2009 Mart Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Mart Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

HERKESİN SU'YUNA TAŞ ATILMAZ...
Tarih: 02.03.2009 Saat: 19:47 Gönderen: kulihvani

Resim

HERKESİN SU'YUNA TAŞ ATILMAZ...
MBurak

Herkesin suyuna taş atılmaz.
Bazı adam sel olur helâk eder, hem seni hem kendisini.
Bakalım sen de öyle mutmainne olmuş bir nefs var mı?
Sürekli dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorsan bu DEVRAN mıdır?
Bana sorsan değildir.
Muhammedi Tasavvuf dinamiktir…

Aynı merkezden aynı çapta çember üstüne çember çizmez…
Belki aynı merkezden farklı çaplarda çemberler çizer yahut o merkezden sonsuza giden bir doğru yani sırat-ı mustakimini çizer...
Biliyorsun minimum eğriliğe doğru diyoruz…
Yani biz kuluz biz emrolunduğu gibi dostdoğru oluruz olmaya çalışırız da velev ki eğriliklerimiz kusurlarımız olmasın!
Olacaktır da…
Eee nasıl olacak bu, nasıl düzelecek, nasıl törpülenecek nasıl minumuma indirilecek bu eğrilikler, limit sıfıra nasıl yaklaşacak?

Havf ve Reca ile
Tevbe ve istiğfar ile
Salât ve salâvat ile...
Emri bi’l- maruf nehyi ani’l- münker ile


Herkes kabındakini dışarı taşırmakta…

Eğer bir mürşid-i kâmile bende olmak istersen, sen de kâmil bir ihvan ol evvelâ!

Bu yüzden başkaları ile uğraşmaktan vazgeç artık…
Kendinle uğraşmayı unutur olmuşsun...
Biraz da kendine vakit ayır nefsinin SENin üzerinde bu kadar HAKKı olsun!

Mevlevilerin cübbeleri Bektaşilerinkine nazaran daha boldur…

Bektaşilerin mintan dediğimiz gömlekleri bugünkü deyimi ile slim fit.

Bektaşi soruyor Mevlevi’ye :
“Efendim diyor sizin cübbeleriniz neden böyle bol?”
Mevlevi cevap veriyor:
“Biz diyor çevremizde kusur gördük mü kimseye söylemeden o noksanlıkları kusurları kollarımızdan kimse görmesin bilmesin diye gizlice içeriye sokarız,”
Bu sefer Mevlevi soruyor Bektaşi’ye:
“Ya sizinkiler neden dar?”
Bektaşi cevap veriyor:
“Efendim biz kimsede bir noksanlık görmeyiz...
O yüzden içeriye sokulacak da bir şey yok”
diyor

Bilir misin ikisi de çok güzel hasletlerdir... Ben derim ki ikisinin de birbirinden üstünlüğü yahut alçakta oluşu söz konusu değildir.

Fakat burada bir NOKTA var, noksanları kusurları setretme!

İkisinde de bu özellik ve güzellik mevzu bahis.

Bugün dünden farklı ve akılları bulandırmak için çok aşırı ve ters şeyler söyleniyor…

Hâlbuki Müslüman sade insandır berrak insandır bir kaynaktan çıkan su gibi tertemiz ve SAF!

Müslüman kendisini bilerek, kendisini sıkıntıya sokmaz!
Haa imtihan sorusu zorsa o başka…
O zaman zaten kulluk devreye giriyor, KUL demek RIZA gösteren ve ŞÜKRedendir

Ancak herkesin de imtihan sorusu başka başkadır..
Herkesin imtihanı nevi şahsına münhasırdır vesselam…

Çölde her türden insan mevcut ve bunlar hep imtihan…

Bu çöl dediğimiz bilâkis yaşadığımız dünyanın hayatın ta kendisidir

Neden çöl? Çölde hayatta kalmak zordur.

Herşey Hakk'tan dır amma kötü şeyleri ve şerri nefsinden bil der büyükler!

İnce bir çizgi bu!

İnsanlar şerri kendi seçer çünkü sünnetullah dışına çıktın mı şerri tercih etmiş oluyorsun…

Allah kuluna zulmetmez!
Gazabında bile rahmeti var
Rahmetim her şeyi kuşatmış
diyor.

Bakın Münir Derman hazretleri ne der?

“Aslında haram yoktur!”

Bunu duyan “vaayyyy be ne diyor bu?” Diyebilir…

Sen helalin dışına çıktın mı harama tenezzül ettin… Ateş yakar... Yahut sen gazabı seçtin, câri olan Sünnetullahın dışına çıktın bu sana zarar verecektir sistemin gereği böyle olacaktır...
Mesela güneş ışınları yararlıdır tamam ama örtünmeden çırılçıplak da 50oC güneşin altında durursan yanarsın… Bak rahmet olan gazab oldu...
Leş insan için haramdır pis bir şeydir ama ondan beslenenler için rahmettir…

Din İNSANa sunulan bir teklif...

Bu bile Cenâb-ı Hakk’ın insanı ne kadar çok sevdiğini göstermeye yeter bile artar bak kulum bu mükevvinât senin emrinde, ama olur ya sen hataya düşersin Rabbin seni yalnız bırakmaz, sana DİN’ini Nebîler ve Resûller kanalıyla bildirir ki bu çölde yolunu şaşırmayasın haaa!

Bu emirler SENin kâinatın duyulamayan ve görülemeyen musikisine raksına iştirak etmen onunla uyumluluk modunda ve ahenk içinde hayyat sürmen için Rabbinin sana sunmuş olduğu KOLAYLIKLARDIR desek nasıl olur?

Bir de bunları AŞK ile yaptın mı VELÎ oldun gitti: sen artık ÖZ-ELsin ama öyle bir ELsin ki yaban el,yad el değil ALLAH’ın ELİ yedullah!

"KULUM" kelimesi sana çok yakışır bundan böyle...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mart Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

MUTluluk…
Tarih: 05.03.2009 Saat: 14:01 Gönderen: kulihvani

Resim

MUTluluk…

Kul İhvanî

İbret Sahnesindeki Korku İnsanı ile,
Hikmet Sahnesindeki Umut İnsanı arasındaki ara kesit Mutluluk mu acaba?..

Bendeniz ömrüm boyunca MUTluluk HAYR-ANıyım..
Mutsuz kalıp ağlayan bir çift gözün; o derinden, çökmüş ve içli bakışı hep yaktı içimi..
Bir çocuğun bütün vücudunu sarsan hıçkırıkla iç çekerek ağlayışı,
Karşı komşumuzun göç yükleyişi,
İçimdeki acı çığlığı çığ gibi dürter de omuzlarımı çöktürüverir!..
Bu nedenle kendime:
“Mutsuz geçen günleri sil çıkar ve gör ki, bu ay 30 çekmemiş!” derim sıkça..
Mutluluk Menbağı Muhammedi İnsanları çok gördüm ve yaşadım onlarla..
Yanlarında: “Huzurda, HIZIR Hazır!” derdim hep…

Yeni Yüksek Mühendis olmuş ve memleketimde işe başlamış sivrilivermiştim.
Birkaç yıl geçince siyasiler ilerde tehlike olacağımı anladılar ve sağdan soldan saldırdılar.
Her iktidar değişiminde tayinim çıkardı ve sebeb, köy kökenli oluşum ve siyasete atılıp potansiyel engel olacağım idi kendilerine!
1979 du sanırım, yine tayinim çıkmıştı ve çok mutsuzdum!..
İnsanları anlayamamaktan ve anlaşılmayışımdan, hizmet değil de zulmet istenişten vs...

O zamanlarda Seyyah Derbentli Deli Hasan Baba her yaz gelir 3-4 ay kalır bendenizle haşr ü neşr ederdi.
Bir cumartesi idi, ikindi namazına Ulu Cami’ye gideyim efkarım dağılsın-gitsin istedim.
Evden çıkıp da köprü başına gelince içimdeki acı aklımı yuttu ve önümdeki büfeye döndüm bir büyük bira istedim soluksuz içtim sanırım hınçla..
Aç karnına olunca bir anda darmadağın etti beni..
Yokuşa yürüdüğümde sallanmaktaydım sanırım..
Ancak karşıdan elinde o uzun dal parçası ile gelen Derbentli Deli Hasan Baba’yı gördüm!
Bu hâlimi görmesin diye kaçmak için nere dönsem o tarafa hızla yönelince, Lisenin duavarına dayandım ve:
“Gel Baba! Sen de gel!” dedim.
Mosmor bir suratla: “Bu ne hâl FİRAR!” dedi.
Ben de: “İnsanlar benden ne istemekte?” derken gözlerimden ateş dökülmeye başladı.
İşte o zaman elindeki sopayı iki eliyle kavrayıp var gücüyle karnıma saplamaya başladı ve:
“ALLAH’ın verdiğini alacak yok! ALLAH’ın aldığını verecek de yok! BİZ buna İMAN diyoruz köpek!..” diye sopayı karnıma sokmak istedikçe ellerimle yakaladım ve avuç içlerimin derileri sopada kaldı ve kanlar yerlere saçıldı!.
Kan-ter ve göz yaşlarım içinde etrafı bir alkol kokusu sardı..
Bıraktı vurmayı boynuma sarıldı bir müddet ağlayıp:
“İkindi okundu-geçti yürü KIYAMa!” dedi.

Koluma girip de yürüdüğümüzde içimde; makam-mevki, mal-mülk ve saire ile ilgili ne bir sevgi ne de bir İZ kalmadığını anladım ve ağlamaya devam ettim durdum yollarda..
Ve hamdolsun Beden, Nefs, Kalb ve Ruhum MUTlu olmuştu il kez!..
O gün kanı dökerek sıyrılan ve NEYe dönen içimde bir daha bir ŞEY barınamadı..
Yüce Sultan cc nun Rahman Nefesi Naz-Niyazda, yersiz-yurtsuz rüzgâr gibi inledi durdu ömrümce şükür!..
Ne durdu ne de durdurabildim!..

Lisedeyken Harb ve Sulh’u okumuştum ama unuttum gitti ve yıllar sildi konusunu bile..
Ancak son paragrafını silemedi.
Romanın kahramanı Levi idi.
“Levi, yemyeşil çayırların üzerine sırt üstü yattı ve uçsuz-bucaksız gök yüzünü ve bulutları seyretti. Sonra gözünden bir damla yaş kaydı: “İnanmak bu mu RABBım!” dedi.”

Belki de SEVmenin MUTluluk Olduğunu BİLemeyenler bendenizi DELİ sanacaklar ama Olsun!
DELİlik çok güzel olmasaydı Derbentli Deli Hasan Baba da Olmazdı!..

Muhammedi MUTlulukla, Özüme ait bir AYYAŞlık Masalımı anlattım…


****
***
**
*


ZEVK 3526

ÜzmE! Üzülme! SEV! SEVil!..

Çile ÇÖLümüz Çiçeği, Zâri Zâri ZÂRi SEVgi
SEVen-SEVilen-SEVgili, YARImızın YÂRi SEVgi
İKİliğin BİRlik BAĞı, BİZ im ÇÖLdeki İZ imiz
SEVmeyenler kıskanmasın, Kâinâtın KÂRi SEVgi!..


