7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Kur'ân-ı Kerim'de ismi geçen 28 peygamberimizin hayatı, risaletleri, mukaddes kitapları.
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »

----KURÂN-ı KERÎM'in RESMÎ sıralamasına göre---

7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....
.

Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyû’l-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...


Resim

ALLAHu Zü'l-Celâl'imizin İZni ve İNAYETi ile RABB'ül Âleminimiz SÖZünü, RESÛLALLAH SALLallahu aleyhi ve sellem Efendimizin SESinden buyuruyor:

Resim



وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ
1. ve iz ibtelâ : ve imtihan etmişti
2. ibrâhîme : İbrâhîm
3. rabbu-hu : onun Rabbi
4. bi kelimâtin : kelimeler ile
5. fe : o zaman
6. etemme-hunne : onları tamamladı
7. kâle : dedi
8. in-nî : muhakkak ki ben
9. câilu-ke : (ben seni kılanım) ben seni kılacağım
10. li en nâsi : insanlar için, insanlara
11. imâmen : imam, önder
12. kâle : dedi
13. ve min zurriyyetî : ve benim zürriyetimden, soyumdan
14. kâle : dedi
15. lâ yenâlu : nail olmaz, ulaşamaz
16. ahdî : benim ahdim
17. ez zâlimîne : zalimler
Resim---'' Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz zâlimîn(zâlimîne).:Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, «Ben seni bütün insanlara imam yapacağım.» buyurdu. İbrahim, «Zürriyetimden de yap!» dedi. Rabbi ona «zâlimler benim ahdime nail olamaz!» buyurdu.''
BAKARA:124 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
1. ve iz : ve olmuştu
2. ceal-nâ : biz kıldık
3. el beyte : ev, yer
4. mesâbeten : sevap yeri
5. li en nâsi : insanlar için
6. ve emnen : ve emniyetli
7. ve ittehizû : ve edinin
8. min makâmı : (makamdan) bir makam
9. ibrâhîme : İbrâhîm
10. musallen : namaz yeri
11. ve ahidnâ : ve ahd ettik
12. ilâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
13. ve ismâîle : ve İsmail'e
14. en tahhirâ : temizlemek
15. beytiye : evim
16. li et tâifîne : tavaf edenler için
17. ve el âkifîne : ve devamlı ibadet edenler, itikâfta
18. ve er rukkai : ve rükû edenler
19. es sucûdi : secde edenler
Resim---'' Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).: Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam- ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!»
BAKARA:125 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هََذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
1. ve iz kâle : ve demişti
2. ibrâhîmu : İbrâhîm
3. rabbi : Rabbim
4. ic'al : kıl, yap
5. hâzâ : bu
6. beleden : belde
7. âminen : emin, emniyetli
8. verzuk (ve urzuk) : ve rızıklandır
9. ehle-hu : onun halkı
10. min es semerâti : meyvelerden
11. men : kim
12. âmene : îmân etti
13. min-hum : onlardan
14. bi allâhi : Allah'a
15. ve el yevmi el âhiri : ve sonraki gün, ahiret günü
16. kâle : dedi
17. ve men : ve kimse, kim
18. kefere : örttü, inkâr etti
19. fe : böylece, o taktirde
20. umettiu-hu : onu metalandırırız, dünyalık veririz
21. kalîlen : biraz, az
22. summe : sonra
23. adtarru-hu : onu maruz bırakırım
24. ilâ azâbi en nâri : ateşin azabına
25. ve bi'se : ve ne kötü
26. el masîru : varış yeri
Resim---'' Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mines semerâti men âmene minhum billâhi vel yevmil âhir(âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr(nâri), ve bi’sel masîr(masîru).: Ve o vakit İbrahim «Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır» diye yalvardı. Allah buyurdu ki: «küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!»
BAKARA:126 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
1. ve iz : ve o zaman, olduğu zaman
2. yerfeu : yükseltir
3. ibrâhîmu : İbrâhîm
4. el kavâide : temeller
5. min el beyti : evden (evin)
6. ve ismâîlu : ve İsmail
7. rabbe-nâ : Rabbimiz
8. tekabbel : kabul buyur
9. min-nâ : bizden
10. inne-ke : muhakkak ki sen, şüphesiz sen
11. ente : sen
12. es semîu : hakkıyla işiten
13. el alîmu : hakkıyla bilen
Resim---'' Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm(alîmu).: Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.’’
BAKARA:127 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)






وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
1. ve men : ve kim
2. yergabu : rağbet etmez, yüz çevirir, uzaklaşır
3. an milleti ibrâhîme : İbrâhîm'in dîni
4. illâ : ancak, den başka
5. men : kim
6. sefihe : sefih oldu, akılsız oldu, cahillik etti
7. nefse-hu : nefsini, kendini
8. ve lekad : ve andolsun
9. istafeynâ-hu : biz onu seçtik
10. fî ed dunyâ : dünyada
11. ve inne-hu : ve muhakkak ki o
12. ve fî el âhireti : ve ahirette
13. le : elbette, mutlaka, kesinlikle
14. min es sâlihîne : salihlerden, salâha ulaşmışlardan
Resim---'' Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh(nefsehu), ve lekadistafeynâhufîd dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mines sâlihîn(sâlihîne).: İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.’’
BAKARA:130 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)





وَوَصَّى بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى لَكُمُ الدِّينَ فَلاَ تَمُوتُنَّ إَلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
1. ve vassâ : ve vasiyet etti
2. bi-hâ : onunla
3. ibrâhîmu : İbrâhîm
4. benî-hi : kendi oğullarına
5. ve ya'kûbu : ve Yâkub
6. yâ beniyye : ey oğullarım
7. innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
8. ıstafâ : seçti
9. lekum : sizin için, size
10. ed dîne : dîn
11. fe : o halde, öyleyse, artık
12. lâ temûtunne : ölmeyiniz
13. illâ : ancak, sadece, dan başka, olmaksızın, olmadan
14. ve entum : ve siz
15. muslimûne : teslim olanlar
Resim---'' Ve vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb(ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).: Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle yaptı: «Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!» dedi.’’
BAKARA:132 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاء إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِن بَعْدِي قَالُواْ نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِلَهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
1. em : yoksa, veya
2. kuntum : siz oldunuz
3. şuhedâe : şahitler
4. iz hadara : hazır olduğu zaman, hazır olmuştu
5. ya'kûbe : Yâkub
6. el mevtu : ölüm
7. iz kâle : demişti
8. li benî-hi : oğullarına
9. mâ ta'budûne : neye kulluk edeceksiniz
10. min ba'dî : sonradan, sonra
11. kâlû : dediler
12. na'budu : kul olacağız
13. ilâhe-ke : senin ilâhın
14. ve ilâhe : ve ilâh
15. âbâi-ke : senin ataların
16. ibrâhîme : İbrâhîm
17. ve ismâîle : ve İsmail
18. ve ishâka : ve İshak
19. ilâhen vahiden : tek, bir ilâh
20. ve nahnu : ve biz
21. lehu muslimûne : ona teslim olanlar
Resim---'' Em kuntum şuhedâe iz hadara ya’kûbel mevtu, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne min ba’dî kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ilâhen vâhidâ(vahiden) ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).: Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub'a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; «Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?» dediği zaman, oğulları; «Senin Allah'ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan o Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız.» dediler.’’
BAKARA:133 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


وَقَالُواْ كُونُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُواْ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
1. ve kâlû : ve dediler
2. kûnû : olun
3. hûden : yahudi
4. ev nasârâ : veya hristiyan
5. tehtedû : hidayete erersiniz
6. kul : de
7. bel : hayır
8. millete ibrâhîme : İbrâhîm'in milleti, dîni
9. hanîfen : hanîf olarak, tek Allah'a inanarak
10. ve mâ kâne : ve olmadı
11. min el muşrikîne : müşriklerden, Allah'a şirk koşanlardan
Resim---'' Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).: Bir de: «yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız.» dediler. Sen onlara de ki: «Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.»
BAKARA:135 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
1. kûlû : deyin, söyleyin
2. âmennâ : biz îmân ettik
3. billâhi (bi allâhi) : Allah'a
4. ve mâ unzile : ve indirilene (indirilen şeye)
5. ileynâ : bize
6. ve mâ unzile : ve indirilene (indirilen şeye)
7. ilâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
8. ve ismâîle : ve İsmail
9. ve ishâka : ve İshak
10. ve ya'kûbe : ve Yâkub
11. ve el esbâtı : ve torunları
12. ve mâ ûtiye : ve verilene (verilen şeye)
13. mûsâ : Musa
14. ve isâ : ve İsa
15. ve mâ utiye : ve verilene (verilen şeye)
16. en nebiyyûne : nebîler, peygamberler
17. min rabbi-him : Rab'leri tarafından
18. lâ nuferriku : fark gözetmeyiz, ayırım yapmayız 19 - beyne
19. ehadin : biri, birisi
20. min-hum : onlardan
21. ve nahnu : ve biz
22. lehu : onu, ona
23. muslimûne : teslim olanlar
Resim---'' Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).: Deyiniz ki, «Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız.»
BAKARA:136 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)



أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطَ كَانُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى قُلْ أَأَنتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللّهُ وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَتَمَ شَهَادَةً عِندَهُ مِنَ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
1. em : yoksa, veya
2. tekûlûne : diyorsunuz, söylüyorsunuz
3. inne : muhakkak
4. ibrâhîme : İbrâhîm
5. ve ismâîle : ve İsmail
6. ve ishâka : ve İshak
7. ve ya'kûbe ve esbâta : ve Yâkub ve torunları
8. kânû : oldular, idiler
9. hûden : yahudi
10. ev nasârâ : veya hristiyan
11. kul : de, söyle
12. e entum : siz mi
13. a'lemu : daha iyi bilir
14. em(i) : yoksa, veya
15. allâhu : Allah
16. ve men azlemu : ve kim daha zalim
17. mimmen (min men) : o kimseden
18. keteme : ketmetti, gizledi, sakladı
19. şehâdeten : şahitlik
20. inde-hu : onun yanında, katında
21. min allâhi : Allah'tan
22. ve mâ allâhu : ve Allah değildir
23. bi gâfilin : gâfil, farkında olmayan
24. ammâ (an mâ) : şey(ler)den
25. ta'melûne : siz yapıyorsunuz
Resim---'' Em tekûlûne inne ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâta kânû hûden ev nasârâ kul e entum a’lemu emillâh(emillâhu), ve men azlemu mimmen keteme şehâdeten indehu minallâh(minallâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).: «Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz?» De ki: «Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?» Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.’’
BAKARA:140 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)



أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَآجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رِبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ قَالَ أَنَا أُحْيِي وَأُمِيتُ قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
1. e lem tera ilâ : ... a bakmadın mı, görmedin mi
2. ellezî : o kimse, o
3. hâcce : tartıştı
4. ibrâhîme : İbrâhîm
5. fî rabbi-hi : onun Rabbi hakkında
6. en âtâ-hu : ona vermesi
7. allâhu : Allah
8. el mulke : mülk, meliklik, hükümdarlık
9. iz kâle : demişti
10. ibrâhîmu : İbrâhîm
11. rabbiye : benim Rabbim
12. ellezî : ki o, o ki
13. yuhyî : diriltir
14. ve yumîtu : ve öldürür
15. kâle : dedi
16. ene : ben
17. uhyî : diriltirim
18. ve umîtu : ve öldürürüm
19. kâle : dedi
20. ibrâhîmu : İbrâhîm
21. fe : öyleyse, işte
22. inne allâhe : muhakkak ki Allah
23. ye'tî : getirir
24. bi eş şemsi : güneşi
25. min el maşrıkı : şarktan, doğudan
26. fe'ti bi-hâ : o zaman, öyleyse, haydi onu getir
27. min el magribi : garbtan, batıdan
28. fe : o zaman
29. buhite : şaşırdı kaldı, afalladı
30. ellezî : o kimse, o
31. kefere : inkâr etti
32. vallâhu : ve Allah
33. lâ yehdi : hidayete erdirmez
34. el kavme : kavim, topluluk
35. ez zâlimîne : zalimler
Resim---'' E lem tera ilellezî hâcce ibrâhîme fî rabbihî en âtâhullâhul mulk(mulke), iz kâle ibrâhîmu rabbiyellezî yuhyî ve yumîtu, kâle ene uhyî ve umît(umîtu), kâle ibrâhîmu fe innallâhe ye’tî biş şemsi minel maşrıkı fe’ti bihâ minel magribi fe buhitellezî kefer(kefere), vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).. Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: «Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür.» dediği zaman: «Ben de diriltir ve öldürürüm.» demişti. İbrahim: «Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!» deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.’’
BAKARA:258 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
1. ve iz kâle : ve demişti
2. ibrâhîmu : İbrâhîm
3. rabbî : Rabbim
4. eri-nî : bana göster
5. keyfe : nasıl
6. tuhyi : diriltiyorsun, hayy yapıyorsun,
7. el mevtâ : ölüler
8. kâle : dedi
9. e ve lem tu'min : ve inanmıyor musun
10. kâle : dedi
11. belâ : hayır, bilâkis, tam aksi (evet)
12. ve lâkin : ve lâkin, fakat
13. li yatmainne : tatmin olması için
14. kalbî : benim kalbim
15. kâle : dedi
16. fe : o zaman, öyleyse
17. huz : al, tut
18. erbeaten : dört
19. min et tayri : kuşlardan
20. fe : böylece, sonra
21. surhunne ileyke : (sana) yanına al, parçala
22. summe : sonra
23. ic'al : kıl, yap, koy
24. alâ : üzerine, ... e
25. kulli : hepsi, her
26. cebelin : dağ
27. min-hunne : onlardan
28. cuz'en : bir parça
29. summe : sonra
30. id'u-hunne : onları çağır
31. ye'tîne-ke : sana gelirler, gelecekler
32. sa'yen : koşarak
33. va'lem : ve bil
34. enne allâhe : Allah'ın ..... olduğunu
35. azîzun : azîz, üstün
36. hakîmun : hakim, hüküm sahibi
Resim---'' Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyil mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ(sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm(hakîmun).: Bir zamanlar İbrahim de: «Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!» demişti. Allah: «İnanmadın mı ki?» buyurdu. İbrahim: «İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum.» dedi. Allah buyurdu ki: «Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.»
BAKARA:260 (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »



إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ
1. inne allâhe : muhakkak ki Allah
2. istafâ : seçti
3. âdeme ve nûhan : Hazreti Âdem ve Hazreti Nuh
4. ve âle ibrâhîme : ve Hz. İbrâhîm'in ailesini
5. ve âle imrâne : ve İmrân ailesini
6. alâ el âlemîne : âlemlerin üstüne
Resim---'' İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemîn(âlemîne). : Gerçekten Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.’’
ÂLİ IMRÂN:33 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)


يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَآجُّونَ فِي إِبْرَاهِيمَ وَمَا أُنزِلَتِ التَّورَاةُ وَالإنجِيلُ إِلاَّ مِن بَعْدِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
1. yâ ehle el kitâbi : ey ehli kitap (yahudiler, hristiyanlar)
2. lime : niçin, nasıl
3. tuhâccûne : tartışıyorsunuz
4. fî ibrâhîme : İbrâhîm hakkında
5. ve mâ unzilet : ve indirilmedi
6. et tevrâtu ve el incîlu : Tevrat ve İncil
7. illâ : ...'den başka
8. min ba'di-hî : ondan sonra (oldu, ondan önce olmadı ki...)
9. e fe lâ ta'kılûne : hâlâ akıl etmiyor musunuz,
Resim---'' Yâ ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dih(ba’dihî), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne). : Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?''
ÂLİ IMRÂN:65 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)


مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
1. mâ kâne : olmadı
2. ibrâhîmu : Hz. İbrâhîm
3. yahûdiyyen : yahudi
4. ve lâ nasrâniyyen : ve hristiyan olmadı
5. ve lâkin kâne : ve lâkin, fakat ... oldu
6. hanîfen : Allah'ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun O'na ulaşmasının ve Allah'a teslim olmanın farz olduğuna inanan
7. muslimen : Allah'a teslim olan, müslüman
8. ve mâ kâne : ve olmadı
9. min el muşrikîne
Resim---'' Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne). İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi.’’
ÂLİ IMRÂN:67 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)


إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
1. inne evlâ en nâsi : muhakkak ki insanların en yakın olanı
2. bi ibrâhîme : Hz. İbrâhîm'e
3. le ellezîne : elbette onlar
4. ittebeû-hu : ona tâbî oldular
5. ve hâza en nebiyyu : ve bu peygamber
6. ve ellezîne : ve onlar
7. âmenû : âmenû oldular
8. ve allâhu : ve Allah
9. veliyyu : veli, dost
10. mu'minîne : mü'minler
Resim--- ''İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyul mu’minîn(mu’minîne).: Doğrusu onların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur.’’
ÂLİ IMRÂN:68 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)


قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
1. kul : de, söyle
2. âmennâ : biz îmân ettik
3. bi allâhi : Allah'a
4. ve mâ unzile : ve indirilen şeye
5. aleynâ : bize
6. ve mâ unzile : ve indirilen şeye
7. alâ ibrâhîme : İbrâhîm (A.S)'a
8. ve ismâîle : ve İsmâil (A.S)'a
9. ve ishâka : ve İshâk (A.S)'a
10. ve ya'kûbe : ve Yâkub (A.S)'a
11. ve el esbâtı : ve Yâkupoğulları'na
12. ve mâ ûtiye : ve verilen şeye
13. mûsâ : Hz. Mûsâ
14. ve îsâ : ve Hz. Îsâ
15. ve en nebiyyûne : ve nebiler, peygamberler
16. min rabbi-him : Rab'lerinden
17. lâ nuferriku : ayırdetmeyiz
18. beyne ehadin : aralarından birini
19. min-hum : onlardan
20. ve nahnu : ve biz
21. lehu : ona
22. muslimûne : teslim olanlar
. Resim---''Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne). : De ki: «Allah'a, bize indirilen (Kur'ân)e, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onların arasında hiçbir fark gözetmeyiz, biz O'na teslim olmuşlarız».
ÂLİ IMRÂN:84 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)


قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
1. kul : de, söyle
2. sadaka allâhu : Allah doğruyu söyledi
3. fe ittebiû : öyle ise tâbî olun
4. millete ibrâhîme : İbrâhîm'in dînine
5. hanîfen : hanif olarak (tek Allah'a inanarak teslim olmak)
6. ve mâ kâne : ve o olmadı
7. min el muşrikîne : müşriklerden
Resim--- '' Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne). : De ki: «Allah doğru söylemiştir. Öyle ise dosdoğru, Allah'ı birleyici olarak İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi».
ÂLİ IMRÂN:95 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)


فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
1. fîhi : orada
2. âyâtun : âyetler, deliller, kanıtlar
3. beyyinâtun : açık beyyineler
4. makâmu ibrâhîme : Hz. İbrâhîm'in makamı
5. ve men : ve kim (...olursa)
6. dahale-hu : oraya girdi
7. kâne : oldu (olur)
8. âminen : emniyette, emin
9. ve li allâhi : ve Allah için
10. alâ en nâsi : insanların üzeri (üzerinde sorumluluk)
11. hiccu el beyti : beyt' in hac edilmesi
12. men istetâa : gücü yeten kimse
13. ileyhi : ona
14. sebîlen : yol, yol bulma
15. ve men : ve kim
16. kefere : inkâr etti
17. fe inne allâhe : o zaman, artık muhakkak ki Allah
18. ganiyyun : ganidir, hiçbir şeye muhtaç değil
19. an el âlemîne : âlemlerden
Resim---'' Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn(âlemîne). : Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.’’
ÂLİ IMRÂN:97 (Resmi:3/İniş:94/Alfabetik:7)




Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı: Aziz kardeşlerim,

Tevhidullahın Dinde Bânisi İbrâhim Aleyhis-Selâmı ENFÜSÎ sunuşlar harika.
Sâra Ana, Hacer Ana, İshak a.s, İsmail a.s İmtihanları..
Beden, Nefis, Kalb ve Ruh; Biliş, Buluş, Oluş ve Yaşayışları…
NÂR içinde NÛR Bahçeleri..
Tevhidî Hanif Dinin Direği..
Kelâmullaha bakalım;



مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

Resim---''Ma kane ibrahimü yehuddiyyev ve la nasraniyyev ve lakin kane hanifem müslima, ve ma kane minel müşrikin: İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.”''
(Âl-i İmrân 3/67)

Âyet-i celîlede geçen “Velâkin kâne hanifen müslimâ!”
Muslim: İslâm olan kimse.
İslâm ise; itikad (inanç) ve amel (ibâdet) esasları ALLAH Teâlâ tarafından belirlenmiş değişmez ana kuralları olan bildiğimiz dindir.
Hanîf: meyleden (HAKKa), sapan (Hakka) demektir.
Hakk: kendi dışında her şeyden meyleden, uzaklaşan, tek kalan gerçektir.
Tevhid dini İslâm, İbrâhim (Aleyhis-Selâm) devresinde; millet-i İbrâhim, Din-i Hanîf üzeredir.
Millet: dindir ve peygamberler ümmetlerine imlâ ettiklerinden türemiştir.
Din: kullar, itâat edip boyun eğdikleri içindir. Nunun dâimiliği
(Bakara 2/120 bkz.)...

İbrâhim (Aleyhis-Selâm) Ülül-Azîm peygamberdir.
Ebu Rahîm: Rahîmin babası ki doğrudur ve haktır.
Rahmetenlil-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in babasıdır.
Ebu Rahîm ise merhametli babadır ki bu da doğrudur ve haktır.

Halilullahtır.. Allah'ımızın Sâdık ve Samimi Dostudur.


وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً

Resim---''Ve men ahsenü dinem mimmen esleme vechehu lillahi ve hüve muhsinüv vettebea millete ibrahime hanifa vetetehazellahü ibrahime halila: İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir.''
(Nisâ 4/125)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

Resim''Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyûl-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ves-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...''Resim


ResimEs-Salâtü ve’s-selâmü aleyke Yâ Resûlallâh.Resim



Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : "Enâ davetü ebi İbrahime ve büşrâ ahi İsa ve rü'yâ ümmî : Ben babam İbrâhim'in duası, kardeşim İsa' nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım." buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned IV-127,128; V-262)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen Gariban »

Hz. İbrahim ve İsmail kıssası

Sevgim sizlere torunlarım. Bugün sizlere İbrahim ve İsmail peygamberin hikayesini anlatacağım.

İbrahim (a.s.) insanlara Allah’ın güzel davranışlarını ve kudretini göstermek üzere peygamber olarak gönderilmişti. Ve ateşe atıldığı zaman, imanının, kararlılığının ve gayretinin kuvvetini insanlara, meleklere ve diğer peygamberlere göstermişti.

Sonra bir gün Allah ona İsmail adında bir evlat verdi. İbrahim oğluna çok alaka ve sevgi gösterdi ve ona olan bağlılığı zamanla artmaya başladı.

Allah bu bağlılığa baktı ve dedi ki, “İbrahim, oğlunu bana kurban etmelisin. Sana bunu nasıl yapman gerektiğini anlatacağım. Gözlerin kıpırdamamalı, bedenin titrememeli ve kalbin tereddüt etmemeli. Burnun ve gözlerin nemlenmemeli bile. Yüzün bitkin görünmemeli. Bu kurbanı tebessüm eden bir çehreyle yapmalısın. Oğlunun yüzüne doğrudan bakmalısın ve o da senin yüzüne bakmalı. Önce üzerine bir miktar su serp ve ‘Bismillahirrahmanirrahim de: Sen yaratansın, koruyansın ve besleyensin.’ Sonra, oğlunun gözle-rine bakarken bıçağı almalı, onu boğazına yerleştirmeli ve boğazına üç kere sürmelisin.

“Bıçağı kullanırken elin sallanmamalı, parmakların titrememeli ve destek almak için hiç bir yere tutunmamalısın. Kalbinin atışı hızlanmamalı. Yüzünde mutluluk ifadesi olmalı ve oğlunu öldürmelisin.” Allah tüm bu sebat edilmesi gereken şartları ona bildirdi ve dedi ki, “İbrahim, oğlunu bu şekilde Bana kurban etmelisin ve bu kurbanın manasını anlamalısın.”

İbrahim (a.s.), yapmak zorunda olduğu şeyi düşündükçe cesareti kırıldı fakat oğlu dedi ki, “Ey babacığım, ne kadar yaşadığım önemli değil, Allah’ın beni kabul edeceği bir hale asla gelemeyebilirim. Eğer beni çağırdığı anda O’na gidemezsem, bir daha böyle bir şans elde edemeyebilirim. Bu sebeple, kederini bir tarafa koy ve Allah’ın emrettiği şekilde beni kurban et. Eğer sen yapmazsan ben kendimi O’na kurban edeceğim.” İsmail’in (a.s.) babasına söyledikleri bunlardı.

İbrahim oğlunun kalbindeki bu imanı ve kararlılığı görünce dedi ki, “Pekala İsmail. Allah’ın murad ettiği şekilde seni kurban edeceğim. Kurban etmemi buyurduğu dağa çıkalım” Ve birlikte dağa tırmandılar.

Sonra şeytan yanlarında beliriverdi. “İbrahim, sen bir insan değil misin? Sen bir baba değil misin? Hiç merhametin yok mu? Allah, Allah olabilir fakat bu çocuk senin öz evladın. Onu nasıl öldüreceksin? Hiç mi acıman yok? Hangi Tanrı böyle bir şey isteyebilir?”

İbrahim bağırdı, “Defol git şeytan! Ve ona bir taş fırlattı. Fakat şeytan geri geldi ve İbrahim ona bir taş daha attı. Sonra üçünü defa geri gelince İbrahim ona tekrar bir taş attı ve “Defol git şeytan!” diye haykırdı.

Sonra, Allah’ın emrettiği gibi oğlunun üzerine su serpti ve gülümseyen bir yüz ile onu kurban etmeye hazırladı. Birden bire Allah’ın emri yankılandı, “Dur İbrahim! Şimdi senin oğlun İsmail’i kabul ettim. Onun yerine kurban etmen için sana bir koyun gönderiyorum.” Ve böylece İbrahim oğlu yerine koyunu kurban etmiş oldu.

Sevgili torunlarım, bu hikayede anlatılmak istenileni kavramalıyız. Bu olay hakkında Kur’an’dan, hadislerden ve İncil’den okuyabilirsiniz. Fakat bunlar sadece dış manalardır. Daha derinliğe inmek zorundayız. Allah’ın neden İbrahim peygamberden oğlunu kurban etmesini istediğini anlamak zorundayız. Bunu Allah’ın zenginliği olan ilim ile anlamak zorundayız. İlmin içindeki ilim ile ve irfanın içindeki irfanla bunu idrak etmeliyiz. Bu içsel (enfüsi) manaları anlamak zorundayız. Allah insanı anlayabilme kapasitesiyle en şerefli varlık olarak yarattı. Meleklerin bile bilmedikleri şeyleri insanın bileceğini söyledi. Ve çünkü bu irfan ihsan edildiği için, insan her zaman iç manaları da araştırmalıdır.

Sevgili yavrularım, bu hikayeye irfanınızla bakın ve daha derinlemesine düşünmeye çalışın. Allah bir zalim yahut katil mi? İnsan kurban edilmesini ister mi? Bize hiç başkalarının hayatlarını kurban etmemizi söylemiş midir? Hayır, Allah bir katil değildir. Kurban kabul etmek O’nun görevi değildir. Tüm hayatlardaki hayat O’dur. Tüm irfanlardaki irfan ve tüm sevgilerdeki sevgi de O’dur. O merhametteki merhamettir. Tüm varlık-ları koruyan yaratıcıdır.

Bismillahirrahmanirrahim: Yaratır, korur ve besler. Bu O’nun görevidir. Tüm hayatlarda yaşayan O’dur. Tüm canlarda can olan katil olabilir mi? Eğer öyle olsaydı, kendisini öldürüyor olacaktı çünkü gerçekte hayat sahibi olan O’dur. Allah intihar mı edecek? Hayır. Bu yalnızca bir hikaye, dışsal bir örnek. İç manası çok farklı.

Eğer irfanımızla düşünürsek anlarız ki, İbrahim (a.s.) Allah’ın peygamberidir, yeryüzündeki temsilcisidir. O zamanda yeryüzünde başka peygamber yoktu. Allah tüm yönlerdeki kulları için bu tek peygamberi göndermişti. Ve hepsinin peygamberi olarak, adalet için tüm varlıkları kendi canı gibi görmesi önemliydi. Tüm hayat sahiplerini kendi hayatı gibi sevmek zorundaydı, tüm açlıkları kendi açlığı gibi hissetmesi, tüm hastalıklara kendisininki gibi muamele etmesi ve tüm dertleri kendi derdi gibi bilmesi gerekiyordu. Allah’ın sevgi ve adaletini hepsine eşit olarak verebilmek zorundaydı.

Fakat İbrahim oğluna fazla bağlandı, hatta Allah’tan bile fazla. Bu bencilce bağlılığı geliştirdi ve bundan dolayı birisi oğluyla boğuştuğunda yahut ona düşman olduğunda tarafsız kalamadı. Böyle bir mücadele karşısında gerçek bir adaletle duramadı. Oğlunu o kadar çok sevdi ki, tüm hayatları eşit düşünmeyi başaramadı. Diğerlerini İsmail’den daha az değerli gördü. Başka hayatların değer ve zenginliğini göremedi ve Allah’ı artık gerektiği biçimde sevmeyi başaramadı. Böylece başkalarına olan adalet, sevgi, güzel amel ve eşitlik duyguları azalmaya başladı.

Oğluna olan bağlılığıyla, İbrahim (a.s.) dünyayla ve vehimle bir bağ kurmaya başlamıştı. Yanılsama ve kan bağları onu değiştirmeye başlamıştı, bu sebeple artık Allah’ın vasıflarına ve adaletine uygun davranamıyordu. İşte bu sebeple Allah İbrahimden kurban kesmesini istedi. Fakat gerçekte öldürülmesi gereken oğlu değildi, bağlılığıydı. “Ey İbrahim,” dedi Allah, “başkalarının sıkıntılarını kendininki gibi görmedin. Ben seni peygamberim olarak gönderdim fakat buna rağmen oğlunla olan münasebetini, cahil bir insanın oğluyla olan münasebetinden farklı bulmadım. Bu aşırılıktan dolayı adaletten sapacaksın. İşte bu sebeple Benim emirlerim geldi, senin bencil sevgini kesmek için. Adaleti ancak Allah’tan başkasına bağlanmadığın zaman gösterebilirsin.”

Sevgili torunlarım, eğer Allah’ın sıfatlarına sahipseniz ve herkesi eşit seviyorsanız, tüm varlıklara adil olabilirsiniz. Fakat eğer kan bağlarınız varsa, adil olamazsınız. Bu sebeple Allah, İbrahim’den oğlunu kurban etmesini istedi. İbrahim gönüllü/ hazır olunca Allah dedi ki, “Ey İbrahim, oğlunu kabul ediyorum. Sana bağlılıklarınla yeryüzünde toplamış olduğun neşe ve kederleri temsil eden bir koyun gönderiyorum. Bunlar senin önünden gitmiş ve seni mahşer gününde bekliyor olacaklar fakat Ben onları sana bu koyun suretinde gönderiyorum. Şimdi bu sevinçleri ve kederleri kurban et. Hazır ol!”

Böylece, onu düzeltmek ve adaletini, eşitliğini, huzurunu ve sıfatlarını tekrar peygamberinde tesis etmek üzere, Allah İbrahim’e bağlılıklarını, karmasını, kan bağlarını, sevgisini ve bencilliğini kesmesini istedi. Ancak o zaman tüm varlıklara eşitlik gösterebileceği bir huzur haline erişebilecekti.

Bu hikaye hakkında düşünmelisiniz sevgili yavrularım. Eğer bencil bağlılık halindeyseniz, her durumda kararınız adalete ters düşecektir. Eğer bir hakim olsanız ve karınız komşunun karısıyla kavga etmiş olsa, hep karınızın tarafında olacaksınız. Eğer çocuğunuz komşunun çocuğuyla kavga etse, kararınız çocuğunuzdan taraf olacaktır. Annenizle başkasının annesi arasındaki bir ihtilafta bu adalet kılıcını kullanamayacaksınız. Böyle bağlılıklarınız olduğu sürece, nasıl bir durum ortaya çıkarsa çıksın adil olamayacaksınız.

İşte bu sebeple İbrahim (a.s.) bu dersi öğrenmiş oldu. Ona gerçekte İsmail’i değil, kendi bağlılıklarını kurban etmesi söylendi. Bunu yapınca da Allah, mükemmel bir dere-ceye erişmiş olan İsmail’i kabul etti.

Bu hikaye gerçek adaleti açıklamaktadır. Bir peygamber için adaletsiz olmak düşünülebilir mi? Bir peygamberin davranışlarına bu durum ters düşmez mi? Allah’ın bir peygamber aşırılık gösterebilir mi? Eğer böyle yapmışsa başkasından ne farkı kalır? Allah’ın adaletiyle nasıl davranılır? Allah’ın sevgisi nasıl olur? İnsanlara Allah’ın sıfatları nasıl verilir? Bunu gerçekten düşünmek zorundayız. Bu hikayedeki manaları anlamak zorundayız. Bu durum İbrahim peygamberin başına, bir şeyi kesip uzaklaştırmak ve ötesine götürmek için geldi. Doğru olanı almalı ve yanlış olanı uzaklaştırmalıydı.

Torunlarım, bu durum bir hakim, alelade bir insan, bir bilge ve herkes için doğrudur. Bu hikaye size kendi hatalarınızı kesmeyi öğretebilir, böylece bulunduğunuz durumdan daha yüksek bir hale geçebilirsiniz. Böylesi bir hikayenin dersi budur.

Sevgili torunlarım, bir kere Allah’ın emirlerini ve peygamberlerin davranışlarını anladık mı, Hakk’ın seviyesine yükselmeye çalışmalıyız. Bunun gibi, kamil bir insanın sözlerini anlamaya başladığımızda da, onun içinde bulunduğu hali görmeli ve ona ulaşmaya çalışmalıyız. Aynı halde kaldığımız sürece, gün doğumundan gün batımına kadar herşeyi biliyor olsak da, hiçbir şeyi tam olarak anlamamış olacağız. Onun halinde olma-dığımız sürece, onun konuştuğu zamana ve ortama kendimizi götürmeli ve şartları dikkatle düşünmeliyiz. O zaman mana bize gelmeye başlar. İşte kutsal ilmi bu şekilde çalışmalıyız. Bunları yapmadan, kamil bir insanın sözlerini anlayamayacağız.

Sevgim sizlere yavrularım. Bunu anlamalıyız. Peygamberlere olan şeyler hakkında dünyanın pek çok farklı görüşleri vardır. Ve bazı insanlar bu yorumlar yüzünden peygamberlere olan inançlarını kaybetmişlerdir. Peygamberlerin ve Allah’ımızın sözlerini, konuşulduğu zaman ve yer düşünülerek ve nasıl bir ortamda cereyan ettiği anlaşılarak değerlendirilmelidir. Kendimizi gerçekten oraya koymalı ve iç manasını bulmaya çalışmalıyız. Başka türlü anlayamayız. Sevgili yavrularım, Allah size güzel vasıflar ve irfan versin.


Bawa Muhyiddin Hz.

