KUL İHVÂNİ 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

KUL İHVÂNİ 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim KUL İHVÂNİ 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi


Ahmed Er Rufaî kaddesallahu sırrahu Salâvât-ı Şerifesi
(17 Haziran 2011 Tarihli Kul İhvâni Sohbeti)

Sohbet kaydından yazan; Simurg


14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Cevheratu'’l-Esrar ismiyle anılan bu salâvât Ahmed er Rufaî Hazretlerine ait evraddır. Samimiyetle devamında pek çok sırların seyrine ulaşılacağı önemle bildirilmiştir.

Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM

Resim

Resim
LÂTİN HARFLERİ İLE:: Allâhumme salli ve sellim bârik alâ nûrike'l-esbaki Ve sırâtike'l-muhakkak Ellezi ebreztehu rahmeten Şâmileten livucûdike Ve ekremtehu bi şuhûdike Ve'stafeytehu linübüvvetike ve risâletike Ve erseltehu beşîran ve nezîra Ve dâiyen ilallâhi biiznihi ve sirâcen munîra Noktati merkezi bâi'd-dâireti'l-evveliyyeti Ve sırrı esrâri'l-elifi'l-kutbâniyyeti Ellezî fetakte bihi ratka'l-vucûdi Ve hassastehu bi eşrâfi'l-makâmâti bi mevâhibi'l-imtinâni Ve'l-makâmi'l-mahmûdi Ve âksemte bihayâtihi fi kitâbike'l-meşhûri li ehli'l-keşfi ve'ş-şuhûdi Fe huve sırruke'l-kadîmu's-sâri Ve mâi cevheri'l-cevheriyyeti'l-câri Ellezî ahyeyte bihi'l-mevcûdâti min ma'’denin ve hayevânin ve nebâtin Kalbi'l-kulûbi Ve rûhi'l-ervâhi Ve i'lâmi'l-kelimâti't-tayyibât El-’kalemi'l-a'lâ Ve'l-arşi'l-muhît Rûhi cesedi'l-kevneyni Ve berzehi'l-bahreyni Ve sâniye isneyni Ve fahri'l-kevneyni ebi'l-Kâsımi ebi't-tayyibi seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdi'l-muttalib abdike ve nebiyyike ve habîbike ve rasûlike'n-nebbiyyi'l-ummiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslîmen kesîrâ bi kaderi azameti zâtike fî külli vaktin ve hînin. Subhâne rabbike Rabbi'l-izzeti ammâ yasıfûn ve selâmun ale'l-murselîn ve'l-hamdu lillâhi Rabbi'l-âlemîn.

MÂNÂSI:: Ey RABBim, önceki nûrun olan, Kendi mevcûdiyetin sebebiyle, kapsayıcı bir rahmet olarak ortaya çıkardığın; Kendini müşâhede ettirerek keremlendirdiğin; Nebîliğine ve Rasûlluğuna seçtiğin; müjdeci, uyarıcı olarak gönderdiğin; Kendi izniyle ALLAH'a bir çağırıcı ve nûruyla aydınlatan bir kandil, ilk "bâ" dâiresinin merkezdeki noktası, kutup "elif"inin sırlarının sırrı kıldığın; varlık çemberini kendisiyle yardığın; en güzel mevhîbeleri vererek en şerefli makamları, Makâmı Mahmûd'u kendisine mahsûs kıldığın; ehl-u keşfe ve şuhûda malûm kitabında hayâtına kasem ettiğin; kadîm sırrın ki sârî; cevherlerin cevheri bir "su" ki câri; ki bu suyla Sen ma'den, hayvan ve bitki gibi mevcûdâta can verdin; kalplerin kalbidir o, ruhların rûhu; hoş kelimeleri yayan; en yüce kalemdir; kuşatan bir Arş, iki kevnin bedenindeki ruhtur; iki deniz arasındaki aşılmaz berzah; ikinin ikincisi; iki kevnin de medârı iftihârı; Ebu'l-Kâsım, Ebu't-Tayyib; Seyyidimiz, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (salallâhu aleyhi ve sellem), Senin kulun, nebîn, sevgilin, rasûlun, ummî olan nebîn, işte ona, onun âline, ashâbına çokça, her zaman ve anda Kendi zâtıyın azâmeti mikdârınca salât ve selâm ediver, onu mübârek kıl! RABBin işte O azîz olan RABBin, inkarcıların vasfettiklerinden münezzehtir!. Rasûllere de selâm olsun. İşte o hamd ki âlemlerin RABBine mahsustur!.


Resim

Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM

istiğfar antivirüsüMüz: subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke

VelHaMduliLLÂhiraBBu’l-ÂleMîNN

Ya Rabbulâlemin, ya Rasullallah sallallahu aleyhi ve sellem istecertu.

Es salâtu ve’s- selâmu aleyke Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!

Allahümme ve sellim ve bârik alâ seydina Muhammedin nuru zâtı sırrı sarii fil cemil esmayı vel sıfat. Bi adedike ilmiken daimen kesiren mubâreken tayiben fihi Ya Rabbu’l- Âlemin!.

Esselatu ve’s- selâmu aleyke Ya Habiballah SALLallahu aleyhi ve SELLem.