05.03.19 12:50
Cncmde..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mart Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

KADİR GECESİ
Tarih: 07.03.2009 Saat: 22:34 Gönderen: kulihvani

Resim

KADİR GECESİ

Şeyh Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (ks)

Çevirmenin Notu:

Sevgili okuyucular, Bawa (ks)’nin bu yazısı Ramazan Orucu adlı kitabın içinden Kadir gecesi ile ilgili olan bir bölümdür.
Kadir gecesinin ve orucun önem ve mânâlarına işaret etmektedir.
Bu yazı, Bawa Muhyiddin (ks)’in öğrencileri ile yaptığı ramazan sohbetlerinden bir alıntıdır. Bu sohbetler böyle her ramazan gecesi devam etmiş ve bunlar bu Ramazan Orucu kitabını meydana getirmiştir.
Halkımız için faydası olacağı umuduyla...

Selâm Sevgi ve Muhammedi Muhabbetle
Barbaros Sert
Orijinal Kitap İsmi: Fast of Ramadan : Ramazan Orucu
Çeviri tarihi : 20 Subat 2008


14. BÖLÜM

KADİR GECESİ

7 Ağustos 1980
Resûlullah (sav), 27 gün Hira dağında kaldı ve 27.günün sonunda bu bolüm, bu Leyletül Kadr denilen Nur indi.
Dış dünya bunu bugün kutlamaktadır fakat, hakikatte bunu her bireyin iç kalbi kutlamalıdır.
Tıpkı Resûlullah (sav)’in Nuru aldığı gibi, BİZ de sevinçle Kur’ânı iç kalblerimize almalıyız.

Sadece bu Nur iç kalblerimize girdiği zaman, ALLAH’ın sınırsız üç dünya servetini alabiliriz.
Bu serveti içimizde doğdurmalıyız. Bu iman-islam’dır. İslam saflıktır.
Bu Nur tamamlandığı zaman bu İslam’dır.


KADİR GECESİ

As selâmu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatühu külluhu.
ALLAH’ın tüm selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun!

Bütün hamd ve sena ALLAH’a dır.
Bizlere rahmet ve hayr ihsan etsin.
Hamd ve sena etmek hak sahibi olarak O’na, sadece O’na aittir.
O’nun bu namutenahi rahmeti ve kıyaslanamaz sevgisini hayr olarak bizlere bağışlasın ve böylece bize rahmet etsin. Âmin!
ALLAH’ın bütün selâm, bereket ve inayeti üzerinize olsun!
Ramazan ayında üzerine odaklanarak, niyetle, imanla,
ve güvenle, ALLAH’ın adı ile ve büyük bir istikrar ile oruç tutmuş bütün çoçuklara,
Bu ramazan orucunu iç kalblerinde tutmuş olanlara,
Onu vücudları ile ve iç kalbleri ile uygulamış olanlara,
Onu iç kalbleri ile ve niyetleriyle icra etmiş olanlara,
Oruc tutmuş olanlara,
Ve hastalık sebebiyle tutamamış olanlara,
ALLAH’ın niyetine göre hareket ettiklerinden dolayı kalbleri erimiş olanlara,
Ve şu iman sahiplerine,
ALLAH bu ramazan ayında O’nun üç âleminin servetini ihsan etsin.
Onlar yaşamlarında, canlarında ve âhirette ALLAH’ın rahmetine kavuşsunlar.
ALLAH üç âleminin servetini bize bağışlasın ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Bize hastalıksız bir hayat versin,
Elemsiz bir iç kalb versin,
Sıkıntısız ve sarsıntısız (endişesiz) huzurlu bir hayat versin,
İç sabır versin, şükür versin, tevekkül versin, ve teslimiyet versin.
Bize bu üstün bağışı, bu sabrı ihsan etsin ki bu sabır O’nun hükümranlık asa’sıdır.
Bize onun güzel niteliklerini versin ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

İç kalblerimize huzur ve itidal versin ve bu dünya da ve âhirette huzurlu sükun bir yaşam versin ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Hayatlarımızı uzatsın, yasadığımız günleri saflaştırsın, iç kalblerimizi nur saçan kalbler yapsın,
ve imanımızı güçlendirsin, ve bize ALLAHU TE ‘ALA ya ruh RUH’a ibadet etmemiz için kararlılık versin
ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Ya ALLAH.
Rabbül Âlemin!
İç kalblerimize, yüzlerimize, vücutlarımıza ve niyetlerimize irfan ve nur bağışlasın.
Yüzlerimize, kalblerimize ve vücutlarımıza göz kamaştırıcı güzellik ve nurunu tecelli ettirsin ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin.

Saflık içinde yaşayalım, saflık içinde kalalım, ve dünyadan saflık içinde ayrılalım diye bize O’nun kerim rahmetini versin.
Bu dünya da nur olarak yaşayalım, nur olarak geri dönelim, ve ALLAH’ın kürsüsünde ve rahmetinde nur olarak kaybolalım diye bize O’nun kerim rahmetini versin.

Benim değerli, gözlerimin mücevher nurları,
Bu dünyada gördüğümüz cehennemleri öldükten sonra görmeyelim diye ALLAH bize rahmetini ihsan etsin.
ALLAH bize, cehennemi huzurlu bir şekilde arkada bırakmamız ve cennette yaşamamız için, bu dünyada metanet ve saflık versin.
Âmin!.

ALLAH’in cömert rahmetinde daima mutluluk ve sükunete erişelim.
O’nu burada görenler için,
O’nu, O’nun peygamberlerini, O’nun kâmil varlıklarını, ve O’nun Resûlunü (sav) görenler için,

İç kalblerinde onları görenler için,
Onları iç kalblerinde farkedenler için,
Ve iç kalblerinde onlarla konuşmuş olanlar için,
Denilir ki ALLAH, Tek Olan ki O El-Melik (yöneten) ve yaşamı devam ettiren,
Cehennemi onlardan uzak tutacaktır.
ALLAH bu dünya da ve âhirette cehennemi bizden uzak tutsun ve böyle bize rahmet etsin.
Âmin!.

Bize O’nun servetini, yüce niteliklerini, iç sabrını, şefkatini, sabır ve O’nun hayrının (şefkat ve sevgisinin) niteliklerini ve fiillerini versin ve böyle rahmet etsin.
Âmin!. Âmin!.

Ey Âlemlerin Rabbi,
Allah’in bütün selâm, bereketi ve ihsanları üzerinize olsun.
Elhamdulillah.


Bismillâhir-Rahmanir-Rahim

Benim değerli, gözlerimin mücevher ışıkları, şimdi niyet etmiş olduğunuz orucun amaçları hakkında konuşacağız.
Allah kendisi gelmeli ve O’nun rahmetini konuşmalı.
Tıpkı ALLAH’ın kendisinin Resûl (sav)’e gelip konuştuğu gibi, sorulara cevap vermek için, gelmek zorunda ve açıklamalar temin etmek zorunda olacaktır.
ALLAH’ın sözlerini ALLAH’ın kendisi konuşmalıdır.
Bu Ramazan ayında, bu orucun yirmi yedinci gecesinde, ALLAH, Leyletül Kadr olarak bilinen Kur’ân-ı Resûl (sav)’e gönderdi.
Şimdi, bu rahmet hakkında ALLAH kendisi konuşmalıdır.
Hepimiz ellerimizi uzatalım, bu rahmeti alalım ve anlayalım. Âmin!. Âmin!.

İlk önce biraz Âmin’e’ye bir çocuk olarak gelen Muhammed Mustafa Resûl (sav)’den konusacağız.
Onun hikayesinin bir kısmına ve onun Âmin’e (ra) ve Abdullah’ın oğlu olarak dünyaya nasıl gönderildiğine değineceğiz.

Mekke sehrinde, Âmin’e (ra) ve Abdullah fakir ve çocuksuz olarak birlikte yaşıyorlardı. Âmin’e (ra) bu halde iken ALLAHU TE’ALA hakkında üç rüya gördü.
Bu rüyalarda ALLAH ona, “Âmin’e, bir çocuk sahibi olacaksın.
Bu çocuk üç âlemin serveti olacak.
O’nun eline üç âlemi açan anahtarları yerleştirdim.
Ben bu çocuğu ruhlar âlemindeki (evvel), âhiretteki ve bu dünya daki bütün peygamberlerden daha büyük bir NUR olarak yarattım.
Ben bunu başlangıç ve son için bir NUR olarak yarattım.
Bu Nur’u saf ruhlar (ervah) âleminde tutarak, bütün diğer nurları ve ruhları cağırdım ve onlara:
“Herkes bu NUR’a baksın! Bu NUR’u kim kabul edecek?” dedim.

Dağlar, okyanuslar, ve kıyılara bu soru sorulduğunda, Nur bütün diğer nurları yuttu, ve her biri cevap Verdi:
“Ya ALLAH, bu Nur bütün nurlarımızı yuttu. Biz bu Nur’u bizde tutamayız. O bizi yutar”
ALLAH bütün nurlara, peygamberlere, ve kâmil olanlara bir kez daha sordu, fakat bu asl olan (kendine özgü, esas olan), nur saçan, İlahî NUR bütün diğer palak nurların hepsini tesirsiz hale getirdi (onlara baskın çıktı).
ALLAH soruyu bir kez daha sorduğu zaman, toprak çıkarak:
“Ya ALLAH, bu NUR’u ben kabul edeceğim” dedi.
Sonra ALLAH, Tek olan ki O yönetir ve yaşamı devam ettirir, dedi ki:
”Ey toprak, bu NUR Ben’den çıktı (garb etti), Ben onu Benim iç kalbimden çıkardım.
O benim iç kalbimden doğdu, ortaya çıktı, ve BANA “Bismillâhir-Rahmanir-Rahim “ diyerek secde etti.
O bu ismi ve bu rahmeti söyledi.
Bu Nur diğerlerinin kavrayamadığı şeyleri anlayacak.
Simdi Kabul ettiğin Nur bu dur.”

“Ey toprak, bu Nur mükemmel şekilde saf!
Ve sen bu Nur’u Kabul edeceğim dediğinden dolayı, sana onu bir emanet olarak veriyorum.
Bu emanet olarak verilmiş olan bu saf Nur’u, Bana daha sonra geri döndürmek zorunda olacaksın.
Ben bu Nur’u senden yaratılmış olan her hayata emanet edeceğim, ve sen hem anne hem baba olmak zorunda olacaksın.
Sana Âdem ismini vereceğim.
Senden, senin toprağını ve senin nurunu–topraktaki özü alacağım ve Âdem ve Havva’yı yaratacağım.
Onların alınlarına senin Kabul ettiğin Nur’u basacağım (mühr gibi basmak).
Onların alınlarındaki bu Nur, Nuru Muhammedi olacaktır.
Beni gören rahmet bu dur.
Ben onu alnın merkezindeki marifet gözüne (kursi) yerleştireceğim.
Bu kursi ile, onlar arşı, kursiyi, İlahî kalemi, cenneti ve bozulmamiş korunmuş levhayı (el-levhü’l- mahfuz) anlayabilecekler.

“Bu Nur ile 18000 âlemi, bütün cehennemleri, ve yedi cenneti anlayabilirsin.
Bu toprağın Nuru ve ziyneti olacaktır.
Senden yaratılan her insanın alnına yerleştirdiğim bu Nur olacaktır.
Bu Nur’un güzelliği insanda ALLAH’ın güzelliği olacaktır.

Bu Nur irfan olarak, iç sabır olarak, şükür olarak, rahmet olarak ve üç dünyanın (âlemin) serveti olarak orada olacaktır.
Bu Nuru sen alacaksın; sen bunu kabul ederdim dedin.
Bununla birlikte, eğer en sonunda, bu emanet edilen hazineyi
Bana mutlak saflığı ile geri döndüremezsen, kendi yıkıntına sebep olmuş olacaksın.
Ey Âdem, onu sana veriyorum şimdi.”

Bu Nur’dan doğru, ALLAH toprağa, ateşe, suya ve havaya kelimeyi (Lâ ilâhe İllâ Allah) teyid ettirdi.
Ve bunu yaptıktan sonra, Âdem (as)’ı topraktan yarattı ve bu Nur’u onun alnına bastı.
Bu kursidir, alınlarımızdaki marifet gözüdür ki o iç kalbi, yüzü ve alnı nur saçan bir halde tutar.
ALLAH Âdem (as)’ı ve Nur’u yarattıktan sonra, bizi, insanlık ailesini yarattı.
O aileyi genişletti, ve aile çoğaldığı sırada, Âmin’e (ra)’nın Muhammed (sav)’e (Bu Nur) son suretinde (şeklinde) doğum yapmasına karar Verdi.
ALLAH, Âdem (as)’ın çocukları için, son peygamber olarak Muhammed (as) ile birlikte 124000 peygamber yarattı.
ALLAH Muhammed (sav)’ı O’nun kurallarına (ilkeler, hükümler v.b.) şahit tuttu.
Sonra O Âmin’e (ra)’ye bu kuralları gösterdi ve dedi ki:
“Âmin’e, sana bu çocuğu benim esas öz Nurumu, son olan olarak veriyorum.
O üç dünyanın serveti olacaktır.
Bu çocuğun ellerine, ruhlar âlemini, bu dünyayı ve âhiretin kilitlerini acabilecek olan anahtarı yerleştiriyorum.
Bu çocuk doğduğu zaman, ona Muhammed olarak isim verin!”
ALLAH’ın söyledigi şey buydu.

Âmin’e (ra) aynı rüyayı üç kez gördü ve Abdullah’a gördüğü bu şeyden bahsetti.
Sonra bir gün ‘Abdullah Âmin’e (ra) ile birlikte iken, çocuk bir Nur olarak vardı ve Âmin’e’nin (ra) karnına girdi.
Dört ay sonra Abdullah iş seyahati üzerine uzakta iken vefat etti .
Göksel varlıklar, melekler, ve Arş melekleri Âmin’e’nin (ra) çocuğunun yetim olduğunu bildirdiler.
“Bir fakir olarak ve bir babasız olarak doğacak dediler.”
Fakat, Tek olan, yöneten ve yaşamı devam ettiren ALLAH’ın sesi işitildi:
“Muhammed bir yetim değildir.
O üç dünyanın servetine sahip bir çocuk olacaktır.
O hepinize lider olacaktır, azimli imana bir Nur, saflık ve mükemmel saflık (din) nuruna bir tamamlayıcı olacak ve Âdemin çocuklarına bir lider olacaktır.
Âdem’in bütün çocukları Muhammed’in takipcileri olacaktır.
Ben Muhammed’e böyle bir servet verdim.O bir yetim değildir.”

ALLAH’ın sesine göre, dokuz ay geçti, onuncu ay vardı, ve Âmin’e (ra) çocuğu doğurmaya başladı.
Sonra ALLAH, Tek olan ki O yönetir ve yaşamı devam ettirir, rezone etti:
“Âmin’e (ra), bu gün bir çocuk doğuracaksın.
Bu çocuk üç âlemin servetini ellerine almış birisi olacak.”
Âmin’e bunu işitir işitmez, Muhammed olarak bilinen Nur doğdu.

Mukemmel saflığın beyaz ipeği ile giydirilmiş (örtülmüş) olarak doğdu.
Çocuk doğumu ile ilişik bir kan yoktu, ve bir dişi tarafından doğurulduğuna dair bir kanıt yoktu.
O kan bağları olmaksızın, saflık ve ipek elbisesi ile giydirilmiş bir şekilde doğdu.
Cennetsel huriler, göksel elçiler, ve melekler çocuğu doğurtmak için vardılar.
Doğum anında Âmin’e (ra) bilinçsiz hale getirildi, ve çocuk yere dokunmadan evvel (diğer) eller tarafından taşındı.
Çocuk, bir çocuk doğumuna dair bir işaret olmayan bir doğum ortasında belirdi, ve derhal cennete götürüldü.
Sekizinci cennet süslendi (donatıldı), ve yedi cehennem kitlendi.
Cennetsel huriler ve melekler çocuğu taşıdılar ve ona yedi cenneti gezdirdiler (gösterdiler). Bebeği cennetin güzel irfan suyu ile yıkadılar.
Cennetsel huriler “Din, din” diye bagırdılar ve melekler ve arş melekleri dualar okudular. Peygamberler ve kâmil varlıklar orada selâm ve salavat getirerek duruyorlardı.

Çocuk enfes (çok güzel, mükemmel) bir ipek urba içinde sekiz cennet etrafında gezdirildi. Başına Dersu’l- Enbiyâ olarak bilinen taç yerleştirildi ve:
“Sen cennetteki bütün peygamberlerin aslısın,
Sen Nuru Muhammed olarak bilinen Nur olacaksın.
Sen dünyaya gidecek ve Benim kurallarımı açığa çıkaracaksın (risal edeceksin).
Son peygamber olarak sana, diğer peygamberlere vermiş olduğumun hepsini ihsan edeceğim.
Herkesi bir baba ve anneye getir (bir anne ve babalı bir aile yap).
Onların Beni farketmelerini sağla.
Sana bir amaç, bir iman, ve İman-İslam [1] olarak bilinen bir kelime vereceğim.

[1] İman-İslam: Saf kalb halidir ki, bütün şerri kesip uzaklaştırarak, iman denilen cesur kararlılığı uzerine alıp, Allah’ın parıltısında parlar. Allah’ın parıltısı (ihtişamı) insanların kalbinde bütünlük (mükemmellik) olarak görüldüğünde, buna iman-islam denilir.

Bütün yaşamların bu kelimeyle huzur bulmasını sağla.
Bütün ikiliğe son ver, ve birlik meydana getir.
Allah’ın Bir oluşunun kesinlik kazanmasını sağla.
İnsanlara Benim tek İlah olduğumu ve Âdem’ın çocuklarınınn hepsinin bir tek aile olduğunu kanıtla.
Herkesi saf ve pırıl pırıl yap.
Sana verdiğim “kelime” Nur’un birisidir.
Eğer kelime insanın iç kalbine yerleştirilirse, o daima mükemmel bir nur olacaktır.
Sana kelime olan Nur’u veriyorum, her bir kalbi bu Nur ile doldur.
Kelime’nin saf Nur’u Ben’den başlangıç etti (orijin noktası Benim) ve senden doğru zuhur etti.
Yâ Muhammed, sen Bana “BismillâhirRahmânirRahîm” diyerek, Benim yaratıcı, koruyucu, ve yaşamı devam ettirici olduğumu teyid ederek secde ettin.
Bu yüzden, bu tamamlayıcılığı herkese sen vermelisin.
Sen Bana Kendimi farkettirdiğin için, bütün iç kalblerde kal, onları nur ile doldur, ve onların Beni farketmelerini sağla.
Ben seni Nur olarak, Ahamad olarak onların kalblerine (Ahamlarına) yerleştiriyorum.
Fakat dünyada, Ben seni Âmin’e’nin çocuğu olarak yarattım.
Seni Muhammed olan Nur ile doldurdum.
Ben sana bu güzelliii gözlerde, alında, burunda, yanakta, dudaklarda ve ağızda verdim. Âdem’in çocuklarında bu, yüzün ziyneti (güzelliii) olacaktır.
Bu güzellik ve kalb ne zaman temiz olur, bu çocuklar Benimle o zaman BİZ-BİR olurlar. Onlar Benim çocuklarım olurlar.
Onlar Benim hükümranlığımın yöneticileri, prensler olurlar.
Bu çocuklara git, ve Benim hükmümün ve imanın onlarda doğmasını sağla.

Yâ Muhammed, onlara peygamberlere, kâmil varlıklara, meleklere, ve arş meleklerine inanmalarını söyle.
Onların Sorgu Günü’ne (kıyamet), Yargı Günü’ne ve ölüm gününe inanmalarını sağla.
Onlara yargı dağıtacak olanın Ben olduğumu göster.
Onların 6 hükmü açık şekilde anlamalarını sağla.
Hükümler, ve güneş, ay, yıldızlar, toprak, ateş, su, hava ve esir onların hepsine ait ortak bir servet olarak verilmiştir.
Onların bunu farketmelerini sağla.
Her iç kalbe bunu ilham et (bildir).
Ben bütün rahmetimi hepsine ait servet olarak verdim.

Her biri ortak serveti paylaşsın, bir aile olarak yaşasın, aynı tabaktan yesin, birlikte yaşasın ve bir olarak birleşsin (birlik olsun).
Padişah ve dilenci, zengin ve fakir arasında farklilik olmadan, onların birlikte bir aile olarak yaşamaları ve Bana ibadet etmeleri için onlara yardım et.
İyi ve kötü zamanlarda birlikte yaşamalarını sağla.
Eğer birisi aç ise, bırak bir diğeri bu açlığı gidersin.
Eğer birisi zorlukta ise, bırak diğeri ona yardım için gelsin.
Eğer birisi elemli ise, bırak diğeri rahatlık sunsun.
Eğer birisi çalkantıda ise, bırak dğeri onu kalb kalbe kuçaklasın ve sakinleştirsin.
Ölümde, doğumda, acıda, iyi zamanlarda, ve kötü zamanlarda, bırak diğerleri kucaklasın, yardım etsin, ve rahatlık sunsun.
Ümmetine bunu söyle.
Onlara bu kelime’yi bildir ve saf bir iç kalb geliştirmelerini sağla.
Bu amaçla, sana kelime’yi, mükemmel saflığı veriyorum.

Bu hali yerleştir. Onlara ALLAH’ın tek servet olduğunu kanıtla.
Onlara de ki Ben rahmetimi, Benim sınırsız rahmetimi, ağaçlara, çalılara, çimenlere, suya, havaya, güneşe, ve aya yerleştirdim. Her şeyi rahmetimle doldurdum.
Ümmetinin anlamasını ve kendileri ondan pay alırken bu rahmeti diğerleriyle de paylaşmasını söyle.
Ben bu ortak serveti bütün yaşamlara eşit bir şekilde dağıttım.
Bu ortak servet birisinin kişisel mülkü olmamalı.
Hiç kimse onu mülk edinmemeli yahut hiç kimse onun kendilerinin olduğunu iddia ederek onu yönetim altına almamalı.
Eğer onlar bunu yaparlarsa ve bir diğer hayatı ikindi de(Asr’da) [2] incitirlerse, onlardan akşam (Magrib) namazından önce bir birlerini birlik içinde kuçaklamalarını ve bir birlerine selâm vermelerini iste.
Söyle onlara, saflık yolunda (dinu’l- islam) kıskançlık ve hainlik olmamalıdır.
Hatta mükemmel saflıkta bir zerre dahi kusur olmamalıdır.
Onlari buna ikna et!
[2] Asr: İkindi namazı vakti. Aynı zamanda insandaki beş devrin üçüncüsüdür.

Ben peygamberlere, insanın bir adımdan sonrakıne ilerlemesine yardım edebilsinler diye, böyle talimat ettim.
Âdem’in zamanından beri Ben 124000 peygambere adım adım açıklamalar vererek öğrettim. Yâ Muhammed,şimdi sana onların bütününe verilen öğretileri her bir hikayeyi onun tam suretinde veriyorum.
Ben Hikayemi sana yerleştiriyorum, ve Ben bunun yanında sana senin hikayeni veriyorum ki o Bende idi .
Git ve bu hikayeleri bildir!”

ALLAH Muhammed (sav)’e daha bir çok acıklamalar verdi.
Onlar hakkında detaylı bir şekilde konuşamayız şimdi.
Sadece belirli noktaları ortaya koyacağım.
(Muhammed SAV’in doğumuna geri dönüyoruz)

Sonra cennetsel huriler, gözlerini çabucak açtığında Âmin’e (ra)’nın onunde durdular ve bebeği ona verdiler.
Âmin’e haykırdı, “Ey ALLAH’ın serveti, rahmetim, rahmetül-âlemin!, ALLAH tarafından verilen servet, bana üç âlemin serveti olarak gelen hazine, sen bu dünya için ve ruh-âlemi için eksiksiz (tam) bir servet olacaksın.
ALLAH bana bütün yaşamlara şefkat ihsan edecek bir hazine verdi.
“Âmin’e (ra) bebeği kollarına aldı, onu göğsüne bastırdı ve “Gel, benim gözlerimin değerli mücevher nuru” diyerek onu öptü.
Bebeği öptü ve onu dizine koydu.
Cennetsel huriler iki ellerinide dua için açtılar, saygı içinde eğildiler, ve çocuğu öptüler.
Melekler, arş melekleri, ve İlahî âlemdeki peygamberler çocuğu öptüler. Kâmil varlıklar çocuğu Nuru öperek onu alnından öptüler.
Çocuğu öpmeleri üzerine, herkes bebeği Âmin’e’nin ellerine bıraktı ve kayboldu.
Âmin’e, Muhammed olarak bilinen Nuru büyüttü.
Fakir ve hiç bir mülk sahibi olmamalarına karşın, kalbleri fakirleşmiş (kuvvetten düşmüş) değildi.
Amcası Ebu Talib Muhammed (sav)’in bakımını üstlendi.
Bu eski günlerde, Resûlullah (sav) anne sütünden başka bir şey içmezdi.
Bu sırada, Kulay kasabası 12 yıldır çok şiddetli bir kıtlık geçirmekteydi, ve bir çok yoksul kadın şimdi Mekke’ye süt annelik yapmaya ve yaşamlarını böyle kazanmak için geldiler.
Bu kadınlardan birisi Halime idi.
Yoksulluk yüzünden iki çocuğunu geride bırakarak, bir bebeğe süt annelik yapmak ve ailesini desteklemek maksadıyla para kazanmak üzere Mekke’ye varmıştı.
Fakat Halime, onun bir göğsü daima kuru olduğundan dolayı sadece tek bir göğüsüyle emzirebildi.
Mekke’de süt anne olarak bir iş arayarak her tarafı gezdi, fakat diğer sağlıklı kadınlar iş bulurken o iş bulmakta başarısız olmuştu.
Sonunda, birisi Halime’ye Âmin’e (ra)’yi ziyaret etmesi icin fikir verdi.
Âmin’e (ra)’nin evinde, Ebu Talib ona sordu:
“Ne oluyor? Siz neden buradasınız? “.
Halime cevap Verdi:
“Biz Kulay kasabasından, 12 yıllık bir kıtlıktan kaçarak buraya geldik. Senelerdir yağmur yağmadı.
Bir çoğumuz buraya süt anne olarak para kazanmak için geldik, ve şimdi benim haricimde herkes iş sahibi oldu.
Bana burada bir çocuğun olduğu söylendi, ve bu yüzden geldim.”
Ebu Talib cevapladı:
“Erkek kardeşimin çocuğu burada. Erkek kardeşim vefat etti.
Onun eşi Âmin’e (ra)’nın bir çocuğu var. Fakirler, para ve mülke sahip değiller.
Sahip oldukları tekşey ALLAH. Onların durumları bu.
Dilersen, onlara sütünden suna bilirsin, fakat sana verebilecek paraları yoktur.”
Halime’de tedirginlik büyümeye başladı:
“ALLAH başka herkese (diğer süt anne olanlara) servet ve gösterişli evler verdi, fakat O beni bu fakir eve küçük bir çocuğu beslemem için yönlendirdi.
Ben ne yapmalıyım şimdi?” O bunu kocasıyla istişare etti:
“ALLAH’ın bizim için ne sakladığını bilmiyoruz.
Bizim için ne rahmet ayırdığını bilmiyoruz.
Hadi, en azından ayrılmadan evvel bir kez olsun çocuğa bakalım” diye kendi kendilerine düşündüler.
Ve böylece: “Çocuğu bize getir. Hadi en azından onu ayrılmadan evvel görelim ve kucaklıyalım!”

Ebu Talib, Âmin’e (ra)’ye gitti ve ona bir süt annenin çocuğu görmek üzere geldiğini bildirdi. Âmin’e (ra), Muhammed (sav)’i dışarı taşıdığı sırada Nur, Halime’nin yüzüne parladı, onu 35 yaşında birinden 15 yaşındaki biri haline dönüştürerek, yüzü gençlik açtı.
Çocuğa derin bir duygu ile uzanarak:
“Bu çok muhteşem,” dedi, bebeği kucakladı ve onu göğsüne bastırdı.
Derhal 16 yaşında bir genç kıza dönüştürüldü.
Vücudu sağlamlaştı, kuru göğsü doldu, ve her iki göğsündende süt akmaya başladı.
Halime kocasına dedi ki:
“Vücudum değişti. Göğsüm artık kuru değil.” Bebeği beslemek için yaklaştırdı.

Muhammed (sav), onun iki çocuğunun emdiği göğüsten içmedi, fakat daha evvel kuru olmuş olan göğse doğru kımıldadı.
ALLAH’ın sesi işitildi:
“Yâ Muhammed, seni yarattığım zaman, Halime’yi zaten yaratmıştım.
Onun göğsünü kuru ve tükrük değmemiş olarak muhafaza ettim.
Onu şimdi senin için serbest bıraktım. Bu sütü içebilirsin.”
Sonra Muhammed (sav) ağını onun göğsne yerleştirdi, ve onun mükemmel tamamlılığından dolayı, Halime’nin iç kalbi neşe ile titredi. Üc âlemin servetini aldığını biliyordu.
İç kalbi bu ilmin bütünlüğüne sahipti.
Âmin’e (ra)’e doğru eğildiği sırada:
“Başka bir servet istemem, Ben üç âlemin servetini kabul ettim,” diyerek bunu belirtti ve uzun bir süre için çocuğu beslemeye devam etti.
Bir süre sonra Âmin’e (ra)’ye:
“Biz rahmet teslim aldık, ALLAH bize bunu verdi.
Fakat komuş kasabada bakmam gereken iki çocuğum daha var.
Bu çocuğun artık süte ihtiyacı kalmayacağı zamana kadar benimle kalmasına izin ver.
Onu memleketime götüreyim, yetiştireyim ve sana geri getireyim.”

Âmin’e (ra) cevap Verdi:
“Eğer ALLAH’ın niyeti bu ise, çocuğu kesinlikle alabilirsin.”
Muhammed (sav) gülümsedi, ve Âmin’e (ra) “Bırak onu bir kez daha tutayım ve sonra onu götürebilirsiniz.” Dedi.
Çocuk Âmin’e’nin (ra) yüzüne baktı ve gülümsedi.
Âmin’e (ra) ve Ebu Talib çocuğu öptüler, ve bebek bütün üç âlemden doğru yayılmış gibi görünen öyle bir güzellikle tekrar gülümsedi.
Mavi bulutlar, o gülümsediği sırada gözlerinin içine düstü, dudakları mercanlar gibi gül pembesine döndü, ve ağzı inciler gibi parladı.
Âmin’e (ra) çocuğu sevinçle kucakladı ve “Elhamdulillah.
Bu gizemi (SIRRI) sadece ALLAH bilir.
Bu çocuğu veren ALLAH onu koruyacaktır da” diyerek onu Halime’ye uzattı .

Halime’yi Kulay’dan getiren deve, yaşlı, çökük, aç, zayıf ve bir deri bir kemik bir hayvandı. Halime bebeği devenin üzerine yerleştirip deveye tırmandığı sırada, Halime’nin kocası onun dizginlerini tutuyordu.
Aniden deve inanılmaz bir şekilde filizlendi, dolgun, çok genç ve güzel olarak serpildi. Harika bir görüntüydü.
Halime hayretle:
“Biz tam bir hazineyi teslim aldık! Deve değişti ve altı aylık seyahatimiz şimdi sadece bir ay sürecek !” dedi.
Halime’nin kocası devenin karnının altına, elbiseden bir hamak bağladı ve onun içine tırmandı, Halime ve Muhammed (sav) üstte sürüyorlardı; ve deve üçünü birden taşıyarak seyahate başladı.

Yolculuğa başladıktan on beş gün sonra, deve Abdullah (ra)’in vefat ettiği yere geldiğinde durdu. ALLAH’ın sesi işitildi:
“Yâ Muhammed, baban burada gömülü.”
Çocuk maksatlı bir şekilde bu yere baktı, gülümsedi, tekrar baktı, kıkırdadı ve bir kez daha baktı.
Deve gözlerini defin yerine dikmiş olarak, dimdik yirmi dakika kadar orada durdu.
Sonra, bir ayağını kaldırdı ve ileri doğru hareket etti.

Yolculuğa devam ettikleri sırara, kuraklıktan kurumuş ve kavrulmuş her iki yandaki ağaçlar, zeytin ağaçları, hurma ağaçları ve diğer meyve ağaçları filiz vermeye ve açılmaya, meyve verip olgunlaşmaya başladılar.
Ağaçlar az sonra sulu meyvelerle yüklü hale geldiler.
Bu ne muhteşemdi! Her iki toprak settede çıplak olan ağaçlarda meyve belirdi.
Halime ve kocası hayret etmişlerdi.
Meyveler yendiklerinde yetmiş çeşit lezzet vermekteydiler.
Bütün etrafta harika olaylar oluyordu.
Onlar Kulay kasabasına ulaşır ulaşmaz, yağmur yağmaya başladı.
Kulay’dakı ağaçlar mucizevi şekilde meyve vermeye başladılar.
Kıtlık sona ermişti!..

Para ve servet getiren bu çocuğu herkes görmeye geldi.
İnsanlar sur halinde görmeye gelip, öptükleri, ve çocuğu kuçakladıklarında para dökülüyordu.
Hasta olanlar çocuğu kucakladığında hastalıkları iyilesiyordu.
Topal olanlar çocuğu taşıdıkları ve kucaklardıklarında, derhal yürüyebiliyorlardı.
Körler geldiğinde, tekrar görüş kazanıyorlardı.
Dilsizler vardıklarında konuşmaya başlıyorlardı.
Koku alamayanlar, koklama duyularını yeniden kazanıyorlardı.
Sağır olanlar geldiklerinde işitme yeteneklerini yeniden kazanıyorlardı.
Kolları ve bacakları sakat olanlar vardıklarında iyileştiler.
Kulay kasabasında bir çok mucizeler oldu.
Kral kendi kendisine düşündü:
“Halime geriye bir çocuk getirdi, ve onun hesabına biz kırallığımızı yitirebiliriz.
Bu çocuk krallığımızı elimizden alabilir.
Bu çocuk tedavi edilemez hastalıkları tedavi ediyor.
Her çesit hastalık, astım, kanser, karmık hastalıklar, ve cüzzam iyileşti.
Çocuk güler gülmez hastalıklar iyileştiriliyor.
Çocuk taşınır taşınmaz, vücutlar değişiyor.”
Kral ve vezirleri çocuğu kendileri görmeye karar verdiler.
Çocuğu taşıdılar ve ani şekilde gençlik doldular, vücutları değişmeye başladı.

Kral düşündü: “Bu çocuk benim krallığımı ele geçirecek. Onu alıp götürmem lazım.” Halime’ye sordu: “Çocuğu bize verirmisin ? Çocuğu krallığımızda, sarayımızda yetiştirelim. Ona bir çok servet veririz.”
Fakat Halime cevapladı: “Ben bu çocuğu üç âlemin serveti olarak kabul ettim. Onu vermeyeceğim.”
Kral, Halime’ye çocuğun ağırlığı kadar altın sundu fakat o red etti.
Bir kez daha kral tatlı dille ikna etmeye çalıştı: “Sana çocuğun ağırlığı kadar mücevher taşları verelim.”
Fakat onun teklifi geri çevrildi.
Bir yıl boyunca, kral her çesit hile ve kurnazlığı ile çocuğu yakalamak yahut incitmek için çaba gösterdi, fakat başarısızdı.

Bu sırada, kıtlık artık son bulmuştu, fakat Halime’nin kalbindeki korku büyümüştü.
“Kral çocuğuma ne yapacak? Ya Muhammed, Ben sensiz yaşayamam.” diye endişelendi.
Bu sırada, Halime halen Muhammed (sav)’i sağ gösünden ve kendi çocuklarını ise sol göğsünden besliyordu.
Onun sütü bol olarak akıyordu.
Yıl sonu geldi, ve çocuk onun özlemini çeken Âmin’e (ra)’ye geri döndurülmek zorundaydı.
Fakat Halime, Kulay Kralının yapabileceği şeylerden korktuğundan dolayı seyahate çıkmaya dair gönülsüzdü.
Şimdi konuşa bilen çocuk yumuşak bir şekilde konuştu:
“Allah varken, bana hiç bir şey olmaz. Anne, O’nun muhafazası var olduğu müddetçe, korkamanıza gerek yok.”
Halime soruşturdu: “Seyahatimize bizimle bir çok insan götürecekmiyiz? (Götürsek) Onlar bizi koruyabilirler.”
Çocuk cevap Verdi: “Hayır, Sadece ALLAH bizimle birlikte olacak.
Bırak sadece yanımıza ALLAH’ı alalım:
“Ve böylece Halime, onun kocası ve bir yaşındaki Muhammed (sav) yolculuğa çıktılar.

Kulay, Mekke ve Medine arasından seyahat ettikleri sırada, bir muz ağacı altında dinlendiler.
Halime deveden indi kucağındaki çocuğu emzirmek için ağacın altına oturdu.
Çocuğu emzirirken, gök yüzünü kara bulutlar sardı, ve geniş bir bulut düşerek birden Muhammed (sav)’ı kucakladı ve onu götürdü.

Halime’nin aklı başından gitti. Başını ve göğsünü yumruklamaya, “Ya Muhammed, nereye gittin?” diyerek bağırmaya başladı. Fakat yapabileceği bir şey yoktu. Kendi kendini dövdü, yerde yuvarlandı, ve feryad ederek “Ben şimdi Âmin’e’ye ne diyeceğim? Ya Allah, sen çocuğumu benden kopardın. Nereye gitti bu çocuk?”. Başını ve gögsünü döverek çığlık attı, ağladı, ve bağırdı.

Bu sırada o civarda dolaşan bir Arab soruşturdu:
“Ey karı koca, neden ağlıyorsunuz? Hatta deve bile ağlıyor! Ne oluyor?”
Halime cevap Verdi:
“Muhammed olarak bilinen çocuğum, Âmin’e’nin oğlu, bana Allah tarafından üç âlemin serveti olarak verildi.
Biz bu serveti aldığımız zaman, bütün yoksulluğumuz ve hastalığımız sona ermişti.
Biz çocuğu öz annesine geri döndürmek için yolumuzda idik, fakat ben çocuğu emzirmek üzere otururken kucağıma siyah bir bulut düştü.
Ben bulutu gördüm, ve tekrar göz kırptığımda çocuğumu göremedim.”
“Öyle mi “ diye sordu adam.
“Evet, çocuğu şimdi göremezsin. Fakat benimle gelin. Yol üzerinde ilerde büyük bir tapınak var. Tapınaktaki ilahtan rica ederseniz, çocuğu geri alırsınız. İlah size çocuğun nerede olduğunu söyleyecektir.”

Böylece tapınağa gittiler, ilah heykeline (puta) doğru yürüdüler, ve saygılı bir şekilde rica ettiler:
“Ey ilah, ben emzirirken bir bulut indi ve çocuğumu götürdü. Çocuğumun nereye gittiğini bilmiyorum. Lütfen bana çocuğumun nerede olduğunu söyle. Lütfen çocuğumu bana geri döndür.”
Put konuşmadı. Onlara eşlik eden adam: “Çocuğunun isminden bahset, onun ismini söyle” dedi.
Halime: “Muhammed, çocuğun ismi Muhammed” dedi.
Put derhal parçalara ayrıldı, kolları, başı, ve bacakları yere düşüp yuvarlandılar.
Onlara eşlik eden adam çok şaşırdı.
“Bu ne” diye nida etti.
“Bu, buyuk bir ilah, büyük bir tanrı ki o bize bağışlar yapar ve bize konuşur, fakat senin oğlunun ismini işittiğinde parçalara ayrıldı.
Eğer tanrının kendisi bu şekilde aşağı düşerse, senin oğlunun başına gelen tehlike de nedir ki? Ona hiç bir şey olmaz. Neden ağlıyorsun ki? Ağlamana gerek yok. Seyahatine devam et. Devam edin. Çocuğu ilerlediğiniz sırada bulacaksınız.”

Biraz ileride, çocuğu meyve bahcesinde ipek bir kilim üzerinde uzanıyor olarak buldular.
Beş başlı bir kobra yılanı, çocuğu güneşten muhafaza etmek için başını kabartmıştı, ve çocuk orada gülümser bir şekilde uzanıyordu.
Kasaba insanları hayretlerini ifade ederek: “Bizim meyve bahçemizdeki bu nur saçan çocukta kim ?” dediler.
Ağaçlar süratli bir şekilde çicek açıyor, muzlar, portakallar ve limonlar olarak meyve veriyordu.
Bütün kasaba insanları bu harika görünüme şahit olmak için meyve bahçesi etrafında toplandılar, fakat yılan kimsenin çocuğun yanına gelmesine izin vermedi.
Halime çocuğu görmek için ne zaman meyve bahcesine yaklaştı, o zaman Allah’ın sesi işiltildi:
“Halime, bu rahmet çocuğu, buraya getirilmek zorundaydı çünkü melekler ve cennet hurileri onu görmek istediler.
Çocuk buraya bu sebepten ötürü getirildi.
Muhammed’e hiç bir şey olmayacak.
Neden ağlıyorsun? Seni hiç bir şeyin rahatsız etmesine izin verme.
Kral’dan korktuğun için buraya geldin, fakat orada Muhammed’ı öldürecek hiç kimse yok. Allah onu koruyor.”

Halime çocuğa yaklaştığı sırada, o (çocuk) ellerini ve ayaklarını neşe ile sallayarak gülümsüyordu.
Yılan uzaklaştı, ve Halime çocuğunu aldı ve Mekke’ye doğru ilerledi.
Bebeği Âmin’e (ra)’ye teslim etti, ve anne neşe ile gülümsedi, ve çocuğunu öpüp kucakladı. Bebeği bir kaç gün kendisiyle muhafaza etti sonra çocuğu Halime’nin bakımına verdi.


Devam edecek inşâallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mart Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

NÛR-U HİLMİYYET
Tarih: 29.03.2009 Saat: 14:24 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


NÛR-U HİLMİYYET

Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem’in ezvâc-ı mutahharasından yani hanımlarından Ümmü Seleme radiyallahuanha varıdı.
Çok güzel bir kadındı, Vâlidemiz.
Bu sahabeden Zeyd bin Saadetü’l- Ensari’nin kölesi bir zât Ümmü Seleme’nin câriyelerinden bir kıznan evleniyorlar.
Bunlardan bir çocuk doğuyor.
Ebu Said İbni Ca’fer.
Hasanü’l- Basrî isminde.
O halde ezvac-ı mutaharadan Ümmü Seleme Vâlidemiz’in câriyesi bir kadınla.
Seyyid ibni Saadetü’l- Ensarî isminde sahabeden birinin kölesi evleniyor.
Bundan Hasanü’l- Basrî Hazretleri doğuyor...

Hasanü’l- Basrî 21 in hicri senesinde doğmuştur.
Ümmü Seleme radiyallahu anha vâlidemiz Hasanü’l- Basrî Hazretlerini emzirmiştir.
Rasûlu Sallallahu Aleyhi Vessellem de Hasanü’l- Basrî’yi severdi.
Ara sıra kucağına otururmuş.
Kendi bardağından da su içirirmiş.
Ve Dua-yi Resûli almıştır tabi.
Bu muhterem zât, Basra’da seksen küsür yaşında vefat ettiği zaman o kadar kalabalıktı cemaati ki o gün hiçbir câmi de ikindi namazı kılanamamıştır.
Bu zât yetmiş yıl gece gündüz abdestli gezmiştir.
Bu edebi yetmiş yıl terk etmemiştir, Hasanü’l- Basrî Hazretleri.
İşte misaller...
Haftada bir defa da Basra’da vaaz edermiş, kürsiye çıkarmış.
Karşısındaki cemaat binlerce kişi içinde mânâdan anlayan gönül ehli oldukça şevke gelirmiş.
Mânâdan anlayan gönül ehli olmadı mı sükut edermiş hiç konuşmazmış.
Bir gün memleketin bütün büyükleri, beyleri vaaza gelmişler Basra’da dolmuş camii.
Hasanü’l- Basrî Hazretleri kürsiye çıkmış bir türlü konuşmamış.
Cemaatten biri: “Efendi Hazretleri buyursanıza demiş. Kabilenin beyleri geldiler. Hepsi sizi dinlemeye geldiler!” diyor.
Binlerce kişi var.
Hasanü’l- Basrî demiş ki: “Şurdaki direğin arkasındaki ihtiyar hanım geldi mi?” diye sormuş.
“Gelmedi!” demişler.
“Ders yapmayacağız demiş. Zira ben bir fil için hazırladığım lokmayı karıncanın ağzına nasıl sığdırabilirim!” demiş.
Kürsüden indiği gibi gitmiş Hasanü’l- Basrî Hazretleri.
Direğin arkasına her zaman vaaza gelen Hazreti Rabia Hazretleriymiş.
Hazreti Rabia imiş, Rabiatü’l- Adviye.
Onun için Allah konuşturmuyor.
İçinde bir kişi için söylüyor.
Onun için efendim vaaz doldu binlerce kişi varıdı.
Hayvan gibi oturmuşlar.
İçindeki belki üç tanesi kâfi.
Üç tanesinin kafasına sokup içindekini harekete geçirmek için yeter.

Hasanü’l- Basrî ’ye sormuşlar: “Müslümanlık nerededir?” demişler.
“Toprak altındadır!” demiş.
Yani Müslümanlığı insanın öldükten sonra belli olur demektir.
“Müslümanlığın şartı nedir?” diye sormuşlar Hasan ül Basri’ye.
“Şartı da kitap içindedir” demiş.
Şartı, kitabı elinden bırakmayacaksın.
“Dinin aslı nedir?” diye sormuşlar.
“Ben söyleyemem Hz. Rabia ya gidin sorun!” demiş.
Hz. Rabia’ya sormuşlar demişler ki: “Dinin aslı nedir”
“Haramdan ve şüpheli nesnelerden katiyyen sakınmaktır!” demiş Hz. Rabia.
Bazen vâizler böyle korkutucu lakırtılar söyler.
Cehennemin kapısını açar, sokar insanı içine böyle.
“Ulan vay anasına ne yapacağız!”
Bâzen de ooo çok güzel.
Hakikat kelâmlarıyla ben kaç senedir sizi çoktan beridir sarsıyorum, fakat hiç biriniz oralı değilsiniz ağalar!
Hiç biriniz oralı değilsiniz!
“Efendim korkutuyorsunuz bari!” diyeceksiniz.
Bu gün korkarsanız yarın emin olursunuz ağam!
Tedbir alırsınız, o zaman bana da dua edersiniz.
Allah’ın sayısız ni’metlerine, Azametine itiraz ediyorsunuz da bir zerreden ibaret olan bana niye itiraz etmiyorsunuz.
Allah’ın ni’metini, şunu, bunu falan yiyo yiyo yiyo herif.
Allah’a itiraz ediyor da.
Efendim felan vâiz şöyle söyledi gelip bana itiraz.
Ben bir zerreden ibaretim.
Sarsıyorum sizi ama hiç biriniz yerinde değilsiniz.
Bir gün bir zelzeleye binersiniz oğlum.
Aklınızı başınıza alın!

Kabir yarın gideceğimiz kabir!
Dünya menzilinin sonu.
Âhiret menzilinin başıdır.
Mutlaka yakında kabire gideceğiz oğlum!
Birbirimize şimdiden yardım edelim.
Günah işlediğin zaman Hakkın ni’metlerini kat’iyen yemeyin!
Ni’meti yemek, sonra ona âsi olmak insanlık sıfatı değildir. Köpeğe bile bir parça ekmek versen köpek senin kulun kölen olur.
Onun için kim ki “Allah!” der o ağıza hürmet eder insan.
İsterse yalandan desin.
Hasanü’l- Basrî bir gün sokakta gidiyormuş.
Bir sarhoş bir adam çamurlarda yatıyor.
Almış adamı, ağzını, gözünü mözünü yıkamış.
“Lan bu çıldırdı mı?” demişler Hasanü’l- Basrî’ye.
Temizlemiş ağzını..
“Sen kulumuzun ağzını temizledin Ya Basrî!” diye içine bir şey gelmiş.
“Ben de o kulun gönlümü temizledim!” demiş.
Sarhoş Velîyullah olmuş oğlum.
“Nasıl olur böyle?”
Bunlar nasıl haaa.
Demin ki Kur’ân-ı Kerimdeki âyet-i kerimedeki hilim var ya, hah!..
Herif o sonucu.
“Ulan bu adamcağızın yıkayım ağzını!” demiş.
İşte o yanında rahmet inmiş üstüne.
Hilmiyet Rahmeti, Allah’ın Rahmeti.
Onu deldiği geçtiği gibi herifinde gönlüne girmiş.
Herif Velîyullah olmuş.
Senin küçücük birşeyinen.
Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune (Haşr 21. Âyet)

Biz Kur’ânı dağa indirseydik dağ paramparça olurdu.
O hilmiyet Allah’tan geliyor.
Güneşten alıyorsun pertavsızla ziyayı, aksetti mi karşısındakini yakıyorsun.
O hilmiyetnen herife bir çullanmış yıkamış şiyi.
O hilmiyet yalınız ağzını temizlemiş.
Bi de gönlüne girmiş. Herif Velîyullah olmuş.
Çünkü Allah’ın herkesin göremeyeceği Celal Sıfatı tecellî eder orda.
“Ama efendim ben Allah’tan korkuyorum. Namazımı..”
Bu böyle Allah’tan korkmak değildir.
Kulun Allah korktuğunu, korktuğu Allah’ı bildiği kadardır.
İnsan ne kadar Allah’ın sıfatlarını bilirse o kadar korkmaya başlar.
Her kim halk görsün diye amel işlerse şirktir.
Her kim halk görmesin diye ameli terk ederse riyâdır.
Bunlar gizli kapaklı lakırtılardır.
Riyâ ve şirki terk etmek ihlastır.
Hz. Adviyenin sözü.
Yahu Hz. Fahr-i kainâtın eteğine yapışanı ateş yakmaz oğlum.
Eteğine yapıştı mı Rasûlullah’ın
“Ulan nerde eteği, hırka-yi şerif?”
Etek her tarafta, görünmez yakala!
Çok yemek, çok uyumak, çok zır zır etmek yani söylemek gönlü öldürür, insanın gönlünü öldürür.
Dertlerdeki belâlardaki hikmetlerin sırrına ererek sefâya varmak ve gülmekte hüner vardır.
“Öldü, gidiyor, kardeşim öldü, emri vaki’ oldu! Yaşlıydı!”
Öyle havyan gibi de durmak doğru değil.
Ağlayacaksın tabi, gözünden bir yaş gelecek.
Yaş, Cenâb-ı Allah’a yanaşmanın şiddetinden gelir.
Fakat kafanı yırtmayacaksın, mezarına kadar gideceksin.
Onun için dertler karşısında gülmek, cefâlara tahammül etmek ne demektir?
Allah’ın Es-Sabûr Esmasına bürünmek demektir.
Size bir hadis daha söyleyeyim mi?
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsanız,” Allahuekber!” diyip de huzura giremiyorsanız aziz cemaat!
“Efendim aklıma şu geliyor bu geliyor!”
Geliyorsa bunda haram lokmanın payının çok olduğunu katiyen unutmayın!
“Efendim ben çalışıyorum!”
Ekmeği alıyorsun ama teeeee topraktan un fabrikasından fırına gelip pişinceye kadar hangi edepsizlerin elinden geçti?
Kara Denizde balık tutulur.
Gelir buraya alırsın konserveyi paranı verirsin, helal paranı, balık zehirlidir güp diye ötekisi günü gidersin.
Hani paran şey idi?
Kıldığınız namazda huzur bulamıyorsanız bunda haram lokmanın payı çok olduğunu katiyen unutmayınız!
Hasanü’l- Basrî 60 yaşlarında iken, bir dört sene sonra bir gün huzursuzluk başlamış kendisinde.
“Allahuekber!” diyor namaza giriyor, bir sıkıntı...
Kalkıp yatıyorsun, yani yattı kalktı, çeteleye öyle yazılıyor: “Yattı kalktı!”
Bize de öyle yazılıyor. Yattı kalktı. Yattı Kalktı.
İkindi yi yattı kalktı. Akşamı yattı kalktı.
Yattı kalktı oğu yattı kalktı gidiyor.
Çeteleye yazılıyor işte…
“Ya Rabbi ben kıldım namazı tamam!”
Hesaplarsa bu tamam. İyi.
“Yattı kalktı!”
İki sene böyle devam ediyor.
Bütün yetmiş sene ömrü abdestli gezmiş adam.
Bakın tasavvur edin bu edebi bırakmamış.
Bir gece rüyâsında görüyor.
Kimi görüyor anlıyorsunuz.
“Ya Hasan diyor. Sen iki sene evvel. Bir yerden hurma satın aldın diyor bir okka. Sana verdiler diyor. Hurmacının önünden bir hurma yere düştü diyor. Hurmacı tarttığı hurmalar senindir diye o tek hurmayı da sana koydu!” diyor.
Bu şaka değil.
“Bir hurmayı koydu diyor. Meğer o hurma satıcınınmış diyor. Senin para verdiğin para hududuna dahil değil. O haramı yedin de huzursuzluk ordan geliyor!” demiş.
Koskoca kazanın içine bir damla siyanür atarsınız, bütün memleket ölür.
İşte o lokma.
Bunun üzerine, doğru gidiyor, o hurmacıyı arayıp buluyor.
Diyor ki: “ağa, ben senden iki sene evvel hurma alırken bir tek senin hurman bana geçmiş.” diyor.
“Bunu Allah aşkına helal et!” diyor.
Hurmacı bir nara atıyor: “Aman Ya Rabbi!” diyor.
“Bu ne biçim iş. Helal olsun!” diyor.
Fakat hurmacı da eriyor oğlum.
“Niye?”
Bir hurma için bir sene sonra gelip de benden helal diye: “Aman Allah rızası için helal et!” diyen adamın üstünden projöktör gibi şeyler, demin ki hilmiyet çıkıyor!
Ağız yıkamak hikayesi.
Bundan sonra o hurmacı da sâlih oluyor.
Ötekisi de namazında huzur bulmaya başlıyor.
Onun için kıldığınız namazda aziz cemaat, huzur bulamazsanız mideye inen helal lokma yok demektir.
Bir tane helal, bir tane haram.
Zâten şimdi helal lokma yemek, şuradan Çukurhisar’a kadar yer altından tünel açmaktan daha güçtür.
Aziz cemaat günah işle! Yine işle!
Kadınları yoldan çıkar!
Adam öldür! Yol kes!
Allah yine sana yanaşır.
Fakat, serin kanlılıkla Allah’tan uzak durup da varlığını ispata çalışana Allah katiyyen ulaşmaz.
Yap edepsizlik, fakat Allah’ı bırakma içinde.
“Efendim, Âhiret var mıdır? Allah var mıdır?” diye? Öyle olma.
Basarsın tövbeyi.
Sarılırsın Rasûlullah’ın şefaatina.
“Lev şefaatl ceddi Muhammedün fetefeyte binari cehennemi teffeti. Hüvel Habubüllezi türca şefaatühü bi külli evlin minel ahvâli muteyt”
Öyle bir şefaati vardır ki bütün yükleri şey eder.
Abdulkadir Geylani şöyle etmiş: “Lev şefaatü ceddi Muhammedün fetefeyte binari cehennemi teffeti.”
“Benim ceddim muhammedin şefaati olmasa, bende onun velîlerinden biriyim şöyle yapmamnan cehennemi söndürürdüm!” diyor.
Ya Rasûlullah ne yapmaz?
“Lev şefaatül ceddi Muhammedün fetefeyte binari cehennemi teffeti.”
Kaside-yi Hamriyesi vardır Abdulkadiri Geylanî’nin ondadır bu.
Münkirler, korkaklıklarını örtmeye çalışan hakiki korkaklardır.
Günah da, insanı Allah’tan tutan güvensizlik ve korkudur.
Allah’a güvendikten sonra edebine girersin.
Edebine girenden günah sadır olmaz.
Bugün hududsuz meçhûller karşısında inkar yoluna sapmak cidden cahilliktir ve cüretkarlıktır.
Namütenahi yıldızlar, astronotlar, bu kainatın bu kadar şeyliği karşısında: “Efendim şu budur!” demek cahillik ve cüretkarlıktan başka bir şey değildir.
Allah teleskopla veya laboratuar âletleriyle değil sırf iman nurunun aydınlığı altında kalb gözüyle seyredilir, görülür.
Teleskopla Allah bulunmaz.
Teleskopnan Allah’ın sıfatları, büyüklüğü, Azemeti, yaratıkları keşfedilir.
Gaybe inanan ruhunun derinliğinde yanan kudsî ateşi yakabilirse herkesin harukulâde nazarıyla baktığı hadiselerin altında velîlerin gösterdiği kerâmetlerin altında bir sebebler zinciri olduğunu anlar.
Büyük yangınlar ve infilaklar olur bilirsiniz.
Bir kıvılcım yapar bunu.
Koskoca barut mahzenine bir kıvılcım girdi mi orayı allak bullak eder, bir saniye de ve bir anda.
Lâkin onun tutuşturduğu saha, alev almaya hazırlanmıştır.
Barut olmasa orda kıvılcım bir şey yapmaz.
İşte sen kendini hazırlarsan mürşid bir kıvılcımdır.
Bir gün sana bir lakırtı söyler içinde bir infilak seni tutuşturur.
Ama sen kendini o tutuşturacak azayı hazırlamak lâzım.
Bunlar izah edilemez, işte bu kadar anlatılır.
“İzaha kalkmak, henüz görülmeyen bir rüyâyı tâbire kalkmak gibidir bunlar oğlum, anlatılmaz öyle.
Mutlak olarak gaybe inananın gönlünde-fikrinde bir çok hazine kapıları, bir çok teleskoplar, bir çok dürbünler husule gelir.
Gayb âleminin suları buradaki bellediğimiz sulara benzemez.
O zaman başka tarafı başka türlü görmeye çalışırsınız.
Onun için hikaye bildiğiniz gibi değildir.
Cenâb-ı Rasûlullah’ın bize giydirmeye, bütün beşeriyete giydirmeye çalıştığı atlas elbiseyi kirletmeyiniz oğlum!
Bu sözleri bir yerde bulamazsınız!

Cenâb-ı Allah rahmetinin azizliğine hepimizi eriştirsin!
Onun için secdeden başınızı eksik etmeyin!
Bak yarın, bir iki gün sonra bayram geliyor.
Bu seferki kurban bayramı da haaa bildiğin kurban bayramlarından değil.
Ne olmuş?
Cumaya tesadüf ediyor, cumaya tesadüf ediyor.
Haccü’l- Ekber.
“Haccü’l- Ekber ne?”
Büyük hac.
“Nee ötekiler küçük hac mı?”
Yoooo.
“Ne olur bu hac’da?”
Bunlar olur, dil yetmez ki söylensin.
Oğlum hac günü Cumaya tesadüf ederse Haccü’l- Ekber ismini alır.
O gün canı gönülden namazda Kâbe’ye teveccüh eden insan.
Nasıl ki Rasûlullah Salallahu Aleyhi Vessellem efendimizi rüyâsında gören sahabe olur.
Mantikî sahebe olur.
Hacı olursun hacı hacı!..
Bu sefer hacca gidenler zındıka hacı da olsa günahları affedilir.
İşte tesadüf ettiler oraya.
İçinizde hacılar var, Allah hacılığını devam ettirsin.
Bu kurban bayramının birinci günü akşamı bilhassa dönsün Kâbe’ye sabaha kadar.
Oraya Rahmet-i İlahiye iniyor, faşır faşır faşır iniyor!
Senin ruhuna da iner.
Gözünde hatırla Arafat’ı, hatırla Kâbe-i Muazzama’yı.
“Bu basit, basit iki üç taş parçası, ona kıymet verme!” deme!
Oralarda Cebrail âyet-i kerimeleri indirdi.
Rasûlullah o havadan nefes aldı.
Mübârek ayaklarını oraya bastı.
Dünyaya orada teşrif etti.
Bu Rasûlullah hürmetine.
Allah’ın Kâbe’si hürmetine.
Yoksa taşında toprağında değiliz biz.
Rasûlullah oralara bastığı için hürmet ediyoruz biz.
Onun için dönüyoruz oraya.

Onun için bayram yanaşıyor.
“Tövbe, Allahuekber! çekin.
Allah’ı tesbih edin!
Gece namazı kılın!
Çok değil iki dakikadır.
Gitte ondan sonra yat gene.
Abdestli gezin.
Bu günler mübarek günlerdir.
Elimizden tutup birbirimize maddî yardım yapamıyorsak bile hepimiz aynı tarafa dönersek.
Ruhen yine birbirimize yani: “Allah Ümmet-u Muhammedi doğru yoldan ayırmasın!” desen bile kâfidir.
Onun için dünya güneşin etrafında dönüyor, bir de kendi etrafında dönüyor.
Her an, her saniye dünya da Kâbe-i Muazzama’ya dönüp başını secdeye koyan muhakkak bir kul vardır.
Her an namaz kılınır.
Tasavvur edin ki biz de dünyaynan beraber dönüyoruz.
Bir yerde dursaydık başımızı secdeden kaldıramayacaktık.
Beş vakit namaza şükret oğlum.
Beşyüz vakit olaydı, yandık.
Sonra kaçırdığın zaman şeyde var.
Kaza da yap diyor.
Bu ne kolaylık. Allah cümlemizi islah etsin. Âmin!


Resim

Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ ehl-i beytihi Muhammed!
Subhaneke Yâ Allam!
Tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
Allahümme ente’l- Mennân!
Bediü’s- semavati ve’l-ardı zü’l- Celâli ve’l- İkram!
Yâ Hayy Yâ Kayyûm!
Yâ Allahu Celle Celâlihu!


Yâ İlahî!
Bize giyindirdiğin Muhammedi kumaşın kıymetini bize takdir eyle Yâ Rabbi!
Bizi azizliğine eriştir Yâ Rabbi!
Âhirete intikalimizde Resûl-i Kibriyânın yüzünü görmek, elinden öpmek nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Bütün ev halkımıza, bütün Ümmet-i Muhammedin midesine girecek lokmaları helâl tarafından nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü âfât-ı semavîyye, âfât-ı araziyye, âfat-ı belâiyyeden, zelzele, sel, su yangın âfetlerinden sen mahsun kıl Yâ Rabbi!
Ordumuzu icap ettiği zamanlarda Mansur u muzaffer eyle Yâ Rabbi!
Sıratı müstakimden bizi ayırma Yâ Rabbi!
Evimize helal lokma sok Yâ Rabbi!
Sıhhat, afiyet, dirilik ver Yâ Rabbi!
Kabre intikal ettiğimizde kabir meleklerinnen bize iltifat nasip eyle Yâ Rabbi!
Son nefeslerimizde buyurun Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enle muhammeden abduhu ve rasûluhu kelime-yi tayibesinnen ruhumuzu azraile vermek nasib-i müyesser Yâ Rabbi!
Lillahi’l- Fatiha!



KELİMELER:

Ezvâc: Çiftler. Zevceler. Nikâhlı karılar.
Mutahhara: (Müe.) Temizlenmiş. Kirleri giderilmiş.
Câriye: Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden. Güneş, şems. Gemi. Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet. Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.
Hilim: Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak. * Vakar. Sükûn.
Riyâ: Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket. (Bak: İhlâs)
Pertavsız: Büyüteç.
Vaki’: Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. * Geçmiş olan, geçen.


ÂYETLER:

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Resim---"Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.: Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mart Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

BEN ve AKIL
Tarih: 30.03.2009 Saat: 22:42 Gönderen: kulihvani

Resim

BEN ve AKIL

Halim KÖK

NEY’ e insanın kanışı, GÖLGE’ ler gelinlik giymiş.
Doğumu hatırlamayız, ölümse UYKU gibiymiş.
Her insan BİR SORU imiş ve cevap ta KENDİ’ siymiş,
İnsanın nesli ÂDEM’ den, ÂDEM’ in nesli VAR mıdır!…

İnsan AKLI’ nın “VARIM” demeye ilk adımı olan doğumuna ilişkin
hatırlayabildiği bir bilgisi yoktur. Kendi doğduktan sonra şahid olduğu
doğumlara dair bilgisi ile…
Kıyas yoluyla tahayyül eder kendi doğumunu...
Ölümü gerçek anlamda bilmesi için de ÖLMESİ GEREKLİDİR…
ki öldükten sonra,
SORMA-ARAMA-BİLME-BULMA vs… son bulmuştur ZÂT-en…
Bu iki HAD ve HADİSE arasındaki süreçtir BEN dediğim...

BEN; BEN derken neyi kastettiğimi bilmem… NEY’ i kastettiğim ise
bana bildirilir… Tüm insanlara bildirildiği gibi…
Çünkü O, KENDİ’ ni tanıtır önce Kitap ile Resul ile Nebi ile…

O insana bilmediğini öğretendir.

Öyleyse AKIL bir şey bilen değildir. Verilen bilgileri alandır.

Verilen bilgileri bilerek almayan tercihlerinden sorumludur.

Alamayan, almaktan ACİZ olan… yani AKIL sahibi olmayanın ise
sorumluluğu yoktur.

Çünkü O, kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemez.

VERİLEN BİLGİLERİ ALAN AKIL SAHİPLERİNE O; “DÜŞÜNMELERİNİ”, “AKIL ETMELERİNİ” SÖYLER

AKLI AKIL ile yenmek?

Doğrudur… Ancak biri bizim dediğimiz AKIL… diğeri ise
O’ ndan BİZ’ e aktarılan AKIL… ki buna NAKİL diyoruz… İki aklın farkını
belirginleştirebilmek için…

AKIL kendisini kendisi ile yenme kabiliyetine sahip olsaydı… O’ nun BİZ’ e
bir şey bildirmesine gerek kalmazdı diye düşünüyorum.

AKIL’ a işlerlik kazandıran her durumda VERİ’ dir.

“ŞU SORUMA CEVAP VEREBİLİR MİSİNİZ?” desem ve sussam… Denir ki;
Hangi SORU’ ya…

Hiç kimsenin AKLI’ nda olmayan bir soru sorsam… Herkes biraz izah ve
ipucu ister.

İPUCU denilen şey zaten… BİR UÇ’ tan diğer UCA yol alıştır.

İpucumuz doğumla ölümdür… Akıl HAYY-at İPİ’ nin BİR ucundan diğer
UCU na YOL alıştır… Her yaşanan da bir ip ucudur akıla ve akıl sorular
sormaya başlar kendisine gelen verilere bakarak… Nereden başladı ve
nasıl bir sona doğru gitmektedir.

Neden kendini bu YOLda bulmuştur. Bu tercihi ne zaman yapmıştır…

Düşünce deyin, tefekkür deyin, sorgulama, araştırma…

Nasıl ki bir ASLAN aç kalmamak için yatmak ve sürekli beklemek yerine…
Pusuya yatmak… bir ceylan beklemek ve yakalayıncaya kadar peşinden koşmak durumunda ise VAR’ lığını sürdürebilmek için…

AKIL da kendi rızkının peşinden koşmalıdır… AMA CEYLAN kendisinin değildir… Kendisine sunulandır…

Gözleri var ama görmezler… Kulakları var ama duymazlar… denilenlerden
değilse

AKIL görür ve anlar ki KÂİNAT’ ta kurulan bir SİSTEM VAR’ dır… ve bu
SİSTEM’ i KUR’ AN (insanın “BENİM” SANDIK’ ı) AKIL değildir…

Aklın dışında BİR OL’ uş VAR’ dır… Bunu AN’ layan AKIL İÇ’ i ile DIŞ’ ını
BİR’ leştirmeye çalışır…aksi takdirde münafıklık halini veya iç çatışma
halini yaşar…

İÇ ile DIŞ ta BİR İP UCU gibidir… Ve nice İP uçları BİR’ leşmeyi
beklemektedir…

İnsanların bedensel BİR’ leşmesi de İÇ’ teki ÖZ’ deki bu derin arzunun arayışıdır.

BİR’ leşmeye ihtiyaç duyan KENDİ gibi OL-AN’ a muhtaç olandır…
Kâinatta muhtaçlık içinde olmayan hiçbir ŞEY yoktur…

Öyleyse her ŞEY’ in muhtaç olduğu SAMED OL-AN BİR’ i VAR’ dır…

O da BİR’ leşmeyi, BİR’ leştirmeyi istemekte ve emretmektedir ZAT-en…
O gün mülk kimindir diye sorulur ve cevap veren yine SORAN’ ın KENDİ’ sidir…; KAHHAR OL-AN ALLAH…

Öyleyse; Göz nasıl kendini göremez ise AKIL için de aynı şey
söylenebilinir.

İnsanlar ARI’ lar gibi… ancak hepsi BAL yapmakla meşgul değil…
Ve hepsi AYN’ ı derecede ARI ve DURU da değil…
Tercihler yönelişler farklı farklı…

Bu da O’ nun takdiridir dedik zaten…

Şöyle bir şey düşünüyorum….

Cam bir kavanoza bir ARI’ yı kapatsak ve kovana bıraksak diğer arıların
içine…

Kavanozdaki ARI’ nın kendisini engelleyen KAVANOZ’ a dair bir bilgisi yok
ise diğerleriyle BİR’ likte olduğuna inanır… Her seferinde camın iç çeperine çarpmasının nedenlerini sorgulamaz ise öyle yaşar ömrünce…

Kendisini engelleyen KAVANOZ’ a dair bir bilgisi var ise… kısıtlılık halini
idrak eder.

Ancak;

Çok daha büyük bir kavanoz… örneğin dünya kadar veya kainat kadar bir
kavanoza tüm arıları kapatsak sanmam ki (O’ nun diledikleri ve seçtikleri
dışında) hiç biri kısıtlı olduğuna inansın da kurtulmak için gayret sarfetsin.
Çünkü bakar ki herkes kendisi gibidir… o zaman her şey olması gerektiği gibidir... Kendisi gibi olmayanlar ise azınlıktadır…

Zaten onlar ya mecnundur… ya delidir… ya şairdir… vs.

Kara Gözlüm… Efkarlanma GÜL gayrı…

İbibikler öter ötmez ordayım…

Mektubunda diyorsun ki; Gel gayrı…

SÜT’ ler kaymak tutar tutmaz ordayım…

SÜT’ lerimiz kaymak tutunca… Kaymağı sütten ayıran nedir…

Yoğurdun, peynirin vs. SÜT’ ten farkı nedir…

AKIL SÜT’ tür…

Yeter ki SÜT gibi beyaz… ARI gibi çalışkan… ARI-DURU ve ANA’ mızın AK

SÜT’ ü gibi HELÂL olsun…

Selam, sevgi ve muhabbetle

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Mart Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

AŞK !..
Tarih: 31.03.2009 Saat: 13:57 Gönderen: kulihvani

Resim

AŞK !..

Dost Emin

Aşk ateşi yaktı ise
En büyük zevk inan onda
Ne şundadır ne de bunda
En büyük zevk inan onda…


Bir gün bir ANda gelir girer içine AŞK, kalbine yerleşir çıkmamacasına ve ne olduğunu şaşırırsın,
söylemek ister yutkunursun…
Sen artık sen değilsindir, yeni sen ise önce ne olduğunu bilemez,
yaşadığı halini anlatmak ister, anlatmaya kelimeler kifâyet etmez!..
Bu hâl ne hâldir?
Her şey kaybolmuş BİR şey olmuştur,
Âşık MÂŞUK’unu bulmuştur, öyle bir zevk halidir ki inşaallah hiç bitmez!..

Aşka düşenler bilir, kalbi arşa yükselir, hem çok sever hem de sevildiğini bilir…
Akıl der ki; ne yaptın da böyle bir hale girdin, önceden hiç bilmediğin zevki bir ANda bildin?..
Düşünür bilemez, arar sebep bulamaz,
Bu hali çözemez, öylesine farklıdır ki duygularını ifâde edemez!..


Âşık oldum birdenbire Allah'a
Bu aşk bana nasıl geldi bilemem
Mâşukum da beni sevdi billaha
Bu aşk bana nasıl geldi bilemem

Düşündükçe Hakk’ı, titreyip durdum
Zikrederken O' nu, huzuru buldum
Her neyi gördüm ise âşıkı oldum
Bu aşk bana nasıl geldi bilemem

Arar iken O'nu içimde buldum
Nice güzellikler O'ndandır bildim
Âşıkı oldum da kendimden geçtim
Bu aşk bana nasıl geldi bilemem

Âşık olan der ki kȃinat aşktır
Ezelden ebede var olan aşktır
Yaratılış sırrı belki de aşktır
Bu aşk bana nasıl geldi bilemem

Aşk ateşi seni yaktı Dost Emin
Bu aşk ile oldun gerçekten mümin
Allah'ı an artsın bu aşkın senin
Bu aşk bana nasıl geldi bilemem


Âşık bilemese de yaşadığı aşkın güzelliklerini terennüm eder…

Bu muhabbet çok tatlı şey, acıyı tatlı eder
Mâşukundan keder gelse gönlünde neşe biter

Lütuf, kâhir hepsi birdir çünkü O’ndan gelmedir
Kötü olan Hakk’tan gelmez O’ndan gelen güzeldir

Aşka düşen bunu bilir Mâşuk’tan ışık gelir
Karanlıklar nura döner tüm lekeler silinir

Elindeyse aşka düş sen her gördüğün hoş olsun
Mâşuk ile birlik ol sen kalbine neşe dolsun

Dost Eminim bu ne haldir, dünya nereye gitti
Âşık, Mâşuk BİR olunca cümle kederler bitti


Çevresindekiler sahip çıkarlar ve anlamadıkları halde bunu garip bir durum diye yorumlarlar.
Âşıka nasihatlar başlar, kısaca bu durumunu beğenmezler.
Bu da ne demek derler, müslümanız elhamdülillah, yolumuz belli, eğer gerekseydi bizler de âşık olurduk…
Âşık gülümser ve yine gönlünden diline düşer şu dizeler…


Talib olan aşkı arar çarşıda mı pazarda mı
Aşk nerede diye sorar satılır mı mezatta mı
Burada mı orada mı Kaf dağının ardında mı
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada

Beş duyunla aşk arama göremezsin bulamazsın
Bu mekȃnda şu mekȃnda satılmaz o alamazsın
Aşkı sana Mâşuk verir yoksa âşık olamazsın
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada

Zarfı yırtıp mazrufa bak içindedir Mâşuk mutlak
Sana senden yakın olan yaratandır kalbinde Hakk
Mâşuk sana âşık olmuş olamazsın O’ndan uzak
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada

Bu aşk nedir nasıl şeydir nerededir kimler bilir
Mâşuk âşık, âşık Mâşuk, aşk içinde iç içedir
Mümin kullar bunu bilir çünkü Mâşuk içindedir
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada

Dost Emin der aşk sadırda, aramayın satırlarda
Mâşuk senle her anında aramayın uzaklarda
Mâşuk âşık bir arada aramayın mekȃnlarda
Ne burada ne orada Mâşuk nerde aşk orada


Elinden en büyük varlığını almak isteyenler vardır…
Gözleri yaşlı Mâşuk’una döner ve içtenlikle şöyle söyler…


Alamaz güzelim kimse alamaz
Bu aşkını benden kimse alamaz
Aşkı veren sensin kimse alamaz
Bu aşkını benden kimse alamaz

Yanmışım bir kere aşka düşmüşüm
Bazen ağlamışım bazen gülmüşüm
Nereye bakarsam seni görmüşüm
Bu aşkını benden kimse alamaz

Mâşukum demişim candan sevmişim
Malı mülkü değil canı vermişim
Seni her şeylerden üstün bilmişim
Bu aşkını benden kimse alamaz

Nedir bu sendeki bu işve bu naz
Verdiğin cefaya kalbim hiç tınmaz
Canımı versem de yine dersin az
Bu aşkını benden kimse alamaz

Aslında ben yokum sade aşkın var
Bu aşka düşenler olur bahtiyar
Tek sensin bana yar kıskansın ağyar
Bu aşkını benden kimse alamaz

Dünyayı isteyen huzur bulamaz
Dünya derdi bize keder olamaz
Aşkından gayrısı kalpte kalamaz
Bu aşkını benden kimse alamaz

Aşkı var edensin tek mâşuk sensin
Âşıkı halk edip aşk veren sensin
Sevilen de sensin seven de sensin
Bu aşkını benden kimse alamaz

Dost Emin âşıktır Mâşuk’u Allah
Bulunmaz bu sevgi illa maşallah
Biliniz bu aşkı, bu aşk aşkullah
Bu aşkını benden kimse alamaz


Mâşuk isterse aşka düşer yanarsın, bu bulunmaz zevk içinde yaşarsın…
Aşk’a düşen ateşe düşmüştür, yanmaya başlar, yandıkça önce kor olur sonra kül olur, bu ateş hiç sönmesin der…
Ben’lik kül olup savrulunca tek O kalır…


Müjdeler Dost Emin aşkın dâimdir
Senden mutlu var mı göster ki kimdir
Yanık bir kor idin küle dönmüşsün
Neşeler senindir, bu zevk senindir


Aşk BİR’likteki yapı taşıdır, bilin ki gerçekte âşık Mâşuk’tan ayrı değildir…
Kendinden kendinedir her oluş…
Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın O vardır, o halde AŞK vardır…
Aşk bir titreşimdir ezelden ebede…
Bu titreşim bazen zâhirde ses verir senin gönlünde, duyarsın aşkı, aşkın müziğini…


Kalbinde bir aşk yaşayıp , gönül teli titreyenler
Kimselerin duymadığı bambaşka bir müzik duyar
Hakk'dan gelen tınıları kulak açıp dinleyenler
Kimselerin duymadığı bambaşka bir müzik duyar

İlahi bir aşka düşen, firkat çeker Hakk'ı arar
Teslim olan müslümanlar Allah diye Hakk'ı anar
Nasip olmaz her kuluna aşka düşen daim yanar
Kimselerin duymadığı bambaşka bir müzik duyar

Yüce Mevlâ çağırırsa kulak duymaz gönül duyar
Dost Eminim aşkla yaşar her nefeste Hakk'ı duyar
Aşka düşüp özlem çeken mümin olan nice canlar
Kimselerin duymadığı bambaşka bir müzik duyar


Mâşuk sandığın Tanrı aslında âşık sana, bu aşkı hissedersen taparsın Yaradana…
Aşktan başka bir şey yok bunu sen anlasana, bu alemde ne varsa Hakk yaratmış aşk için…


Seni anmak ne güzel dilimde duamdasın
Masivâ bir hayaldir yalnız gerçek sen varsın
Rabb’imsin Melik’imsin Allah’ım tek İlahsın
Zâhir, Bâtın lutfet sen, aşkımız baki kalsın


Ne kadar hamd etsem azdır Allah’ım!…
Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön