur esmasına dokunur.
Böyle indirir aşağıya, rızkını indirir aşağıya.

Allah sana ruhu vermiştir.
Ruh, hiçbir zaman kendisini verene hıyanetlik etmez oğlum.
Ama biz bambaşka olduk.
Bu dünyada hayatta cezalandırılmamış cinâyetlerrr.
Mükafatlanmamış faziletler daima!
Mahkeme edilecekleri başka bir hayat muhakkak zaruridir oğlum.
Aha basit bir mantıkla çıkıyoruz.
Bu dünyada birçok cinâyetler işlenmiştir.
Bu dünyadan birçok faziletli adamlar geçmiştir.
Öyle cinâyetler işleyenlerin cezaları dünyada bazıları cezalarını görmemiştir.
Bazıları da faziletlerinin mükâfatını görmemiştir.
Hani Cenâb-ı Allah âdildir.
Âdil ise, bunların faziletlerinin dağılacağı, o cinâyetlerin cezalarının verilecek bir mahkeme vardır.
İşte o mahkeme de aşağıdadır!..
Tehlike, tehlikeler olmayan hiçbir fazilet yoktur.
Fazileti boşuna sarf ettiğiniz vakit bu tehlike ile karşılaşırsınız.
Onun için faziletinizi yerinde muhafaza edin!
Sizi tahkir edenlerden katiyyen intikam almayınız.
Alçak gönüllük ruhun tevazu’dur.
Harici tevazu’ medenîlik vasfıdır.
Alçak gönüllülük kendini hakir görmek değildir.
Allah’ın huzurunda : “Ben yoğum, Sen varsın!” demektir.

Onun için aziz cemaat akarsu nereye akarsa orasını yeşerir.
Secde-i Rahmâna kapanan nurlu insan nereye girerse oraya tenbid eder.
Gözünde gözyaşı varsa oraya muhakkak rahmet nâzil olur.
Şüphe etme bu sözden.
Rasûlullah’ın sözüdür.
Ateş, ateşe tapana bile lütfetmez.
Mecusiler ateşe taparlar.
Mâdem senin Allah’ın ise girsene içine derhal yakar.
Ateşin tabiatı da değişmez, unsuru da.
Çünkü Allah’ın kılıcı izinle keser, izinle yakar.
Ateş, her şeyin hakikatini ortaya koyan bir nimettir.
Pirit, Arapçası : “humze yedline hadid : Demir çıkan şey”
Karabük’teki o taşları atarlar ateşin içinde demir bir tarafa ayrılır, posası bir tarafa.

Amber ateşe atılmazsa güzel kokusu çıkmaz.
Ateş HAYY esmasının hakikatini ortaya çıkarır.
Fakat bunun farkına herkes varmaz.
Ateşin içinde nur vardır, ateşin içinde gül bahçesi vardır.
Hazreti İbrahim’i hatırlayın!
Ateşin içinde yeşil çemen vardır.
Yine o peygamberi hatırlayın!
Ateşin içinde nimet vardır.
Ateşin içinde rahmet vardır.
Ateşin içinde de söylenemez denilen bişey vardır.
Onu da sen bul!

Cenâb-ı Peygamber diyor ki :
“Dünya bir andan ibârettir”.
Ateşle, şöyle bir çöp alalım elimize ucunu yakalım.
Köz olsun.
Şöööyle çevirdiğimiz zaman bir daire şeklinde görürsünüz.
İşte kâinat böööyle döndüğü için biz ömrümüzü uzun zannediyoruz.
Ömür uzunluğu, Allah’ın tez tez peş peşe bu şey gibi elektrik gibi sönüp yanmasından ibârettir.
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid” (Kaf 50/15)
Allah birini öldürür tekrar yaratır.
Âyet-i kerime.
Bunun sırrını insan kendiliğinden öğrenemez, âlim de olsa fazıl da olsa ona öğretirler.
Siz biriniz içinizden derki : “Hoca efendi sen öğrendin mi?”
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam!..

Gözde, aaha bu gözde, hakiki Dost’u gören göze derler göz.
Gözünü yum hiçbir şey görmezsin.
Ama gözünü yumup da uykuya girdiğiniz zaman göz etlikten çıkar artık yoktur göz.
Peki, göz uykudaysa et parçası nasıl oluyor da rüyada gördüklerini hafızanda tutuyorsun da gelip ötekine anlatıyorsun.
O halde başka bir göz var.
Aha o gözdür asıl göz.
Dostun gözü.

Soğuk, kar koruğa dokunur.
Üzüme dokunmaz.
Olmuşa dokunmaz.
Herkes eline bir asa alır amma, Musa da alır.
Bizim elimiz nerde Musa’nın eli nerde.
Bu lakırtıları biraz deşerseniz oğlum.
İçinde çok şeyler var.
Yağmur çemenlere ne yaparsa, çemene yağmur.
Haa biz bu sözlerimiznen de size onu yapmak istiyoruz.
Çünkü, sizde o çemen var.
Çemen çünkü secde eder.
“Ven necmu veş şeceru yescudan.” Âyet-i kerime.
Necm Arapçada çemen demek.
Müfred olarak kullanırsa necm, çemen Arapçada.
Nücum olursa yıldız manasına Kur’ân-ı Kerim lisanında.
“Ven necmu veş şeceru yescudan.”
“Çemen ve ağaç secde ediyor” diyor.
Bütün kuşlar secde ediyorlar.
Ama siz bunun farkında değilsiniz.
O halde kâinat bir tesbih, bir Allah’ı hamd ve senâ silsilesinden başka bir şey değildir.
Rüzgar esti mi yoldaki tozları, mozları kağıtları kaldırır.
Onların arkasına girer.
Rüzgar kendini göstermez.
Bu hareketler de böyledir!.

