VAR-lık..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

VARlık!..

ALIN YAZım Parmak İziM;

Yaratılış SeBeBim!.. YAŞAma ŞaRTlarım.. KiMlik-KiŞilik KıYaSım.. ben-BEN BeDELimin.. ferYÂDıdır!..
AKLen-nAKLen Ahmedî-Ahadî AŞK Bedelsiz-Kıyassız-Şartsız-Sebebsiz SEVginin ADIdır!..
Üzme!. Üzülme!. SEV!. SEVil!” “BİZ-BİR-İZ TevHiDimizin YAŞAnan TADıdır..
Kul İhvÂNi Kıtmirin BİL!. BUL!.. OL!. YAŞA!.” MuhaMMedî YOLUmuzda Hasbî Hizmetim MURÂDıdır..

MaDDî-Mânevî "VAR" lık Resim "N" ki?


ZÂTına mahsus mutlak VAR OLan Vâcibu’l-VüCÛD ALLAH celle celâluhu dur ki sebebleri halkedendir.
Vahdet-i VüCÛD Zâtîdir Nûrullahtır.
AKLen İLK NOKTAyı Yaratan VARlığı Vâcibu’l- MUTLAK VAR olandır.
NAKLen TEVHİDi TERCİH eden AKILLar için ise Vâcibu’l- MUTLAK VAR olan ALLAH celle celâluhu;”


قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ

Resim---“Kul huvallâhu ehad: DE ki O ALLAH AHADdir-Bilinemezlikte TEK-BİRdir” (İhlâs 122/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ

Resim---“Allâhus samed: Allah, Sameddir” (İhlâs 122/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ

Resim---“Lem yelid ve lem yûled: Doğurmadı ve doğurulmadı” (İhlâs 122/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ

Resim---“Ve lem yekun lehu kufuven ehad: O'na bir küfüv (denk) de olmadı!” (İhlâs 122/4)

Her hususta AKLen erişilemezlik-bilinemezlik Ahadiyyetine denklik-benzerlik mutlak anlamda imkansız olandır ALLAH celle celâluhu..
AHADİYYET; ALLAHu Zu'l-Celâl’in ZÂTının, insanın akıl kapasitesiyle kavranamayacak, anlaşılamayacak ve kaldırılamayacak oluşunun “EL AHAD” celle celâluhu olarak buyurduğu zifiri karanlık ve bilinemezlik perdesinin arkasında bulunup bize perdeli olmasında “Tek” oluşudur.
Bu bakımdan “BiR” tâne, eşsiz ve benzersiz oluşudur.


Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme soruluyor: RABBımız, gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi?
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Üstünde ve altında hava bulunmayan bir “a’mâ” daydı” buyuruyor.”

(İbni Mâce, Mukaddime 13)

İmâm-ı Alî kerremullâhi veche ise: Elân dahi öyledir buyuruyor.
A’mâ ise körlüktür...
Sonsuz ve zifirî karanlıkta asla bir şey görememek oraya âit bir husûsu bilememektir...
İşte ALLAHU Zu’l-Celâl’e âit bu bilinemezlik karanlığının adı AHAD’dır...

Koyu bir karanlığa benzetildiğinden câhilliğe de mecâzen “Ummî” denilmiştir.
Hattâ ledünn ilminden nasibsiz ve sözde ilim ehlince Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Nebîyyu’l-Ummî” oluşu, anasından nasıl doğmuş ise öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş (câhil) kimse sanılmıştır hâşâ!.
Böyle anlayış ve anlatış ahmakçadır.
Arapça’da anneye “UMM” denmesi, karnındaki bebeği için zifiri karanlık içinde EMNiyet yuvası ve bilinemezlik karanlığının benzeri oluşundandır.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e Nebîyyi'l-UMMî buyurulması ise;
Nebî, haber getirendir
Nebîyyi'l-UMMî ise, bilinemezlik A’MÂsından haber getiren ezel HABBEsinin (Habibîyyetten) zuhûru olan demektir.

Varlık-Yokluktan bahsedecek bir ŞEY’in olmadığı Ahadiyyetinde TEK ALLAH celle celâluhu, MuHABBetullah'ın HaBBesini RAHMeten-NûRundan, HaBÎBulah NÛRunu VAR etti..


HaBBe: Zahirî Aklen - Bâtınî Naklen BİLElik BAĞı Hakîkatı.. BİZ-BİRiz Hakîkat-ı MuhaMMediyye Tevhid Tohumu…

KûN-OL!”un Mazharı NûR-u MuhaMMed Resim feyeKûN İLK NOKTAsı OLdu Kâinatın..
NeBîyyul- UMMîsi.. UMûMun BİLElik NÛRu Mebdei.. VARlığın-Mevcûdatın ANAsı..
MeBDEi MUTLAK, Mazhar-ı MUTLAK, Menbâı MUTLAK, MeRCİi MUTLAK, MuhaMMed-i MUTLAK, aleyhi's-selâm
Yaratan ALLAH celle celâluhu Resim NûRuLLAH.. Resim NûR-u MîM.. Resim yine NûRullah-Küllî ŞEY..

Câbir bin Abdullah radiyallâhu anhudan:Yâ Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Yâ Câbir! Eşyâ'dan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin Nûrunu (Nûr-u MİM) yarattı.”
Ve şöyle buyurdu:

“O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.””

Ondan sonra buyurdu ki:

“ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nûru taksim edip 4 parça yaptı:
İlk parçadan Kalem'i yarattı.
İkinci parçadan Levh'i yarattı.
Üçüncü parçadan Arş'ı yarattı.
Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı:
İlkinden Gökleri yarattı.
İkincisinden Yeri yarattı.
Üçüncüsünden Cennet ve Cehennemi yarattı.
Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı:
Birincisinden mü’minlerin Gözlerinin nûrunu yarattı.
İkincisinden Kalb'lerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAHı bilmedir.
Üçüncüsünden Dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhid'dir....”
buyurdu.”

(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ


Resim---"Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn: (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

Aklen-Naklen MuhaMMedî Anlatış tarzımızın mesnedleri bunlar elhamdulillah!

İnsanoğlu kâinâtın göz BeBeğidir ve Kur'ân-ı Kerîm'imiz; OKUnsun, ANlaşılsın ve de YAŞAnsın diye inzal buyurulmuştur.


İmâm-ı Alî kerremullâhi veche buyurur: Eyâ insan: Ve tezeimu inneke cismis-sâgir ve fîke intivâel- âlemil- kebir: Ey insan, sen cismi sagirsin, zum’ edersin!... Hâlbuki Âlemû’l- Ekber sende müntâvidir..

Zum’ etmek: Bâtıl zann, sanı, şüphe.
Müntâvi, Mültevî: İhtivâ eden, bükülüp sarılıp sokulan.

Ey insanoğlu; sen kendini, küçücük bir şey, bir C-İSİM mi sanıyorsun? Halbuki en büyük âlem (evvel-âhir-zâhir-bâtın) sende dürülüp C-AN olup toplanmıştır...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

İnsan AKLının Algıladığı "var" saydığı izafî-iğreti-geçici-gölge varlıklar ise, vücûda getirilen mevCÛDlardır..
Vahdet-i MevCÛD ise TEK-İLK Nokta NûR-u Mîmden doğan Harket-somut-maddî ve hareke-soyut-mânâvîlerdir.
İnsan AKLının temas, görme, duyma, koklama, tatma ve hissetmekle Algıladığı zeRRe-KüRRe tüm VARLIK..
CÛDD.. El CeVVâd ALLAH celle celâluhunun Cömertlik Rahmetidir, DÂİMiyyet CEM’iyyetidir..
Ve İnsan DÜNyâsı, Akıl Bilimiyle Nakil Dini ARAsındaki Halife/Muhaliftir..


Resim

MaDDe: medde:uzamak-devamlı olabilmekkökünden somut olarak MaDDe, soyut olarak Müdde(t) dir.. Amip'den Balina'ya, Kum tânesi'nden Güneş'e kadar bilinen ŞEYlerdir.. Maddenin en son temeli ATOMdur ve 1 değerli tek atom Hidrojen'dir... Öyle ki teorik olarak imkanları elde edebilirsek Helyumu 2 adet Hidrojene indirgeyebiliriz.. Oksijeni 16, Demiri 32 adet Hidrojene indirgeyebiliriz.. neticede tüm sistem sadece Hidrojen atomları yumağı olur.
MuhaeMMedî MeLÂMette Teknik ve Tasavvuf antipottur. Mutlak TaMMlayanlardır.. içi içe kapanan eller gibi ne eşit, ne aynı, ne zıd, ne ters vs. olmadığı halde antipottur.
İnancımızı AKLen, hayâle değil de hakikate-gerçeğe mesnedlemek-dayandırmak zorundayız.
Ben bu, küllî ŞEY’i birbirinin AYNısı olan sonsuz Hidrojen ATOMlarından birisine soruyorum:
SENi kim mevCÛD kıldı- Yarattı?diye.
Vereceği her cevab kesinlikle İslâm Dîni inancındaki
ALLAH celle celâluhunun sıfatlarını tanımlar.
Beni bir Hidrojen yarattı!dese.. çorap söküğü gibi bütün Hidrojenler elenip-elimine olacak ve son-uçta yaratılmayan bir Hidrojen kalacak ki oYARATANdır.. yaratılmamıştır..
Beni bir SES yarattı!dese.. bizim bildiğimiz SESler yaratılmaktalar-yaratamamaktalar o haldebeni yaratan SESdediği yineYARATANdır..
Kısacası ŞEY-Madde Âleminde İşlev sahibi ham AKIL, materyalist felsefeyle
PUT bir Yaratıcı bulamayacaktır..
Taa ki
İlahî NAKLe başvuran ve AKL-ı SİLM olup,
Zât Resim Sıfat Resim Esmâ Resim EŞYÂ ResimKûN feyeKûN" OLgusunu ANlayana kadar..

KuVVet: Yaratıldığı günden beriSeBBeha:yüzmek-dönmek-devr devrÂNındaki ATOMun bu kuVVetinin kaynağının, Yaratanın NÛRu Özünde, her AN YENiden Halkediş ŞEÂNında olduğunu insan AKLı tez zamanda Anlayacaktır..
Atomun etrafında fırr dönmekte olduğunu sandığı Elektronların Akılca hissedilemeyecek kadar kısa zamanda yeniden yaratılma RAKSında olduğu gerçeği, Teknik AKLın-Tasavvufî NAKLin Hakîkatı olarak bilinecektir.

AKLın kısır labirentlerinde dönüp duran zekî akıllar-Sırfı Felsefeciler daha az zeki akılları KANDIRIRlar. Hattâ ÖZünü ANlamadan
İslâm Dînimiz Akıl-Mantık Dinidir!diye kestirip atarak NAKLi hayal zannederler, kanarlar ve kandırırlar!
ALLAH celle celâluhunun Nuru olan Afakî-Muhutî-Dışa dönük AKLın ANlayış Kânunları, DOĞanın her nokta Kesretinde hâkim ve geçerli olan temel unsurları-Hüviyyet GÖRüşüdür.

Oysa Saff Tasavvuf Ehli olanlar Zâhir-Bâtın TüMMlemesinde
İslâm Dînimiz Akıl-Mantık ve Nakil- Mesned Dînidirdeyip her AKLa bir şey verip-almadanonda olanı açığa çıkararak İNANDIRırlar…
ALLAH celle celâluhunun Rububiyyet Nuru olan Enfusî-Merkezî-İÇe dönük NAKLin ANLAtış Kanunları da Küllî ŞEY’in ÖZünde BİZ BİR-İZ TEK-BİRliğ Vahdetinde hâkim ve geçerli olan temel unsurları-Mâhiyyet DUYuşudur.

İnsan AKLı, Vahdet-i MevCÛDu, MuhaMMedî KemâLÂtı BİL-BUL-OL-YAŞAdığı zamAN Vahdet-i VüCÛDu MeŞK edecektir.

Genç AKILLarımızınTeknik ve Tasavvuf TaMMlamalarına; Kur'ân-ı Kerim ve sahih Hadis Mesnedli ve MuhaMMedî Hasbî Hizmet amaçlı bir fikir eksersizi yapalım inşae ALLAH!..

İleri tekniğin ulaştığı gerçek şu ki, bu MaDDe ÂLEMinde ŞEY’lerin Münâsebetinden doğan OLAY İŞİni gören etkene KuVVet demekteyiz ve 4 Temel Kuvvet vardır:


1- Elektromanyetik İTiM Kuvveti Merkez KAÇ Kuvveti elektronları Çekirdeğe yapıştırmayan Kuvvet. CEZB..
2- Elektromanyetik ÇEKiM Kuvveti Merkez ÇEK Kuvveti elektronları Çekirdekten uzaklaştırmayan Kuvvet. CERR..
3- Güçlü Nükleer ASL-ÖZ Kuvveti.. Çekirdeğin Özündeki Analaşılamayan Kara delik kudreti.. KaHHara…
4- Zayıf Nükleer fASL-Gölge Kuvveti.. Elektronların kendi varlıklarını daima koruyan tutucu özellik Kuvveti.. SeBBeha…


Tek-İlk ATOMun Temelindeki Tek-Bir Kuvvet ise Kudretullah'tır.. şu AN şeÂNdaki her ZeRReninOLKûN feyeKûN"udur..

Şu günümüzdeki ileri teknik, ASLında bu dört temel kuvvetin TEK KUVVEtten ibaret olduğunu BİLmiş/ANlamış durumdadır.
Ama
Cisimlerin birbirini neden çektiği, yer çekimi vs.?.sorusunun cevabını ise hâlâ aramaktadır.
Fizîken ve Metafiziken MuhaMMedî bir bir geçek olan husus;
Tüm Tohumlar-Dirilik Zincirleridir..
Elinize aldığınız/baktığınız Tavuk yumurtasının;
Geleceğe dönük yön/yüzünde kıyamete kadar gelecek olan tüm cicivler sizi seLÂMlayıp çığrışacaktır.
Geçmişe dönük yön/yüzünde ise ilk ANNeANNesi yumurtaya/tohuma kadar kadar geçmiş olan tüm tavuk/horozlar sizi seLÂMlayıp
gıdaklayacaklardır..
ve DİRİden DİRİye bu İlahî Hayy Zinciri, Yaratandan başkalarınca hiç kesilip-kopmadan AKIP gitmekte Şe’Anullahta Sünnetulah gereğince hamdolsun!..

Hamm Akıl,
her ŞEYin teorisini kuramamış-kuramayacaktır da..
Silm Akıl, NAKLen
TEK ŞEY’in teorisini; Işık, Isı, Elektrik ve Manyetizma hattâ daha ulaşılamamış kuvvet alanlarının tek Akılda, Tek Etkenin- Tek Gerçeğin, farklı Tecellî Yansıma Algılamaları olduğunu, tüm Sistemin bu HÂLİ, AHADî-AHMEDî Âhenkle ANLAtıp durduğunu vicdÂNında, BİLip-BULup-OLup da bu KULluk Anlayışını YAŞAr inşâe ALLAH!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerimimizde yaratılan VARlık ÂLemi;
“Arz-Yeryüzü, Semâlar, Kürsî ve ARŞ” olarak anlatılmaktadır..


Yeryüzünün SEVİyelenmesini ve İnsan hizmetine verilen her şeyin en lâzım ve en lâyıkınca uygun Kıvam ve SEViyede Yaratıldığını, Sünnetullah içinde her AKIL, Kaderince –Kadarınca görmekte-Yaşamaktadır..

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun): O, O hâlikdir ki yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra Semaya inayet buyurdu da onları yedi semâ halinde nizamına koydu-SEViyeledi. O her şey'i bilir bir alîmdir” (Bakara 2/29)

İstiva etmek-Seviyelemek; İ'tidal, istikamet ve Kararlılık üzere “var oluş” unun İstila Hâlinde izafî-gölge sürekliliğidir.

قُلْ أَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذِي خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَندَادًا ذَلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Kul e innekum le tekfurûne billezî halakal arda fî yevmeyni ve tec’alûne lehû endâdâ(endâden), zâlike rabbul âlemîn(âlemîne).: De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (Fussilet 41/9)

وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ
Resim---“Ve ceale fîhâ revâsiye min fevkıhâ ve bâreke fîhâ ve kaddere fîhâ akvâtehâ fî erbeati eyyâm(eyyâmin), sevâen lis sâilîn(sâilîne): O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.” (Fussilet 41/10)

Kur'ân-ı Kerimde Hikmetullah gereği, iç-içe geçip karışmış bir mozaik CEM’iyyeti içinden gerekli parçaları Manen bulup yerlerine oturtmak algı/anlam bütünlüğüne ULAŞmak gerçekten çokça MuhaMMedî Hasbî Hizmet emeği istemektedir..

fî erbeati eyyâm sevâen lis sâilîn: “4 gün içinde İSTEyenler-DİLEyenler için SEViyeledi” derken YEVM târifi askıda kalmakta ve Kur'ân-ı Kerim hasbî Hizmeti beklemektedir.

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ
Resim---“Summestevâ iles semâi ve hiye duhânun fe kâle lehâ ve lil ardı’tiyâ tav’an ev kerhâ(kerhen), kâletâ eteynâ tâiîn(tâiîne): Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.” (Fussilet 41/11)

Bu müteşabih âyetin aklen anlanması da bir duhan-duman-gaz-buhar içinde kalmaktadır hâlâ..
Tavlanarak ya da ikrah ederek gelmek de nediR?..


مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen): Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'd etmiştir.” (Fetih 48/29)

“ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa..”
Sadece şunu demek lâzım ki bir bugday tohumu ZeRResinin filizlenip, Sapı üzere İlhî İstivasında-Seviyelenmesinde sonsuz ZeRRler Zincirinin AÇan Çiçekleri şu ÂN ŞeÂNındaTevhidullah TAÇları gibidir, MuhaMMedî ÂRİFler için..

Meal-Tefsir-Yorum yapmadan sadece “BİZ BİR-İZ” İZlerinden diri-BİRi olup, ÇAĞımızın ÇAĞrısında ANlamaya/ANlatmaya çalışmaktayız ALLAH celle celâluhu’muza hamdolsun!..
Ziraatın temeli ZeRReyi, Kur'ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gözlüğü gözlerimizle görerek çözemezsek KüRRE başımıza göçer, iLLÂ DÖNüşümüz hüsran olur ALLAH Korusun!..


وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى
Resim---“Ven necmi izâ hevâ: Battığı zaman yıldıza andolsun;” (Necm 53/1)

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى
Resim---“Mâ dalle sâhıbukum ve mâ gavâ: Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı.” (Necm 53/2)

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
Resim---“Ve mâ yentıku anil hevâ: O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.” (Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
Resim---“İn huve illâ vahyun yûhâ: O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” (Necm 53/4)

عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى
Resim---“Allemehu şedîdul kuvâ: Ona, kuvvetleri çok güçlü olan öğretti.” (Necm 53/5)

ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى
Resim---“Zû mirreh(mirretin), festevâ: (Ki o) akıl ve re'yinde kâmil (bir melek) dir. Hemen (kendi suretine girib) doğruldu. (Hasan Basri Çantay) (Necm 53/6)

Rey (Akl-ı Küll) Sahibi, Akl-ı Cüz’ü SEViyledi gibi..

Necm 53/1 ve Necm 53/3 âyetlerindeki “hevâ” aynı kelime olduğu halde anlamlarını farklı yorumlamak zorunda kalmaktayız anlatabilmek için.
Çünkü her VARlığın Habli’l- VeRÎDi, Hakikat-ı MuhaMMediyye gerçeği, kimselere anlatılamaz ve bizzât yaşanırsa yalan değil HAKKtır.. Diş Ağrısı, Çocuk Sevgisi gibi…
İstiva ettiyi “yöneldi, kapladı, göründü, doğruldu” demekle, nakilsiz akla anlatılanda kalarak “NAKLi OKU!” madan anlayabilir miyiz?..
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen simurg »

"VAR"
"VARlık"
Kelimeler, ne kadar da uzak bazen.
Bürünüp sarınamadıktan sonra manasına
VAR'ı kendi içinde "var" hissedemedikçe,
Var'a aitmiş hissi ile "var" olmadıkça
hayaller, var'a inandırmıyor insanı.
Var'a dair inancımız katıksız, delil istemez hale gelmedikçe
Sözle var demenin anlamı kayıp,
ve bir kayıp ne kadar inandırıcıdır insan için?

ne işe yarar elimde seyrettiğim elma.
Binlerce hayalin havada asılı kalmasından farksız o zaman mana,
Mana, maddeden şekillerle, algıya hazır hale gelmeye ihtiyacı olan demek değil galiba.
Madde, Mana Güneşinin gölgesi
Manası ile "bile" olmak "var"a iman etmenin aracı.

bu nasıl bir seyahat ki,
gitme-gelme olmadan durduğun yerde taşı eritmeyi beklemek gibi.
Hangi kayalığımız önce erir acaba?
(Ha var!-ha yok!) hayallerin yalçın yamaçları mı?
(olur!-olmaz!) hükümleri inşa ettiğimiz Zan dağları mı?

Bize zor OL-AN Rabbimize kolay olduğu halde,
ne çok "var" sanmakla "yok-ben"in emrinde yalpalıyoruz.

Kendi kendime hep söz veriyorum
"artık öyle inandığım için öyle olan mahrumiyetlerime inat, hep VAR'a ve OLUR'a inanacağım" diyorum
sonra bir bakyorum ki yine, "yok olmaz"lar bataklığına düşmüşüm.

Kaçıncı defa düştüğümü artık hatırlayamıyor olsam bile,
yine bir ümit " bu defa düşmem" diyerek yine inancımla el ele doğruluyorum.
Böyle böyle durduğum yerde duruyorum sonra.
Bu kürre başıma göçmüyorsa, bilmediklerimi birgün bilir olacağıma dair umudum yüzündendir belkide.

Umut güzel şey,
"U" harfi de öyle,
iki elini tam semaya dosdoğru uzatmış bereketli bir duruş içerisinde çünkü.

"U"yanma'nın "U" su gibi bir müjdeyle bakmakta hep
"U"zak'ın "U"su kadar da gözü ötelerde bir hal ile.


Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Arz-Yeryüzü, Semâlar, Kürsî ve ARŞ…

Kur'ân-ı Kerimde 2 âyette KÜRSÎ geçmekte..


1- Allah Arşı istiva etti: RA'D 13/2; SECDE 32/4..:

اللّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لأَجَلٍ مُّسَمًّى يُدَبِّرُ الأَمْرَ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لَعَلَّكُم بِلِقَاء رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Resim---“Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne): Allah odur ki Semalara direksiz irtifa' verdi, onları görüyorsunuz, sonra Arş üzerine istivâ buyurdu ve Şems-ü Kameri teshır eyledi, her biri müsemmâ bir ecel için cereyan ediyor, emri tedbir, âyetleri tafsıl eyliyor ki sizler rabbınızın likasına yakîn hasıl edesiniz.” (Ra'd 13/2)

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ مَا لَكُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Resim---“Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne): Allah, o ki Gökleri ve Yeri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur, sizin için ondan başka ne bir veliy vardır, ne bir şefi', artık düşünmez misiniz?” (Secde 32/4)

2- Rabb Arşı istiva etti: A'raf 7/54; Yûnus 10/3..:

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn(âlemîne): Filvakı' rabbınız o Allahdır ki Gökleri ve Yeri altı gün içinde yarattı, sonra Ârş üzerine istiva buyurdu, geceyi gündüzü bürür, o onu kışkırtarak ta'kıb eyler, güneş ve ay ve bütün yıldızlar emrine müsahhar, bak halk onun, huküm onun, evet o rabbül'âlemin olan Allah ne ulu!..” (A'raf 7/54)

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الأَمْرَ مَا مِن شَفِيعٍ إِلاَّ مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
Resim---“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşi yudebbirul emr(emre), mâ min şefîin illâ min ba'di iznih(iznihî), zâlikumullâhu rabbukum fa'budûh(fa'budûhu), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne): Rabbınız o Allahdır ki Gökleri ve Yeri altı günde olarak yarattı sonra Arş üzerine istivâ buyurdu emri tedbir ediyor hiç şefaatçi yok ancak onun izninden sonra, işte bu evsafın sâhibi Allahdır rabbınız, o halde ona ibadet ediniz, artık düşünmez misiniz!” (Yûnus 10/3)

3- Rahman Arşı istiva etti: TâHâ 20/ 5..:

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Resim---“Er rahmânu alel arşistevâ: O rahmân Arş üzerine istivâ buyurdu” (TâHâ 20/ 5)

4- O Arşı istiva etti: Furkân 25/59; Hadîd 57/4..:

الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا
Resim---“Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ(habîren): O hayyi lâ yemut ki Gökleri ve Yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı ve sonra Arşın üzerine istivâ buyurdu o rahmân, haydi ne diliyeceksen o habîrden dile” (Furkân 25/59)

هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Huvellezî halakas semâvâti vel ardafisitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), a’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun): O odur ki Gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva buyurdu, Yere gireni ve ondan çıkanı, Gökten ineni ve ona yükseleni hepsini bilir ve her nerede olsanız sizinle beraberdir, hem Allah her ne yaparsanız görür” (Hadîd 57/4)

Bu İstivaların, İmkanla KULLUK İmtihanına GELiş-YAŞAyış-DÖNüşümüzle ilgisi nedir acaba yine Kur'ân-ı Kerimimizde buyurulmakta ki:

1- “ALLAH’a KAÇın!”

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---“Fe FİRRû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun) : (Ey Rasûlüm, de ki: ) O halde hemen ALLAH’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, ALLAH tarafından (azab ile) korkutan açık bir peygamberim.”
(Zâriyât 51/50)

2- “RABBine DÖN!”

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten) : Dön Rabbine, ondan râzı olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak.”
(Fecr 89/28)

3-“RAHMÂN'a GEL!”

إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا
Resim---''İn kullu men fîs semâvâti vel ardı illâ âtir rahmâni abdâ(abden): Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (kıyamet günü) Rahmân'ın huzuruna kul olarak çıkmasın.”
(Meryem 19/93)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

İlahî NAKlen Merkezi-Mazharı MuhaMMed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ÜMMeti olarak bizler Kur'ân-ı Kerimimizi “OKU!” yup/ “OKUN!” mazken,
AKLına Kullar “Tanrı Parçacığı- HİGGS” ARAmakta EŞYÂ BAZARında..
Nakilsiz batı tekniği-AKLı, dünyanın en büyük süper iletken mıknatısını Cenevre’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’in yeraltı lâboratuvarındaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısını, parçacık çarpıştırma deneyi yapılmasında kullanılmak üzere yeraltına indirdi.
En UÇ Madde-Yaratan maDDe-HİGGS parçacığını bulmak için;
MaDDEnin Yapısal Temeline seyahatte ilk defa tera ölçeğinde (trilyon elektron volt) enerji yüklenen protonlar çarpıştıracaklar.
TüMM denklemelerinin yerine Temel Tek Denklem aramaktalar..
Güyâ İLK Halkedişe verdikleri isimle “Big Bang” a benzer bir kıyamet koparıp da Somuttan-Soyuta gececekleri varsıyımında böylece ANA KARAnlık MaDDE “ESİR”in SıRR-ı SüveyDÂsının perdelerini yolacaklarını sanmaktalar..
Bu çalışmaları keşke ilk zamanlarda olduğu gibi, AKLını NAKLen Yayına sokmuş Kur'ânî İslam Âlimleri yapsalardı..


Oysa Kur'ân-ı Kerim Tekniğinde, Dış Düzen-İç Denge SEVİYElenmesi KebAN ile Ampülü BİZ BİR-İZ Yapıp IŞIK tıpkı NUR-u MÎme kavuşmuş Müslüman olmuş AKL-ı SİLM gibi söze hacet bırakmamaktadır..
Zahirî AKLî Teknikte BİLİM, her alandaki çabalar sonucu oluşan Teorik Metotlarının Pratik formüllerinin eldeki Tecrübe Birikimlerinden ibarettir.
Bulunup ortay çıkarıldığı için alkışlanan ATOMun DevrÂNı yaratılalı beri vardır.. ve insan vüCÛDunda sanırım sayısız her hücre kadar organik fabrikalar hep vardır..
Mecidî Matematiği, insan Aklının tüm bilimleri kullanmaktadır..
Teknikteki tüm Bilim Dallarının kendi dillerince geldikleri/ görüp-gösterdikleri gerçek öyle ki bildiğimiz “GÜL” Türkçe gül derken, Arapça verd, İngilizce rose, Afrikaca bir isim denmesi gibidir.. Ama GÜL gerçeği TEKtir..

Bilimlerin Farklılığı Kullandıkları Kanunun ve sonUÇ gerçeğinin TEKliğini değiştirememektedir.
Sonsuz Esmaullah cünbüşünde CAN/cİSİM/cihÂN içinde;

MuhaMMedî devrÂNda teMMas eder,
MuhaMMedî seyrÂNda Görür,
MuhaMMedî devrÂNda Duyar,
MuhaMMedî hayrÂNda HiSSEder ZâTın Nurundan >Sıfatı>Esması>Eşyâsını her ÂN şeÂNda…

İnsan AKLı, Eşya > OLay > Zaman > Zann olgusu içinde “ATOM” un Fiziki Yapısını-somut ve DÖNME Hareketinin GÜCünü-KuVVetini-soyut, net olarak bilimselce anlamaktadır.
Kaldı ki günümüz tekniği bilim dalındaki patlamalarla, Milyarlarca ışık yılı uzakta bulunan yıldızların kimyevî yapısını spektroskopik metotlarla aydınlatarak hepsindeki ELEMENTlerin aynı oluşu, 7 kat semaların SEViyelenmesine NAKLen de bakmayı gerekmektedir.
Yıldızların merkez-ÖZündeki nükleer Kalb Potada üretilip mevcudat olan Elementlerin hepsi de hepsi deAYNı Nötron, Proton ve Elektronlardan meydana geldiği tek farklılığın parçacıkların sayısında olduğu kesin bilinmektedir artık.

ASLda Vahdet fASLda Kesret gözükmekte zannedilmekte, oysa Naklen öyle değildir.
Âlemlerde aynı Yer, aynı AN ve aynı HÂL koordinatında İKİ ŞEY AYNI noktada Olamazlar.
Her insan TEKtir.. bir evdeki 5 insan zarfa sokulan 5 farklı birey- vahdet insandır.
Bu yüzden benim Varlık Âleminde gördüğüm ;

SAYI TEK-tir ve “1” dir.
Geri kalan 2-3-4-5-6-7-8-9 RAKAMdır.
Sıfır ile Sonsuz ise Negatif-Pozitif AKLın sınırını taşışlardır..
“2” Ambalaj Rakamı içinde, biribirinden kesin faklılıkta TEK olan 2 tane “1” vardır..
Tekniğin geliştikçe öğrendiği sonsuz YOKluğun/ÇOKluğun ÖZü TEK-liktir..
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen simurg »

Her ŞEY, bu kadar açık seçik "Ben TEK'im" diye haykırıp,ilan edip durduğu halde,
TEK'i anlayamamak nasıl bir göremezliktir? insan şaşıp kalıyor.

Her yerde olduğu halde görünmemek böyle birşey galiba.
İki tane 1 bile biribirisinin kopyası değilse,
o zaman kelimelerde bu şekildedir.
Rabbimiz her AN başka bir ŞeAN'dadır demek te budur o zaman.
diyelim EL-HAYY Celle Celaluhu isminin tecellileri asla hiç bir söylenişinde de,
aynı şeyi ifade etmeyecek bize,
aynı anlama gelmeyecek,
biribirinin kopyası ikinci bir mana da asla tecelli etmeyecek.

Bütün Esma-i İlahiyeleri bu şekilde düşündüğümüzde,
Rabbimizin sonsuz Esmalar sahibi olduğunu anlamaya başlayabiliriz birazcık olsun belkide,
Ve YAZ'ılış da aynı olsa da işlev ve mana bakımından başka olan bu esmalardan hiçbirisi ikinci bir defa kullanılmadığı gibi bir manaya gelebiliriz belkide.

Buradan çoklara böyle giderken,
aynı yolu İZ'leyerek geri döndüğümüzde de belki aklımız TEK'te Sükun/Sekinet bulabilir.

Dağınıklık yok ozaman ki toplamaktan söz edelim.
Belkide şu prizmadan akışık olarak girip,
diğer taraftan tayflar halinde çıkan ışık ve renklerden yola çıkarak,
bütün isim, kelime,mana,hissedilen duygular, hepsine de aynı formülle bakabiliriz.

Biribirinin içinden çıkmış
yada biribirinin içine girebilecek gibi görünen tüm zarflar en son TEK'lik zarfında yutulabilir belkide,
Rus'ların meşhur matruşka bebekleri gibi göründü bir An gözüme bu zarf örneği.

Alemde olan herşey insan'da var demek te aynı bu misal ile anlayabileceğimiz noktaya yaklaşır o zaman belkide.

Sözün eli, mananın eteğine bile ulaşamıyor.

Ve ne söylesek yaşanılmayanlar olduğu için söz ağzımıza yakışmıyor.

Bu aklımla on sene evvele dönebilseydim demekten kendimi alamazken,
bu duygumun da bir manası olduğunu artık az da olsa anlayabiliyorum şükürler olsun,
ama anladığımdan memnun olamıyorum,
çünkü,aklımın hamlığı ve negatifliği boyum kadar karşımda durmakta.
Hayr olsun inşaallah, ümidimiz daim olsun, Niyetlerimiz hayr olsun, Akıbetlerimizde BİZ BİR-İZ olsun inşaallah. Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen der-ya »

Resim


Sevgili Peygamberimiz bir babayı uyarırken “Çocuğunun senin üzerinde hakkı var!” (Müslim, Sıyâm, 183.) buyurduğunda, acaba sadece karnını doyurup sırtını giydirmeyi kastetmiş olabilir mi?

Doğduğu andan itibaren hayatta kalabilmesi için maddi ihtiyaçlarını karşılamak, bir anne babanın çocuklarına karşı tek sorumluluğu olarak düşünülebilir mi? Yoksa anne baba olmak demek, hayata yeni katılmış bu küçük emanetin bedenine olduğu kadar ruhuna da itina göstermek, aklını donatıp gönlünü beslemek, kısacası onun manevi gelişimini üstlenmek demek değil midir?

Rasul-i Ekrem (s.a.s.) “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 33.)buyurduğuna göre, maddi olduğu kadar manevi sorumlulukları da olan anne babanın yavrularına eksiksiz teslim etmeleri gereken hakların başında güzel bir terbiye gelmektedir.

İbadet terbiyesi, ruh terbiyesi, gönül terbiyesi ya da kısacası kul olma bilinci diyebileceğimiz bu manevi terbiye sayesinde Rabbi ile sağlıklı bir ilişki kurmayı öğrenen çocuk, O’na kul olmanın huzurunu, zevkini ve heyecanını erkenden tatmış olacak, anne kucağının ve baba ocağının güven veren ortamında kendini keşfetmeye başlayacaktır.

“Yavrum, bak sana ne öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki, O da seni korusun. Allah’ı(n hakkını) koru ki, O’nu karşında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah’tan iste; yardım dileyeceğin zaman Allah’tan yardım dile.

Şunu bilmelisin ki, bütün varlıklar sana bir konuda yardım etmek üzere bir araya gelseler, Allah’ın senin hakkında karar verdiğinden başka yardımda bulunamazlar.
Yine sana bir konuda zarar vermek üzere elbirliği etseler, Allah’ın senin için takdir ettiğinden başka bir zarar veremezler. (Kaderi yazan) Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur.”(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59.)

Amcasının küçük oğlu Abdullah b. Abbas’ı bineğinin arkasına bindirmiş yol alırken, bir yandan da onunla sohbet eden Peygamber Efendimiz bunları söylüyordu.

Bir çocuğa ancak Rabbi ile kurabileceği o en yüce manevi birlikteliğin ipuçlarını veriyor, kulluğun özünü anlatıyordu. Acısıyla tatlısıyla şartlar ne olursa olsun, hayat onu nereye taşırsa taşısın Allah ile arasındaki bağı koparmamayı öğütlüyordu.

Bu bağın sadece Allah’tan istemeye ve beklemeye odaklı yani tek yönlü bir ilişki olmadığını, onun da Rabbine doğru adım atması gerektiğini öğretiyordu. Zaten kulluk bilinci de bu değil miydi?

Peygamber Efendimiz’in, çocukları maneviyatı güçlü bireyler olarak yetiştirmek üzere çizdiği yolun, en geniş anlamda onları kulluk ile tanıştırmaya dayandığını söyleyebiliriz.

Rasulüllah’ın (s.a.s.) sünnetinde çocuğu maneviyata dost eylemenin yolu, davranıştan ziyade zihniyete öncelik veren, yani şekli emretmeden önce özü kavratmayı hedefleyen bir üsluba sahiptir.

Çocuklara özel tavsiyelerde bulunmayı seven Rahmet Peygamberi’nin, onlarla konuşurken inanca ve ahlâka yönelik öğütlere ağırlık vermesi, namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirmelerine yönelik emir cümleleri kullanmaması ise dikkat çekicidir.

Bir diğer ifadeyle, Peygamber Efendimiz, maneviyat eğitimi vermek adına çocukları karşısına alıp ibadetlerini aksatmamaları yönünde tembihte bulunma ihtiyacı hissetmemekte, çünkü onları doğdukları günden itibaren maneviyatla yoğrulmuş bir hayatın içinde büyütmektedir.

O halde çocuğun manevi eğitimi doğduğu an kulağına okunan ezan ile başlamakta, her geçen gün ibadetle beslenmekte ve her adımda güzel ahlakla şekillenmektedir.

Böyle bir eğitim sayesinde, buluğ yaşına geldiğinde artık o, bedeninin olduğu kadar ruhunun da ihtiyaçlarını farkına varan, aklına olduğu kadar gönlüne de değer veren, düzenli yerine getirmekle sorumlu olduğu ibadetleri hayatına eklenen bir mecburiyetler zinciri olarak değil, ilk günden itibaren hayatının ayrılmaz birer parçası olarak gören bir Müslüman olacaktır.

Kulluk eğitimini hayata yayan Peygamber Efendimiz, çocukların da bu eğitimden pay alabilmeleri için öncelikle onları yakın çevresinden ayırmamış, hatta tabir caizse çocuklar için bir cazibe merkezi olmuştur.

Meclisinde ve mescidinde bulunmalarına izin vererek çocuklara kendisini dinleme, gözlemleme ve örnek alma fırsatı tanımıştır.

Öperek, kucaklayarak, koklayarak, okşayarak, dua ederek çocuklara daima sevgi sunumunda bulunmuş, (Buhârî, Büyû’, 49, Edeb, 22; Müslim, Fedâil, 80; Tirmizî, Menâkıb, 30.) şefkat ve merhametini derinden hissetmelerini sağlamış, kendisine getirilen taze meyveyi öncelikle yanında oturan çocuklara ikram etmeyi âdet edinmiştir. (Müslim, Hac, 474.) Hatta O (s.a.s.), çocukların kendisine biat ederek bağlılıklarını ifade etmelerine izin vermiştir. (Müslim, Âdâb, 25.)

Allah Rasulü, dini öğretmek ve ibadet etmek gibi ciddi işlerle meşgulken çocukların bu ciddiyeti bozması endişesini taşımamış, onları maneviyatın öğrenildiği ve yaşandığı ortamların dışında bırakmamıştır.
Söz gelimi çocukların farkında olmadan sebep oldukları her türlü olumsuz etkiyi görmezden gelmiş, hataları sebebiyle onları ibadet edilen mekânın dışına çıkarmamıştır.

Bir defasında hutbe vermekte iken torunları Hasan ve Hüseyin’in üzerlerinde kırmızı birer gömlekle düşe kalka mescide girdiklerini görünce dayanamamış, minberden inip onları kucağına aldıktan sonra tekrar minbere çıkmış ve çocukları önüne oturtarak şöyle buyurmuştur: “Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir’ (Enfâl, 28.) derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da, sözümü keserek onları kucağıma aldım.” (Tirmizî, Menâkıb, 30; Nesâî, Cuma, 30.)

Peygamber Efendimiz’in bu tavrı, onun çocuklar ile kurduğu sevgi ve merhamet dolu ilişkiyi maneviyat eğitiminde de sürdürdüğünü göstermektedir.
Çocuk için manevi hayatın şekillendiği ibadet mekânları soğuk, donuk ve ürkütücü olmamalıdır. Yaklaştığında kovulduğu, sesi çıktığında azarlandığı, soru sorduğunda terslendiği bir mescide tazecik bir gönlün ısınması nasıl mümkün olabilir ki?


Dolayısıyla çocuğun manevi huzuru tatması, ibadeti sevmesi ve benimsemesi, öncelikle ibadet eden büyüklerle aynı ortamı paylaşması, onları izlemesi, taklit etmesi ve orada bulunduğundan dolayı taltif görmesi ile mümkün olacaktır.

Konunun böyle önemli bir noktada düğümlendiğini, Peygamberimizden öğreniyoruz: “Bazen kıraati uzatma niyetiyle namaza başlıyorum da bir sabinin ağlayışını duyunca annesinin ona gösterdiği şefkatten dolayı yaşayacağı tedirginliği düşünerek namazı hafif kıldırıyorum.” (Buhârî, Ezan, 65; Müslim, Salât, 192.)

Sevgili Peygamberimiz’in mescidi gibi hareketli ve kıymetli bir mekânda vakit namazlarında bile bir saf oluşturacak kadar çok çocuk bulunması, (Ebû Dâvûd, Salât, 96.) Allah Rasulü’nün çocuklara yaptığı maneviyat aşısının göstergesidir. Dahası, saf tutup namaza duramayacak kadar küçük olanlar bile mescidin huzur veren manevî havasını solumaktadır.

Bizim, kızı Zeyneb’den olan kız torunu Ümame’yi omzunda taşıyarak namaza duran, rükûa varacağı zaman onu indirip, kıyama kalkacağı zaman da tekrar omzuna bindirerek namazını tamamlayan, hatta bu şekilde cemaate imamlık eden bir Peygamberimiz var! (Ebû Dâvûd, Salât, 164, 165; Müslim, Mesâcid ve Mevziu’s Salat, 43.) Bir yavruya namazı sevdirmenin, onu huzur iklimiyle tanıştırmanın daha güzel bir yolu olabilir mi?

Peygamber Efendimizin, namaz konusunda gösterdiği hassasiyetin bir benzerini oruçta da gösterdiğini, çocukların küçük yaştan itibaren oruç ve sabırla tanışmalarını istediğini görüyoruz.
Kutlu Peygamber çağının anneleri, küçüklerin oruçla barışık olmaları için onlara yünden oyuncaklar yaparak açlıklarını unutturmaya çalıştıklarını anlatmaktadırlar. (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Sıyâm, 136.)

Diğer taraftan maneviyatın dorukta yaşandığı tavaf ve say gibi anları yaşamaları için çocukların hac gibi bir izdihama katılmalarına bile müsamaha gösteren Allah Rasulü, kucağındaki bir çocuğu kaldırarak “Buna da hac var mı?” diye soran anneye, “Evet. (Onunla birlikte haccettiğin için) sana da ayrıca ecir var.” (Müslim, Hac, 409; Tirmizî, Hac, 83.)buyurmuştur.

Bir çocuk, anne-babası için mutluluk ve bereket kaynağı olduğu kadar imtihan vesilesidir. Nitekim Yüce Allah “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandan ibarettir. Katında büyük mükâfat olan ise, ancak Allah’tır.”(Enfâl, 28.) buyurmaktadır.

Çocuk her ne kadar bugün yaşıyorsa da, aslında yüzü geleceğe dönük bir emanettir. Onu şekillendiren ebeveyn, bir bakıma toplumu şekillendiriyor, yarını çiziyor demektir.

Allah Rasulü “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.”(Buhârî, Tefsîr (Kasas), 2; Müslim, Kader, 22.) buyururken işte bu gerçeğe işaret etmektedir. Elbette küçük insanı Rabbe kul olmak gibi büyük bir sorumluluğa hazırlamak kolay değildir. Ancak hiddetten uzak, sakin ve sevecen bir tavırla verilen maneviyat eğitimi elbette boşa gitmeyecek, emekler yeşerecek, ailede başlayan huzur arayışı bir ömre anlam katacaktır.

kuraniterbiye
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Manyetik alan teorileri kuranlar bilmekteler ki EVRende Tek Kutuplu mıknatıs olmadığı gibi İKİ kutuplu mıknatısı sonsuz parçalasanız her parçası yine İKİ kutuplu mıknatıs olacaktır farkı çekim gücü KUVVeti çokluğudur..
AYNI yüklü kutupların birbirini İTTiği ZID kutupların çektiği gerçeği
Rahimiyyet TAMMlaması ve Rahmâniyyet TÜMMlemsi ile SEViyelenebilir yoksa
Yine önünüzde bakmakta olduğunuz boyunuzca ve yapıştığınızda antipotunuzla burun buruna geldiğiniz BOY AYNanızı, bin parça etseniz de her parça yine AYNAdır ve sizi AYNen gösterir, görüntünüz AYNı ama büyüklük çapınız ona uyar ve’s- selâm..

Her ikisinin de SIRRI Naklen silinmedikçe AKIL şaşar kalır ve çaresizdir..
Coğrafi-Mağnetik Kutupların NEdenliği temeldeki bilinmez Bilmecedir hâlâ..
Resim
meşhur “ying ve yang” İkİli Dairesi hatta Kürresi içindeki İKİ ZIDların AK-KARAların tek başlarına asıldıklarındaki ağırlık merkezleri digerinin TAMMlayanının ÖZ-GÖZ Noktasıdır yani diğerinin içindedir ki ne AYRıdır ne de AYNıdır.. Tıpkı ERİL-DİŞİL varlığı ve Zinciri gibi.. İki olan Ana-Baba ama TaMMlamadan DOĞan TEK BeBe.. Havva Tarlası Düzeniyle Âdem Tohumu Dengesi SEViyelendiğinde ben-sen-o DOĞmaktayız..
İKİLik, VARlığını biribirini TAMMlayıp-TEKLİğe dönüştürerek SÜRRdüreBİLmektedir.
EVRen de desek devrÂNda desek, ZeRRe- Mikro-Atom, KüRRe-Makro-Kâinât AYNen ASLen SiStem TÜMMlüğü TEKliği İçindedir Muaradullah-Hükmullah budur.
En zeRRe Hidrojen; Çekirdekteki (+) yüklü Proton Âdemi, Çevresindeki (-) yüklü Elektron Havvası hikayesidir bitmeyen VARlık Âleminde…
AKLın yapabileceği en iyi İŞ, küllî ŞEY-in FITRÎ Var Oluşundaki “TEK” likte “İKİ” lik NiTelik-NiCelik Özelliğini-Güzelliğini
BİLip-BULup-OLup-YAŞAmasının TEMELinde İKİ ŞEYlik ŞEY-t-ÂNını MÜSLÜMAN etmesidir şüphesiz.. Yoksa Hizbü’ş-ŞEYtÂN kaldı gitti ceheNNeminde..

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytÂNı vardır. Evet, benim de şeytÂNım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytÂNım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.

(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Aziz kardeşlerim,
BİZim bütün söylediklerimiz, AKLen Mantıkla, NAKLen Mesnedle, Teknik ve Tasavvufun TaMMladığı Tahkik İman-Salih Amel MuhaMMedî Mü’min-liğine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına hesabına ve şerefine Hasbî Hizmet Azmimiz ve Tevekkülümüzdür.
Bir zamanlar Hasan Dağında SıLÂya SALL.. Naz-Niyaz Namazımızı yazarken bir Secde Hadis-i Şerifine takılmıştım..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın ve eliyle burnunu da işâret etti eller, diz kapakları, ayaklarım etrafları (secde sırasında) ne elbiseleri ne de saçı toplamayınız.” buyurdu.

(İbni Abbas radiallahu anhu’dan; Buharî, Ezân 133, 134,137; Müslim, Salât 227-231 (490); Ebu Dâvud, Salât 155 (889)


Matematikçi ANKA-canımızla da bu konuda çalışmıştık..
2 ayak, 2 diz, 2 el ve 1 baş olmak üzere 7 kemik üzere, 7 NOKTA-ya Mesnedli Secde DÜZEN-DENGE si AKLen-Teknik ve Naklen-Tasavvufta ne demekti?

Namazda secde sücûdî bir makamdır:
Nefsin benliğinden geçiş gereğini idrak ederek gölgesini (kendini) gizlemeden yok biliş ve RABB’ısına teslim edişi 7 letâifin teslimiyyetinin Rabba Rücû Secdesi ve İstikametinin Ürûc Secdesi...
Kıyamın karşılığı kariblik (yakînlik).
MuhaMMedî şeddeli MiM’in RABB’ısıyla Zevk Mahalli ve rücû ve ürûc mir’âcı... Merkezde ve Muhitte mi’râc...
Rübûbiyyet Tevhidine bu âlemdeki yaşamı sonucu şâhid olup imân ve ilân eden nefs kalbe girmeye ve Kalbî Nefs olmaya hakk kazanmıştır.
Geçici varlığının gölgesini bedeni altına toplama vakti gelmiştir.
Her hücresini temsilen 7 organı ve âleti (2 ayak, 2 diz, 2 el, 1 baş ile) üzerinde (7 ayaklı bir masa gibi) RABB’ısına SECDE eder.
Kudretullahı (potansiyel azamet, güc) anlayan aklıyla “El A’LÂ olan RABB’ını tüm akıl içi ve akıl dışı benzetme ve noksanlıklardan uzak kılar.
7 ayaklı masa benzetmesi doğru ve gerçektir.
Teknikte, 3 noktadan bir düzlem geçer ve bu ilk denge hâli ve denge, düzen ve itmînânın ilk şartıdır.
Bu Kerem Kombinasyonunun teknik gösterimi:

Resim

Secdede ise 7 Mesned Noktası olup, yedigen içinde 35 üçgen oluşur ve 35 üçgenle minumum denge şartları sağlanır.
Dörtgenler dengesi 35, Beşgenler dengesi 21, Altıgenler dengesi 7, Yedigen dengesi ise en mütekamili ve en emniyetlisi olup 1 tanedir. Toplam 99 DENGE mevcûddur.
Nefsin bu derûnî dengelere ulaşmasının ne demek olduğu ise KemÂL EHLince bilinir ve tek 1 secdede 99 Esmâ Esrârı yaşanır...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Aziz kardeşlerim!

İster Aklen-Mantıken, ZeRRe-Atom Merkezinden KüRRe-Kâinat Muhitine,
İster Naklen-Mesneden, Habli’l- Verid AKdesinden Beden Derine bakarak;
Somut-Soyut OLuşumunu Kur'ân-ı Kerimimizin Merkezde (Kaf 50/16) âyetiyle (Nûr 24/35) âyeti ARAsında insÂN olarak AKLen-NAKLen ANlayalım ki,
“Lâ Huve iLLÂ Huve.. Nur’un Alâ NÛR..” SıRRını YaŞayalım inşae ALLAHu Teâlâ…


MERKEZdende KARİB-Yakın Olan RABBu’l-ÂLEMin celle celâluhu..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

Zâtullah Nurundan Eşya Nurunun zuhuru..
En dış ZÂHİR Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:


ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Ve ASLa unutmamalıyız ki Nurulllahın Tecellî Teknesi Mazharı NûR-u MuhaMMed aleyhi's-selâm dır. NûR-u MîMMdir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

Hep düşünmüşümdür İNSANı ki FİZİKî Çevrenin yuttuğu Metafizikî AKIL, dıştan İçe mi, İçten Dışa mı SARRmalda?
AKLın keni VARlık Mebde’i-Başlangıcı ve Meadı-sonUÇu SORusu?.
Yaratılış, yani varlığın başlangıcı meselesi düşünen insanlığın en eski meselelerinden biri, belki de birincisidir. Kendini tabiattan ayrı ve müstakil bir varlık olarak hisseden her insan, ilk iş olarak kendi aslını, insanlığın aslını düşünecek ve soracaktır. Bu mevzuda elde edeceği bilgi, kişiyi ister istemez, etrafını saran fizik çevrenin, yani Dünya'nın, semâvatın, Ay, Güneş ve yıldızların da aslını sormaya sevkedecektir.
İlk başlangıcı, menşei araştıran insan zihni orada kalmayıp, bunun tabiî sonucu olan bir başka soruya geçerek, sonumuz ne olacak, nereye gidiyoruz? diyecektir. Hülasa doğumla başlayıp, ölümle noktalanan bir hayat kaderine tâbi insanoğlu mebde ve meâdını hep soragelmiştir.
Nerden geldik, nereye gidiyoruz, bu dünyadaki işimiz nedir?
Buna cevap sadedinde felsefeler, nazariyeler ortaya atılmıştır. Tesadüfle başlatıp mutlak bir sonla tamamlayan, insanlığın encamını ademe atan maddeci felsefî görüşler olduğu gibi, ruhun ezeliyetini kabul eden ruhçu, mâneviyatçı görüşler de olmuştur.
Aslında dinler de bu suallere cevap vermek için vardır. Din tesâdüfî başlangıcı reddeder. "Bir saat intizamıyla belki daha dakik ve hassas çalışan Güneş Sistemi'miz ve kâinat çok usta bir yaratıcının elinden çıkmıştır" der, sağduyu sahipleri mevcudat arasındaki itme ve çekme kuvvetleri şeklinde tezâhür eden irtibâtı, birbirine zıt ve şuursuz unsurların hayatın devamında ortaya koydukları işbirliği ve tamamlayıcılığı kâinatın parçaları ve cüzleri arasındaki dakik ve hassas intizamı, bunların bir elden çıktığına, ustalarının çok mâhir ve kâdir olduğuna, yaratma işini irâde ve şuurla yaptığına delil kabul eder.
Varlık âlemi, İslâm dininde Nur-u Muhammedî tâbir edilen bir ilk maddeden yaratılmıştır, Kadir olan Yaratıcı "Ol!" emri ile an-ı vakitte, yaratılış ağacının çekirdeği durumundaki Nur-u Muhammedî'den ilk varlık filizini ortaya çıkarmış, bu filiz tıpkı bir ağaç gibi inkişaf edip serpilerek, sonunda insan meyvesini verecek kemale ermiştir. Peygamberimiz, yaratılışın bu tekâmül seyri içerisinde meyvelerin meyvesidir. En son olan en mükemmeldir, Fahr-i Kâinattır.
İşte dinimiz, yaratılışla ilgili bahisleri Nur-u Muhammedî mebdei ile Zât-ı Muhammedî müntehası arasındaki safhaları ve halkaları ana hatlarıyla aydınlatacak şekilde yapar, bâzı ipuçları verir, fezlekeler sunar, tâli teferruata girmez. Vaz'edilen hülâsa ve fezlekeler, dünün müneccimleriyle bugünün astrolog ve faraziyecilerinin safsata ve fantezilerine kapılmayı önleyecek, buğdayla samanı ayırmaya yetecek açıklık ve zenginliktedir.
Şu halde aşağıda insanın yaratılışından, cin ve şeytanın, dünyanın yaratılışından, sema ve arşın yaratılışına kadar birçok meselede vârid olan hadislerden bazılarını göreceğiz.


ـ1ـ عن عمران بن حصين رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُما قال: ]دَخَلْتُ عَلى رسولِ اللَّهِ # المَسْجِدَ فَأتَى نَاسٌ مِنْ بَنِى تَمِيمٍ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا بَنِى تَميمٍ، فقَالُوا: بَشَّرْتَنَا فأعْطِنَا مَرَّتَيْنِ، فَتَغَيَّرَ وَجْهُهُ، ثُمَّ دَخَلَ عَلَيْهِ نَاسٌ مِنْ أهْلِ الْيَمَنِ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا أهْلَ اليَمَنِ إذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَميمٍ، قَالُوا: قَبِلْنَا يَا رسولَ اللَّهِ، ثُمَّ قالُوا: جِئْنَا لِنَتَفَقَّهَ في الدِّينِ، وَلِنَسْألكَ عَنْ أوَّلِ هذَا ا‘مْرِ مَا كَانَ؟ قال: كانَ اللَّهُ تَعالى، وَلَمْ يَكُنْ شَئٌ قَبْلَهُ، وََكَانَ عَرْشُهُ عَلى المَاءِ، ثُمَّ خَلَقَ السَّمَواتِ وَا‘رْضَ، وَكَتَبَ في الذِّكْرِ كُلَّ شَئٍ[. أخرجه البخارى والترمذى
Resim---İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara:
"Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen:
"Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'lmâlden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular. Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara:

"Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar:
"Kabul ettik ey Allah'ın Resûlü!" dediler ve arkadan ilâve ettiler:
"Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlûkatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı:

"Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı."
(Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.)

ـ2ـ وعن أبى رزين العقيلى رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قُلْتُ يَارسُولَ اللَّهِ: أيْنَ كَانَ رَبُّنَا قَبْلَ أنْ يَخْلُقَ خَلْقَهُ؟ قالَ: كانَ في عَمَاءٍ، وَمَا تَحْتَهُ هَوَاءٌ، وَمَا فَوْقَهُ هَوَاءٌ، وَخَلَقَ عَرْشَهُ عَلى المَاءِ[.قال أحمد، قال يزيد: »الْعَمَاءُ«: أى ليس معه شئ. أخرجه الترمذى .
Resim---Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana şu cevabı verdi:
"Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su üzerinde yarattı."
Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: "Yezid şunu söyledi: el-Amâ, yani "Allah'la birlikte başka bir şey yoktu" demektir."
(Tirmizî, Tefsir, Hud (3108)

ـ3ـ وعن طارق بن شهاب رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قال عُمرُ بنُ الخَطَّابِ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ: قامَ فِينَا رسولُ اللَّهِ # مَقاماً فأخْبَرَنَا عَنْ بَدْءِ الخَلْقِ حَتَّى دَخَلَ أهْلُ الجَنَّةِ الجَنَّةَ، وَأهْلُ النَّارِ النَّارَ. حَفِظَ ذلِكَ مَنْ حَفِظَهُ، وَنَسِيَهُ مَنْ نَسيَهُ[. أخرجه البخارى.
Resim---Târık İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb dedi ki: "(Birgün) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızdan doğrularak mahlûkatın ilk yaratılışından başlayarak (geçmiş olan ve gelecek olan bütün safhaları) cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar anlattı. Bunu bir kısmı öğrendi, bir kısmı unuttu."
(Buhârî, Bed'ul-Halk 1)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Ashabın sorması üzerine Kâinâtın Mebde’-Başlangıç ve Mead-Sonuçunu Yukardaki 3 buyruğunda açıklamaktadır.
ÖZetiyse:
Hiçbir MevCÛD Mahluk yok iken, varlık-yokluk söz konusu değilken el Ahad ALLAH celle celâluhu Vâcibu’l- vüCÛD idi.
Önce SUyu ve Su üzerinde ARŞ'ı yarattı.
Sonra 7 kat GÖKleri ve arzı-YERi yarattı.
Şe’ÂNullahtaki her TeCELLî, Sünnetullah üzere her AN olmaktaki feye KûN OLuşu Emrullahtaki “KûN” Takdiri ve MURADuLLAHtır..

Eşyâ -> Esmâ -> Sıfat -> ZÂT...
AKLın nAKLene Kulak verip DUY/UYacağı budur ve’s- SeLÂM!..

el-A’mâ: العَمَاءُ
lügat olarak ince bulut mânasına gelip arkasındakine bilinemezlik getirir aklen.
el-A’mân: العَماً
bir rivayetteyse bu şekilde bir imlâ ile gelmiştir ki"Beraberinde hiçbir şey yok" demek olur ve bu hâl Zâten Ahadiyyettir. Akıl için BİLinemezlik körlüğüdür, “A’ma”lığıdır.
İnsan AKLının İlim-İrade-İdrak ve İştirakı dışındadır.
Âcizâne Anladığım ise OLUŞun AKLen BİLiniş ARAKesitindeki İL ŞEY Arş-ı İlâhî'dir ve Nur-u MîM İlk-tek NOKTAsıdır..
Bu AKLın “KûN” ANlayışını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ANLAtışından hiSSedebileceğidir.
Arş- Âlâ'dan sonra Kürsî-yi Âlâ'nın hakıyyeti ise Nurullahın şeÂN Mazharı Nur-u MîMin “feye KûN” OLUŞudur her AN..
Hakikat-ı MuhaMMediyyesini ve de ELYÂnın Hakikatını nAKLen Anlayan MuhaMMedî SİLM AKıLlar için..
Yaratılışı bildiğimiz ham Akıl sırasına sokup “Su, Arş, kalem, Kürsî, Semâvat ve Arz.” Sırasında yaratıldı desek de değişen bir şey yoktur..

Zavallı akıllar kendi kısır labirentlerinde güyâ 5 milyar yıl önce ALLAH celle celâluhu bir işletme kurdu şimdi onarım vs işlerini gözetliyor gibi bir Gizli Şirk içinde yüzer dururlar..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem den nAKLen OKUyaBİLseydi hamm akılları göreceklerdi ki;
ALLAH celle celâluhu GEÇmiş-şu AN ve GELecekten münezzehtir ve bunlar AKLa anlatılan Hayyat oyunu ve Kulluk denemede rOL elbiseleridir eşya ve OLay olarak..


Zerre-Atom-Akıl vs. den Kürre-Kâinât-nAKLe kadar KüLLî ŞEYin Özünde ÖZ ve AKREB olan RaBBu’l- Âlemin her AN İŞ Sahibidir:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

İnsan AKLının Algıladığı Maddî- Mânevî ŞEYise Kur'ân-ı Kerimce AÇIKça Nurullahtır ve YUTanı-Kapsayanı yine ALLAH celle celâluhudur.

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” (Nisâ 4/126)

Yücelik-Yükseklik olarak ifade edilen pek çok şeye ARŞ denmiştir. Padişah tahtından, çiçekli kamelyalara kadar..
Bizce ise ALLAH celle celâluhunun Tecellî tAHTı olan İLK Mahluk-Nokta-Nur-u MîMdir.
"ARŞ, Kâinâtı her cihetten kuşatan kürevî bir felek" diye târif edilegeldiği haktır.
Ancak bu yutuculuğun BİLElikbağı ANAsı NeBîyyu’l- UMMî NûRu İÇinde ZUHURa çıktığını AKLen tahdid ve takdir etmeden nAKLen çok iyi ANLAmak kaydıyla Haktır..
Arş, Kürsî, cennet, melek, esmâ vs. gibi soyut-naklî kavramların somut-aklî nesnelere benzetilerek akıla anlatılması çok doğaldır.
ALLAH celle celâluhu el Basîrdir..
İnsan da Basîrdir ama İnsanca.. Bebek de Basîrdir ama bebekçe..Kedi de Basîrdir ama kedice.. iyi anla!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerim de ARŞ, sırf İlâhî Arş'ın zikri olarak 23 yerde geçmektedir:

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn(âlemîne): Filvakı' rabbınız o Allahdır ki Gökleri ve Yeri altı gün içinde yarattı, sonra Ârş üzerine istiva buyurdu, geceyi gündüzü bürür, o onu kışkırtarak ta'kıb eyler, güneş ve ay ve bütün yıldızlar emrine müsahhar, bak halk onun, huküm onun, evet o rabbül'âlemin olan Allah ne ulu!..” (A'raf 7/54)

وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ
Resim---Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin semâniyeh: Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek) taşır.” (Hâkka, 69/17)

“Hamele-i Arş” olarak ARŞı taşıyan bu “sekiz” nedir?