Allahümme salli ve sellim ve bârik ala seyyidina muhammedin nuru’z- zâtı’s- sırrı sarii’ fî cemii’l- esmai ve sıfati ve adedi dâimen ebeden kesiran mubâreken tayyiben fîh.

Es selatu ve’s- selâmu aleyke Ya seyyidi’l- evveline ve’l- âhirin elhamdülillahirabbülâlemin.

“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin bi adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîran kesîra.”
Salaten tekunu leke rıdâen Yâ Rabbülâlemin!
Salaten tekunu li hakkıke edâen Yâ Rahmetenlilâlemîn!.

Subhâneke Allahümme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke! Estağfirruke veetevbileyke!

El hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn!

Allahümme inne esseluke’l- affe ve’l- afiyeh fi’d- dini ve’d- dünyayı ve’l- âhireh allahümmesturnâ bi setrike’l- Cemîl!.

“Yâ Hayyu Yâ Kayyûm Yâ Ze'l-celâlî ve'l-ikrâm Yâ ALLAHu bike tâhassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Sallalâhu Allahümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu bi esmâike'l-izâmi ve melâiketike'l-kirâmi ve Resûlîke aleyhim eftalü's-salavâti ve etemmü's-selâmi Ente'l-mahnî bilemhati ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke YÂ RABB!”


ALLAH ALLAH ALLAH RaBBi la işreke bi işreke veLa Havle Vela Kuvvete İlla Billlahil’Aliyyil’Azıym. Es salâtu ve’s- selâmu aleyke Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tealâ aleyhi ve sellime istecertü.


Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Elhamdu lilllâhi rabbi'l-âlemin ve çok şükür Yâ Rabbi'l-âlemin. Hamdu senâ olsun RaBB'ımıza, bizi bu anlara getirdiği için ve kendisinden haberdâr kıldığı için!.

RABBu'l-âlemin kendi Rubûbiyyet rızâ ve rüşdünde yaşattığı için.
Daha doğrusu “bizimle berâber” demeye bile insan çekiniyor, biz onda yaşadığımız için, ya da bizde yaşıyor gözüktüğü için, kısacası bizi yaşattığı için RaBB'ımıza sonsuz hamdu senâ olsun. Şükürler olsun!. İnşaallahu'r-rahmân…

İnsan öyle bir garip şeydir akıl ki, bir usturanın ağzı gibi, iki yüzün arakesiti gibi bir noktadadır akıl.
Bir ince sırdır insan dediğimiz şey Barbaros.
Aslı “ins” ins’ inden ibârettir yani. Baştaki in, “en” demektir. Yarattıkları içerisinde “en” oluşudur.
Muhammedî bir pozisyonda bulunuşudur. Son noktada oluşudur.
O’nu anlama kâbiliyeti istidadı kendinde melekesi verilmiş olmasıdır.
Hilâfet budur. Ondan dolayı da halîfedir ve ihtilaf da edebilir. Hizbu'ş-şeytana kadar gidebilir.
Bu bulunduğu usturanın ağzı gibi dediğim yerin adı “din”dir.
Ve burada akıl, zâhirinde dünyâyı, bâtınında âhireti yaşar. Nerede?
Bu arakesitte. Usturanın ağzında. Tel canbazının ayağının altındaki telde yâni.
Sağa atarsa dünyâ, sola basarsa âhiret.
Ama ikisini de zâhir ve bâtını seviyelediği zaman, dinde seviyelediği zaman.
İşte teslim olursa buna müslim, îman ederse mü’min deriz.
Gerçekten Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme tâbi olursa, yâni ALLAHu zu'l-Celâl'e tâbi olursa velî olur.
İtaat ederse ehli olur. Ehl-i MuhaMMed Aleyhi's-selâm ya da Ehlullah olur.
Yâni bunlar bir makam ve yükseklik değildir.
Bunlar bir anlayış tarzıdır. Yaşayış tarzıdır. Hissediş tarzıdır.
Kendi yaşıyor gibi değil, onlar yaşıyor gibi anlayabilmektir.
Öyle yürekler, pâk ve temiz, gerçekten müteeddib, ,mütezekka, taayyib, mutahharun ve musaffa yürekler vardır ki, onlar da ALLAH Dostları, Ehl-i beyt Aleyhi's-selâm, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem ve RABBu'l-âlemîn alenen yaşar. Gerçekten yaşar.
İşte bunlardan bir tânesi de Ahmed Er-Rufâî Hazretleridir. 14. Salâvât, onun salâvâtıdır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri benim hayâtımda en çok gönül bağı kurduğum sevdiğim ama üzerinde çalışma imkânı çok bulamadığım bir zâttır. Hasan-ı Şâzelî Hazretleri ile berâber.
Kendisine karşı sonsuz bir bağımız ve hani ne olursak olalım, bir babanın çocuğu olur, birisi yaramaz olur, birisi yarar olur ama ikisini de sever.
İkisine de bağlılığı vardır. Birinde üzüntü duyar, birinde sevinç duyar fakat bağlılık vardır. Biz de öyleyiz.
Bir zamanlar, geçen zamanlar içerisinde, biliyorsunuz ben 18 sene civârında deniz kenarına giderdim yazları. Sâhile gider orada “Lâra Zevkleri” ya da “Lâra şiirleri” o dönemler geldiğinde göreceksiniz.
Hep Lâra, deniz fırtınaları, şunlar bunlar anlatılacak.
İşte öyle bir zaman içerisinde, o fırtınalı günlerimde zamanlarımda Ahmed Er-Rufâî Hazretlerini görmek istedim. Yâni gönlüm istedi.
Bir ikindi zamânı, akşam olmamıştı, ikindi geçmişti, bir zaman içerisinde bir siluet hâlinde, denizden yürüyerek deniz kenârına geldiğini, benden birazcık daha boylu ama ufacık tefecike yakın bir insan, sakalları seyrek, sanki kırmızı kırçıllı bir yüzle, başında siyah bir sarık var.
Alelâde sarılmış gibi, diyebileceğim bu kadar.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri , Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme karşı o kadar büyük bir saygı ve muhabbet duyan bir zâttır ki, “Efendim bu kişi otururdu orada sabahtan akşama kadar namaz kılardı, oruç tutardı” felan bunlar farzdır.
Yemek yemek, su içmek, tuvalete gitmek gibi farz-ı ayn şeylerdir.
Mesele bunlardan daha ötededir.
Yâni Ahmed Er-Rufâî Hazretleri, Rufee kendi kabilesinin ismidir. Oradan gelmektedir.
Onun o muhteşemliği, şimdi yerinde yeller de esse, onun tılsımını kullanarak insanlar avurtlarına şiş sokup çıkarsalar da, onu bedenlerine sokup çıkarıyorlar.
Oysa Ahmed Er-Rufâî Hazretleri insanları bugün bile hayret ve dehşette bırakacak kadar muhteşem bir kerâmet zirvesindeki bir zâttır.
ALLAH Celle Celâluhu himmetini canevlerimizde can eylesin inşae ALLAH.