Ceviren: Emre Yaşar

Konu ile ilgili ayetler:

[SÂFFÂT 37]
100. Rabbım! bana salihînden ihsan buyur
101.Biz de ona uslu bir oğul müjdeledik
102.Vakta ki yanında koşmak çağına erdi, ey yavrum! dedi ben menamda görüyorum ki ben seni boğazlıyorum, artık bak ne görüyorsun! ey babacığım dedi: ne emrolunuyorsan yap! beni inşaallah sabirînden bulacaksın
103.Vaktâ ki bu suretle ikisi de teslim oldular ve onu tuttu şakağına yıktı
104.Ve şöyle ona nida ettik: ya İbrahim!
105.Ru'yayı gerçek tasdık eyledin, biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinlere
106.Şübhesiz ki bu açık bir ibtilâ, kat'î bir imtihan
107.Dedik ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik
108.Namına da bıraktık sonrakiler içinde
109.Selâm İbrahime
110.Böyle mükâfat ederiz işte muhsinlere

Elmalili Hamdi Yazir Meali kullanilmistir.

http://www.muhammedinur.com
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا
1. em : yoksa ...mı
2. yahsudûne : haset ediyorlar, çekemiyorlar
3. en nâse : insanlar
4. alâ : ...'a
5. mâ : şey
6. âtâ-hum(u) : onlara verdi
7. allâhu : Allah
8. min fadlı-hî : kendi fazlından
9. fe kad : oysa olmuştu
10. âteynâ : biz verdik
11. âle : aile, soy
12. ibrâhîme : Hz. İbrâhîm
13. el kitâbe : kitap
14. ve el hikmete : ve hikmet
15. ve âteynâ-hum : ve biz onlara verdik
16. mulken : mülk, iktidar, saltanat
17. azîmen : büyük
Resim---'' Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh(fadlıhî), fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).: Yoksa onlar, Allah'ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmeti vermiştik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik.’’
NİSA:54 (Resmi:4/İniş:98/Alfabetik:82)


وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
1. ve men : ve kim
2. ahsenu : ahsen, en güzel
3. dînen : dîn bakımından, dînen
4. mimmen (min men) : o kimseden
5. esleme : teslim etti
6. veche-hu : onun vechi, kendi fizik vücudu
7. li allâhi : Allah'a
8. ve huve : ve o
9. muhsinun : muhsindir
10. ve ittebea : ve tâbî oldu
11. millete : topluluk, dîn
12. ibrâhîme : Hz. İbrâhîm
13. hanîfen : hanif olarak, tek Allah'a inanarak
14. ve ittehaza : ve edindi
15. allâhu : Allah
16. ibrâhîme : Hz. İbrâhîm
17. halîlen : dost
Resim---'’ Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen). :İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim eden ve İbrahim'in dinine dosdoğru olarak tâbi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti.’’
NİSA:125 (Resmi:4/İniş:98/Alfabetik:82)



إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإْسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
1. innâ : muhakkak
2. evhaynâ : biz vahyettik
3. ileyke : sana
4. kemâ : gibi
5. evhaynâ : biz vahyettik
6. ilâ nûhin : Hz.Nuh'a
7. ve en nebiyyîne : ve nebiler, peygamberler
8. min ba'di-hî : ondan sonra
9. ve evhaynâ : ve biz vahyettik
10. ilâ ibrâhîme : Hz. İbrâhîm'e
11. ve ismâîle : ve Hz. İsmail
12. ve ishâka : ve Hz. İshak
13. ve ya'kûbe : ve Hz. Yakub
14. ve el esbâti : ve (oğullar), torunlar
15. ve îsâ : ve Hz. İsa'ya
16. ve eyyûbe : ve Hz. Eyyüb
17. ve yûnuse : ve Hz. Yunus
18. ve hârûne : ve Hz. Harun
19. ve suleymâne : ve Hz. Süleyman
20. ve âteynâ : ve biz verdik
21. dâvûde : Hz. Davud
22. zebûran : Zebur
Resim---'' İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dih(ba’dihî), ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ(zebûran).: Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.’’
NİSA:163 (Resmi:4/İniş:98/Alfabetik:82)


Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »



وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
1. ve iz kâle : demişti
2. ibrâhîmu : İbrâhîm (A.S)
3. li ebî-hi : babasına
4. âzere : Azer
5. e tettehizu : ediniyor musun?
6. esnâmen : putlar
7. âliheten : ilâhlar
8. in-nî : muhakkak ki ben
9. erâ-ke : seni görüyorum
10. ve kavme-ke : ve senin kavmini
11. fî dalâlin : dalâlette
12. mubînin : apaçık, açıkça
Resim---'' Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh(âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn(mubînin).:Hani İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.’’
EN'ÂM:74 (Resmi:6/İniş:55/Alfabetik:20)



وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
1. ve kezâlike : ve böylece
2. nurî : biz gösteriyoruz
3. ibrâhîme : İbrâhîm (A.S)
4. melekûte : melekût
5. es semâvâti : semâlar, gökler
6. ve el ardı : veyer, yeryüzü
7. ve li yekûne : ve olması için
8. min el mûkınîne : yakîn hasıl edenlerden
Resim---'' Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).: İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.''
(EN'ÂM suresi 75. ayet) (Resmi:6/İniş:55/Alfabetik:20)



وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاء إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
1. ve tilke : ve işte bu, bunlar
2. huccetu-nâ : bizim kuvvetli delilimiz, delillerimiz
3. âteynâ-hâ : ona verdik
4. ibrâhîme : İbrâhîm
5. alâ kavmi-hî : onun kavmine karşı
6. nerfeu : yükseltiriz
7. derecâtin : dereceler
8. men neşâu : dilediğimiz kimse(ler)
9. inne : muhakkak ki
10. rabbe-ke : senin Rabbin
11. hakîmun : hakim, hüküm ve hikmet sahibi
12. alîmun : en iyi bilendir
Resim---'' Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ kavmih(kavmihî), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).:İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.''
(EN'ÂM suresi 83. ayet) (Resmi:6/İniş:55/Alfabetik:20)


قُلْ إِنَّنِي هَدَانِي رَبِّي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ دِينًا قِيَمًا مِّلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
1. kul : de
2. inne-nî : muhakkak ki beni
3. hedâ-ni : beni hidayete erdirdi, hidayet etti
4. rabbî : Rabbim
5. ilâ sırâtın mustekîmin : Sıratı Mustakîm'e, Allah'a yönelmiş,
6. dînen : dîn olarak
7. kıyamen : ayakta kalan, kalacak olan
8. millete : topluluk, din
9. ibrâhîme : Hz. İbrâhîm
10. hanîfen : hanif olarak, hanif olan (tek Allah'a inanan)
11. ve mâ kâne : ve olmadı
12. min el muşrikîne : müşriklerden
Resim---'' Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).: De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
(EN'ÂM suresi 161. ayet) (Resmi:6/İniş:55/Alfabetik:20)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »



أَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ إِبْرَاهِيمَ وِأَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ أَتَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
1. e lem ye'ti-him : onlara gelmedi mi
2. nebeu : haber
3. ellezîne min kabli-him : onlardan önceki kimselerin
4. kavmi nuhin : Nuh kavmi
5. ve âdin : ve Ad (kavmi)
6. ve semûde : ve Semud (kavmi)
7. ve kavmi ibrâhîme : ve İbrâhîm kavmi
8. ve ashâbi medyene : ve Medyen halkı
9. ve el mu'tefikâti
(efeke) : ve çevrilmiş olanlar (altı üstüne çevrilen şehirler)
: (çevirdi)
10. etet-hum : onlara getirdi
11. rusulu-hum : onların (kendi) resûlleri
12. bi el beyyinati : delilleri ile (beyyineleri)
13. fe mâ kâne allâhu : o zaman Allah olmadı
14. li yazlime-hum : onlara zulmediyorlar
15. ve lâkin : ve fakat, lâkin
16. kânû : oldular
17. enfuse-hum : onlar nefslerine
18. yazlimûne : zulmediyor
Resim---'' E lem ye’tihim nebeullezîne min kablihim kavmi nuhin ve âdn ve semûde ve kavmi ibrâhîme ve ashâbi medyene vel mu’tefikât(mu’tefikâti), etethum rusuluhum bil beyyinat(beyyinati), fe mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).:Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.''
(TEVBE suresi 70. ayet) (Resmi:9/İniş:113/Alfabetik:104)


وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ إِلاَّ عَن مَّوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لأوَّاهٌ حَلِيمٌ
1. ve mâ kâne estigfâru : ve bağışlanma, mağfiret dilemesi
2. ibrâhîme : İbrâhîm'in
3. li ebî-hi : babası için
4. illâ : yalnız, sadece
5. an mev'ıdetin : vaadden, vaadedilenden dolayı
6. vaade-hâ : ona vaadetti
7. iyyâ-hu : yalnız ona
8. fe lemmâ : artık, olunca
9. tebeyyene : açığa çıktı, belli oldu
10. lehu : onun için
11. enne-hu : onun, ...olduğu, çünkü o
12. aduvvun : bir düşman
13. li allâhi : Allah'a
14. teberre'e : uzaklaştı, berî oldu
15. min-hu : ondan
16. inne ibrâhîme : muhakkak İbrâhîm
17. le evvâhun : elbette Allah'a yalvarıp yakaran, çok üzülen, çok acı çeken, yüreği sızlayandır
18. halîmun : merhametli ve yumuşak huylu
Resim---'' Ve mâ kânestigfâru ibrâhîme li ebîhi illâ an mev’ıdetin vaadehâ iyyâh(iyyâhu), fe lemmâ tebeyyene lehû ennehuaduvvun lillâhi teberre’e minh(minhu), inne ibrâhîme le evvâhun halîm(halîmun).:İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.''
(TEVBE suresi 114. ayet) (Resmi:9/İniş:113/Alfabetik:104)

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »


وَلَقَدْ جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُواْ سَلاَمًا قَالَ سَلاَمٌ فَمَا لَبِثَ أَن جَاء بِعِجْلٍ حَنِيذٍ
1. ve lekad : ve andolsun
2. câet : geldi
3. rusulu-nâ : resûllerimiz
4. ibrâhîme : İbrâhîm
5. bi el buşrâ : müjde ile
6. kâlû : dediler
7. selâmen : selâm
8. kâle : dedi
9. selâmun : selâm
10. fe mâ lebise : bunun üzerine, çok geçmedi (gecikmeden)
11. en câe bi : getirmesi
12. iclin hanîzin : kızarmış buzağı
Resim---''Ve lekad câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâmun fe mâ lebise en câe bi iclin hanîz(hanîzin).:Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.''
(HÛD suresi 69. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)



فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ
1. fe lemmâ : artık, olunca, olduğu zaman
2. zehebe : gitti
3. an ibrâhîme : İbrâhîm'den
4. er rev'u : korku
5. ve câet-hu : ve geldi ona
6. el buşrâ : müjde
7. yucâdilu-nâ : bizimle mücâdele ediyor
8. fî kavmi lûtın : Lut kavmi hakkında
Resim---''Fe lemmâ zehebe an ibrâhîmer rev’u ve câethul buşra yucâdilunâ fî kavmi lût(lûtın).:İbrahim’in korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.''
(HÛD suresi 74. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)


إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُّنِيبٌ
1. inne : muhakkak ki
2. ibrâhîme : İbrâhîm
3. le : elbette, cidden
4. halîmun : yumuşak huylu, halim
5. evvâhun : çok içli, çok acıyan, (Allah'a) çok yalvarandır
6. munîbun : Allah'a yönelen, dönen kimse
Resim---''İnne ibrâhîme le halîmun evvâhun munîb(munîbun).: Çünkü İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.''
(HÛD suresi 75. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

يَا إِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ
1. yâ ibrâhîmu : ey İbrâhîm
2. a'rid : vazgeç, yüz çevir
3. an hâzâ : bundan
4. inne-hu : muhakkak o, çünkü o
5. kad câe : gelmiştir
6. emru rabbi-ke : Rabbinin emri
7. ve inne-hum : ve muhakkak onlar, onlara
8. âtî-him : onlara geldi
9. azâbun : bir azap
10. gayru merdûdin : geri çevrilemez, reddedilemez
Resim---''Yâ ibrâhîmu a’rid an hâzâ, innehu kad câe emru rabbik(rabbike), ve innehum âtîhim azâbun gayru merdûd(merdûdin).:Elçilerimiz, “Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.''
(HÛD suresi 76. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »


وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِن قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

1. ve kezâlike : ve böylece, işte böylece
2. yectebî-ke : seni seçecek
3. rabbu-ke : senin Rabbin
4. ve yuallimu-ke : ve sana öğretecek
5. min te'vîli : tevîlinden, yorumundan
6. el ehâdîsi : sözler, olaylar
7. ve yutimmu : ve tamamlayacak
8. ni'mete-hu : ni'metini
9. aleyke : sana
10. ve alâ : ve üzerine, ...a
11. âli ya'kûbe : Yâkub ailesi
12. kemâ : gibi
13. etemme-hâ : onu tamamladı
14. alâ ebevey-ke : senin ebeveynine
15. min kablu : önceden, daha önce
16. ibrâhîme ve ishâka : İbrâhîm ve İshak
17. inne : muhakkak
18. rabbe-ke : senin Rabbin
19. alîmun : bilendir
20. hakîmun : hikmet sahibidir, hüküm sahibidir.
Resim---''Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yu allimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk(ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun).”: “İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
(YÛSUF suresi 6. ayet) (Resmi:12/İniş:53/Alfabetik:110)


وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ آبَآئِي إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ مَا كَانَ لَنَا أَن نُّشْرِكَ بِاللّهِ مِن شَيْءٍ ذَلِكَ مِن فَضْلِ اللّهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ
1. ve itteba'tu : ve ben tâbî oldum
2. millete : dîn
3. âbâî : atalarım, babalarım
4. ibrâhîme : İbrâhîm
5. ve ishâka : ve İshak
6. ve ya'kûbe : ve Yâkub
7. mâ kâne : olmadı, olmaz
8. lenâ : bizim için, bize
9. en nuşrike : şirk koşmamız
10. billâhi (bi allâhi) : Allah'a
11. min şey'in : bir şeyden, bir şey ile
12. zâlike : işte bu
13. min fadli allâhi : Allah'ın fazlından
14. aleynâ : bizim üzerimize, bize
15. ve alâ en nâsi : ve insanların üzerine, insanlara
16. ve lâkinne : ve lâkin, fakat, ama
17. eksere en nâsi : insanların çoğu
18. lâ yeşkurûne : şükretmezler, şükretmiyorlar
Resim---''Vetteba’tu millete âbâî ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), mâ kâne lenâ en nuşrike billâhi min şey(şey’in), zâlike min fadlillâhi aleynâ ve alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn(yeşkurûne).:“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”
(YÛSUF suresi 38. ayet) (Resmi:12/İniş:53/Alfabetik:110)






وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الأَصْنَامَ
1. ve iz kâle : ve demişti
2. ibrâhîmu : İbrâhîm
3. rabbi ic'al : Rabbim kıl, yap
4. hâze el belede : bu şehir, bu belde
5. âminen : emniyetli, emin
6. vecnubnî (ve ucnub-nî) : ve beni uzaklaştır, içtinab ettir
7. ve beniyye : ve oğullarımı
8. en na'bude : bizim tapmamız
9. el asnâme : putlara
Resim---''Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzel belede âminen vecnubnî ve beniyye en na’budel asnâm(asnâme).:Hani İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”
(İBRÂHİM suresi 35. ayet) (Resmi:14/İniş:72/Alfabetik:40)




وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِ بْراَهِيمَ
1. ve nebbi'hum : ve onlara haber ver
2. an dayfi : misafirlerden
3. ibrâhîme : İbrâhîm
Resim---''Ve nebbi’hum an dayfi ibrâhîm(ibrâhîme).:Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.''
(HİCR suresi 51. ayet) (Resmi:15/İniş:54/Alfabetik:36)


إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
1. inne : muhakkak
2. ibrâhîme : İbrâhîm
3. kâne : oldu, idi
4. ummeten : bir ümmet
5. kâniten : kanitin olan, yönelen
6. lillâhi (li allâhi) : Allah'a, Allah için
7. hanîfen : hanif olarak (bir tek Allah'a inanan)
8. ve lem yeku : ve olmadı
9. min el muşrikîne : müşriklerden
Resim---''İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).:Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.''
(NAHL suresi 120. ayet) (Resmi:16/İniş:70/Alfabetik:75)


ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
1. summe : sonra
2. evhaynâ : biz vahyettik
3. ileyke : sana
4. en ittebi' : tâbî olmayı
5. millete : dîn
6. ibrâhîme : İbrâhîm
7. hanîfen : hanif olarak (tek Allah'a inanan, yönelen)
8. ve mâ kâne : ve o olmadı
9. min el muşrikîne : müşriklerden, şirk koşanlardan
Resim---''Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).:Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.''
(NAHL suresi 123. ayet) (Resmi:16/İniş:70/Alfabetik:75)

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا
1. vezkur (ve uzkur) : ve zikret
2. fî el kitâbi : kitapta
3. ibrâhîme : İbrâhîm
4. inne-hu : muhakkak o, çünkü o
5. kâne : oldu, idi
6. sıddîkan : sadık, çok doğru, çok sadaka veren, doğruyu söyleyen
7. nebiyyen : nebî, peygamber
Resim---''Vezkur fîl kitâbi ibrâhîm(ibrâhîme), innehu kâne sıddîkan nebiyyâ(nebiyyen).:Kitap’ta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.''
(MERYEM suresi 41. ayet) (Resmi:19/İniş:44/Alfabetik:63)


قَالَ أَرَاغِبٌ أَنتَ عَنْ آلِهَتِي يَا إِبْراهِيمُ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا
1. kâle : dedi
2. e râgıbun ... (... an) : rağbet etmiyor musun (kıymet vermiyor musun)
3. ente : sen
4. an âlihetî : ilâhlarımdan
5. yâ ibrâhîmu : ey İbrâhîm
6. lein : eğer
7. lem tentehi : sen vazgeçmezsin
8. le ercumenne-ke : mutlaka seni taşlarım
9. ve uhcur-nî : ve benden uzaklaş, benden ayrıl
10. meliyyen : uzun müddet
Resim---''Kâle e râgıbun ente an âlihetî yâ ibrâhîm(ibrâhîmu), lein lem tentehi le ercumenneke vehcurnî meliyyâ(meliyyen).:Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.''
(MERYEM suresi 46. ayet) (Resmi:19/İniş:44/Alfabetik:63)


أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا*
1. ulâike : İşte onlar
2. ellezîne : onlar ki
3. en'ame allâhu : Allah ni'metlendirdi
4. aleyhim : onları
5. min en nebiyyîne : nebî (peygamber)lerden
6. min zurriyyeti : zürriyyetinden, neslinden
7. âdeme : Âdem
8. ve mimmen (min men) : ve kimselerden, kişilerden
9. hamelnâ : taşıdık
10. mea : beraber
11. nûhin : Nuh
12. ve min zurriyyeti : ve zürriyyetinden, neslinden
13. ibrâhîme : İbrâhîm
14. ve isrâîle : ve İsrail
15. ve mimmen : ve kimselerden, kişilerden
16. hedeynâ : hidayete erdirdik
17. vectebeynâ : ve seçtik
18. izâ tutlâ : okunduğu zaman
19. aleyhim : onlara
20. âyâtu er rahmâni : Rahmân'ın âyetleri
21. harrû : yere kapandılar
22. succeden : secde ederek
23. ve bukiyyen : ve ağlayarak
Resim---''Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ)İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.''
(MERYEM suresi 58. ayet) (Resmi:19/İniş:44/Alfabetik:63)





وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِن قَبْلُ وَكُنَّا بِه عَالِمِينَ
1. ve lekad : ve andolsun ki
2. âteynâ : verdik
3. ibrâhîme : İbrâhîm
4. ruşde-hu : onun rüşdü (onun irşad yetkisi)
5. min kablu : önceden
6. ve kunnâ : ve biz olduk
7. bi-hî : onu
8. âlimîne : bilenler
Resim---''Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).:Andolsun, daha önce de İbrahim’e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu biliyorduk.''
(ENBİYÂ suresi 51. ayet) (Resmi:21/İniş:73/Alfabetik:21)


قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ
1. kâlû : dediler
2. semi'nâ : biz işittik
3. feten : genç, delikanlı
4. yezkuru-hum : onları zikrediyor
5. yukâlu : deniliyor
6. lehu : ona
7. ibrâhîmu : İbrâhîm
Resim--- ''Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu).: (İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler.''
(ENBİYÂ suresi 60. ayet) (Resmi:21/İniş:73/Alfabetik:21)

قَالُوا أَأَنتَ فَعَلْتَ هَذَا بِآلِهَتِنَا يَا إِبْرَاهِيمُ
1. kâlû : dediler
2. e ente : sen mi(sin)
3. fealte : sen yaptın
4. hâzâ : bu
5. bi âliheti-nâ : bizim ilâhlarımıza
6. yâ ibrahîmu : ey İbrâhîm
Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrahîm(ibrahîmu).: (İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler.''
(ENBİYÂ suresi 62. ayet) (Resmi:21/İniş:73/Alfabetik:21)



قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
1. kulnâ : biz dedik
2. yâ nâru : ey ateş
3. kûnî : ol
4. berden : soğuk
5. ve selâmen : ve selâmet (zararsız)
6. alâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
Resim---''Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme).:“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.''
(ENBİYÂ suresi 69. ayet) (Resmi:21/İniş:73/Alfabetik:21)




وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
1. ve iz bevve'nâ : ve indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman
2. li ibrâhîme : İbrâhîm'e
3. mekâne el beyti : evin mekânı, Kâbe'nin yeri
4. en lâ tuşrik : senin şirk koşmaman
5. bî : bana
6. şey'en : bir şey
7. ve tahhir : ve temizle, temiz tut
8. beytiye : benim evimi
9. li et tâifîne : tavaf edenler için
10. ve el kâimîne : ve kaim olanlar, ayakta duranlar
11. ve er rukkai : ve rükû edenler
12. es sucûdi : secde edenler
Resim---''Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne vel kâimîne ver rukkais sucûd(sucûdi).: Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.''
(HAC suresi 26. ayet) (Resmi:22/İniş:88/Alfabetik:32)


وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ
1. ve kavmu ibrâhîme : ve İbrâhîm kavmi
2. ve kavmu lûtın : ve Lut kavmi
Resim---''Ve kavmu ibrâhîme ve kavmu lût(lûtın).:(43-44) İbrahim’in kavmi ile Lût’un kavmi ve Medyen halkı da (yalanlamışlardı). Mûsâ da yalanlandı ve nihayet o inkârcılara mühlet verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Beni inkâr etmek nasılmış, (gördüler).''
(HAC suresi 43. ayet) (Resmi:22/İniş:88/Alfabetik:32)


وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
1. ve câhidû : ve cihad edin
2. fî allâhi : Allah hakkında, Allah için
3. hakka : hakkıyla, gereğince
4. cihâdi-hi : onun cihadı
5. huve ictebâ-kum : o sizi seçti
6. ve mâ ceale : ve kılmadı, yapmadı
7. aleykum : sizin üzerinize, size
8. fî ed dîni : dîn hakkında, dîn konusunda
9. min haracin : (zorluktan) bir zorluk
10. millete : millet, dîn
11. ebî-kum : sizin babanız
12. ibrâhîme : İbrâhîm
13. huve : o
14. semma-kum : sizi isimlendirdi
15. el muslimîne : müslümanlar (Allah'a teslim olanlar)
16. min kablu : önceden, daha önce
17. ve fî hâzâ : ve bunda
18. li yekûne er resûlu : resûl olsun diye
19. şehîden : şahit (olarak)
20. aleykum : sizin üzerinize, size
21. ve tekûnû : ve siz olun
22. şuhedâe : şahitler
23. alâ en nâsi : insanlar üzerine
24. fe ekîmû es salâte : o halde namazı ikame edin
25. ve âtu ez zekâte : ve zekâtı verin
26. va'tesımû (ve ı'tesımû) : ve tutunun, sarılın
27. bi allâhi : Allah'a
28. huve : o
29. mevlâ-kum : sizin mevlânız, dostunuz
30. fe ni'me el mevlâ : öyleyse ne güzel dost
31. ve ni'me en nasîru : ve ne güzel yardımcı
Resim---Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).:Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!''
(HAC suresi 78. ayet) (Resmi:22/İniş:88/Alfabetik:32)






وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ
1. vetlu : ve oku, aktar
2. aleyhim : onlara
3. nebee : haberini
4. ibrâhîme : İbrâhîm
Resim---''Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).:Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku.''
(ŞUARA suresi 69. ayet) (Resmi:26/İniş:47/Alfabetik:94)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »



وَإِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
1. ve ibrâhîme : ve İbrâhîm
2. iz kâle : demişti
3. li kavmi-hi : kavmine
4. a'budûllâhe (a'budû allâhe) : Allah'a kul olun
5. vettekûhu (ve ittekû-hu) : ve ona karşı takva sahibi olun
6. zâlikum : işte bu
7. hayrun : daha hayırlı
8. lekum : sizin için
9. in : eğer
10. kuntum : siz oldunuz
11. ta'lemûne : biliyorsunuz
Resim---''Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûh(vettekûhu), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).:İbrahim’i de peygamber olarak gönderdik. Hani o, kavmine şöyle demişti: “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
(ANKEBÛT suresi 16. ayet) (Resmi:29/İniş:85/Alfabetik:8)




وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ إِنَّ أَهْلَهَا كَانُوا ظَالِمِينَ
1. ve lemmâ : ve olduğu zaman
2. câet : geldi
3. rusûlu-nâ : bizim resûllerimiz
4. ibrâhîme : İbrâhîm'e
5. bi el buşrâ : müjde ile
6. kâlû : dediler
7. innâ : muhakkak ki biz
8. muhlikû : helâk edecek olanlarız
9. ehli : halk
10. hâzihi : bu
11. el karyeti : ülke, karye, belde
12. inne : muhakkak ki
13. ehle-hâ : onun halkı
14. kânû : oldular
15. zâlimîne : zalimler, zulmedenler
Resim---''Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeh(karyeti), inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).: Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz, bu memleket halkını helâk edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.''
(ANKEBÛT suresi 31. ayet) (Resmi:29/İniş:85/Alfabetik:8)




وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا
1. ve iz : ve o zaman olmuştu
2. ehaznâ : aldık, ahzettik
3. min : den
4. en nebiyyîne : nebîler
5. mîsâka-hum : onların misakleri
6. ve min-ke : ve senden
7. ve min nûhın : ve Nuh (A.S)'dan
8. ve ibrâhîme : ve İbrâhîm
9. ve mûsâ : ve Musa
10. ve îsebni meryeme : ve Meryemoğlu İsa
11. ve ehaznâ : ve aldık
12. min-hum : onlardan
13. mîsâkan : misak
14. galîzen : sağlam, ağır, çok kuvvetli
Resim---''Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).: Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık.''
(AHZÂB suresi 7. ayet) (Resmi:33/İniş:97/Alfabetik:4)


Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »



وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ
1. ve inne : ve muhakkak
2. min şîati-hi : onun dîninden, dîni üzerinde, onun yolu üzerinde
3. le : elbette, gerçekten
4. ibrâhîme : İbrâhîm
Resim---'' Ve inne min şîatihî le ibrâhîm(ibrâhîme).:Şüphesiz İbrahim de O’nun taraftarlarından idi.''
(SÂFFÂT suresi 83. ayet) (Resmi:37/İniş:56/Alfabetik:90)



سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ
1. selâmun : selâm, selâm olsun
2. alâ : üzerine, ... a
3. ibrâhîme : İbrâhîm
Resim---''Selâmun alâ ibrâhîm(ibrâhîme).: İbrahim’e selâm olsun.''
(SÂFFÂT suresi 109. ayet) (Resmi:37/İniş:56/Alfabetik:90)


وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إبْرَاهِيمَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ أُوْلِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ
1. vezkur (ve uzkur) : zikret, hatırla
2. ibâde-nâ : kullarımız
3. İbrâhîme : İbrâhîm
4. ve ishâka : ve İshak
5. ve ya'kûbe : ve Yâkub
6. ulîl eydî : güç sahibi
7. ve el ebsâri : ve basiret
Resim---''Vezkur ıbâdenâ ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûbe ûlîl eydî vel ebsâr(ebsâri).: (Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.''
(SÂD suresi 45. ayet) (Resmi:38/İniş:38/Alfabetik:88)



شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ
1. şerea : şeriat kıldı
2. lekum : size, sizin için
3. min ed dîni : dînden
4. mâ vassâ : vasiyet ettiği şey, farz kıldığı şey
5. bi-hi : onu, onunla
6. nûhan : Nuh
7. ve ellezî : ve o
8. evhaynâ : biz vahyettik
9. ileyke : sana
10. ve mâ vassaynâ : ve vasiyet ettiğimiz şey, farz kıldığımız şey
11. bi-hi : onu, onunla
12. ibrâhîme : İbrâhîm
13. ve mûsâ : ve Musa
14. ve îsâ : ve İsa
15. en ekîmû : ikame etmeleri, ayakta, hayatta tutmaları
16. ed dîne : dîn
17. ve lâ teteferrekû : ve ayrılığa düşmeyin, fırkalara ayrılmayın
18. fî-hi : onda, onun hakkında
19. kebure : büyük oldu, ağır geldi
20. alâ el muşrikîne : müşriklere
21. mâ ted'û-hum : onları davet ettiğin şey
22. ileyhi : ona, kendisine
23. allâhu : Allah
24. yectebî : seçer
25. ileyhi : ona, kendisine
26. men : kimse, kişi
27. yeşâu : diler
28. ve yehdî : ve hidayete erdirir, ulaştırır
29. ileyhi : ona, kendisine
30. men : kimse, kişi
31. yunîbu : yönelir
Resim---''Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).:“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.''
(ŞÛRÂ suresi 13. ayet) (Resmi:42/İniş:62/Alfabetik:95)


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ إِنَّنِي بَرَاء مِّمَّا تَعْبُدُونَ
1. ve iz kâle : ve demişti
2. ibrâhîmu : İbrâhîm
3. li ebî-hi : babasına
4. ve kavmi-hi : ve onun kavmi
5. inne-nî : muhakkak ki ben
6. berâun : uzak, ayrı
7. mimmâ (min mâ) : şeyden
8. ta'budûne : siz taparsınız
Resim---''Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi ve kavmihî innenî berâun mimmâ ta’budûn(ta’budûne).:Hani İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım.”
(ZUHRUF suresi 26. ayet) (Resmi:43/İniş:63/Alfabetik:113)


هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
1. hel : mi, var mı
2. etâ-ke : sana geldi
3. hadîsu : haber
4. dayfi : misafirler
5. ibrâhîme : İbrâhîm
6. el mukremîne : ikram edilen
Resim---''Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne).: (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?''
(ZÂRİYÂT suresi 24. ayet) (Resmi:51/İniş:67/Alfabetik:111)


وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّى
1. ve ibrâhîme : ve İbrâhîm'in
2. ellezî veffâ : ahdini yerine getiren
Resim---''Ve ibrâhîmellezî veffâ.: (36-37) Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?''
(NECM suresi 37. ayet) (Resmi:53/İniş:23/Alfabetik:80)


وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
1. ve lekad : ve andolsun
2. erselnâ : biz gönderdik
3. nûhan : Hz. Nûh
4. ve ibrâhîme : ve İbrâhîm
5. ve cealnâ : biz onu kıldık
6. fî : de, içinde
7. zurriyyeti-himâ : o ikisinin (onların) zürriyetleri
8. men : kim, kimse
9. en nubuvvete : peygamberlik
10. ve el kitâbe : ve kitap
11. fe : artık, böylece
12. min-hum : ondan
13. muhtedin : hidayete erenler
14. ve kesîrun : ve çoğu
15. min-hum : onlardan
16. fâsikûne : fasıklar, fasık olanlar, fasık kimseler
Resim---''Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimen nubuvvete vel kitâbe fe minhum muhted(muhtedin), ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).: Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir.''
(HADÎD suresi 26. ayet) (Resmi:57/İniş:112/Alfabetik:33)


قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
1. kad : olmuştu
2. kânet : idi, oldu
3. lekum : size, sizin için
4. usvetun : örnek
5. hasenetun : güzel
6. fî ibrâhîme : İbrâhîm'de vardır
7. ve ellezîne : ve onlar
8. mea-hu : onunla beraber
9. iz : olmuştu
10. kâlû : dediler
11. li kavmi-him : kendi kavimlerine
12. innâ : muhakkak ki biz
13. bureâu : uzak
14. min-kum : sizden
15. ve mimmâ(min-mâ) : ve o şeyden
16. ta'budûne : siz tapıyorsunuz
17. min dûni allâhi : Allah'tan başka
18. kefernâ : biz sizi inkâr ediyoruz
19. bi-kum : sizi
20. ve bedâ : ve başladı
21. beyne-nâ : bizim aramızda
22. ve beyne-kum : ve sizin aranızda
23. el adâvetu : düşmanlık
24. ve el bagdâu : ve buğz, öfke
25. ebeden : ebediyyen
26. hattâ : oluncaya kadar
27. tu'minû : siz îmân edersiniz, inanırsınız
28. bi allâhi : Allah'a
29. vahde-hû : onun tek oluşu
30. illâ : hariç
31. kavle : söz (söylenen bir söz, bir şey söyleme, bir şey deme)
32. ibrâhîme : İbrâhîm
33. li ebî-hi : onun babasına, kendi babasına, babasına
34. le estagfirenne : mutlaka istiğfar edeceğim, mağfiret dileyeceğim
35. leke : sana, senin için
36. ve mâ emliku : ve ben malik değilim, benim gücüm yetmez
37. leke : sana
38. min allâhi : Allah'tan
39. min şey'in : bir şeyden
40. rabbe-nâ : Rabbimiz
41. aleyke : sana
42. tevekkelnâ : biz tevekkül ettik
43. ve ileyke : ve sana
44. enebnâ : yöneldik
45. ve ileyke el masîru : ve varış, dönüş, ulaşma sanadır
Resim---''Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum, ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tû’minû billâhi vahdehû, illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’İn, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr(masîru).: İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”
(MÜMTEHİNE suresi 4. ayet) (Resmi:60/İniş:111/Alfabetik:71)




صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى
1. suhufi : sayfalar
2. ibrâhîme : İbrâhîm
3. ve mûsâ : ve Musa
Resim---''Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.: (18-19) Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ’nın sayfalarında da vardır.''
(A'LÂ suresi 19. ayet) (Resmi:87/İniş:8/Alfabetik:5)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 6. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
Fasil : ZİNET BÖLÜMÜ
Konu : Ziynetle İlgili Çeşitli Meseleler
Ravi : Yahya İbnu Said
Hadis : Yahya İbnu Said, Said İbnu`l Müseyyeb (ra)`ten şunu işitmiştir: "Hz. İbrahim (as), misafir ağırlayan ilk kimse idi. Keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce: "Ya Rabbi bu nedir?" diye sormuş; Rabbi de: "Bu vakardır ey İbrahim!" demiş. O da: "Rabbim! Öyleyse vakarımı artır!" diyerek duada bulunmuştur." (Rezin şunu ilave etmiştir. "Bu sırada Hz. İbrahim 120 yaşındaydı. Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı.")
HadisNo : 2151


Resim

Fasil : TAHARET BÖLÜMÜ
Konu : Abdestin Sıfatı
Ravi : Osman
Hadis : Resulullah (sav)`a uzuvlarını üçer üçer yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu: "Bu benim ve benden önceki diğer peygamberlerin ve İbrahim aleyhisselam`ın abdestidir." [Rezin tahric etmiştir.]
HadisNo : 3614

Resim

Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Bazı Peygamberlerin Faziletleri - Hz. İbrahim (as)
Ravi : Enes
Hadis : Resulullah (sav)`a bir adam gelip: "Ey Hayru`l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)" diye hitabetmişti. Aleyhissalatu vesselam hemen müdahale etti: "Bu söylediğin İbrahim aleyhisselam`ın vasfı dır."
HadisNo : 4335

Resim

Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Sahabe Dışındaki Bazı Kimselerin Fazileti - Zeyd İbnu Amr
Ravi :
Hadis : Bir başka rivayette ise şöyle gelmiştir: "Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl hakiki dini sorup, ona tabi olmak üzere [Varaka İbnu Nevfel ile birlikte] Şam`a gitti. Orada bir yahudi alimine rastladı. Ona dinleri hakkında sordu ve: "Belki de dininize gireceğim, (bana onu tanıtın)!" dedi. Yahudi: "Sen, Allah`ın gadabından nasibini almadıkça bizim dine giremezsin!" diye cevap verdi. Zeyd: "Ben Allah`ın gadabından kaçarak buralara geldim, (gadap değil, rıza ve rahmet arıyorum), elimden geldiğince, Allah`ın gadabından herhangi bir pay almaya asla niyetim yok. Sen bana bir başkasını göster (de ona gideyim)!" der. Yahudi alim: "Ben haniflikten başka bir şeyi tanımıyorum!" cevabını verir. Zeyd: "Haniflik nedir?" der. Yahudi alim açıklar: "Hz. İbrahim aleyhisselam`ın dinidir. O, ne yahudi ne de hıristiyandı, Allah`tan başka bir şeye tapmıyordu." Zeyd onun yanından çıkınca hıristiyan alimlerden biriyle karşılaşır. Ona da aynı şeyleri söyler. O da: "Sen Allah`ın lanetinden nasibini almadıkça bizim dinimize giremezsin!" der. Zeyd ona da: "Ben zaten Allah`ın lanetinden kaçarak bu diyarlara geldim. Elimden geldiğince, ebediyyen Allah`ın lanetinden bir şey yüklenmeyeceğim. Sen bana bir başkasını gösterebilir misin?" der. O alim de: "Hayır ben haniflikten başka bir şey bilmem!" cevabım verir. Zeyd ona da: "Haniflik nedir?" diye sorar. Alim: "Hz. İbrahim aleyhisselam`ın dinidir. O ne yahudi ne de hıristiyandı, o sadece Allah`a tapardı" cevabını verir. Zeyd onların Hz. İbrahim hakkındaki sözlerini işitince, oradan ayrılır. Dışarı çıkınca ellerini kaldırıp: "Allahım, seni şahid kılıyorum: Ben İbrahim aleyhisselam`ın dini üzereyim!" der."
HadisNo : 4555

Resim

Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Sahabe Dışındaki Bazı Kimselerin Fazileti - Zeyd İbnu Amr
Ravi : Esma Bintu Ebi Bekr
Hadis : Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl`in ayakta dikilip sırtını Ka`be`ye dayayarak şöyle söylediğini işittim: "Ey Kureyş topluluğu! Vallahi ben hariç hiçbiriniz Hz. İbrahim aleyhisselam`ın dini üzere değilsiniz!" Zeyd diri diri toprağa gömülecek kızları (kurtarıp) hayatını bağışlardı. Kızını öldürmek isteyen adama: "Onu öldürme, onun külfetini ben üzerime alıyorum" der ve kızı alırdı. Kız büyüyüp serpilince, babasına: "Dilersen sana teslim edeyim, dilersen külfetini ben çekeyim" der (bakımına devam eder)di
HadisNo : 4556

Resim


Kütübü Sitte Hadisleri
Fasil : KISSALAR BÖLÜMÜ
Konu : Kıssalar
Ravi : İbnu Abbas
Hadis :
Hz. ibrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. ibrahim, kadını Beyt`in yanında Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescid`in yukarı tarafında ve zemzemin tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke`de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. ibrahim anne ve çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı. Hz. ibrahim aleyhisselam bundan sonra (emr-i İlahi ile) arkasını dönüp (Şam`a gitmek üzere) oradan uzaklaştı. İsmail`in annesi, ibrahim`in peşine düştü (ve ona Keda`da yetişti). "Ey ibrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?" diye seslendi. Bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. ibrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi. "Böyle yapmam sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. ibrahim bunun üzerine "Evet!" buyurdu. Kadın: "Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri döndü. Hz. ibrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt`e yöneldi, ellerini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli Beyt`inin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim -namazlarını Beyt`inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlarda mü`min olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler" (ibrahim 37). İsmail`in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. Onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalkıp, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı, birilerini görebilir miyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. Safa`dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bir insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. Bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir. Anne, (bu sefer) Merve`ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: "Sus" dedi ve sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine: "(Ey ses sahibi!) Sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!" dedi. Derken zemzemin yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail`di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin?" Kadın: "Ben Hacer`im, ibrahim`in oğlunun annesi..." "ibrahim sizi kime tevkil etti?" "Allah Teala`ya." "Her ihtiyacınızı görecek Zat`a tevkil etmiş." Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkça dipten kaynıyordu. İbnu Abbas (ra) dedi ki: "Allah İsmail`in annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akarsu olacaktı." "Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi. Melek, kadına: "Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teala hazretleri`nin burada bir Beyt`i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teala hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı. Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm`den bir kafile uğradı. Oraya Keda yolundan gelmişlerdi. Mekke`nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini gördüler. "Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!" dediler. Durumu tahkik için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail`in annesini buldular. "Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. Kadın: "Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!" dedi. Onlar da: "Pekala!" dediler. Aleyhissalatu vesselam der ki: "Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail`in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapça`yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Buluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail`in annesi vefat etti. Derken Hz. ibrahim aleyhisselam, İsmail`in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı (hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail`i bulamadı. Hanımından İsmail`i sordu. Kadın: "Rızkımızı tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti" dedi. Hz. ibrahim, bu sefer geçimlerini, hallerini sordu. Kadın: "Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!" diyerek şikayetvari konuştu. Hz. ibrahim: "Kocan gelince, ona benden selam et ve "kapısının eşiğini değiştirmesini" söyle!" dedi. İsmail geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi: "Eve herhangi bir kimse geldi mi?" diye sordu: Kadın: "Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. Senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail: "Sana, bir tavsiyede bulundu mu ?" dedi. Kadın: "Evet! Sana söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!" dedi. İsmail: "Bu babamdı. Seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!" dedi ve hanımını boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi. Hz. ibrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi. Yine İsmail`i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail`i sordu. Kadın: "Maişetimizi kazanmaya gitti!" dedi. Hz. ibrahim: "Haliniz nasıldır?" dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın: "İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz" diye Allah`a hamd ve senada bulundu. "Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın: "Et yiyoruz!" dedi. "Ne içiyorsunuz?" diye sorunca da: "Su!" dedi. Hz. ibrahim: "Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!" diye dua ediverdi." Aleyhissalatu vesselam der ki: "O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. ibrahim, hububatları için de dua ediverirdi." İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey (et ve su) Mekke`den başka hiçbir yerde Mekke`deki kadar sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı yaparlar). Bu, Hz. ibrahim`in duasının bir bereketi ve neticesidir). (Resulullah (sav) Hz. ibrahim`den anlatmaya devam etti:) "ibrahim (İsmail`in hanımına) dedi ki: "Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret! (Çünkü eşik, evin dirliğidir)." Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) "Yanınıza bir uğrayan oldu mu?" diye sordu. Kadın: "Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgundü! " dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım övgülerden sonra: "Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Kadın: "Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor" dedi. Hz. İsmail: "Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda değerli idin kıymetin şimdi daha da arttı" der ve kadın İsmail`e on erkek evlad doğurur.) Sonra, Hz. ibrahim Allah`ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir müddet sonra yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail zemzemin yanında Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü). Sonra Hz. ibrahim: "Ey İsmail! Allah Teala hazretleri bana ciddi bir iş emretti" dedi. İsmail de: "Rabbinin emrettiği şeyi yap!" dedi. Hz. ibrahim: "Bu işte sen yardım edecek misin?" diye sordu. O da: "Evet sana yardım edeceğim!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. ibrahim: "Allah Teala hazretleri bana burada bir Beyt yapmamı emretti!" diyerek atrafına nazaran yüksekçe bir tepeyi gösterdi." (İbnu Abbas) dedi ki: "İsmail`le ibrahim işte orada Kabe`nin (daha önceki) temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. ibrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz. İsmail, babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz. ibrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu esnada onlar: "Ey Rabbimiz (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!" diyorlardı." İbnu Abbas der ki: "Hz. İsmail ve Hz. ibrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında dolaşarak: "Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen işiten ve bilensin!" (Bakara 127) diye dua ediyorlardı."
HadisNo : 4992