Onun için her insanın içinde Hakk’tan yaratıcısından bir tad vardır.
Onun için Peygamberler dışardan seslendi mi.
İnsanların canı içinden hoplar ve secdeye kapanır.
İslamın niye secde yaptığını, niye oruç tuttuğunu, niye zekat verdiğini, niye sadaka verdiğini, büyüklere hürmet ettiğini, hiç hiddet etmediğini, islamda hiddet yoktur oğlum!
Bu işin şu Secde-i Rahmân’dan kapanıp da televizyon gibi bütün manevî alemi görebilmek için katiyen hiddet etmeyeceksiniz.
Bu çok büyük bir iştir.
İslam dininde yasaktır hiddet.
Kızmayacaksın bişeye!
Koyun gibi : “Peki!” diyeceksin.
“Efendin buna ahmaklık derler!”
Ahmaklıktan asıl hamaklığa gidilir.
Hamaklıktan da asıl akıllılığa gidilir oğlum!
Deli olmadan velî olmaz insan.
Onun için hiçbir şeye kızmayın!
Evinizde ailenize karşı daima munis güler yüzlü olun.
Çocuklarınıza karşı : “Baba şunu isterim, baba bunu isterim!”
Kızma! Kızma!
Okşa onu, okşa!
“Peki oğlum!” de.
“Para elimize geçerse alırız!”
Katiyen kızma, yolda birisi sana çarpsa kızma!
Ama bazı kızacaksın.
Kızacak yeri ben anlatayım.
Evvelsi günümü idi Hafız Efendi, bir şeye gidiyorduk.
Öğlen namazından sonra hangi camii o.
Bahçeli Evler’e gidiyorum.
Para verdiler ordan ki : “Hoca efendi dediler her gün bu parayla gidip gelirsin!” dediler.
Orda taksi bulamadım.
Bir dolmuş gidiyordu.
Elimde de cübbe.
Bu dolmuşa giriverdim.
6-7 dakka var, ezana.
Şoföre dedim ki : “Oğlum!” dedim.
“Biraz çabuk gitmek mümkün mü?” dedim.
“Ben dedim orda vaaz yapacağım!” dedim.
Şimdi benim yanımda da bir adam oturuyor.
Gözlüklü, kıravatlı temiz giyinmiş bir adam.
“Peki dedi yetiştiririm ben Hoca Efendi seni!” dedi.
Vaiz olduğumu söylediğim için “Hoca Efendi” dedi.
Ben böyle oturuyorum.
Bu da naylona sarılı dizimde.
Bu adam döndü bana :
“Sen dedi vaaz mı yapacaksın?” dedi.
Dedim : “evet!” dedim.
“Camide bir iki lakırtı konuşacağım!” dedim.
“Peki dedi orada dedi neler söyleyeceksin!” dedi.
“Aklıma ne gelirse, eserse onu söyleyeceğim!” dedim.
Kızmıyorum.
“Peki” dedi “ordakilerine sen söylesene!” dedi.
“Camilerde gelenlerin hepisinin ayakları kokuyor!” dedi.
“Çamurlu pisli giriyorlar oraya!” dedi.
“Onları söyle onlara!” dedi.
Şimdi burada susulmaz oğlum!
Sen yine kızma böyle bir şeyinen karşılaşırsan yine hiddet etme! Çünkü oradaki vereceğim cevabı bilmezsin.
Herif bir pehlivan olur. Seni döver.
Ama cılız görüp de şu karınca gibi az önce demin anlattığım karınca gibi pehlivanlar vardır.
Padişah zamanında bir veli var 70 – 80 yaşında Yahya Efendi. Anadolu Hisarında güreş pehlivanlar.
Yağlı güreş. 140 okka herifler.
Yağlı güreş sebebi yağlı olmasa tuttu mu koparıyor adamı!
Avrupa’dan bir adam gelmiş hangi pehlivan çıkıyorsa altına vuruyor.
Padişah deli olacak : “Şunu yenecek yok mu?”
Yahya Efendi demiş ki : “Şevketlüm müsade et” demiş “şununan!”
“Aman demiş Hoca Efendi!”
70 Yaşında benim gibi kambur böyle.
“Aman etme demiş Hoca Efendi!”
“Müsaade edin Şevketlüm!” demiş,
Yahya Efendi çıkmış.
Herife bir el ense vurduğu gibi belini kırmış herifin.
Haaaa bu o kuvvete benzemez oğlum.
Böyle kazığı dikti mi hiçbir kimse elini çeviremez aşağıya…

“Onlara” dedi “söyle” dedi.
“Ayaklarını” dedi, “çorapları delik, pis pis kokuyor, secde yapılacak yerler!”
Ben dedim : Bunu aklınnan mı söylüyorsun? Yoksa gittin mi oraya?”
“Öyle söylüyorlar!” dedi.
“Senin dedim ayağındaki çoraplar dedim ipek değil mi?” dedim. “Temiz?”
“Temiz ya!” dedi.
“Ben o Secde-i Rahmâna kapanıp ayakları kir kokan, ayakkabısı delik çamur olan adamın tabanını öperim ama!” dedim.
“Senin nerene bile tükürmem. İn deyyus aşağı burdan!” dedim.
“Durdur şurda arabayı!”
Şöfor durdurdu arabayı. “İn aşağıya!” dedim
Bir celâl geldi bana.
Şöfor : “Evet beyim dedi in aşağıya!” dedi.
İndik aşağıya.
Torbayı bıraktım oraya.
Önce : “Bi şöyle tuttum mu boğarım!” dedim herife.
Hiç sesi çıkmadı.
Allah aslan gösterdi beni ona herhalde.
Ondan sonra bindik arabaya gittik.
Zaten şeye hiddetli çıktım.
Allah affetsin kürsüye.

Onu sen bırak adamına, karıncaya bırak oğlum!
Karınca onu temizler sen otur.
Onun için su da daima kalmak balığın kârıdır oğlum!
Yılanın değil.
Bu denizde öyle balıklar vardır ki yılanı bile balık yaparlar.
Onları ara bulabilirsen, Allah Dostunun ihsanına uğramak büyük bir iştir.
Cömertlik bile utanır yanında.
Çok söze daldık.
Yav hikayeyi söyleyelim derken biz hikaye olduk be!
Biraz da hikaye söyleyelim canım insanlar bunalıyor.