Ahmed Er-Rufâî Hazretleri Efendimizin salâvâtı gerçekten o meşhur halılar var ya, ipek halılar, İran’da vs var. Santimetrekaresinde şu kadar düğüm var.
Halının kıymeti bundan anlaşılır.
Ne kadar çok düğüm varsa o kadar halis muhlistir.
En ince iplikten dokunur hakaik ve dakaiklerdir işte böylesine bir halı gibi dOKUnmuştur!..

Hakîkatler ve incelikler, letâif gergefine gerildi mi burada artık alış-veriş olmaz.
Halbuki demin söylediğim usturanın ağzındaki akıl dünyâdan alır âhirete verir. Bir alış-veriş için yaratılmıştır.
Oysa bunlar akıllarını nakil yaptıkları için, oysa bunlar nakillerini kendi vicdanlarında yaşayan Hayy olan Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemden ve HaYY olan Rahmeten li'l-âlemîn’den ve HaYY olan RABBu'l-âlemîn’den aldıkları için her an vahyî, veysî, vehbî, kesbî, mekanizmaları ile çalışan zâtlardır.
Bizler için dînimizde, dünyâmızda ve âhiretimizde çok muhteşem olan şeyler onlar için bir görevdir.
Sanki cehennemin içerisinden 1 sn’de geçersek yanmayacakmışız gibi bizi yıldırım hızıyla geçiriyorlar. Biz yanmıyoruz.
Onlar geri dönüp yine geçirmeye devam ediyorlar, durmadan bu işi yapıyorlar. Hiç bıkmıyorlar.