Resim

Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Cennetlikler Ve Cehennemlikler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hz. İbrahim aleyhisselam, kıyamet günü, babası Azer`i [yüzü] üzerinde bir siyahlık ve toz toprak olduğu halde görür. Babasına: "Ben sana dünyada iken, "Bana asi olma!" demedim mi?" der. Babası ona: "İşte bugün ben artık sana asi olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam: "Ey Rabbim! Sen yeniden diriltme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin. Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?" diye yakarır. Allah Teala hazretleri: "Ben cenneti kafirlere haram kıldım!" cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir: "Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var, biliyor musun?" İbrahim yere bakar ve kana bulanmış bir sırtlan görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim`in babasıdır, o çirkin surete sokulmuştur)."
HadisNo : 5150

Resim

Fasil : PEYGAMBERLİK BÖLÜMÜ
Konu : İsra Hakkında
Ravi : Enes
Hadis : Enes (ra) Malik İbnu Sa`saa (ra)`dan naklen anlatıyor: "Resulullah (sav) onlara, Mirac`a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki, "Ben Ka`be`nin avlusundan Hatim kısınında -belki de Hıcr`da demişti- yatıyordum, -bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak`tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. "Gelen kim?" denildi. "Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed (sav)!" dedi. "O`na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!" denildi. Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhiselam`ı gördüm. "Bu babanız Adem`dir! Selam ver O`na!" dendi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana: "Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz.Cebrail: "Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa`dırlar, onlara selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra: "Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril`im!" dedi. "Yanındaki kim?" denildi. "Muhammed`dir!" dedi. "O`na Miraç daveti gitti mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhiselam`la karşılaştık. Cebrail: "Bu Yusuf tur! O`na selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona Miraç davetiyesi indi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı, içeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail: "Bu İdris`tir, O`na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamma mukabele etti. Sonra bana: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Kim bu gelen ?" denildi. "Ben Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim ?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı açıldı, içeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam: "Bu Harun aleyhisselam`dır. O`na selam veri" dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi, içeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail: "Bu baban İbrahim`dir, O`na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Sidretü`l-Münteha`ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen`in) hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail aleyhisselam bana: "İşte bu Sidretü`l-Münteha`dır!" dedi. Burada dört nehir vardır: İkisi batıni nehir, ikisi zahiri nehir. "Bunlar nedir, ey Cibril?" diye sordum. Hz. Cebrail: "Şu iki batıni nehir cennetin iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri Fırat`tır!" dedi. Sonra bana el-Beytü`l-Ma`mur yükseltildi. Sonra bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben süt aldım. Cebrail aleyhisselam: "Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzeresiniz!" dedi. Resulullah devamla dedi ki: "Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselam`a uğradım. Bana: "Ne ile emrolundun?" dedi. "Gece ve gündüzde elli vakit namazla!" dedim. "Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Beni İsrail`e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!" dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam`a tekrar uğradım. Yine: "Ne ile emrolundum ?" dedi. "Benden on vakit namazı kaldırdı!" dedim. "Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!" dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselam`a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz. Musa`ya uğradım. Yine: "Ne ile emredildin ?" dedi. "Her gün beş vakit namazla!" dedim. "Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!" dedi. "Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah`ın emrine teslim oluyorum!" dedim. Musa aleyhisselam`ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: "Farzını kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!" [Bir rivayette şu ziyade geldi: "Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!"]
HadisNo : 5568

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:'' “İyi kötü herkes (Cehennem üzerine kurulmuş Sırât`tan) geçer. Yalnız mü’mine, serin ve selâmet olur. İbrahim Aleyhisselam`a ateşin serin olduğu gibi. Öyle ki mü’minlerin soğukluğundan Cehennem: “mü’minin nuru narımı söndürüyor!” diye bağırır. Bundan sonra Allahü Teâlâ, takva ehlini kurtarır; zalimleri ise orada yüzüstü bırakır!”''
(İbni Mâce)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Hz .İbrahim aleyhi's-selâmın hayatı

İbrahim Aleyhisselâmın Soyu:
İbrahim b.Târah (Âzer), b.Nahor, b.Sarug (Şarug) b.Rau (Ergu), b.Falığ, b.Âbir, b.Şalıh, b.Erfahşed, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır.[1]

İbrahim Aleyhisselâmın Babası Ve Yurdu:
İbrahim Aleyhisselâmın Babası Târah (Âzer), Harran halkından idi. [2] Onun, Küfe ile Basra arasındaki Kûsâ köyü halkından olduğu da söylenir. [3] Harran; büyük bir şehir olup Mudar'ın kasabası idi. Reha ile araları bir günlük, Rakka ile araları iki günlüktür. Musul-Şam ve Rum yolu üzerindedir.
Harran'ı, ilk önce kuran, İbrahim Aleyhisselâmın kardeşi Haran olduğu için, oraya Harran adı verilmiştir.
Tufandan sonra yer yüzünde ilk kurulan şehirdir. [4]
Kûsâ: Babil toprağındaki Irak köylerindendir ve Fırattan, Irak'a akıtılan ilk ır­mağın da, adıdır. [5]
İbrahim Aleyhisselâmın Babası Târah (Âzer), Kral Nemrud'un putlarının Bakı­cısı ve İdarecisi idi.
Harranda, kıtlıkla karşılaşınca, evini[6] Nemrud'un oturduğu [7] Kûsâ'ya nakl etmişti. [8]

İbrahim Aleyhisselâmın Annesi:
İbrahim Aleyhisselâmın annesi ise Erfahşed b.Sâm, b.Nuh oğullarından Kernba b. Kûsâ'nın kızı Nuna veya Efrayim b.Ergu, b.Falığ, b.Âbir, b.Şalıh, b.Erfahşed, b.Sâm, b.Nuh'un kızı Ebyuna idi. [9]

İbrahim Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
İbrahim Aleyhisselâm: orta boylu, ak benizli, elâ gözlü [10], ak saçlı, güzel ve güler yüzlü, açık alınlı, uzunca yanaklı ak sakallı idi. [11]
Ayak izlerine varıncaya kadar [12] şekil ve şemailce Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâma insanların, en çok benzeyeni idi. [13]

Kral Nemrud Ve Marifetleri:
Nemrud; ilk defa, kötü yol açan [14], İlk defa, başına tac giyen. [15]
İlk defa, yıldızların durumunu ortaya koyan ve onlar hakkında nazariyeler ku­ran ve ameliyeler yapan [16].
(Kabil'den sonra) ilk defa, ateşe tapan kimse idi.
Yerden bir ateşin çıktığını görünce, varıp önünde yere kapanmış ve üzerine bir bina çattırarak ona bir bakıcı da, tayin etmişti. [17]
İnsanları, kendisine tapmağa, ilk defa davet eden de, o idi. [18]

Halkın Sema İlimleri İle Uğraşmaları:
Nemrud'un zamanında, insanlar da, yıldızlara âid bilgilerle uğraşırlar; güneşin, ay'ın tutulacağı tarihi hesaplarlar, yıldızları ve mevkilerini belirlerler [19], yıldızlar, ve feleklere âid yaptıkları âletlerle onlardan bir takım hükümler çıkarırlardı. [20]

Nemrud'un Rü'yâsı Ve Korkunç Tedbirlere Başvurması:
Rivayete göre: Nemrud; o sıralarda, rü'yâsında [21], bir yıldızın doğduğunu gör­müştü ki, yıldızın parlaklığı, ay'ın aydınlığını, güneşin ziyasını bastırıyordu!
Nemrud, bundan, son derecede korktu.
Sihirbazları, Kâhinleri ve Kaifleri (iz ve yüz çizgilerinden anlayanları) davet edip bunun, sırrını sordu.[22]
Onlar da:"Ülkende şu yılda bir çocuk doğacak, halkın Dinini değiştirecek [23], senin ölü­mün, saltanatının zevali, onun elile olacaktır!" dediler.[24]
O sırada Nemrud, Küfe Babil'inde oturmakta idi.
Oturduğu köyden ayrılıp başka bir köye taşındı.
Oradan, bütün erkekleri, çıkarttı. Orada, yalnız kadınları, bıraktı.[25]
Her on erkeğin üzerine, güvenilir bir Murakıb tâyin etti.[26]
Doğan erkek çocukların hepsinin öldürülmesini emretti. [27]
Bunun üzerine doğan bütün erkek çocuklar, öldürüldü!
Nemrud'un, o şehirde önemli bir işi çıktı.
Nemrud, İbrahim Aleyhisselâmın babası Âzer'den başkasına güvenmediği için, onu, çağırdı. [28]
"Ben, sana, bir işimi havale etmek istiyorum.
Seni, oraya, ancak, sana olan güvencimden dolayı, gönderiyorum.
Ailenin yanına varmamak, kendisile münâsebette bulunmamak üzre and ve­riyorum! [29]
Bak! Eşinle, sakın münâsebette bulunayım deme, hâ!" dedi'[30]
Âzer:"Ben, bu hususta Dinimden fedâkârlık yapmakta çok cimriyimdir." dedi. [31]
Bunun üzerine, Nemrud, ona, yapacağı işi, havale etti.
Âzer, şehre girip Nemrud'un işini hallettikten sonra, kendi kendine "Ailemin yanına bir varsam da, ne yapıyorlar bir baksam?" dedi. [32]
Ailesinin yanına varınca, sözünde duramadı.
Bunun üzerine, ailesini, Küfe ile Basra arasında Evr diye anılan bir köye kaçı­rarak orada bir bodruma yerleştirdi.
Kendisinin, yiyeceğini, içeceğini ve şâir ihtiyaçlarını sağladı.
Aradan, uzun bir müddet geçip te, bir şey zuhur etmeyince, Nemrud:"Demek, bu, yalancı sihirbazların sözü imiş!
Yurdlarınıza dönünüz artık!" dedi. Erkekler de yurtlarına döndüler. [33]
İbn.İshak'a göre de:İbrahim Aleyhisselâmın doğma zamanı yaklaşınca, Müneccimler, Nemrud'a:"Senin, şu köyünde, şu yılın, şu ayında İbrahim adında bir çocuk doğacak! [34] Senin Dinini yerecek, topluluğunu dağıtacak. [35] Halkı, dininizden ayıracak ve putlarınızı, kıracaktır!" dediler.
Nemrud, bildirilen zaman gelince, adamlar göndererek köydeki her gebe ka­dını getirtti ve göz altında tuttu.
Ancak, İbrahim Aleyhisselâmın annesi, pek genç olup gebeliği bilinemediğin­den, gözaltına alınmadı.
Nemrud, Müneccimlerin bildirdiği yılın belli ayında [36] doğan erkek çocukların hepsini öldürttü. [37]

İbrahim Aleyhisselâmın Doğuşu Ve Mağarada Büyüyüşü:
İbrahim Aleyhisselâmın annesi; doğum yapma zamanı gelince, geceleyin evin­den çıkarak yakınlarında bulunan bir mağaraya gitti. İbrahim Aleyhisselâmı, ora­da doğurdu. [38]
İbn.Asâkir'e göre: İbrahim Aleyhisselâm; Irak toprağında Babil'in Kûsâ köyün­de hâlen kendisine nisbet edilen Makam'da doğmuştur. [39]
Annesi; yeni doğan bir çocuk için, ne yapmak lazımsa, hepsini yaptıktan, sa­rıp sarmaladıktan sonra, mağaranın kapısını kapatarak evine döndü.
Zaman zaman, mağaraya uğruyor, oğlunun, sağ ve baş parmağını emip dur­duğunu görüyordu.
Âzer, gebeliğini ne yaptığını sorduğu zaman, Nuna: "Bir oğlan doğurmuştum. Öldü!" dedi. Âzer, onu doğruladı ve sustu. [40]
İbrahim Aleyhisselâm, İsâ Aleyhisselâmın miladından -yaklaşık olarak- iki bin yıl önce doğmuştur. [41]
İbrahim Aleyhisselâm; mağarada, bir günde, bir haftalık gibi, bir haftada, bir aylık gibi, bir ayda, bir yıllık gibi hızlı büyüyordu.
Mağarada, ancak, on beş ay kaldı.
Âzer; oğlunun, mağarada gizlice nasıl doğurulduğunu, büyütüldüğünü, öğre­nince, son derecede sevindi. [42]
Nemrud, bütün olan bitenleri unutmuştu. İbrahim Aleyhisselâm da büyümüştü. [43]
Kendisi, anne ve babasından başka, yaratıklardan, henüz hiç birini görmemişti. [44]

İbrahim Aleyhisselâmın Anne Ve Babasına İlk Soruları:
İbrahim Aleyhisselâm, mağarada, annesine:"Benim Rabb'im, kimdir?" diye sordu.
Annesi Nuna:"Ben'im!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Senin Rabb'ın, kimdir?" diye sordu.
Annesi:"Babandır!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Babamın Rabb'i, kimdir?" diye sordu.
Annesi"Nemrud'dur!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Nemrud'un, Rabb'i, kimdir?" diye sordu.
Annesi:"Sus!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm, sustu.
Nuna hatun, kocasının yanına dönüp:"Gördün mü? Halkın, dinini değiştireceği söylenen çocuk, işte, senin oğlun­dur!" dedi, İbrahim Aleyhisselâmın söylediklerini, Âzer'e haber verdi. [45]
Âzer, İbrahim Aleyhisselâmın yanına gidince, ona da: "Ey Babacığım! Benim Rabb'im, kimdir?" diye sordu. Âzer:"Annen'dir!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Annemin Rabb'i, kimdir?" diye sordu.
Âzer:"Ben'im!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Senin Rabb'in, kimdir?" diye sordu.
Âzer:"Nemrud'dur!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Nemrud'un Rabb'i, kimdir?" diye sordu.
Âzer, ona bir tokat vurup "Sus!" dedi. [46]

İbrahim Aleyhisselâmın Mağaradan Çıkarılışı:
İbrahim Aleyhisselâmın babası Târah (Âzer), arkadaşlarına:"Benim bir oğlum vardır ki, onu, Kralın, öldürme emrine rağmen, saklamıştım.
Kendisini, saklı bulunduğu yerden çıkarıp getirmemi, korkulu ve sakıncalı bu­lur musunuz?" diye sordu.
Arkadaşları "Hayır! git, getir!" dediler.
Âzer, gidip İbrahim Aleyhisselâmı, yerin altındaki mağaradan, bodrumdan dı­şarı çıkardı.[47]

İbrahim Aleyhisselâmın Görüp Şaşırdığı Hayvanlar Hakkındaki Soruları:
İbrahim Aleyhisselâm, mağaradan çıkınca, yer yüzünde gezen, dolaşan hay­vanlara, yaratıklara bakıyor, bakıyor da, deve hakkında:"Bu, nedir?" diye soruyor,
Babası da, onun, deve olduğunu haber veriyor:"Bu, devedir!" diyordu.
İbrahim Aleyhisselâm, ineği görünce, soruyor,
Babası: "İnek'tir!" diyordu.
İbrahim Aleyhisselâm, atı, görünce, soruyor,
Babası: "At'tır!" diyordu.
İbrahim Aleyhisselâm, koyunu, görünce, soruyor,
Babası "Koyundur!" diyordu.[48]

İbrahim Aleyhisselâmın İrşad Olunuşu Ve Rabb'ini Buluşu:
İbrahim Aleyhisselâm; yer yüzünde gezip dolaşan hayvanları görünce, kendi kendine:"Her halde, şu yaratıkların, bir Rabb'i, olması, gerekir!" dedi. İbrahim Aleyhisselâmın mağaradan çıkışı, güneşin batışından sonra idi.
İbrahim Aleyhisselâm, başını, göklere doğru kaldırıp baktığı zaman, bir yıldız görmüştü ki, o, Müşteri yıldızı idi. [49]
Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâmın, Yıldızı, Ay'ı, Güneşi görüşünü ve Hakka erişini Kur'ân-ı Keriminde şöyle açıklar:"Biz, İbrahim'e (Gerçeği nasıl gösterdi isek, istidlalde bulunması ve) kesin il­me erenlerden olması için, göklerin ve yerin büyük mülkünü de, öylece, gösteriyorduk.
İşte, o, üstünü gece bürüyüp örtünce, bir yıldız görmüş:Rabb'im, budur? demişti.
Yıldız, sönüp gidince;
Ben, böyle sönüp batanları, sevmem! dedi.
Sonra, Ay'ı, doğar halde görünce:Rabb'im, budur! dedi.
Fakat, o da, batıp gidince;And olsun ki: eğer, Rabb'im, bana, hidayet etmemiş olsaydı, muhakkak, ben de, hakdan sapanlar güruhundan olurdum! dedi.
Sonra, güneşi, doğar halde görünce de:"Rabb'im, budur! Bu, hepsinden daha büyük!" dedi.
O da, batınca:Ey kavmim! Ben, sizin, Allâha şerik koşageldiğinizden kesin olarak uzağımdır.
Hiç kuşkusuz, ben, bir muvahhid olarak yüzümü, O gökleri ve yeri yaratmış bu­lunan Allâha yönelttim. Ben, müşriklerden değilimdir! dedi. [50]
Rabb'i, ona: "Müslüman ol! dediği zaman, o: âlemlerin Rabb'ına teslim oldum!" dedi. [51]

İbrahim Aleyhisselâmın Halkı Uyarmağa Başlaması:
İbrahim Aleyhisselâm, kavminin putlara tapışına şaşıyor ve onlara: "Elinizle yonttuğunuz şeylere ne diye tapıyorsunuz?!" diyordu.
Kavmi de:"Bunu, bize, senin baban öğretti!" diyorlardı.
İbrahim Aleyhisselâm:"Muhakkak ki, benim babam da, yolunu, sapıtan kimselerdendir!" diyordu. [52]

Âzer'in İbrahim Aleyhisselâma Kardeşleriyle Birlikte Put Sattırışı:
İbrahim Aleyhisselâmın babası Târah (Âzer), kavminin taptıkları putları yapar, götürüp satması için, öteki oğulları ile birlikte İbrahim Aleyhisselâm'a da, verir'[53]:"Bu putlardan, büyüğünü şu fiata, küçüğünü, şu fiata sat!" derdi.
İbrahim Aleyhisselâm da, onları, babasından alınca, ayaklarından bir iple sıkı­ca bağlar, arkasından çeker götürür[54]
"Ne zarar, ne de yarar veremeyen bu putları, alan var mı?" diyerek seslenir, hiç bir kimse, kendisinden put satın almazdı.
İbrahim Aleyhisselâm, putları satamayınca, bir ırmağın kıyısına götürüp başla­rını, suya sokar -kavminin putlara düşkünlüğüyle alay etmek için- "İçiniz!" der, hiç satmadan, onları, eve geri getirirdi. [55]
Kardeşleri ise, götürdüklerinin hepsini satmış olarak eve dönerlerdi. [56] İbrahim Aleyhisselâm, kumaş ve elbise ticaretiyle uğraşmış. [57] Hicretten sonra da çiftçilik yapmıştır.[58]


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] ibn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.1 ,s.2-3, İbn.Sa'd-Tabakat c.1,8.54, Mus'abuzzübeyrî-Neseb, Kureyşs.4, İbn.Kuteybe-Maarif s.15, Belâzürî-Ensabüleşraf c.1,s.5, Taberî-Tarih c.1,s.119, Yâkubî-Tarih c.1,s.17-23, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.41-44, İbn.Asakir-Tarih c.2,s.136-137, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.94, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.33.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/141.
[2] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46.
[3] Taberî-Tarih c.1,s.119.
[4] Yâkut-Mûcemülbüldan c.2,s.235.
[5] Yâkut-Mûcemülbüldan c.4,s.487.
[6] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, İbn.Asakir-Tarih c.2,s.141.
[7] Taberî-Tarih c.1,s.119.
[8] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.119, İbn.Asakir-Tarih c.2,s.141.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/141.
[9] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/142.
[10] Mir Hâvend-Ravzatussafa Tercemes.187.
[11] Ebû Nuaym-Delâilünnübüvve c.1,s.21, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.289, Süyûtî-Hasaisülkübrâ c.2,s.128, Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.12,s.469, Diyar. Bekrî-Tarihulhamîş c.1,s.21.
[12] Ahmed b.Hanbel-Müsned d.s.332, ibn.Mace-Sünen c.2,s.787, ibn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.78-79, Süyûtî-Hasaisülkübrâ c.1,s.171-172, Aliyyülmüttakî-Kenzül'ıımmal c.12,s.391.
[13] ibn.İshak, ibn.Hişam-Sîre c.2,s.41, İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.215, 417, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.276,277, Buharî-Sahih c.4,s.111.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/142.
[14] ibn.Kuteybe-Maarif s. 15.
[15] ibn.Kuteybe-Maarif s.15, Sâlebî-Arais s.73.
[16] ibn.Kuteybe-Maarif s.15.
[17] Yâkubî-Tarih c.1,s.23.
[18] Sâlebî-Arais s.73.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/142.
[19] Yâkubî-Tarih c.1,s.23.
[20] Mes'ûdî-Murûcuzzeheb c.1, s.44.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/142.
[21] Sâlebî-Arais s.73.
[22] Taberî-Tarih c.1,s.121, Sâlebî-Arais s.73.
[23] Sâlebî-Arais s.74.
[24] Taberî-Tarih c.1,s.121, Sâlebî-Arais s.73.
[25] Taberî-Tarih c.1,s.12l.
[26] Sâlebî-Arais s.73.
[27] Taberî-Tarih c.1,s.121, Salebî-Arais s.73.
[28] Taberî-Tarih c.1,s.121, Salebî-Arais s.73
[29] Sâlebî-Arais s.73.
[30] Taberî-Tarih c.1,s.121.
[31] Taberî-Tarih c.1,s.121, Sâlebî-Arais s.73.
[32] Sâlebî-Arais s.73.
[33] Taberî-Tarih c.1,s.121.
[34] Taberî-Tarih c.1,s. 119-120, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.1O6.
[35] Yâkubî-Tarih C.1.S.23.
[36] Taberî-Tarih c.1,s.12O, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.fe-.
[37] Yâkubî-Tarih c.1,s.23, Taberî c.1,s.12O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.94.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/142-144.
[38] Taberî c.!,s.12O, Sâlebî s.74, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.1O6, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.95.
[39] ibn.Asâkir-Tarih c.2,s.137.
[40] Taberî-Tarih c.1,s.12O, Sâlebî s.74, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s,95, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.1O6.
[41] Mes'udi Murucuzzeheb c.2,s,262, Dairetülmaarif c.1,s.10.
[42] Taberî-Tarih c.1,s.120-121, Sâlebî-Arais s.74.
[43] Taberî-Tarih c.1,s.12O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.96.
[44] Taberî c.1,s.121, Salebi s.74, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.95.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/144-145.
[45] Sâlebî-Arais s.74, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.1O6.
[46] Sâlebî-Arais s.74.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/145-146.
[47] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/146.
[48] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/146.
[49] Taberî-Tarih C.1.S.121, Salebî-Arais s.74-75, ibn.Esîr c.1,s.95.
[50] En'am: 75-79.[51] Bakare: 131.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/147.
[52] Yâkubî-Tarih c.1,s.24.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/147-148.
[53] Taberî-Tarih c.1,s.12O, Sâlebî-Arais s.75, İbn.Esîr-Kâ'mil c.1,s.96.
[54] İbn.iyas-Bedayiuzzühur s.84.
[55] Taberî-Tarih c.1,s.121, Sâlebî-Arais s.75, İbn.Esîr c.1,s.96.
[56] Taberî-Tarih c.1,s.121.
[57] İbn.Asakir-Tarih c.2,s.142.
[58] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/148.
En son tamersah tarik tarafından 12 Tem 2011, 11:59 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Âzer'in İbrahim Aleyhisselâmı Nemrud'a Götürüşü:
İbrahim Aleyhisselâm:"Allah'dan başka ilâh yoktur. O, benim Rabb'imdir! O, her şeyin Rabb'idir!" dedikçe, annesi ve babası, Nemrud'dan, korkarak ağlarlar, İbrahim Aleyhisselâmı, uyarmağa çalışırlardı.
İbrahim Aleyhisselâm ise:"Benim hakkımda, Nemrud'dan hiç korkmayınız.
Beni, küçüklüğümde koruyan, büyüklüğümde de, korur!" derdi.
Fakat, Âzer, kendisini, birisinin, Nemrud'a ihbar edeceğinden korkarak Nemrud'a gidip:"Ey kral! Senin, doğmasından sakındırdığın çocuk, benim oğlumdur.
Kendisi, evimden başka bir yerde doğmuş, yanıma gelinceye kadar, ondan ha­berim olmamıştır.
Şimdi, onu, sana haber veriyorum.
Kendisi hakkında, istediğini, yap! Sonra, beni, kınama!" dedi.
Nemrud "Onu, bana getir!" dedi.
Âzer, İbrahim Aleyhisselamı, annesinin yanından alıp Nemrud'a götürdü.
Nemrud, Meclisini süslemiş, askerlerini, sıra sıra dizdirmişti.
İbrahim Aleyhisselâm, sağına, soluna bakıp:"Ey kavim! Siz, neye tapıyorsunuz?" diye sordu.
Nemrud:"Ey İbrahim! Sen, üzerinde bulunduğum dinime gir ki, seni, ben yaratmışımdır ve rızkını da, ben veriyorum!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Ey Nemrud! Sen, yalan söylüyorsun!
O, Rab ki, beni, yaratan, bana, doğru yolu gösteren O'dur!
Bana, yediren, içiren de, O'dur!" deyince, Nemrud da, halk da, tutula kaldılar!
Bunun üzerine Nemrud, Âzer'e dönüp:"Ey Âzer! Bu oğlun, daha küçüktür.
Ne söylediğini, benim kadr'ü kıymetimi, mülk'ü saltanatımın ululuğunu, bilmiyor.
Sen, onu, hemen al, götür. Kendisini, azabımın şiddetiyle korkut! Ola ki, üze­rinde saplanıp kaldığı şeyden döner!" dedi.' [59]

İbrahim Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu:
Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâma, Cebrail Aleyhisselamı gönderip Dinini öğretti [60] ve kendisini, kavmine, Peygamber olarak gönderdi. [61]
Bunun üzerine, İbrahim Aleyhisselâmın, babası ve kavmiyle aralarında geçenler, Kur'ân-ı kerimde şöyle açıklanır:"Vaktâ ki, İbrahim, babasına:
Ey babam! İşitmez, görmez, sana, hiç bir yararı olmaz şeylere ne diye taparsın?!
Ey babam! Bana, muhakkak ki, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir.
O halde, bana uy da, seni, ben, dümdüz bir yola çıkarayım.
Ey babam! Şeytana tapma!
Çünkü, şeytan, hakkıyle esirgeyen Allâha çok âsi olmuştur.
Ey babam! Gerçekten korkuyorum ki: Çok esirgeyen Allah'dan sana, bir azab gelip çatar da, şeytana yâr olmuş olursun! dedi.
Babası:Ey İbrahim! Sen, benim tanrılarımdan yüz mü çeviricisin?!
And olsun ki: vaz geçmezsen, seni, muhakkak, taşlarım!
Sen, uzun bir müddet benden ayrıl!" dedi.
İbrahim ise;Üstüne selâmet! Ben, senin için, Rabb'imden mağfiret dileyeceğim.
Çünkü, O, bana çok lütufkârdır.
Sizi ve Allâh'dan başka taptıklarınızı bırakıp çekiliyorum.
Rabb'ime, dua ediyorum.
Umulur ki: Rabb'ime duada, sizin gibi bedbaht olmam! dedi. [62]
İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, ancak, ona olan bir va'd'den dolayı idi.
Yoksa, onun, Allah'ın bir düşmanı olduğu, kendisince belli olunca, o, ondan uzaklaştı.
İbrahim, gerçekten, çok çok tazarru ve niyaz edici, pek yumuşak huylu ve sa­bırlı idi. [63]
O zaman, o, babasına ve kavmine: Sizin tapmakta olduğunuz bu timsallar, nedir?" diye sordu. Onlar:"Biz, Atalarımızı, bunların tapıcıları olarak bulduk!" dediler. İbrahim:"And olsun ki: siz de, Atalarınız da, apaçık bir sapıklık içindesinizdir!" dedi. Onlar:
"Sen, bize gerçeği mi getirdin? Yoksa, sen, şakacılardan mısın?" dediler. İbrahim:"Hayır! Sizin Rabb'iniz, hem göklerin, hem yerin Rabb'idir ki, bütün bunları, O, yaratmıştır ve ben de, buna yakîn hâsıl edenlerdenim!" dedi. [64]
"Hani, o, babasına ve kavmine: "Siz, neye tapıyorsunuz?" demişti.
"Putlara, tapıyoruz! Onun için, bütün gün, onlara vakf-ı hizmet etmekte sabit ve dâimiz!" dediler. İbrahim:"Siz, çağırdığınız vakit, onlar, sizi duyuyorlar mı?
Yahud (taparsanız) size bir yarar veya (tapmazsanız) bir zarar yapıyorlar mı?" diye sordu.
"Hayır! Biz, babalarımızı, böyle bulduk. (Onlar da, böyle yapıyorlardı) dediler. İbrahim:"Şimdi, gördünüz mü? Gerek sizin, gerek daha önceki babalarımızın neye tap­makta olduklarınızı?!
işte, onlar, benim, muhakkak düşmanımdır. Fakat, âlemlerin Rabb'ı, böyle değildir. O Rab ki, beni yaratan, bana, doğru yolu gösteren O'dur. Bana, yediren, içiren, O'dur.
Hastalandığım zaman, şifâ veren, hastalığımı geçiren, O'dur. Beni, öldürecek, sonra, diriltecek olan, O'dur. Ceza gününde kusurlarımı yargılayacağını umduğum da, O'dur. Rabb'im! Bana, bir hüküm ihsan et ve beni, Sâlihler zümresine kat! Benden sonrakiler içinde, benim için, bir lisân-ı sıdk (güzel bir anış) ver. Beni, Naîm Cennetinin vârislerinden (onda temelli kalacaklardan) kıl! Babamı da, yarlığa! Çünki, o, sapkınlardandır.
Kulların, kabirlerinden kaldırılacakları gün, beni, rüsvay etme! O gün ki, ne mal yarar verir, ne de, oğullar! Meğer ki, Allah 'a (küfür ve nifaktan) tamamen salim, hâlis bir kalb ile gelenler ola.
O günde ki, Cennet, takva sahiplerine (Allâhın buyruklarını yerine getiren, ya­saklarından sakınanlara) yaklaştırılmıştır.
Cehennem de, azgınlara açılıp gösterilmiştir ve onlara:Allâhı bırakıp ta, taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı?!
Yahud kendi başlarına yardımları dokunuyor mu?! denilmiştir.
Artık, onlar da, o azgınlar da, İblis orduları da, yüzleri koyun top yekûn Cehen­nemin içine atılmışlardır.
Orada, birbirleriyle çekişecekler:Allah'a and olsun ki, gerçekten, biz, apaçık bir sapkınlık içinde idik.
Çünkü, sizi, âlemlerin Rabb'i ile bir tutuyorduk.
Bizi, o mücrimlerden başkası saptırmadı.
Artık, bizim için, ne şefâatcılardan bir kimse, ne de, candan bir dost var!
Bizim için, gerçekten bir geri dönüş olsaydı da, biz de, Mü'minlerden olsaydık!" diyeceklerdir. [65]

İbrahim Aleyhisselâmın Puthanedeki Putları Kırması:
İbrahim Aleyhisselâmın, putlara karşı tutum ve davranışı, kavmi arasında ya­yılmış, fakat, bu hususta Nemrud'a hiç bir haber ulaşmamıştı.
İbrahim Aleyhisselâm, kavmini, tapmakta oldukları şeyleri bırakıp Yüce Allah'a ibadete davet ettiği zaman, kavmi, ona:"Sen, kime ibadet ediyorsun?" diye sordular.
İbrahim Aleyhisselâm:"Rabbül'âlemîn'e!" dedi
"Nemrud'a tapsana?" dediler.
İbrahim Aleyhisselâm:"Hayır! Ben, beni yaratmış olan'a ibadet ederim." dedi.
Artık, İbrahim Aleyhisselâmın işi, iyice açığa çıkmış, Nemrud'a da, ulaştırılmış bulunuyordu. [66]
İbrahim Aleyhisselâmın babası Âzer ise, oğlunu, putperestliğe çevirmek için bir tedbir düşündü:"Ey İbrahim! Bizim bir Bayram günümüz vardır ki, o gün, sen, bizimle birlikte bayram yerine gidersen, her halde, dinimiz, senin de, hoşuna gider." dedi.
Bayram günü olunca, İbrahim Aleyhisselâm, onlarla birlikte yola çıktı.
Yolun bir kısmında, kendisini, yere attı ve "Ben, hastayım, Vebâ'ya tutuldum!" der demez, kendisi, yere serilmiş bir halde iken, halk, onun ayaklarını çiğneye çiğneye kaçıştılar!
İbrahim Aleyhisselâm, zaiflikleri sebebile halkın en geride kalanlarına seslendi [67]:"Allâha yemin ederim ki: siz, arkanızı dönüp gittikten sonra, ben, putlarınıza, muhakkak, bir tuzak kuracağım!" dedi. [68]
Geride kalanlar, İbrahim Aleyhisselâmın söylediğini, işittiler.
Bundan sonra, İbrahim Aleyhisselâm, dönüp putların bulunduğu binaya geldi.
Puthane; büyük bir binanın içinde idi.
Puthanenin kapısının karşısında büyük bir put vardı. [69] ki, altundan yapılmıştı.
Bu putun iki gözünün içine de, geceleyin parıldayan iki pırlanta yerleşti­rilmişti. [70]
Onun yanında da, birbirinden küçük, yan yana sıralanmış, dizilmiş, puthanenin kapısına kadar uzanan putlar vardı.
Putperestler; Bayram yerine gitmeden, yemekler yapıp putların önlerine koy­muşlar "Dönüşümüzde, putlarımızın bereketlendirecekleri bu yemeklerimizi, ye­riz!" demişlerdi.
İbrahim Aleyhisselâm, putlara ve önlerindeki yemeklere baktı [71]."Ne diye yemek yemiyorsunuz?!
Size, ne oluyor da, hiç konuşmuyorsunuz?!" dedi. [72]
Eline, bir balta geçirdi. Bütün putları, böğürlerinden vurup yardı. [73]
Her birine vururken:"Kendini, korusana?" diyordu. [74]
Putları, parça parça etti.
Yalnız, onların en büyüğünü bıraktı, belki, ona başvururlar diye! [75]
Baltayı da, en büyük putun boynuna astıktan sonra puthaneden çıkıp gitti.
Putperestler, teberrük için bıraktıkları yemekleri almağa geldiler ve putlarına baktılar. [76]
"Bunu, dediler, bizim tanrılarımıza kim yaptı? Her halde, o, zâlimlerden biridir! [77]
İşittik ki, İbrahim diye anılan bir genç, bunları, diline dolayıp duruyordu.
Onları, yeriyor, ayıplıyor, onlarla alay ediyordu.
Biz, ondan başka, hiç kimsenin, böyle söylediğini işitmedik.
Sanıyoruz ki: bu işleri yapan da, odur!" dediler. [78]
Derken, kavmi, koşarak onun yanına geldiler.
İbrahim, onlara:"Siz, kendi elinizle yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?!
Halbuki, sizi de, elinizle yapageldiğiniz şeyleri de, Allah, yaratmıştır." dedi. [79]
Hâdisenin haberi, Nemrud'a ulaştırıldı. [80]

