Batı Saldırısına Karşı

İslamiyet'de yaşanan tartışmalara açıklamalar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Batı Saldırısına Karşı

Mesaj gönderen nur_umim »

Batı Saldırısına Karşı

İstanbul, 9 Kasım 2007

Yüzyıllar boyu Haçlı Seferlerini düzenleyerek İslâm ülkelerini işgal ve yağma eden, insanlarını öldüren, sayısız, hesapsız kıyım ve zarara sebep olan, sonunda medeniyetimizden hisseler kapıp giden Batı, Batı Hint Adaları inancıyla istilâya gittiği Amerika’yı keşfedince bir an için aradığını buldu sandı. Aradığı neydi? Aradığı, dünyayı zaptetmek için yüzyıllar içinde rahatça hazırlanabileceği tenha ve erişilmez bir yer bulmaktı.

Ancak, Amerika, insansız ve boş bir kıta değildi. Orada da her yerde olduğu gibi insanlar yaşıyordu ve bunların da kendilerine özgü medeniyetleri vardı. Olsun. Ne beis vardı, kendisini hak din hıristiyanlığı (!) nı yayan “fatihler” olarak adlandıran Batılılar, bu insanları soykırımına uğratıp soylarını soplarını yok ettiler. Kalan kılıç artıklarını da köleleştirdiler. Böylece, tarihin kaydettiği dikkate değer kültür ve medeniyetlerden olan İnka, Maya ve Aztek kültür ve medeniyetlerini yıktılar, tarihin karanlığına ve çöplüğüne gömdüler. Altınlarını, hazinelerini de mülkiyetlerine geçirdiler. Bu şekilde, Kader ve Tarih tarafından, kıyamete kadar sürecek “soy katili” yazısı damgası vuruldu alınlarına.

Batı, Roma İmparatorluğu devrinden beri hegemonya hastasıdır. Dünyaya hâkim olmak, kendisinin dışındaki bütün insanları köle yapmak ister. Ona göre bu onun en doğal hakkıdır. O, beyaz dır. “insanlar” derken kendilerini kastederler. Avrupa dışındaki kıtalarda yaşayanlar, açıkça söylemeseler de, bir tür hayvan olarak görürler. Onları, sarı, siyah, kızıl gibi, ten renklerine göre isimlendirirler. Onları, köleleri, ülkelerini de, kendi malları mülkleri saymayı en tabii hakları olarak kabul ederler.

Önce, Afrika’ya yöneldiler. Oranın insanlarını hayvan avlar gibi yakalayıp Avrupa’ya, Amerika’ya götürüp köle olarak en zalimane şekilde çalıştırdılar. Sonra Doğu’ya, Çin’e, Hindistan’a, Hindi Çini’ye, Avustralya’ya saldırdılar. Çin’i ve Hindistan’ı işgal, Afrika’yı istilâ ettiler. Birinci Dünya Savaşı’nda da, yeni keşfedilmiş enerji kaynağı petrolü de gözönünde tutan bir hırsla, İslâm ülkelerine, bilhassa Batıya karşı İslâm, suru, kalesi olan Osmanlı Devleti’ne saldırdılar. Ve onu yıktılar. Ve artık bütün dünya ellerine düştü sandılar.

Ama, herkesin bir hesabı var, Allah’ın da bir hesabı var. İlahi Kudretin tecelli aynası olan kaderin ve tarihin hesabı var. Ve bu hesap gelmekte gecikmedi. Hırslarından dünyayı paylaşamadıkları için birbirlerine düştüler ve İkinci Dünya Savaşı patladı. Az kalsın birbirlerini yok edeceklerdi. Bundan yararlanarak birçok ülke bağımsızlığına kavuştu.

Sonraki elli yıl içinde kendilerini toparlayan Batılılar, bir parça kendilerine gelmeye, rahat nefes almaya çalışan İslâm ülkelerine saldırıya geçtiler. Uzun vadeli planla İslâm Dünyasını paramparça edip, devletleri yıkıp yerine ufak ufak bağımsız yerel yönetimler kurmak, onları köleleştirmek, soykırımına uğratmak, soylarını soplarını yeryüzünden kaldırmak, medeniyetlerini yok etmek, İslâm inancını saptırıp yozlaştırmak, camilerini, şehirlerini yıkmak, su, petrol, tarihi eser ve topraklarını ele geçirmek için topyekûn bir saldırıdır bu. Böylece korkunç bir Haçlı amacıyla tekrar geldiler. Eldeki yazma eserleri yaktılar. Müzeleri yağmaladılar. İnsanlarımızı öldürüp duruyorlar. Terör bahanesiyle, ruhlarında silinmez bir şekilde yerleşmiş bulunan öldürme, yok etme komplekslerini, İslâm’a karşı olan aşağılık komplekslerini tatmin etmek istiyorlar.

Suçlamamız, Batı yönetimleri içindir. Halklar pasiftir. Yönetimler onları kullanır. Batı düşünür, şair, bilgin ve yazarlarından bir kısmının içinde de yönetimlerinin bu zulümlerinden rahatsız olanları vardır. En azından, Batıda, kendi aralarında, “insan hakkı” mücadelesi sürdüren bu kimseleri, dünyayı sömürmek isteyen yöneticilerinden ayırıyoruz. Onları birlikte hareket etmeye elverişli görüyoruz.

İslâm Dünyası uyanmalı, harekete geçmeli. Kendi birliğini kurmalı. Kendi Birleşmiş Milletlerini, kendi Güvenlik Konseyi’ni, kendi Askeri Gücü’nü (Nato benzeri) en kısa zamanda kurmalı.

Kırk yıldır, elli yıldır söylediğimiz gibi, yine söylüyoruz ki, biran geçirmeden, İslâm ülkeleri İSLÂM BİRLİĞİ‘ni kurmalı.

İSLÂM BİRLİĞİ’ni kurmalıyız, Müslümanlar! Yoksa esaret, kölelik geliyor. Topraklarımızın yabancıların eline geçmesi, ülkelerimizin işgâli, soy ve soplarımızın, insanlarımızın ve medeniyetimizin yok edilmesi geliyor.

A. Sezai KARAKOÇ
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Batı Saldırısına Karşı

Mesaj gönderen MINA »

Müslümanlar, uzun bir zamandır çeşitli ihtilaf ve çekişmelerle iç içe yaşamakta.

Bugün yeryüzünde hangi müslüman topluma bakarsanız bakın, birlik ve beraberliğin, hakka ve hayra birlikte yürüme anlayışının yerini, her türlü çekişme ve kargaşanın aldığını göreceksiniz.
Çoğunun nereden ve nasıl çıktığı meçhul bu çekişmeler sadece toplum hayatındaki nizam ve intizamı bozmakla kalmamış, insanların iç dünyalarına da sirayet ederek Hakk’a teslimiyetini de yaralamış bulunuyor.

Nerede hayırlara doğru bir yöneliş varsa, bu çekişme ve nefsani muhalefetten nasibini alıyor, zaman ve emek kaybı doğuyor, bazen de güzel niyetler bir sonuca ulaşmadan akamete uğruyor. Yazık ki bu durum hem ferdî yönelişler için geçerli, hem de bir topluluk olarak yapılan yönelişler için.

İslâm tarihi boyunca örneklerini sıkça gördüğümüz bu çekişme ve nefsani ihtilaflar, özellikle son yüzelli-ikiyüz senedir, müslüman toplumların adeta bir özelliği haline gelmiş durumda.
Bu ihtilaf ve çekişmeler, bugün müslümanların karşı karşıya bulunduğu büyük sorunların en önemli sebeplerinden biri olduğunu herkes kabul ve itiraf ediyor.

“Asgari müşterekler” tabirini bilirsiniz. Ne kadar çok fikir ayrılığı bulunursa bulunsun, bir meseleyi halletmek üzere bir araya gelen taraflar, bu asgari müşterekler etrafında birleştirilmeye çalışılır. Bir düşünürsek dili, rengi, memleketi ne olursa olsun, müminler için aslında asgari müşterekler değil, azami müşterekler söz konusudur. Çünkü kitap bir, kıble bir, rehber aynı. Ve Alemlerin Rabbi’nin fermanı ortada: “Müminler kardeştir.”

Bundan daha büyük bir müşterek olabilir mi?

Zaten Kitab-ı Mübin’i okuyan müminler, “Gerçek şu ki, mümin erkekleri ve mümin hanımları belaya uğratanlar ve sonra da tevbe etmeyenler yok mu? İşte onlara cehennem azabı vardır.” (Buruc/10) ilâhî ihtarının da farkında olmak zorundalar.

Ne var ki Allah’ın dinini sadece günlük ibadetlerle sınırlı sayarak fitneye alet olanlar, asıl dindarlığın insanlar arası münasebetlerde ve güzel ahlâkta olduğunu unutmuş gözüküyor. Allah Rasulü A.S. “din muamelattır” buyurmuyorlar mı?

Müminler, hayra koşmada, hizmette, Allah rızasını aramada gereksiz ihtilaf ve çekişmelerle birbirlerinin yolunu kesedursunlar, bakın Rabbimiz ne buyuruyor: “Kâfir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük fesat olur.”
(Enfal/73)

Bu ayet-i kerimeye bakınca, yardımlaşmanın yerini çekişme ve ihtilaflar alınca, doğan fitnenin sadece müslümanları etkilemediği, bütün insanlık aleminde bozulmaya sebep olduğu açıkça anlaşılıyor. Çünkü müminlerin yeryüzünde denge unsuru ve insanlığa örnek olma vazifesi vardır. Bu durumda biz, dünyada kargaşadan, huzursuzluklardan söz ediyorsak, önce kendi muhasebemizi yapmakla yükümlü değil miyiz?

Gerçekten de müminler arasındaki çekişme ve kargaşa yani fitne, toplumda huzur ve barışın, iki dünyada hayırlara kavuşmanın önünde büyük bir engeldir.

Bir konuda takındığımız tavır ve yaptığımız muhalefet, bir hakikatin ortaya çıkmasına yönelik değilse bir fitne unsuru olma ihtimaliyle karşı karşıya bulunduğumuzu unutmamalıyız.
Bilmeliyiz ki, insanın kalbini, aklını ve gönlünü hak ve hakikattan saptıran fikir ihtilafı fitnedir.
İnsanları sıkıntıya, belaya düşürmek, karışıklıklara sebep olmak da fitne çıkarmaktır. Allah’ın Rasulü A.S. bu tür fitne için, “Fitne uykudadır, bunu uyandırana Allah lanet etsin” buyuruyor.
Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in buna benzer sayısız uyarılarının yanı sıra, Kur’an-ı Kerim’de otuzdört ayetde fitne kelimesinin geçiyor olması, bu konuda ne kadar hassas olmamız gerektiğini açıkça ortaya koyar.

Çünkü fitne, dinî, ahlâki, toplumsal ve ilmî çöküşü içine alacak kadar tehlikeli ve geniştir.
Fahr-i Alem A.S. Efendimiz, “Yakında fitneler ortaya çıkacaktır. O zaman oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır.” buyuruyor.
Bu hadis-i şerifte, kişinin fitneye ne ölçüde bulaşırsa o nisbetle sorumlu ve günahkâr olacağının işareti veriliyor.

Bakara Suresi 217’nci ayette “öldürmekten daha ağır” olarak nitelendirilen fitneden kurtuluş reçetesini yine Efendimiz A.S., sahabeye hitaben bizlere şöyle veriyor:

“İyiliklere sarılın, kötülükten de kaçının. Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen nefsani arzu, ahirete tercih edilen dünyalık görür, görüş sahiplerinin sadece kendi görüşlerini beğendiklerini görürsen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zira bütün bunlar yaygınlaşınca sabra sarılmanız gereken günlerdesiniz demektir.

O günler avuçta ateş tutmak gibi sıkıntılıdır. O günlerde sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin mükafatı verilecektir.”

Evet; bu devirde fitneye bulaşmak da çok kolay, dikkati olup korunarak büyük ecirler almak da.

O halde kalbî yaşantımızda, evimizde, işimizde, içinde bulunduğumuz hayır-hesenat işlerinde bir tercihle karşı karşıyayız demektir.
Dünyamızda huzur, ebedî alemde saadet bu tercihimize bağlı. Yani niyetlerimize ve hal-hareketimizdeki dikkatimize…

Cenab-ı Mevlâ hepimizi muhafaza buyursun.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.


dinsohbet.net/islam/genel/
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“►Tartışmalı Konular◄” sayfasına dön