1050 yılı 1050 hicr’i yani bundan 334 sene evvel.
334 sene evvel.
Şu Şişhane yokuşunu İstanbul’da çıktığınız zaman 6. daireye dönmeden Perapalas’ın altından giden bir yol vardır hatırlarsanız.
Bi de soldan Kasımpaşa’ya inen yol vardır.
Ordan aşağıya biraz in!
Sağda tepenin üstünde bir türbe görürsün.
O türbe Lohusa Sultan’ın türbesidir.
Üç yüz küsur seneliktir.
Onun yanında eskiden bir mescid vardı. 300 sene evvel.
Orada yüzü gâyet güzel sesi fevkâlede muhlik.
Az çok ilmi var.
Halkın çok sevdiği bir müezzin varımış.
İsmi Abdullah.
Birde anası var.
Gâyet güzel ezan okur.
İmam gelmediği zaman mihraba geçer.
Bunların hepsi Osmanlı İmparatorluğunun Tomar-ı Osmaniyesinde yazılıdır bu lakırtılar.
Öyle tavatura.
Zaten bu kadar dünyanın en uydurma romancısı gibi bunu uyduramaz.
Bir hadise olacak.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Ama İslam inanır buna hiç şek düşmez.
Bu, birden bire dertlenmiş bu adamcağız.
Yüzü solmaya başlamış.
İştahı kaçmış. Bir keder.
Aylarca bu devam etmiş.
Kimseye de derdini söylemezmiş.
Bir gün anası : “Abdullah oğlum sende bir dert var ama! “ demiş. “Yüzün soldu, kimseyinen konuşmuyorsun. Tuhaf bir halin var. Söylesene ben ananım!” demiş.
“Yok ana bişeyim yok!” demiş.
Git gide artıyor bu.
Anası demiş : “Otur oğlum, derdini söyle yoksa analık hakkımı helal etmem sana!” demiş.
Emir yüksek yerden.
Ağlamaya başlamış.
“Anne!” demiş. “Ben demiş bir rüya gördüm. O rüya şu demiş.
Zamanın Padişahı, onun kızını rüyada gördüm!” demiş.
“Âşık oldum bu kıza!” demiş.
“Saraya git kızı bana iste!” demiş.
“Aman oğlum demiş biz neyiz. Padişahın kızını nasıl isteriz. Sana nasıl verir!”
“Valla ana git iste!” demiş.
“İsterse bizi kessin, isteyeceksin!” demiş.
Padişahın kızı da, bu Hocayı görmüş rüyasında.
O da ona âşık olmuş ama birbirlerini görmemişler.
Kızda eriyor.
Bu, olmuş bu!..
Tomar-ı Osmaniye de.
Nihâyet kadıncağız gitmiş saraya.
Demiş ki : “Ben padişahı göreceğim!” demiş.
“Sen kimsin?” demişler.
“Ben felan yerde müezzin var onun anasıyım!” demiş
Yaşlı nur yüzlü bir adam.
“Söyleyelim Padişaha!” demişler.
Padişaha mabeynciler gitmiş söylemiş demiş ki :
“Bir iki gündür gelen bir kadın var. Zât-ı devletlerini görmek ister!”
“Alın gelsin!” demiş.
Gitmiş kadın. El etek öpmüş.
Nurlu bir kadıncağız.
“Söyleyin valide!” demiş padişah.
İstanbul da bizim Padişah zamanında oluyor.
“Şevketlüm” demiş “söyleyeceğim sözler edep harici sözdür!” demiş.
“Beni ma’zur görün!” demiş.
“Ben oğlumun namına geliyorum!” demiş.
“Buyurun söyleyin buyurun!” demiş.
Demiş ki : “Efendim benim oğlum Allah’ın emriyle sizin kızınızı istiyor!” demiş.
“Babası yav sen çıldırdın mı kadın?” demiş.
“Valla çıldırıyım çıldırmayıyım şevketlüm evladım gitgide erimekte siz bilirsiniz!”
O sırada da kız padişahın kızı dinliyor bunu duymuş, o kadar.
“Siz bilirsiniz şevketlüm!” demiş.
“Müslüman kadın gönlünü kırmayayım!” demiş.
“Peki teyze verelim ama demiş 9 katır yükü altın getireceksin bana!” demiş.
Tomar-ı Osmaniye de yazıyor bunu.
Topkapı Müzesinde gidin okuyun.
Gelmiş oğluna demiş ki : “Padişah verecek, 9 katır altın istiyor!” demiş.
İmam başlamış göbek atmaya.
“Hay Allah razı olsun!” demiş.
Gitmiş çuval almış.
Evinin bahçesinde küreknen dolduruyor toprağı.
Doldur babam doldur, 9 tane çuval doldurmuş.
Arabaya yüklediği gibi ertesi sabah dayamış şiyden içeri.
Saraydan içeri.
Bu olmuş efendim olmuş.
Olmuş!..
Zâtı Sungur bunlardan daha şeyini yapıyor.
Bu salak milleti atlatıyordu.
Allah Dostu oluyor bu adam.
Saraydan içeri girmiş.
Padişaha haber vermişler.
Demiş ki : “Efendim dün bir kadın geldi, 9 çuval altın istemişsiniz!” demiş.
“O imam nerdeyse geldi” demiş.
Gelmiş Padişah: “Nerde?” demiş.
“İşte padişahım!” demiş.
Saraydakiler almış bahçeye devirdikçe altın, devirdikçe altın.
9 şey altın.
Tomar-ı Osmaniye de yazıyor.
Devletin arşivi.
Olur mu?.
Buz gibi olur oğlum!..
Burada olmaz ama bir kağıt parçasını ben vereyim.
Yum, kapat, aç istediğin altını yapayım ilm-i kırtasiyedir bu.
Ama sana vermem!…

KELİMELER:

Kıyam : Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. * Ayaklanmak. İsyan. * Ölümden sonra tekrar dirilmek. * Bir işe başlamak, devam etmek.
Fahr : Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
Zebh : Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da “zebiha” denir.)
Galebe : Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
Nezr : Adak adamak. * Fık: Cenab-ı Hakka ta’zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.
Maktul : Öldürülmüş, katledilmiş olan.
Addediyoruz : Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.
Ma’siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Billur : Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.
Senayi : Sanayi, San’atlar.
Gayur : Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. * Kıskanç. (“Gayyur” diye yazılması yanlıştır.)
Zaruri : (Zarurî. C.) Mecburi işler. İster istemez olan işler.
Tenbid eder : yeşil ot, nebat yetişir bastığı yerde.
Nâzil : (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.
Munis : Alışılmış. Ehlileşmiş. Cana yakın. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş.
Deyyus : Derare. Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam.
Mabeyn : Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda.
Şevketlüm : Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.

Er Rezzâku : Yaratıklarına tek ve mutlak rızıklarını vericiolan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL. Bütün mahlûkatının rızkını maddî, mânevî; her zaman, her yer ve her hâlde lâzım ve lâyıkınca veren.
Er Râziku : Tüm mahlükâtının rızkının mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.
El Hayy : Devâmlı hayat sahibi, mutlak diri, dirilerin dirilik kaynağı, hayat veren tek.. Mutlak diri, gerçek hayat sahibi ve Bâkî olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.
El Muhyî : Maddî-mânevî hayat verip dirilten, canlandıran, canı var eden ve ruh veren. Diri ve hayatta kılma gücünün mutlak sahibi ve can verici olan ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL.

ÂYETLER :

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
“E fe ayina bil halkil evvel bel hum fi lebsim min halkin cedid : İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf 50/15)

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
“Ven necmu veş şeceru yescudan. : Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” (Rahmân 55/5)