İbrahim Aleyhisselâmın Sorguya Çekilip Ateşe Atılışı:
Nemrud ile kavmin Eşrafı, İbrahim Aleyhisselâmı, delilsiz olarak cezalandırmayı, uygun görmediler. Suçunu, kendisine itiraf ettirmek istediler. [81]
"O halde, onu, insanların gözleri önüne getiriniz.
Olur ki, onlar da, kendisinin aleyhinde şâhidlik ederler!" dediler. [82]
İbrahim Aleyhisselâm, getirildikten sonra, halk, kralları Nemrud'un huzurunda toplandılar. [83]
"Ey İbrahim! Sen mi, tanrılarımıza bu işi yaptın?" dediler. İbrahim:"Belki, onların şu büyüğü yapmıştır! Eğer, konuşurlarsa, onlara sorunuz [84]
Bu putların en büyüğü, sizin, kendisiyle birlikte şu küçük putlara da, tapmanı­za kızarak onları, kırmıştır!" deyince, biraz insafa gelir gibi oldular. [85]
Sonra, yine, eski kafalarına döndürüldüler de:"And olsun ki: bunların, söz söylemeyeceğini, sen de, bilirsin!" dediler.
İbrahim:"Öyle ise, Allâhı bırakıp ta, size hiç bir şeyle ne yarar, ne de zarar yapamaya­cak olan şu putlara hâlâ tapacak mısınız?!
Yuf size ve Allâhı bırakıp tapmakta olduklarınıza! Siz daha akıllanmayacak mısınız?" dedi. [86]
Bunun üzerine, kavmi, Yüce Allah hakkında, İbrahim Aleyhisselâm ile tartışıp, tanrılarının daha hayırlı olduğunu iddia etti. [87]
"Ona, hüccet getirmeğe kalkıştı. İbrahim de:"Allah, beni, doğru yola iletmişken, siz, Onun hakkında benimle hâlâ çekişiyor musunuz?
Ben, ona şerik koştuğunuz şeylerden hiç bir zaman, korkmam! Meğer ki, Rabb'im, hakkında bir şey (bir felâket) dilemiş bulunsun. Rabb'imin ilmi, her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?!
Hem, Allâhın, size, haklarında hiç bir delil ve burhan indirmediği şeyleri, siz, Ona şerik koşmanızdan korkmazken, ben, şerik koştuğunuz o şeylerden nasıl korkarım?!
Şimdi, biliyorsanız, söyleyiniz: iki zümreden, hangisi, korkudan emîn olmaya daha layıktır?
İman edenler, bununla beraber, imanlarını, haksızlıkla ve şirkle bulaştırmayanlar, işte, ancak, onlardır ki, korkudan emîn olmak hakkı, elbette kendilerinindir.
Onlar, doğru yolu bulmuş kimselerdir! "[88] diyerek, Yüce Allâhın korkulmağa ve ibadet edilmeğe, tapındıkları şeylerden daha lâyık olduğunu bilsinler diye on­lara ibretli temsiller getiriyordu. [89]
Nemrud, İbrahim Aleyhiselâmı, huzuruna çağırıp
"Senin, şu ibadet etmekte olduğun ve halkı da, ona, ibadete davet ettiğin, baş­kalarına karşı, kudretinin ululuğundan ve üstünlüğünden söz ettiğin İlâhını gör­dün mü? Nasıldır o?" diye sordu. [90]
İbrahim:"Benim Rabb'ım, hem diriltir, hem öldürür!" deyince, Nemrud: "Ben de, diriltirim, öldürürüm!" dedi. (Bakara: 258) İbrahim Aleyhisselâm, ona: "Sen, nasıl diriltir ve öldürürsün?" diye sordu. Nemrud:"Tutup ölümüne hükmettiğim iki adamdan birini, öldürürüm, onu, öldürmüş olurum.
Diğerini ise, affedip sağ bırakırım. Onu da, diriltmiş olurum!" dedi. [91] İbrahim:"Allah, güneşi, doğudan getiriyor. Haydi, sen, onu, batıdan getir bakayım?" deyince, kâfir (Nemrud), şaşırıp, tutulup kaldı.
Allah, zâlimler güruhunu, muvaffak kılmaz. [92]
Bunun üzerine, Nemrud, İbrahim Aleyhisselâmı, zindanda yedi yıl hapsetti. [93]
Bundan sonra, Nemrud ile kavmi, İbrahim Aleyhisselâmın öldürülmesi üzerin­de söz birliği ettiler. [94]
"Onun için bir bina çatınız da, alevli ateşin içine atınız onu! [95]
Onu, yakınız! Bu suretle, tanrılarınıza, yardım ediniz, eğer bir iş yapanlarsanız!" dediler.[96]
Nemrud'a "Onu, ateşte yakınız!" diye tavsiyede bulunan adam, Fars Bedevi­lerinden Kürt Heyzen idi.
Yüce Allah, onu, yere yutturdu da, kendisi, Kıyamete kadar, kımıldadıkça, ye­re batıp duracaktır![97]
Nemrud, İbrahim Aleyhisselâm için, her çeşit odun toplanmasını emretti. Odunların, en sert ve dayanıklı cinslerinden odun toplandı. Hattâ, İbrahim Aleyhisselâmın köyünden, hasta bir kadın:"Tanrı, beni, hastalıktan kurtarırsa, İbrahim için, odun toplayayım!" diyerek adak adamıştı. [98]
Nemrud, İbrahim Aleyhisselâm için, toplattığı çakıl taşlar ile de geniş bir ateş çukuru, tandır yaptırdı [99] Ateş ocağı, Guta kariyesinde idi ve ocağa, üç ay odun toplanıp yığılmıştı, [100]
Ocağın içine yığılan odunları, her taraftan tutuşturdular.
Ateş, o kadar alevlenmişti ki, uçan kuşlar, oradan geçecek olsalar, hararetin şiddetinden, yanıp kavruluyorlardı! [101]
Ateşin sıcaklığı ve dumanı, Guta halkını, neredeyse, helak edecekti!
Hararetin şiddetinden, bazıları, yer altındaki bodrumlara sığınmak zorunda kal­mışlardı.[102]
İbrahim Aleyhisselâmı, ateşe atmak için, yüksek bir binanın üzerine çıkardılar. Ellerini, ayaklarını, sımsıkı bağladılar. [103]
Binanın üzerine de bir Mancınık kurdular.[104] İbrahim Aleyhisselâmı, Mancınığın kefesine koydular. [105]
Mancınığı yapan, ve kuran, Kürd Heyzen olup kendisi, Mancınık yapanların il­ki İdi.[106]
İbrahim Aleyhisselâm, bağlanırken, Yüce Allah'a:"Senden başka ilâh yoktur!
Sen, her noksandan münezzeh ve mukaddessin.
Âlemlerin Rabb'isin!
Hamd, Sana mahsustur. Mülk, Senindir. Senin şerîkin yoktur!" dedi. [107]
Mancınıkla havaya atıldığı sırada [108] Cebrail Aleyhisselâm:"Ey İbrahim Bir hacetin var mı?" diye sordu. [109]
İbrahim Aleyhisselâm:"Sana ise, hayır!" dedi. [110]
Cebrail Aleyhisselâm:"Öyle ise, hacetini, Rabb'inden dile!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"O'nun; hâlimi, dileğimi, bilmesi, bana yeter!" dedi. [111] ve başını, göğe kaldırıp:"Ey Allâhım! Sen, göklerde Tek'sin! [112] Yerde de, Tek'sin! [113]
Ben de, yerde bir tek'im! [114] Yerde, benden başka, Sana ibâdet edecek kim­se yoktur. [115]
Allah, bana yeter! [116] Ne güzel Vekildir O!" dedi. [117]


-------------------------------------------------------------------------------------
[59] İbn.iyas-Bedâyiuzzühûr s 84
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/148-149.
[60] Yâkubî-Tarih c.1,s.24, Mes'ûdî-Murûcuzzeheb c.1,s.45
[61] Yâkubî-Tarihc.1,s.24
[62] Meryem: 42-48[63] Tevbe: 114[64] Enbiya: 52-56[65] Şuarâ: 70-102.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/149-152.
[66] Sâlebî-Arais s.75, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.96.
[67] Taberî-Tarih c.1,s.120-122.
[68] Enbiya: 57.
[69] Taberî-Tarih c.1,s.122.
[70] Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.576.
[71] Taberî-Tarih c.1,s.122, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.97.
[72] Sâffât: 91-92.
[73] Taberî-Tarih c.1,s. 122.
[74] Yâkubî-Tarih c.1,s.24.
[75] Enbiya: 58.
[76] Taberî-Tarih c.1,s.122, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.97.
[77] Enbiya: 59-60.
[78] Taber-Tarih c.1,s.122, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.97.
[79] Sâffât: 94-96.
[80] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/152-153.
[81] Taberî-Tarih c.1,s.122.
[82] Enbiyâ: 61.
[83] Taberî-Tarih c.1,s.122, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.97.
[84] Enbiyâ: 63.
[85] Taberî-Tarih c.1,s.122, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.97.
[86] Enbiyâ: 62-67.
[87] Taberî-Tarih c.1,s.122-123.
[88] En'am: 80-82
[89] Taberî-Tarih c.1,s.123, İbn.Esîr-Kâmil c.1,ş.98.
[90] Taberî-Tarih c.1,s.123, Sâlebî-Arais s.75, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.98.
[91] Taberî-Tarih c.1,s.123, Sâlebî-Arais s.75, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.98.
[92] Bakara: 258.
[93] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.159, Nevevî-Tehzîbülesmâ c.1,s.101.
[94] Taberî-Tarih c.1,s.123, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.98.
[95] Seffât: 97.[96] Enbiyâ: 68.
[97] İbn.Habîb de, bunu, böyle kayd eder. (İbn.Habîb-Kitabülmuhabber s.391.
[98] Taberî-Tarih c.1,s.123-124, Sâlebî-Arais s.77, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.98-99, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
[99] İbn.Sa'd-Tabakat c.1, s.46
[100] ibn.iyas-Bedâyiüzzühur s.85.
[101] Taberî-Tarih c.1,s.l23-124, Sâlebî-Arais s.77, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.99, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146
[102] İbn.İyas-Bedâyiüzzühur s.85.
[103] Taberî-Tarih c.1,s.124-125, Sâlebî-Arais s.77, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146
[104] Ebüiferec ibn.Cevzî-Tabsırac.ı,s.n 4.
[105] Yâkubî-Tarih c.1,s.24, Zemahşerî-Keşşaf c.21,s.578, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146
[106] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s. 146.
[107] Sâlebî-Arais s.77, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146
[108] Hakîmüttirmizî-Nevairirül'usûl s.218, Ebü Talib Mekkî-Kutülkulub c.1 ,s.466, Sâlebî-Arais s.77, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.115, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
[109] Hakimüttirmizt-Nevairül'usûl s.218, Taberî-Tarih c.1,s.125, Ebû Talib Mekkî-Kutülkulub c.1,s.466, Sâlebî-Arais s.77, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsırac.1,s.115, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.99 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c,s. 146, Mîr Hâvend Ravzatussafa Terceme s. 164.
[110] Hakîmüttirmizî-Nevadirül'usûl s.218, Taberî-Tarih c.1,s.125, Sâlebî-Arais s.77, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra
c.1,s.115, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.l,s.146, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.164.
[111] Sâlebî-Arais s.77, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.115, Ravza. Terceme s.164.
[112] Taberî-Tarih c.1 ,s,124, Sâlebî-Arais s.77, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.115, İbn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.99, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ,s.146.
[113] Sâlebî-Arais s.77, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.99.
[114] Taberî-Tarih c.1,s.124, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
[115] Taberî-Tarih c.1 ,s.124, Sâlebî-Arais s.77, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.115, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s. 146.
[116] İbn.Sa'd-Tabakat c.1 ,s.46, ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.52O, Hakîmüttirmizî-Nevadirül'usûl s.218, Taberî-Tarih c.1,s.124, Sâlebî-Arai s.77, Zemahşerî-Keşşaf c.2 ,s.578, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.115, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.99, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
[117] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, ibn.Ebî Şeybe-Musannef|c.11,s.52O, Taberî-Tarih c.1,s.124, Sâlebî-Arais s.77, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.578,Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsırac.1,s.115, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.99, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/154-157.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Ateşin İbrahim Aleyhisselâma Serinlik Ve Selâmetlik Oluşu:
Ateşin içine atıldığı zaman, İbrahim Aleyhisselâmın, Yüce Allâha tevekkülü, en yüksek derecede idi.[118] Tevhid'i, Vesîlesiz, Aracısız sırf, katkısız Tevhiddi. [119]
O zaman, Yüce Allah tarafından:"Ey ateş! İbrahim'e karşı, serinlik ve selâmettik ol!" buyuruldu.[120] Ateş, Yüce Allâhın buyurduğu gibi, oldu. [121]
Ateşten, sıcaklık ve yakıcı tabiatı giderilip ateş, bir ışık haline getirildi. [122] Ateş, ancak, İbrahim Aleyhisselâmın bağlandığı ipleri yaktı. [123]
İbrahim Aleyhisselâm, ateşin içinde yedi gün kaldı. [124] Kendisinin, ateşte kırk veya elli gün kaldığı da, rivayet edilir. [125]
İbrahim Aleyhisselâmın babası Âzer, oğlunun, ateşe atılışından yedi gün son­ra, Nemrud'a gidip:"İbrahim'in kemikleri hakkında bana izin ver de, onları, gömeyim!" demişti. [126]


İbrahim Aleyhisselâmın Ateş İçinde Annesiyle Görüşmesi:
İbrahim Aleyhisselâmın annesi Nuna, oğluna bakıp ateşin onu yakmadığını görünce:"Ey yavrucuğum! Ben, senin yanına gelmek istiyorum. Allah'a dua et de, çev­rendeki ateşin hararetinden, beni, korusun!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Olur!" dedi.
Nuna, oğlunun yanına kadar geldi.
Ateşin hararetinden, hiç bir şey, ona, dokunmadı.
Nuna, gelince, İbrahim Aleyhisselâmı kucaklayıp öptükten sonra geri döndü. [127]

İbrahim Aleyhisselâmın Ateşin İçinden Çıkıp Nemrud'la Konuşmaları:
Nemrud; ateşin, İbrahim Aleyhisselâmı, yakıp kül haline getirdiğini, sanıyor, ve bundan, hiç şüphe etmiyordu. [128]
Hayvanına binerek ateşin yanından geçti.
İbrahim Aleyhisselâmı yakmak için toplanmış, yığılmış odunlar, hâlâ yanıp du­ruyordu.
Nemrud, bakınca, İbrahim Aleyhisselâmın, ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birisinin bulunduğunu, gördü ve hemen geri döndü. Kavmine:"Ben, İbrahimi, ateşin içinde diri bir halde gördüm?!? Bu hususta, şüphe içindeyim.
Siz, benim için, hemen, yüksek bir bina çatınız da, onun üzerinden, ateşin içi­ne bakıp İbrahimin durumunu tesbit edeyim" dedi.
Hemen, yüksek bir bina çattılar. [129]
Nemrud; binanın üzerine çıkıp ateşin içine baktığı zaman, İbrahim Aleyhisselâm'ın, ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birisinin bulunduğunu gördü ve:'Ey İbrahim! Gördüm ki: senin İlâh'ın, pek büyükmüş ve kendisinin kudret ve izzeti de, aramıza gerilip seni zarardan koruyacak dereceye varmış! [130]
Ey İbrahim! Ne güzel Rab'dir senin Rabb'in!" diyerek seslendi. [131] Sonra da: 'Ey İbrahim! Ateşin içinden çıkmağa da, gücün yeter mi?" diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm: "Evet!" dedi.
Nemrud:Ateş içinde kalmanın, sana zarar verebileceğinden korkmaz mısın?" diye
sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:'Hayır!" dedi.
Nemrud:"Öyle ise, kalk ve ateşin içinden çık!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm, kalkıp ateşin içinden, yürüyerek dışarı çıktı. Nemrud'un yanına doğru vardı.
Nemrud:"Ey İbrahim! Senin yanında, senin gibi bir adamın oturduğunu gördüm, Kimdi o?" diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:"O, gölgeler Meleği idi. Rabb'ım, onu, bana, yanımda bulunsun ve ateşin için­de, benimle görüşüp konuşsun; ateşi, bana serinlik ve selâmetlik yapsın diye gön­dermişti!" dedi.
Nemrud:"Ey İbrahim! Ben, senin İlâhına kurban takdim edeceğim.
Fakat, bunu, kendisine ibadet ve birliğini itiraf maksadiyle değil, izzet ve kudretini ve sana yaptığı şeyleri, gözlerimle gördüğüm için, yapacağım! Ona, dört bin sığır keseceğim!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Sen, bu dininden, her hangi bir şey üzerinde bulunmaksızın ayrılıp benim di­nime girmedikçe, Allah, senin takdim edeceğin kurbanı kabul etmez!" dedi.
Nemrud:"Ey İbrahim! Ben, mülk ve saltanatı, elden bırakmağa güç yetiremem.
Fakat, ben, onun için, kurban keseceğim!" dedi ve kesti. [132]

İlk Müminler Ve Hicret:
İbrahim Aleyhisselâmın, ateşin içinden, dipdiri çıktığını gören bazı kimseler; Nemrud ile adamlarının şerlerinden korkmalarına rağmen, İbrahim Aleyhisselâ­mın davetine icabet ederek, Allah'a iman ettiler.
İman edenler arasında İbrahim Aleyhisselâmın kardeşi Hâran'ın oğlu Lut b.Ha­ran, b.Târah ile İbrahim Aleyhisselâmın amcası büyük Hâran'ın kızı Hz.Sâre de, bulunuyordu. [133]
yüce Allah, İbrahim Aleyhisselama, Nemrud'un ülkesinden ayrılıp [134] kutsal Şam topraklarına doğru gitmesini emretti. [135]
İbrahim Aleyhisselâm ile kendisine tâbi olan Sahâbîleri de, kavimlerinden ay­rılıp gitmeyi, kararlaştırdılar.
Kavim ve kabilelerine de:"Biz, sizden ve Allâh'dan başka tapmakta bulunduğunuz şeylerden uzağız ve bezginiz!
Ey Allâh'dan gayrı olan putlar! Biz, sizi, red ve inkâr ediyoruz!
Ey puta tapanlar! Sizler de, bir olan Allâha iman edinceye kadar, sizinle ara­mızda, ancak, düşmanlık, sürüp gidecektir!" diyerek ültimatom verdiler.
İbrahim Aleyhisselâm, Rabb'inin yolunda Muhacir olarak, yurdundan, gizlice ayrıldı.
Amcası Hâran'ın kızı Hz.Sâre de, Rabb'ine, rahatça ibadet etmek üzre, firar yolunu seçip İbrahim Aleyhisselâm ile birlikte yola çıktı. [136] Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâm'a, Hz.Sâre ile evlenmesini vahy etmişti. [137] Hz.Sâre de, hiç boşamamak şartı ile kendisiyle evlenebileceğini teklif etti. [138] İbrahim Aleyhisselâm da, bu şartla, onunla evlendi. [139] O zaman, İbrahim Aleyhisselâm, otuz yedi yaşında idi. [140] İbrahim Aleyhisselâmle birlikte, Lut Aleyhisselâm da, hicret etti. [141] O zaman, Kûsâ halkının ve İbrahim Aleyhisselâmın dili Süryanca idi.[142]

Nemrud'un Muhacirleri Geri Çevirmek İstemesi:
Nemrud, Muhacirlerin arkalarından adamlar koşturdu:"Süryanca konuşan hiç bir kimseyi bırakmayıp bana getiriniz!" dedi.
ibrahim Aleyhisselâm, Harran'da Fırat'ı geçince, Yüce Allah, onun dilini, İbraniceye çevirdi, değiştirdi.
Nemrud'un adamları, İbrahim Aleyhisselâma yetiştiler, İbrahim Aleyhisselâm, adamlara, İbranice konuşunca, onlar, dilini anlayama­dıkları için, kendisini, geri çevirmeyip serbest bıraktılar. [143]
Muhacirler, Harran'a varıp orada bir müddet oturdular. [144]
İbrahim Aleyhisselâm'ın babası Târah (Âzer), iki yüz beş yaşında iken, orada
öldü.
Yüce Allah tarafından, İbrahim Aleyhisselâma, Ken'ânîlerin yurduna gitmesi emr ve kendisinin zürriyetinin yerdeki kumlar sayısınca çoğalacağı tebşir buyuruldu.
O zaman, Ken'ânîlerin yurdunda kıtlık ve açlık vardı. [145] İbrahim Aleyhisselâm, oradan Ürdün'e[146], Ürdünden de, Mısır'a gitti. [147]
Mısırda ilk Firavunlardan, bir Firavun bulunuyordu. [148] ki, kendisi, yedi Fira­vundan ilki olan Totıs idi. Babasını, öldürüp tahtına oturmuştu.
Totıs; mütegallibe, zorba, atılgan, korkunç, hiddetli ve cezası şiddetli bir Fi­ravundu.
Akrabalarını, ev halkını, amcasının oğullarını, hizmetçilerini, kadınlarını ve bir cok kâhinleri, hekimleri öldürmekten çekinmemişti. Kan dökmeğe çok hırslı idi. [149]
Kendisinin; Sinan b.Eşel, b.Ulvan, b.Ubeyd' [150], b.Avlec, b.lmlak, b.Lâvez, b.Sâm, b.Nuh (Aleyhisseİâm) olduğu ve meşhur Zâlim Dahhâk'in kardeşi olup Mısır'ı idareye, onun tarafından memur edildiği de, rivayet edilir. [151]
İbrahim Aleyhisselâmın Hz. Sâre Yüzünden Başı Dertte:
İbrahim Aleyhisselâm; zevcesi Hz.Sâre ile birlikte Mısır'a varınca [152]', şehrin giriş kapısında vazifeli Müfettişler, Hz.Sâre'yi görür görmez, yüzünün güzelliği­ne hayran oldular ve Firavun'a:"Şark halkından'[153], buraya, bir adam geldi.
Onun yanında, bir kadın var ki [154], kendisi, insanların en güzellerindendir. [155]
İnsanlar, ondan daha güzel yüzlüsünü ve güzelini, görmemiştir!" diyerek ha­ber verdiler. [156]
Firavun'un adamlarından biri de, Firavun'un yanına giderek "O, senden başkasına lâyık olamaz!" dedi. [157]
Firavun, hemen Vezîr'ini gönderip İbrahim Aleyhisselâmı huzuruna getirtti. Ona, kim olduğunu, Mısıra niçin geldiğini ve nereli olduğunu sordu.
İbrahim Aleyhisselâm da. kim olduğunu, Mısıra ne için geldiğini ve nereli oldu­ğunu, ona, haber verdi. [158]
Firavun:"O kadın, kimdir? [159] Senin, neyin olur?" diye sordu. [160]
İbrahim Aleyhisselâm, Hz.Sâre hakkında "Benim hanımımdır!" diyecek olur­sa, onun yüzünden, kendisinin öldürüleceğinden çekindi [161] de,
"Kız kardeşimdir!" dedi. [162] Firavun, onu, görmek istedi. Kendisine, muhalefet edilemezdi.
Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâma, Firavun'un, Hz. Sâre'ye kötülük yapama­yacağını, bildirdi. [163]
İbrahim Aleyhisselâm, hemen, Hz.Sâre'nin yanına geldi:"Bu zorba, senin, benim zevcem olduğunu öğrenirse, senin için, bana, galebe çalar. [164]
Bunlar, seni, bana sordular. "Kızkardeşimdir!" diye haber verdim." dedi. [165]

Hz. Sâre Firavun'un Huzurunda:
Firavun, adam göndererek, Hz. Sâre'yi, yanına getirtti. [166] İbrahim Aleyhisselâm, hemen namaza durdu. [167]
Firavun'a, Hz.Sâre'nin ve yüzünün güzelliği, çok övülmüştü. [168]
Gerçekten de, Hz.Sâre, çok güzel ve İbrahim Aleyhisselâma karşı da, son de­rece itaatli idi. Hiç itâatsızlıkta bulunmazdı. [169]
Bunun için, Yüce Allah, onu, şerefli kıldı. [170]
Hz. Sâre, Firavun'un huzuruna girince, Firavun, ayağa kalktı. [171]
Hz. Sâre, hemen abdest alarak namaza durdu.
Namazını, bitirince:"Ey Allah'ım! Ben, Sana ve Senin Peygamberine inanmış; kadınlığımı da, ko­camdan başkasına karşı, temelli olarak korumuş bir kulun isem, şu kâfiri, bana, sataştırma!" diyerek dua etti. [172]
Firavun; Hz.Sâre'ye, elini uzatmaktan kendisini, alamayıp, eli tutula kalınca, Hz.Sâre'ye:"Allah'a, dua et te, elimi, salsın, sana, bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Hz.Sâre, Allah'a, dua etti. Firavun'un eli, bırakıldı.
Bundan sonra, Firavun, ikinci kere, ona, el uzatmağa kalkıştı. Firavun'un eli, öncekinden daha şiddetli bir şekilde tutuldu! Firavun, yine:"Allah'a dua et te, elimi, salsın, sana, bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Hz.Sâre, dua etti. Firavun'un eli, bırakıldı.[173]
Fakat, Firavun, eski hareketini tekrarlayıp ta, ilk ikisinden daha şiddetli olarak eli, tutula kalınca:"Allâha dua et, elimi, salsın! Vallahi, sana, bir zarar vermeyeceğim!" dedi. [174] Hz.Sâre:"Ey Allah'ım! Eğer, bunun sözü ve özü doğru ise, elini, bırak!" diyerek [175] dua edince, Firavun'un eli, bırakıldı. [176]
Rivâyete göre: Firavun'un, her saldırışında, eli, tutulmakla kalmamış, aynı zamanda, nefesi de, boğulup kendisi, horlamağa ve hattâ, yeri, ayağıyla tepmeğe başlamıştı.
Bunun üzerine, Hz.Sâre:"Allâhım! Eğer, bu herif ölürse (Onu, bu kadın, öldürdü!) denilir diyerek endişelenmişti.
Firavun; elinin, ikinci veya üçüncü bırakılışında [177], Hz.Sâre'yi getiren adamı­nı [178] veya muhafızlarından bazılarını çağırıp:"Siz, bana, bir insan getirmemişsiniz, ancak, bir şeytan getirmişsiniz! [179]
Onu, İbrahim'e geri çeviriniz. [180]
Ülkemden, hemen dışarı çıkarınız[181]
Hâcer'i de, ona veriniz!" dedi. [182]
Hz.Sâre'ye, ayrıca, elbise de, hediye etti. [183]
Hz.Sâre'ye:"Gerçekten, senin Rabb'in, büyükmüş!" dedi ve kendisinin, İbrahim Aleyhisselâmın, neyi olduğunu, sordu.
Hz.Sâre:"Kocam ve akrabam olur." dedi.
Firavun:"O, senin için, kız kardeşi olduğunu, söylemişti." dedi.
Hz.Sâre:"Doğrudur. Ben, onun, dinde kız kardeşiyim.
Bizim dinimizde olan herkes, bizim için, din kardeşimiz sayılır." dedi.
Firavun:"Ne güzel dinmiş sizin dininiz!" dedi ve Hz.Sâre'yi. görüşsün diye kızı Hurya'ya gönderdi.[184]

Hz. Sâre'ye Yapılan İkramlar:
Firavun'un kızı Hurya, çok akıllı ve üstün vasıflı bir kadındı.
Yüce Allah, onun kalbinde, Hz. Sâre'ye karşı, büyük sevgi ve saygı uyandırdı.
Hurya; Hz. Sâre'yi. en güzel bir şekilde karşıladı ve ağırladı:
Kendisine, mal ve mücevherat hediye etti.
Hz.Sâre, onları alıp [185] İbrahim Aleyhisselâmın yanına geldi. [186]
O sırada, İbrahim Aleyhisselâm, namaz kılıyor [187], Allah'a, dua ediyordu. [188]
Hz. Sâre'nin geldiğini hissedince, namazını, bitirdi. [189]
Hz. Sâre'ye, eliyle işaret ederek [190]
"Ne haber?" dedi. [191]
Hz. Sâre:"Hayır haber!" [192]
Anladın mı? [193], İzzet ve Celal sahibi olan [194] Allah, o fâcirin elini, benden men [195], kötülüğünü, redd [196] ve kendisini, zelil etti [197]. Bana da, bir hizmetçi bağışladı [198], Hâcer'i, verdi!" dedi. [199]
İbrahim Aleyhisselâm, Hurya'nın hediye ettiği mal ve mücevherat hakkında:"Götür, geri ver! Bunlar, bize gerekmez!" dedi.
Hz. Sâre, onları, götürüp geri verdi.
Hurya, durumu, babasına anlatınca, Firavun, buna, şaşa kaldı ve:"Muhakkak ki, bunlar, üstün şerefli bir kavimdirler. Temiz ve asâletli bir soy­durlar!" dedi.
Hz.Sâre'ye iyilik yapmak için, her çareye başvurdu ise de, kabul ettiremedi.
Cariyelerinin en güzeli olan Hâcer'in kabulü için, ısrar edince, kabul etmek zo­runda kaldı. [200]
İbrahim Aleyhisselâm; Firavun'dan ve şerrinden sakındığı için [201], Şam'a dön­mek üzere [202], Mısır'dan ayrılmak istediği zaman Firavun'un kızı Hurya, yol azı­ğı olarak helvalar, şekerden tatlılar, ekmekler yaptı. Pek çok yiyecekler hazırladı. Onları, sepetlere doldurdu.
Her sepetteki helvanın altına, bir çok kıymetli mücevherat, kuyumcu işi, hayrette bırakıcı bilezikler yerleştirdi.
Hz. Sâre, veda için, geldiği zaman, Hurya, bu sepetleri, ona, verip:"Bunlar, yanında bulunsun da, azık edinirsin!" dedi.
Hz.Sâre:"Sahibime bir danışayım." dedi ve danıştı.
İbrahim Aleyhisselâm:"Yiyecek olunca, al onu!" dedi.
Hz. Sâre, Hurya'dan sepetleri alıp vedalaşarak İbrahim Aleyhisselâmın yanı­na döndü.[203]

Mısır’dan Ayrılış:
İbrahim Aleyhisselâm ve Hz.Sâre, yanlarında, Hz.Hâcer olduğu halde, Mısır­dan ayrıldılar.
Epeyce yol gittikleri ve Mısırdan uzaklaştıkları zaman, Hz. Sâre, azıklardan ye­mek için, sepetlerden bazısını çıkarıp içine, elini, sokunca, cevher buldu.
Öteki sepetleri de karıştırdı. Onlarda da, aynı şekilde, cevherler buldu ve hep­sini bir araya toplayıp İbrahim Aleyhisselâma sundu.
İbrahim Aleyhisselâm, onlardan bir kısmını, satıp bedeliyle bir kuyu kazdırdı. Bir kısmını da, hayr ve iyilik yollarına harcadı. [204]

Seb'in Yurt Edinilişi:
İbrahim Aleyhisselâm ile Zevcesi ve Cariyesi, Filistin toprağında, Filistin ile Ku­düs arasında, Şam çölündeki Seb' diye anılan yere varıp indiler. [205]
İbrahim Aleyhisselâm, orada bir kuyu kazdı ve bir Mescid yaptı. [206]
Kuyunun suyu, bir çeşme gibi akar, İbrahim Aleyhisselâmın koyunları, su iç­mek için kuyunun başına gelirlerdi. [207]
Seb' halkı, İbrahim Aleyhisselâmı, rahatsız edecek bazı uygunsuz hareketler­de bulunmağa başladılar.
İbrahim Aleyhisselâm da, başka bir yerde oturmak üzere, hemen oradan ayrıldı. [208]

Seb' Halkının İbrahim Aleyhisselâmı Geri Çevirmek İstemeleri:
İbrahim Aleyhisselâm, Seb'den ayrılınca, yerden çıkıp duran su, kesildi, gitti.
Halk, İbrahim Aleyhisselâma yaptıklarına nadim oldular;"Salih Zâtı, aramızdan çıkardık!" dediler.
Arkasından yetişip yanlarına dönmesini ondan rica ettiler. [209]
ibrahim Aleyhisselâm:"Ben, içinden çıkmış olduğum bir yere artık geri dönemem!" dedi.
"Senin içtiğin ve bizim de, seninle birlikte içmiş olduğunuz o su, kesildi, gitti!" dediler. [210]
İbrahim Aleyhisselâm, onlara, davarlarından yedi keçi verdi:"Bunları, yanınızda götürünüz. Onları, kuyunun başında sulamağa hazırlaya­cak olursanız, kuyunun suyu, yükselir ve akmağa başlar.
Eskiden olduğu gibi, ondan, siz de, içersiniz.
Sakın, ay halinde iken, hiç bir kadın, ondan, avuçlamasın!" dedi.
Seb' halkı, keçilerle birlikte gelip kuyunun başında durdukları zaman, su, çıktı. Ondan, içmeye başladılar.
Ay halli bir kadın gelip ondan, avuçlayıncaya kadar, kuyunun suyu, aktı durdu. Avuçlandığı zaman da, eski kuru haline döndü. [211]

İbrahim Aleyhisselâm Yeni Yurdunda:
İbrahim Aleyhisselâm; Seb'den ayrıldıktan sonra Filistin toprağında, Remle ile Uya (Kudüs) arasında bir yere gelip yerleşti. [212] ki, orası, Katt veya Kıtt diye anı­lan yerdi. [213]
İbrahim Aleyhisselâm, bu yurdunda da, bir kuyu kazdı.
Evine inen konukları, ağırlardı. [214]
Konuk, konuklayanların ilki idi ve (Konuklar Babası) diye anılırdı. [215]
Yüce Allah, ona, rızık ve geçim bolluğu, servet ve hizmetçiler ihsan etti. [216]

İbrahim Aleyhisselâmın Lut Aleyhisselâmı Ve Malını Düşman Elinden Kurtarışı:
İbrahim Aleyhisselâmın kardeşi Hâran'ın oğlu Lut Aleyhisselâmın da, malı ço­ğalmıştı.
İbrahim Aleyhisselâm, ona:"Yüce Allah, bizim mallarımızı, küçük ve büyük baş hayvanlarımızı çoğalttı. Sen, yanımızdan ayrılıp Sedum ve Amûre şehirlerine yerleş!" dedi. Bu şehirler, İbrahim Aleyhisselâmın oturduğu yerin yakınında idi.
Lut Aleyhisselâm, Sedum ve Amûre'ye varıp yerleşince, o taraflara gelen bir kral, Lut Aleyhisselâmla çarpıştı. [217]
Kendisini, esir ve mallarını ığtinam edip sürdürdü.
İbrahim Aleyhisselâm, bunu haber alır almaz, üçyüz on sekiz kişi ile gidip çarpı­şarak Lut Aleyhisselâmı kurtardı ve onun mallarını da, geri aldı.
Allah ve Resulünün düşmanlarından bir çoklarını öldürdü. Bozguna uğratıp ka­çırdıklarını da, Dımaşk'ın doğusuna varıncaya kadar takip etti. [218]

İbrahim Aleyhisselâmın Hz. Hâcerle Evlenmesi:
Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselâma mal ve servet bolluğu verince, İbrahim Aley­hisselâm:"Ey Rabb'im! Benim çocuğum yok. Ben, çok mal ve serveti, ne yapayım?" demişti.
Yüce Allah, ona:"Ben, senin çocuklarını da, öyle çoğaltacağım ki, onlar, yıldızların sayısınca, olacaklardır?" diye vahy buyurdu. [219]
Mukaddes beldelerde yirmi yıldan beri oturdukları halde, çocukları olmuyor [220]; Hz. Sâre ise, bir hayli yaşlanıp İbrahim Aleyhisselâm için çocuk doğur­maktan kalmış bulunuyordu.
İbrahim Aleyhisselâmın da, yaşı, çok ilerlemişti.
Fakat, kendisi, sâlih bir oğul ihsan buyurması için, Yüce Allâha yalvarıp du­ruyordu. [221]
Mısırdan gelişlerinden on yıl sonra idi [222] ki, Hz.Sâre, hizmetçisi Hz.Hacer'i, İbrahim Aleyhisselâma bağışlayarak "Ben, onun gösterişli bir kadın olduğunu gö­rüyorum.
Sen, onu, zevceliğe al. Belki, Allah, Sana, ondan bir oğul nasîb eder" dedi. [223]

Hz. Hâcer'in Kimliği:
Hz.Hâcer; Firavun'un, İbrahim Aleyhisselâma iman eden câriyelerindendi. [224] Kendisi, Mısır'ın Ferema önündeki Ümmülarab köyündendi. [225]
Ümmülarab köyüne yak köyü de, denirdi. [226]
Hz.Hâcer'in köyünün Ferema olduğu da, söylenir. [227]
Hz. Hacer, Kıbti [228]', Mısırlı idi. [229], Kıbtî, Mısırlı demektir. [230]
Hz. Hâcer; Firavundan önce, Mısır Kıbt kırallarından bir kralın kızı idi.
Amr b.Âs; Mısırı, feth için kuşattığı zaman, Mısırlılara:"Peygamberimiz Aleyhisselâm, Mısırın fethini bize va'd ve Mısırlılarla arada soy ve hısımlık ilişkisi bulunduğundan,kendilerine iyi davranmamızı emir ve tav­siye buyurmuştu" dedi.
Mısırlılar, bu akrabalığın, uzak bir akrabalık olduğunu ileri sürdükten sonra;
'Doğru söylüyorsun, dediler, sizin ananız, bizim kralımızın kızı ve Menf halkından idi. Kral da, Menf halkının kralı idi.
Ayn-ı Şems halkı, Menfliler üzerine yürüdüler, onları, yendiler ve devletlerine son verdiler, Menf halkını, gurbet illere düşürdüler.
Böylece, Hâcer de, Babanız İbrahim (Aleyhisselam)in zevcesi ve sizin Ananız olmuş oldu..." diye itirafta bulundular. [231]

İbrahim Aleyhisselâmın Sünnet Oluşu:
brahim Aleyhisselâm, seksenini aştıktan sonra, Kadum veya Kaddum ile [232] sünnet olmuş, bundan sonra da, seksen yıl daha yaşamıştır.
ibrahim Aleyhisselâm, ilk sünnet olan insandı. [233]
İmanını tamamlamasının, cesedinden bir parça etini kesip atması, yâni Sünnet olması ile gerçekleşeceği vahy edilince [234], kendisini, hemen Kaddum (keser) ile sünnet etmiş, ağrının şiddetine dayanamayınca da, Allâha yalvarmıştı.
Yüce Allah:"Biz, sana, Sünnet âletini beyan etmeden önce, sen, acele ettin!" diye Vahy buyurmuştu.
İbrahim Aleyhisselâm da:"Yâ Rab! Emrini, geciktirmek istemedim" demişti. [235]
İbrahim Aleyhisselâmın; Amalıklarla yaptığı savaşta, iki taraftan pek çok ölen­ler olup kendi adamlarını gömmek için tanıyamadığından, Müslümanlık alâmeti olmak üzre sünnetle emrolunduğu da, rivayet edilir. [236]

