OYUN ve EĞLENCE MİDİR bu DÜNYA?..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

OYUN ve EĞLENCE MİDİR bu DÜNYA?..

Mesaj gönderen aNKa »

Ana Sayfa Haberleri ~ 05-03-2011

Resim

OYUN ve EĞLENCE MİDİR bu DÜNYA?..

Acakir77

Selamün Aleyküm Gariban Kardeşim.
Dün akşamdan beri boş kaldıkça bize iletmiş olduğunuz bu meseleyi (OYUN VE EĞLENCE DEĞİL BU DÜNYA) yı düşünüyorum.
Zamanında benim de aklımı çok kurcalamış olan bu konuyu aslında herkesin kendi içinde çözmesi gerektiğini, kendine uygun cevaplar bulması gerektiğini aşama aşama öğrendim.
Sorulan sorular ne kadar genel olsa da verilecek cevaplar bu yüzden kişiye, anlayışına, bulunduğu şartlara ve yetiştiği kültüre kısacası "KAB"ına özeldir.
Bu yüzden naçizane kendi deneyimimi aktarayım.
Belki başka bir bakış açısı elde edebiliriz.

Yıllar önce aynı soruları kendime sorduğumda "Bir şey bilmiyorsun, önce git öğren!" sonucuna ulaştım.
Uzun arkadaş sohbetleri, her şeyi bildiklerini zanneden uzmanlar ve maddeden öteye geçemeyen felsefe, gizli dünyaya ait metafizik kitapları araştırmalarımın nihayetinde ulaştığım sonuç(her ne kadar doğru olmasa da) :"Ben de çok şeyi biliyormuşum. Çünkü bunca insan sorularıma tatmin edici cevap veremedi. Ben neymişim de haberim yokmuş!" oldu.
Bu da uzunca bir süre kibirle benlikte boğulmama neden oldu(Bu dönem için sonsuz Kerem sahibi, Gaffur ve Rahim olan ALLAH (CC) beni affeder İnşallah).
Derken anamın babamın duaları mı yoksa başka bir şey mi sebep oldu bilmiyorum tokadı yedik.
Silkindim şöyle bir, sonra zorla da olsa dedim kendime "Ne oluyor burada, şimdi bu ne? Nedir bu başıma gelenler? Bunu çözücektin hani Ahmet?" derken yeniden başladı araştırmalar ve arayışlar, neyse derinlere dalıp lafı fazla uzatmayalım.
Bu araştırmalarım neticesinde öğrendim ki daha önce çok duyduğum ama pek ehemmiyet vermediğim Aşık Yunus'un: "Bir Ben varmış bende Benden içeri" mısraları doğru imiş.
Peki nasıl bulacaktık bu içerdeki yeni(yeni öğrendiğim için) Ben'i?
Bugüne kadar öğrendiğim tüm ilimler maddeye ait ve dış dünyaya ait idi. Hep başkalarını değerlendirirdik.
Başarılı olmanın yolu: A kişi böyle başarılı olmuş, modelle ve uygula ! Veya verimlilik hesabı yap: kim ne kadar çalışmış, ne üretmiş? Onun evi, arabası var benim neden yok (Allaha(cc) çok şükür hiç bir zaman -benim yok onun da olmasın- diye düşünmedim)?
Her şey böyle basit ve sığ giderken hani Derman hocamızın dediği gibi "Kim dürttü de ağlıyorsun?", beni de birileri dürttü işte ama hangi Ben'i ?
Onu artık bilmiyordum, öğrenecektim ama hangi yolla öğrenecektim?

