2008 Eylül Haber Arşivi

2008 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 02.09.2008 Saat: 02:26 Gönderen: kulihvani

Resim

SAVM-SİYAM-ORUÇ

Latif YILDIZ

İnsan Hayatının süreklilik zinciri Üremedir.
Bu temel bedenî fonksiyon için ana ihtiyaç yemek-içmektir.
İşte Savm-Siyam-Oruç dediğimiz ibadet, bu ikisini belli sürede tutmayı-hıfzetmeyi-siyaneti korumayı emreder.

SAVM Resim SaD Resim VaV Resim MiM..

Bendeniz Kur’ân Harflerini hele de ikizleri hayretle incelerim doğrusu..
NûN.. Zâhirimiz ve Bâtınımızın Özündeki Nurullahı.. cÂN - cÂNÂN gibi..
MîM.. Zâhirimiz ve Bâtınımızdaki Nur-u MîM Tecellîlerini.. MakaM gibi..
VaV.. Maddî-Mânevî Tecellîlerin Mevcûda Çıkışını.. Vü-CÛD – Vü-SûLL gibi..

Hakikat-ı Muhammediyye AHDinin, Maddî-Mânevî hayatımızda yaşanmasına SAHİB Oluş ve,
Samedî SALaha SALL edişte İrsale Kanalı OL-ÂN Oruç-SAVM…

Halkımız ne güzel ifâde etmiştir: Oruç Tutmak..
Kendini Tutmak - Susmak - Sabretmek - İkinci fecirden itibaren güneş batıncaya kadar oruç niyetiyle, yemekten, içmekten ve cinsî temastan nefsi alıkoymak…
Kulluk İmtihanı gereği Bu âlemde her NEFS için Fıtraten proğramlanmış olan;
Nefsânî hevâ-heveslerden, ve ihtiras taşkınlıklarından,
Hayvânî arzulardan ve bedensel iştah alışkanlıklarından,
SAVM ile yasaklanan dış isteklerden ve iç arzular­dan ve fenalıklardan,
İçte kalbi ve dışta dili korumak…

İmam Nevevî Müslim Şerhinde,
Hafız İbn Hacer, el-Fetih'te SİYAM’ı şöyle açıklamışlardır:
Siyam:
Lügatte: İmsak anlamına gelir.
Şeriatte ise, Özel şartlara göre Özel bir zaman parçası içinde ve özel (belirlenmiş) şeylerden sakınıp uzak kalmaktır.
Özel şartlar, orucun vücubunun şartlarını ve ona ehil olma düzeyinde bulunmaya delalet eder.
Özel zaman, kameri aylardan Ramazan'a delalet eder.
Özel şeyler ise, şeriatın belirlediği yiye­cek, içecek maddelerinden sakınmayı ve cinsel ilişkide bulunma­mayı içermektedir.



İslâm dininde oruçlar hükümleri itibarıyla dört çeşittir:

a. Farz Oruçlar:
Ramazan orucu ve keffâret oruçları farzdır. Rama­zan orucunu zamanında tutmak, muayyen bir farz, kazaya kalan ramazan orucu ve keffâret olarak tutulan oruçlar ise, muayyen olmayan farz oruç­lardır.

b. Vacib Oruçlar: Nezir (adak) oruçlarıdır. Belirli bir günde tutulma­ları nezredilmişse, muayyen vâcib; günü belirtilmeden mutlak olarak her­hangi bir zamanda tutulmaları adanmışsa, muayyen olmayan vâcib oruç olur.

c. Nafile Oruçlar: Farz ve vacip olmadan Allah'ın rızasını elde etmek için tutulan oruçlar nafile oruçlardır. Bunlar sünnet, müstehab ve mendup isimleri ile anılırlar. Aşure (Muharremin 10. günü) ile ondan bir önceki ve sonraki günlerin oruçları Eyyâm-i biyz (her ayın 13, 14 ve 15. günü) oruçları müstehab oruçlardır.

d. Mekruh Oruçlar: Oruç tutulması mekruh olan günlerde tutulan oruçlar mekruhturlar. Bu oruçlar tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ramazan bayramının birinci günü, kurban bayramının dört günü tutulan oruçlar tahrimen mekruh; Nevruz ve Mihrican günleri kasden tutulan oruçlar, yalnız cuma veya cumartesi günleri yada sadece aşure günü tutulan oruçlar tenzihen mekruh oruçlardandır.

Ramazan orucu, Bedenî ve aklî erginlikte ve gerekli imkanı olan her müslümana açıkça FARZdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Resim---“Ya eyyühellezine amenu kütibe aleykümüs siyamü kema kütibe alellezine min kabliküm lealleküm tettekun : Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 2/183)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem :
“İslam beş (esas) üzerine kurulmuştur;
Allah'tan başka ilâh olmadığına,
Muhammed (s.a.v) in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek,
Namaz kılmak,
Zekat vermek,
Ramazan orucunu tutmak ve
Haccetmek."
buyur­muştur.

(Buhari/iman: 1, 2, tefsir-i sûre: 2, 30; Müslim/iman: 20, 21; Tirmizi/iman: 3; Nesai/iman: 13; İ. Ahmed: 2/26, 93, 120, 143)

Bu muhteşem sonuçlara gebe ibadetin yerine getirilmesinde dayatmalr olmayıp insan vicdanıyla baş başa bırakılmıştır.

Resim---“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 2/185)

Resim---“Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (Bakara 2/286)

Rızaullah Ramazanı, Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından çokça övülmüştür:

Resim---Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Âdemoğlunun her amelinin sevabı on mislinden yediyüze kadar katlanır. Allah bu­yurdu ki: "Ancak oruç müstesna. Çünkü o be­nim içindir; onun mükâfatını ancak ben vere­ceğim. Çünkü o, şehvetini ve yemesini sırf be­nim için terk ediyor. Oruçlunun iki sevinci vardır: Birinci sevinç, iftar ettiği zaman, ikin­ci sevinç de Rabbine kavuştuğu zamandır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur."
[Altı hadis imamı.]
(Bu hadisin lafzı Müslim'e (siyam no. 164, s. 807) aittir. Bu hadisi Tayâlisî (no. 2413), Abdürrezzâk (no. 7893), Ahmed (II, 266, 443, 471, 477 480), Dârimî (II, 25), Ebû Hureyre (tevhîd 35/2, VIII, 197), Müslim (siyam no. 164, s. 807), Nesâî (siyam 42/3, IV, 162-3), İbn Mâce (no. 1638, 3823), İbn Hibbân (no. 3413, 3415), el-Hakîm (I, 378) ve Beyhakî (IV, 235,273, 304)

Resim---Ebû Ubeyde radiyallahu anh'dan: (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:) "Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kal­kandır."
(Bu hadisi Nesâî (siyam 43, IV, 167), Yahya b. Habîb b. Arabî an Hammâd an Vâsıl an Beşşâr b. e. Seyfani'l-Velîd b. Abdirrahman an İyâd b. Gutayfan Ebî Ubeyde senedi ile tahrîc etti. Münzirî'ye göre isnadı hasendir (Tergîb II, 147).

Resim---Ebû Ümâme radiyallahu anh'dan: Dedim ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Bana Allah'ın beni yararlandıracak olduğu bir şeyi emret!" şöyle buyurdu:
"Oruç tutmalısın, çünkü oruç gibisi (bir ibadet) yoktur."

(Nesâî, siyam 43/1-4, IV, 165-6)

Resim---Ukbe bin Âmir radiyallahu anh'dan: (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allah onu cehennemden yüz yıllık mesafe uzaklaştırır."

(Nesâî, siyam 45/4, IV, 174)

Ve daha niceleri…

Âcizâne anladığım o ki, KULluk İmtihanında NEFSin Başının derdi İHTİYAÇlardan Kurtuluşun Ana Kaynağı Olan SAMEDİYYET İHTİYAÇsızlığına geçiş kapısı gibi SAVM..
Onun için sevabını sadece Allahuzülcelâl bilmektedir..
BİZ BİRlikte gıyabi dualarımızı edelim de Tüm Letâiflerimizin sıyaneti,
Sahibimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüreğinde sağlanmış olarak SAMEDÎ SALL edelim...
İnşâalah..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 06.09.2008 Saat: 14:47 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ…


NÜBÜVVET ve RİCÂLULLAH

Rasûlullah Efendimiz Nebîlik cesed-i muâllâlarına aittir.
Nübüvvet vardır biliyorsunuz.
Rasûlluk bir tek Rasûldur.
Evveli de o dur sonu da.
Rasûl, Allah’ ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi cesedlerinden Ruh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik Vilâyet makamı ile kalır.
Vilâyet makamı nebîlikten yüksektir.
Bu vilâyet makamı doğrudan doğruya zâten Rasûlullah Efendimizden evvel yoktu Velî denilen şey.
Bu vilâyet makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir Gavs bulunur her devirde…
Gavs!..

Gavs demek.
Her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Rasûlullah’ın şefâatından, Allah’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir.
Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir.
Allah’ın nazarı.
Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon adalarındadır.
Belki İngiltere dedir.
Belki Kutuptadır.
Belli değil.
Yalnız bu ZÂT, Kürre-yi Şimalindedir.
Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur.
Bu da bir hikmettir.

Yeri mâlum değildir Gavs’un.
Bunun sol tarafında mesela şimdi.
Sol tarafında, Nazarı, Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdulmelik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdulmelik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdulrab denilen nazarı Âlemi Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır.
Abdulrab o da.
Nazara Âlem-i Mülke olan Abdulmelik, Abdulrab’dan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.
(M.D.Hocama bir hanım sormakta)
“Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?..”
Evet daha efdaldır!
Bir de Gavsun yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır.
Bu makam bazen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
Bazen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı;
Şimal de Abdulmelik,
Cenubde Abdulkâdir.
Makam bunlar, isim değil!
Şarkta Abdulhayy,
Garbde Abdulalîm denilen dört kişi vardır.
Bunlara Evtad denilir.
Dörtler-Direkler…
Bu evtadların yerleri mâlumdur, bazen yerleri değişir.
Ruhen Kâbe’de dâima müctemi’dirler.
Bazen de ceseden toplanırlar.

Her asırda bir Gavs vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin Nâibi bu.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu dörtler her zaman Mekke de mânen toplanırlar.
Bazen de cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların emirlerini Kırklar, Mülk Âleminde görürler.
Kırkların müşkülleri olursa, Yediler hallederler bunları.
Bir de Yediler vardır…

Birde Üçler vardır.
Bunlar ümmîdirler.
Manevî ziynet gibidirler.
HAKK’ın onlara teberrüken dâima, Abdurrabba nazar eder ve niyâz eder onlar.
Hiç kimseyle alâkadâr olmaz.

Üçyüzler vardır, seyyar-gezerler.
Üçbinler vardır.
Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler.
Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve ubidiyetlerinin mükafâtı olarak Velî Makamındadırlar. Yâni mesela burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefareti yoktur.
Teberrüken Fillandiya sefareti gibi o makama otururlar orada.

Bir de Meczûb Mecnûnlar vardır.
Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinde, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar.
Bunlarla yemek yenmez,
Elbiseleri giyinmez,
Sohbet de edilmez.

Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Rasûlullah’ın ruhanîyetinin Velîye etmişlerdir.

Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, efendim maddî!...
Kim verdi bu emri.
Göster o emrin yerini.
Maddî -Ruhanî bu.
İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idare ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..

Velîler vardır.
Doğrudan doğruya Vilâyet-i Rasûlullah’a hâkim Velîler vardır. “Evliyâ-yi tahtet gubabi’l ayaneküm gayri.”
Onun içün:
Arz-ı vasi’ ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arz ü Kürsî’den geniştir bir Velînin him âyesi.

Bunlar tamamiyle bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu.
Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumada aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor.
Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız!
Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız!
Yaprak çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek taze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz. Nebatata kadar merhamet gösteriniz!
Bunda şefâati müjdedir de görürsün.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz!
Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır.
Zengin veya hükümdâr olsak.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler.
İçinde haram var ise..
Sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne Allah’ın belâsı şey!” i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar tabîi olaylardır.
İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her biriniz şahsî veya umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir suretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâima uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veya bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir.
Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâima güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz! Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir.
Mekandan sıyrılır gideriz nâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar.
Bir kısmı tekrar doğmaz.
Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler.
Hemen hududdadır.
O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri maddî sıhhat, diğeri mânevî sevgi ve ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur.
Padişah olsun.
Aksinde devranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.
Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.


Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir...


KELİMELER:


Muâllâ: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Vilâyet: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.
Gavs: Çağırma. Nida. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb)
Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
Makam: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Kürre-yi Şimal: Kuzey yarım küre.
Müstakil: Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Meleküt: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
Efdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Evtad: (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.
Müctemi’: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
Nâib: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Ümmî: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Alâkadâr: Alâkalı, münâsebetdar.
Tâat: İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Ubidiyyet: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak
Teberrüken: Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek.
İnd-i İlahî: Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
Vasi’: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
Arz-ı vasi’: Genişçe yer.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Âye: Avuç içi.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Suâl: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Muamele: (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Nâ-mekan: Mekansız.
Nisab: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Tekâmül: Kemâl bulma. Olgunlaşma.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 06.09.2008 Saat: 15:18 Gönderen: kulihvani

Resim

AŞK NEREDE?

Mehmet Emin Bay
dostemin


Talip olan aşkı arar çarşıda mı pazarda mı
Aşk nerede diye sorar satılır mı mezatta mı
Burada mı orada mı Kaf Dağı’nın ardında mı
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada…


Beş duyunla aşk arama göremezsin bulamazsın
Bu mekânda şu mekânda satılmaz o alamazsın
Aşkı sana Mâşuk verir yoksa Âşık olamazsın
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada…


Zarfı yırtıp mazrufa bak içindedir Mâşuk mutlak
Sana senden yakın olan yaratandır kalbinde Hakk
Mâşuk sana Âşık olmuş olamazsın O’ndan uzak
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada…


Bu aşk nedir nasıl şeydir nerededir kimler bilir
Mâşuk Âşık, Âşık Mâşuk , aşk içinde iç içedir
Mümin kullar bunu bilir çünkü Mâşuk içindedir
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada…


Dost Emin der aşk sadırda aramayın satırlarda
Mâşuk senle her anında aramayın uzaklarda
Mâşuk Âşık bir arada aramayın mekânlarda
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 06.09.2008 Saat: 16:04 Gönderen: kulihvani

Resim

BEYİN KIZARTMAsı!....

Nur-Ye

Çok değerli kardeşlerim;
Bu mübârek çalışmalar;
RABB'ımızdan; Hidâyet ve İnâyetini,
Resulallah sav. Efendimiz'in Şerefli Şifa ve Şefaat’ını,
Yaşayan HAKK Dost’umun Hayır Dua ve Himmet’lerini dileyerek
Âcizâne Gayret göstererek yapmış olduğum çalışmalardır.

Sizler Güzellikleri paylaştıkça,
KADER DEFTERimde yaşanılanları sizlerle paylaşıyorum…


Resim

KADER DEFTERimden HÂL ! ET

16. mayıs.2007


Manevî PÎRim Kırmızı Kibritim Şeyhü’l- EKBER Muhiddini Arabî (k.s) Babam!
“NEFS, şımarık sevimli bir çoçuk gibidir; her dediğini yaparsanız azar, yapmaz iseniz isyan eder!’’ der.

HALİFEmin biricik kızının şerre yatkın olan çocuğu ile hem-hâl oluyoruz.
Telkin veriyorum hoşlanmadığım alışkanlık hâline dönüşmüş davranışlarıma!
Hoşlanmadığım davranışların huya dönüşmüş hâllerini konuşuyoruz.
Dilsiz- dudaksız sözsüz- sohbet ediyoruz.

Diyorum ki: “bana yardım edersen ne istersen sana alacağım dile benden ne dilersen!”

Öyle dikkatle dinliyor ki!

Ya yapamayacağım bir şey isterse, ya pazarlığa otursa nasıl baş ederim.
Diye düşünüyorum kendisine de bu durumumu sezdirmemeye çalışıyorum!

Diyorum ki: “iste seni gezdireyim, giydireyim, yedirip- içireyim dile benden ne dilersen yeter ki benim istediklerimi yapmama engel olma!”

Diyor ki: “isterim ama itiraz yok!”

Diyorum ki: “tamam söz verdim işte ne istersen iste!”

Diyor ki: “BEYİN KIZARTMAsı istiyorum!”

Diyorum ki: “Hayy Allah istediğin sadece bu mu? Başka şey bulamadın mı?”

Boş bulunup gülüyorum yakayı kolay şeyle sıyırdık ben daha zor bir şey istiyecek diye korktum telaşlandım!
Şımarık çocuk edasıyla bir o kadar sevimli bir hal takınarak

Diyor ki: “dileğimi yapacaksın değil mi?”

Diyorum ki: “tabi ne demek istediğin BEYİN KIZARTMAsı olsun!”

Diyorum ki: “neden BEYİN KIZARTMAsı istedin bana bunu anlatır mısın? niye başka şey istemedin?”

Diyor ki:“kendi beynimi yiyecek halim yok ya!”

Diyorum ki: “eeee!..”

Diyor ki: “başkasının beynini yerim olur biter!”

Çok güldüm dakikalarca: “seni gidi seni!” diyerek!
40! yıl düşünsem aklıma gelmez!
Ne müthiş bir cevap!

AKLıma GELdikçe GÜLüYORUM…..


YUNUSumun sözü aklıma geldi:
"Bir BEN vardır bende, benden içeru!’’


Evet BİLİNÇ-ALTından BİLİNÇ-ÜSTüne çıkarıp Bu yüzleşmeleri YAŞAtana HAMD-u Senalar olsun !....

Bugün bir şeyi daha KEŞFettim, çok komik gerçekten kendisiyle çok eğlendik.
BİLİNÇ-ALTında bulunanı, BİLİNÇ-ÜSTüne çıkarmıştık çok sevinçliydim.
EVET-HAYIR telkinleri çok işe yarıyor!
EVET diye onayladık sevmediğim şeyleri kendisiyle ÇÖP SEPETine attık.
Yeni proğramı EVET diyerek çoşkuyla onayladık.

FORMat ATtık şükür!


MUHAMMEDî MuHABBetimİZle!...

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 09.09.2008 Saat: 00:41 Gönderen: kulihvani
***
Leyletü’l-Kadr (Kadir Gecesi)
Seyh Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddin (ks)
Cevirmenin Notu:

Sevgili okuyucular,
Bawa (ks)’nin bu yazısı Ramazan Orucu adlı kitabın içinden Kadir Gecesi ile ilgili olan bir bölümdür.
Kadir Gecesinin ve orucun önem ve mânâlarınıına işaret etmektedir.
Bu yazı, Bawa Muhyiddin (ks)’in öğrencileri ile yaptığı ramazan sohbetlerinden bir alıntıdır.
Bu sohbetler böyle her ramazan gecesi devam etmiş ve bunlar bu Ramazan Orucu kitabını meydana getirmiştir.
BİZden BİZe, faydası olacağı umuduyla.
Selam, Sevgi ve Muhammedi Muhabbetle...
Barbaros Sert


Bismillâhirrahmanirrahim.
Allah!
Yaratıcı O’ ki bize bütünlük verdi!
O, sükunet ve huzur bağışlayandır!
ALLAH, hakiki RIZIK ve RAHMET verendir.
Sen, İNSANa; bu Âlemdeki ve Ruhlar Âlemi’ndeki herşeyi ,
Arş’ı, Kürsî’yi, Kalemi, Cenneti ve Kader olan Levh-i Mahfuzu yerleştirdin...


Orijinal Kitap İsmi: Fast of Ramadan : Ramazan Orucu
İlk çeviri tarihi : 3 Subat 2006
Son duzeltme: 7 Eylul 2008


Bismillâhirrahmanirrahim.
Allah!
Yaratıcı O’ ki bize bütünlük verdi!
O, sükunet ve huzur bağışlayandır!
Allah, hakiki rızık ve rahmet verendir.
Sen, İNSANa; bu Âlemdeki ve Ruhlar Âlemi’ndeki herşeyi ,
Arş’ı, Kürsî’yi, Kalemi, Cenneti ve Kader olan Lehv-i Mahfuzu yerleştirdin...
Bir olan Allah!
Sen bize herşeyi verdin, Sen bize bütünlük, uzun ömür ve ölüm verdin.
Allah! Bizleri tamam eden sensin.
Sen bize her türlü serveti, sen bize senin rahmetini ve üç âlemin en aziz hazinesini verdin.
Bizi insan yaparak, sen bize ululuk, şeref ve ilim (bilgelik) verdin.
Allahu Teâlâ!
Yöneten ve besleyen tek olan!
Sen bize emniyet (kesinlik), saygı (hürmet), ve sana ibadet edebilmemiz için kararlı (sarsılmaz) bir iman verdin.
Bütün hediyeleri bağışlayan Allah!
Sen bize ölümsüz bir hayat ve ölümlü bir hayat verdin.
Sen bize mükemmel bir cennet, kusursuz bir vücûd, ve kusursuz bir cehennem verdin.
Sen bize göz kamaştırıcı bir bilgelik ve iman verdin.
Bunun yanında, sen bize cehalet ve şehvetin karanlığını da verdin.
Sen, “âlemlere rahmet” olan, bize bitmeyen bir servet, “bütün âlemlerin rahmet serveti” ni verdin.
Sen bize bu en mükemmel iman servetini, inancı, sabrı, şükürü, tevekkülü ve ALLAH’a top yekün teslimiyeti (el-Hamdülillah) verdin.
Sen bize kanaat (hoşluk) veren serveti verdin.
Sen bize bu güzellik servetini lütfettin ve bizi tamam hale getirdin.
Sen bize kusursuz dünyayı ve onun büyüleyici etkilerini verdin.
Sen bize câhil (görgüsüz) Tutku ve Bağlılıklar verdin.
(Burada insanın câhilce arzuları, dünyaya bağlantıları kastediliyor).
Sen bize; küstahlık, huzursuzluk ve dünyaya bağlarıyla birlikte temel arzular getiren bu his ayartıcılarının karanlığını verdin.
Sen bunun yanında bize sevginin ve güzelliğin nurunu da verdin.
Sen bize bu mükemmelliği verdin.
Ey herşeyi veren Allah!
Bütün âlemlerin rabbi (Rabbü’l- âlemin)!
Biz senin mükemmellik hediyeni terkettik ve coşku ile kusurlu şeyleri arzuluyoruz ve biz yıkım yolu üzerinde yürüyoruz.
Biz akıl ve tutkularımizi izliyor, bütünlüğü bırakıyoruz ve ölüme doğru uzanıyoruz.
Biz temel arzularımızı takip ediyor ve dünyayı geziyor, his ayartıcılarına, uyuşukluk, şehvet, kızgınlık ve nefreti illüzyonlarının karanlığına yem oluyoruz!
Allah!
Lütfen şeytanın yolunda yürüyen bizleri koru.
Lütfen küstahlık (kibir), karma ve maya’yı yok et.
Bize, doğru yolda yürüyebilmemiz için yardım et ve bize huzur ver. Küsthalığımızı (kibrimizi) yok et.
Ayrılıklarımızı yok et ve bizi huzurun harmonik yollarına götur.
Hayır severlik yapabilmemize ve oruç tutabilmemize imkan ver.
Bize iman, dua ve sana ibadet edebileceğimiz bir yol ver.
Hayır (zekat vebenzeri faaliyetler ), Oruç ve Hac seyahati...
Bu görevler bilgelik (akıl) ile, duygu ile, iman ile ve bilinçlilik ile farkedilecektir,
Seni anlayan fiillerle farkedilecektir, ve kendine güvendiği gibi diğerlerine güvenen bir akıl (bilgelik) ile farkedilecektir.
Oruç, uygun olduğu gibi ve hissederek, bilinçlilikle, ve zeka ile anlaşılacağından, bu oruç Resûle (sav) vahyedildi.
Allah, bu imanın olgunluğunu ve yüceliğini Resûl (sav)’e vahyetti ve dediki:
“Ya Muhammed!
Ümmetine bunu izah et!
Onlara bu görevi, bu emredilen görevi yerine getirmelerini söyle.
Kelimeyi tevhidi söylemiş olanlar için, ve sağlam (azimli) bir imana sahip olanlar için bu oruç, tahsis edilmiş bir görevdir.
Bunu farkedenler için ve BENi bilenler için, bu rahmet olacaktır.
Eğer insan; bunu anlar ve yerine getirirse,
Eğer anlar ve tüm yaşamlara karşı görevini ifâ ederse;
Ona Servetimi vereceğim,
Ona Rahmetimi vereceğim,
Ona İmanın mükemmelliğini - bütün âlemlerin rahmetini vereceğim.
Eğer insan BENİM gibi birlik, tolerans ve eşitlikle yaşarsa, bu oruçların en büyüğü olacaktır.
Rahmet olacaktır.
Benim Kürsîme (tahtıma) erişim olacaktır.
Benimle birliğe erişim olacaktır (Âhir).
Bitmek bilmeyen bir servet! Cennet! Mutluluk getirecek bir define !
Ya Muhammed!
Anla ve ümmetinden bunu yapmalarını iste!
Onlari ilahî ilmin doğru yolu üzerine yönelt!
Onlara Benim rahmetim olan İlahî İlmi öğrenmelerini söyle!
Onların bu gizemli İlahî İlmi anlamalarını sağla!
Bu onları sessiz, ve herkese karşı sabırlı yapacaktır.
Ve insan nezaman kendisini İlahî İlmi ile anlar, ozaman kendini ve Beni bilecektir.
Onların irfandaki irfanı anlamalarını sağla!
Onların sağlam imandaki sağlam imanı anlamalarını sağla!
Onların ibadet içindeki ibadeti anlayıp uygulamalarını sağla!
Onların hayırseverlikteki hayırseverliği anlayıp yapmalarını sağla!
Onların oruç tutma içindeki orucu anlayıp onu ifa etmelerini sağla!
Bu İlahî İlimle, onların hac seyahati içindeki HAC SEYAHATİni, Hacc da ki HACCı, düşünmelerini ve bu görevi anlayışla üstlenmelerini sağla!
Onların insan da ki HAKIKI İNSANı anlamalarını sağla!
Onların, İNSAN-ı KÂMİL’de Mükemmil olarak var OL-ÂNı anlamalarını sağla!
Onların Mükemmillikteki (Mükemmel: kamil-oğun olan. Mükemmil: kâmil olmakla beraber, kâmil yetiştirebilen buna yetkili OL-ÂN...) parlaklığı, Kutbu anlamalarını ve fark etmelerini sağla!
Onların Kutb içindeki KUTB olanı anlamalarını sağla!
Onların Nur içinde NUR olan göz kamaştırıcı mükemmelliği fark etmelerini sağla!
Onların Nur daki hazine olan ALLAH’ı fark etmelerini sağla!
Rahmeti anlayan , Allah’ın külli şeye şamil olduğunu anlayan birisi, saf imanlı biri, bir MÜ’MİN olacaktır.
Bu saf imanlı, mutlak imanın parıltısı (Din-ül İslam) olan Mükemmil (İnsan-ı Kâmil) insan olacaktır.
O cehennemi asla görmeyecektir, ölümü asla görmeyecektir.
O sonsuz hayatın rahmetine sahip olacaktır.
O bütün yaşamlara hayat olan şefkat (rahmet) ile yaşayacaktır.
Abdullah ismi ile, Allah’a kul olacak ve ona hizmet edecektir.
Bir kez imanın uygun yollarını idrak edince, başka hiç birşeye ihtiyaç duymayacaktır, o, Allah’ın kulu olarak kalacaktır.
Onların bu hâli fark etmelerini sağla!
İnsan farkedip içeriye baktığında, Ben Rahmet olacağım!
Eğer o, HAKİKİ İNSANı anlarsa, ben insandaki HAKİKİ İNSAN -İnsandaki İNSAN olacağım!
Ben İNSAN-ı KÂMİLdeki KÂMİL olacağım!
Ben İlahî İlimdeki İLAHI İLIM olacağım,
Ben azimli (sağlam) imandaki AZIMLI İMAN olacağım,
Ben hayırseverlikteki Hayırseverlik olacağım,
Ben oruçdaki ORUÇ olacağım,
Ben Haccdaki HACC olacağım ve
Ben iman kelime-yi şehadetteki KELIME.
Ben ibadetteki İbadet, inanıştaki İnanç olarak deneyim edileceğim.
Ben bunun yanında gözdeki Göz olacağım,
Ben servetteki Servet olacağım,
Ben Allah’ın Nurundaki Nur olacağım, Nurdaki Nur olacağım.
Ben İç Kalbdeki İç Kalb (FUAD) olacağım,
Ben İlahî İlimdeki parlaklık olacağım,
Ben kutub’daki KUTB olacağım,
Ben Nur’daki Allah İLE olacağım, ve Allah’daki Allah BİRR olarak hizmet edecek ve bütün âlemlerin rahmeti olarak bilineceğim.
Ya Muhammed!
Ümmetinin bunu anlamasını sağla!
İrfana sahip olanlara,
İmanı olanlara,
İstikrara sahip olanlara,
Ve şu “KUL” olanlara,
Onlara bunu Söyle ve onlara bunu açıkla!
Ve hatta bunu kavrayamayanlar var ya, onlara bu beş farz olan görevi (islamin beş şartı) yapmalarını ve anlayış kazanmalarını söyle!
Onlara irfanı vaaz et, ve irfandan doğru onların anlamalarını sağla!”
Bundan başka, Tek olan, yöneten ve rızık veren Allah, Resûl’e (sav) bu açıklamaları verdi (ahadis) - bu sözler Kur’ân’ın iç mânâlarınıı ve İlahî İlmi in sözleri olarak bilinecektir.-
O Resûl’e orucun mânâlarını açıkladı.
“Ey Muhammed!
Hatta ben ilk surety [1] sana Hira dağında gönderdiğim de, Ben bu NUR ve RAHMETi indirdim.
Ben sana onu LEYLETÜ’L- KADR olarak gönderdim.
Ben sana onu o gün gönderdiğim zaman, İLK NUR ki o sana indi ve kendisini senin İç Kalbine (FUAD’ına) gömdü.
Leyletü’l- Kadr denen Nuru indirdim ve senin İç Kalbini açık tuttum.
Ben bir ümminin kalbini bir ilim kalbine çevirdim
Ümmî birinin kalbini kudsal ilim dolu bir kalbe çevirdim.
Ben onu rahmete dönderdim.
Ben onun hatırlamasını sağladım.
Ben onu Nura dönderdim.
Ben onu sen anlaşılasın diye öyle yaptım.
Ve sana, rahmet olan Allahu’yu Nur olarak Leyletü’l- Kadr’i vahyettim.
Ben senin İç Kalbini bu Nur’la besledim.
Ya Muhammed!
Eğer insan, kalbinin kara kayalı dağlarına tırmanır ve ötesine geçerse,
Eğer o minik et zerresini, bismin-kai’yi (ufak et parçasını:bkz.dip not) açarsa,
İçine doğru gider, ötesine tırmanır ve Bana eriyen bir kalb ile ibadet ederse,
Leyletü’l- Kadr olarak bilinen o İlahî İlmi indereceğim.
Ben bunu onun İç Kalbine göndereceğim!
Ya Muhammed!
Ben, ayni İlahî İlmi, ayni Leyletü’l- Kadr’i, eriyen İç Kalbini açan ve ibadet eden herkese indireceğim.
Bu KADR, bu IŞIN parlayacak.
O İç Kalbde rezone edecek.
Ben Cebrail’e seni üç kere sıkı tutturttum.
Sen üç arzuyu (tutkuyu): “Dünya, Kadın ve Altını” [2], ezdikten sonra,
Sen kibir, karma ve mayayı, şehveti, öfkeyi, günahı ve cehennemi ezdikten sonra,
Sen safradan (aksilik, sinirlilik, huysuzluk, safra suyu mânâlarınıda vardır) doğan bütün bu kara taşları ezdikten sonra, Ben KADR olarak bilinen NURu indirdim.
Ben onu alçalttım ve senin İç Kalbine gömdüm.
O gün, bu ilk seferde , Nuru gönderdim, Kur’ân’ı gönderdim.
Bundan sonra sana indirmiş olduğum bütün ışınlar, senin İç Kalbine ihtişam (parlaklık) ışınları gibiydi.
Her cümle ve her sözcük bir Nur ışınıydı.
Bütün bu ışınlar Leyletü’l- Kadr idi.
NUR-U MUHAMMED olarak bilinen NUR, indirdiğimin her MÂNÂlarını iyi kabul etti ve onu onun kendisi yaptı.
Birkere kurulduktan sonra (yerleştikten sonra), dış tarafta Thiru Kur’an- DIŞ KUR’ÂN [3] olarak, ve Thiru-Marai [4] İÇ KUR’ÂN olarak vahyedildi (açığa çıkarıldı).
O belirdiği (doğduğu) zaman, her Nur bir IŞINdır, bir KADRdir.
Işın ruhtur (candır).
Can Nur’dur.
Işık rahmettir.
Rahmet bütünlüktür (doluluk, tamamlıktır, kemâlâttır).
Bu bütünlük göz kamaştıran (parlak) iman nurudur.
Bu parlaklık (göz kamaştıran), saflık nuru olan “DİN”dir.
Bu saflık nuru, yaşamın Yaşamı olan HAYAT’dır.
Bu Hayat gizemlidir (esrarlıdır).
Ve Ben, gizemdeki Gizem (sırdaki SIR, esrardaki ESRAR) olarak, Bismillâhirrahmânirrahîm’in (besmelenin) rahmetini, Er Rahmân ve Er Rahîm olan ALLAH’ın sınırsız rahmetini bütün yaşamlara bağışlayan olacağım!
Ya Muhammed!
İman’ın mânâlar ışınını ümmetine açıkla!
Onlara İlahî İlmi ver!
Onların İç Kalblerini aç, ve karanlığın kayalarını, ayartıcı duyuların kara kayalarını parçala (ufala, dağıt)!
Toprak (dünya), ateş, kibir, karma, maya, öfke, şehvet, bencillik, gurur ve kıskançlığı parçala (ufala, dağıt)!
İnsan bu kara kayaları ufalayıp dağıttığı ve onları ilim ile ezdiği zaman,
İnsan bu sert kayaları “Lâm (Kudret Nuru)” ın nuru ile kırdığı zaman,
Varlığa gelen (oluşan) “Mim” sûreti Muhammed olacaktır.
Ne zaman bu sûret, bu Muhammed’in sûreti varlığa gelir, ne zaman bu hal doğar, eriyen bir kalble yapılan ibadet (namaz) büyüyecektir (yeşerecek).
Bu ibadet ne zaman gelişmeye başlarsa, ilk Sûret (Sûretü’l-Alak) ” [1] onun İç Kalbinde (Fuadında) Leyletü’l- Kadr olarak doğacaktır.
İnsan, ne zaman saf imanlılardan birisi olur ve onun kalbi Allah’ın göz kamaştırıcı nuru (İman-İslam) ile dolar, onun kalbi “AHAM” açılaçaktır.
Ne zaman bütün karanlıklar yok edilir, “AHAMED” diye bilinen Nur doğacaktır.
Bu Nur Benim tarafımdan konuşulan her sözcüğü emecektir (absorbe edecek).
Sözcükler emildiği ve sonra tehayyün ettiği (o vücûdda dirildiği, yapacağını yaptığı) zaman;
Onlar Benim niteliklerimin, vilâyetimin küvveti (gücü) olacaktır.
Onlar 99 Vilayet olan Kur’ân’ın Esma-ül Hüsna’sı olacaktır.
Uyumlu, iyi davranışlı, ölçülü, iyi niteliklere, sabır’a, iç sabır’a (Sabır), memnuniyete (Elhamdülillah), Allah’a güvene (Tevekkül), Allah’a tam teslimiyete (İslam), ve doğruluğa, istikrarlılığa, ve imanın bütünlüğüne sahip olan birisi, bunda bir Nur olan ve benim hareketlerimle hareket eden birisi, işte o Benim KULUMdur.
O saf imanlı birisidir ve O, “Muhammed”dir.
O nurdur, ve Allah’ın Nurudur.
O benim sabır servetim olacak, sabrı uygulayacaktır.
Ya Muhammed!
Bunu o iman ile gelip Beni arayanlara söyle.
Emredilen görevlerden ve sana vahyettiğim herşeyden, indirdiğim ilk şey Leyletü’l- Kadr olan Nur du.
Ümmetin bu hale erişince, Benim sözlerim, Benim açıklamalarım (ahadis), ve Kur’ân’ın harfleri ruh gibi ve Nur ışınları gibi olacak.
Hayat mükemmellik (*) olacak.
Rahmet olacak.
Bunu anlayan o kişi saf imanlılardan birisi olacak.
O “IMAN” olacak.
O “İNSAN-I KAMIL” olacak.
O “KUTB” olacak.
O “NUR” olacak.
O Nur MUHAMMED olacak.
O Allah’ın kulu olarak, Allah’ın rahmetini almış (Kabul etmiş) olacak.
Rahmetime nail olduğu zaman, Benim İlahî İlmimi anlayacak.
İç Kalbi hep pırıl pırıl parlayacak.
Onun kalbi ve yüzü Beni görmüş olmanın güzelliğine sahip olacak. O benim görevimi (**) yapacak.
Not (Barbaros Sert):
(ufak et parçasını:bkz.dip not) Bismin-Kai (Arapça +Tamilce kelime): Bütün yaşamlardaki küçücük bir etteki bir kudret noktası. Her yaratığın kalbinde, doğal olarak ve kendiliğinden ALLAH’ın bilincinde olan bir nokta vardır. Hatta biz ALLAH’ı unutsak bile, vücutta O’nu hatırlamamızı sağlayan bir kuvvet vardır. Etteki bu nokta titrer ve Bize O’na inanmamızı hatırlatır. ALLAH bu bu et parçasını bize kendi yaşamlarımızdan daha yakin olarak yerleştirdi, ve ALLAH ordadır, hatta bu küçücük noktadan daha kücüktür. Hakikat, Nur, ALLAH ve O’nun kuvveti orada mükemmel bir itidaldedirler.:
(*) - mükemmellik kelimesi ayni zamanda kemalat mânâsına da gelir.
(**) - burada görev diye bahsedilen , ALLAH ahlâki ile ahlâklanılan kişinin Allah’ın kullarına hizmet ettiği gibi Cenabi Allah’ın tüm yaratıklarına ve kullarına rahmet ile muamele etmesi ve onlara hizmet halinde olmasıdır.
Bawa Muhyiddin Esmaül Hüsna kitabinda bu görevi söyle ifade etmektedir:
“Esma ül-Hüsna, O''''''''''''''''''''''''''''''''nun ifa ettiği hizmetlerdir (görevlerdir).”
“ALLAH bizdeki niteliklerini yeşertsin. Yaptığımız işleri fiilleri O''''''''''''''''''''''''''''''''nun fiillerine çevirsin.”
“Esmaü’l- Hüsnâ’nın mânâlarını ve görevlerini anlamalıyız. O’nun görevini anlamalıyız.
Esmaü’l- Hüsnâ, ALLAH’ın görevinin, O’nun şefkat nitelikleri görevinin uygulamasıdır,
O’nun hilkati için yaptığı hizmetin (görevin) uygulamasıdır.
Dünya der ki : “Esmaü’l- Hüsnâ O’nun velâyetleridir, O’nun mucizeleridir.”


“ALLAH’a görev (hizmet) olan şey, dünyaya bir mucizedir.
Esmaü’l- Hüsnâ budur.
Yapmak zorunda olduğumuz görev budur.
Biz Allah’ın rahmet niteliklerinin görevini yapmalıyız.
Allah’ın niteliklerinin sûretini almak ve ALLAH’ın görevini yapmak KUR’ÂN dır.
Başka her şey kurban edilmelidir.”
Ya Muhammed!
Bunu ümmetine bildir!
Bunu onlara söyle, ilahî ilmin mânâlarını onlara göster, ve onların idrak etmelerini sağla!
Onların bu irfan yolunu izlemelerini ve Bana ulaşmalarını sağla!
İstikrar, kararlılık, ve sabır dan doğru onların Beni görmelerini sağla!
İnsan, sadece o zaman iyi neticeler kazanacak.
Sadece ozaman o bu orucun ne olduğunu anlayacak!"
Böylece Allah, Resûl Sallallahu Aleyhi Vessellem’e konuştu.
Hepimiz bunu anlayalım. İmanı, Namazı, Orucu, Zekatı, Hac seyahatini anlayalım.
Biz bu beş DIŞ ve İÇ görevi anladığımız zaman ve sağlam bir iman kurduğumuz zaman, “MUHAMMED”î olacağız.
Daha sonra, mağaranın dışına çıkıp , eriyen bir kalb ile ibadet ettiğimizde, Leyletü’l- Kadr diye bilinen nur inecek.
Göz kamaştıran bu iman ve sûret aşağı indirilince, üç arzu parçalanmış (ufalanmış) olacak ve dinler yok edilmiş olacak.
İç Kalbimiz İlahî İlmi ile dolmuş olacak ve biz herşeyi unutmuş ama tamamen Allah’ın İlahî İlmi ile dolu bir “Ümmî” olacağız.
İç Kalb tarafından sadece Allah’ın nitelikleri, O’nun İlahî İlmi, ve O’nun SÖZLERI absorbe edilecektir.
Ve onlar zâhirde açığa çıkınca, hayatın sözleri olacaktır.
Onlar NUR olacaktır.
Biz, bu İlahî İlmi anlamak zorundayız.
Erkek ve kız kardeşlerim, benimle doğmuş olan cocuklar!
Allahu Teâlâ, TEK olan ki “O” yönetir ve rızık verir (idame ettirir), O bu RAHMETi Resûle (SALL etti) bağışladı.
O bir çok yönlerde, hadislerde ve Kur’ân da , “O”nun İlahî İlmini bir IÇ SIRRI (Bâtını Sırr yahut MÂNÂLARIN SIRRI) olarak yerleştirdi ve açıklamalar verdi.
Biz bunu anlamalı ve Allah’a içeriye dönük olarak ibadet etmeliyiz. Eğer bunu yaparsak, hazine ve rahmete erişebiliriz.
Biz bu rahmete kavuşacağız.
Her çocuk basiretini (iç görüş) kullanmalı.
İlim için araştırmalıyız.
Biz ilmi içeriye doğru araştırmalıyız!..
Amin!
Ey Allemlerin Rabbi!
Lütfen bize hayr ve rahmetini ihsan et!
Ve böyle BİZe merhamet et!
Lütfen bu çocukları sağlam bir iman ile doldur!
Lütfen çocuklarımın her birinin kalblerini açık tut!
Lütfen İç Kalblerinden karanlığı uzak tut!
Karanlık ve vehmin kara kayalarını darmadağın et!
Onların İç Kalblerine Leyletü’l- Kadr Nurunu indir!
Ya Allah!
Lütfen onlara Senin yolunda ibadet etme ve eriyen bir kalb ile namaz kılma niyetini ver!
Ve öyle RAHMET et onlara!
Amin!
Ey Âlemlerin Rabbi!
Allah’ın selamı üzerinize olsun !
Gidin ve orucunuzu tamamlayın!..

.
DİPNOTLAR:
[1] İlk Sûret:
İnsanın şekline hitaben kullanılmıştır.
Kur’ân’ı kerimdeki sûrelerede sûret denilir.
İlk inen sûre Alak Sûresiydi:

Resim----İkre'''''''''''''''''''''''''''''''' bismi rabbikelleziy halak: Yaratan Rabbinin adıyla oku! (Alak 96/1)
Resim----Halekal''''''''''''''''''''''''''''''''insane min ''''''''''''''''''''''''''''''''alak: O, insanı alaktan (embriyodan) yarattı. (Alak 96/2)
Resim----İkre'''''''''''''''''''''''''''''''' ve rabbükel''''''''''''''''''''''''''''''''ekrem: Oku, Rabbin en büyük kerem sâhibidir. (Alak 96/3)
Resim----Elleziy ''''''''''''''''''''''''''''''''alleme bilkalem: O ki kalemle (yazmayı) öğretti. (Alak 96/4)
Resim----Allemel''''''''''''''''''''''''''''''''insane ma lem ya''''''''''''''''''''''''''''''''lem: İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak 96/5)
Resim----Kella innel''''''''''''''''''''''''''''''''insane leyatğa: Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder. (Alak 96/6)
Resim----En reahüsnağn: Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için. (Alak 96/7)
Resim----İnne ila rabbikerrüca: Kesinlikle sonunda Rabbinedir dönüş!'''''''''''''''''''''''''''''''': (Alak 96/8)
Resim----Eraeytelleziy yenha: Baksana o engelleyene, (Alak 96/9)
Resim----Abden iza salla: namaz kılmakta olan bir kulu! (Alak 96/10)
Resim----Eraeyte in kane ''''''''''''''''''''''''''''''''alelhüda: Gördün mü (ne dersin?), ya o (kul) doğru yolda olur, (Alak 96/11)
Resim----Ev emara bittakva: Veya kötülüklerden sakınmayı emrederse? (Alak 96/12)
Resim----Eraeyte in kezzebe ve tevella: Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar, yüzçevirirse, (Alak 96/13)
Resim----Elem ya''''''''''''''''''''''''''''''''lem biennallahe yera: O adam, Allah''''''''''''''''''''''''''''''''ın kendini gördüğünü hiç bilmiyor mu? (Alak 96/14)
Resim----Kella lein lem yentehi lenesfe''''''''''''''''''''''''''''''''an binnasiyeh: Sakın, Celâlim hakkı için eğer (akıllanıp) vaz geçmezse muhakkak sürükleyeceğiz elbet biz o alnı (Alak 96/15)
Resim----Nasiyetin kezibetin hatieh: Yalancı, câni bir alnı (Alak 96/16)
Resim----Felyed''''''''''''''''''''''''''''''''u nadiyehu: O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın. (Alak 96/17)
Resim----Sened''''''''''''''''''''''''''''''''uzzebaniyete: Biz de Zebanileri çağıracağız. (Alak 96/18)
Resim----Kella la tüti''''''''''''''''''''''''''''''''hü vescüd vakterib: Sakın onu dinleme de (Rabbine) secde et ve yaklaş. (Alak 96/19)
[2] Dünya (toprak), Kadın, ve Altın:
Doğu mistisizminde, bütün hissi arzular, “Dünya Kadın Ve Altın” diye kısaltılıp söylenir.
Ayrcıa buradan Ali İmran Sûresi 14.ayetede işaret var.
Her bir kelime temel bir arzunun semboludur.
Dünya: (toprak) alan ve güç kazanma arzusu,
Kadın: cinsel şehveti ve,
Altın da materyalistik arzuları sembole eder.
[3] Thiru Kur’an :
Orjinal ilk Kur’ân. Tiru Tamilce de üçlü demektir.
İnsan’ın İç Kalbine başlangıçta yazılan İlahî yazıt.
İlahi sözlerin açıklamaları ki bunlar İç Kalbde sonsuza dek var olurlar.
Tiru Kur’ân içinde, Allah, üç dünyanın (başlangıç, bu dünya ve âhiret), O’nun rahmetinin (Zât’ınn özü) özü hakkındaki açıklamaları, O’nun üçlü radyansının (Allah-Nur-Muhammed ya da Elif-Lâm-Mim) ve hilkatının (sıfat) bütün sır ve özlerini gömdü.
Bu üçlü radyans başlangıçtan beri daima O’nunla beraber idi, üçü birden aynı yerde var idi.
Yaratılmışın olmadığı bir hâlden, (Kudretullah)
Allah’tan Nur açığa çıktı, (Leyletü’l-Kadr-Kudret Nuru)
Sonra bu Nur’dan MUHAMMED açığa çıktı ve bundan bütün HILKAT meydana geldi.
Tiru Kur’ân, Kur’ân-ı meydana getiren ayni 28 harften oluşmuştur ki bu 28 harf insanın latif vücudunu meydana getirmiştir.
Bu 28 harfden doğru Thiru Kur’ân-ın 6666 âyetinin mânâları açığa vurulur.
Herşeyin hepsi Allah döktükçe ondan yayılır.
(Sanki Türkçe ifadeyle DİRİ KUR’ÂN...)
[4] Thiru Marai:
Tiru Marai’nin mânâlarınısi kudsal yazıtlardır.
Tiru Marai yada Tiru Kur’an her din ve yazıtlara referanstır.
Allahın doğruluk ve adaletinin bütün insanlığa insan davranışına yol gösterici ilkeler ve Hakka kavuşmanın mânâlarınısini açıklayıcı ilkeler olmak üzere, her çağda her millete tecellisidir.
ALLAH insanda her ÂN hazır ve nazır bulunan Hakikat’dir.
Tiru Kur’an Allah’ın parlak irfanından, Nur’dan çıkan vahyidir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 16.09.2008 Saat: 03:30 Gönderen: kulihvani

Resim

HASAN DAĞI’nda
DELİ ÇAVUŞ ÖYKÜSÜ…


Kul İhvanî

Anadolumuzda her dağın adıyla, yöresiyle ve töresiyle ilgili bir destanı vardır. Gelin başlı Hasan Dağımızın da adı, Horasan’dan 7 Yâreniyle gelen Hasan Baba’dan gelir. Mezarları zirvede yan yanadır. Bu dağda; dağın, taşın ve her adamın bir öyküsü vardır. Bundan 50 yıl önce gençliğimde çıktığımız yaylamızda o zamanların çobanı Üsük Amca yanık sesiyle kendi eseri destanlar okurdu arkaçta. Yaşlı nineler ağlaşırdı.

İşte bunlardan birisi de Sarı Elif''in Ağçeşmede-Kanlıkavak Uçurumunda ölümünü anlatan ezgilerdi. Kocası Deli Çavuşun adına çağrılan türküler hâlâ dilden diledir.. Deli Çavuşun kızı Deli Anşa (Ayşe Bacı) oldum olası gönül kardeşimdir. Deli dedikleri akılsız olmayıp, atak-acar-gözüpek-yiğit yürekli anlamınadır..
“Biz ikimiz bu dağın kara sevdalı iki delisiyiz! Bir keçi bulur da her yıl çıkarım bu dağlara, eğer sen gelmezsen ağlarım, bu dağlar ağlar!” der durur..

Bu Yayla yılında Anşa Bacının sesini kayda aldım. Karkın Yörüğü şivesiyle Babası Deli Çavuşun ve kendisinin hazin hayat hikayesini anlattı..
Kör ve sağır dünyaya hep diri bir gönülden Deli Çavuş Efsanesi…



Resim
.
BİZ İKİmiz..

Kulihvani : Ayşe Bacım! Çavuş Emminin esas babası kim idi?
Delianşa : Esas babası Deli Irza derlerdi. Deli Rıza.
Kulihvani : Deli Rıza.
Delianşa : Deli Rıza. Ölmüş ben bilmem. Annesi de Döne idi. O da ölmüş. Haaaa ondan sonra babam öksüz kalmış işte. Burdan anamı almış kaçmış kız. Kız almış kaçmış.
Kulihvani : Bu yayladan.
Delianşa : Bu yayladan. Şurda kerel var. Görünüye. Pindilin derede. Höyle taka mı bı gibi. Sennen indiğimizin altında oraya saklamış, gizlemiş.
Kulihvani : Ananı ?
Delianşa : Heye. Ordan babam arayı görmüşler. Anası babası da burdaymışıdı. Tabi biraz ağız davası taş maş birbirine atmışlar. Arayı görmüşler. Anamı köyde gelin etmişleeeer. Ondan sonra nikah kıydırmışlar. İzinname çıkarmışlar. Anam gelmiş, geçmiş, gitmiş. Davar almışlar üçyüz. Yaylaya çıkmışlar. Hasan Dağının yüzüne. Yardıbaşına. Bi evcik yaptırmışlar.
Kulihvani : Ora boştu o zaman, oturan kimse yok?
Delianşa : Yok, yok boştu o zaman. Hiç kimse yoğ idi.
Kulihvani : Orayı ilk defa Çavuş kurmuş değil mi?
Delianşa : Bi tek anam. Bi tek anam. Daha da duruyo damı. Bicağız dam tek bicağız. Halam oturuyor. Babamın kardeşi, bacısı. Ondan sonra da orda çırak tutmuş. Biz tabii ufak tefek idik. Bu yana geçtik. Gövelek Kayasının oraya havlu çevirdik.
Kulihvani : Şu deponun üstündeki yer.
Delianşa : Tamam heee oraya çadır kurduk orda oturduk.
Kulihvani : O sarnıcı kim yaptırdı?
Delianşa : Sarnıcı bizim köylüler yaptırdı. Bizim köylüler yaptırdı sarnıcı. Babam yaptırmadı. Eski Topal Ahmet’in kardeşi yaptırdı sarnıcı. Ondan sonra anam işte buraya göçmüş gelmiş. Yiyecek içecek bulamamış. Babam, un daha bulamamış. Gitmiş Gineli köyünden unluğu getirmiş. öndüç zahra mahra bulmuş gelmiş. Un öğütmüş işte. Anam çok açlık çekmiş ırahmetlik anam. Biz daha ufadık. Sonra babam işte davar aldıktan kili zenginlemiş, variyetlenmiş. Burda anası oturuyodi . Anası oraya yemek memek salarmış anneme.
Kulihvani : Tek oturuyordu. Oba var yani ?
Delianşa : Heee oba var. Ağaçmeye işte gitmiş suya gitmiş. Çatal sarmış böyle sırtına.
Kulihvani : O zaman dört çocuk var tabi?


Resim

Kanlıkavak...

Delianşa : Tabiii dört cocuğuduk. Aynı, kız, ufak. En büyüğümüz Lütfiye. Lütfiye nin küçüğü Döne. Döne’nin küçüğü benim. Benim küçüğüm Durdu. Durdu’nun küçüğü Adem işte. Üstü üstüne olmuş. Beş kardeşik. Bir daaa duyduk. Ben köydeydim. Hamileydi altı aylık üzerinde. Bu vakitler bir haber geldi. Bi adam. Tellal mellal yoğudu o zaat. Geldi köye. Çavuş’un karısı Elif dediler öldü. Eşekten düştü öldü. Tabi ordan küreninen köyde adam kalmadı. Yola düştüler gayrı. Buraya geldik. Ben de geldim usul usul. Orda kalmışsım gayrı.
Kulihvani : Kaç yaşındaydın o zaman?
Delianşa :Sekiz bilemen dokuz o aradaydık. En büyüğümüz kocaman ıdı. Dursun kadar var ıdı benim o büyük bacı Lütfiye. O hepsini biliye tabi.
Kulihvani : O burada mı idi onlar?
Delianşa : Burdaydı O. O buradaydı. O annemin yanında idi. O bacım, büyük bacım. Ondan sonra anam öldükten kili kaçtı başkasıyla. Onun elinden ondan aldı babam. O Hazim diye bi adama verdi işte.
Kulihvani : Lütfiye yi?
Delianşa : Heee Lütfiye’yi. Paraynan. Elinden aldı. Yaşı küçüğü dü kaçtığında. Mahkeme tespit ettiler. Babam, elini ayağını bağlamış ipinen. Su tenekesini taaaa Aksaray’dan bura kadaaar. Sözüm yabana atın ardına bağlamış ipinen. Ordan buraya kadaaar getirmiş. Buraya yaylaya heee. Döve döve. Su tenekesi. Gazyağı tenekesi de sırtında sarılı böyle. Aksaray’dan iddiasından. Sen kaçtın diye. Ondan sonra işte anam öldü. Anamı aldık gittik orda yuğdular.
Kulihvani : Şimdi Elif aba tabii o zaman kaç yaşında filan 30 yaşında filan var mı idi ki annen?
Delianşa :Annem. Otuz beş, otuz altı yaşında var idi.
Kulihvani : Güzel imiş zaten değil mi?
Delianşa : Gözeldi. Gözel. Bacıları bile gözel. En büyüğü İzmir de şimdi İzmir de.
Kulihvani : Sarı Elif deniyormuş değil mi?
Delianşa :Heee. Anam bacılarından daha gözel esmerimiş idi. Burada saçlar burada. Deve boncuğunan gööö boncuğunan çatılı. Ufak belik örerlerimişi di.


Resim

BİZe odun getirmekte..

Kulihvani : Anneyin babası kimi di?
Delianşa : Annemin babası da Yusuf, Nazının Yusuf derlerdi.
Kulihvani : O zaman koyun, kuzu, yoz ayrı yayılıyordu sizin?
Delianşa : Ayrı yayılıyor, 300 – 400 varıdı. Varıdı.
Kulihvani : Onu sulamaya inmişlerimiş değil mi dereye?
Delianşa : Heeee. Dokuz tane de ineğimiz varıdı. Sadece burada. 9 Tane hayvan.
Kulihvani : Ağçeşmeye davar sulamaya inmişler.
Delianşa : Hı hııı.
Kulihvani : Çavuş da var, çobanlar da var.
Delianşa : Çobanlar yoğudu. Bi Halvadara çobanları varımış. Babam böyle yoz gibi sürü gibi çekmiş. Sulamaya indiriyemişti. Anamda buradan kapları atmış. Eşşeğe binmiş. Sözüm yabana. Anamda oraya davara su dökmeye gidiyemiş idi. Böyle giderkene iştek ordan eşek silkinciz. Höyle ardı semesere düşüncüz. Birden, babamı İResim diye bir adam döveceğimişi di. Anam el kaldırmış. “Ben demiş düştüm. Çavuş vurmadı. Çavuşun suçu yok!” demiş. “Ona vurma” demiş “ben düştüm” demiş bu kadar bir işaret etmiş. Ondan başka işte ölmüş oraya. Bu kadar. Fazla hiç konuşmamış.
Kulihvani : Kan kaybı yapmış?
Delianşa : Kaybetmiş. Kan gitmiş böyle.
Kulihvani : Düşük yapmış belki :
Delianşa : Çocuk üzerinde. Çocuk üzerinde gitti. Zehirlemiş. Çok kadar kan gitmiş. Aağar anam bu evler kadar düştüğü yerden kalkmaya mışıdı belkitte bir şey olmazı mışıdı. Bu düştüğü yerden evler kadar gitmiş anam. Davara yitişiyim diye. Haaaa. Oraya varınca daha fazlalaşmış leke ve kan kellenmiş düşmüş.
Kulihvani : Davara su vermek için gidiyor. Düştüğü halde yine gidiyor?
Delianşa : Hııı Hııı Davar indi diye kalkmış. Ah düştüğü yerden kalkmaya mışıdı. Kalkmış ordan. Isırganın dibi. Çalba bir yanda Isırgan. Devre gölgelemiş. Eline, yüzüne gööö kumlar tabii esmiş böyle. Poyraz esmiş buralara gööö kum annemin. Benzi sararmış şimdi daha halen öyle şahsı duruyo hani gözümün önünde.
Kulihvani : Sonra köyden adamlar geldi tabi.
Delianşa : Adamlar geldi. Sonra Eşşeğe. Sözüm yabana. Hayvana sardılar ipinen. Bağrına yastık koydular böyle. Anamı köye gider gibi aldılar gittiler. Beni de ardına bindirdiler. Bende ardında gittim. Oraya vardık.
Kulihvani : Ölü olduğunu biliyorsun ama değil mi?
Delianşa : Biliyorum tabi. Bilme miyim. Bileyem tabi? Ağlıyorum öyle. Ayşanur bilme mi şu Anşa bacının yanındaaa. İşte onun gibi kızıdım işte. Biliyem. Bilmemiyem. Oraya vardık dedemin kapısında yuduk anamı. Sonra babam indirdi davarı. Çadır bozuldu. Anam öldükten kiri, yıkadıktan kiri. Davarı da indirdi babam. Çadırı da. Bizi göçürdü.
Kulihvani : Haaa aşağıya indirdi?
Delianşa : Heye. Köye gittik. Köye göçtük. Ondan sonra kafası bozuldu köyde sattı davarı.
Kulihvani : Peki ananı defnederken ebe anneyin anası beliklerini saçlarını kesmiş değil mi?
Delianşa : Kesdi. İki dene beliğini kesti. Hatıra kalsın diye. Yıkayacaklardı. Beliklerini sökeceklerdi. Dur dedi anamın anası sökmeyin dedi. Elifimin saçını dedi. İlazım olur dedi. Belkit ölür ne idersem bağrıma kodururum dedi. Böyle böyle ince belik kesti. İki tane. Kestiler. Sonra aradan yarın döğün ertesi gün geçti. Bir kadın dedi ki Elif bacı canlanmış dedi. “Lütfiye Anşa beni kurtarın. Kaldırın beni!” diye bağırıyor. “Sesini duydum!” dedi. Köyde adam kalmadı. Kazma alan, kürek alan bütün mezara siirttik. Vardık. Açtık. Halam bayındı. Büyük anamın kardaşı üstüne öldü mü. Büyük anam bayıldı üstüne öldü mü. Bayındılar. Bayındılar. Kolanyaynan molanyaynan ayıktırdılar. Ordan bizim bacı dersen o da hastanelik oldu. Hastaneye gitti büyük bacım. Açtık baktık böyle şişmiş karnı aynı düzen hiç ne gıpranmış. Ne etmiş. Bi demlik çıkardılar tabuttan. Sonra gerisin geri usuldan. Kolannan sözüm yabana gerisin geri usuldan indirdiler. Aynı çatma taşını çattılar. Yeniden köllediler üstünü. Yedi sene sonra mezarını yaptırdık annemizin.
Kulihvani :Sonra siz beş kardeş kaldınız babanın yanında?
Delianşa : Kaldık. Beş kardeş kaldık. Babam davarı sattı. Gider Elmacık köyünden. Yuvadan bir avrat getirdi.
Kulihvani : Önce hangisini getirdi?
Delianşa : Hacca diye bir kadın getirdi. Yuvadan getirdi. O Ali Onbaşının eski karısıydı. Heee Karaverenden evlenmişi di sonra. Kızı varı dı o kızı da öldü. Ondan sonra onu getirdi. Onunan sekiz sene mi dokuz sene mi bir arada durdular. Bizim babadan bir oğlu vardı. Kafadan sakat deli oldu. 18 -19 yaşında o da öldü. Almacık, gine köyünde öldü. O da Almacık köyünde öldürdüler onu da.
Kulihvani : Kim öldürmüş?
Delianşa : Bizim analık işte bakmaya bakmaya. Bakmamış işte. Bağlamışlar çocuğu. Kocası da bağlamış. O Hatça ayrıldı. Almacık köyüne gitti. Gineliden herif aldı gitti. Bizden çıktıktan kiri. Ondan sonra o gittikten kiri bir Karstan aldı. O da erkeğimiş. O da öyle soyundu gitti. Tekrar gine getirdi Kars’tan. O da bir demlik topladı gitti evi.
Kulihvani : Yuva’dan sonra aldığı kim?
Delianşa : Yuvadan sonra aldığı Kars’tan getirdi işte.
Kulihvani : O erkek olan?
Delianşa : Haaah haaah ondan sonra o gittikten kiri.
Kulihvani : Demin anlattığın demi o kadın kılığına girmiş?
Delianşa : Hah hah o işte. Kadın kılığına girmiş. Soyunmuş. Babam suya girince. hamam damına girince. Bizim adet demiş. İşte biz yıkanmayınca demiş.
Kulihvani : Sizde ordasınız?
Delianşa : Bizde ordayız. İkimiz. Lütfiyeynen ikimiz. Şey ala köpüklü babam çıkmış.
Kulihvani : Kaç yaşındasınız tahminen?
Delianşa : Biz. Bizim bacı evliydi o zaman. Ben daha evli değildim. Ben daha 14-15 in içindeydim. O kadar. Bura geldikten kiri yaşım böyüdü benim. İzinnamem çıkmadıydı benim yaşım küçük diye.
Kulihvani : O soyununca anladınız gördünüz ki adam erkek?
Delianşa : Heee gördük. Dottiriyi çıkarıverdi. Dakma saçı da çıkarı verdi.
Kulihvani : Peruk muş demek ki?
Delianşa : Heeee onlar kavil kurmuşlar. Üç kardaş taksiye attığıynan gibi itti. Gramsiye altınlar gitti.
Kulihvani : Altınlar maltınlar gitti?
Delianşa : Gitti.
Kulihvani : Kaç altın götürdü.?
Delianşa : 9 tane sade büyük 9 tane. Ondan sonra Kars’tan bi daha getirdi. O da dul avratımış. O esasıdı amma. O bir hafta durdu. Ondan sonra o da gitti. Altınlarını aldı. Sekizde ona ittiydi büyük. O da gitti öyle. Ondan kiri amaratlıyı aldık. Bu Emineyi.
Kulihvani : Aldığını Aksaray a köye getiriyor karkına değil mi?
Delianşa : Heeee. Bu Emine yi köye getirdik. O Karslının birini de köye getirdik. Arada dört ay mı beş ay mı durdu. Çocuğu da vardı başka herifinden. Çocuğunu da aldı o kadın öyle gitti. O da kaçtı gitti. Köyden. Ondan sonra Amaratlıyı gelin ittik işte. Amaratlıyı aldık. Kız olarak aldık. Aksaray da ya iki ya üç ay durduk. Hepimiz birlikte. Biz demedik tabi biz dayımız olur dedik. Bizi hiç bildirmedik. Gittik. Düğünü yaptığımızda. Babamız demedik. Biz dayımız olur dedik. Babam: “Benim kızınız olduğunu söylemeyin!” dedi. “Benim çocuğum yok!” dedim dedi. Bizde demedik Allah var. Bura geldikten kiri dedik. Köye aldık geldik. Göçtük geldik.
Kulihvani :Aksaray da iki üç ay kaldı?
Delianşa : Heee köye göçtük geldik. Biz babamınan önünçten yaşıyorduk beraber. O amaratlıyı alıncak. Çoluğun çocuğun var mı demişler işte sormuşlar. Babamda hiç çoluğum çocuğum yok demiş. O yüzden bizi göstermedi. Biz dayımız dedik hani. Çok varıp gelmedik işte aksaraya. Hee bu ebemin yanında durduk. Babamın babasının annesinin yanında durduk. Sonra birleştik. Deeee er olalı epey ardından bir altı ay geçincek dedi babam. Bunlar benim kızlarım olur. “Çavuş hiç saklama dedi. Kızların elli kızın olsun ben memnunum!” dedi.
Kulihvani :Onun ismi neydi?
Delianşa : Emine idi.
Kulihvani : O iyi bir insanmış değil mi?
Delianşa : Hıı hıı. Dükkan işletti. Dükkan açtı. Pırtıcılık yaptı işte. Etraf köylerde. Davarı satınca. Analık öldü babam kafayı bozdu.
Kulihvani : Şimdi o Emine zamanında tekrar davar aldı mı?
Delianşa : Tekrar davar aldı.
Kulihvani : Geri yaylaya çıktı mı?
Delianşa : Çıktı. Çıktık. O zaman ben evliydim. Emineyi aldıktan kiri. Analıkla buraya geldi. Burda eğlendi gene. Burda çadır vardı. O zaman çadırı buraya kurdu. Hasan ın oturduğu yer var ya. Çadır kurduğu yer. O çadır babamın çadırının yeri idi işte. Ora kurmadı bura kurdu çadırı babam.
Kulihvani :Yine o zaman 300-400 davarı vardı yine?
Delianşa : Heeee. Fadime o zaman üzerinde kucağımda bebeğidi. Şimdiki Fadime beş aylık altı aylıktı. Ondan dört kızı oldu.
Kulihvani : Emine abanın ölüşü nasıl oldu?
Delianşa : Yaz günüydü. Şimdi aynı baharınan yaz . Davarlar böyle yazıya gidiyordu sulanmaya. Kış mevsimi işte baharın tam baharın davar suya gidiyordu. Evden yaylaya da yeni yeni çıkayordu işte davar. Annem analık suya gidiyormuş udu. Tam çeşme. Çeşme yakın bizim eve ya. Eski çeşme. Ordan işte arkasından gelmiş koç vurunca anama. Hastaneye götürdük. Kafasını beline çarpmış koç. Kanama yapınca gece hastaneye götürdük annemi.
Kulihvani : O kimin koçu?
Delianşa : Elbirin babasının koçu. Hemen götürdük hastaneye. İki gün yattı lekeyi yenemediler. O da hamileydi. Ondan kiri yarıntesi günü. Saat 09-10 arası gece vefat etti hastanede. Ordan meftasını getirdik. Ondanda dört çocuk kaldı. Tabi ondan kalan çocuklar büyüğüdük işte kabalaklanıydı. Ondan sonra işte çocuklar kendi halinde büyüdüler. Amaratlı öldü babam terkiyi bozdu. Analık öldü babam terkiyi bozdu. Mal maşat komadı sattı. Sonra da evlenmedi. Tarlayı da sattı bu Duran gile bu evi de sattı. Bizim kardaş da işte burnumuzun dibindeki tarlayı sattı bana danışmadı diye meftasına gelmedi. Yirmi senedir hiç baba adı da anmadıııııı. İsmini de çekmedi. Daha da gelmedi.
Kulihvani : Adem ingiltereye gitti. Oğlu bir daha da hiç?
Delianşa : Hiç hiç hiç. 20 sene doldu. Babam sağ iken gitti ingiltereye.
Kulihvani : Neden gitti ingiltereye burayı sattı diye mi?
Delianşa : Burayı sattı diye kızdı ona. Danışmadı bana diye. Bi avradı varıdı ademin. Halvadarada Nuriye isminde. Şey etti. Ayağı dışarı. Bu hindiki Maksut muhtarıdı. Bu Maksut ifadesini almış yakaladı. Bunu başkasıynan tuttu. Bizim Adem’in avradını. Kapıyı mühürledi muhtar. Bizim gardaş İngiltere’deyken çıkardı. Hiç gelmedi. O oldu gidişi. Bir tane oğlu varıdı. Babamın yanında kaldı. Babam götürdü ingilteyere. Babamda gittiydi dışarı. Babamda gittiydi.
Kulihvani : Ne zaman gittiydi?
Delianşa : Amaratlıyı almadan gittiydi babam. Orda biraz kaldıydı. Durmuş emmim de gittiydi. Babam da gittiydi. Babam geri geldi işte. Geldikten kiri amaratlıyı aldı. Kafası bozuldu idi. Ondan sonra bu oğlan gitti istek yaptı bizim gardaş Adem orda evlendi işte. Yanında kaldı.
Kulihvani : Öbür kadın öldü mü?
Delianşa : Halvadara dan herif aldı. 6-7 tane oğlu var. Yaşıyor. Ondan sonra işte böyle oldu.
Kulihvani : Amaratlı öldü. Kimler bekardı?
Delianşa : Ademinen bizim bacı da bekardı. Şimdi davar sağmaya gelen varya o. Durdu ismi. Beş kardeşik. Amaratlı nın kızları Fadime, Emsal, Naide Elif onların hepsi bekarken anaları öldü. Anaları ölünce birisi karkında kaldı kaçtı. Narin in kardaşının oğluyla. Ondan sonra Fadime de işte babam verdi düğün etti Aksaray da. Emsal nan Naile işte Fadime verdi onları. Evlatlık verildiydi. Fadime gitti topladı geldi. Onlara düğün yaptı. Şimdi onlarda öyle kaldı işte. Onlarda öyle kaldı.
Kulihvani : Çavuş tek başına kaldı değimli?
Delianşa : Tek başına kaldı.
Kulihvani : Şimdiki virane duran yerde?
Delianşa : Heeee orda tek başına. Dükkan işletti. Dükkan açtı. Sonra ciğarasını çaldılar. Tüpünü çaldılar hırsızlar. Giren çıkan belirsiz oldu. Son haddinde işte ben vardım. Dedim: “Baba seni dedim bak. Fazlı diye oğlan diyor ki dedim. Anşa babanı öldürürler!” diyor dedim. “Parayı gösterir mişsin herkese!” dedim. Büyük oğlanla vardık. Babam: “Yav anşa bana akıl mı veriyorsun. Kim öldürecekmiş beni!” dedi. Bende tamam baba dedim. Ağzımı kararı verdi. Ben gerisin geri çıktım geldim. Aradan iki gün geçti. Üçüncüsü gün vardı ki Yusuf emmi çığırdı. Bu ciğara almaya gelmiş Yusuf Emmi.
Kulihvani : Tat Yusuf?
Delianşa : Tat Yusuf. Çağırmış: “Çavuş! Çavuş!” diye seslenmemiş. Kapıyı açmaya silkelemiş gene seslenmemiş. Ondan sonra gonşular demiş ki: “Akşam içerideydi. Yatıyordu Çavuş!” demişler. Böyle dumanlık, ceryanlarda kesildi yağmur yağıyor bir yandan da.
Kulihvani : Gündüz?
Delianşa : Heee gündüz. Gecede yağdı yağmur. Ben ikincisi gün vardım bi. Böyle keşkile su doldurmuş. “Beton atacağım Anşa!” dedi. “Evin içine” dedi. “Senin oğlanı salda dedi bi yardım etsin” dedi. Su niye aynı dolu kalmış. Üçüncüsü gün öldürdüler işte. Biz açtık baktık ki. Kapıyı kırdık. Demir kapıyı söktüler baksak. Tüp yanmış içerde kokuye. Battaniyenin kenarları yanmış. Beynini patlatmışlar. Buraları nokta nokta aynı bunun gibi böyle. Bu bağırları yanmış. Gılanı yakmışlar böyle. Bi aynı bunun noktası gibi böyle. Her yanı. Basmışlar.
Kulihvani : Ağzını bantlamışlar. Öyle mi?
Delianşa : Bantlıydı. Böyle bantlıydı. Öldüğünde biz çıkardık bantı ağzından. Gelme mi jandarma geldi.
Kulihvani : Başını ne ile parçalamışlar?
Delianşa : Başını vurmuşlar, diynek vurmuşlar. Böyle sopa. Galan böyle deynek bu beynini böyle çıkmış beyni. Zor ölümünen öldürmüşler. İşkenceynen. Öldüğü tarih atılı da bacım biliyor. Ben bilmiyorum. Hangi zaman öldüğünü biliyok da tarih attırdık biz. Yusuf Emmi felan biliyor da hangi zaman öldüğünü bilmem ben.
Kulihvani : Sen 16 yaşındaydın?
Delianşa : Ben 16 yaşındaydım. Amaratlı beni düğün itti. Benim düğünüm oldu. Amaratlı babamla dört senelik evliydi. Fadime gucağındaydı. Kocaman höööyle tösmeleydi. Amaratlının şiittiğinde. Benim düğünümde. En büyük kızı ilk oydu. Ondan sonra bizim adam beni aldıktan kiri buraya bizim analık göçtü geldi. Buraya bizim amaratlı. Göçüp geldikten kiri işte. Bahar mevsimi koç kaktı. Öldü işte. Hatta bizim adamınan da ben atıştım. Çifte gitmiş sen dedim. Ben akşamnan gittim dedim. analığın hali yok dediler dedim. Sen dedim benim ölüm pancar dağal turp dağal gömdüğümüz. Sen dedim nasıl çifte gittin diyi. Ben senden çıkacağım diye yemin ettim. Bi sene babamın yanında durdum ben. Çıktım gittim ben. Ölüsü varkan çifte gitmiş. Sen gelmedin diyi. O da didi. Habarım yoktu benim dedi. Ne biliyim öldüğünü dedi. Yazıya çifte gitmiş. Bana da bizim köylüler koltuğumu kabarttılar. İşte analığın öldü de senin herif çifte gitti. Nasıl eli kolu kalktı da çift sürdü diyi. Bende sen bizi hesaba almıyon. Buğün iyi kötü benim analığım nasıl oldu da gittin. Tabii o zaman çoluğum çocuğum yoktu. Hiç çocuğum yoktu. Bi şey yoktu. Gittim bi sene babamın yanından gelmedim. Bi sene babamın yanında eğlendim. Adam aldı. Sonradan getirdi işte. Büyük küçük adam saldı sonra geri getirdi beni. Gelmemiyim giri geldim. Eşli üstüne gelin oldum. Eşli de varıdı.
Kulihvani : Şimdi haa şeye tekrar dönelim. Sen 16 yaşında iken bu Tasim di değil mi adamın adı. Tasım amca Hatıbın kardeşi. Hasan’ın amcası yani. O 55 yaşında sen 16 yaşındasın. Birde karısı da var. 9 kere mi evlenmiş.
Delianşa : Karısı var. Eşli üstüne gelin oldum ben. 9 kere evlenmiş. 9 almış ben 10 uncuyum. Bak o dokuzu sayayım sana. Bi Biyaz varımış bir. Bizim köyden. Döne iki. Hürü üç. Senem dört. Anşa beş. Dudu altı. Fadimana yedi. Hafiz sekiz. Ben dokuz. Bi de Yenipınarlı on dene. Haa bi de Hürü tam on deneydik. Benden sonra kimseyi almadı. Benim vardığımda Lalelinin evinde Hürü var Halvadara köyünde. Memmetin annesiyle.
Kulihvani : Ama ondan çocuğu yok değil mi?
Delianşa : Yoktu yok. Hiç olmadı. 16 sene durmuş bu Hürü ben varmadam. 16 seneden 17. Seneye devredeceği zaman öbür avratlardan da çocuğu olmadığı için bana taburcu oldu. Bu düğürcü oldu. Beni tabi öyle derler. Bu Hatıp ta irahmetlik hocaydı ya. Bana muhabbet muskası yapmış. Ben bizim hala neyi ota gittik. Köyden şöyle ota gittik. Beş altı kişi. Şöyle kırmızı bocuttan bir kadın bana su içirdi. “Anşa dedi az su içen mi?” dedi. Halam annemin bacısı. Bu hindiki Hürü Halvadaradakı dedim eşli olan. O kadın geçen sene öldü işte. Bende içtim suyu. Ağzıma kara yazıynan höyle muska geldi benim. Suyun içinden. “Bu dedim ne gııı Hürü dedim bu!” “Yooo dedi iç!” dedi. “Bocudun dedi ağzını kapattım” dedi. Hani eskiden çömlek sarsarık desti satarlardı. Şimdi gine satıyorlar. Höyle höyle gücücük gücücük .
Kulihvani : Avanos destileri satarlardı?
Delianşa : Hee kırmızı kırmızı bocut satarlardı. Çömlek bocut işte. Ben içiverdim. Ne biliyim ben. Ben bu adamı hiç almam diyeken sonra git git karanlık yerlere sokuldum. Git git karanlık yerlere sokuldum. Bizim rahmetlik anam dedi. “Anşa dedi. Çavuş dedi biz anşayı verdik ya gönülsüz” dedi. Sade karanlık yerlere sokuluyo ağlaya gızın!” dedi. Daha çocuğum kızım. Zere kadardım.
Kulihvani : O zaman seni başka isteyenler yok muydu?. Kendi yaşında olanlar var mıydı?
Delianşa : Çoğudu. Çoğudu. Amooooooo kaç kişi. Almancı ne istediydi. Kırk koyun kırk kuzu sattı bu gördüğün adam bana. Ardı kuzulu kırk koyun kırk kuzu. Birden taradı virdi davarı. Gineliye sattı.
Kulihvani : Çavuş’a verdi.
Delianşa : Dörtbin bir liraya sattı. Dörtbin bir liraya.
Kulihvani : Neden dörtbin bir lira. Bir lira ney?
Delianşa : Bildiğin bir lira işte. Dörtbin bir lira. Yirmi lira veriyler almıyo. On lira veriyeler almıyo. İddia işte bir lira. Dörtbin bir lira diye. Gideyeler para bozduruyorlar bulamıyorlar bi lirayı. Eskiden öyle. Haa böyle kaydılar parayı. Hiç imkan yok dedi. Bi lira gelmeden vermem dedi olmaz dedi. Taaa gitmişler Almacık köyünde parayı bozdurmuşlar.
Kulihvani : Bir lira bulup geliyorlar ?
Delianşa : Bir lira bulup geliyorlar. Ondan sonra beni verdi. Şerbet içtiler. İki haftanın içinde düğün yaptılar. Resmi düğün. Ondan sonra eşli hürmet etti işte. Aldık.
Kulihvani : Peki bi şey söyleyeyim. Sen bizim anamız bacımızsın. Bizim maksadımız bi şeyi teşhir etmek değil. Bir efsaneyi ben yazmak istiyorum. Yani bir hatıra olarak tespit etmek istiyorum. O zaman sen gençken hiç sevdiğin birisi yok muydu?
Delianşa : Varıdı. Varıdı. Kaç tane kişiler bana kaç dediler.
Kulihvani : Senin gönlünde hep sevdiğin birisi odlu mu hiç. Varı dı da evlenemediğin oldu mu yani. Keşke bununla evlenseydim der miydin hiç?
Delianşa : Dedim ya iş işten geçti. Geçti. Kaç kişi el altından kaç anşa. Öğretenleri mi arayon. Adamlar çerezi getirdiler bana.
Kulihvani : Doğru da şunu demek istiyorum fakir birisini seversin. Ona da babanın verme ihtimali sıfırdır. Vermez zaten. Ama onunla sen evlenmek istersin?
Delianşa : İsterdim de virmedi babam. İsterdim de virmedi. Babam buraya gideceğin dedi mi bir oraya ıhılırdık. Bu kadar böyle çerezler biri getirmiş. Bu Mecmure nin kocası Niyaz işte. Ben hiç almam dedim. Şöyle vıcıdı verdim. Ben hiç almam dedim. Aynasını, yemenisini. Eskiden şöyle küçük aynalar vardı. Cep aynaları . Kapaklı aynalar. Onları getirmiş. İçine yemeni koymuş, çerez koymuş sade yeme çerezi. Ben vıcıdı verdim. Ben almam dedim. Niyazı dedim. Poz vermedim. Bu adama işte dardaydım hee dedim. İşte haa. Neye sayarsan say.
Kulihvani : O seni zaten büyü gibi bir şey yapmış?
Delianşa : Heyeee. Hatıp yaptı. Sonra hiç gönlüm sevmedi. Arada kırgınlık geçti. Babamın yanında kaldım. Tekrar kızın evine geri göçtüm gittim. İki sene orda kaldım. Taa sağlık köyünde, taa Yeni köyde. Karadepenin oralarda ekin işledim. Başıma neler geldi neler geldi.
Kulihvani : Bu adamdayken.
Delianşa : Heeee
Kulihvani : Bundan ayrılıp gidiyorsun?
Delianşa : Heeeee. Bundan ayrıldım, gittim. Elin işini gördüm.
Kulihvani : O zaman babanın yanında mı kaldın?
Delianşa : Babamın yanında kaldım.
Kulihvani : Çocukların da var?


Resim

ÇİLEnin ADI var!..

Delianşa : Çocuklar yoğudu. Bütün babasının yanındaydı. Beş çocuk varıdı. Babasının yanında kaldı. Çocuklar çırpınırdı. Adamınan anlaşamazdık. Adam dik kafalık yapardı. Bana ittiğin iylediğin ne dirdim. Babamın verdiği yatağı götürdüm. Babam da dedi. Kooo gel kızım. Kodum gittim. Orda iki sene gelmedim babamın yanında. Amma babamın ekmeğini yemedim, evine de girmedim. Bi göz ev verdi. İkinci kat. Ta gittim, Yeni köyde, Sağlık köyde ekin işledim. Kara Tepede. Gündelikçi. Bir ay ekin işledim. Orda yattım kalktım. On sekiz kişiydik. Bizim köylülerle beraber gittik. Ne başlarıma işler geldi.
Kulihvani : Çocuklara kim bakıyor?
Delianşa: Kendi baktı bizim adam. Heee kendi baktı. Kendi yemeğini bişirdi kendi baktı. Eşli de vardı. Eşli yaşıyordu. Geçen sene öldü. Eşli de vardı.
Kulihvani : Sen varken o Hürü hep yanında durdu mu?
Delianşa : Ne arasın üç sene durdu. Ondan sonra çıktı gitti. Benim büyük kız oldu. Fadime o kız miydane geldi. Yeni imekledi. Hürü nün gittiğinde.
Kulihvani : Sonra Tasim ağa ile aşağı yukarı 30-33 sene yaşadın değil mi?
Delianşa : Otuz dört sene yaşadım. Beraber yaşadık. Yedi sene oldu öleli. Bu patateslerde sekiz sene olacak işte. Patates ekiliydi öldüğünde. Tam böyle patates suluyorlardı. O zaman zaten çocukların hepsi evlendiydi. Bi oğlanla bi kız duruyo idi. Şimdi oğlanınan, Gözlükuyu’luya kaçan kız varıdı bekar olarak.
Kulihvani : Kızların isimleri ne idi?
Delianşa : Fadimana, Şerif, Güldeste, Teslime, Ümmü. Beş kız. Oğlan Resul, Hasan, Hüseyin. Benim üç oğlan var. Beşte kız sekiz çocuk hepisi. Ölen kalan yok. Oğlanlar şimdi ikisi izmirde, biri burada. En küçüğü burada. Bu en küçüğüne daha işte dört sene bilemedin beş sene neyim oluyor evleneli. Eskere gitmeden everdik. Tabi bir buçuk yıl eskerlik yaptı. Hacının yanında iğlendi kız. Bende Hacıynan arayı açtım. Sen kızını benim yanımda bırakmadın diye. Ağız davası yaptık. Bir daha da barışmadık öyle gitti işte. Seslenmedim. Çok uğraştı barışalım. Hiç barışmam dedim. Sana hakkımı öte dünyada da helal etmem dedim. Irahmetlik. Ölünce de duramadım. Duramadık işte.
Kulihvani : Sonra Çavuş öldü. Olan eşyaları dağıtıldı ya da kayboldu?
Delianşa : Bütün halıları çalmışlar. Tüplerini çalmışlar. Evinin içinde ciğaralarını çalmışlar. Hiç yeberileri bi şey komamışlar. Bunu terki etmişler. Öldürenler bulunamadı. Rıza da kışkırtmış da yakalandı. Sonra serbest bırakıldı.
Kulihvani : Rıza sonra ne oldu?
Delianşa : Mezar deşmeye gitmiş. Antike aramaya. Ararken istiğfar etmiş. Benim demiş içim bulanıyor demiş. Sizin Obruk da işte. Sonra ilerleyince orada öldü işte. Oradan ölüsünü getirdiler işte. Terzinin kardeşi. İşte. Daha halen inceliyorlar. Bulamadılar. Var da bilmeyiler işte. Ben üryasını bile gördüm onun. Bütün kızlar mirasa daldılar. Hele Lütfiye abooooo. Herkes Çavuş’un mirasıyla uğraştılar. “Bu adamı kim öldürdü?” demediler. Yirmi milyar bi parası varımış ıdı panka da işte. Yarısını kesmişler işte orada. Altını üstünü vermişler.
Kulihvani : Mezarı yine karkında değil mi?
Delianşa : Karkında köyde yani . Sabaha kadar durdular işte meftasını. Sabahleyin jandarmalar gelince defnedildi. Öldüğünde bir iki gün içerde kalmış. Sabah namazı okunukana, gün çıkakana haber oldu. Belki öldürenler de gelip siyir etmiştir. Biri dedi kine “Valla bile şimdi öldürenler meftayı siyridiye!” dedi. Bekçi de kızdı ona dedi. O da Çavuşun ciğarasını çalıp sende iştin bende iştim dedi. Çavuş deliydi ama ünü de vardı. Çavuşun obası, çavuşun arkacı. Bütün köylerde yorgan satardı, kilim gibi şeyler.
Yayla yollarına korucu durdum
Gelenden gidenden Çavuşu sordum
Gördüm diyenlere elimi vurdum .
Görmedim diyene gözyaşı döktüm
Diye. Bizim baba böyle kendi kendine türkü yakmışı dı öldüğünde. Anamın öldüğünde böyle ağlamış. Destan vermiş çoğudu da ben unuttum. Küçüktüm.
Yayla diye de çıktım bir kuru dağa
Çavuş ağa yaylan bu muydu Şammaz ağa,
Hasretmiydin kefenli dağa,
Başında bi topak kar olmayıncak.
Gönül eğleyecem elimi yar olmayıncak…
Böyle babam destan etmişi de kendi kendine… Böyle söylerdi ağlardı babam. Vay gızım derdi ananınan çok günler geçirdim derdi ağlardı. Pindilin dereye aldığını kaçtığını, şarkılarını söylerdi. Ben unuttum gitti.


Resim

Dağların DİLİ..

Belki bir gün Deli Anşa Bacımın yanık sesiyle söylediği türküleri sitemizde yayınlarız nasipse kim bilir…

Resim

Bu güzelim İNSANları Özledim..

Muhammedi Muhabbetlerimle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Eylül Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 29.09.2008 Saat: 18:17 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
DR. Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ…


ÜÇ AYLAR

Aziz cemaat Receb ayı gitti.
Receb ayı biliyorsunuz Allah’ın ayı.
Şaban ayı Sallallahu Aleyhi Vessellem'in ayı ki onun içinde bulunuyoruz.
Ondan sonra da imam efendi mihrabiye duasında bir âyet-i kerime okudu: "Ya eyyühellezine âmenü - Ey inanan kullar".
"Allah'a ve Resüle inanan kullar, Allah’ın varlığına inananlar, kitabının Kitabullah olduğuna inananlar ve Resûlu'na itaat edenler" âyet-i kerimesini okudu.
İşte RESÛLULLAH'A İTAAT edenlerin ayıdır bu ay.
Müslüman olmak başka, Resûlullah'a itaat etmek başka.
Bunu BEL kemiğinlen düşünmeyip de aklınnan düşünen insan derhal ne demek istediğimi anlar.
Resûlullah’ın ayından sonra da O’na itaat edenlerin ayı, Secde-yi Rahman'a başını koyan müslümanların ayı gelecektir.

Niçin Resûlullah’ın ayı, ALLAH’ın ayı, Ümmetin ayı?
Onu anlamak biraz güç.
Efendim sır mı?
Hayır hiç sır değil...

Bundan asırlar evvel 1000 senenin üzerine daha asırlar koyun, on sekiz–on dokuz yaşlarında yirmi yahut yirmi iki yaşlarında nur yuzlu, siyah saçlı ve zeytin gibi mübarek gözleri var, bem beyaz cildi, zayıf.
Hastalandığı için kendisini Tebdil-i Hava'ya göndermişler.
Tebdil-i Hava'dan da bir faide göremeyeceğini anladığı için beni tekrar memleketime götürün diyen, müstesna, Allah’ın yarattığı, insanlar içinde müstesna ve güzel bir kadın,
hurmadan,(hurma) dallarından yapılmış bir sedye içinde omuzda bir diyardan kendi memleketine doğru yola çıkmış.

Birden bire: "Beni yere indirin!" diye güzel sesi etrafindakilere
yayılıyor.
Yere indiriyorlar, yanında beş ila altı yaşlarında bu Nur yüzlü kadının çocuğu, o ondan daha Nur'lu altı yaşlarında bir Sabi.
Kadıncağız birden bire baygınlık geçiriyor, hurma dallarından yapılmış hasta taşıyan sedyenin içinde kendinden geçiyor böyle.
Yanındaki biricik evladı, altı yaşlarında, alıyor anasının elini eline, gözlerinden yaşlar dökülmeye başlıyor.
Bir müddet baygınlık geçtikten sonra, annesinin eline düşen bu yaşlardan annesi gözünü açıyor ve gözü evladının gözüne bakıyor.
Kendisi aynı zamanda çok güzel söz söyleyen insanlardan biri idi bu mübarek kadın.
BAREKALLAHUU! diye başlıyor.
Simdi arapçasını okuyacak değilim.
Türkçesini söyliyim:
"Herkes ölecek.
Her yeni eskiyecek.
Her var olan yok olacaktır.
İşte bende ölüyorum.
İsmim dünya durdukça baki kalacak, çünkü parlak ve güzel bir evlat dünyaya getirdim!" diyor, mübarek gözlerini kapıyor, Allah’ına kavuşuyor.
Bu mübarek kadın, Hz.Âmine idi.
Gözlerine bakıpta bunu söyledigi de Hz.Resûli Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem, altı yaşında idi.
İşte bu ayda bu hadise olmuştu.
Resûlullah yetim kalmıştı.

Onun için bu ay Resûlullah’ın ayıdır.

(Gariban: Sohbet MD12-SEPT26th-2008'den alıntıdır)


KELİMELER:


Receb: Azametli, heybetli. Ta'zim etmek. * Cennet'te bir nehir ismi. * Mübarek üç ayların birincisi ve Kamerî aylardan yedincisi. * Erkek ismi.
Şaban: (Şâbân) Arabi ayların sekizincisi. Mübârek Şuhur-u selâsenin (Üç ayların) ikincisi.
Ümmet: Cemaat, kavim, taife. * Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye. * Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. * Bir dille konuşan millet. * Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
Tebdil-i Hava: Hava tebdili. Hava değişikliği.
Sabi: Henüz süt emen çocuk. * Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. * Üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.
Resim
Cevapla

“2008” sayfasına dön