Sünnete Aid Bazı Hükümler:
Sünnet olmak, erkekler için sünnettir. [237]
Sünnet olmak, Müslümanı, Müslüman olmayandan ayırt ettiği için, elinin şia­rından olmakla beraber farz değil, sünnettir. [238]
Sünnet'in, Vâcib ve Müstehab olmak üzre, iki vakti vardır. Sünnetin vâcib vakti, buluğ çağıdır ve onu, geciktirmemek gerekir. Sünnetin Müstehab vakti, buluğ çağından öncedir.
Çocuğu, doğumunun yedinci günü veya kırkıncı günü sünnet ettirmek, müstehabdır.
Sünnetin, müstehab vakti, özürsüz geciktirilmemelidir. [239]
Hz.Hüseyin, doğumunun yedinci gününde sünnet ettirilmiştir. [240]
imam Zührî:"Bir erkek, Müslüman olduğu zaman, yaşı, büyük bile olsa, sünnet olması ken­disine emredilir."'[241] Salim de: "Abdullah b.Ömer, beni ve Nuaym'ı, sünnet edip bizim için bir koç kesti.
Bize, koç kestiğinden dolayı, çocuklara karşı, neşelendiğimizi, gerçekten, ken­dimizde hissetmiştik." demiştir. [242]

İsmail Aleyhisselâmın Doğuşu Ve Hz. Sâre'nin Hz. Hâcer Hakkındaki Kıskançlığı Ve Yemini:
İbrahim Aleyhisselâm, seksen altı yaşında bulunduğu sırada[243] İsmail Aleyhisselâm, Hz.Hâcer'den doğdu. [244]
Hz. Sâre, İsmail Aleyhisselâmın doğumundan sonra, Hz.Hâcer'i kıskanmağa, çekememeğe başladı.
Bir gün, ona, kızdı. [245] Kendisini, evden dışarı çıkardı. Sonra geri çağırıp eve aldı.
Yine, böyle kızıp dışarı çıkardı. [246] Sonra, tekrar eve alıp [247] vücudunun üç uzvundan birer parça kesmeğe [248], şeklini, değiştirmeğe [249] yemin etti. [250] Kendi kendine:"Ben, onun burnunu, keseyim! Kulaklarını, keseyim! Amma, bu, onu, çok çirkinleştirir!" dedi. [251]
Çok çirkinleştireceği için, onun, burnunu, kulağını, kesmeyi bıraktı. [252]
"Hayır! Ben, onu, sünnet edeyim!" dedi. [253]
Öfkesi geçip aklı başına geldiği zaman, Hz. Sâre, yaptığı bu yemîne şaştı [254]
İbrahim Aleyhisselâm; yemîni, yerine getirmek üzere Hz.Hâcer'in iki kulağını delmesini ve onu, Sünnet etmesini, Hz.Sâre'ye tavsiye etti. [255]
Hz.Sâre de, öyle yaptı [256] Bu, kadınlar hakkında sünnet ve âdet oldu. [257] Hz.Hâcer, sünnet edilince, uzun etekle, kandan korundu. Bunun için, sünnet olan kadınlar, uzun etek giymeyi âdet edinmişlerdir. [258] Hz.Hâcer; kulakları delinen ilk kadın olduğu gibi, kadınlardan, ilk sünnet olu­nan [259] ve Hz. Sâre'den, izini gizlemek için ilk etek uzatanı da, o, idi. [260] Kadınların, böyle, sünnet olmaları, sonradan, terk edilmiştir. Hz.Sâre, Hz.Hâcer'e:
"Artık, sen, benimle bir şehirde bulunmayacak, oturmayacaksın!" dedi. [261]


--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[118] ibn.Asâkir-Tarih c.2,s.147.
[119] Kâtip Çelebî-Mîzânülhakk s.70.
[120] Enbiyâ: 69.
[121] Taberî-Tarih C.1.S.123.
[122] Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.578, Nesefî-Medarik c.3,s.84.
[123] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.52O, Taberî-Tarih c.1,s.125, Tefsir c.17,s.44, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.578.
[124] Şâlebî-Arais s.78.
[125] İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.147, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
[126] ibn.Asâkir-Tarih c.2,s.146, Ebülferee ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.116.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/157-158.
[127] ibn.Asakir-Tarih c.2,s.145, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/158.
[128] Taberî-Tarih c.1,s.124, Sâlebî-Arais s.78, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.99.
[129] Taberî-Tarih c.1,s.124, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.99.
[130] Taberî-Tarih c.1,s.124, Sâlebî-Arais s.78, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.99.
[131] Taberî-Tarih c.1,s.124, Sâlebî-Arais s.78, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.146
[132] Taberî-Tarih c.1,s.124-125, Sâlebî-Arais s.78, Ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.99-100
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/158-160.
[133] Taberî-tarih c.1,s.125, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.100.[134] Meryem: 49.
[135] Yâkubî-Tarih c.1,s.24.[136] Taberî-Tarih c.1, s.125, Sâlebî-Arais s.78-79
[137] jbn.lyas-Bedayiüzzühur s.86.
[138] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46.
[139] Taberî-Tarih c.1,s.125.
[140] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.16O, Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.80.
[141] Taberî-Tarih c1,s.125, Sâlebî-Arais s.79.
[142] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/160.
[143] ibn.Sa'd-Tabakat c.1, s.46, Taberî-Tarih c.1, s.159-160, İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.14.
[144] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, Taberi-Tarih c.1,s.125, 160, Sâlebî-Arais s.79.
[145] ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.35
[146] ibn.Sa'd-Tabakat c.2,s.46, İbn.Kuteybe-Maarif s.15, Taberî-Tarih c.1,s.16O.
[147] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.125.
[148] Taberi-Tarih c.1,s.125, Sâlebî-Arais s.79, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.100.
[149] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s. 199-203.
[150] İbn.Habîb-Kitabulmuhabber s.466.
[151] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.100-101, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.152.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/160-161.
[152] Müslim-Sahih c.4,s.184O.
[153] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200.
[154] Buharî-Sahih c.4,s.112, Taberî-Tarih c.1,s.126, Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200.
[155] Buharî-Sahih c.4,s.112, Ebû Davud-Sünen c.2,s.264, Taberî-Tarih c.1,s.126.
[156] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200.
[157] Buharî-Sahih c.4,s.112, Taberî-Tarih c.1,s.126.
[158] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200.
[159] Buharî-Sahih c.4,s.112, Taberî-Tarih c.1,s.126, Salebî-Arais s.79.
[160] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200, Sâlebî-Arais s.79.
[161] Taberî-Tarih c.1,s.125, Salebî-Arais s.79, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.101
[162] Buharî-Sahih c.4,s.112, Ebû Davud-Sünen c.2,s.264, Taberî-Tarih c.1,s.126, Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200, Sâlebî-Arais s.79, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O1.
[163] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.200.
[164] Müslim-Sahih c.4,s.184O.
[165] Buharî-Sâhih c.4,s.112, Taberî-Tarih c.1,s.126, Sâlebî-Arais s.80.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/161-162.
[166] Müslim-Sahih C.4.S.1840.
[167] Müslim-Sahih c.4,s.184O, Taberî-Tarih c.1,s,126, Sâlebî-Arais s.80, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.101, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.151.
[168] Taberî-tarih c.1,s.125, Sâlebî-Arais s.79, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks,1,s.35.
[169] Taberî-tarih c.1,s.125, Sâlebî-Arais s.79, İbn.Esîr c.1,s.1O1.
[170] Taberî-Tarih c.1,s.125, Sâlebî-Arais s.79.
[171] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.38, Taberî-tarih c.1,s.126.
[172] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.38-39, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.147, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.151.
[173] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, Buharî-Sahih c.4,s.112, Müslim-Sahih c.4,s.1840-1841, Taberî-Tarih c.1,s.126,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.101, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.151.
[174] Müslim-Sahih c.4,s.1841, Taberî-Tarih c.1,s.126.
[175] Taberî-Tarih c.1,s.125.
[176] Müslim-Sahih c.4,s. 1841, Taberî-Tarih c.1,s.126, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.10l, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.151.
[177] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.39, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.147, Ebülfida-Elbidaye ven-nihaye c.1,s.151.
[178] Müslim-Sahih C-4.S.1841.
[179] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.39, c.4,s.112, Taberî-Tarih c.1,s.126; İbn.Asakir Tarih c.2,s.147, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O1 .
[180] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.39, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.147.
[181] Müslim-Sahih c.2,s.1841, Taberî-Tarih c.1,s.126, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O1.
[182] A.b.Hânbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.39, c.4,s.112, Müslim-Sahih c.4,s.1841, Taberî-Tarih C.1.S.126, ibn.Esîr c.1,s.1O1.
[183] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, İbn.Esîr-Kâmil c.1.s,101.
[184] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/162-164.
[185] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.201.
[186] Müslim-Sahih C.4.S.1841.
[187] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, Buharî-Sahih c.4,s. 112.
[188] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49.
[189] Taberî-Tarih c.1,s.126, Sâlebî-Arais s.80, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.101.
[190] Buharî-Sahih c.4,s.112.
[191] Buharî-Sahih c.4,s.112, Müslim-Sahih c.4,s.1841, Taberî-Tarih c.1,s.126, Sâlebî-Arais s.80, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.101.
[192] Müslim-Sahih c.4,s.1841.
[193] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.39, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.151.
[194] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4.
[195] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, Müslim-Sahih c.4,s.1841.
[196] A.b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.4,s.112, Taberî-tarih c.1,s.126, Sâlebî-Arais s.80.
[197] Buharî-Sahih c.3,s.39.
[198] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, A.b.Hanbel-Müsned c.2,s.4O4, Buharî-Sahih c.3,s.39, Müslim-Sahih c.4,s.1841.
[199] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49, Sâlebî-Arais s.80.
[200] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.201.
[201] Taberî-Tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
[202] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.125, Salebî-Arais s.80, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.102.
[203] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/164-166.
[204] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.201-202.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/166.
[205] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46-47, Taberî-Tarih c.1,s.127.
[206] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.46-47, Taberî-Tarih d,s.l27, Salebî-Arais s.80, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
[207] Taberî-Tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80.
[208] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, Taberî-tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/166.
[209] Taberî-Tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
[210] Taberî-Tarih c.1,s.127, Salebî-Arais s.80.
[211] Taberî-Tarih c.1,s.127, Salebî-Arais s.80, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/166-167.
[212] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s.127, Salebî-Arais s.80, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
[213] Taberî-Tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2, Yâkut-Mûcemülbüldan c.4,s.373.
[214] Taberî-Tarih c.1,s.127.
[215] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47.
[216] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s.127, Salebî-Arais s.80-81.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/167.
[217] Yâkubî-Tarih c.1,s.24-25
[218] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.152-153, Ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.36.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/167-168.
[219] Yâkubî-Tarih c.1,s.25.
[220] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.153.
[221] Taberî-Tarih c.1,s.126.
[222] İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.36.
[223] Taberî-Tarih c.1,s.126, Salebî-Arais s.80, Ibn.Esîr-Kâmıl c.1,s.1O2.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/168.
[224] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.49.
[225] !bnfshakTîbn.H^m-Sîre c.1,s.6-7, İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.48, Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.426.
[226] Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.426.
[227] Makrîzî-Hıtat C.1.S.211.
[228] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.48.
[229] İbn.lshak, İbn.Hişam-Sîre c.1,s.6.
[230] İbn.Esîr-Nihaye c.4,s.6.
[231] Taberî-Tarih c.4,s.228, Süheylî-Ravdulünüf c.1,s.9O-91, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.7,s.98, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.77.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/168-169.
[232] Buhari-Sahih c.7,s.143-144, Edebülmüfred s.321, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.148.
[233] Abdurrezzak-Musannef c.2,s.175, İbn.Ebî-Şeybe-Musannef c.11,s.522, Buharî-Edebülmüfred s.322.
[234] Diyar.Bekrî-Hamîs C.1.S.129.
[235] İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.148,149, İbn.Hacer-Fethulbarî c.10,s.288.
[236] Sâlebî-Arais s.99, Diyar. Bekrî-Hamîs c.1,s.130.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/169.
[237] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.75.
[238] Bedrüddin Aynî-Umdetülkarî C.22.S.45, ibn.Hacer-Fethulbarî c.10,s.288.
[239] ibn.Hacer-Fethu.barî c.10,s.289.
[240] Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.5,s.1O8.[241] Buharî-Edebülmüfred s.322.
[242] Buharî-Edebülmüfred s.321.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/170.
[243] Yâkubî-Tarih c.1,s.25, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.36.
[244] Yâkubî-Tarih c.1,s.25, Taberî-tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80, İbn-Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.
[245] Taberî-Tarih c.1 ,s.13O, Sâlebî-Arais s.81, Süheylî-Rvdulünüf c.1 ,s.91, Ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.1O3, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s. 154.
[246] Taberî-Tarih c.1,s.13O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O3.
[247] Taberî-Tarih c.1,s.130.
[248] Taberî-Tarih c.1,s.13O, Sâlebî-Arais s.81, Süheyli-Ravd c.1,s.91, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.1O3, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.154.
[249] Sâlebî-Arais s.81.
[250] Taberî-Tarih c.1,s.13O, Sâlebî s.81, Süheylî-Ravd c.1,s.91, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O3, Ebülfida-Elbidaye venni­haye C.1.S.154.
[251] Taberî-Tarih C.1.S.103.[252] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.103.[253] Taberî-Tarih C.1.S.130.[254] Salebî-Arais s.81, İbn.iyas-Bedayiüzzühur s.87.
[255] Sâlebî s.81, Süheylî c.1,s.91, ibn.Esir c.1,s.1O3, Ebülfida c.1,s.154.
[256] Salebî-Arais s.81, Ibn.İyas-Bedayi s.87.
[257] Sâlebî-Arais s.81, Süheylî-Ravdulünüf c.1,s.91.
[258] Taberî-Tarih c.1,s.13O.
[259] Süheylî-Ravdulünüf c.1,s.91, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.154.
[260] İbn.Sa'd-Tabakat c.1, s.50, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1, s.347, Buharî-Sahih c.4, s.113, Süheylî-Ravdulünüf, c.1, s.91, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.154.
[261] Taberî-Tarih C.1.S.130, Sâlebî-Arais s.81, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O3.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/170-171.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Hz.Hacer'le İsmail Aleyhisselâm'ın Mekke Hayatı
Hz. Hâcer'le İsmail Aleyhisselâm'ın Mekke'ye Götürülüşü:

Yüce Allah; İbrahim Aleyhisselâm'a, Hz.Hacer'le İsmail Aleyhisselâm'ı, Belde-i Haram'a götürmesini Vahy etti. [262]
ismail Aleyhisselâm'a, Beyt-i Harâm'ı, hazırladığını ve oranın, onun elleriyle nârını takdir ettiğini, suyunu da, onun için akıttıracağını bildirdi. [263]
İbrahim Aleyhisselâm, Burak'a, bindi. İki yaşındaki İsmâl Aleyhisselâmı, önü­ne. Hz.Hâcer'i de, terkisine bindirdi. [264]
Burak; Merkeple katır arası büyüklükte bir binit olup uyluklarının üzerinde iki kanadı vardı ki, onları hareket ettirir, ayaklarını, gözünün ulaştığı yere basardı.
Bu yolculukta, Cebrail Aleyhisselâm da, yanlarında bulunuyor, İbrahim Aleyhisselâm'a Beytullâh'ın yerini ve Harem'in sınırlarını gösteriyordu.
İbrahim Aleyhisselâm; köylerden, kasabalardan hangisine uğrasa: 'Ey cebrâil! Buraya mı inmemiz emrolundu?" diye sormakta[265]
Her düz ve sulu yere uğradıkça, Cebrâil Aleyhisselâm'a:"Ey Cebrâil! İn şuraya!" demekte,
Cebrâli Aleyhisselâm da: Hayır!" diye cevap vermekteydi. [266]
Nihayet, Mekke'nin bulunduğu yere geldiler.
Cebrâil Aleyhisselâm:"in yâ İbrahim!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Burası, ne zirâata[267], ne de, davar'a elverişlidir!" dedi.
Cebrail Aleyhisselâm:"Evet! Öyledir. Amma, Burada, senin oğlunun soyundan Ümmî Peygamber çıkacak ve Kelimetül'ulyâ, Onunla tamamlanacaktır!" dedi. [268]
Mekke; o zaman, Selem ve Semür denilen küçük, büyük dikenli ağaçların bu­lunduğu çalılık bir yerdi.
Mekke'nin dışında ve çevresinde de, Amâlıka diye anılan insanlardan bir top­luluk oturmakta idi.
Beytullâh (Kabe) in yeri de; o zaman, kırmızı topraklı, kesekli [269], yerden yük­sekçe, tümsekimsi bir yerdi.
Zaman zaman gelen seller, oranın, sağını, solunu oymuş, alıp götürmüştü. [270]
İbrahim Aleyhisselâm, Cebrail Aleyhisselâm'a:"Sana, bunları, buraya mı bırakman emrolundu?" diye sordu.
Cebrail Aleyhisselâm:"Evet!" dedi. [271]
İbrahim Aleyhisselâm; Hz.Hâcer'le İsmail Aleyhisselâmı, Mescid'i Haram'ın, bu gün bulunduğu yerin ve Mescid'in yüksekçe bir mahallindeki Zemzem kuyu­sunun yukarısında bulunan büyük bir ağacın yanına bıraktı.'[272] Üzerlerine, bir gölgelik yapmalarını da, Hz.Hâcer'e emretti.'[273]
O zaman; Mekke'de, hiç bir kimse, hattâ, içecek su bile yoktu.
İbrahim Aleyhisselâm; bu Ana ve Oğulu, buraya bıraktı. Yanlarına, içi, hurma dolu meşin bir dağarcıkla, içi, su dolu bir kırba da, bıraktı. Şam'a gitmek üzere, oradan, izi sıra geri döndü. Hz. Hâcer, İbrahim Aleyhisselâmın arkasından seslendi: "Ey İbrahim! Bizi, bu ıssız vadide bırakıp ta, nereye gidiyorsun?! Öyle bir vadi ki, ne görüşülecek bir kimse var, ne de, bir şey!" dedi. [274] Hz. Hâcer, sözünü, tekrarladı ise de, İbrahim Aleyhisselâm, ona dönüp bakmadı.
Bunun üzerine, Hz. Hâcer:"Yoksa, bizi, buraya bırakıp gitmeni, sana, Allah mı emretti?" diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:"Evet! Allah, emretti!" diye cevap verdi.
Hz. Hâcer:"Öyle ise, Allah, bize yeter. O, bizi zayi etmez, himayesiz bırakmaz! dedikten sonra, döndü.
İbrahim Aleyhisselâm, Mekke'nin üst tarafındaki Seniye mevkiine kadar ilerle­di. Onlar tarafından görülmeyecek bir yerde durup yüzünü, bu gün Kabe'nin bulunduğu tarafa döndürdü ve ellerini kaldırdı:"Ey Rabbimiz! Ben, zürriyetimden bir kısmını, Senin Mukaddes olan Ev'inin ya­nında, namazlarını, dosdoğru kılsınlar diye, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim.
Artık, insanlardan bir kısmının gönüllerini, onlara meyi ettir. Şükr etmeleri için, onları, bazı meyvalarla rızıklandır.[275] diyerek Allah'a dua etti. [276]
Sonra da, Şam taraflarındaki ailesinin yanına döndü. [277]

Zemzemin Çıkışı:
Hz. Hâcer, İsmail Aleyhisselâmı getirip ağacın gölgesi altına yatırdı. Su kırbasını, ağaca astı. [278]
Hz. Hâcer, İsmail Aleyhisselâmı emziriyor ve kırbadaki sudan da, ona içiriyordu. [279]
Kırbadaki su, tükenince, hem kendisi, hem de, İsmail Aleyhisselâm, susadılar. [280]
Su, tükendiği zaman, Hz. Hâcer'in sütü de, kesildi.
İsmail Aleyhisselâm, acıkmağa başlamış, acıktıkça da, kendisinin açlığı şid­detlenmişti.
Hz.Hâcer; oğlunun açlığından[281]', susuzluğundan kıvranıp durduğuna bakıyordu. [282]
Onu, ölüyor sandı ve tasalandı. Kendi kendine:"Bari, kendisinden uzaklaşayım da, onun ölümünü, görmeyeyim!" dedi. [283]
Çocuğunun elemli haline bakmağa daha fazla dayanamayarak onun yanından kalkıp biraz öteye doğru gitti [284]. "En yakın tepe, hangisidir?" diye etrafına bakındı. [285] O bölgede, en yakın tepe olarak Safa tepeciğini buldu. Onun üzerine çıktı. Sonra, vadiye karşı, durdu.
Bir ses işitmek veya bir kimse görmek ümidiyle dinledi ve etrafına bakındı. Fakat, ne bir ses, işite bildi, ne de, bir kimse görebildi. [286]
Safa tepeciğinden hızla inip vadide entarisinin eteğini topladıktan sonra, müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu ve vadiyi geçerek Merve tepeciğine geldi.
Orada da, biraz durdu ve bir kimse, görebilir miyim? diye baktı. Fakat, yine, hiç bir kimse göremedi. [287]
Hz.Hacer'in Safa ile Merve arasında gidip gelmekle meşgul olması, hem bir kimse görebilme ümidinden, hem de, açlıktan, susuzluktan kıvranan yavrusunun can verişini gözleriyle görmek istemeyişinden ileri geliyordu.
Bununla birlikte, Hz. Hâcer, İsmail Aleyhisselâmın yanına iki kere uğramaktan da, kendini alamamış, onu, eskisi gibi can çekişir bulunca, mahzun ve bitkin bir halde, tekrar Safa tepeciğine dönmüştü. [288]
Hz.Hacer, Safa ile Merve arasında yedi kere gitmiş, gelmişti. [289]
Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Bunun için, insanlar, Safa ile Merve arasında sa'y ederler." buyurmuştur. [290]
Hz.Hacer; son defa Merve tepeciği üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine:"Sus ta, iyice dinle!" dedi. Sonra, dikkatla dinledi. Bu sesi, önceki gibi bir daha işitti. [291] Bu ses, bir insan sesine benziyordu. [292] Bunun üzerine: "Ey ses sahibi! Sesini, duyurdun!
Eğer, sen, yardım edecek güçte isen, bize, yardım et! [293] Ey Allah'ım! Sesini, bana duyurdun, imdadıma da, yetiş!
Yetişmezsen, ben de, yanımdaki yavrum da, helak olup gideceğiz!" diye yalvarınca [294], Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir Melek (Cebrail) göründü. [295]
Cebrail Aleyhisselâm; Hz.Hâcer'e: "Sen, kimsin?" diye sordu. Hz.Hâcer:"Ben, İbrahim (Aleyhisselâm)ın, buraya bıraktığı zevcesiyim, oradaki de, oğlumdur!" dedi.
Cebrail Aleyhisselâm:"İbrahim, sizleri, kime ısmarladı?" diye sordu.
Hz.Hâcer:"Bizi, Yüce Allah'a ısmarladı." dedi.
Cebrail Aleyhisselâm:"O, sizi, en şerefli, en keremli ve yeterli Rabb'e, ısmarlamış!" dedi [296] ve aya­ğının ökçesiyle yeri eşince, su, kaynamağa başladı!
Hz.Hâcer, bir yandan, boşa akmasın diye suyu, havuz gibi toprakla çevirip gö­lek yapmaktan geri durmuyor, bir yandan da, kırbasını doldurmağa devam ediyordu.
Su ise, avuç avuç alındıkça, yerden kaynayıp duruyordu. [297]
Peygamberimiz Aleyhisselâm:"Allah, İsmail'in Annesi Hâcer'e rahmet eylesin!
Eğer, o, Zemzem'i, kendi haline bıraksaydı da, suyu, avuçlamasaydı, muhakkak ki, Zemzem, akar bir kaynak olurdu!" buyurmuştur. [298]
Hz. Hâcer, bu sudan içti. Sütü gelip çocuğunu, emzirdi. [299]
Melek, Hz. Hâcer'e:"Zayi ve helak oluruz diye sakın, korkmayınız!
İşte, şurası, Beytullâh'ın yeridir.
O Beyt'i, bu çocukla Babası yapacaktır!
Muhakkak ki, Allah, o işin ehlini zayi etmez!" dedi. [300]

Cürhümîlerin Gelip Hz. Hâcer'e Komşu Olmaları:
Hz. Hâcer, orada yaşayıp durduğu sırada, bir gün, Şam taraflarından [302], Cürhümîlerden bir cemâat, Kedâ yoluyla Mekke'nin alt tarafına gelmişler, oraya, bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi.
Kendi kendilerine:"Her halde, bu kuş, bir suyun başında döner dolaşır.
Halbuki, biz, bu vadide su, bulunmadığını biliyorduk" dediler.
İşin, iç yüzünü anlamak için, ayağına çevik bir veya iki kişi gönderdiler.
Bunlar, orada, su bulunduğunu anlayınca, dönüp gittiler, cemaatlarına haber verdiler.
Bunun üzerine, Cürhümîler, kalkıp oraya geldiler.
Cürhümîler, geldiği sırada, İsmail Aleyhisselâmın annesi Hz. Hâcer, suyun ba­şında bulunuyordu. [303]
Cürhümîler, Hz.Hâcer'e selâm verdiler.
O da, selâmlarına, mukabele etti.
Cürhümîler:"Bu su, kimindir?" diye sordular.
Hz.Hâcer:"Benimdir!" dedi [304].
Cürhümîler:"Bizim de, gelip şuraya, senin çevrene konmamıza izin verir misin?" diye sordular. [305]
Hz.Hâcer:"Şu su üzerinde, sizin için bir mâlikiyet hakkı ve iddiası bulunmamak şartıyla, Evet! konabilirsiniz!" dedi.
Cürhümîler: "Olur!" dediler.
Görüşecek, konuşacak insanlara muhtaç bulunduğu bir sırada, Cürhümîlerin bu gelişi, Hz. Hâcer'in arzusuna uygun düştü.
Cürhümîler, oralara konup ev halklarına haber saldılar. Onlar da, gelip birlikte kondular, ev, bark sahibi oldular. [306]
Cürhümîler, büyük ağaçların altına yerleştiler, ağaçların üzerine gölgelik, çatı yaptılar.
Anne-oğul, onun altında onlarla birlikte oturdular. [307] Mekke'nin ilk sakinleri, böylece, Cürhümîler, oldu [308].
İsmail Aleyhisselâm, artık, büyüyüp duruyor, Cürhümîlerin, çok hoşuna gidiyordu. [309]

Mekke:
Mekke; Arabistan yarım adasında olup Ptolemee göre: mağrıb cihetinden 78. tul, 23 veya 21. arz derecesinde, Süreyya yıldızının doğduğu Seretan noktasının altında ve 2. iklimde bulunmaktadır. [310]

Mekke Ve Bekke İsimleri Ve Bunların Mânâları:
Kur'ân-ı kerimde Mekke'nin ismi, bir kerre Mekke, bir kerre de, Bekke olarak geçer:"Ve O, O Allâh'dır ki, onların (müşriklerin) ellerini, sizden, sizin ellerinizi de, on­lardan, Mekke vadisinde çektirdi... "[311]
' 'Şüphe yok ki, insanlar için, tesis edilmiş olan ilk Beyt, Bekke 'deki o çok müba­rek ve âlemler için hidâyet olan Beytdir.'[312]
Mekke ve Bekke isimlerinin, İmlâ ve telaffuz farkına rağmen, aynı yere verilen isim olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi;
Mekke'nin, Harem sınırları ile birlikte tüm bölgeyi içine alan umûmî bir isim;
Bekke'nin ise, sâdece Beytullâh'ın veya Mescid-i Haram'ın ismi olduğu görü­şünde bulunanlar da, vardır. [313]
Mekke'ye; günahları, eksilttiği veya giderdiği ve orada zulüm yapanları, helak ettiği [314]
Zorbaların, zalimlerin boyunlarını kırdığı [315], kibir ve gururlarını yok ettiği [316]; İnsanlar, orada toplanıp biriktiği... için, Mekke ismi verilmiştir. [317] Kamus Mütercimi Âsim Efendi, Mekke maddesini şöyle tamamlar: "Müellifin Besâir'de beyanına göre: beş vecih dahi muhtemeldir:
Evvelâ: Arz-ı merkumede, su, kalîl (pek az) olmağla, gûyâ ki, yerden suyu, ağız­ları ile emüp istihraç iderler (çıkarırlar).
Sâniyen:Emüp sormak mânâsından dır.gûyâ ki, beher sene nâsı, kendisüne doğru emüp cezb ider (çeker).
Sâlisen: Mekk, tâir mânâsındandır. Gûyâ ki, isyanı, mekk ve def ider.
Râbian: Mekkâke'den me'huzdür (alınmıştır) ki, azmda (kemiğin orta­sında) lübb ve muhh(ilik) olacaktır, arz-ı merkume dahi, dünyanın vasatı ve hula-sasıdır.
Hâmisen: usat'ın (âsilerin) zünûbunu (günahlarını), kemikten, iliği sorup çıka­rır gibi istihraç ve izâle ider." [318]
Yâkut'ulhamevî de, bu beş maddeyi çeşitli kaynaklardan alarak kitabına kaydeder. [319]
Mekke'de, zâlimlerin ve zorbaların boyunları kırıldığı veya orada insanlar, faz­la biriktikleri için, Bekke diye anılmıştır. [320]

Mekke Harem Sınırı:
Rivayete göre: Âdem Aleyhisselâm, Cennetten, yer yüzüne indirilince, şeytan'ın şerrinden korkmağa başlamış ve Allah'a sığınmıştı.
Bunun üzerine, yüce Allah, ona, koruyucu Melekler, göndermiş, bu Melekler, Mekke'yi, her tarafından kuşatmışlardı.
Melekler, Mekke'nin çevrelerinde, nerelerde durmuşlarsa, yüce Allah, oraları, Mekke'nin Harem sınırı yapmıştır. [321]
Mekke Harem'inin Sınırı;
1) Medine yolu tarafından, Ten'im yakınındaki Benî Gıfarların evlerine kadar, .ç mil'dir.[322]
Ten'im: Mekke-Medine yolunun batı tarafındadır.
Bu yoldaki Harem sınır taşları, Zâtülhanzal diye anılan dağ yolunun başındadır.
Bu sınırın ön tarafı: Harem, arka tarafı: Hıll, Harem dışıdır. [323]
2) Yemen yolu tarafından: Libn tepesindeki (Edâetüllibn)e kadar yedi Mildir. [324]
Edâetüllibn: Tihame tarafında, Yemen yolundadır.
Burada sınır taşları, Gurab dağı üzerindedir.
Dağın yarısı: Harem, yarısı: Hıll'dir, Harem dışıdır. [325]
3) Cidde yolu tarafından: (EI'A'şâş)a kadar on mildir. [326]
Cidde yolundaki Hudeybiye Harem sınır taşları, (A'şâş)a kadar uzanır.
A'şâş'dan önceki Batn-ı Mer üzerindeki saha, Harem dışında ve Müreyr üzeri­ne bakan bölge ise, Harem içinde kalır. [327]
4) Tâif yolu tarafından: Arafat yolu üzerindeki Batn-ı Nemire'ye kadar uzanan on bir mildir.
5) Irak yolu tarafından: Makta' dağındaki (Seniyetülhal)e kadar yedi Mildir. [328]
Makta': Necid ve Irak yolunda olup Harem sınır taşları, Harem'e dayanan Se-niyetulhal'in başındadır. [329]
6) Ciirrâne yolu tarafından: Abdullah b.Halid b.Esidlerin Şı'bına kadar dokuz Müdir, [330]

Harem Sınır Taşlarının Dikilişi Ve Onarılışı:
Mekke Hareminin sınır taşlarını, ilk önce diken, İbrahim Aleyhisselâm idi.
Ona, bu taşların dikileceği yerleri de, Cebrail Aleyhisselâm, göstermişti. [331]
Yüce Allah'ın emriyle, Kabe'yi, yapma işini tamamladıktan sonra, İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmlar, kendilerine Hacc amellerini göstermesi için Allah'a yalvardılar. [332]
Cebrail Aleyhisselâm gelip İbrahim Aleyhisselâma Hacc amellerini gösterdi.
Harem'in sınırları üzerinde durdu ve o sınırlarda, İbrahim Aleyhisselâmı da, durdurdu.
İbrahim Aleyhisselâm, oralara, taşlar dizdi, işaretler, koydu ve üzerlerine top­rak çekti.
İsmail Aleyhisselâmın koyunları, bu Harem sınırları içinde yayılırlar, Harem sı­nırını aşmazlar, Harem dışına çıkmazlardı.
Harem'in her tarafından yayıla yayıla sınırlarının sonuna kadar ulaştıkları za­man, oradan topluca geri dönerlerdi. [333]
İsmail Aleyhisselâm, Harem sınır taşlarını onarıp yeniledi. [334]
Peygamberimiz Aleyhisselâmın Atalarından Kusayy'ın zamanına kadar bu taş­lar, yerlerinden kımıldatılmadı.
Kusayy, onları, onarıp yeniledi. [335]
Yıkılan Harem sınır taşlarını, daha önce, Adnan b.Üded'in diktiği de, rivayet edilir. [336]
Mûsâ b.Ukbe'nin rivayetine göre: Kureyş müşrikleri, Harem sınır taşlarına te­cavüz ederek onları, söktüler.
Müşriklerin bu davranışları, Peygamberimiz Aleyhisselâma çok ağır geldi. Cebrail Aleyhisselâm gelerek Peygamberimiz Aleyhisselâma: "Yâ Muhammedi Kureyşîlerin, Harem sınır taşlarını sökmeleri, her halde, sa­na, çok ağır geldi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm:"Evet!" buyurdu.
Cebrail Aleyhisselâm:"Amma, onlar, bu sınır taşlarını, yerlerine tekrar dikeceklerdir!" dedi.
Çok geçmeden, Kureyş kabilesinden bir adamın, bu işi, bahis konusu ettiği, arkasından, aynı kabileden bir adamın daha çıkıp bunu, konuştuğu ve nihayet, Kureyş kabilelerinden bir çok kimselerin, bu işi, konuşmağa başladıkları görüldü.
Hattâ, içlerinden biri, onlara:"Allah, sizi, Harem sayesinde aziz ve şerefli kıldı. Tecâvüzlerden korudu.
Siz ise, onun sınır taşlarını yerinden söküp çıkardınız! Şimdi, Araplar, sizi, kapacaklardır!" diyordu.
Meclislerde, bunu, konuşa konuşa sabahladılar. Gidip sınır taşlarını tekrar yer­erine diktiler.
Bunun üzerine, Cebrail Aleyhisselâm gelip Peygamberimiz Aleyhisselâma:"Yâ Muhammedi Kureyşîler, Harem sınır taşlarını, tekrar yerlerine diktiler!" aedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm:"Ey Cebrail! Onlar, taşları, tam yerlerine dikebildiler mi?" diye sordu.
Cebrail Aleyhisselâm:"Onlar, sınır taşlarından diktikleri her bir taşı, yerlerine, kendileri değil, birer Melek eliyle koydular!" dedi. [337]
Peygamberimiz Aleyhisselâm da, Mekke feth edildikten sonra, Temim b.Esed'-l'Huzâî'yi, göndererek Harem sınır taşlarını onarıp yenilettirdi. [338]
Halifeliği sırasında Hz. Ömer de; Kureyşîlerden dört kişiyi ki: Mahreme b.Nev-fel, Ezher b.Abd.Avf, Saîd b.Yerbu' ve Huvaytıb b.Abdul'uzzâ'yı, Harem sınır taşlarını onarıp yenilemeğe memur etti. [339]
Hz. Ömer'in hicrî 17. yılda yaptırdığı bu onarımdan sonra, Hz. Osman da, hicrî 26. yılda Harem sınır taşlarını yeniletti.
Sonra, Muaviye b. Ebî Süfyan,
Sonra, Abdülmelik b. Mervan,
Sonra, Abbasî Halifesi Mehdî,
Sonra, 325'de, Râzî,
Sonra, 616'da İrbil Sahibi Melik Muzaffer,
Sonra, 683 de, Yemen Sahibi Melik Muzaffer Harem sınır taslarını yenilet-mistir. [340]

İsmail Aleyhisselâmın Kurban Edilmek İstenilişi:
İbrahim Aleyhisselâm; Hz.Hâcerle İsmail Aleyhisselâmı görmek istediği zaman, sabahleyin, Şam'dan, Burak'a biner, gün ortasında Mekke'ye gelir. O gün, Mek­ke'den kalkar, geceyi, Şam'daki ailesi yanında geçirirdi. [341]
İsmail Aleyhisselâm, yedi yaşına bastığı sıralarda, İbrahim Aleyhisselâm, Şam'­daki evinde uyurken, rü'yasında, oğlu İsmail Aleyhisselâmı, kurban ettiğini görmüştü.
Hemen Burak'a binip Mekke'ye geldi. Onu, annesinin yanında buldu. [342] İsmail Aleyhisselâma:"Oğulcuğum! Bir ip ve büyük bir bıçak al. Sonra, şu vadiye gidelim de ev hal­kına odun toplayalım" dedi.
Rabb'inin, kendisine emrettiği şeyden hiç bahsetmedi. [343]
Baba-Oğul Şı'b Vadisine doğru yöneldikleri zaman, şeytan, bir adam suretine girip, Allah'ın emrini yerine getirmekten vaz geçirmek için, İbrahim Aleyhisselâmın yolunu kesti:"Ey ihtiyar! Nereye gidiyor ve ne yapmak istiyorsun?" diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:"Şu vadiye gidip oradaki bir işimi görmek istiyorum!" dedi.
Şeytan:"Sen, her halde, İsmail'i boğazlamak istiyorsun!?" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Sen, hiç bir babanın, çocuğunu boğazladığını gördün mü?" diye sordu.
Şeytan:"Evet, O baba, sen'sin!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Ben, çocuğumu, ne için boğazlayacak mışım?" diye sordu. [344]
Şeytan:"Sen, bunu, Allâhın, sana emrettiğini sanıyor ve söylüyorsun!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Eğer, Allah, bunu, yapmamı, bana emretti ise, Allah'a boyun eğip onun emri­ni yerine getirmeyi, uygun bulurum!" dedi. [345]
Şeytan:Vallahi, sanıyorum ki: Şeytan, rü'yanda, sana gelip şu oğlunu, boğazlamanı, emretmiştir.
Sen, onu boğazlamağa gidiyorsun!" deyince, İbrahim Aleyhisselâm, onun, şey­tan olduğunu anladı:
Ey Allah düşmanı! Vallahi, ben, Allah'ın emrini, o vadide mutlaka yerine getireceğim!" dedi.
Şeytan, İbrahim Aleyhisselâmdan ümidini kesince, İbrahim Aleyhisselâmın ar­dasında ip ve bıçak taşıyan İsmail Aleyhisselâmın önünü kesti. Ona:'Ey çocuk! Baban, seni, nereye götürüyor biliyor musun?" diye sordu. İsmail Aleyhisselâm:"Ev halkımıza, şu vadiden odun toplayacağız!" dedi.
Şeytan:'Vallahi, baban, seni, boğazlamak istiyor [346], boğazlamağa götürüyor!"
dedi. [347]
İsmail Aleyhisselâm:"O, beni, ne için boğazlayacak? [348]
Sen, bir babanın, çocuğunu boğazladığını gördün mü?!" diye sordu.
Şeytan:'İşte, o baba, budur!" dedi. İsmail Aleyhisselâm:"Babam, beni, ne için boğazlayacakmış?" diye sordu. [349] Şeytan:"Rabb'inin, bunu, kendisine, emrettiğini sanıyor!" dedi. İsmail Aleyhisselâm: "O, Rabb'inin, kendisine, emrettiği şeyi yapsın! [350]
Onun, her nerede olsa, Rabb'ine boyun eğmesi, Rabb'inin buyruğunu, yerine getirmesi, daha iyidir! [351] Ben de, emri dinler ve ona, boyun eğerim!" dedi.
Şeytan, İsmail Aleyhisselâmın da, kendisini dinlemekten kaçındığını görünce, hemen, onun annesine gitti.
Hz. Hâcer, o sırada evinde bulunuyordu. [352] Ona:"Ey İsmailin annesi! İbrahimin, İsmail'i nereye götürdüğünü biliyormusun?" diye sordu.
Hz. Hâcer."Şu vadiden, bize odun toplamağa götürdü" dedi.
Şeytan:"O, İsmail'i, ancak, boğazlamak için, götürdü!" dedi. [353]
Hz .Hâcer:"Bir babanın, çocuğunu, boğazlaya bileceğini, nasıl düşünebiliyorsun?! [354]
Hayır! Öyle değildir.
O, oğluna karşı, çok şefkatlidir!" dedi. [355]
Şeytan:"O, bunu, Allah'ın, kendisine emrettiğini söylüyor ve sanıyor!" dedi. [356]
Hz. Hâcer:"Eğer, Rabb'i, bunu, emretti ise, Allah'ın emrine boyun eğmek gerekir! [357]
Her nerede olsa, onun, Allah'a boyun eğmesi, Allah'ın buyruğunu yerine ge­tirmesi, daha iyidir!" dedi. [358]
Şeytan, İbrahim Aleyhisselâma ve onun ev halkına bir şey yapamadığına kızgın bir halde, geri döndü.
Hepsi de, Allâhın buyruğunu dinlemek ve ona boyun eğmekte birleştiler. [359] İbrahim Aleyhisselâm, Sebîr vadisinde, oğlu ile başbaşa kalınca, ona:"Oğulcuğum! Ben, seni, rü'yamda boğazlıyorum gördüm!" diyerek kendisine emrolunanı, haber verdi.
İsmail Aleyhisselâm:"Babacığım! Sana emrolunanı, yap!
İnşâallâh, beni, sabredenlerden bulacaksın! [360]
Allah'ın emrine boyun eğ!
Her iyilik, Rabb'inin emrine boyun eğmektedir!" dedikten sonra,
"Sen, bunu, anneme bildirdin mi?" diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:"Hayır! Bildirmedim!" dedi.
İsmail Aleyhisselam: Bildirmediğine, iyi ettin" dedi. [361] Sonra da:Babacığım! boğazlamak istediğin zaman, beni, iple sıkıca bağla ki benden, sana karşı, bir şey isabet edip de, ecrim eksilmesin!
Çünkü, ölüm, çok çetin ve zordur.
Bıçağın, tenime dokunduğunu hissedince, çırpınmayacağımdan emîn değilim! Bıçağını, iyice bileyip keskinleştir ve boğazıma, hemen çalıver ki, beni çabuk öldürsün! Rahata, kavuştursun!
Hem, sen, beni, boğazlamak için, yatıracağın zaman, yüzü koyun yatır, alnı yere getir.
Yanımın üzerine, yatırma.
Çünkü, yüzüme bakınca, rıkkata gelip te, benim hakkımda Allah'ın, sana emrettiği şeyi yerine getirmene engel olabileceğinden korkarım!
Eğer, gömleğimi, anneme götürüp vermeyi uygun görürsen, öyle yap! Belki, bu, onun için, bir teselli olur, gönlünü, onunla eğler!" dedi. İbrahim Aleyhisselâm:
Oğulcağızım! Sen, bana, Allah'ın emr ettiği şey hakkında ne güzel yardımda bulundun!" dedi ve onu, istediği gibi, sımsıkı bağladı.
Bıçağı, iyice biledi.
Sonra, onu, yüzü koyun yatırdı! Yüzüne, bakmaktan sakındı.
İbrahim Aleyhisselâm, bıçağı, İsmail Aleyhisselâmın boğazına bastırınca [362], sanki, bıçak, bakır bir levha ile karşılaştı! Büyük bıçağın ağzı, İsmail Aleyhisselamın boğazını kesmedi!
İbrahim Aleyhisselâm, bileği taşıyle iki veya üç kerre biledi. Fakat, her defasında da, kestirmeğe muvaffak olamadı. Her halde, bu iş, Allâh'dandır!" dedi. [363]
İbrahim Aleyhisselâmın elindeki bıçağın ağzı, tersine dönmüştü. [364] O sırada, Yüce Allah tarafından: "Ey İbrahim! Rü'yana, sadâkat gösterdin! işte, sana, oğlunun yerine boğazlayacağın kurbanlık! Boğazla onu!" buyruldu. [365] İbrahim Aleyhisselâm, doğrulup bakınca, Cebrail Aleyhisselâmın yanında, iri boynuzlu bir koçun [366] veya önünde iri bir dağ tekesinin dikilip durduğunu gördü.
"Kalk yavrucuğum! Sana, bir Fidye indi!" dedi.
O teke'yi, orada, Mina'da kurban etti. [367]
Bu teke'nin, Sebîr dağından inip geldiği rivayet edildiği gibi, iri boynuzlu, gü­zel bir koç olduğu da, rivayet edilir. [368]
İsmail Aleyhisselâma, Allah tarafından Fidye olarak gönderilip kurban edilen koçun iki boynuzu, Kabe'de, uzun zaman asılı durmuş ve Kabe'nin Abdullah b. Zübeyr ve Haccac zamanında yanması üzerine, o da, yanmıştır.
Rivayete göre: Koçun kuru başı, Kabe Oluğunun yanında asılı bulu­nuyordu. [369]
Ebüttufeyl ile Şa'bî de, Kabe'de iki boynuzu gördüklerini söylemişlerdir. [370]
Peygamberimiz Aleyhisselâm da, Mekkenin fethinde, Kabe Anahtarcısı Osman b. Talha'yı çağırıp ona:"Beytullâha girdiğimde, Beytullahda, iki koç boynuzu gördüm. Onların setrini emr etmeyi unuttum. Onları, setr ve görünmez et!
Çünkü, Beytullah'da namaz kılanı, meşgul eden şeyin bulunması yaraşmaz." buyurmuştur. [371]
Bu boynuz, İbrahim Aleyhisselamın oğluna feda edilmiş olan koça aid olup Ab­dullah b. Zübeyr, Kâbeyi yeniden yaptırmak üzere yıktığı zaman, onu, Kâbenin duvarında bulmuştu.
Kırmızı çamurla suvanmış bulunan bu boynuzlara eliyle dokununca, onlar, ufalanmış, gitmişlerdir. [372]
Hadîs'in Râvîlerinden Süfyan:"Bu koç boynuzları, Beytullâh yanıncaya kadar, Beytullâh'ın içinde buluna geldi. Yangında, onlar da, yandı." demiştir. [373]

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[262] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.5O, ibn.Kuteybe-Maarif s.16, Taberî-Tarih c.1,s.13O, Sâlebî-Arais s.82, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.103.
[263] ibn.Kuteybe-Maarif s.16.
[264] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.5O.
[265] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.54, Taberî-Tarih c.1,s.13O.
[266] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.164.
[267] ibrahim Aleyhisselâm, çiftçi idi. (Hâkim-Müstedrek c.2s.596.
[268] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.164, Halebî-İnsanül'uyun c.1,s.79.
[269] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1 ,s.54, Taberî-Tarih c.1 ,s.13O, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.323.
[270] Buharî-Sahih c.4, s.114, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.323, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155
[271] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.54,Taberî-Tarihc.1,s.13O, Sâlebî-Arais s.82.
[272] Buharî-Sahih c.4,s.113, Taberî-Tarih c.1,s.130, Kurtubî-Tefsirc.9,s.368, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.154.
[273] Taberî-Tarih c.1,s.130, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.46, Sâlebî-Arais s.82.
[274] Buharî-Sahih c.4,s.113, Taberî-Tarih c.1 ,s.130,Beyhakî-Delâil c.1 ,s.322, Kurtubî-Tefsir c.9,s.368,369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.154.
[275] ibrahim: 37.
[276] Buharî-Sahih c.4,s.114, Taberî-Tarih C.1.S.130-131, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delailünnübüvve C.1.S.322-323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.154-155
[277] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.5O, Taberî-Tarih c.1,s.13O, Sâlebî-Arais s.82
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/175-177.
[278] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.55
[279] Buharî-Sahih c.4,s.114. Taberî-Tarih c.1,s.131, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[280] Buharî-Sahih c.4,s. 114, Taberî-Tarih c.1,s.131, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[281] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.55.
[282] Buharî-Sahih c.4,s.114, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[283] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.55.
[284] Buharî-Sahih c.4,s.114, Kurtubî-Tefsir c.9,s369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[285] Sâlebî-Arais s.82.
[286] Buharî-Sahih c.4,s.114, Taberî-Tarih c.1,s.13O, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[287] Buharî-Sahih c.4,s.114, Beyhakî-Delâil, c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.155.
[288] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.55.
[289] Buharî-Sahih c.4,s.114, Beyhakî-Delâil c.1,s.323, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O3, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[290] Buharî-Sahih c.4,s.114, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.55, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.323, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O3, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[291] Buharî-Sahih c.4,s.114, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye ven­nihaye C.1.S.155.
[292] Taberî-Tefsir c.13,s.23O, Sâlebî-Arais s.82
[293] Buharî-Sahih c.4,s.114, Beyhakî-Delâil c.1 ,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[294] Taberî-Tarih c.1,s.131, Sâlebî-Arais s.82.
[295] Buharî-Sahih c.4,s.114, Beyhakî-Delâil c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[296] Sâlebî-Arais s.82.
[297] Buharî-Sahih c.4,s.114, Taberî-Tarih c.1,s.13O, 131, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delâil C.1.S.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s. 155
[298] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1 ,s.253, Buharî-Sahih c.4,s.114, Taberî-Tarih c.1 ,s.131, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delâil c.1,s.323, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O3, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155
[299] Buharî-Sahih c.4,s. 114, Beyhakî-Delâil c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155
[300] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1,s.131, Sâlebî-Arais s.82, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.323, Kurtubî-Tefsir c.9,s.369, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.155
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/177-180.
[301] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/180.
[302] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.57
[303] Buharî-Sahih c.4,s.114-115, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.324, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155
[304] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.57
[305] Buharî-Sahih c.4,s.115, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.57, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.324, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[306] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.324, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[307] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.57.
[308] Sâlebî-Arais s 82, Beyhakî-Delâil c.1,s.324, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[309] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.57, Beyhakî-Delâil c.1,s.324, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/180-181.
[310] Yâkut-Mücemülbüldan c.5,s.181.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/181.
[311] Feth: 24.
[312] Âl-i imran: 96.
[313] Mâverdî-Ahkâmussultaniye s.157-158, nrûzabadî-Kamusulmuhîtc.3,s.330,Yâkut-Mûcemülbüldanc.1,s.475,
c.5,s.181-182, Nevevî-Tehzibülesmâ vellugat c.1,s.39-40.
[314] Rrûzabadî-Kamûsulmuhıt c.3,s.33O.
[315] ibn.lshak, ibn.Hişam-Sîre c.1,s.119, Ezrakî-Ahbam Mekke c.1,s.89.
[316] Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.181.
[317] ibn.lshak, İbn.Hişam-Sîre c.1,s.119, Yakut-Mûcemülbüldan c.5,s.181.
[318] Mütercim Asîm Efendi-Kamus Tercemesi c.3,s.1122.
[319] Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.181-182.
[320] Fîrûzabadî-Kamusulmuhît c.3,s.3O5, Yâkut-Mûcemülbüldan c.1,s.475.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/181-182.
[321] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.127
[322] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s. 130-131
[323] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.3O9 (Ek Bölüm)
[324] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.131
[325] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.3O9 (Ek Bölüm)
[326] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.131
[327] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.3O9 (Ek Bölüm)
[328] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.131
[329] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.3O9 (Ek Bölüm)
[330] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.131.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/183.
[331] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.25, Vâkıdî-Megazi c.2,s.842, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.127-128, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.335.
[332] Bakare: 128.
[333] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.128.
[334] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.Vâkıdî-Megazi c.2,s.842, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.335.
[335] Vakîdî-Megazi c.2,s.842, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.129, Beyhakî-Delail. c.1,s.335.
[336] Yâkubî-Tarih c.1,s.223, Ebüttayyibüttakî-lkdüssimîn c.1,s.37.
[337] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.128-129.
[338] Abdı/rezzak-Musannef c.5,s.25-26, Vâkıdî-Megazi c.2,s.842, Ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.133, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s.129, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.335.
[339] Beyhaki-Delailünnübüvve c.1,s.335.
[340] ibrahim Rifat Paşa-Mir'atülharemeyn c.1,s.227.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/184-185.
[341] Taberî-Tarih c.1,s.14O, Sâlebî-Arais s.93.
[342] Hâkim-Müstedrek c.2,s.555.
[343] Taberî-Tarih c.1,s.14O, Sâlebî-Arais s.93-94, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.111.
[344] Taberî-Tarih c.1,s.14O.
[345] Hâkim-Müstedrek c.2,s.555-556.
[346] Taberî-Tarih c.1,s.141, Sâlebî-Arais s.94-95.
[347] Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[348] Taberî-Tarih c.1,s.141, Sâlebî-Arais s.95.
[349] Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[350] Taberî-Tarih c.1,s.141, Sâlebî-Arais s.95, Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[351] Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[352] Taberî-Tarih c.1,8.141, Sâlebî-Arais s.95.
[353] Taberî-Tarih c.1,s.141, Sâlebî-Arais s.94.
[354] Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[355] Taberî-Tarih c.1,s.141, Salebî-Arais s.94.
[356] Taberî-tarih c 1 s 141, Sâlebî-Arais s.94, Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[357] Taberî-Tarih c.1,s.141, Salebî-Arais s.94.
[358] Hâkim-Müstedrek C.2.S.556.
[359] Taberî-Tarih c.1,s.141, Salebî-Arais s.95.
[360] Taberî-Tarih C.1.S.141.
[361] Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[362] Taberî-Tarih c.1,s.141, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.349-350..
[363] Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.
[364] Taberî-Tarih c.1,s.141.
[365] Taberî-Tarih C.1.S.141.
[366] Sâlebî-arais s.94, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.112.
[367] Hâkim-Müstedrek c.2,s.555-556.
[368] Taberî-Tarihc.1,s.141, Tefsir c.23,s.87, Salebî-Arais s.94, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s. 112-113, Ebülfida-Elbidaye ven-nihaye c.1,s.157.
[369] Taberî-Tarihc.1,s.142, Sâlebî-Arais s.94, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.35O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.158
[370] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.110.
[371] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.223-224, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.68.
[372] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.224.
[373] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.68.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/186-190.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Kurban Hâdisesinin Kur'ân-ı Kerimdeki Açıklaması:
Kurban edilme hâdisesi, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanır:"İbrahim: Ey Rabb'im! Bana, şilinlerden, bir oğul ihsan et! diye dua etti.
Biz de, ona, çok uysal bir oğul müjdesini verdik.
Artık, o oğul, İbrahim'in yanında koşma çağına erince, babası: Oğulcağızım! Ben, seni, rü'yamda boğazlıyorum görüyorum!
Bak, artık, ne düşünürsün! dedi.
Oğlu: Babacığım! Sana verilen emir ne ise, yap!
İnşâallâh beni, sabredenlerden bulacaksın! dedi.
Vaktâ ki, böylece, ikisi de, Allah'ın emrine boyun eğdiler.
İbrahim, onu, alnı üzere yıktı.
Biz, ona: Ey İbrahim! Sen, rü'yana sadakat gösterdin.
Şüphesiz ki, biz, iyi hareket edenleri, böyle mükâfatlandırırız! diye seslendik.
Gerçekten, bu, apaçık ve kesin bir imtihandı.
Ona, büyük bir kurbanlık fidye verdik.
Sonra gelenler arasında, ona, iyi bir nam bıraktık. Selâm olsun İbrahime!
Biz, iyi hareket edenleri, işte, böyle mükâfatlandırırız.
Gerçekten de, o, inanmış kullarımızdandı.
Ona, salihlerden bir Peygamber olmak üzere de, İshak'ı, müjdeledik.
Hem ona, hem İshak'a bereketler verdik.
Her ikisinin neslinden, iyi hareket edeni de, nefsine apaçık zulüm edeni de vardır. "[374]

Kurban Edilme Hâdisesinin Yahudilerce İshak Aleyhisselâma Mal Edilmek İstenilmesinin Sebebi:
Halîfe Ömer b. Abdul'aziz (vefatı: 101 Hicrî), Müslüman olan bir Yahudî bilgi­cini, Şam'da huzuruna davet edip kendisine:
İbrahim Aleyhisselâm'a, iki oğlundan, hangisini kurban etmesi emrolunmuştur?" diye sormuştu.
O da:"İsmail'i! Vallahi, ey Mü'minler Emîri! Bunu, Yahudîler de, bilirler.
Fakat, onlar, siz Arap cemâatini kıskanırlar: Babanız İsmail'in kurban edilmesi Hakkındaki İlâhi emre boyun eğişi ve sabr edişi faziletinin Allah tarafından anılışını çekemezler de, kurban emrinin, onun hakkında verilmediğini iddia eder­ler ve kendilerinin babaları İshak olduğu için, bu husustaki emrin, İshak hakkında verildiğini ileri sürerler." dedi. [375]
Ahd-i Atîk adıyla anılan ve Yahudilerle Hıristiyanlarca Mukaddes sayılan kitap­ta, her ne kadar, İbrahim Aleyhisselâmın, oğlu İsmail Aleyhisselâmı değil, İshak Aleyhisselâmı kurban etmek istediği kaydedilmekte ise de, Ahd-ı Atîk metinleri üzerinde durulunca, bunun, sonradan bu şekle sokulduğu anlaşılır.
Tekvin kitabının 16. Babının 15. ve 16. fıkralarında şöyle denir:"Ve Hâcer'den Abram'a bir oğul olup Abram dahi kendine Hâcer'den doğan oğlana İsmail tesmiye eyledi.
Ve Hâcer'den Abram'a, İsmail doğduğu vakit, Abram, seksen altı yaşında idi." Tekvin kitabının 21. Babının 5. fıkrasında da:"Ve İbrahim, oğlu İshak'ın doğduğunda yüz yaşında idi." denilmektedir. Tekvin kitabının 22. Babının 2, 10,11,12,15 ve 16. fıkralarında ise"ve Allah: Şimdi biricik oğlunu, yâni sevdiğin İshak'ı alıp Meriya diyarına git ve anı orada sana söyleyeceğim dağların birisi üzerinde onu yakılacak kurban olarak takdim eyle! dedi.
Bundan sonra İbrahim, oğlunu boğazlamak için, elini uzatıp bıçağı aldıkta, Rab-bin Meleği: İbrahim! İbrahim! diye semâdan ona nida eyledi.
O dahi: Lebbeyk! dedi.
Melek dahi: elini, çocuğa uzatma ve ana bir şey yapma.
Zira, Biricik oğlunu benden diriğ etmediğinden, Allahdan korkar idüğünü şim­di bildim! dedi.""Ve Rabb'in Meleği ikinci defa olarak semadan İbrahim'e nida idüp Rab bu­yurur ki: Zâtım içün yemin ettüm sen bu nesneyi işleyüp Biricik oğlunu benden diriğ etmediğün içün.." denilmektedir.
İbrahim Aleyhisselâmın, iki oğlundan ikincisi olan İshak Aleyhisselâmın, İsma­il Aleyhisselâm'dan on dört yıl sonra doğmuş bulunduğu göz önünde tutulunca, İbrahim Aleyhisselâma verilen kurban emrindeki (biricik oğlunu) tâbirinin, ancak, İsmail Aleyhisselâm hakkında kullanılması doğru ve yerinde olur.
Fakat, İsmail Aleyhisselâm mevcud iken, İshak Aleyhisselâm hakkında (biricik oğlunu) denilebileceği kabul edilemez.
Esasen, 22.Babın 2, fıkrasının metninde de (biricik oğlunu) denildikten sonra (yâni sevdiğin İshak'ı) denilerek İshak isminin metne tefsir yolu ile katıldığı açık­ça görülür.
Yine aynı fıkrada Kurban mahalli olarak Meriya sözü zikr edilmektedir. Peygamberimiz Aleyhisselâm:"Mekke'nin bütün caddeleri, yollan ve Mina'nın her tarafı kurban kesme yeridir" buyurduğu gibi [376], Umre kurbanı için de:"İşte, burası, kesim yeri!" buyurarak Merve tepeciğini göstermiştir. [377] Asmaî (122-213 Hicrî), der ki:"Ebû Amr b.Alâ'dan (70-154), Kurbanlığın İsmâil'mi, yoksa, İshak mı? olduğu­nu, sordum.
Bana: (Ey Asmaî! Senin aklın nerede?!) İshak, ne zaman Mekke'de bulundu ki?!
Mekke'de bulunan, ancak, İsmail'di ve babası ile birlikte Beytullâh'ı yapan da, O, idi.
Kurban kesim yeri de, Mekke'dedir. dedi." [378]

İsmail Aleyhisselâmın Ok Atıcılığı, Avcılığı:
İsmail Aleyhisselâm; Cürhümîlerin çocukları ile büyümüş, onlardan, ok atmayı da, öğrenmişti. [379]
Yiğitlik çağına bastığı zaman, Allah, ona, Arap Yay'ını verdi. Onunla, ok atar, attığını, vururdu. [380]
Eşlem kabilesinden bir cemâat, yarış için ok atışırken, Peygamberimiz Aley­hisselâm, yanlarına varıp onlara:"Ey İsmail oğulları! Ok atınız! Sizin Atanız da, mahir bir ok atıcı idi!" buyurmuştur. [381]
Cürhümîler, Mekke'de, av etiyle geçinirlerdi.
Bunun için, Mekke Hareminin dışına çıkarak avlanırlardı.
İsmail Aleyhisselâm da, onlarla birlikte çıkar, avlanırdı. [382]
Kendisi; av avlamağa, av silahiyle seğirtmeğe, sıçramağa, yarıp yırtmağa, par­çalamağa, öldürmeğe, avları, okla vurup düşürmeğe çok düşkündü. [383]

İsmail Aleyhisselâmın Davarcılığı:
Cürhümîler, Mekke'ye gelip yerleştikleri zaman, İsmail Aleyhisselâm'a yedi tane dişi keçi vermişlerdi ki, İsmail Aleyhisselâmın ilk malı, bu olmuştur. [384]
İsmail Aleyhisselâmın davarları, Haremin sınırları içinde yayılırlar, Harem sı­nırlarını, aşmazlardı.
Yayıla yayıla her taraftan Harem sınırlarına kadar varırlar, oradan topluca geri dönerlerdi. [385]

İsmail Aleyhisselâmın Atçılığı Ve Ata Biniciliği:
İsmail Aleyhisselâm; ok atıcılıkta olduğu gibi, ata binicilikte de, çok mahirdi. Yabanî atları yakalayıp ehlîleştiren ve onlara binen ilk insandı.
Ondan önce, vahşî hayvanlara binilmez ve binilemezdi. [386] Yüce Allah, ona, denizden yüz at çıkarıp sevk etmişti.
Ehlîleştirdiği atlar, geceleri, kendi başlarına, istedikleri gibi yayılırlar, sonra, Al­lah, onları, ona doğru sürer, atlar, İsmail Aleyhisselâmın kapısının önünde sa­bahlarlardı.
Kendisi ve oğulları, tutup üzerine binmedik at bırakmamışlardı. [387]
Peygamberimiz Aleyhisselâm:"At edininiz! Onu, mîras olarak alınız ve mîras olarak bırakınız!
Çünkü bu size, Babanız İsmail'in mirasıdır!" buyurmuştur. [388]

İsmail Aleyhisselâmın Sünnet Oluşu Ve Arapça Öğrenişi:
İsmail Aleyhisselâm, on üç yaşında iken Sünnet oldu. [389] Cürhümîlerden, Arapcayı öğrendi. [390]
Arapçayı öğrendiği zaman, on üc yaşında olup İbrahim Aleyhisselâmın oğulla­rından Hicaz'da Arapça konuşan [391], dili, açık ve düzgün Arapçaya döndürülen, ilk kimse idi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm'a, Sahâbîleri:"Yâ Resûlallâh! Sen, bizim dilce, en fasâhatlımız ve ifâdece, en açık ifadeli­miz nasıl oldun?" diye sormuşlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselâm:"Arapça, bozulmağa yüz tutunca, Cebrail, Babam İsmail (Aleyhisselâm)in lügatini, kendisinin konuştuğu gibi yepyeni ve taze olarak getirip bana telkin etti."buyurmuştur. [392]
Âdem Aleyhisselâm ile Şît, İdris ve Nuh Aleyhisselâmların dilleri Süryanca idi. [393] Tufandan sonra, Bâbil'de toplanmış olan insanlar da, Süryanca konuşurlardı. [394] İbrahim Aleyhisselâm ise, Kûsa'dan ayrılıp Fırattan geçince, Yüce Allah tarafından, İbranca konuşmağa başlamıştı. [395]

İsmail Aleyhisselâmın Evlenişi Ve Hz. Hâcer'in Vefatı:
İsmail Aleyhisselâm, Erginlik çağına basmıştı. [396]
Mekke çevresinde oturan Imlaklardan bir kızla evlendi.
İsmail Aleyhisselâm'ın, ondan, çocuğu olmadı. [397]
Kadın, Sa'd'in kızı Cedda [398] veya Saîd b.Üsâme'nin kızı Umâre idi. [399]
İsmail Aleyhisselâm, yirmi yaşında iken, annesi Hz.Hâcer, vefat etti.
O zaman, Hz.Hâcer, doksan yaşlarında idi.
İsmail Aleyhisselâm, annesini, (bu gün, Kabe'nin bitişiğinde yarım dâire şek­linde bir duvarla çevrili) Hicr diye anılan mübarek yere gömdü. [400]
İbrahim Aleyhisselâmın Oğlunu Ve Ailesini Görmeye Gelişi:
Bu sırada İbrahim Aleyhisselâm, Hz. Hâcerle oğlunu gidip görmek için, zev­cesi Hz. Sâre'den izin istedi.
O da, Hz.Hâcer'in evine inip kalmamak şartıyla izin verince, İbrahim Aleyhis­selâm, Mekke'ye geldi. [401]
İbrahim Aleyhisselâm, Mekke'ye geldiği zaman, İsmail Aleyhisselâm, Umâre adındaki kadınla evli [402], Hz.Hâcer de, vefat etmiş bulunuyordu [403].
İbrahim Aleyhisselâm, İsmail Aleyhisselâmın evini, sordu. Gösterdiler.
İsmail Aleyhisselâmı, evinde bulamadı. [404]
İsmail Aleyhisselâmın karısına selâm verdi.
"İsmail, nerede? [405] Sahibin, nerede?" diye sordu.
Umâre:"Buralarda yok! Avlanmağa gitti. [406]
Bizim için, rızık aramağa, avlanmağa çıktı." dedi. [407]
İsmail Aleyhisselâm, Harem sınırının dışına çıkar, avlandıktan sonra, dönerdi. [408]
Umâre, kaba, katı, kötü huylu bir kadındı. [409]
İbrahim Aleyhisselâm, ona:
"Evinde konukluk var mı? Yiyecek, içecek var mı?" diye sordu.
Umâre:Umâre: "Yanımda, ne bir şey, ne de, bir Kimsem var!" dedi. [410]
İbrahim Aleyhisselâm: "Geçiminiz, durumunuz nasıldır?" diye sordu. Umâre:"Biz, çok kötü bir durumdayız. Son derecede darlık ve sıkıntı içindeyiz!" diyerek şikâyetlendi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Kocan, gelince, ona, benden selâm söyle! [411]
(Buraya, bir ihtiyar, geldi. Kendisinin sıfatı: şöyle şöyledir.
O, sana: Ben, senin kapının eşiğine razı değilim! [412] Kapısının eşiğini, değiş­tirsin! diyor, de!" dedi. [413]
Dönüp Şam'a gitti. [414]
İsmail Aleyhisselâmın, evine geldikçe, ailesine:"Benden sonra, size bir gelen oldu mu?" diye sormak âdeti idi. [415]
İsmail Aleyhisselâm, eve gelince [416], bir şeyler, sezdi. [417]
Babasının kokusunu aldı [418] da, karısına: "Sana, bir kimse geldi mi?" diye sordu.
Umâre:"Evet! Bir ihtiyar geldi ki, şöyle şöyle idi." [419] diyerek İbrahim Aleyhisselâmın hal ve şanını istihfaf eder bir tavırla anlattı. [420]
"Seni, sordu. Haber verdim.
Geçimimizin nasıl olduğunu, sordu.
Çok darlık ve sıkıntı içinde bulunduğumuzu, haber verdim." dedi.
İsmail Aleyhisselâm:"Sana, bir şey vasiyyet, bir söz tevdi etti mi? [421] Sana, ne söyledi?" diye
sordu. [422]
Umâre:Evet! âfnai Selâm söylememi ve (Kapının eşiğini, değiştir!" dememi bana emr etti. [423]
(Kocana, selâm söyle! Kendisine, kapısının eşiğini değiştirsin de! dedi.[424] İsmail Aleyhisselâm:"İşte, o, benim Babamdır. Senden ayrılmamı, bana, emr etmiştir. [425] Sen, benim evimin eşiğisin! [426]" diyerek Umâre'yi boşadı [427]. Umâre'yi, babasının evine gönderdi. [428]

İsmail Aleyhisselâmın Tekrar Evlenişi:
İbrahim Aleyhisselâm, İsmail Aleyhisselâmı görmeğe geldiğinde, Araplardan Mudad b. Amr. Cürhümîlerin, açık ve güzel Arapça konuştuklarını, İsmail Aleyhısselamın da, onların dilini öğrendiğini görüp onlardan bir kızla evlenmesini, oğluna, emir ve tavsiye etti. [429]
Bunun üzerine, İsmail Aleyhisselâm, Mudad b.Amr'ın kızını görüp beğendi ve babasından istedi. [430] Onunla, evlendi. [431]
Kızın ismi Ra'le [432] veya Seyyide [433] olup kendisi, güler yüzlü, tatlı dilli, güzel huylu ve nezaketli bir kadındı. [434]

İbrahim Aleyhisselâmın Mekke'ye Tekrar Gelişi:
İbrahim Aleyhisselâm; Yüce Allah'ın dilediği kadar Şam'da oturduktan sonra [435], Mekke'ye gitmek ve İsmail Aleyhisselâmı görmek üzre, zevcesi Hz.Sâre'den izin istedi.
O da, İsmail Aleyhisselâmın evine inip kalmamak şartı ile, kendisine izin verdi.
İbrahim Aleyhisselâm, Mekke'ye gelince, İsmail Aleyhisselâmın kapısının önüne
kadar vardı. [436]
İsmail Aleyhisselâmı, yine, evde bulamadı. [437] Evde, İsmail Aleyhisselâmın ikinci hanımını buldu. Kapının önünde durup ona selâm verdi.
O da, İbrahim Aleyhisselâmın selâmına karşılık verdi. [438]
İbrahim Aleyhisselâm:"Kocan, nerede? [439] Nereye gitti?" diye sordu.
Ra'le:"Av avlamanya [440], rızkımızı, aramağa gitti." dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Nasılsınız? Geçiminiz, hal ve şanınız iyi mi?" diye sordu.
Ra'le:"Biz, iyilik, bolluk ve mutluluk içindeyiz!" diyerek Allah'a hamdü sena etti. [441]
"Kendisi, inşâallâh, şimdi gelir. Allah, seni, Rahmetiyle esirgesin! [442] İnsen de, bir şeyler, yesen, içsen olmaz mı?" dedi. [443]
İbrahim Aleyhisselâm:"Evinde, konuk, yer bulur mu?" diye sordu.
Ra'le:"Evet! Bulur!" dedi. [444]
İbrahim Aleyhisselâm:"Yiyeceğiniz, nedir?" diye sordu.
Ra'le:"Ettir!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"İçeceğiniz, nedir?" diye sordu.
Ra'le:"Sudur!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm:"Allah'ım! Bunlara, etlerini ve sularını, bereketli kıl!" diyerek dua etti. [445]
İşte, İbrahim Aleyhisselâmın bu duası bereketileydir ki, et ile su, Mekke'den başka yerlerde, Mekke'de olduğu kadar, hiç kimsenin sağlığı ile uyarlılık arz etmez. [446] Başka yerlerde, muhakkak, karın ağrıtır. [447]
Eğer, o gün, evlerinde ekmek veya buğday, veya arpa veya hurma duası yap­mış olsaydı, Mekke, Allah'ın, yerlerinden, buğdayı, arpası, hurması en bol bir yer olur [448], yerlerin, ziraata en elverişlisi bulunurdu. [449]
İbrahim Aleyhisselam, Mekke'den ayrılacağı sırada, Ra'le: 'İn de, başını, yıkayayım?" dedi.
İbrahim Aleyhisselam, inmeyip Makam-ı İbrahim diye anılan İskele taşının yanına vardı.
Taşın üzerine ayağını bastı. Taşta, ayağının izi kaldı.
Ra'le; İbrahim Aleyhisselamın önce başının sağ tarafını, sonra da, sol tarafını su döküp yıkadı. [450]
İbrahim Aleyhisselam, Ra'le'ye:"Kocan geldiği zaman, ona benden selâm söyle! [451]
Artık, kapının eşiği, doğrulmuş bulunuyorsun'[452]
Kapının eşiğini, iyi tut! [453]
Senden sonra bir ihtiyar geldi.
Kapının eşiğini, iyi buldum. Artık, onda karar kılsın! [454]
O, sana, kapının eşiğini iyi tutmanı emrediyor! de!" dedi. [455]
İsmail Aleyhisselam, eve gelince, Babasının kokusunu, aldı. [456]
Ra'le'ye:"Sana, bir kimse geldi mi?" diye sordu.
O da:"Evet! [457] Güzel yüzlü [458], insanların en güzel yüzlüsü ve en hoş kokulusu olan bir ihtiyar Zat geldi.
Bana, şöyle şöyle söyledi.
Sana da, şöyle şöyle söyledi.
Başını, yıkadım.
İşte, Makam üzerinde de, ayaklarının izi var!" [459] diyerek İbrahim Aleyhisselâmı, övdü. [460]
İsmail Aleyhisselâm, Babasının ayak bastığı taşı, gidip öptü. [461]
Ra'le:"Seni, benden sordu. Nereye gittiğini, kendisine haber verdim.
Benden, geçimimizin nasıl olduğunu sordu.
(Biz, hayır ve iyilik içindeyiz!) diye haber verdim." dedi.
İsmail Aleyhisselâm:"Bana, bir şey tavsiye etti mi?" diye sordu.
Ra'le:"Evet!" dedi. [462]
İsmail Aleyhisselâm:"Sana, ne söyledi?" diye sordu.
Ra'le:"Bana, dedi ki: (Kocan, geldiği zaman, kendisine, selâm söyle: artık kapının eşiği, düzelmiştir!) de! [463]
Sana, selâm söylüyor ve kapının eşiğini, iyi tutmanı emrediyor!" dedi.
İsmail Aleyhisselâm:"İşte, o, benim Babam İbrahim (Aleyhisselâm)dir. [464]
Sen de, evimin eşiğisin.
Seni, boşamayıp tutmamı, bana, emretmektedir!" dedi. [465]