Derken "Kırmızı koltuk" isimli programda Ahmet Hulusi'ye rastladım.
Araştırmalarımı onun etrafında genişlettim.
Bir çok kitabını okudum.
Madde dünyası ile ilgili bilimsel dayanaklar beni ikna ederken, manevî ilim yönünden zayıf oluşum bir çok konunun havada kalmasına neden oluyordu.
Sonra tasavvufi kaynaklara daldım.
Daldım diyorum, çünkü gerçekten yüzme bilmeyen birinin denizdeki dalıp çıkma çırpınışları gibiydi çabalarım.
Abdülkadir Geylani, İmam Rabbani, Mevlana, Kenan Rıfai, İbrahim Hakkı Erzurumlu- marifetname ve son zamanlara doğru Münir Derman su-1-2-3 gibi bir çoklarımızın yakından bildiği kaynakların tam ortasındaydım.
Çok çabuk değişmiştim, ailem ve yakın çevremdekiler şaşırıyordu.
Sigarayı bırakmış, namaz kılmaya başlamış, elimde tespihle dolaşmaya başlamıştım.
Ama birşeyler eksikti, bunu hissediyordum içimdeki bu yeni Ben'e ulaşma YOL'unda.
Gene de umudumu yitirmeden daha önce istediğim ve arzuladığım hiç bir şey için bu kadar azimli, kararlı ve sabırlı uzun süren çabam olmamıştı.
Ramazan oruçları bile bana zor gelirken artık fazladan oruç tutuyor, vakit namazlarının dışında geçmişten gelen kazaları da bol bol kılıyordum.
Ama hala bir şeyler eksikti, hissediyordum.
Adını tam koyamıyordum, içimdeki Ben'e nasıl bakacaktım, nasıl ulaşacaktım bilmiyordum bunca bilgiye rağmen.

Yaşadığım çevrede de benim bu derdimi kendine dert edinmiş, soracağım ve sorularıma tatmin edici cevaplar alacağım kimse yoktu.
Bazı tefekkürlerim sonucunda ulaştığım değerli farkındalıklar da bilgi bolluğu içinde unutulup giidyordu.
Hatta "ben bu mesele ile daha önce güzel bir sonuç tefekkür etmiştim, neydi acaba?" diye çok düşündüğüm zamanlar olmuştu.
Daha sonralarında ise şimdi detaylarına inmeyeceğim bir kaç sınava tabi tutuldum ve kaldım.
Kısacası, Derman hocamızın da dediği gibi "tekmeyi yedik".
İbadetler azalmaya, ehemmiyetlerini kaybetmeye başlamış ve hatta giderek aksamışlardı.
Aslında Ben'i bile artık merak etmiyor, tamamen maddi ve dünyevi meselelerle eğlenmeye başlamıştım eskisi gibi.
Tabii ibadetlerin mi benim nazarımda değerleri azalmıştı yoksa benim mi değerim nazarda azalmıştı, bunu zaten söylememe gerek yok.
Bilmem belki kaderimde böyle olması gerekiyordu belki de önemli fırsatları tepmiştim farkında olmadan, gafletle.
Ama bir şekilde gene aradığımı bulmaktan perdelenmiştim.

Aradan geçen bir kaç yıldan sonra bilmem bir hayır dua aldım, bilmem yazılan buydu en iyisini Cenab-ı ALLAH bilir, tekrar düzenli namaz kılıp ibadetlerimi itinayla yerine getirmeye başlamıştım.
Bir yandan da yeni Ben ile tekrar irtibat kurmuş nerede olduğunu soruyordum.
Derman hocamızın Allah Dostu Der ki 1-2-3-4-5 serisini ve diğer kaynakları tekrar okumaya başladım.
Bir yandan da sitemizden sohbetlerini indirip müsait olduğumda hemen dinlemeye koyuluyordum.
Bu sefer biraz daha bilinçli, biraz daha tedbirli idim.
Bu arada sitenizle ve buradaki siz değerli kardeşlerimle karşılaştım.
Hergün buralara uğrar bir Derman Hocamdan, Şeyh Bawa Muhyiddin'den, Kulihvani Hocamızdan ve siz diğer kardeşlerimizin yazdıklarından okumazsam rahat uyuyamaz hale gelmiştim.
Hâlâ böyleyim ya neyse, değişen neydi peki ?
Yeni Ben'i mi bulmuştum ?
Hayır. Binlerce sorumdan sadece bir kaç sorunun cevabını artık daha rahat verebiliyordum, o kadar. Bunlardan biri ve en önemlisi burada da sık sık vurgulanan bilgi sahibi değil hal sahibi olmanın ne kadar değerli olduğu ve bildiklerinin ancak uygulayabiliyorsan bir önemi olduğunu anladım.
Acziyetimi, her şeyin aslında kimin elinde olduğunu, kısmen de olsa "La havle vela kuvette illa Billah" ın ne demek olduğunu, girdiğim bu YOLun daha başında olduğumu, YOLun sonunun görünmeyip aksine sonsuz ve sınırsız olduğunu, içimdeki taşın aslında eskiden yanmış bir odun kömürü olduğunu, biraz ateş görünce korlaşmaya başladığını, sabredersem ve istikametten ayrılmazsam ateşin eninde sonunda Ben'i bulacağını-yakacağını, karınca gibi ulaşamasam bile en azından bu yolda ölebileceğimi, Müddessir süresi 55 ve 56ncı ayetlerinin "Dileyen onu düşünür. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da." anlamını, Kaza ve kaderin anlamını, ne kadar çok bilgiye sahip olursak olalım aslında hiç birşey bilmediğimizi...

Daha yazmak istediğim çok şey var ama lafı fazla dolaştırdım, belki de başınızı ağrıttım .
Sorunuza cevap olmadı biliyorum ama ben de en azından dertleşmiş oldum kendimce.

Son olarak antik çağ düşünürü Epiktetosun bir yorumu aslında şu anki halimi kabullenişime ışık tutuyor:
"Başaklar niye sürer? Yetişmek ve sonra yetişince biçilmek için değil mi? Zira onları mukaddes şeylermiş gibi sapları üzerinde bırakmazlar. Eğer başakların duyguları olsaydı biçilmemeyi bir felaket sayacaklardı. İnsanlar içinde bu böyledir. Ölmemek insanlar için bir felakettir. Başak için sararıp olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise Adem oğlu içinde ölmemek odur."

Cenab-ı ALLAH cümlemize Kur'an-ı Kerim ve Rasullah (SAV) sünnetleri ışığında-yolunda OLmayı nasip eyler İnşallah!

Muhammedi Muhabbetlerimle ! Allah'a (cc) emanet olun...


Allahümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetik: Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana layık ibadet etmek için bana yardım eyle!.

...

OYUN Ve EGLENCE DEĞİL Bu DÜNYA!

50 sene bir yığın kitap okumuş ve ömrünü kitab okumakla geçirmiş oldukça elemli bir hayat geçirmiş bir Hintli arkadaşın yazdığı yazıyı çevireyim dedim.
İçinde önemli bazı noktalara değiniyor, yeri geliyor biraz Tanrıya isyan bayrağıda çekiyor, anlayamadıkları için eleştiriyor.
Sizin için düşünüp bu tarzdaki düşüncelere Kur'an dan gelen cevap nedir gibi bir analizle karşılık vermeniz bakımından belki bir çeşit konu olur diye yazmaktayım.
Ben kendisine bazı şeyler karalayacağım ama sizinde fikirlerinizi almak güzel olur inşaALLAH.

Es-Selam ve sevgiyle
GaribAN


"Şimdiye kadar hep bu sık tekrar eden “Herşey olması gerektiği gibidir”, ya da “Herşey tam mükemmeldir”, “ Birisine katlanamayacağından fazlası asla verilmez” ya da “hayat bir eğlencedir, bir mutluluk ve ziyafettir henüz devam ederken tadını çıkar” v.b alıntılara kalb bağladım.
Aslında hayatımın büyük bir bölümünü bu hakikat olduğunu farz ettiğim söylemlere göre yaşayamadığım için kendimi suçlu hissederek geçirdim.
Ve sonra bu şu andada boğazıma kadar gömülü olduğum çığ gibi acılar geldi, ve ondan kurtulma ümidini yitirdim.
Fakat bendeki bu elemin etkilerini, bu kabus gibi acılarin etkilerini görün .
Bana ilk getirdiği farkındalık şu oldu ki bu dünya eğlence için yaratılmamıştır.
Bu şeyler göründüğü gibi değiller.
Benim zevk aldığım hoşlandığım her şey benim için bir kabusa dönüştü.
En güzel nesnenin perde arkasında en gizli şey beklemekte gibi sanki.
Benim sözüm ona harika, neşe dolu günlerim beni bu nahoş tatsız görüşü sindirmeye yada ona karşı çıkmaya hazırlamadı.
Fakat ben onları gerçek renkleri ile görmeye zorlandım, acılar benim için diğer bir seçenek bırakmadılar.
Bununyanında bana moda olan görüşlerle bağdaşmamak hususunda cesaret verdi, bu yukarda bahsettiğim cinsteki görüşler.
Bunun yanında bana diğerlerini n görüşleri benden farklı olmasına rağmen onları severek kucaklayan bir tevazuda verdi.
Her birimiz kendimiz için evimize geri dönüş yolunu bulmak zorundayız.
Benim hakikatim sadece benim için aydınlatıcı ve diridir, başkalarına hayatsız ve yanlış yola saptıran bir şey olarak görünebilir.
Bu yüzden bırakın beni kendi hakikatımla ilgileneyim sadece.
Eğer birisi bulursa cana yakın yada düşmanca bulursa, bu sadece rastlantıdır, asla niyetli dememişimdir.

Öyleyse eğer bu dünya eğlence yeri değilse, o zaman nedendir ve ne içindir ?

Bir evrendeki hatta bir kum tanesini anlamak için bile dahi gerekli olan miktar ve çeşitte ilime ben açıkça sahib değilim, o zaman benim bu dünyanın zevk (eğlenme) için kastedilmediğini farketmemin temeli nedir?
Benim tek dayanağım, etrafımda ve bende olan acı ve elemdir.
Bir dünya ki burada her biri zayıf olan ile beslenmek zorunda, ki burada herkes bir diğerinin besin zincirinde bir halka olduğu bu yer eğlence ve zevk yeri olamaz.
Siz bunu etrafınızda görebilirsiniz, yada hayvanlar belgesellerinde görebilirsiniz ki bir bufalo sonunda öldürülüp yenilene kadar bir yığın arslan ile çarpışıyor.
Bu, birisinin kendi çocuğunun bir piton yılanı yada bir kaplan tarafından yenilmesini istemeyen birisi tarafından asla kabul edilemez.
Bu yüzden bu âlemi anlamak için Einstein olmak gerekmiyor, fakat hayattaki çile ve elem benim için bu hayatın eğlence yeri olmadığına dair yeterli dayanaktır.
Bunu kim inkar edebilir ki?
Fakat çilelerin bu bakış acıları ile görünce, her eğlence nesnesi şekerle kaplı acı bir hapa dönüşmekte.
O tamamiyle benim şu andaki deneyimlerimle doğrulanmıştır, benim için başka delile gerek yok.
Fakat diğerlerinin benim bakış acıma göre farklı olmasını memnuniyetle karşılarım.
Herkes takip ettiği eğlence nesnelerinde aradığını bulsun .

Şimdi gelecek bir soru kalmakta, zevk, eğlence için değilse o zaman dünya ne için?

Biz bu dünyanın cinayet işleyenler için, tecavüzcüler ve suçlular için ve onlara suç işlemelerinde yardımcı olan Tanrı ile beraber bu insanlık dışı görünüşüne bakınca, etrafımızdaki elemler ve acıların bir nedeniyle kurulduğunu gördüğümüzde, ki bu dünya mükemmel değildir ve içindeki herşeyde olması gerektiği gibi değildir, o zaman ne için yapılmıştır?

Bana şimdi sadece, yarım aşırlık eğlence ve senlik ve şeylerin ardından kovalama sonrası, o çok açık ki heryerde hazır ve nazır olan, herşeyi bilen ve herşeye kadir olan bir Tanrı’ya ınanıyorsak o zaman bu dünyanın basitçe varlığı için hiç bir haklı gerekçesi mazereti yoktur. Her şeyi bilen Tanrı, neden Kendisini sıksın ve yaratma ihtıyacını hissetsin ki ya da bir çok olmayı ve yaşamı deneyim etmeyi?
Tekrar, neden iyi kalbli bir Baba çocuklarına karşı hissiz ve önce onların yanlışlıklar yapmalarına izin verip sonrada onları bir çok şekilde cezalandırma yolları icat etsin ki?
Ve boynumdaki Albatros kuşu, doğmuş olan elem ve çile, bir çocuğu bir diğerini yiyerek hayatını idame ettirme üzerine bağlı yaparak, Herşeyi bilen bir Tanrı bunun nasıl bilincinde olamaz ki?
Bu yüzden bu âlem manasız ve tasarımında kusurludur.
O milyonlarcası acı çeksin ve eninde sonunda olsun diye yapılmıştır.
O zaman, dünya nasıl öyle masum, taze ve mükemmel görünür ki?
Çünkü onun öyle görünmesi için Tanrı, mükemmel bir cinayet işleyen katil gibi itinayla suç sahnesini harika bir şekilde temizliyor ki dış dünyada hiç bir iz kalmasın yada yaratıklarının aklında.
Hayatta kalanlar hemen hemen daima düşündürttürülüyor ki onlar fevkalade ve belki şeyleri organize etmede daha techizler.
Unutkan bir hafıza ve diğerlerine olan bir şeye karşı tolerans geri kalanını hallediyor.
Herşey sadece tolerans gösterilmesi ve alışılması için yapılmış.
Bu tanımlama belki Tanrı’nın ağrına gidebilir gibi görünebilir, fakat kimbilir O belki beni böyle hissedeyim diye yarattı!
O bizim Onu eleştirmemizi sevmekte ya da Onda hata bulmamızı.
Bunun için delil mi istiyorsunuz?
Ben hatalarımı gösteren insanları, benim eksikliklerimi eleştirenleri severim. Bu yüzden Tanrı, kendisini eleştirenlere karşı ve eleştirilere karşı neden tolerans göstermesin ki?

Öyle ise eğer bu dünya manasız ise o zaman bizim hareketlerimiz ne olmalıdır?
Düşünüyorüm ki bir sabah ya da akşam yürüyüşü gibi, birisinin dişlerini fırçalaması, bazı vejetaryen yiyecekler yemek, bunları boşaltmanın verdiği bir zevk, iyi bir uyku, azıcık nefes almaya ve birisin dış ve iç çevresine dikkat etmesi gibi basit zevkler, hayatımızı karmaşıklaştıran çeşitli zevkler ve bağımlılıkların yaptığı gibi size kabus gibi sonuçlar getirmeyecektir.
Bunlar sadece bazı sakınılabilir çilelerdir fakat hayatın bir çok başka elemleri ve çileleri vardır ki bunlar hemen hemen hayatın yapısına bina edilmiş mahalli olanlardır.
Onları çekmek zorundayız.
Benim en büyük kahramanlarımdan birisi olan Sant Kabir Das, bu dünyayı “Ölülerin şehri” olarak boşuna tanımlamadı.
Biz zaten ölmek üzere işaretlenmişiz, bir müddet bu hayatı enğelnce edinmemize rağmen.
Onun bu hastalık için yada ondan kurtulmak için reçetesi Tanrıyı sürekli hatırlamak ve hissiz eğlenceyi terketmek idi. Bırak benimkisi de böyle olsun."

Hintli Arkadaş
Resim
Cevapla

“MART” sayfasına dön