Kur’ân-ı Kerimin ilk müfessir-i azamı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;

ـ5ـ وعن جابر رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قال لى رسول اللَّهِ #: أُذِنَ لِى أنْ أحَدِّثَ عَنْ مَلَكٍ مِنْ مََئِكَةِ اللَّهِ تَعالى مِنْ حَمَلَةِ الْعَرْش: إنَّ مَا بَيْنَ شَحْمَةِ أُذُنِهِ إلى عَاتِقِهِ مَسيرَةُ سَبْعِمِائَةِ عَامٍ[. أخرجه أبو داود
Resim---Câbir radıyallâhu anh anlatıyor: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana: "Allah'ın meleklerinden olan Arş'ın taşıyıcılarından bir melek hakkında rivâyette bulunmam için bana izin verildi" dedi ve ilâve etti: "Onun kulak yumuşağı ile ensesi arasındaki uzaklık yedi yüz senelik mesâfedir"
(Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4727)

İbnu Abbâs radıyallâhu anhümâ'dan Deylemî'nin kaydettiği bir rivâyette ARŞ'ı taşıyan meleklerin boyu hakkında daha tamamlayıcı bazı bilgiler yer alır:
وَإنَّ مَلَكاً مِنْ حَمَلَةِ الْعَرْشِ يُقَالُ لَهُ إسْرَافِيلَ زَاوِيَةٌ مِنْ زَوَايَا الْعَرْشِ عَلى كَاهِلِهِ قَدْ مَرَقَتْ قَدَمَاهُ في ا‘رْضِ السُّفُلَى وَمَرَقَ رَأسُهُ مِنَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ والْخَالِقُ اَعْظَمُ مِنَ الْمَخْلُوقِ
Resim---"Arş'ı taşıyan meleklerden İsrâfil adında biri vardır. Arş'ın köşelerinden biri onun omuzu üzerindedir. Ayakları aşağı arzı, başı da yedinci semâyı delip geçmiştir. Hâlık mahlûktan büyüktür"
(Deylemî, Firdevs)

ARŞın hamalı olan meleke mânâsı,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in namaza başlarken buyurduğu:
“zü’l- Ceberrutu ve’l- Melekutu ve’l- Kibriyau ve’l- Azame” anlayışını naklen kavarayıştır ki

Resim---Said b. Cübeyr radiyallahu anhu:ARŞı taşıyan melekler sekiz tanedir. Bunlara karrubiyyun melekleri adı verilir” demiştir.
Bu melekler Allah’a en yakın melekler olmalarından dolayı bu ismi almıştır. İbn-i Abbas (ra) bunların sekiz nevi olduğunu ifade etmiştir.

(İbn-i Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, 8:239)

Arş bir evin damı ve çatısı anlamına gelmekle birlikte, bir şeyi ayakta tutan, bir şeyin temeli olan şeye de ARŞ denilmektedir.
İslam bilginlerine göre ARŞ, Ayete’l-Kürsi’de geçen “Kürsî” nin üzerindedir. Buna göre kürsi taht olarak düşünülürse arş onu kuşatan saray ve onun tavanı olarak kabul edilebilir.
Buna göre yedi kat gökler, Cennet, Sidre, Kürsi, ARŞ’ın altında kalır. Yani ARŞ bütün bunları kuşatan şeydir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in urc-rücu’ Mi’RâCını şu bildiğimiz fezâlara giden bir füze seyahati sanış kısır akıl körlüğüdür.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle gösterilecek âyetler nedir, nerelerdir?


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr: Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)

Kur'ân-ı Kerimimizde sadece Necm sûresine bakıvermek bile kalbinde Nur-u MiM ışığı olanlara Hakikat-ı MıhaMMediyyesini gösterecektir inşae ALLAH!

O en yüce/yüksek UFUK Âlemi neresidir?


وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى
Resim---“Ve huve bil ufukil a’lâ: O, en yüksek bir ufuktaydı.” (Necm 53/7)

Alçalmak/yaklaşmak/yakınlaşmak ve delil edinmek nasıldır/nedir?

ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
Resim---“Summe denâ fe tedellâ: Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.” (Necm 53/8)

Kab’ın kavslığı, hatmi, ahbli’l- verildiği en iç/son kürenin MeRkEz AKRABalığı ancak Kur'ân-ı Kerimin ikram Bahçelerindeki naklî zevkler olsa gerektir..

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
Resim---“Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ: Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.” (Necm 53/9)

RaBB SÖZü nün Resûl SeSi OL!uşumu ve Hakikatullahın vüCÛD buluşu VaHy nedir?.

فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
Resim---“Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ: Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.” (Necm 53/10)

عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
Resim---“İnde sidretil muntehâ: Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında.” (Necm 53/14)

İntihanın, eğilmenin bulunduğu halde, en limitte, en son uçta, nihayette.. sidr-de, sadr-da…
Nefsin/Hamm AKLın, nAKLi Biliş-BULuş-OLuş-YAŞAyış aşamaları/makamları/lataif kemâlâtı..
ARŞ için; ilk/son NOKTA, Zerre/Kürre kısacası Nûr-u MîM desek.. küllî ŞEYi, Olayı, Zamanı ve Akılların Zannlarını içinde bulunduran “KûN!” EMRinin ŞeÂNdaki şu Anki feyKûN Zuhuru gibi..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9091
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen nur-ye »

''VARlık;
Cevher,
İzâfet,
Hareke,
Hareket,
Nicelik,
Nitelikle diğerlerinden AYRılır!..''


Kul İhvÂNi
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

Bediu’z- zaman sâid Nursî kaddesallahu sırrahu Azamaetullah/ Kudretullah ANLAyışımıza bir NUR Işığı tutmaktadır:

Yüce Allah’ın kâinattaki tasarrufuna “Arş” tabir edilir.
Aynı şekilde yeryüzünde tasarrufu da “Arşa istivâ”nın bir başka vechidir.
Bu manada “Zât-ı Zülcelâl olan Sâhib-i Arş-ı Âzamın mânevî merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkâtın tedbirine medar dört arş-ı ilâhîsi vardır.”

(Lem’alar, 2005, s. 646)

Birinci arşı “toprak” unsurudur ki “hıfz ve hayat arşı”dır. Toprak üzerinde tasarruf eden yüce Allah bütün bitkileri, hayvanları ve insanlar üzerinde tasarruf eder. Hafîz ve Muhyî isimleri ile hayatı ve ölümü yaratır ve toprakta muhafaza eder.
İkincisi, fazl ve rahmet arşı olan “Su” unsurudur. Yüce Allah su üzerinde tasarruf eder fazl ve rahmeti ile su üzerinde tasarruf ederek bütün suya muhtaç varlıklar üzerinde tasarruf eder.
Üçüncüsü ilim ve hikmeti ile tasarruf ettiği “Nur” unsurudur.
Dördüncüsü ise Emir ve İradesinin arşı olan “Hava” unsurudur.
Böylece yüce Allah “İlim, irade ve kudreti” ile toprak, hava, su ve nur üzerinde tasarruf ederek bunlar üzeride mahlûkatını idare eder.

(Lem’alar, 646-647)

Elbette Sâlim Akıllar, NURlanmış-nAKLî Akıllar; Zâhirin Teknikteki 4 Unsurunyla beraber BâtınınTasavvuftaki 4 Unsurunu EREN Ocaklarında MuhaMMedî Tâlim-Terbiye ile HATM edince 8 KÖŞE ZEVKlere erecekler ve HAZZın Hazmında bİZlere Hasbî Hizmetçiler olacaklardır inşae ALLAH!..

KüRsî...

Kur'ân-ı Kerim de kürsî 2 yerde geçmektedir:


اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---“Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (Bakra 2/255)

وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَى كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
Resim---“Ve lekad fetennâ suleymâne ve elkaynâ alâ kursiyyihî ceseden summe enâb: Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.” (Sâd 38/34)

Allah'ın kürsîsinin mâhiyeti hakkında Kur'ân-ı Kerim'de açıklayıcı bilgi verilmez. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen rivâyetlerde de bu konuda az bilgi vardır zirâ bu konu ancak yaşandığında ANLAşılacağı yukardaki âyet-i celîlelerde görülmektedir ve bunun için;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi İnançta ŞUURUnu BİLmek, Amelde NURunu BULmak, Ahlâkta Sürurunda-esrarında OLmak ve HÂLLerini Hakikat-ı MuhaMMediyyesi olarak O-NURu YAŞAyıp ŞÂHİDi olmak MuhaMMêdî MeLÂMetin tek hedef NOKtasıdır inşae ALLAH!..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “yedi gök, kürsi içinde bir kalkan içine atılmış yedi dirhem gibi kalır”buyurmuştur.
(Taberî)

Kürsi'nin, Arş karşısındaki durumunu:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Arş içinde Kürsi, yeryüzünde bir çölün içine atılmış demir bir halka (yüzük) kadardır" buyurmuştur.
(Ebû Zer radiyallahu anhu’dan; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azım, I, 309).

Âyetü’l-Kürsî’nin Fazîletiyle İlgili Hadis-i Şerifler:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kur’an’ın en fazîletli âyeti Bakara sûresindeki Âyetü’l-Kürsî’dir. Bu âyet, bir evde okunduğu zaman şeytan oradan uzaklaşır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 2)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âyetü’l-Kürsî, Kur’an âyetlerinin şâhıdır/zirvesidir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 2)

Resim---İbnü’l-Aska’ şöyle der: "Adamın biri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip Kur'an'ın en faziletli âyeti hangisidir?' diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allahu Lâ ilâhe illâ huve'l-Hayyu'l-Kayyûm...”
(Müslim, Müsafirîn, 258; Ebû Dâvûd, el-Huruf ve'l-Kırâa 35; Ahmed bin Hanbel, V/142).

MuhaMMedî melÂMette inancımız o dur ki;
Maddî-Somut-Aklî Teknikte-ÂLEMde ne VARsa,
Manevî-Soyut-nAklî Tasavvufta-ÂDEMde-ANLAyışta da o VARdır..

Bu KULLuğun, Muhitteki-A’faktaki-Dıştaki MuhaMMedî Tevhid tAMMlaması ve Merkezdeki-Enfüsteki-İçteki MuhaMMedî Şehâdet tÜMMlemesidir.

Rabbu’l ÂLEMin SÖZü -> Rahmetenli’l- ÂLEMin SeSi olan DİRİ Kur'ân-ı Kerimi MuhaMMedî NEŞ’e ile Hatmu Hazm etmeliyiz ki Yaratan ve Yartana sıfat olarak verilen AYNı kelimenin gerçek yerlerindeki gerçek Anlamlarını ANLAya BİLelim inşae ALLAH!..

Kürsî insan hayatında diyelim ki padişahın dayanıp-oturduğu sandalye veya ayağını koyduğu takoz-tabure..
Kürsî keLÂMullahta ise “O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.” Buyruğu AKLın tutunduğu-oturduğu ana İlahî MESNEDi göstermektedir.

AKLın nAKLen duyduğu Anlamakta zorlandığı-potansiyel İlahî HaVLi KuDRetullah..
AKLın Görüp-gözetip Anladığı-hazır İlahî kuvveti AZemetullah..