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[374] Saffâl: 100-113.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/190-191.
[375] 356) Taberî-Tarih c.1,s.138-139, Tefsir c.23,s.84-85, Sâlebî-Arais s.92, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.16O.
[376] Mâlik-Muvatta' c.1,s.393, Vâkıdî-Megazîc.3,s.1108, Ebû Dâvud-Sünen c.2,s.194, ibn.Mâce-Sünen c.2,s.1O13.
[377] Mâlik-Muvatta d.s.393.
[378] Zemahşeıî-keşşaf c.3,s.35O, Fahrurrazi-Tefsir c.26, s.153. Nesefî-Medârik .4.S.26. Kurtubî-Tefsir c 15.s.100.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/191-193.
[379] ibn.Kuteybe-Maarif s.16.
[380] Yâkubî-Tarih c.1,s.221.
[381] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.5O, Buharî-Sahih c.4,s.119, Belâzüri-Ensabüleşraf c. 1.s.5, ibn.Abd Rabbih-Ikdülferîd c.l.s.190, Mes'ûdî-Murucuzzeheb c.2,s.7O.
[382] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.57.
[383] Sâlebî-Arais s.83.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/193.
[384] ibn.Kuteybe-Maarif s.16.
[385] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1.s 128.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/193.
[386] Yâkubî-Tarih C.1.S.221, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.192.
[387] Yâkubî-Tarih c.1,s.221.
[388] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.192.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/193-194.
[389] ibn Sa'd-Tabakat C.1.S.51, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.324.
[390] Buharî-Sahih c.4,s.115, ibn.Kuteybe-Maarif s.16, Belazürî-Ensab. c.1,s.6, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.155.
[391] İbn.Sa'd-Tabakat C.1.S.50.
[392] Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.11,s.49O
[393] Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.16,s.132
[394] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.80
[395] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.5O
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/194.
[396] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.57, Buharî-Sahih c.4,s.117, Yâkubî-Tarih c.1,s.26
[397] Ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.51-52
[398] Süheylî-Ravdulünüf c.1,s.91.
[399] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.57.
[400] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.52.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/194-195.
[401] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[402] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.57.
[403] Buharî-Sahih c.4,s.115, Sâlebî-Arais s.83, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[404] Taberî-Tarih c.1,s.131.
[405] Buharî-Sahih C.4.S.115,117.
[406] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[407] Buharî-Sahih c.4,s.115,117.
[408] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[409] Taberî-Tarih c.1,s.131.
[410] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[411] Buharî-Sahih c.4,s.115, Sâlebî-Arais s.83, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.324, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s. 104
[412] Taberî-Tari h c. 1, s. 131.
[413] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1 ,s.132, Sâlebî-Arais s.83, Beyhakî-Delailünnübüvve v.1,s.324, Ibn.Esır-Kâmil c.1,s.104.
[414] Taberî-Tarih c.1,s. 132 Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.104.
[415] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.58.
[416] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1,s.131, Salebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[417] Buharî-Sahih c.4,s.115.
[418] Taberi-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[419] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.325, Ibn.Esır-Kâmil c.1,s. 104 .
[420] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[421] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-delailünnübüvve c.1,s.325.
[422] Sâlebî-Arais s.83, Beyhakî-Delâil, c.1,s.325, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[423] Buharî-Sahih c.1,s.115, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.325.
[424] Taberî-Tarih c.1, s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1, s.104 .
[425] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.325.
[426] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.58.
[427] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1,s.132, Salebi s.83, Beyhakî s.325, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.104.
[428] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.58, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.325.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/195-197.
[429] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.86.
[430] ibn.Hacer-Fethulbârî c.6,s.287-288.
[431] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.86.
[432] ibn ishak, İbn.Hişam-Sîre c.1,s.5, İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.51, Ezrakî-Ahbaru Mekke d.s.86.
[433] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.77, 81, Taberî-Tarih c.1,s.161, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.125
[434] Taberî-Tarih c.1,s. 131.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/197.
[435] Buharî-Sahih c.4,s.115, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.58, Taberî-Tarih c.1.s.132, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.325, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.104.
[436] Taberî-Tarih c.l.s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[437] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1,s.131.
[438] Ezrakî-Ahbaru Mekke d.s.58.
[439] Buharî-Sahih c.4,s.117, Salebî s.83, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[440] Buharı s.117, Taberî s.132, Salebî s.83, İbn. Esîr c.1,s.104
[441] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Delail c.1,s.325, Ebülfida c.1,s.155
[442] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4
[443] Buharî-Sahih c.4,s.117
[444] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4
[445] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Delail c.1,s.325, Ebülfida c.1,s.155
[446] Buharî c.4,s.115, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.78, Beyhakî s.325, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.156
[447] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.78
[448] Taberî c.1,s.132, Salebî s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[449] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.58.
[450] Taberî-Tarih c.1,s.134, Salebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4.
[451] Buharî-Sahih c.4,s.115, Yâkubî-Tarih c.1 ,s.27, Taberî-Tarih c.1,s. 132, Sâlebî-Arais s.83, Beyhakî-Delâil c.1, s.325, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.104.
[452] Taberî-Tarih c.1,s.132, Sâlebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.104.
[453] Yâkubî-Tarih c.1,s.27.
[454] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.59, Beyhakî-Delâilünnübüvve &1, s.325.
[455] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Oelâil c.1.s.325, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.l56.
[456] Taberî-Tarih c.1,s.132, Salebî-Arais s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O5.
[457] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih C.1.S.133, Salebî s.83, Beyhakî s.325, ibn.Esîr s.105, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.156.
[458] Buhari-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Delâil c.1,s.325, Ebülfida c.1,s.156.
[459] Taberî c.1,s.133, Salebî s.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.105.
[460] Bunan-Sahih c.4,s.115, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.156.
[461] Yâkubî-Tarih c.1,s.27.
[462] Buharî-Sahih c.4,s.115, Beyhakî-Delâil c.1,s.325, Ebülfida c.1,s.156.
[463] Taberî-Tarih c.1, s.133, Sâlebî-Arais s.83, Ibn.Esîr-Kâmit c.1,s.A05.
[464] Buharî-Sahih c.4,s.115, Taberî-Tarih c.1 ,s.133, Sâtebî-Araiss.83, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1 ,s.325, Ibn.Esır-Kâmil c.1 ,s.1O5, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ,s.156.
[465] Buharî-Sahih c.4,8.115, Beyhakî-Delailünnübüvve c.1,s.325, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.156.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/197-200.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

İbrahim Aleyhisselâmın, İsmail Aleyhisselâmla Birlikte Kabe'yi İnşa Etmeleri:
İbrahim Aleyhisselâm; Yüce Allah'ın, dilediği kadar Şam'da kaldıktan sonra, Mekke'ye geldi [466], İsmail Aleyhisselâmı, buldu. [467]
O zaman, İsmail Aleyhisselâm, otuz yaşında bulunuyordu. [469]
İsmail Aleyhisselâm, Zemzem kuyusunun arka tarafında büyük bir ağacın al­ında okunu yontup düzeltmekte idi.
İsmail Aleyhisselâm, Babasını, görünce, ayağa kalkıp ona doğru vardı.
Bir babanın, oğluna, oğlunun da, babasına yaptığı gibi, birbirlerine iştiyakla sarıldılar, kucaklaştılar, öpüştüler. [470]
İkisi de, sevinçlerinden, öyle ağladılar ki, onların ağıtına, kuşlar bile katıldılar. [471]
İbrahim Aleyhisselâm:"Ey İsmail! Yüce Allah, bana, önemli bir iş emretti." dedi. İsmail Aleyhisselâm:"Rabb'ın, sana, ne emretti ise, onu, hemen yerine getir!" dedi. İbrahim Aleyhisselâm:"Sen, bana, bu işte yardım edeceksin." dedi. İsmail Aleyhisseiâm: "Ben, sana, yardım ederim." dedi. İbrahim Aleyhisselâm:"Yüce Allah, orada [472], Kendisi için [473], bir Beyt yapmamı, bana emr etti." dedi. [474]
İsmail Aleyhisselâm: "Nerede?" diye sordu. [475]
İbrahim Aleyhisselâm; çevresinden yüksekçe bulunan [476], gelen sellerin basamadığı, üzeri ufak taşlı[477] bir tümseğe işaret etti: "İşte, orada!" dedi. [478]
İkisi birlikte Kabe'nin temellerini kazmağa başladılar. Âdem Aleyhisselâmın yapısının temeline kadar indiler.
Temelde, her birini, ancak, otuz adamın kaldırabileceği veya kaldıramayacağı büyüklükte ve ağırlıkta taşlara rastladılar. Kabe'yi, o temel üzerinde yapmağa başladılar. [479]
İsmail Aleyhisselâm, taş taşıyor, İbrahim Aleyhisselâm da, duvarları, örmeğe devam ediyordu. [480]
Duvarlar, yükselince, İbrahim Aleyhisselâmın, uzanıp yerden taş alması ve onu, duvara kaldırması, güçleşti. [481]
Bunun üzerine, İsmail Aleyhisselâm, bu gün (Makam-ı İbrahim) diye anılan ta­şı getirip İbrahim Aleyhisselâmın ayağının altına (iskele gibi) koydu.
İbrahim Aleyhisselâm da, onun üzerine dikilerek yapı işine devam etti. [482] Beytullâh'ın yapısı sona erinceye kadar bu taş, köşelerde dolaştırıldı, durdu.
İbrahim Aleyhisselâm, bu taşın üzerinde durmuş olduğu içindir ki, ona (Makam-ı İbrahim) ismi verildi. [483] İbrahim Aleyhisselâm, yapar, İsmail Aleyhisselâm da, ona, taş sunarken [484]
"Ey Rabb'imiz! Tarafımızdan (kulluk armağanı olarak sunulan) şu hizmeti, ka­bul buyur!
Şüphe yok ki, her şeyi, hakkıyle bilen Sen'sin Sen!" diyerek dua ederlerdi. [485]
İbrahim Aleyhisselâm, yapı işini ilerletip bugün, Hacerülesved'in bulunduğu yere yaklaştığı zaman, İsmail Aleyhisselâma:"Bana, bir Taş getir ki, insanların, Kabe'yi, oradan tavafa başlamalarına bir alâmet ve nişan olsun!" dedi.
İsmail Aleyhisselâm, bir taş bulup getirdi.
Fakat, İbrahim Aleyhisselâm, onu, beğenmedi. [486]
Cebrail Aleyhisselâm, Hacerülesved'i getirdi ki, Yüce Allah, Tûfan'da onu, Ebû Kubeys dağında muhafaza etmişti. [487]
İsmail Aleyhisselâm, onu, görünce:"Babacığım! Sana, nereden geldi bu?" diye sordu.
İbrahim Aleyhisselâm:"Cebrail, getirdi!" dedi.
Hacerülesved'i, duvardaki yerine, Cebrail Aleyhisselâm, yerleştirdi. [488]
Rivayete göre: Âdem Aleyhisselâm, Cennetten çıkarken, Hacerülesvedi yanında getirmiş, onu, Mekke'de yapacağı Beyt'e yerleştirmesi, Allah tarafından, kendi­sine emredilmişti. [489]
Hacerülesved; Cennetten çıktığı zaman, kardan daha ak olduğu halde Âdem oğullarının müşrik olanları, onu, günahları ile karartmışlar [490], Cahiliyet ve İslâmiyet devrinde birbiri ardınca vuku bulan yangınlar da, onu, daha kara bir hale getirmiştir. [491]
Hacerülesved; Kıyamet gününde, iki görür göz ve konuşur dil haline gelip dün­yada kendisini İstilâm edenler lehinde şehadette bulunacaktır.'[492]
İbrahim Aleyhisselâmla İsmail Aleyhisselâm, Kabe'yi yaparlarken, Cürhüm D.Âbir b.Sebe', b.Yaktan'ın çocuklarından yardım istemişler, onlar da yardım et­mişlerdir [493]
İbrahim Aleyhisselâm; Kabe'nin yüksekliğini: dokuz arşın;
Uzunluğunu cephede: Hacerülesved Rüknünden Hatîm'in yanındaki Şam Rük­nüne kadar otuz iki arşın;
Enini: Şam Rüknü ile Garb Rüknü arasında yirmi iki arşın;
Arka taraftan, Garb Rüknü ile Yemen Rüknü arasını otuz bir arşın;
Yemen tarafındaki cephenin enini: Hacerülesved Rüknünden Yemen Rüknü­ne kadar Yirmi arşın yaptı.
Dört köşeli olduğu için, Beytullâh'a: Kabe denildi.
Âdem Aleyhisselâm in yaptığı Kabe'nin temeli de, aynen böyle idi.
İbrahim Aleyhisselâm, Kabe'ye, yer seviyesinde bir kapı yeri bırakmıştı.
Tübbaulhımyerî gelip kilidli ve halkalı bir kapı taktırıncaya kadar, Kabe, kapı­sız kaldı.
Tübba' Kabe'ye, tam bir örtü de, örttürdü ve Kâbenin yanında kurban da, kesti [494]
İbrahim Aleyhisselâm, Kabe'ye ne tavan yaptı, ne de, Kabe'nin inşasında ça­mur kullandı.
Sâdece, taşları, birbiri üzerine dizdi [495]

İbrahim Aleyhisselâmla Oğlunun İlk Haccı Ve İnsanların Hacca Çağrılışı:
Kabe yapılıp tamamlanınca, Cebrail Aleyhisselâm, geldi, İbrahim Aleyhisselâma: "Onu tavaf et!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâmla İsmail Aleyhisselâm, her tavafta Hacerül Esved'i, İsti­lâm etmek suretiyle Kabe'yi, yedi kerre tavaf ettiler.
Makam-ı İbrahim'in arkasında ikişer rekât namaz kıldılar.
Cebrail Aleyhisselâm; Safa ile Merve, Mina, Müzdelife ve Arafatta yapılacak Hacc amellerinin hepsini onlara gösterdi, ve öğretti.
Akabe Cemresine vardıkları zaman, orada, Şeytan göründü.
Cebrail Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâma:"Tekbir getir ve taş at ona!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm, birer birer yedi kerre tekbir getirerek taş attı.
Şeytan, kayboldu.
Şeytan, orta Cemre'de de, göründü.
Cebrail Aleyhisselâm, yine:"Tekbir getir ve taş at ona!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm, yine yedi kere, birer birer Tekbir getirerek taş attı. Şey­tan, kayboldu.
Şeytan, en son Cemre'de de, tekrar göründü.
Cebrail Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâma:"Tekbir getir ve taş at ona!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm, yedi Tekbirle ona yedi taş daha attı.
Şeytan kayboldu.[496]
Bundan sonra, İbrahim Aleyhisselâm, Cebrail Aleyhisselâmla birlikte Meş'ar-ı Haram'a, daha sonra da, Arafat'a gitti.
Cebrail Aleyhisselâm, orada, İbrahim Aleyhisselâma:"Gösterdiğim Hacc amellerini öğrendin mi?" diye üç kere sordu.
İbrahim Aleyhisselâm da, her soruşunda "Evet!" dedi.
Bunun için, oraya Arafat denildi.[497]
Cebrail Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâma:"Haccı, insanlara seslenerek bildir!" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm: "Ne diyerek bildireyim?" diye sordu.
Cebrail Aleyhisselâm:"Ey insanlar! Rabb'inizin dâvetine icabet ediniz! diye seslenerek bildir!" dedi ve bunu, üç kere tekrarladı.[498]
İbrahim Aleyhisselâm, Yüce Allâha:"Yâ Rab! Benim sesim, insanlara nasıl yetişebilir?" diye sordu.
Yüce Allah:'Sen, seslen! Onu, insanlara eriştirmek, bana düşer!" buyurdu.''[499] İbrahim Aleyhisselâm, Makam-ı İbrahim diye anılan İskele taşının üzerine âkildi. [500]
Taş, yüksele yüksele, dağlardan uzun ve boylu oldu. [501]
O zaman; ovası, dağı, karası, denizi, insanı ve cinni ile bütün yeryüzü daraldı, sürüldü, derlenip toplandı,
İbrahim Aleyhisselâm da, parmaklarını, kulaklarına tıkadı. Sağa, sola, doğuya ve batıya doğru yönelip [502]"Ey insanlar! Rabb'iniz, bir Beyt, edindi ve onu, Hacc etmenizi, size, emrediyor! [503]
Ey insanlar! Atîk Beyt'e (Kabe'ye), Hacc etmeniz, size Farz kılındı. [504] Ey Allah'ın kulları! Allah'a itaat ediniz!
Ey Allah'ın kulları! Allah'ın [505], Rabb'inizin [506] dâvetine icabet ediniz!" [507] di­kerek seslendi. [508]
İbrahim Aleyhisselâmın sesini işiten her şeyden, taştan, ağaçtan, tepeden, topraktan [509], her taraftan [510]
"Lebbeyk! Allah'ım Buyur! Emrine amadeyiz? Sana, itaat ediyoruz Allah'ım!" sesleri yükseldi. [511]
İbrahim Aleyhisselâmın dâvetine, insanlardan, ilk icabet edenler, Cürhümîler
oldu.[512]
İbrahim Aleyhisselâmla oğlu İsmail Aleyhisselâm, o zaman Mekke'de bulunan Cûrhümî halkıyla birlikte Haccettiler.
İbrahim Aleyhisselâm; Mina'da: öğle, ikindi, Akşam ve yatsı namazlarını, kıldırdı.
Geceyi, orada geçirdi.
Sabah namazını da, orada kıldırdıktan sonra hep birlikte Nemire'ye gittiler.
Arafat'ta, bu gün (İbrahim Mescidi)nin bulunduğu yerde, öğle vaktinde, öğle ile ikindi namazını bir arada kıldırdı.
Sonra, halkı, Arafat'taki Vakfe yerine götürüp Vakfe yaptırdı.
Güneş, batarken, onları, hep birlikte Müzdelife'ye getirdi.
Orada, akşamla yatsı namazını, yatsı vaktinde kıldırdı ve orada kalındı.
Sabah namazını, erkence kıldırdıktan ve Müzdelife Vakfesini de, yaptırdıktan sonra, halkı, Mina'ya getirdi.
Cemrelerin, nasıl atılacağını, onlara, gösterip öğretti.
Bütün Hacc amellerini yaptırdıktan sonra, kendisi, dönüp Şam'a gitti.
İbrahim Aleyhisselâm; her yıl, Mekke'ye gelir, Hacc ederdi.
İbrahim Aleyhisselâmın zevcesi Hz. Sâre ile oğlu İshak Aleyhisselâm da, Şam'­dan gelip Hacc Farîzasını yerine getirmişlerdir.
İbrahim Aleyhisselâmdan sonraki Peygamber ve mü'min olan ümmetleri de, Mekke'ye gelip Hacc etmişlerdir.
Ümmetleri helak olan Peygamberler, Mekke'ye gelirler, ömürlerinin sonuna ka­dar, orada, Allah'a ibâdet ve tâatla meşgul olurlardı.
Böylelikle Hacca gelip vefat eden Peygamberlerden doksan dokuzunun, Makam-ı İbrahim ile Zemzem arasındaki yerde gömülü bulunduğu ve yetmiş Pey­gamberin, Mina'daki Mescid'de namaz kıldıkları da, rivayet edilir.[513]

Hacc Emirliği:
Mes'ûdî (vefatı 346 Hicrî); Hicret'in sekizinci yılından, üç yüz otuz altıncı yılına kadar Hacc Emiri olarak, halka, kimler tarafından Hacc yaptırılmış olduğunu, sı­rası ile kayd eder. [514]

Kur'ân-I Kerimin Kabe Hakkındaki Açıklaması:
Kabe, Kabe'nin yapılışı, İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmların, Yüce Allâh'dan dilekleri ve Hacc'ın, insanlara ilânı... Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanır:"Şüphe yok ki: insanlar için, te'sis edilmiş olan ilk Beyt, Bekke'deki o çok mü­barek ve âlemler için hidâyet olan (Beyt)dir.
Onda, açık alâmetler, Makam-ı İbrahim vardır. Kim, oraya girerse, (taarruzdan) emîn olur.
Ona, bir yol bulabilenlerin, Beyt'i, Hacc ve Ziyaret etmesi, Allâhın, insanlar üze­rinde bir hakkıdır.
Kim, bu hakkı, inkâr eder, tanımazsa, şüphe yok ki, Allah, bütün âlemlerden ga­nî ve müstağnidir. [515]"Hani, İbrahim, o Beyt'in (Kabe'nin) temellerini, duvarlarını, İsmail ile birlikte yük­seltiyordu da, her ikisi, şöyle dua ediyordu:(Ey Rabb'imiz! Tarafımızdan, Sana sunulan şu hizmeti, kabul buyur! Şüphe yok ki, her şeyi, hakkıyle işiten, hakkıyle bilen Sen'sin Sen! Ey Rabb'imiz! Bizi, Sana teslimiyette sabit kıl!
Soyumuzdan da, yalnız sana boyun eğen Müslüman bir ümmet yetiştir! İbâdet edeceğimiz yerleri, Hacc amellerini, bize göster, öğret! Tevbemizi, kabul buyur!
Çünkü, tevbeleri, en çok kabul buyuran ve Mü'minleri, hakkıyle esirgeyen Sen'sın Sen
Ey Rabb'imiz! Onların, o soyumuzun içinden, onlara, Senin âyetlerini okuyacak, onlara, Kitabı, hikmeti öğretecek, kendilerini, (şirkten, kötülüklerden) iyice temizle­yecek bir Peygamber de, gönder!
Şüphe yok ki, kudretiyle her şeye üstün gelen, hikmetiyle herşeyi yerli yerince yapan, Sen'sin Sen!" [516]
"Bizim, Beyt'i (Kabe'yi), insanlar için, bir toplanma, sevap alma, emniyet ve selâmet bulma yeri yapmış olduğumuzu hatırlayınız!
Makam-ı İbrahim'i, namazgah edininiz! İbrahim ile İsmail'e:
Beytimi; Tavaf edenler, ibâdet maksadı ile orada kalanlar, rükû ve sücud edenler için, titizlikle temizleyiniz! diye emretmiştik.
İbrahim:Yâ Rab! Burasını, emniyetli bir şehir yap ve ehâlisinden, Allâha ve Âhiret günü­ne inananları, mahsullerle rızıklandır! diye dua etmişti.
Allah da:Kâfir olanı da, kısa bir zaman için, yararlandıracağım. Sonra, onu, Cehennem azabına zorlayacağım! Ne kötü varılacak yerdir orası! buyurmuştu. [517]
"İnsanlara, Hacc'ı, ilân et! Gerek yaya olarak, gerek her uzak yoldan, zayıfla­mış develer üzerinde, sana, gelsinler!" [518]

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[466] Buharî-Sahih c.4 s.115, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59, Beyhakı-Delaılunnubuvve c.1,s.325.
[467] EztaW-Ahbatu Mekke c.1,s.59, Taberî-Tarih c.1,s.l33.
[468] İbn Haldun-Tarih, c. 2, ks.1, s,37.
[469] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.52.
[470] Buharî-Sahih C.4.S.116, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59-60, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.326.
[471] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.6O, Beyhakî-Delâil c.1,s.326.
[472] Buharî-Sahih c.4,s.116, Ezrakî c.İ,s.59, Beyhakî c.1,s.326.
[473] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59.
[474] Buharî c.4,s.116, Ezrakî c.1,s.59, Beyhakî c.1,s.326.
[475] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59.
[476] Buharî c.4,s.116, Ezrakî c.1,s.59.
[477] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59.
[478] Buharî-Sahih c.4,s.116, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59.

[479] Ezrakî-Ahbaru Mekke d, s.60,62,63,64.
[480] Buharî c.4,s.116, Ezrakî c.1,s.59, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.326.
[481] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59, Beyhakî-Delâil c.1,s.326.
[482] Buharî-Sahih c.4,s.116, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.326.
[483] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.59.
[484] Buharî-Sahih c.4,s.116, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.326.
[485] Buharî c.4,s.116, Ezrakî c.1,s.59, Beyhakî-Delâil c.1,s.326.
[486] Ezrakî c.1,s.63, Beyhakî c.1,s.327, Halebî-lnsanüluyun c.1,s.256.
[487] Ezrâkı-Ahbaru Mekke c.1,s.65, Halebî-İnsanüluyun c.1,s.256.
[488] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.65, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.327.
[489] Yâkubî-Tarih c.1,s.6.
[490] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.3O7, Tirmizî-Sünen c.3,s.294, Dârimî-Sünen c.1,s.372, ibn.Mâce-Sünen c.2,s.982.
[491] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.65-66.
[492] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.3O7, Tirmizî-Sünen c.3,s.294, Dârimî-Sünen c.1,s.372, ibn.Mâce-Sünen c.2,s.982.
[493] Belâzürî-Ensabüleşraf c.1,s.8.
[494] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.64.
[495] İbn.İshak, ibn.Hişam-Sire c.1,s.2O5, Ezraki-Ahbaru Mekke c.1,s.66.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/200-203.
[496] Hz.Aîşe'nin bildirdiğine göre: Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Kabe'yi Tavaf, Safa ile Merve arasında Say et­mek ve Cemreleri atmak, ancak, Zikrullâhı ikame ve tesbit için teşri' kılınmıştır." buyurmuştur. (Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.75,139.
[497] Arafâta, Arafat denilmesinin, Âdem Aleyhisselamın, Hz.Havva ile orada buluşmalarından ve birbirlerini orada tanımalarından ileri geldiği de, rivayet edilir. (ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.4O. Taberî-Tarih c.1,s.6O, Sâlebî-Arais s.34, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.37.
[498] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.66-67, Halebî-insanüluyun c.1,s.258-259.
[499] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.518, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67, Halebî-İnsanüluyun c.1,s.258.
[500] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.97, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67,68.
[501] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.97, Ezrakî c.1,s.67, Halebî c.1,s.258.
[502] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67, Halebî-İnsanüluyun c.1,s.258-259.
[503] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.327, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.150-151. Halebî-İnsanüluyun c.1,s.26O.
[504] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.518, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.15O, Halebî-İnsanüluyun c.1,s.258.
[505] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.97.
[506] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.521, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.15O, Halebî-İnsanüluyun C.1.S.258.
[507] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.97, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s,521, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1 ,s.67, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.15O, Halebî-İnsanüluyun c.1,s.258.
[508] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.521, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.151.
[509] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.327, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.151, Halebî-İnsanüluyun c.1,s.26O.
[510] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.521, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.151.
[511] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.97-98, Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.67, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.327.
[512] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.48, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.16O.
[513] Ezrakî-Ahbaru Mekke C.1.S.68-74.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/203-206.
[514] Mes'ûdî-Murûcuzzeheb c.4,s.396-408.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/206.
[515] Âl-i imran: 96-97.

[516] Bakare: 127-129.
* Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm, bir Hadis-i şeriflerinde: "Ben, Atam İbrahim'in düâsı. İsâ b.Meryem' in müjdesi ve Annemin rü'yâsıyım ki. Annem, bana hâmile iken, rü'yâsında, Şam köşklerini kendisine aydınlatan bir Nûr'un, kendisinden çıktığını görmüştü. Zâten, Peygamberlerin Anneleri, böyle rü'yâ görürlerdir!" buyurarak bu­nu açıklamışlardır. (Ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.149, Ahrned b.Hanbel-Müsned c.4,s.128, Taberî-Tefsir c.1,s.556, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.69. 71, Ebülferec İbn.Cevzî-Elvefa c.1,s.36, Zehebî-Tarihulislam c.2,s.16, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O7, Heysemî-Mecmuazzevaid c.8,s.223)
ibrahim ve İsmail Aleyhisselâmların dualarında, soylarından gönderilmesini diledikleri ve vazifesini açıkladık­ları Peygamber'in Muhammed Aleyhisselâm olduğu da, yine Kur'ân-ı Kerimde şöyle açıklanır: "Nitekim, içinizde, kendinizden bir Peygamber gönderdik ki, o, size, âyetlerimizi okuyor, sizi, tertemiz yapıyor, size, Kitabı, hikmeti öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri öğretiyordur." (Bakare: 151)
[517] Bakare: 125-126 [518] Hacc: 27.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/206-208.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Kabe Ve Kabe'nin Tarihçesi:
Kabe: Müslümanların kıblesi olan Beytullâh'ın ismidir.
Bu isim, ona, ya Mik'ab, Murabba (dört köşeli) olduğu, yahud, Mekke'de ilk kurulan bina olması itibarı ile, çevresinden tepe gibi yüksekçe bulunduğu için, verilmiştir.
Esasen, Araplarca, her yüksek eve, Kabe denilir. [519] Kabe; çeşitli tarihlerde, müteaddid defalar yapılmıştır:
1) Rivayete göre: Yüce Allah; gök halkının, Beyt-i Mâmûr'u, Tavaf ettikleri gi­bi, yeryüzü halkının da, tavaf ve ziyaret etmeleri için, Beyt-i Mâmûr'un, yer­de bir misâli olmak üzre, Melekler gönderip ilk Kâbeyi inşa ettirmiştir. [520]
2) Kabe'nin ikinci yapılışı, Âdem Aleyhisselâm tarafındandır.[521]
3) Âdem Aleyhisselâmın vefatından sonra, oğulları, Kabe'yi, taş ve çamurla, yeniden yaptılar.
Bu yapı, Tûfan'a kadar kaldı. Tûfan'da yıkıldı ve belirsiz oldu. [522]
Kabe'yi, Âdem Aleyhisselâmdan sonra, oğlu Şis Aleyhisselâm, ilk kez, taş­la ve çamurla yapmıştır. [523]
Nuh Aleyhisselâm ile İbrahim Aleyhisselâm arasındaki çağda ise, Kabe'nin yeri; sellerin aşamayacağı, kırmızı kesekli bir tepecik halinde idi.
İnsanlar; Kabe'nin yerinin orada bulunduğunu, bilmekte ve fakat, tam yeri­ni, tâyin edememekte idiler.
Bununla beraber, her taraftan mazlumlar, oraya gelir ve sığınırlardı. Sıkıntıya uğrayanlar, orada dua ederler, duaları, kabul olunurdu.
Kabe'nin yeri; Yüce Allah tarafından, İbrahim Aleyhisselâma bildirilinceye kadar, insanlar, orayı, ziyaret ederlerdi. [524]
4) Kabe'yi, dördüncü defa, İbrahim Aleyhisselâm, oğlu İsmail Aleyhisselâmla birlikte yapmışlardır. [525]
5) Üzerinden zaman geçip yıkılınca, Kabe'yi beşinci defa Amâlikalar;
6) Üzerinden zaman geçip yıkılınca, Kabe'yi, altıncı defa Cürhümîler[526];
7) Kabe'yi, yedinci defa Kusayy b.Kilab [527];
8 ) Üzerinden zaman geçip yıkılınca, Kabe'yi, sekizinci defa, Kureyşîler [528];
9) Kabe'yi, dokuzuncu defa (Hicrî: 61) Abdullah b.Zübeyr;
10) Kabe'yi, onuncu defa, Haccac b.Yûsüfüssakafî yaptı. [529]
11) Kabe'nin on birinci ve son yapılışı; Osmanlı Pâdişâhlarından Sultan Ahmed'in onarımından sonra, oğlu dördüncü Sultan Murad b. Sultan Ahmed tarafındandır ve şöyle olmuştur:Esedî'nin bildirdiğine göre: Hicrî on birinci asrın başlarında Kâbenin şark tara­fındaki duvarda bir çatlama olmuştu.
Hicrî bin on dokuz yılında bu çatlaklık, daha da, arttı:
Mekke'de, o tarihte şiddetli bir yağmur yağdı.
Yağmurun arkasından sel geldi.
Sel suları, Mescid-i Haram'ın içine kadar girdi.
Kabe'nin, şark ve garp duvarları ile Hacerülesved'in bitişiğindeki duvar çatladı.
Sultan Mehmed'in oğlu Sultan Ahmed, Beytullâh'ı, yıktırarak bu iki duvardan birinin taşlarını altun, diğerininkini de, gümüş kaplatıp yaptırmak istedi.
Fakat, İlim Adamları, kendisine, mâni oldular.
Bu çatlağın, bir kuşakla giderilerek duvarın yıkılmaktan korunması mümkün olduğunu söylediler.
Bunun üzerine, Sultan Ahmed, sarı bakırdan altun kaplamalı bir kuşak yaptırdı.
Bunun, Kabe'ye bağlanması, bin yirmi yılının sonu ile bin yirmi bir yılının ba­şında idi.
Sultan Ahmed, bu iş için, seksen bin Dinar (altın) harcadı.
Hicrî bin otuz dokuz yılı şaban ayının on dokuzunda çarşamba günü sabahı saat ikide Mekke'ye ve havalisine benzeri görülmedik şiddetli bir yağmur yağdı.
ikindi ile akşam arası Vâdi-i İbrahim tarafından sel suları akmağa başladı.
Sel suları; önünde bulunan ev, dükkân, odun, ahşap, taş, toprak, ne varsa, nepsini sürükleyip getirdi.
Önüne kattığı süprüntüleri, Harem-i şerîfe, Beytullâh'ın içine soktu.
Sel, yatsıya yakın bir zamana kadar devam etti.
Harem-i şerif içinde su, tavaf sahasının etrafındaki direkler üzerindeki kandil­lerin asıldığı halkalara kadar yükseldi! Kabe'nin içine de, anahtar deliğinden iki metre yükseklikte su girdi.
Suyun boşalması için, Harem-i şerifin kapılarından olan Bâb-ı İbrahim açıla­rak, sular, oradan, Mekke'nin aşağısına doğru akıtıldı.
Selde ölenlerin sayısı bin kadardı.
Sel geldiği gün, ikindi vakti, Kabe'nin Şam tarafındaki duvarı, iki cephesiyle, iki tarafa doğru yıkıldı.
Şark duvarının şark kapısına kadar olan kısmını da, beraberinde götürdü. On­dan başka bir duvar kalmadı.
Kapının Kıvamı, kalan duvarın üzerinde idi.
Garp tarafındaki duvardan da, her iki yönden altıda birini götürdü.
Yalnız, bu görünen yüzden ki, Şam duvarının bitişiği olan kısmıdır üçte iki kadar kısmını ve tavanın da, iç kısmını, beraberinde çekip götürdü.
Şam tarafından yıkılan duvar, Haccac b. Yûsüfüssakafînin yaptırdığı duvardı. Durum; Mısır yoluyla İstanbula arzedildi.
Haber, dış memleketlere erişince -Hacc Mevsiminin yaklaşmış bulunması dolayısı ile- son derecede heyecan uyandırdı.
Mısır Valisi, Arnavud Mehmed Ali Paşa, Pâdişâhın gelecek emrini bekleme­den, Rıdvan Ağayı, kendi tarafından, hemen Mekke'ye gönderdi.
Ona, müstacel tedbirler alması için tam yetki verdi. Rıdvan Ağa, aynı yılın yirmi altı şevvalinde Mekke'ye vardı. Yirmi dokuz şevval salı günü, vazifeye başladı.
Önce; Beytullâh'ın, Mescid'in içinde toplanan sel birikintilerinden temizlenmesi için, müzakerelerde bulunmak üzre, bir Meclis kurdu.
Müzakere sırasında çıkan görüş ayrılığını, ilim adamlarından aldığı Fetvalarla halletti.
Cidde, Medine ve Kanfede'de bulunan nakil vâsıtaları, Mekke'ye getirilerek Harem-i şerif ve tavaf yolları, üzerlerini kaplayan çamurlardan temizlendi.
Haremin içine tepeler gibi çamur ve pislikler yığılmıştı.
Temizleme işi, zilkade ay'ının on dokuzuncu salı günü sona erinceye kadar, günde otuz kırk bin yük çamur taşındı.
Bundan sonra, sellerin tahrip ettiği yollar, havuzlar, su gözeleri ve Mina girişi onarılmağa başlanıp rebîulâhır ay'ının dokuzuncu perşembe günü bitirildi.
Kabe'nin tamiri için, Mısırdan gerekli malzemeler de geldi.
Pâdişah'ın gönderdiği zat ta, Mekke'ye gelip Rıdvan Ağa ile birlikte işe başladı.
Yirmi dokuz rebîulâhir çarşamba günü; Seyyid Muhammed Nazır, Rıdvan Ağa, Harem Şeyhi Şemsüddinül'attâkîve Mühendis Ali b. Şemsüddin Efendiler tara­fından Kâbenin inşâat keşfi ve planı yapıldı.
Binanın inşâat işine: Mühendislerden, Devlet Mühendisi Ali b.Şemsüddi-nülmekkî,
Mühendis Muhammed b.Zeynülmekkî,
Kardeşi Muallim Abdurrahman ve Muallim Süleymanussahrâviyyülmısrî Efen­diler tayin edildiler.
Süleymanüssahrâvî, Baş marangozdu. Ustalardan da:
Fâtih Ebüsseyyidüttabatıbiyyülmekkî, Selîmülkureşî, Muallim Süleyman b.Mu-nammedülbeca, Ibn. Hatim ve Nûrüddin adındaki ustalar tayin edildiler.
Bunların son dördü Mısırlı idiler.
Yirmi üç cemaziyelâhir pazar günü, Kabe'nin duvarları örülmeğe başlandı.
Yirmi üç şaban günü, yirmi beşinci sıra taşları dizildi.
Kabe'ye ve çevresine aid bütün işler, iki zilhicce gününe kadar tamamlanıp Bayramlarda ve Hilal zamanlarında ateş yakılacak yerlerin yapımı ile inşâat ve tâmirat sona erdirildi.[530]
Osmanlı Tarihçilerinden Naîmâ (1065-1128) da, Tarih'inde bu hâdiseleri oriji­nal üslubuyla anlatır. [531]
Halebî (975-1044) de, bunlardan, kısaca bahseder. [532]

İbrahim Aleyhisselâmın Hz. Hâcer Ve Hz. Sâre'den Doğan Oğulları:
İbrahim Aleyhisselâmın, ilk ve büyük oğlu, İsmail Aleyhisselâm olup, ikinci zev­cesi Hz.Hâcer'den doğmuştu. [597]
O zaman, İbrahim Aleyhisselâm, seksen altı yaşında bulunuyordu. [598]
İbrahim Aleyhisselâmın ikinci oğlu olan İshak Aleyhisselâm ise, ilk zevcesi Hz.Sâre'den doğmuş olup [599] o zaman, İbrahim Aleyhisselâm, yüz yaşında idi. [600]

Hz. Sâre'nin Vefatı:
Hz. Sâre, yüz yirmi yedi yasında iken, Ken'an topraklarında Zorbaların kariyesi olan Habrun'da vefat etti. [601]
Vâdilkurâ ile Şam arasında bulunan Habra veya Habrun [602], Beytülmakdis Kudüs) kariyelerinden olup Halîlürrahman diye anılırdır.
Hz. Sâre vefat edince, İbrahim Aleyhisselâm, onu, gömmek üzere bir yer arar­ken, Habra nahiyesinde oturan kendi dininde bulunan Safvan adındaki bir adamla karşılaştı ve ondan, elli dirheme -ki, o asırda bir dirhem, beş dirhemdi- satın aldı­ğı yere Hz. Sâre'yi. gömdü.
Vefat ettiği zaman, kendisi de, oraya gömüldü.
İbrahim Aleyhisselâmın oğlu İshak Aleyhisselâmın zevcesi de, sonra, İshak Aıeyhisselâm da, İshak Aleyhisselâmın oğlu Yâkub Aleyhisselâm da, Yâkub Aley­hi sselâmın zevcesi İlya da, oraya gömüldüler. [603]
İbrahim Aleyhisselâmın Katura Ve Haccunla Evlenmesi Ve Bunlardan Doğan Çocukları: Hz. Sâre'nin vefatından sonra, İbrahim Aleyhisselâm, Katura (veya Kantura) binti Yaktan'ul ken'ânî ve Haccun ile evlendi. [604]
İbrahim Aleyhisselâmın, Katuradan dört, Haccun adındaki hanımından da, 3 çocuğu doğup çocuklarının sayısı on üçü buldu. [605]
Başka rivayete göre: Katura veya Kantura'dan altı, [606], Haccun veya Haccuna'dan beş oğlu doğdu. [607]

Katuradan Doğan Çocuklar:
1) Zimran,
2) Yokşan,
3) Medan,
4) Medyan,
5) Yeşbak,
6) Şuah [608]

Haccun Veya Haccura'dan Doğan Çocuklar:
1) Keysan veya Keyşan
2) Feruh (Şeruh veya Süreç),
3) Ümeym (veya Üheym),
4) Lutan,
5) Nâfes[609]

İbrahim Aleyhisselâmın Vefatı:
İbrahim Aleyhisselâm, Ken'an ilinde [616] hastalanıp [617] yüzyetmişbeş[618] veya ikiyüz yaşında bulunduğu sırada vefat etti. [619]
Habrun tarlalarından satın alıp Hz. Sâre'yi gömmüş olduğu yere, kendisi­ de [620], oğulları İsmail ve İshak Aleyhisselamlar tarafından gömüldü. [621]
Ona ve âline ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm Olsun!
Halilurrahman diye anılan bu yerle Kudüs arasındaki uzaklık, bir Merhaleye akındır. [622]
İbrahim Aleyhisselâmın vefatında, İsmail Aleyhisselâm, seksen dokuz yaşında idi. [623]

İbrahim Aleyhisselâma İndirilen İlâhî Sahifeler:
Yüce Allah tarafından İbrahim Aleyhisselâma indirilmiş olan On Sahife [624] Ramazanın ilk gecesinde indirilmişti. [625]
Bunların içindekiler, Emsal (kıssalar, ibretli sözler) ile Sübhânallâh diyerek Yüce Allâhı Teşbih ve tenzih, Lâ ilahe illallah diyerek tevhid, Elhamdü lillâh diyerek Ona şükür etmekten ibaretti. [626]
Eshâb-ı kiramdan Ebû Zerrülgıfârî der ki:(Yâ Resûlallâh! İbrahim'in Sahifelerinde neler vardı?) diye sordum.
(Hepsi, meseller (ibretli sözler) idi. Şöyle ki:Ey saltanat verilen, sınanan, aldanan kıral!
Ben, seni; dünyayı, birbiri üzerine yığasın diye göndermedim.
Fakat, mazlumun duasını, benden geri çeviresin (Mazlumu, bana yalvarmak zorunda bırakmayasın) diye gönderdim.
Çünkü, ben, mazlumun duasını -kâfir de, olsa- geri çevirmem!
Onda, şöyle meseleler de, vardı:Aklına, mağlub olmadıkça, akıl sahibinin belli saatleri olmak:
1) Bir saatini, Rabb'ına dua ve münâcâta,
2) Bir saatini, Yüce Allâhın sanat ve kudreti üzerinde durup düşünmeğe,
3) Bir saatini, geçmişte işlediklerinden ve gelecekte işleyeceklerinden kendisini sor­guya çekmeye,
4) Bir saatini de, helâlından yeme içme ihtiyacını karşılamağa ayırmak gerekirdir.[627]
Yine akıl sahibine gerekir ki; üç şey için:
1) Âhirete hazırlanmak,
2) Geçimini düzene koymak,
3)Haram olmayan şeylerden yararlanmak için olmadıkça, bir yerden, başka bir yere göç edip gitmemektir. [628]
Yine akıl sahibine yaraşan:
1) Zamanına, basiretle, ibret gözüyle bakıcı,
2) İşini, önüne katıcı,
3) Dilini, koruyup tutucu, kelâmını, azaltıcı olmaktır. [629]
Meğer ki, mâlâyanisi (açıklaması) hakkında olsun. buyurdu." [630]
Yâ Resûlallâh! İbrahim ve Musa'nın Sahifelerinde bulunan şeylerden, Yüce Allâhın, Sana indirdiği bir şey var mıdır? diye sordum.
Ey Ebûzer! Okusana!:Hakîkaten iyi temizlenen ve Rabbinin ismini zikredip de, namaz kılan kimse, umduğuna erişmiştir.
Belki, siz, dünya hayatını, Âhiretten üstün tutarsınızdır.
Hiç şüphesiz, bunlar, önceki Sahifelerde, İbrahim ile Musa'nın Sahifelerinde de, vardır. (Âlâ: u-19) buyurdu.[631]

İbrahim Aleyhisselâmın Bazı Faziletleri:
1) İbrahim Aleyhisselâma, buluğ çağından önce, rüşd'ü verilmişti. [632]
2) İbrahim Aleyhisselâm, Tevhid Ehli olanların İmamı idi. Dili, Tevhidde hüccet kılınmıştı.
Küçüğünden, büyüğüne kadar bütün halkı, hüccet dili ile Hakka davet etmişti. [633]
Kendisi, Yüce Allah'ın Hanîf bir Müslüman olarak andığı ilk Zât idi.
Hakkında:"İbrahim; ne bir Yahudi, ne de, bir Hıristiyandı.
Fakat, o, Allah'ı, bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden de, değildi o!" buyrulmuştur. [634]
3) İbrahim Aleyhisselâm, Allâhın nimetlerine şükereden bir Zat'tı. Yüce Allah, onu, beğenip seçmiş, doğru bir yola iletmişti. [635]
4) İbrahim Aleyhisselâm, başlı başına bir Ümmet'ti. Allah'a, itaatkârdı. Bâtıl din­lerden uzak ve Muvahhid bir Müslümandı.
O, hiç bir zaman, müşriklerden olmamıştır. [636]
5) İbrahim Aleyhisselâma, Allah tarafından, dünyada bir güzellik (İyi hal ve mevki) verilmiş ve hakkında:"Hiç şüphesiz, o, Âhirette de, mutlaka Salihlerdendir." buyrulmuştur. [637]
6) İbrahim Aleyhisselâm; yumuşak huylu, yufka yürekli, kendisini, tamam ile Al­lah'a vermiş bir Zat'tı. [638]
7) Yüce Allah, onu, Halil (Dost) edinmişti. [639]
8) Peygamberlik, Kitab, Hikmet, büyük bir Mülkü saltanat, İbrahim Aleyhisselâmın Hanedanına, soyundan gelenlere verilmiştir. [640]
9) İbrahim Aleyhisselâm: "Benden sonrakiler içinde, benim için bir lisan-ı sıdk ver! (Dünyada, Kıyamete kadar baki kalacak bir yâd-ı cemîl, zikr-i cemîl ver! İsmi­mi, hep iyilikle andır!) diyerek dua etmiş [641] bu güne kadar kendisine sevgi ve saygı beslemeyen hiç bir millet ferdi görülmemiştir. [642]
10) İbrahim Aleyhisselâm, bütün insanlara İmam, kendisinin Makamı da, Müstumanlara Musalla (Namazgah) kılınmıştır. [643]
11) Peygamberimiz Aleyhisselâm'a, İbrahim Aleyhisselâmın dinine uyması, em­redilmiştir! [644]
12) İbrahim Aleyhisselâm, Rabb'i tarafından bir takım Kelimeler (emirler)le im­tihan olunmuş, onları, tamamıyla yerine getirmiş, başarmıştır. [645]
13) İbrahim Aleyhisselâm, Allah yolunda ateşe atılanların, Allah yolunda Hic­ret edenlerin ilki idi. [646]
14) Kıyamet gününde insanlar, yalın ayak ve çıplak hasrolunacaklar, O gün, insanların, ilk giydirileni, İbrahim Aleyhisselâm olacaktır. [647]
15) İbrahim Aleyhiselâm, konuk konuklayan insanların ilki idi. [648] Kendisi, sabah, akşam yemeğini, misafirsiz yemezdi.
Misafir, bulabilmek için, iki mil ve hattâ daha da, çok yürüdüğü olurdu. [649] Kendisi, Misafirler (Konuklar) Babası diye anılırdı. [650]
16) İbrahim Aleyhisselâm; ilk kez, bıyığını kırpıp kısaltan,
17) İlk kez, koltuk altı ve etek temizliği yapan [651],
18) İlk kez, tırnaklarını, kesen,
19) İlk kez, Misvak tutunup dişlerini temizleyen,
20) İlk kez, ağzını, su ile çalkalayan,
21) İlk kez, su çekip burun temizliği yapan,
22) İlk kez, edeb yerlerini su ile temizleyen,
23) İlk kez, saçlarını, tarayan [652],
24) İlk kez, bacağına don (kilot) giyen [653],
25) İlk kez, ayaklarına, ayakkabı giyen,
26) İlk kez, Musâfaha yapan,
27) İlk kez, kucaklaşan,
28) İlk kez, iki göz arası, Secde mahalli olan alından öpen [654],
29) İlk kez, kendi kendini sünnet eden [655] ve ilk kez yüz elli yaşında bulundu­ğu sırada [656], saç ve sakalının ağarmağa başladığını gören insandı. [657]
Saç ve sakalında gördüğü aklığın, ne olduğunu: Yâ Rab! nedir bu?" diye sorduğu zaman [658]:Hayır'dır!" buyrulmuş, sabaha çıkınca, başındaki saçların üçte ikisi, ağarmış [659]:Yâ Rab! Nedir bu?" diye sorunca da [660]
Bu, dünyada ibret, Âhirette de, Nurdur! [661] Vakar'dır! Ey İbrahim!" buyrulmuş.
Bunun üzerine, İbrahim Aleyhisselâm: Öyle ise, yâ Rab! Vakarımı, artır!" demiş [662], Sabaha çıkınca, saçı, sakalı, papatya çiçeği gbi bembeyaz olmuştur. [663]
30) Cebrail Aleyhisselâmın gösterdiği yerlere Mekke Harem Sınırı taşlarını da, ik defa İbrahim Aleyhisselâm dikmişti. [664]

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Atası İbrahim Aleyhisselâmla Karşılaşıp Selamlaşması:
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm, Mîrac gecesinde Cebrail Aleyhisselâmla birlikte yedinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail Aleyhisselâm, göğün kapısını çaldı.
"Sen, kim'sin?" denildi.
Cebrail Aleyhisselâm:"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kim var?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:"Muhammed (Aleyhisselâm) var!" dedi.
"O (Mîrac için) gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm: "Gönderildi." dedi.
Göğün kapısı açılınca, orada, İbrahim Aleyhisselâmla karşılaştılar ki, kendisi, sırtı­nı, Beytülmâmûr'a dayamış [665], Beytülmâmûr'un kapısının önündeki bir Kürsü üze­rinde oturuyordu. [666]
Cebrail Aleyhisselâm:"Selâm ver ona!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm selam verdi.
O da, Peygamberimizin selâmına mukabele ettikten sonra:"Hoş geldin! Safa geldin? Salih oğlum! Salih Peygamber!" dedi. [667]
Kendisi, çok yaşlı, Ulu ve Heybetli bir Zat idi. [668]
Peygamberimiz, Cebrail Aleyhisselâma:"Ey Cebrail! Kim bu?" diye sordu. [669]
Cebrail Aleyhisselâm:"Bu, Atan İbrahim Aleyhisselâm'dır." dedi. [670]
İbrahim Aleyhisselâm, Peygamberimiz Aleyhisselâma:"Ümmetine [671], benden, selâm söyle! [672] Onlara, emret! [673] Haber ver de [674], Cennet'e, fidan dikmeyi, çoğaltsınlar! [675]
Çünkü, Cennet'in toprağı, güzel [676], suyu, tatlı [677], arzı, geniş [678] ve düzlüktür!" dedi. [679]
Peygamberimiz Aleyhisselâm:"Cennet'e dikilecek Fidan, nedir?" diye sordu [680] İbrahim Aleyhisselâm:"Cennet'e dikilecek fidan: Sübhânallâhi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallâhü vallâhü ekber [681], Lâ havle velâ kuvvete illâ billah'dır!" dedi. [682]

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[519] Fîrûzâbâdî-Kamûsulmuhîtc.1,s.129, Yâkut-Mûcemülbüldan c.4,s.465, Nevevî-Tehzîbülesmâvellugat c.1,s.116.
[520] Ezrakî-Ahbaru Mekke d.s.34.[521] Âdem Aleyhisselâm bahsine bakınız!
[522] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.36-51.
[523] İbn.Kuteybe-Maarif s.10, Taberî-Tarih c.1,s.162, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.54
[524] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.52-53.
[525] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1 ,s.53, Mâverdî-Ahkâmussultaniye s.159, Ebüttayyib-lkdüssimîn c.1 ,s.47, Diyar.Bekrî-Hamîs C.1.S.117.
[526] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.62,86,101, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.329, Zehebî-Tarihulislam c.2,s.34, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.244, Ebüttayyib-lkdüssimîn c.1,s.47, Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.117.
[527] Yâkubî-Tarih c.1,s.24O, Mâverdî-Ahkâmussultaniye s.160, Ebüttayib-lkdüssımîn c.1,s.47, Diyar.Bekri-Hamîs C.1.S.117.
[528] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.1,s.201-211, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.145-148, Belazürî-Ensabüleşraf c.1,s.99-100, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.329, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.244 Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.117
[529] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.201-216, Ebüttayyib-lkdüssimin c.1,s.47, Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.117.
[530] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.355-371 (Ek Bölüm).[531] Naimâ-tarih c.2,s.90-91, C.3.S.41-42.
[532] Halebî-insanülayûn c.1,s.279.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/208-211.
[597] Ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, Sâlebî-Arais s.97
598] ibn.Kuteybe-Maarif s.16, Yâkubî-Tarih c.1,s.25.
[599] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s.16O.
[600] İbn.Kuteybe-Maarif s.16.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/221.
[601] ibn.Kuteybe-Maarif s.16, Sâlebî-Arais s.97, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.123, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.174.
[602] Zürkanî-Mevahibülledünniye Şerhi c.3,s.358.
[603] Yâkut-Mûcemülbüldan c.2,s.212.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/221.
[604] ibn.Sa'd-Tabakat C.1.S.48, İbn.Kuteybe-Maarif s.16, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.123, Ebülfida-Elbidaye vennihayeC.1,S.175.
[605] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.48, ibn.Kuteybe-Maarif s.16.
[606] Sâlebî-Arais s.97, İbn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.123, Süheylî-Ravdlünüf c.1,s.84, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.175.
[607] Sâlebî-Arais s.97, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.175..
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/221.
[608] Şâlebî-Arais s.97, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.174, 175.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/222.
[609] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.48, Sâlebî-Arais s.97, Ebülfida-Elbidaye vennihaye. c.1,s. 175.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/222.
[610] Katura hanımdan dolayı Katura oğullan diye anılan bir cemaat te, Mekke'de ismail Aleyhısselâmla birlikte otur­muşlardır. (İbn.Hazm-Cemhere c.2,s.51O).
[611] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47-48, Taberî-Tarih c.1,s.16O, Sâlebî-Arais s.97.
[612] İbn.Sa'd-Tabakat c.1, s.48, ibn.Habib-Muhabber s.394, Taberî-Tarih c.1,s.16O.
[613] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47-48, Taberî-Tarih c.1,s.16O.[614] ibn.Habib-Muhabber s.394.
[615] Nevevî-Tehzibülesma vellugat c.1,s.lO2.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/222-223.
[616] ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.
[617] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.174.
[618] ibn.Kuteybe-Maarif s.16, Taberî-Tarih c.1,s. 160-161, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.124, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.174.
[619] ibn.Sa'd-Tabakat c.1,s.48, İbn. Kuteybe Maarif s.16, Taberî-Tarih c.1,s.16O.
[620] ibn.Kuteybe-Maarif s.16, Sâlebî-Arais s.98, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.174.
[621] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.174.
[622] Nevevî-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s.99.
[623] Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.145.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/223.
[624] Taberî-Tarih c.1,s.161, İbnüneddîm-Fihrist s.39, Zemahşerî-Keşşaf c.4,s.245, Kurtubî-Tkefsir c.20,s.25.
[625] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.1O7.
[626] Mes'ûdî-Ahbaruzzaman s.80.
[627] Taberî-Tarihc.1,s.161, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1,s.167, Zemahşerî-Keşşaf c.4,s.245, Sâlebî-Arais s.100, ibn.Asakir-Tarih c.6,s.357, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.1O8, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.124, Kurtubî.Tefsir c.20,s,25, Aliyyülmüttakî-KenzüPummal c.16,s.132-133.
[628] Taberî-Tarih c.1,s.161, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1,s.167, Sâlebî-Arais s.100, Kurtubî-Tefsir c.20,s.25,
Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.16,s. 132-133.
[629] Taberî-Tarih c.1,s.161, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1 ,s.167, Zemahşerî-Keşşaf c.4,s.245, Sâlebî-Arais s.100, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.1O8, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.357, Fahrurrazi-Tefsir c.31,s.15O, Kurtubî-Tefsir c.20,s.25, Nesefî-Medarik c.4,s.35O, Süyûtî-Dürrülmensur c.6,s.341, Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.16,s.133.
[630] Taberî-Tarih c.1,s.161, Ebû Nuaym-Hilye c.1,8.167, Sâlebî-Arais s.100, Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1,s.1O8, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.357, Kurtubî-Tefsir c.20,s.25, Kenzül'ummal c.16,s.133.
[631] Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.1,s.169, İbn.Esîr-Câmiul'usül c.2,s.505, Kurtubî-Tefsir c.20,s.25, Hâzin-Tefsir
c.4,s.371, Süyûtî-Dürrülmensur c.6,s.341, Aliyyülmüttakî-Kenzül'ummal c.16,s.133.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/223-224.
[632] Enbiyâ: 51. [633] En'am: 83.[634] ÂI-i imran: 67.[635] Nahl: 121.[636] Nahl: 120. [637] Nahl: 122.[638] Hûd: 75.[639] Nisa: 123.[640] Hadîd: 26, Nisa: 54.[641] Şuarâ: 84.
[642] Nevevi-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s.99.
[643] Bakare: 124-125. [644] Nahl: 123.[645] Bakare: 124, Necm: 37.
[646] Sâlebî-Arais s.99
[647] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11.S.518, Ahmed b.Hanbel-Müsned 1950. Hadîs, Buharî-Sahih c.7,s.195, Müslim-Sahih c.4,s.2195, Nesaî-Sünen c.4,s.114,117, Sâlebî-Arais s.99.
[648] Mâlik-Muvatta' c.2,s.922, İbn.Sa'd-Tabakat c.1 ,s.47, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.522, ibn.Kuteybe-Maarif s.15, Sâlebî-Arais s.99, Deylemî-Firdevs c.1,s.28, İbn.Asâkir-Tarih C.2.S.157, Nevevî-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s.100.
[649] Şâlebî-Arais s.99, İbn.lyas-Bedâyiüzzühur s.87.
[650] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, Sâlebî-Arais s.98, Nevevî-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s.100.
[651] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.522, İbn.Kuteybe-Maarif s.15, Taberî-Tarih c.1,s.144, Sâlebî-Arais s.99.
[652] İbn.Kuteybe-Maarif s.15, Taberî-Tarih c.1,s.144, Sâlebî-Arais s.99.
[653] Sâlebî-Arais s.99, Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.13O
[654] Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.13O.
[655] Abdurrezzak-Musannef c.2,s.175, ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.522, Buharî Edebülmüfred s.322.
[656] ibn.Kuteybe-Maarif s. 15.
[657] Mâlik-Muvatta' c.2,s.922, İbn.Sa'd-Tabakat c.1 ,s.47, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11 ,s.522, ibn.Kuteybe-Maarif s.15, ibn.Abd.Rabbih-ıkdülferid c.3,s.52, Sâlebî-Arais s.99.
[658] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.522
[659] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, İbn.Asakir-Tarih c.2,s.157.
[660] Mâlik-Muvatta' c.2,s.922, İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s,47, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11.S.522, Nevevî-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s. 100.
[661] İbn.Sa'd-Tabakat c.1,s.47, İbn.Asakir-Tarih c.2,s.157.
[662] Mâlik-Muvatta' c.2,s.922, İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11.S.522, İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd C.3.S.52, Deylemî-Firdevs c.1,s.29, Sâlebî-Arais s.99, Nevevî-Tehzîbülesma vellugat c.1,s.100 .
[663] Deylemî-Firdevs c.1,s.29.
[664] Abdurrezzak-Musannef c.5,s.25, Vâkıdî-Megazi c.2,s.842, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.2,s. 127-128.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/225-227.
[665] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.303-304, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s. 148-149, Müslim-Sahih c.1,s.146,147, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.130-131, Begavi-Mesâbihussünnec.2,s.179, Kadı lyaz Şifâ c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul'usûl c.12,s.53-54, İbn.Seyid-Uyunüleser c.1,s.144.
[666] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sire c.2,s.48-49.
[667] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.2O9, Buharî-Sahih c.1,s.92, Taberî-Tefsir c.27,s.53.
[668] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.2O9.
[669] İbn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.46, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.257, Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih c.1,s.149..
[670] İbn.ishak, İbn.Hisam-Sîre c.2,s.49, A.b.Hanbel-Müsned c.1 ,s.257, Buharî-Sahih c.4,s.249, Taberî-tefsir c.27,s.53.
[671] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Tirmizî-Sünnen c.5,s.510, Taberî Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasâilsülkübrâ C.1.S.414.
[672] Tirmizî-Sünen c.5,s.51O, Taberânî-Mûcemüssagîr c.1,s.196, Kurtubî-Tefsir c.10,s.415, Halebî-İnsanüluyun c.2,s.123.
[673] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Taberî-Tefsir c.15,s.255, Ebülfida Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasaisülkübrâ c.1,s.414, Halebî-insünaluyûn c.2,s.123.
[674] Tirmizî-Sünen c.5,s.51O, Taberânî-Mûcemüssagîr c.2,s.196, Kurtubî-Tefsir c.10,s.415.
[675] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Taberî-Tefsir c.15,s.255, Ebülfida-Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasâisülkübrâ c.1,s.414, Halebî-İnsanüluyûn c.2,s.123.
[676] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Tirmizî-Sünen c.5,s.51O, Taberî-Tefsir c.15,s.255, Taberânî-Mûcemüssagîr c.2,s.196, Kurtubî-Tefsir c.10,s.415, Ebülfida-Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasâisülkübrâ c.1,s.414, Halebî-İnsanüluyun c.2,s.123.
[677] Tirmizî-Sünen c.5,s.51O, Taberânî-Mûcemüssagîr c.2,s.196, Kurtubî-Tefsir c.10,s.418.
[678] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Taberî-Tefsir c.15,s.255, Ebülfida-Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasâisülkübrâ C.1.S.414.
[679] Tirmizî-Sünen c.5,s.51O, Taberânî-Mûcemüssâggir c.2,s.196, Kurtubî Tefsir c.10,s.415.
[680] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Taberî-Tefsir c.15,s.255, Ebülfida-Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasaisülkübra c.1,s.414, Halebî-lnsanüluyun c.2,s.123
[681] Tirmizî-Sünen c.5,s.51O, Taberânî-Mûcemüssagîr c.2,s.196.
[682] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.418, Taberânî-Mûcemüssagîr c.2,s.196, Ebülfida-Tefsir c.3,s.86, Süyûtî-Hasâis C.1.S.414, Halebi C.2.S.123.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/227-229.



Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İyi kötü herkes (Cehennem üzerine kurulmuş Sırât`tan) geçer. Yalnız mü’mine, serin ve selâmet olur. İbrahim Aleyhisselam`a ateşin serin olduğu gibi. Öyle ki mü’minlerin soğukluğundan Cehennem: “mü’minin nuru narımı söndürüyor!” diye bağırır. Bundan sonra Allahü Teâlâ, takva ehlini kurtarır; zalimleri ise orada yüzüstü bırakır!”
(İbni Mâce)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim



Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : İbrâhim (A.S);Kıyâmet günü;Müşrik ataya mağrifet dilememek
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HAZRET-İ İBRÂHÎM VE BABASI ÂZER
Hadis : Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kıyâmet gününde İbrâhîm, babası Âzer ile -Âzer`in yüzü simsiyah toz, toprak içinde- karşılaşacaktır. İbrâhîm babasına: - Ben sana (dünyâda) bana âsî olma! demedim mi? diyecek. Babası da ona: - İşte bugün sana âsî olmayacağım, diye cevap verecek. Bunun üzerin İbrâhîm: Yâ Rab! Sen bana insanlar ba`s olunduğ gün beni zelîl ve rüsvây etmeyeceğini va`detmiştin. Şimdi Allah`ın rahmetinden çok uzak olan babamın vaziyetinden daha çok âr ve hayâyı mûcib hangi rüsvaylık olabilir, diyecektir. Allahu Zü`l-Celâl de: - Yâ İbrâhîm, ben Cennetimi kâfirlere haram kılmışımdır! diyecek. Bundan sonra Hak Teâlâ tarafından: Yâ İbrâhim, şu iki ayağının altındaki nedir? denilecek. İbrâhim bakınca bir de nö görsün ayakları altında kana bulanmış bir sırtlan (ki, İbrâhîm`in babası bu fenâ sûrete mesh edilmişti). Bu çirkin manzara üzerine onun ayaklarından yakalanıp Cehennem`e atılacaktır. ''
Hadis No : 1375

Resim

Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : İbrâhim (A.S);Melekler
Ravi : Semüre b. Cündeb
Baslik : İNSANLARIN FAZÎLET MİKYÂSI TAKVÂ OLDUĞUNA DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Hadis : Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Bu gece bana (rü`yamda) her zaman gelen iki Melek (Cibrîl ile Mîkâil) geldi. Bunlarla berâber gittik, nihâyet uzun boylu bir kişinin yanına vardık. (Semâya doğru yücelen) boynunun uzunluğundan onun başını görmeyeyazdım. O uzun boylu zât İbrâhîm (Halîl) salla`llahu aleyhi ve sellem`dir.''
HadisNo : 1377

Resim


Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : İbrâhim (A.S);Sünnet olmak
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : HİTÂNIN İBRÂHÎM`İN SÜNNETİ OLDUĞU HADÎSİ
Hadis : Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in: "İbrâhîm aleyhi`s-selâm seksen yaşında olduğu halde (Şam mülhakatından) Kaddum köyünde sünnet oldu" dediği rivâyet olunmuştur. Yine Ebû Hüreyre`den gelen bir rivâyette (Kaddum yerinde) muhaffet olarak Kadum vârid olmuştur (ki, marangoz âleti olan keserle sünnet oldu demektir).
Hadis No : 1379

Resim


Fasil : AHÂDÎS-İ ENBİYÂ ALEYHİMÜ`S-SALÂTÜ VE`S-SELÂM BAHSİ
Konu : İbrâhim (A.S)`ın ölülerin diriltilmesine dair aklî istidlâli;Lût (A.S);Yûsuf (A.S)
Ravi : Ebû Hüreyre
Baslik : İBRÂHÎM, LÛT, YÛSÜF PEYGAMBERLERE ÂİT ÜÇ VÂKIA
Hadis : Rivâyet olunduğuna göre Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem (tevâzu` ederek) şöyle buyurmuştur: (ölen bir zî-hayâtın diriltilmesinden şüphelenmeğe) biz İbrâhîm`den daha haklıyız. İbrâhîm Cenâb-ı Hakk`a: - Yâ Rab, ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster! diye niyâz ettiği zaman İbrâhîm`e Rabb`ı: - Yoksa bu işe inanmıyor musun? demişti. İbrâhîm: - Hayır, inanıyorum yâ Rabbî! Şu kadar ki, nasıl diriltildiğine gönlüm iyice kansın, yatışsın istiyorum, demiştir. Allah, Lût Peygambere de rahmet etsin! O da (Allah`a ilticâ edip dururken) kavmine: [Benim size karşı bir kuvvetim olsaydı, yâhut çok sarp bir kaleye sığınabilseydim. (misâfirlerimi şerrinizden sıyânet ederdim) demiştir]. (Sonra) Resûlullah: [Eğer ben zindanda Yûsuf`un kaldığı gibi uzun zaman mahpus kalsaydım (onu) mahbesten çağırmağa gelen kişinin o da`vetine hemen icâbet ederdim (de: haydi efendine git de tahkîkat yapsın!) demezdim] buyurmuştur.
HadisNo : 1385
Resim


Resim

Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Şefaat Hakkında
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Biz bir davette Resulullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım): "Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: "içinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine: "Babanız Adem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Adem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. [Bütün isimleri sana öğretti]. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. [Allah katında itibarın, makamın var.] Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Adem aleyhisselam da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. [Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter]. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh aleyhisselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar Nuh aleyhisselam`a gelecekler: "Ey Nuh! sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şeküra) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam`a gelecekler: "Ey İbrahim! Sen Allah`ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara: "Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: "Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam`a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam`a gelecekler ve: "Ey Musa! Sen Allah`ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Hz. Musa da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. [...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa`ya gelecekler ve: "Ey İsa, sen Allah`ın peygamberisin ve Meryem`e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da: "Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- ( Bir başka rivayette): ["Beni, Allah`tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter."] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatı vesselam`a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed (sav)`e gelecekler, bir diğer rivayette: "Bana gelirler!" denmiştir- ve: "Ey Muhammed! Sen Allah`ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş`ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senaları benim için açacak [Ben onlarla Rabbime medh u senalarda bulunacağım]. Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine: "Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek." Resulullah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal`e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır." Hz. İbrahim aleyhisselam`ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: [Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah`a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç günahı olarak yıldızlar hakkında sarfettiği "İşte bu Rabbim" (En`am 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarfettiği "Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü yapmıştır" (Enbiya 63) sözünü ve bir de: "Ben gerçekten hastayım" (Saffat 89) sözünü zikretti."]
Hadis No : 5092

Resim


Fasil : PEYGAMBERLİK BÖLÜMÜ
Konu : İsra Hakkında
Ravi : Enes
Hadis : Enes (ra) Malik İbnu Sa`saa (ra)`dan naklen anlatıyor: "Resulullah (sav) onlara, Mirac`a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki, "Ben Ka`be`nin avlusundan Hatim kısınında -belki de Hıcr`da demişti- yatıyordum, -bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak`tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. "Gelen kim?" denildi. "Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed (sav)!" dedi. "O`na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!" denildi. Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhiselam`ı gördüm. "Bu babanız Adem`dir! Selam ver O`na!" dendi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana: "Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz.Cebrail: "Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa`dırlar, onlara selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra: "Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril`im!" dedi. "Yanındaki kim?" denildi. "Muhammed`dir!" dedi. "O`na Miraç daveti gitti mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhiselam`la karşılaştık. Cebrail: "Bu Yusuf tur! O`na selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim ?" denildi. "Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona Miraç davetiyesi indi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı, içeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail: "Bu İdris`tir, O`na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamma mukabele etti. Sonra bana: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Kim bu gelen ?" denildi. "Ben Cibril`im!" dedi. "Beraberindeki kim ?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı açıldı, içeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam: "Bu Harun aleyhisselam`dır. O`na selam veri" dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "O`na Miraç daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi, içeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail: "Bu baban İbrahim`dir, O`na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Sidretü`l-Münteha`ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen`in) hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail aleyhisselam bana: "İşte bu Sidretü`l-Münteha`dır!" dedi. Burada dört nehir vardır: İkisi batıni nehir, ikisi zahiri nehir. "Bunlar nedir, ey Cibril?" diye sordum. Hz. Cebrail: "Şu iki batıni nehir cennetin iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri Fırat`tır!" dedi. Sonra bana el-Beytü`l-Ma`mur yükseltildi. Sonra bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben süt aldım. Cebrail aleyhisselam: "Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzeresiniz!" dedi. Resulullah devamla dedi ki: "Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselam`a uğradım. Bana: "Ne ile emrolundun?" dedi. "Gece ve gündüzde elli vakit namazla!" dedim. "Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Beni İsrail`e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!" dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam`a tekrar uğradım. Yine: "Ne ile emrolundum ?" dedi. "Benden on vakit namazı kaldırdı!" dedim. "Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!" dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselam`a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz. Musa`ya uğradım. Yine: "Ne ile emredildin ?" dedi. "Her gün beş vakit namazla!" dedim. "Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!" dedi. "Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah`ın emrine teslim oluyorum!" dedim. Musa aleyhisselam`ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: "Farzını kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!" [Bir rivayette şu ziyade geldi: "Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!"]
Hadis No : 5568

Resim

Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Şefaat Hakkında
Ravi : Enes
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem aleyhisselam`a gelip: "Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise: "Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam`a gidin! Çünkü o Halilullah`tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim`e gidecekler. Ancak o da: "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa`ya gidin. Çünkü o Ruhullah`tır ve O`nun kelamıdır!" diyecek. Bunun üzerine O`na gidecekler. O da: "Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed (sav)`e gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: "Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah`ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah`a medh u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teala: "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!" buyuracak. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim. Rab Teala: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa denesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: "Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammedi Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala: "Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."
Hadis No : 5091

Resim


Fasil : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Kıyamet Ahvali - Haşr
Ravi : İbnu Mes`ud
Hadis : Resulullah (sav) va`z etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki: "Ey insanlar! Sizler (kıyamet günü) Allah`ın yanında yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. [Sonra şu ayeti okudu:] "İlk yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaad olarak yine onu iade edeceğiz..." (Enbiya 104). Haberiniz olsun! Kıyamet günü mahlukattan ilk giydirilecek İbrahim aleyhisselam`dır. Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben: "Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!" derim. Bana: "Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar" denilir. Ben salih kul (İsa)`nın dediği gibi diyeceğim: "Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat vakta ki sen beni (içlerinden) aldın, üstlerinde nigehban yalnız sen oldun. (Zaten) sen (her zaman) her şeye hakkıyla şahidsin. Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen mutlak galib ve yegane hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin sen." [Maide (117-118).] Resulullah (sav) devamla dedi ki: "Bunun üzerine bana: "Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç ara vermediler!" denilecek." Bir rivayette şu ziyade var: "Ben: "Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!" derim."
Hadis No : 5059

Resim


Fasil : YALAN BÖLÜMÜ
Konu : Yalanın Mübah Olduğu Yerler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "İbrahim aleyhisselam sadece üç yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Allah`ın zatıyla ilgili; biri ... sözüdür; diğeri de ... sözüdür. Bir tanesi de zevce-i pakleri Sare Hatun hakkındadır. Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır`a) beraberinde Sare de olduğu halde gelmişti. Sare güzel bir kadındı. Sare`ye: "Bu cebbar herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kızkardeşin olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslam yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum" dedi. Bunlar zalim kralın memleketine girince, adamlarından biri bunları gördü. Hemen gidip: "Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasib değildir" dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sare`yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sare adamın yanına girince, kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu. Sare`ye: "Elimi salması için Allah`a dua et! Sana zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sare`ye sataşmak istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sare`ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sare`ye yine: "Allah`a dua et, elimi salsın, sana zarar vermeyeceğim!" diye rica etti. Sare dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: "Sen bana ihsan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!" dedi. Sare`ye Hacer`i bağış olarak verdi. Sare yürüyerek geldi, İbrahim onu görünce: "Nasılsın, ne haber?" dedi. Sare: "Hayır var! Allah cebbarın elini tuttu ve (bana) bir hadim verdi!" dedi." Hz. Ebu Hureyre (ra) der ki: "Ey sema suyunun oğulları! Bu kadın (Hacer) sizin annenizdir."
Hadis No : 5212


Peygamber Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun üzerine şöyle buyurur: "Ben babam İbrahim'in duasıyım. O Kâbe'nin duvarlarını yükseltirken, "Ey Rabbimiz! Onlara zürriyetimden bir peygamber gönder." Diye duâ etmişti. Ben İsâ'nın müjdesiyim. Ve ben annem Âmine'nin rüyâsıyım."
(İ.Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/127, 5/262, D. Pusmaz, En Güzel Rehber Hz. Peygamber'den nak S.15) Resim
En son nur-ye tarafından 09 Ağu 2014, 00:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
seyyidin
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 7
Kayıt: 27 Ara 2010, 07:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen seyyidin »

sevgili arkadaşlar ve kardeşlerim sitenizde paylaşım yaptığınız konuların içeriğinde emeği geçen yazan, yükleyen, yayınlayanlara çok çok teşekkür ederim sağolun varolun. Allah'ım razı olsun inşallah Amin. Allah'ıma emanet olun. Saygı ve Sevgilerimle Hoşça kalın dostça kalın.....Yaratılanı severim Yaratandan ötürü......Kainatta yaşayan bütün insanlar kardeştir Hepimizin Anasıda bir Babasıda birdir.


Bütün insanlığın inancında ALLAH-KUTSAL KİTAPLAR VE PEYGAMBERLER VARDIR ama Bazı insanların inandığı TEVRAT (İÇERİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ) ve PEYGAMBERİ Musa olarak Allahı anarlar..
Bazılarıda İNCİL (İÇERİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ) ve İsa (ÜÇLÜ TESTİS) olarak Allah'ı anarlar.
Bazı kesimler Dinlerini kendi bildikleri örf adetleriyle yaşarlar..
Bazılarıda Allah'a inanmayan (ATEİSTTİRLER) gibi Ama ne olursa olsun Her insanın yaşamında bir inancı olarak muhakkak (İNANMA İÇ GÜDÜSÜ YAŞAR, inanmayan bile en azından inanmadığına İNANIR O'da bir inançdır)
AMA GÜN GELİR BU BÜTÜN DİNLERİNİ EDA EDEREK YAŞAYAN İNSANLIĞIN KARŞISINA İSLAM DİNİ ÇIKAR VE BÜTÜN İNSANLIĞIN İÇERİSİNE alarak,
GÜNEŞ GİBİ PARLAYAN ALLAH'IN SEVGİLİ KULU MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHU ALEYHİ VESELLAM'E KUR'AN-I KERİM ALLAH'IN KALAMI İNER. VE HERKESİMİ İÇERİSİNE ALIP KUCAKLAR.
İMANIN ŞARTLARI VE İSLAMIN ŞARTLARIYLA İNSANLIĞA YENİ BİR ÇIĞIR AÇAR.
İŞTE BİZİM DİNİMİZ OLAN İSLAM DİNİDİR .
RABB'BİMİZ ..YÜCE ALLAH C.C..NEBİMİZ .MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHU ALEYHİ VESELLAM KİTABIMIZDA KURAN-I KARİM'DİR.
NE MUTLU ALLAH'IMIN YOLUNDA YÜRÜYENLERE HEPSİNE SELAM OLSUN..
"LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH"
ŞİMDİ SUS GÖNLÜM!
SUS VE TESLİM OL!
FANİ UMUTLARLA TÜKENMEKTEN VAZGEÇ.
DÜNYA BUNA DEĞMEYECE KADAR KISA.
SABIR ZAMANI KISA!!
BİR ŞİMŞEK PARILTISI KADAR KISA!
UNUTMA EY GÖNÜL,
BURASI DÜNYA!
SEFASI DA FANİ, CEFASI DA..
NE OLUR GÖZLERİN YAŞARSADA,
DİLİN ANCAK RABBİNİN RAZI OLDUĞU SÖZ SÖYLESİN..
SABRET GÖNLÜM!..

Ahmet Sanal.
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

ZEVK 377

Bir ateş sarayı gönlüm, ateşten bir tahtımız var
Alev alev "HU!.." çekeriz, SıRR sebili bahtımız var
Gülizâr-ı İBRÂHİMde Can , Cânânla bile olup
Birlik bâdesin içmeye, bizim YÂRla ahtımız var...


27.10.1988 11:17 dr.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: 7. Hz .İbrahim: ابراهيم aleyhi's-selâm....

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

ZEVK 398

Sevdâ Meyi'yle ser-hoşem, mest-i müştak-i Didârım
Zebunu zincir-i zülüf, zevk-i Yâre giriftârım
Celâlinde Cehennemi, Cemâlinde Cennet Ey Can!
Gülizâr-ı İBRÂHİM'de, nev bahar-ı Nur ü Nârım...


13.12.1988 09:34


Ser-hoşem : Sarhoşum.
Müştak : (şevk. den) Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli.
Zebun : f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.
Giriftâr : f. Tutulmuş. Yakalanmış.
Gülizâr : Gül bağı.
Resim
Cevapla

“►Kuranda Geçen 28 Peygamber◄” sayfasına dön