İşte bu insan aklına anlatılacak bir esrar bir sır asla değildir.
Ve insanlar buralarda elenir giderler Barbaros.
Ben hep bunu dağa çıkışa benzetirim.
Siz Hasan Dağı’na çıkacaksınız. 50 kişi aşağıdan çıkarsınız, belli bir yere gelirsiniz 40 kişi kalır.
Şişmanlar, soluk alamayanlar, kilolular, yorulanlar vs hep oralarda dökülür artık.
Ne zaman ki Kartal Gölüne çıktınız 20 kişi kalmaz, ama ne zaman yukarıya vurunca hava basıncı azalır insanın iç basıncı artar, birçok insanların ağzından burnundan kan gelir.
Ya da kıpkırmızı olur yüzü, dalağı şişer, nefesini yetiştiremez.
İşte buralarda elene elene dağın tepesine çıkarsın.
İlkokul üçüncü sınıfa giden Fâtih çıkmıştır. 70 yaşında teyzem çıkmıştır.
Ama pek çok delikanlı aşağıda kalmıştır.
Anka ile falan çıktığımız zamanı söylüyorum.
Bundan şunu söylemek istiyorum.
Bu elekler öyle garib eleklerdir ki, “Kûn Fe yekûn” Elekleri denene denene gider.
Ve insan aklı ister ki kendi istediği yerde denensin. Böyle yaratılmıştır.
Halbuki aslâ böyle değildir. Kader kaderullah’tır.
Bütün mesele Sadâkatle, Samîmiyetle ve Sabırla Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemi İZlemektir.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemi İZlemeyenlerin duydukları sözler, âyetler, bunlar bilgisayara bakarak yemek yemek gibidir.
Ya da “yemek yiyorum” diye yazı yazmak gibidir.
Fiiliyata geçmez demek istiyorum.
Onun için Ahmed Er-Rufâî Efendimiz gibi büyüklerimizi ALLAH Celle Celâluhu bizim meded merciimiz menbâımız kılsın inşae ALLAH.
Bizim târikatlarımızda, Kadirîdir, Nakşîdir, Rufaîdir vs.dir doğrudur.
Hangisinden olalım diye bir endişemiz asla yoktur. ALLAH’a şükürler olsun.
Çünkü biz ALLAH’ın izni ve inâyetiyle iyiysek de, kötüysek de, yapıyorsak da, yapamıyorsak da, ne ediyorsak da candan yürekten Ehl-i beyt Aleyhi's-selâm'a bağlıyız.
Ne zaman Somuncu Baba denilirse bizim babamızdır.
Ne zaman Abdulkadir-i Geylânî Hazretleri denilirse bizim dedemizdir.
Ne zaman Ahmed Er-Rufâî Hazretleri denilirse bizim dedemizdir.
Bizim güzelliklerimizle övünç duyarlar.
Yaramazlıklarımızdan üzüntü duyarlar.
ALLAH bizi bağışlasın, affetsin ve Rahmetine gark etsin.
Gelecek zamanlarımızı ve sıhhatlerimizi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem Efendimizin izinde ve dizinde kılsın.
Bu hususta bize meded eylesin. Kalblerimize ilham eylesin.
Ve onları işlemek nasib etsin inşae ALLAH!.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi KUL İHVÂNİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Ahmed Er-Rufâî Hazretleri neden bu kadar önemli?
Onun hayâtından kısaca bahsedeceğim ama, kendisi Hacc'a gidiyor biliyorsunuz 555 Hicrî yılında, ve Hacc'da Mekke’deki işi bitince Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme ziyârete gidiyor. Medîne’nin haram sınırlarına girdiği zaman ayakkabılarını çıkarıyor. Başını açıyor. Yalın ayak, başı kabak.
Epey bir mesâfedir bu denilen mesâfe, otobüsle sanıyorum yarım saat falan sürüyor.
Taa oradan yâni Medîne’nin Haram Bölgesine girdiği, hürmete lâyık bölgesine girdiği zaman yalın ayak yürüyor.
Ravza-i mutahhara’ya Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin huzûruna geldiği zaman Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in kabri önünde kıbleye dönüyor, yüksek sesle diyor ki: “Es-selâmu aleyke Ya Ceddi
Çok nefis bir Arapçası vardı, ama Arapçasını bulamadım tercüme olarak: “Bu uzaklık hâlinde rûhumu elçi yolluyorum, bu yeri öpsün diyerek vekil tâyin ediyorum rûhumu, işte bu kalıpların devleti hazır bekliyorum, sağ elini uzat dudaklarım yansın istiyorum”.
Ama eskiden biliyorsunuz bilgisayar yoktu. Bu zâtın bende iki kitabı vardı o kadar sert o kadar şeydi ki, Siirtli Hocanın olmadığı bir sohbette bir bölümünü okudum diye Sâlih diye bir arkadaş, kraldan daha çok kralcı birisi: “böyle kitaplar burada okunmaz hocam olsaydı müsaade etmezdi”, dedi.
Bir gün sonra Siirtli hocam geldiğinde: “Hocam müsaade ederseniz şuradan bir şey okumak istiyorum “dedim, “buyur” dedi.
Okudum dedi ki: “Ahmed Er-Rufâî mi okuyorsun?” “evet, onu okuyorum “dedim.
Bir anda yüzü değişti: “Sen onun nasıl namaz kıldığını biliyor musun? El-Kahhar esmâsında namaz kılmak ne demektir bilir misin?
Bilmem, ben hep câmide kıldım. Ben ateşin içinde namaz kılmadım. Ben denizin içinde namaz kılmadım. Gökyüzünde de kılmadım
Ama o El-Kahhar esmâsında kılıyordu!” dedi.
Ahmed Er-Rufâî bu, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'le : “Sağ elini uzat dudaklarım yansın Ya Rasûlullah” dediğinde, sallallâhu aleyhi ve sellem, sağ eli ışık huzmesi şeklinde çıkmıştır: “Ve aleykum Es-Selâm evlâdî” buyurmuştur.
Dedeciğim, ceddim!” diyor. Yâ Ceddî, dedem. Selâm olsun sana, “Ve aleykum Es-Selâm”.
Bu olay hayâlen olmamıştır.
Olayın şâhidlerinin başında Abdülkadir Geylânî Kaddesallâhu sırrahu'l-azîz vardır.
Ve biraz sonra da söyleyeceğiz: “Sahâbe de dâhil, sahâbeden sonra en üstün Ahmed’dir” diye buyurmuştur Abdulkadir Geylânî Efendimiz.
Çünkü Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin ona muhteşem iltifatına şâhid olmuştur.

Aynı şeyler biliyorsunuz benzer şekilde Şeyhu’l- Hazîn Hazretlerine de olmuştur.
1920’ler civârında o dönemde. Fiilen olmuştur.
Bütün insanlar duyarak, Şeyhu’l- Hazîn'de ses hâlinde duyulmuştur.
Ahmed Er-Rufâî de ise sağ elini uzatmıştır.
İşte bu yüzden Rufâî’ler tılsım hâlinde kullanmışlardır bunu.
Yanaklarına şiş sokma, çeşitli ateşe girip çıkmalar gibi.

Ahmed Er-Rufâî Hazretleri 7 yaşında babasını kaybetmiştir.
Zor bir yetimlik dönemi geçirmiştir. Babası Seyyid’dir.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in torunudur.
Dedeleri Sünnî ve Şiî çatışmalarında vaaz ve nasihat için gönderilmiştir.
O nedenle Basra civârında, Bağdat civârında kalmışlardır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin 1118 Milâdi yâni 512 Hicrî târihinde doğduğu tespit edilmiştir.
63 yaşında iken 1182 yılında HAKKa yürümüştür.
Nesebi İmam-ı Hüseyin Aleyhi's-selâm’dır. Tüm kaynaklar bu hususta birleşir.
Babası Seyyid Ali’dir. Annesi ise Eyyub El-Ensâri Hazretlerinin torunlarından Fâtıma El- Ensâri’dir.
Bizim İstanbul'daki Eyyup Sultan babanın torunudur.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin dayısı büyük âlimlerden Mansur Radıyallâhu anh’dır.
Mansur Radıyallâhu anha Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem “Fâtıma’dan doğacak çocuğu Aliyyu'l-kari vasfî’nin terbiyesine teslim et!” buyurmuştur.
40 gün sonrada Ahmed Er-Rufâî Hazretleri doğmuştur.
Basra’ya gitmelerinin sebebi dediğim gibi, oradaki irşad içindir.
Babası görevi gereği Bağdat ile Basra arasında Bataih denilen bataklık bir bölgede İnabide Köyünde doğmuştur Ahmed Er-Rufâî Hazretleri.
7 yaşına kadar babasıyla kalmış, babası vefat edince Mansur El-Bataihi, bulunduğu köyden dolayı ismini alıyor, kardeşleriyle birlikte onu himâyesine almıştır.
Çok küçük yaşta hâfızlığını tamamlamıştır.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin işâreti üzerine Şeyh Ali El-Kâri El-Vasfi’ye teslim edilmiştir.
Bu zât Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem çok yakın ilişkisi olan bir zâttır.
Çok insan yetiştirmemiştir. Hep özel görevlidir.
Ahmed Er-Rufâî , çok küçük ve genç olmasına rağmen tahsilinde, tâlim ve terbiyesinde büyük dikkat ve titizlikle hareket etmiş, ona ana röper noktalarını vermiştir.
Harita üzerindeki röper noktalarını tespit ettirmiştir.
Bu araları sen dolduracaksın, hani örümcekler atıyor ya, önce iskeleti-ana ipleri atıyor sonra araları örüyor.
O ana gergefi gerdiriyor. Ondan sonra araları Barbaros sen doldur.
Barbaros gitti başka bir Barbaros geldi onu da sen doldur.
Bu şekilde muhteşem bir İlim, Edeb, İrfÂN, ErkÂN Dünyâsı kuruluyor onu demek istiyorum.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri neden bu kadar önemli?

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi KUL İHVÂNİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Özelliği nedir?
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri aklı ve nakli çok değerli bir şekilde seviyelemiştir.
Aklı ve nakli seviyelemiştir. “Lâ ilâhe” Aklıyla, “illâ ALLAH” Naklini seviyeleyerek, ALLAH tevhîdini getirmiştir.
Bunlar bizim büyüklerimiz, bizim önümüzdekilerdir.
“Efendim şöyle yaparsak cehennemden kaçarız, şöyle yaparsak cennete kavuşuruz!”
Anladım cehennemden kaçalım, cennete kavuşalım da şu işi bir anlayalım önce.
İşin aslını astarını bir anlayalım.
O zaman belki kaçtığımız yerde güneş doğsa gece gündüz olacak.
Belki cehennem cennete dönecek.
İki yer yok ki. Bu kaçışlar bu koşuşları durdurmak, neyle olacak bu?
Sadrdan sadra olacak. Satırdan satıra değil.
Elimiz Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin eline ulaşırsa, dilimiz diline ulaşırsa, kalbimiz kalbine rûhumuz rûhuna kavuşursa ki, zâten ruh tektir. O da Rûh-u Rasûlullah’tır.
Tüm yaratıklar melek dahi olsa Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem'in rûhundan yaratılmıştır.
Üfürülen Rahmân nefhası->RABB nefhası->Rasul nefhası-> kainata ve herKESe RUH Nefhası bunlar hep dörtlü sistemdir.
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri gerçekten kendine mahsus bir fıkıh, hadis, tefsir anlayışı olan hakîkî bir mutasavvıftır.
Ne acıdır ki o çağın gereği eserlerinin çoğu yansıyamamıştır. Kendisi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem muhabbetinden dolayı çok etkili bir hatibtir.
İrticâlen konuşur. Bir şeyi yazarak çizerek hazırlayarak değil.
Kendi hâlinde akışına bırakır.
Gözleri sürekli sürmeli gezer.
İnsanların yüzüne direk bakmaz.
Sanki bir şeye gülüyormuş gibi ya da dünyâyı hafife alıyormuş gibi olaylar karşısında çok rahat, sâkin bulunan bir zâttır.
Tebessüm ve sukûnet onun ana vasıflarındandır.
Sekînet-i Muhammedîyye sallallâhu aleyhi ve sellemin bu güzelliği kendisinde her zaman vardı. Ne zaman yoktu?
Namazda. Sohbet için bir yer yurt aramaz.
Sokaktaki iki tâne serseri çağırsa dese ki: “hocam bize sohbet et!” sanki binlerce kişiye, reis-i cumhurlara, halîfelere şuna buna vaaz ediyor gibi bir îtina ile onların nazına oynardı.
Meşhur Ebû Zekeriyya, o da büyük bir mutasavvıftır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerine çok soru soran âlimlere müdâhale ediyor: “Ne kadar soru soruyorsunuz!
Ahmed Er-Rufâî Hazretleri gülüyor diyor ki: “Yâ Zekeriyya, bu dünyâ fânidir, bırakınız ben hayattayken sorsunlar
Ne demek istiyor?.
Bu dünyâ fânidir, insanlar heyecan fırtınasına kapılıyor, sorsunlar ben gidersem soruları cevapsız kalacak.
Onun için çok genç yaştayken kaybetmiştir Vasfî Hazretlerini 27 yaşındayken kaybetmiştir.
Ne diyor: “Herkes üstâdıyla iftihar eder. Ben ise talebem Rufâî ile iftihar ettim!” diyor.
Herkes kendisini yetiştiren üstâdıyla iftihar eder, ben de yetiştirdiğim Rufâî ile iftihar ettim!” diyor.
Bu kadar aralarında muhteşem bir muhabbet var doğmuştur. Çok kısa zamanda meşhur olmuştur.
Kendi isteğiyle değil. şaşkın ve taşkın değil. Aşkın bir aşkla herkese karşı bir muhabbet beslemiştir.
Aslâ halk içinde meşhur olup herkesin etrâfında pervâne döndüğü birisi olmasına, Münir Derman Hocam gibi, o da müsaade etmemiştir.
Fakat kendi makam ve görevlerini de fiilen yapmıştır.

O devrin Abbasi halîfesi Muhtefi’ye diyorlar ki:“Bu Ahmed Er-Rufâî var ya, kadın ve erkeklerle sohbet ediyor birlikte, hatta zikir ettiriyor. Onlar zikir ederken kadınlarda dışarıda duruyorlar, sessizce onlarda katılıyorlar!”
Ve Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin tehlikeli olduğunu, kendisine yakında isyan edeceğini söylüyorlar.
Ehl-i Beyt Aleyhi's-selâm'ın hep başına gelen şeyler onun da başına gelecek tabi.
Halîfe de müfettişler gönderiyor.
Bu müfettişlerle ilgili kerâmetleri vardır.
Soru sorduklarında Aslan'a dönüşmüştür.
Döndüklerinde şöyle demişlerdir raporlarında: “Eğer bu seyyid ve müridleri Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLemin sünnet yolunda değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiçbir kimse kalmamış demektir!” demişlerdir.
Bu kadar Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLeme bağlı idi.

Nerede fark var?
Şurada fark var. Ahmed Er-Rufâî Hazretleri diyor ki; kadın ya anamdır, ya eşimdir, ya kızımdır, ya gelinimdir. Ya da dünyâdaki bütün kadınlar kız kardeşimdir. Başka birşeyim değildir, diyor.
Çünkü İslâm üzere yaşıyor. Onun içinde zâten herşey bu sınırlar içerisinde yürüyor.
ALLAH Yolunda ve Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem Yolunda.
Kendisine âit küçük bir misâfirhânesi vardır.
O misâfirhânenin dışında hiç yemek yemez.
Oraya o devirde çok olan cüzzam hastaları gelir, eli ayağı düşmüş, burnu düşmüş falan. Orayı bilirlerdi çünkü.
O misâfirhânesinde onlara yemek verir, kendi elleriyle temizler, yıkar, merhemler sürer, elbiselerindeki yırtıkları da yamardı.
Bu kadar mütevâzi bir zâttı.
Namaz kılarken benzi birden sararır, kendinden geçer bir hoş olur, hayret ve dehşet içinde kalırdı seyredenler.
Çünkü: “Neden böyle oluyor” dediklerinde ALLAHu a'lem belki Vâsıti Hazretleri soruyor bilemiyorum ama, diyor ki: “Efendim namaza kalktığım zaman sanki ALLAH bana El-Kahhar ismiyle tecelli edecek gibi geliyor!”… Burada bir nokta.

Siirt’li Hocamın Ahmed isminde küçük kardeşi vardı.
Siirt’te yaşardı. İki kere geldi Antalya’ya bende gördüm kendisini.
Doğuşundan îtibâren garib bir insan.
Aşağı yukarı 70 küsur yaşında vefat etti.
Yüzüne baktığınızda zâten bir deliyle konuştuğunuzu sanırsınız.
Çok temiz giyinirdi ama garib bir insandı.
Çok ilginçlikler vardır onun hayâtında. Bu zât Antalya’ya gelmiş.
O zaman Siirt’li hocamın sır sohbetleri diye gece yapılan 7 kişiyle yapılan sohbetleri vardı.
Kuyumcunun evinde ise oraya 7 kişi giderdi.
Orada her türlü soru serbestti.
Sır Sohbeti” olmasının sebebi buydu. Ne sorarsanız sorun. Cevapsız kalmayacak yâni. Ben bunları banta almıştım.
O zaman dediler ki: “Efendim biz bu kadar yıldır konuşuyoruz. Siz bunları banta aldırmıyorsunuz sır diye, Abdüllatif geldi getirdi oradan bir küçücük teyp kaydediyor!”
O da döndü dedi ki: “Ama Abdüllatif SıRR-ı SıFıR. Sırsız. Değil mi? Kırsız, sırsız ne derseniz deyin!” dedi.
Bu bantlar hâlâ duruyor.
İşte o sohbetlerin birisinde bir gece, Mehmet isminde bir kuyumcu vardı meşhur, zenginlerinden Fenike’nin.
Onun Antalya’daki evindeydik. Ahmed Abi'de gelmiş oraya.
Ben kapıdan girince bu bir celâllendi.
Aman Ya RABBi bir heyecanlandı kalktı falan.
Salonun ortasına geldi, bağırarak: “Abi dedi, söyledin mi anlattın mı Ahmed Er-Rufâî Hazretlerini. Neden böyle, nerede namaz kıldığını. Nerede kılardı?”
“Otur Ahmed yapma!” şu bu falan.
Geldi böyle kucakladı beni, kucak kucağa oturuyoruz biz.
Sırtım onun göğsünde, çok hızlı nefes aldığı için sanki sırtımda körük var gibi onun göğsü çalışıyor, zikr-i dâim olan bir zâttı yâni. Her an zikirde olan bir zât.
Efendim namaz kılınacak” dendi. Siirt’li hocam yatsı namazlarını kıldırırdı.
''Ved’duha ve E lem neşrah''’ten başkada bir âyetler okuduğunu hayâtı boyunca görmedim ben yatsı namazında.
Hep onu okur. Çok güzel okurdu tabii.
Ama Ahmed Abi gitti. O ev sâhibine işâret ettiler. Onu aldı gitti.
Biz namazımızı kıldık. Hocam kıldırdı sağ olsun. Duâlar bitti.
Gittiği yerdeki kapı açıldı. Büyük bir evdi. Konak yâni.
Bir kişi geldi ki: “Bu adam Ahmed Abi değil mi? Ya da dersin ki, bu adama bir ton dayak atmışlar. Burada hışr olmuş adam!” Hocam nasıl bir iş?” dedim.
Abdullatif yalnız olmayınca namaz kılamıyor!” dedi.
Cemaatin içinde namaz kılamıyor bu” dedi. “Tek kılması lazım!”

Kur’ân-ı Kerîm’de “Harrû succeden” deyimi vardır.
ALLAH’a öyle burnunuz üzerine yere yatın” derken, “secde yapın” derken, “al kendimi yere çaldım, parçaladım” demek değildir.
Buzluktan vaz geçtim Su oldum” demektir. “Hürriyete kavuştum” demektir.
Ben buz iken hürriyette miydim sanıyorsun?

Bu böyle bir HARRûdur ve böyle bir hayrân kalıştır, harrû yapıştır.
HARRû Secdeleri...


إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Resim---''İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ HARRÛ SUCCEDEN ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne) : Bizim âyetlerimize öyle kimseler îman ederler ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere (*) kapanırlar ve RABBlerine hamd ile tesbih ederler de kibirlenmezler.”
(Secde 32/15)
(*): Secde âyeti okudunuz secde ediniz.

İşte bunlar Kahhar sıfatının, El-Kahhar’ın, harra harra, harra succedan vardı ya, kızgın sacın üzerine dökülen bir bardak suyun zıplayarak yok oluşunu anlatmıştım ya, işte öyle.
Harra, Kahhara, Kahhar kudretinde olan yâni.
Bunlar gerçekten hayâtın içindeki, hayâtın içinde çok zevkli şeyler vardır, avcıysanız ava gidersiniz, balıkçıysanız balığa gidersiniz.
Taş oynamak istiyorsanız gider kahvede akşama kadar oturur oynarsınız.
Zevklerdir bunlar. Ama öyle de zevkler vardır ki, Bedenî, Nefsî, Kalbî ve Ruhî Zevkler.
İşte Ruhî Zevklerden birisi de “SALL SıRRının kahhara geçişidir”. HaRRa’ya geçişidir.
Harârete geçişidir, yâni “RSıRRının hakîkatlerine Zâhir ve Bâtında kudret olarak erişmek anlamındadır.
Ahmed Er-Rufâî Hazretlerinin âşıklarından bir tânesi de, ve bütün hayâtında.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi

Mesaj gönderen nur-ye »

ZEVK1554Resim


ÖZde Niyyet → YÜZde Edeb → Her Yer-Her Zaman-Her Hâlde
Sû’k-i SIDDIK → SIFIR SIR-AT → Her NEFS “Kûn!” ile Kemâlde
Niyyetin ancak HAKK bilir → Edeb → Lâyıkı-Lâzımı yapmak
HAKK’ın ve Halkın Hukuku → İlim - İrade - İdrak - İştirak!..


16.08.1999 13:12
Lârâ shllri...


Bu zevkin yazıldığı anlarda,
Denize SIFIR tahta baraka yazlıkta idik.
Bir anda denizden bana doğru yürüyerek
Seyyid Ahmed er Rüfaî Hazretlerinin geldiğini gördüm.
Kızıl sakallı nur yüzlü ve çok değişik bir yüzü vardı.
Safi nurdu âdeta..


Cevheratül-Esrar ismiyle anılan bu salâvât
Ahmed er Rufaî Hazretlerine ait evraddır.
Samimiyetle devamında pek çok sırların
seyrine ulaşılacağı önemle bildirilmiştir.


Resim

Resim

14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

TÜRKÇESİ: Allâhümme salli ve sellim bârik alâ nurikel esbak Resim Ve sıraâtikel muhakkak Resim Ellezi ebreztehu rahmeten ResimŞâmileten livucudike Resim Ve ekremtehu bi şuhudike Resim Ves tafeytehu linübüvvetike ve risâletike Resim Ve erseltehu beşiran ve nezira Resim Ve dâiyen ilallahi biiznihi ve sirâcen münira Resim Noktati merkezi bâid dâiretil evveliyyeti Resim Ve sirri esrâril elifil kutbaniyyeti Resim Ellezi fetakte bihi ratkal vucudi Resim Ve hassastehu bi eşrafil makâmâti bi mevâhibil imtinân Resim Vel makâmil mahmud Resim Ve âksetme bihayâtihi fi kitâbikel meşhuri li ehlil keşfi veşşuhud Fehüve sirrukel kadimüssâri Ve mâi cevheril cevheriyyetil câri Resim Ellezi ahyeyte bihil mevcudâti min ma’denin ve hayevânin ve nebâtin Resim Kalbil kulubi Resim Ve ruhil ervâhi Resim Ve i'lâmil kelimâtit tayyibât Resim El’kalemil alâ Resim Vel arşil muhit Resim Ruhi cesedil kevneyni Resim Ve berzehil bahreyni Resim Ve sâniye isteyni Resim Ve fahril kevneyni ebil Kasım ebittayyib seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdil muttalib abdike ve nebiyyike ve habibike ve rasulike ennebbiyyil ümmiyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesira bi kaderi azameti zâtike fikülli vaktin vehinin Resim Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun ve selâmün alel mürselin vel hamdulillahi rabbil âlemin.

MÂNÂSI: Ey Rabbim, önceki nûrun olan, Kendi mevcudiyetin sebebiyle, kapsayıcı bir rahmet olarak ortaya çıkardığın; Kendini müşâhede ettirerek keremlendirdiğin; Nebiliğine ve Resûllüğüne seçtiğin; müjdeci, uyarıcı olarak gönderdiğin; Kendi izniyle Allah'a bir çağırıcı ve nûruyla aydınlatan bir kandil, ilk "" dâiresinin merkezdeki noktası, kutup "elif"inin sırlarının sırrı kıldığın; varlık çemberini kendisiyle yardığın; en güzel mevhibeleri vererek en şerefli makamları, Makâm-u Mahmûd'u kendisine mahsûs kıldığın; ehl-u keşfe ve şuhûda malûm kitabında hayatına kasem ettiğin; kadîm sırrın ki sârî; cevherlerin cevheri bir "su" ki câri; ki bu suyla Sen maden, hayvan ve bitki gibi mevcûdâta can verdin; kalplerin kalbidir o, ruhların ruhu; hoş kelimeleri yayan; en yüce kalemdir; kuşatan bir Arş, iki kevnin bedenindeki ruhtur; iki deniz arasındaki aşılmaz berzah; ikinin ikincisi; iki kevnin de medârı iftihârı; Ebu'l-Kâsım, Ebu't-Tayyib; Seyyidimiz, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (sallallahu aleyhi ve sellem), Senin kulun, nebin, sevgilin, resûlün, ümmî olan nebin, işte ona, onun âline, ashâbına çokça, her zaman ve anda Kendi zâtının azameti miktarınca salât ve selâm ediver, onu mübârek kıl! Rabbin işte O azîz olan Rabbin, inkarcıların vasfettiklerinden münezzehtir!. Resûllere de selâm olsun. İşte o hamd ki âlemlerin Rabbine mahsustur!.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi

Mesaj gönderen nur-ye »

ZEVK 1562 Resim

Seyyid Ahmed er Rüfaî, Gözü Nuru MuhaMMed’in
Sırrımın seması SIDDIK, Sırr Süruru MuhaMMed’in
EL ELe -> Direkler gibi, Nur-u MuhaMMed getiren
Ruhum fedâ cümlenize, Kalb Onuru MuhaMMed’in
sallallahu aleyhi ve sellem..


16.08.1999 14:38
Lârâ shllri...



إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---'' İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen) :Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.'' (Fetih 48/10)
Resim
Cevapla

“►Salavat Şerhleri◄” sayfasına dön