İnsan Aklı geldiği İmkÂNla imtihÂN Dünyasında FıTRî Yapısı gereği GÖRdüğüne inanmaktadır taa ki MuhaMMedî Tâlim ve Terbiyeden geçip KeMÂL bula nAKLe ulaşa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin pâk-Kevser Yüreği ŞERÎFinde..


ARŞ, Kur'ân-ı Kerimde bu anlamdadır:


إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الأَمْرَ مَا مِن شَفِيعٍ إِلاَّ مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
Resim---“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşi yudebbirul emr(emre), mâ min şefîin illâ min ba'di iznih(iznihî), zâlikumullâhu rabbukum fa'budûh(fa'budûhu), e fe lâ tezekkerûn: Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip çeviren Allah'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?” (Yûnus 10/3)

قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Resim---“Kul men rabbus semâvâtis seb’ı ve rabbul arşil azîm: De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" (Mü’minûn 23/86)

Arz --> 7 kat SEM’â --> Kürsî --> Arş...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

KÜRSÜ, ARŞ VE GÖK KÜRESİ

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat'a kasem ederim, 7 sema ve 7 arz, Kürsü'nün yanında, çöl bir arâziye atılmış bir (demir) halkadan baka bir şey değildir. Arş'ın Kürsü'ye olan üstünlüğü de, tıpkı bu çölün o halkaya üstünlüğü gibidir"
(İbnu Kesir, Tefsir 1, 550)

İbnu Abbas radiyallahu anhu: "Eğer yedi sema ve yedi arz genişleyerek birbirlerine değecek hâle gelseler, Kürsü'nün genişliği yanında, bunlar, çöle atılmış bir halka gibi kalır." teşbihinde bulunmuştur.

Benim de âcizâne teknik ve tasavvuf bilgim sonucu Oluşan İnancım kâinatta Zerre-Kürre tek ŞEKİL-Hacım mevcuddur o da “KÜRe” dir.
İnsan aklının çizdiği en doğru: “gerçekte ise en KÜÇÜK eğridir.”
Gerçi burunlarının doğrusuna dosdoğrudur diye gidenler çıktıkları NOKTAya dönsede göremez, duyamaz ve de konuşamazlar..


صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
Resim---“Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn: Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.” (Bakara 2/18)

Çünkü kendilerindeki LÜBBü’l-LÜB en Yâkîn Akraba RABB Teâlâya-Rububiyyete, Kulluğa-Ubudiyyete kördürler.
Ve de Habl’il- Verîd en İÇ Küre Hakikat-ı Muhammediyyelerine ÜMMetliğe kördürler.
Ve de gerçek MuhaMMedî Hasbî Hizmetçiler üzerinde “UYANdırılmak-UYARılmak-AYIKtırılmak” hakları vardır, küçük görülüp dışlanmak değil hâşâ!..
İşte içte ve dışta kürevî kevseri ANLAyış Şehâdettir..
Hamm aklın en son uçtaki gİZli Şirki ise meftunu olduğu bu canlı-cansız RESİMler Ülkesinde RESSAMını, ESERler ülkesinde USTAsını aramasıdır..

Eyy hamm AKLım;
Önünde yANmakta OL-AN en Muhit Ampülü, Ampülden KebANa kadar döşenmiş hakikat-ı MuhaMMediyye iSALLe Hattını ve Merkez KebANı ANla!
“BİZ-BİR-İZ” imİZi Zevket! Hazzet! Hazmet!.


ceRRyÂN-RuBuBiyyet: “Aklen ne idiiği belirsiz ETTiği ile BELLİ Eletrik” gibidir..
Mekana-şekle, zamana-zanna vs. ye sokmaya tepinme!
Tüm Buz Dolabının DONDURma Takdir-Tecellîsi,
Tüm Elektirkli Fırınların YaNDıRma Takdir-Tecellîsi,
Tüm Ampüllerin IŞITma Takdir-Tecellîsi,
Kısacası Tüm ÂLETlerin-KULların kendi Yaratılış Sistemi için Takdir-Tecellîleri hamm aklını karıştırmasın!..

Diyelim ki tüm Türkiyedeki ÂLETler şu AN da 1 milimetreli kesinti-kopukluk olmadan drekt KEBANa Bağlıdır ve KEBAN elbette her ÂN şe’ÂNdadır ve Haberdârdır tÜMMünden de..
Kimileri harıl harıl İŞe İŞtirakte “BİZ-BİR-İZ”de..
Kimilerinin tepesi-sigortası atık.. KimilerininAnahtarları AÇIKdeğil mühürlü ya da kapalı..
Kimileri teklemekte habire çırpınmakta.. Kimileri arızalı beklemekte
Kimileri görmekte-göstermekte, duymakta-duyurmakta..
Kimileride Kul ihvÂNi KıtMîr gibi 7 yÖNe ürmakte ki “HaTT-ı Hakikat-ı MîM’e gELL!” çınlamakta çİLE çÖLümüz Hamdulsun HaKK TeÂLÂmıza!..

SaLLat u SeLLâM olsun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize..
MuhaMMeDî Hasbî Hizmet de budur İnsanlığa..
Kalaycı Yahya BaBa derdi,
Mürid kâmil Mürşidine:
“DeDe HiMMet!”dedikçe o da müridine: “Oğlum HiZMet!” dermiş bu YOLda!..
Şimdi Aklını BAŞına AL da şu âyetteki:
Gaybı ve anahtarlarını, Allah'ın yanını, karada ve denizde olan Şeceretü’l Kevn KînÂtını, Yaş-diri Kuru-ölü yaprağını Düşmeyi-Düşürmeyi, A’ma körlüğünü ve de Kitâbu’l- Mubîni bir daha düşün bizahmet sevgili zavallı hamm AKLım!..


وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
Resim---“Ve indehu mefâtihul gaybi lâ ya’lemuhâ illâ huve, ve ya’lemu mâ fîl berri vel bahr(bahri), ve mâ teskutu min varakatin illâ ya’lemuhâ ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubîn: Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm 6/59)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: VAR-lık..

Mesaj gönderen kulihvani »

AKLın nAKLe SALLında-Ulaşım yakınlığında Yaratan-Yaratılan ANLAyış ve ANLATılışında,
Tenzih-Teşbih-Tevhid-Tasavvurda AKIL ve ANLAyış SEViyeleri farklıdır.
Kur'ân-ı Kerimimizi Arapça Okuyuşla HaKKça okuyuş hazzı çıkar ortaya..
MERKEZdende KARİB-Yakın Olan RABBu’l-ÂLEMin celle celâluhu..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

“RABBine DÖN!”:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten) : Dön Rabbine, ondan râzı olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak.” (Fecr 89/28)

كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ
Resim---Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib: Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.” (Alak 96/19)

Sana senden de YAKIN Olana yaklaşımı ve O’na dönüşü ham nasıl anlayacak ve çağrılan yer NEresi ki?..
Şu âyet-i celilede Yaratılanlardakilerle, YARATAN'ın vasıfları Kinaye-Mecâzla Anlatılmakratadır ve dakaik ve hakikleri MuhaMMedî bir İlim-Edeb-İrfÂN ve ErkÂN Tâlim-Terbiyesi kemâlâtı gerektirmektedir..

ALLAH celle celâluhunun, yeri, yüzü, eli vs gibi kavramları Tasavvurla değil de Tasavvufla hazmetmek en iyisidir…

هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Huvellezî halakas semâvâti vel ardafisitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), a’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr: Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Hadîd 57/4)

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” (Bakara 2/115)

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُواْ بِمَا قَالُواْ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاء وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ كُلَّمَا أَوْقَدُواْ نَارًا لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Resim---''Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn: Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Mâide 5/64)

En doğrusu Akıl Bazından, nAKİL Fazına geçerek ANLAmak ve de;

دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---''Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tehiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun), ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîn: Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır(Yûnus 10/10)

DEmek ve şunu ASLa unutmamak;

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Fâtırus semâvâti vel ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîul basîr: O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûrâ 42/11)

Akıllar ki tümm ESMÂların yüklülüğü olup bunu ANLAyacak kıvamdadır yeterki AKLa nAKLen Hasbî Hizmet EDilsin:

ـ4ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللَّهِ #: لَمَّا خَلَقَ اللَّهُ تَعالى الْعَقْلَ. قالَ لَهُ: أقْبِلْ فأقْبَلَ، ثُمَّ قال لَه: أدْبِرْ فَأدْبَرَ، فقَالَ: مَا خَلَقْتُ خَلْقاً أحَبَّ إلىَّ مِنْكَ، وََ أرَكِّبُكَ إَّ في أحَبِّ الخَلْقِ إلَيَّ[. أخرجه رزين
Resim---İbnu Mes'ûd radıyallâhu anh anlatıyor: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkâtın en sevgilisi olana bindireceğim."
(Kütüb-i Sitte; Rezîn ilavesi.)

ALLAH celle celâluhu geçici, iğreti, izafî, gölge “ben-var” lıklarımızın da kadir kıymetini klablerimize ilham edip, bu CAN bu TENde iken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin ŞAHsında Teslimiyyet ve İstikamete nâil ü müyesser eylesin cümle ÜMMet-i MuhaMMedi inşae ALLAH!..


Resim

İmâm-ı Alî (kerremullahi veche) Efendimiz'in Salâvâtı ile BİZ BİRlikte.. :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmânirrahîm


Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”

Allahümme inni es'eluke!
Resim
İlmel- Hâifîn! İnâbetil- Muhbitîn! İhlasel- Mukînîn!
Tevbetes- Sıddıkîn! Zikrül- Zâkirîn! Fikrül- Fâkirîn!
Şükres- Sâbirîn- Hamdel- Hamidîn! Edebel- Müeddibîn!!
İslahel- Muslihîn! İflahel- Muflihîn!-İrfanel- Ârifîn!
Aşkul- Uşşakîn! İrşadel- Mürşidîn! Bedelul-Ebdâlîn!
Birrul- Ebrârîn!. Hayrul- Ehyârîn!. Hurrul- Ehrârîn!..
Ve SÖZün ÖZ, Nurul- Muhammedîn! sallallahu aleyhi ve sellem
İnşae ALLAHur- Rahmân!.. Vel- hamdülillahirabbil- âlemîn.

Âmin!
Âmin Yâ Muîn celle celâluhu!

Yâ Latîf ALLAH celle celâluhu!
Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu!
Yâ Rahmân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Hannân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Mennân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Deyyân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Furkân ALLAH celle celâluhu!
Yâ Sultân ALLAH celle celâluhu!
Yâ ALLAH! ALLAH celle celâluhu!

Lâ ilâhe illâ Allah Muhammeder- Resûlullah..
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve resûluhu!..[/b]

Resim

Allahumme innî eselüke: Allah’ım SEN-den isterim!.
Yâ Huve! Yâ Men!
Lâ Huve illâ Huve!
Yâ Men! Lâ ilâhe illâ Huve!
Olan ALLAH celle celâluhu SEN’den isterim!


Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön