KUL İHVANÎ İNŞİRAH SÛRESİ SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

KUL İHVANÎ İNŞİRAH SÛRESİ SOHBETİ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUL İHVANÎ İNŞİRAH SÛRESİ SOHBETİ

Eûzu bi'llahi min eş-şeytâni'r-racîm.
Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.

Recm edilen, sâdece Cim’i rüşde çıkan.
Mim’e geçemeyen, illiyîne geçemeyen, ÖZe geçemeyen.
İsimde kalan Cisim ikiliğinde kalan.
Cisim içindeki CANı göremeyen, görmemek üzere halk edilen onu engelleyen,.
İkilik olan recm. Giremeyen, rüşde eremeyen.

Eûzu B'illahi min eş-şeytâni'r-racîm, recm.
Taşa tutmak neyi taşa tutmak? Nedir taşa tutmak?
Neden üç yerde taşlanıyor şeytan.
Şeytan “İKİ” liktir. Şeyliktir. İkİ ŞEY’liktir.

“Şey” in esâsına girememektir.

Recm dediğimiz şey; Râ, Cim ve Mim'dir.
Özdeki Mim'e, Nûr-u Mim’e varamazsa cisime kapatırsa, insan kendisinin canından habersiz olursa, bir keçi gibi olur.
Daha da habersiz olursa taş gibi olur.
Onun için taşa tutmak bu anlamda taş gibidir yâni.
Canından da habersiz cisminden de habersizse taş gibidir.
Canından habersiz cisminden haberli ise bir keçi bir koyun bir kuş gibidir. Canından ve cisminden haberliyse Şeytan'ını Müslüman etmiştir.
Recm gerekmez.
Eûzu bi'llâhi min eş-şeytâni'r-racîm.
Eûzu, bütün küllü şeyin sâhipliğini Zu'l-celâli ve'l-ikram’a yüklemektir.
Bütün “RESİM” leri "RESSAM” a vermektir.
Bütün “ESER” leri “USTA” ya vermektir.
Mîmar Sinan’ın ne kadar yaptığı eser var ise aklı olan bilir ki o yapmıştır onları.
O zaman Selîmiye Câmisini seyreden ustasını seyrediyor demektir.

Eûzu B'illâhi min eş-şeytâni'r-racîm.
Recmedilen şeytandan, “Eûzu billâhi” ALLAH’a iletişim kurarım.
“Eşyaları"= “şey” leri kendi başına ilah kabul etmem.
Resimleri Ressam saymam.
"Puta ihtiyaç yok putu yapana bakarım!” demektir

Euzu b'illâhi min eş-şeytâni'r-racîm.
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm.
Bismillah Be ile “BİLE” likle, “İLE” lik ve “BİLE” lik çok ilginçtir.
Çünkü “İLE” lik parmak ve yüzük gibidir.
Protezdir iğretidir, geçicidir, izafîdir güvenilmez.
“BİLE” lik et tırnak gibidir, Entegredir kalıcıdır, nereye giderseniz gidin hiç fark etmez ayrılamazsınız.
Can gibidir. Candaki cisim gibidir.
İnsandaki akıl gibidir. Gözükmez ama vardır.
“BİLE” lik ana bağdır. Gerçek bağdır.
“İLE” lik bir ihtiyaçtan doğmuştur ya da bir şekilden doğmuştur.

B'ismi'llâhi; bism, ism ile . Nedir ism.
Aslı Sîn ve Mim’dir. Mevcûda sâhipliktir.
Bir şey demeniz lâzım. Ona bir kimlik ve kişilik vermeniz lâzım.
Onun için her dilde bir şey söylüyorlar.
“Kitap” dediğiniz zaman herkes bir şey söylüyor.
Kimisi risâle diyor. Kimisi "kitâbun" diyor kimisi "book" diyor bir şey diyor ama kitabı gösteriyor.
Bism; bismillah ALLAH ismi ile, B'ismi'llâhi başlarım.
O'nunlayım, O'na bağlanıyorum. O'nunla BE SIRRI kuruyorum.
BİZ BİR İZ “BİLE” yiz.

Öyle miyiz?

Öyleysek Keban’dan elektrik alırız.
Hakîkaten “BİLE”ysek, arada bir -göçük direk- yoksa, -kopuk bir hat- yoksa.
Hakîkat buysa hiçbir şey demesekte cereyan alırız.
Biz “BİLE” değilsek, aramızda ALLAH korusun çürük varsa, yalıtkan varsa, engelleyici çeldirci varsa o noktada kesiliriz.

“Lebbeyke Yâ Rabbenâ Sadeyke Vel hayru kullü fi yedeyke Allahuekber Allahuekber Allahuekber Allahuekber zü’l- melekutu ve’l- ceberutu ve’l- kibriyayi ve’l- azameh!”
“Emret Ey RABBımız! Mutlulukla emrindeyiz! Tüm hayr elindedir! Allah celle celâlihu büyüktür! Allah celle celâlihu büyüktür! Allah celle celâlihu büyüktür! Allah celle celâlihu büyüktür! Meleküt, Ceberut, Kibriya ve Azamet Âlemlerinin Sahibidir!”

Melekût Âlemi: Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. Hükümdarlık. Saltanat. Ruhlar Âlemi.

Ceberut Âlemi: Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik Âlemi. Kudret Âlemi: Celadet. Fart-ı kibir ve azamet.

Kibriya Âlemi: Azamet. Cenâb-ı ALLAH'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü Âlemi.

Azamet Âlemi: Büyüklük. Cenâb-ı HAKK'ın büyüklüğü. Kibirlilik Âlemi.

Şimdi Aksaray’da ezan okunuyor.
Bakın: “Allahuekber! Allahuekber!” dört kere:
“Eşhedu en lâ ilâhe illallah!” iki kere.
“Eşhedu enne Muhammeder Rasûlullah!” iki kere.
Bu Beden ve Nefis, Kalb ve Ruh ayırılımından.
“Hayyalle’s- salah!” Bedene ait.
Tekrar “Hayyale’s- salah!” hadi dirilmeye gel, sulha gel, islaha gel Nefse ait.
Ama Kalbe geçince “Hayyale’l- Felah, Hayyale’l- Felah!” hadi dirilmeye gel!.
Felahta dirilmeye iflah olmaya işte iflah oldun anlamında hayye! diril! El-HAYY'a kavuş!.
“Hayyale’s- Salah! Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- Aliyyü’l- Azîm!.”
“Hayyale’l- Felah! Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- Aliyyü’l- Azîm!.” Böyle buyuruyor Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve sellem efendimiz: “Böyle deyin!.”

Sonra: “Allahuekber! Allahuekber! Lâ ilâhe İllallah!.” “Lâ ilâhe İllallahu’l- Meliku’l- Hakku’l- Mubîn! Muhammede’r- Rasûlullahu’l- Sadıku’l- Emîn!.”

Hadis-i Şerife bakalım:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Sizden biriniz müezzin “ALLAHÛEKBER, ALLAHÛEKBER” dediğinde içinden “ALLAHÛEKBER, ALLAHÛEKBER” der sonra sırasıyla müezzin “Eşhedü enlâ ilâhe illallah” dediğinde “Eşhedü enlâ ilâhe illallah” müezzin “Eşhedü enne Muhammede’r Resûlullah” dediğinde “Eşhedü enne Muhammede’r Resûlullah” müezzin “Hayyale’s-salâh” dediğinde “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” müezzin “Hayyale’l-felâh”dediğinde “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh”müezzin “ALLAHÛEKBER, ALLAHÛEKBER” dediğinde “ALLAHÛEKBER, ALLAHÛEKBER” müezzin “Lâ ilâhe illallah” dediğinde “Lâ ilâhe illallah” derse cennete girer.” buyurmuştur. (Ömer İbni Hattab (ra) dan; Müslim, Sâlât 12 (385); Ebu Dâvûd, Salât 36 (527), Nesâî)

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in buyurup açıkladığı gibi:
Hakka inanıp, hayrı yapmak ve hasenâta (iyiliklere) kavuşmak hususunda gerekli gerçek havlin (henüz ortaya çıkmamış ama hazır bekleyen potansiyel gücün) ve hâlihazır var olan kuvvetin ancak ALLAH (Celle Celâluhu) da olduğuna inanıp, Seni vekil kılıp Sana güveniyoruz ve diyoruz ki: “Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-Âlîyyü’l-Azîm...” Bâtıldan kaçınmak, şerri yapmamak ve seyyiâta (kötülüklere) düşmemek, hususunda korunabilmek için gerekli ve gerçek havl ve kuvvetin ancak küllî şey’in RABB’ısı El Aliyyü’l-Azîm ALLAH (Celle Celâluhu) da olduğuna inançla Sana dayanıp, güvenip vekilimiz kılıyoruz...
Ve diyoruz ki: “Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-Âlâyyü’l-Azîm!..

Bunca mânevî lütûf, ikrâm ve ihsânı salâtımızla hibe edip hasbî bağışlayan ALLAH Tealâyı:
“Subhanallahû ve’l-hamdulillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-Âlîyyû’l-Azîm: ALLAH (Celle Celâluhu) Subhandır (noksanlıktan beri), ve hamd (aklî ve naklî övgü) ALLAH (Celle Celâluhu) içindir...

Ve ALLAH’dan başka ilâh yoktur. Ve ALLAH Ekberdir (en yüce ve uludur) Ve bunları gerçek anlayıp gereğini yapabilecek havl (potansiyel güc) ve kuvvet ancak EL ÂLÎYYܒl-AZÎM olan ALLAH (Celle Celâluhu) dadır.
Veya bu söylediklerimi anlayabilip yerine getirebilme gücü ve kuvvetinin gerçek sahibi olan ALLAH’ımdan havl ve kuvvet diliyorum.
O’nu vekil kılıp O’na sığınıyorum, O’na dayanıp ve O’na güveniyorum... gibi düşüne biliriz...


“Allahümme inni neselükel affe ve’l-afiyet fi’d dini ved dünyanâ ve’l-âhiren! Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...: ALLAHım! Bize; dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde aff ve afiyet diliyoruz (istiyoruz)... “RABB’ımız ver...” diyoruz... ALLAHım...
Bizim her türlü kulluk noksanlıklarımızı ve hatalarımızı El CEMÎL (Celle Celâluhu) ism-i şerîfinle ört gitsin....
El CEMÎL (güzellerin en güzeli) örtünle BİZleri (Muhammedîleri) ört ALLAHım!..


“Amennâ ve saddaknâ ve şehidnâ Yâ Rabbü’l- Âlemin!.”
Amennâ iman ettik. Ve saddaknâ gerçekten sâdığız.
Ve şehidnâ ve şâhidiz şu andaki hakîkaten bu ezanın Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve sellem'in ezanı olduğuna inancımız sonsuzdur gerçekten öyledir. Kendisi HAYYdır her AN okumaktadır.
Bir sâniye geçmeden durmadan OKUnAN ezanlar!

Biliyorsunuz bir küresel sistemde, koordinat gereğince her adımda bir ezan okusanız zaman öyle arka arkaya gelir demek istiyorum.
Bir sâniye bir sâniye bir sâniye bütün dâireyi dolaşırsınız.
Ve her AN bir yerde sabah ezanı bir vakit ezanı okunmaktadır.
Şu ANda yedi ezan aynı ANda okunuyor dünyânın çeşitli yerlerinde.
Bir yerde sabah, bir yerde akşam muhakkak okunuyor.
Bir sâniye geçemez.
Bu ezan durmaz. Bir kelimesi durmaz.
Harfi durmaz. Harfler dahî tekrarlanır.
Tıpkı bizim nefes alış verişimizin “kun fe yekun” u gibi.
Sistem muazzamdır aslında.

“Allahumme salli ve sellim ve bârik 'alâ seyyidinâ muhammedin nûru’z- zâtı sırrı sarii fi’l- cem’i’l- esmâi ve’s-sıfat
Bi adedi ilmiken dâimen kesiran mubâraken tayyiben fîh.
Allahumme rabbe hâzihid-da’veti't-tâmmeti ve's-salâti'l-kâimeti âti Muhammedenil vesîlete vel fadîlete veddereceterrefî’ate veb’ashü makâmen mahmûdeni'llezî vaadtehu inneke lâ tuhlifu'l mîâd.
Birahmatike yâ erhame’r- rahimin!
Birahmetike yâ erhame’r- rahimin!
Birahmetike yâ erhame’r- rahimin!
İrhemnâ Yâ Rabbenâ!.”


Ey RABBimiz!
Bize merhâmet et!.
Affet, Bağışla, Rahmetine gark et!.
Çünkü biz İKİlik Âlemindeyiz. Akıl Âlemindeyiz.
Nakille “İLE” miyiz “BİLE” miyiz henüz bilemiyoruz.
Duyuyoruz bir şey ama uyduğumuz nasıl?
Ama uyduğumuz doğru mu, yâni sağlam mı?
Duyduğumuza sâdık ve samîmi miyiz ve uyacak mıyız sabır ve selâmete!
Bunlar hep yaşayan insan için meçhuldur.
Şimdi duyar biraz sonra uymaya biliriz!.
Onun için soruluyor. İki büyük imama soruluyor ne dersin mü’min misin?
İmâm-ı Âzam, diyor ki: “Evet. Öyleyim!.”

Ama Şafi', diyor ki: “İnşaallah öyleyim son nefeste!.” İkisi de doğru söylüyor.

İmâm-ı Âzam diyor ki: “Benim için son nefes şu ANdaki nefestir gelecek nefesi bilmiyorum ve şu AN mü’minim!”


Ama Şafi' diyor ki: “Şu AN mü’min isem de ben gelecek nefesi gözetirim ve son nefeste İnşaallah mü’minim!”

Bunlar ictihaddır ama gerçek olan şey şudur ki her ANın her şu ANın, ŞE’EN demek ŞU AN demek zâten Türkçedeki gibi.
Şu anı yaratan ALLAH celle celâluhu'dur.
Geçmiş yaratılanlar geride kalmıştır.
Gelecekler gelmemiştir.
O zaman hep söylüyorum özellikle gençlerin akıllarına.
O zaman ALLAHu Zu'l-celâl plan proje yapıp eski malzeme kullanmıyor böyle şeyler yok.
“Kun fe yekun: Ol ve OLdu!” var.
Bu bakımdan benim aklım âcizâne öyle anlıyor ki;
Aklınız sigara kâğıdı kabul edin.
Bir yüzüne bütün geçmişteki yaratılanları yazın ve bir yüzü kabul edin.
Gelecekte yaratılacakların tümünü de diğer yüze yazın ve bir yüzü kabul edin.
Ve sigara kâğıdının kalınlığı kadar OL-AN, şu ANı da AKLınız ve AN-LAdığı kabul edin: “Kun fe yekun!” işte budur!.

ALLAHu Zu'l-celâl karşısında böyle malzeme kullanmak, Çarşı-Pazar kurmak felan diye hâşâ böyle bir şey yoktur!.
Burası tamâmen imtihan salonudur.
ŞuANı ŞE’ENi ANlamak bakımından söylüyorum bunları, çok önemli bu çünkü.
Onun için Akıl, Nakili ÇOKluktan dolayı bulamamakta!
Halbuki dediğim gibi geçmiş ve gelecek bu kadar basittir HAKK Teâlâ katında.
Bu kadar yakındır.
Bunu o kadar net görürsünüz ki;
Vahşi, Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve sellem'in gözünün önünde en çok sevdiği amcasını öldürmüştür.
Ciğerini parçalamış sökmüştür can çekişirken.
“Görüldüğü yerde öldürülmelidir!” fermânı çıkmıştır, Kâbe’nin içinde bile olsa.
Ama: “Ben Müslüman olacağım!” dediği zaman ne diyor Cebrâil Aleyhi's-selâm: “Vahşi döndü. Devenin memesinden çıkan süt gibi geri giremez artık!” Cehâletten kemâlâta geçti, geri dönemez!.
Bakın sigara kâğıdı kadar var mı aradaki kalınlık.
Bir yüzünde: “Mutlaka öldürün Kâbe’nin içinde de olsa!” var ki altı kişinden birisidir öldürülecek olan!
Diğer yüzünde ne var: “Din ALLAH’ındır gelsin girsin!.”

Yâni bu bu kadar YAKÎN bir şeydir.
Çünkü ALLAHu Zu'l-celâl böyle “Tevvab” dır, böyle “Gafûru’r- Rahîm” dir. Ama aynı zamanda “Zu’l- İntikam” dır intikam alıcıdır.
Gafara-larına karşı gelince!..

Evet, “Bismillâhirrahmânirrahîm” öyle bir ALLAH celle celâluhu ismi ile başlarım ki târifi mümkün değildir.
Her şeyi içine alır amma Er RAHMÂN'dır.
Bütün Mânâ Âlemi aklın anladığı Mânâ Âlemi ya da anlayamadığı bölüme ya da anlayamadığının şu ANdaki kendisine kapalı olan bölüme Er Rahmâniyete Er RAHMÂNdır kendisi Er RAHMÂN'dır.
Er RAHÎM'dir bu iki kelime yâni iki esma.
Er-RAHMÂNi arş'istivâ.

الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا

Resim--- "Ellezî halaka's-semâvâti ve'l-arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestivâ ale'l-arşi'r-rahmânu fes’el bihî habîrâ(habîren).: O hayyi lâ yemut ki Gökleri ve Yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı ve sonra Arşın üzerine istivâ buyurdu o RAHMÂN, haydi ne dileyeceksen o HABÎR'den dile-Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) RAHMÂN'dır. Bunu bir bilene sor.” (Furkân 25/59)

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى

Resim--- "Er rahmânu ale'l-arşi'stivâ.: RAHMÂN, Arş'a istivâ etmiştir(Tâhâ 20/5)

Aslında Er-RAHMÂN ismi konulamaz. Koyuyor insanlar yâni.
Er- denmez zâten de RAHMÂN ismi de...

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ أَيًّا مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً

Resim--- "Kulid’ullâhe evid’ur rahmân(rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehu'l-esmâu'l-husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebteği beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).: De ki: «İster ALLAH deyin, ister RAHMÂN deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır.» Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut.” ( İsrâ 17/110)

“İster ALLAH deyin ister RAHMÂN deyin. ALLAH’ın esmâlarıyla yalvarın!.”
Ordaki Rahmâniyet, Er-RAHMÂN'ı arşistiva Er-RAHMÂN arşistiva etti Er-RAHÎM değil.
El-LÂTÎF değil El-HABÎR değil hâşâ.
Er RAHMÂN, Rahmâniyet önemli bir esmâdır yâni bir olgudur.
Rahimiyette öyledir.
Onun için sohbetlerde zaman zaman söylüyoruz.
Rahmâniyet RAHMÂN Nefhasından üfürmüştür Âdem aleyhi's-selâm’ın toprağına.
Yâni cisimEr-RAHÎM deseniz sanki can Er-RAHMÂN gibidir. Tümleyenidir.
Er-RAHMÂN eril vasıflarıyla; bizim erkeklik kadınlık diye bildiğimiz şeyler, Bedenî üreme şeyleri cisim alanında bile kalır. Nefis alanından öteye geçemez.
Bunlar bu sahnedeki tiyatro sahnesindeki giyilen kostümlerdir.
Esas olan Kalb ve Ruh âlemlerinde başka vasıflarıyla vardır ya da yoktur. Ama El-HAYY esmâsının tezgahı, makinası, üretim merkezi, madde âlemindeki esmâ ve eşyâ âlemindeki İlâhî Sistem bir nohut tânesinde de böyledir, İncir Tohumundada böyledir.
İnsan Tohumundada böyledir.
Başta da söylediğim gibi eğer cisim, can-ından cisim oluşundan habersizse taş gibi gözükür.
Ama bir cisim, canlıysa keçi gibi gözükür, kuş gibi gözükür, ağaç gibi gözükür.
Ama bir cisim, can-ından ve cism-inden de haberdârsa İNSAN gibi gözükür.

İşte bütün bunlar Rahmâniyet ve Rahîmiyet tecellîlerinin zuhûrudur.
Onun için El-TEKVİN esmÂsının yaratıcılık esmÂsının sıfatının, bu özelliğin direkt olarak tek kadına yüklenişi onu HARAM kılmıştır.
Kâbe gibi haram kılmıştır. Hurmete lâyık kılmıştır.
Hurmet edilmesi şart olmuştur.
Ama İslâm Âlemindeki çok çok nerdeyse başa yakın zamanlardan beri gelen saçmalık, vicdansızlık önce kadını yok etmiştir.
İslâm'ı da çökertmiştir ve bir daha toparlanamamıştır zâten.
ALLAHu Zu'l-celâl in verdiği yüce değer ve Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve sellem in verdiği yüce değer yerle bir olmuştur.

Şehâdet Makinası bir Şehvet Makinasına dönüştürülmüştür.
Ve korkunç bir hata yapılmıştır. Zulüm yapılmıştır.
Ağır bedel ödenmektedir ve ödeniyor. Hâlâ ödeniyor…

BunlarEr-RAHİMiyeti BİLemeyişten,Er-RAHMÂNiyeti BİLemeyişten, BULamayıştan, OLamayış ve YAŞAyamayıştan gelen korkunç ayrılıklardır.
Benzinle ateş gibi olmuştur.
Yâni bir anlamda bakıyorsunuz aynen hidrojen ve oksijen gibi RAHMÂNiyet ve RAHÎMiyet.
İkilik dâima erkektedir. Neden?
Çünkü eril olan güç RAHMÂN olan güç iki özellik getiriyor.
Bir DİRİliği getiriyor bir de AKLı getiriyor.
Oysa RAHÎMiyet -Hars- buyuruyor ALLAHu Zu'l-celâl tarla buyuruyor.
Doğrudan doğruya tarla buyuruyor yâni.

“Sizi bİz ektik o tarlaya!”

أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ
أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ

Resim--- " E fe raeytum mâ tahrusûn(tahrusûne). E entum tezreûnehû em nahnu'z-zâriûn(zâriûne).: Şimdi gördünüz mü o ektiğiniz tohumu? Siz mi onu yetiştiriyorsunuz Biz mi?” (Vâkıa 56/63-64)

Öyle bir tarla ki on altı bin âlemi üzerinde taşıyor.
Oksijen gibi yâni. Müthiş yakıcı. Çok değerli ANA çünkü.
Hidrojen de öyle o da müthiş yanıcı ve mutlaka çift kullanılıyor bakın aynen SU gibi.
Bu uyum, Kur’ân-ı Kerim ve Şeriatı Ğarra Şartlarında gerçekleşti mi ne çıkıyor?
Su çıkıyor. Oksijen yakıcı, hidrojen yanıcı ama birleştiler mi söndürücü çıkıyor. Bu kim?
Bu yeni doğan bir bebektir. El-HAYY Esmâsıdır.
Ve bu El-HAYY Esmâsında ALLAHu Zu'l-celâl bütün esmâlarını tezâhür ettiriyor.
Ne kadar esmâsı varsa ALLAHu Zu'l-celâlin Âdeme yüklediği tümünde senden doğan çocukta bunları fiilen kendi esmâlarını yaşıyor yaşatıyor bu güzelilklerin seyrini ve imtihanını yapıyor.

Onun için özelilkle gençlerin akıl yapılarını, Kur’ân-ı Kerimimiz ve Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve sellem Efendimizin güzellik ve özellikleri içerisinde BİLmeleri, BULmaları, OLmaları ve YAŞAmaları mutlaka gerekir.
Aksi takdirde bir kaos içinde uzun bir ömür sadece bir gürültü içinde geçip gidecek ALLAH korusun!.
Yâni bu gerçekten çok acı, çok acı!.
Yolunuz bir gün mezarlığa düşerse bakın orada binlerce-sayısız Akıl Taslarına toprak dolduğunu göreceksiniz.
Yâni bunlar da çok uğraştılar. Çok işleri vardı. Çok emelleri arzuları vardı vs.leri vardı.
Yâni akıllı insanlardı fakat şimdi akıllarının yerinde toprak var.
Şunu demek istiyorum dünyâ çok güzel bir şeydir.
Ez-ZÂHİR esmâsının tezâhürüdür. En gerçek olan Ez-ZÂHİR dir şu ANda.
En bize göre en muazzam olan Ez-ZÂHİR'dir.
ALLAHu Zu'l-celâlindir bu “ALLÂHu nûru's-semâvâti ve'l-ard” dır.

…اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ

Resim--- "Allâhu nûrus semâvâti vel ard (ardı),…: ALLAH, göklerin ve yerin nûrudur….” (Nur 24/35)

Bizim elimizi dokunduğumuz ALLAH’ın nûrudur.
Bize en yakın, biz öyleyiz. Küllî Şey öyle.

Tüm bunlar eksik, kötü demiyorum tam tersi. Tam tersine.
Yâni lâzım ve lâyık ama ne kadar. Ne kadar? ne kadar?.
Eğer bu insanlarda merhâmetleri kaldıracaksa, devletlerde adâleti kaldıracaksa cehennemin zumerasına kadar.
“Dünyâ bir leştir saldıranlar için tâlibi köpeklerdir.”
Değil midir böyle?.
Hiçbir kural tanımayan, hak hukuk tanımayan.
Hiç yapanı çatanı yokmuş gibi her şeyi yapacak, yâni kendi düzenini kuracak, kendisinin eline geçen onun olacak ki bir düzende olmaması gerekir...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

ER RABB CELLE CELÂLİHU

Rabb’in için temizlen
Rabb’ini zikret
Rabb’ine tevekkül et
Rabb’ine yaklaş

Resim

Euzubillahimineşşeytanirracim.

Resim

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın Adıyla,

*Kad efleha men tezekkâ: Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur(A'lâ, 87/14)

**Ve zekeresme rabbihî fe sallâ: Ve rabbinin ismini zikredip namaz kılan (A'lâ, 87/15)

***Fe in tevellev fe kul hasbîyallâh(hasbîyallâhu), lâ ilâhe illâ hûv(hûve), aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul arşil azîm(azîmi).:Eğer aldırmazlarsa deki: bana Allah yetişir ondan başka ilâh yoktur, ben ona dayanmaktayım ve o, o büyük Arşın sahibidir (Tevbe, 9/129)

****Ve ilâ rabbike fergab:Ve ancak rabbına rağbet et, hep ona doğrul (İnşirâh, 94/8)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(KUL İHVANÎ İNŞİRAH SÛRESİ SOHBETİ Devamı)

Eûzu b'illâhi min e'ş-şeytâni'r-racîm.
B'ismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.
Recm edilen şeytan dedik.
Cim’de kalan, Cim’de rüşdü olan, onun rüşdüne eren.
Cismin rüşdünde kalan yâni ben Cisimden başka bir şey tanımam Can diye bir şey bilmiyorum.
Biliyorsam da bildiğim kadar biliyorum değil!
Cisme can veren, şah damarımızdan yakın olan RABB'ımızın El-HAYY'ıdır.
Toprağa üfürülen Rahmân Nefhasıdır.
Bu içerdekinden habersiz kalıp cisme tapıcılık “İKİ ŞEY” liktir.
Şey'i yaratanla şey arasında kalıştır. Bu şeytanlıktır. Recm budur.
Onun içinde çok basitçe söyleyiverdim dedim ki:
“Bir şey cisim ve can olarak düşünün!.”
Hakîkaten öyledir. Her şeyde can vardır aslında can dediğiniz nedir ki.
Her atomun özünde, her atomun çekirdeği bir habli’l- verid gibidir ve onun da kara deliği vardır merkezinde.
Ve ona da ondan yakın olan RABB'u'l-Âlemîn'dir. Hiç değişmez bu.
İnsan olarak misal verildiği için biz insan alıyoruz.
Herkes kendi yörüngesindeki kaderini yaşıyor.
Güneş de insan gibi bir program içerisinde her şey gibi.
İnsan AKLından dolayı imtihan ediliyor.
Bundan habersizse yâni cisim ve can oluşundan habersizse buna taş diyoruz.
İşte böyle olanlar taşlanır.
Böyle olan akıllar taşlanırda recm edilir.
Eee canından haberi var nerden.

Haberi var da şöyle yâni canını kullanıyor. Demek ki bitki.

Canını daha iyi kullanıyor ama bilmiyor demek ki hayvan.

Canını biliyor cismini biliyor ve kullanıyor demek ki insan.

Lâzımı biliyor bir insan.
Lâzım ve lâyıkı biliyor büyük harflerle İNSAN.
İnsanoğlu İNSAN.
Bunlar hep recmden çıkıştır Şeytanı Müslüman ediştir.
Şeytan denilen şey aklın bilinmez tarafıdır.
Karanlık tarafıdır. Gece tarafıdır.
Kimin aklına Nûr-u Muhammed, Nûr-u Mim güneşi doğarsa gecesi gündüzü kalkar.
Ebedî gündüz olur çünkü.
Nur olur. Nûr’un 'alâ nur olur.
Nur üstüne nur doğar. Zâten nurdu o. Neden?
ALLAHu nûru's-semâvâti ve'l-ard'dı.

Firavun da Mûsâ Aleyhi's-selâm da nurdan yaratılmıştır.
Zâten nurdu. Ama nûrun 'alâ nur nedir?
Nur üstüne nur.
Alâ nur, nûrun sâhibini BİLdim demektir.
BULdum demektir. BİLE OLdum demektir.

Eûzu B'illahi min eş-şeytâni'r-racîm.
B'ismi'llâhi'r-rahmânirrahîm
Ve YAŞIYORum demektir.
Başladım demektir bu.

“Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ muhammedin nûru’z- zâtı sırrı sarii fi’l- cem’i’l- esmâi ve’s- sıfat. Bi adedi ilmiken dâimen kesiran mubâraken tayyiben fîh.”

RABBu'l 'Âlemîn, gerçekten hamd u senâ ederim.
RABBu'l 'Âlemin, Senin o yüce ilk noktana, nûr-u mim'ine, habîbine, kâinatın kuruluş sebebi olan, var oluş sebebi olan, yaratılış sebebi olan.
Muhabbetin HABBEsi olan Habîbullah sallallâhu aleyhi ve selleme sonsuz SILA bağlarımızı gönül bağlarımızı, BİLEliklerimizi inşaallah ulaştırmak istiyoruz.
Kavuşturmak istiyoruz arzumuz bu.
Bunu “ALLAHumme salli ve sellim” teslim olarak bizim bizzât bağlanmamızı istiyoruz eğreti değil yâni.

“Allahumme salli ve sellim nûr-u zâtı”

Senin Zâtıyın nûrundan ve sıfatına geçen ve sıfatından esmâna, esmandan eşyana geçen Muhammedi bağın, gerçekten bende o bağın içinde olmak istiyorum.
Berâber olmak istiyorum.
Bile olmak istiyorum.
Orda olmak istiyorum.
Bunu aklım bana yüklemekte.
İnsana yüklenen emânet akıldır.
Dağların kaldıramadığı emânet akıldır.

Bakınız, ALLAHu Zu'lcelâl in izniyle Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem in o yüce genişliği ruhsatı bir akıl almayan akılların kendi başına bulamayacağı güzellikleri ve özelliklerinden bahsediyorum.
İnsanlar istedikleri gibi yorabilirler.

“Dağlara yüklenen emânet Kur’ân-ı Kerim” di de denir, her şey denir.
Muhammedî Melâmette biz başka bir şey söylüyoruz diyoruz ki çekin aklı bakalım dağ mı kalıyor bağ mı kalıyor.
Yaratan, yaratılan mı kalıyor kendisi buyuruyor AKLın önemini Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin:

Resim--- Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anhu)’dan: “Yâ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nurundan (Nûrullah) senin Peygamberinin nûrunu yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levh’i yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhiddir....”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Resim--- Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anhu)’dan: “Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Ey Câbir! Her şeyden önce ALLAH’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nûrudur. O nur, ALLAH’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş/cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı.ALLAH mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nûru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından kalemi, ikinci parçasından Levh’i (Levh-i mahfuz), üçüncü parçasından Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsi’yi, üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı. Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü: Birinci parçadan Müminlerin basîret nûrunu/iman şuurunu, ikinci parçadan -mârifetullahtan ibâret olan- kalplerinin nûrunu, üçüncü parçadan tevhidden ibâret olan ünsiyet nûrunu (Lâ ilâhe illallah Muhammedu’rresulullah n3urunu) yarattı.”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Kastalanî, Mevahibu'l-Ledünniye: 1/6; Krş. Aclunî, I/262-6)

Resim--- Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anhu)’dan: “Yâ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim.Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin nûrunu yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levh’i yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Resim--- Rasûlu Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in (İbn Mesu’d dan): “ALLAH (Teâlâ Hazretleri) aklı yarattığı zaman ona: “gel...” dedi, o da geldi. Sonra “geri dön!...” diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu buyurdu: “Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkatın en sevgilisi olana (insana) bindireceğim.” buyurmuştur.
(Kütüb-i sitte 1687)

Resim--- Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Şu üç kimseden kalem kaldırıldı. (dînî yükümlülükten muaf kılındı, ayrı tutuldu.) Bulûğa (rüşdüne) erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifâ buluncaya kadar akıl hastasından” buyurmuştur.
(Buhârî; Hudud 22, Talâk 11)

Resim--- Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Akıl bakımından rızıklanan kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir.” buyurdu.
(Aclûnî Keşfu’l-hafâ)

Resim--- Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Kişinin dîni akıldır. Aklı olmayanın dîni de yoktur!...” buyurmaktadır.
(Kenzu’l-Ummâl III/7033)

İlk yaratılan benim nûrumdur.
Levh-i Mahfuz benim nûrumdur diyor.
Dört tâne şey sayıyor ilk yaratılan ilk yaratılan ilk yaratılan ilk yaratılan.
Dört tâne ilk yaratılan olur mu? Ne diyor.
Dördü de aynıdır İlâhe İllâ ALLAH’dan bahsediyor.
Bu hadisler Sahih Hadisleri.
Adam altına yazıyor ALLAH ilk defa aklı yarattı.
ALLAH ilk defa Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem in nûrunu yarattı. ALLAH ilk defa levh-i mahfuzu yarattı bir tâne daha var.
İşte ALLAH hepisini tek tek dört tâne mi yarattı.
O zaman birinci ikinci üçüncü dördüncü olur. Öyle demiyor.
İlk defa, ilk defa.
Tüm bunlar nedir?
Hepsi aynı şeydir. Nûr-u Mimdir, Akıldır, Levh-i Mahfuzdur.
Tüm yaratılanların tümü bu mecmuudur cem'i dir. Neden?

ALLAHu Zu'l-celâl de zaman mefhûmu olmaz. Zemin mefhûmu olmaz. Mekan mefhûmu olmaz.
Bizde olur imtihan salonunda olur bu.
Onun için diyorum geçmiş sanki sigara kâğıdının bir yüzü gelecek tümü bir yüzü bizim aklımızda sigara kâğıdı gibi olanda şu anda onun üzerinde olmakta.
Gerçekte böyledir yâni.
İşte bunu akıl kendi kendinin kim olduğunu anladığı zaman çözecek.
Ancak çözecek çünkü. Başka çözemez çünkü.
Kendini bilmeyen neyi bilecek?.
Nasıl bilecek kendini.
Adamı bayıltmışsınız, kalbini çıkarıyorsunuz dışarıda işlem yapıyorsunuz. Nasıl bilecek bu adam kendini?.
Neyi anlatacaksınız buna. Zom uykudaki bir insana!.

Uyur gezer birisine hiç rastladınız mı?.
Bizde vardı Üniversitedeyken Kayseri’li bir arkadaş vardı.
Gece kalkarsın bir bakarsın ki adam gidiyor.
Gece gören tutardı, yakalardı. Su serperdi yüzüne yada tokatlardı götürür yatırırdı.
Neden iki üç kere balkondan düştü çünkü uyur gezerdi.
Onu hareket ediyor sanıyorsunuz onu gören hemen el sallardı nereye felan.
Cevap vermedi mi hemen koşardı. Çünkü uyur gezerdi.

Adam sarhoş. Hiç ne dediğini bilmiyor çünkü aklını o içtiği her neyse esir almış onun normal işlemini yaptırmıyor ama ayık öyle midir ayık öyle değildir.

Eee bütün bunlari tüm Tasavvuf Sistemi açıklar…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Bakarsınız: “ALLAHu Zu'l-celâl şunu yarattı şunu yarattı şunu yarattı şunu yarattı!.”
Dört tâne sayar.
Saydığının birisi Zâtla ilgilidir.
Birisi Sıfatla ilgilidir.
Birisi Esma'yla,
Birisi Eşya'yla ilgilidir.
Hangisinin eşya'yla ilgili olduğunu görüverirsiniz hemen orada.
Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Küllî Şey” i Benim nûrumdan yarattı!” buyurunca,
ALLAH celle celâluhu: “Ve ALLAHu nûru’s- semâvâtı ve'l-ard” buyurdu mu ALLAHu Zu'l-celâl buyurunca tamam bu anlaşılır o zaman.
Aldı mı indiriveriyor aşağıya kadar dersiniz.
İşte bu sistemin kendinden olan bir şeydir.

Bu salâvatta güzel bir salâvattır.
“Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ muhammedin nûri'z-zâti, sırrı sâri'i fi’l- cemi’il- esmâi ve’s-sıfat.
Bi adedi ilmiken dâimen kesîran mubâraken tayyiben fîh..”


İlmin kadar çok olsun. Bereketli olsun. Ayıplardan arınmış olsun.
Tayyibi, ayyıb yâni ayyıb aslında aynın iki yaşayışıdır zâhir ve bâtını fiilen yaşayışıdır.
Bundan kurtuluştur yâni.

Bir kişi kendi CANlığını ve CİSİMliğini hakîkaten İÇiyle DIŞıyla biliyorsa çok rahat olur.

Düşünebiliyor musunuz bir kalb profesörü ciddi bir profesör iyi bilen bir profesör bir başkasından bir şey sorar mı kendi işini çok iyi bildiği için, o sistemi bildiği için en ufak bir şeyde der ki:

“Şu arızam var!.”

Kendini ameliyat edemeyebilir ama bilir bunu.
Bu hep böyledir. Dâima böyledir yâni.

ALLAHu Zu'l-celâl salâtımızı SALLımız Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme bağlasın!.
“Subhâneke Allahumme ve bihamdihi Eşhedu en lâ ilâhe ille ente vahdeke şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke.”

Şüphesiz ki geçen zaman içinde bizden beklenildiği gibi emredildiği gibi MURAD edilip EMRedildiği gibi yaşayamadığımız ve de yaşayamayacağımız zâten belli.

“Eğer siz günah işlemeseydiniz sizi helâk eder yeni bir kavim yaratırdık ki onlar günah işlerdi.”

Resim--- “De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. ALLAH dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok affedicidir, merhâmet ve ihsanı fazladır.” (Zümer, 39/53)

Yüce ALLAH, Tahrim suresi 8. ayette:
Resim---“Ey inananlar, tövbe- i nasûh ile ALLAH’a tövbe ediniz. Umulur ki RABBiniz, kötülüklerinizi örtüp temizler ve sizi içinden ırmaklar akan Cennetlere yerleştirir...”
(Tahrim 66/8)

Böylesi âyetler yanında kulları umutsuzluktan kurtarıp tövbeye yönelten çok hadis vardır. (Bkz: Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47)

Resim---Ebu Eyyûbu’l-Ensârî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, ALLAH Teâlâ Hazretleri sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı.”(Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).


Yine Ebû Hurayra radıyallâhu anh’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Resim---“Canımı kudretiyle elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, ALLAH sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra ALLAH’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”
(Müslim, Tevbe 11. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 238)

“Bizde onları affederdik!”

Kimse günah işlemeyeceğim diye kendini yormasın, işleyecektir.
Sâdece tercih etmemesi lâzım.
Teşvik etmemesi lâzım.
Tahrik ve Tahriş etmemesi lâzım.
Israr etmemesi lâzım vs...
Yâni ama kendisi eğer yemek tabağıysa günde 5 vakit kirlenecektir.
“Değilim!” diyorsa o zaman mezara gitsin orada paketlensin beklesin!.
Böyle bir şey yoktur.

Bu âlem her “ŞEY” in HUDUDlar içerisinde yapılma ÂLEMidir.
Bakınız Haram ve Helâl Dâiresine her şey yerli yerincedir.
Helâl dâiresi o kadar geniştir ki ve o kadar ve o kadar rahattır ve o kadar değerli ve yücedir ki ALLAHu Zu'l-celâl bizzât kendi emri ve kendi sünnetidir.
Yasakladığıysa bir imtihan aracıdır.
Sigara kağıdın bir yüzünde ZİNÂ yazar bir yüzünde NİKAH yazar.
Bu kadar yakın bu kadar zıddır.
Bir yüzünde Lâ İlâhe yazar bir yüzünde İllâ Allah.
Bir yüzünden ÇÖPLÜK bir yüzünde ÇÖL yazar.
Bir yüzünde GÜBRE yazar bir yüzünde GÜL yazar.
Hangisi İYİ hangisi KÖTÜ diye bir mefhum var mı.

İyi kötü senin tercihine bağlıdır.
SEVİYElediğiniz ANda: “Selâmun Aleykum gübre kardeş!”
dediğiniz anda GÜL de der ki size:
“Aleykume's-selâm BİZ BİRiz İnşâallah!”

İşte bu zıdların zevkidir Muhammedî Melâmette.
Bundandır ki Kul İhvanî demekte:

“Zıdları ZEVK edemeyen, derdlerini derd edenler derdden ölüyorlar.
Derdlerini zevk edenler zevkten diriliyorlar!”


Resim---Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in: “Mûtû kable en temûtu: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştu.
(Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Ölmeden önce ölünüz. Nerde öleceksin?
İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar.

Resim---Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): "En nâsu niyâmun fe izâ mâtu intebâhu: İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." buyurdu.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hafa II/414 (2795))

Açık hadisler. Ölünce uyanırlar.
Adam bekliyor ve sanıyor ki ölünce uyanacak!.
Çünkü o, afedersiniz bir hayvan gibi ölmeyi düşünüyor.
İnsan gibi ölmeyi; aklın cehâletinde ölmeyi sonra da kemâlâtında dirilmeyi Tâlim-öğrenim veTerbiye eğitimine yanaşmıyor!..
ERENlere verilen EL'in Yedullah'ta Olduğunu Anlamıyor!..

Men arefe nefsehu fekad arefe RABBehu!.

Resim---Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe RABBehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Men arefe, İRFANı kim yapar.
İLMi insan kendi yapar.
EDEBi PÎR verir.
İRFANı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem verir.
ERKÂNı koyan, rüknü koyan ALLAHu Zu'l-celâl'dir Sünnetullahı kuran.

Peygamber Aleyhi's-selâm'ın da gözü kafasındaydı. Tabanında değil hâşâ.
O da bir anneden doğmuştu aynı şekilde.
Sünnetullah'ta, ERKÂN (Rükünler. Esaslar. Temeller) da RUKNda değişiklik olmaz. Asla olmaz.
Rükn: Direk. Esas. Kuvvet. Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli..

ALLAH celle celâluhu Sünnetini tebdil etmez.

سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا

Resim--- " Sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl(kablu), ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen):
ALLAH'ın bundan evvel geçenler hakkındaki kânunu ki ALLAH'ın kânûnunu tebdile çâre bulamazsın” (Ahzâb 33/62)

Men arefe nefsehu, nedir nefis?
Basit bir kelime mi?
Nefis nurdur. Açık nurdur ve en muhteşem nurdur.
“BEN” liktir çünkü hüviyet vermektir.
Karşıdakine hak tanımaktır.
Velâyet, yetki vermektir.
Hem vermeyeceksin hem de mahkum edeceksin olur mu?.
BEDEN gibi MUHTAÇ edeceksin.
NEFİS gibi MECBUR edeceksin.
KALB gibi ME’MUR edeceksin.
RUH gibi MAHKUM edeceksin!.

Hiçbir imkân tanımayacaksın!..
Sen Firavunsun diyeceksin.
Hâşâ ve hâşâ böyle bir şey yok.
Öyle değil, öyle değil.
Her şey âdildir. Rüşd vardır rüşd.
Nefs Nun-Fi-Se' dir. Se Sîn dir orda.
Yâ Sîn gibidir tıpkı. Se Sîn Ya Sîn gibidir.
Yâ Sîn yaşayış kurallarıdır gerçekten.
Beden gibidir Yâ Sîn.
Ama Sad Sûresine geçseniz. Sadr gibidir.
Kaf Sûresine geçseniz Kalb gibidir.
Nur Sûresine geçseniz Ruh gibidir.
Ben hep söylüyorum bunları tek tek inceleme imkânımız olsa, dört tânedir bunlar zâten.
Başka yoktur. Ben dâima Yâ Sîn'i tek harf gibi aldım.
Çünkü baştaki Ye illetli harftir yardımcı harftir hârikadır yalnız.
Bunu mesela incelemek istedim ama bir fırsat bulamadık.
Fırsattan kastım, olmadı.
Ama hep gönlümdedir yalnız.

Nefis de böyledir. Nun-Fe ve Se dir.
Burdaki Sin insan sırr'ıdır, aklın sırr'ıdır.
Sırr-ı Sebildir. Sırr-ı Süveydâ'dır. Sırr-ı sıfır'dır. Sırr-ı Ali'dir. Yüce bir sırdır yâni.
Ve fi, dâima içimizdekidir.
Candır yani fi dediğimiz. İçerdekidir.
Nefis bütün bunların bize verilmiş bir nur payıdır.
Ve ALLAHu Zu'l-celâl bize bununla hitap eder.
“Seni cennete sokacağım, seni cehenneme!.”
Sende öyle dersin: “Beni nereye sokacaksın?” Böyle bol keseden atıp elinde tüfekle: “Nefsi öldürdüm, kaldırdım.
Öyle yaptım böyle yaptım!”
Uydur kaydır, kulakdan dolma, tahkik olmayan taklid laflarla olmaz bu İşler!...
Öyle demiş böyle demişmiş!.

Kur’ân-ı Kerim ne buyurmuş biz ona bakarız.
Niye?
İngilizce, Frasınsızca gibi ya da herhangi bir şey gibi “tırrııııt!” diye geçemeyiz?
Niye geçmeyiz?.
Geçersek böyle perişan oluruz koskoca dünyâda İslâm Milleti olarak..

İşte bu nefis. Bizim içimizdeki üfürüşdür. Sûrdur.
Her nefes niye nefes diyoruz nefse.
Nefes nefese mecburdur. Mecburdur.
Bakın hepsi birden toplanıverir.
Nefse deseniz ki nefes sana ne lâzım.
Muhtâcım, Mecbûrum, Me’murum alıp vermeye üstelik.
Vermezsem bir de kâtil olurum kendimin.
Ve Mahkûm da ayrıca yarım nefese.
Tümü her nerde giderseniz gidin bu sistem dâima karşınıza çıkar.
İlâhe illâllâ Allah'tır çünkü. Bu nefis bu.

Men arefe nefsehu fekat arefe RABBehu.

Fekad kesinlikle, kati olarak muhakkak tekidle illâ ve illâ hiç şüphesiz ki ne olur.
Arefe bilir, örf eder.
Nedir örf? Aklı olup da ağzının nerde olduğunu bilmeyen var mı?
İşte örf budur.
Tabanında adam ağzını arar mı. Böyle bir âdet olur mu bu.
Otomatik biliş gibidir.
Hoş gerçi adam atmış sene yaşıyor canından haberi yok.
Çünkü canı yanmazsa haberi yok.
Canı yanarsa canı orada.
Nerede ağrı varsa aman aman aman geçti mi can yokmuş gibi hareket ediyor.

Hava yokmuş gibi.
Su yokmuş gibi ihtiyaç olduğu zaman.
Kendi hayvansal yaşayışından dolayı.
İnsanca yaşadığı zaman ise her şey yerli yerinde lâzım ve lâyık yerinde olduğu için düzgün olmak.

Fakat Arefe RABBehu.
RABBe RABB çift be iledir.
İki be sırrı taşır zâhir ve bâtın sırrı taşır kendi üzerinde.
İyi de peki bu RABB sırlarını söylesen.

İşte yazmışım Münir Hocam diyor ki Rubûbiyyet Sırrını söylemek küfürdür diyor.
Küfür nedir?
Söyleme. Söylersen ne olur.
Çıplak bir kabloyu eline almış olursun yazık edersin, kime? herkese.
Kendin de dâhil herkese. Neden?
Çünkü o bir rüşd işidir.
Hayır hayır ben ne rüşd felan bilmem.

“Beş yaşındaki bir çocuğu beş yaşındaki bir çocukla evlendireceğim.
Eğer bunlar dokuz ay sonra çocuk doğurmazlarsa ikisini de öldüreceğim!”
“Yapma yaa!.”
“Öldüreceğim?”.
“Niye?.”
“Çünkü tanımıyorum ben rüşd müşd bilmem!” diyor.
“Belhum edallun hayvandan aşağı birisiyim!” diyor yâni.

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

Resim--- Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren mine'l-cinni ve'l-insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke'l-en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne): Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gâfiller onlardır.”
(A’raf 7/179)

“Sünnetullahı tanımam!” diyor.

Az mıdır 18 sene insanın rüşde ermesi için!.
Hangi hayvan vardır 18 senede rüşde eren?.
Çok azdır. Böyle aklıyla.
Demek istiyorum ki bunlar hep iyi dikkat edilmesi gereken şeyler.
Eğer kemâlât kolay olsaydı Mükemmel-Kemâle ermiş olan Muhammed Aleyhi'-selâm olmazdı.
Herkes olurdu.
Mükemmil- Kemâle erdiren olan da o olmazdı.
Başkalarını mükemmel etmek.
Rahmeten li'l-'Âlemin O’dur.

Urvetul vuska tek ip O dur.

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---" Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren mine'l-cinni ve'l-insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke'l-en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne). : Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip ALLAH'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. ALLAH işitir ve bilir.” (Bakara 2/256)

Hable'l-verid O dur zâten.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim--- "Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu ekrabu ileyhi min habli'l-verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

Hülâsa O çok şeydir sistem içinde.
O Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'dir..

Bir câhil akılsız bir yabancı olsa:
“Aaa peygamberini ne kadar da çok övüyor!.” der
O kimseye:
“Yaratana X diyelim, yaratılana da Y diyelim de konuşalım.
Seninkine de bir yer bulalım burada!.”

Bir Japon Profesörle ben böyle konuştum:
“Gel X diyelim benim ALLAH celle celâluhu dediğime X deyim. Sen de güneşe X de de bir bakalım bi. Hangi güneşmiş bu."
Ne dedi denize dönerek ve göğsünü açarak ve eliyle göstererek dedi ki:
“O buradaki Güneş!.”
Ben de: “Desen ya sen de benimkine diyorsun! Ben gökteki güneş, bayrağınızdaki güneş zannettim. Eğer öyle değilse senin dediğinde benim dediğim. Sen göğsünün içindeki şah damarından yakını söylüyorsan bende ona X diyorum. İsimler değişti sâdece!.”
Çok mutlu olmuştu…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Ama bu bilme, bilgİsâyar bilgisiyle böyle bir ne bileyim bir şey görüverdik. Anlayıverdik olu verdi şeklinde asla değil.
Olmamaktadır o tamamen yanlıştır onu demek istiyorum.

Netice de her şey bir nasibtir yani.
Her an kaderle yaratıldığı için akılların da kaderleri vardır.
Kaderleri ve kadarları vardır yani.
Kadarları kadar alırlar kaderlerini yani hani nasib ve kısmet var ya nasib bir ırmaktır akar.
İçerisinde insanların nasibleri yazar, sanki balıklar gibi geçer.
Balığın üzerinde yazar “Canan” a aittir. Bu nasibtir.
Eğer o balık yoksa, nasibi yok demektir.
Haa bu NASİBin ele geçip çekilebilmesi için KISMET oltasını atmak Sünnetullah Şartı olarak çıkmıştır ortaya.
Olta atmak!. Bu AKILdır. Akla emredilmiştir.
Allahu Zülcelâl demektedir ki: “Bu NASİB balıklarınıza AKILllarınızla yüklendiği üzere olta atacaksınız.”
Sünneti de târif etmiştir.
“Şunları şunları yapın, şunları yapmayın!. Kelâmullahta EMİR ve YASAKlar!
“Aynen Yahudilerin işleri gibi Cumartesi balık tutmayın!”
Buradan geçer balıklarınız.
Onlar Yahudiler, akıllı ya: “Oraya bir çevlik yaparız!. Gelir buraya dolar. Cumartesi serbest diğer günler yasaktı ya. Diğer günler biz o balıkları tutar havuzdan yeriz!”
Akıllı oldukları için. Aklı kötüye kullandıkları için.
Ama bu başlarına derd olmuştur.
Ne zaman kı insan nasibini meşru yoldan olta attığı zaman, yapması gerekini yaptığı zaman, tercihini kullandığı zaman nasibi tercihe dönüşür.
Bu hep böyledir. Maddî mânevî böyledir.
Tercihleri çok iyi kullanmak Allah’ın izniyle gerekir.
Ve bu konuda da zâten DUA bizden, HİMMET bu yolun hizmetçilerinden.

Şifâ, ne demek şifâ?
Şifâ basit bir kelime değil ki içimizdekini şuhuda çıkarmak demektir.
Şu AN a çıkarmak demektir.
Çıkıyor mu?
Buğday tohumunu ekmeyince, belli şartları sağlamayınca çıkıyor mu ki o çıksın.
Yani çıkmıyor!. İşte bu çıkamıyor. Sünnetullah engelliyor bunu.
Tebdil olmaz diyor değişmez.
Bir bedel ödenerek değişemiyor.
Allahu Zülcelâl lütfu kereminden hepimize hak ve hayr nasib etsin, kısmet etsin ayrıca.
Bize kısım versin ondan demek biliyorsunuz kısmetten kasdımız inşâallah biz öyle bir SALLama giriş yaptık yani.
Ama geçen Cuma sohbetimizde sanıyorum Duhâ’yı bitirmiştik sanıyorum.
Evet biliyoruz ki Duhâ gerçekten Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem için en, Abese Sûresi de öyledir Duhâ da öyledir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem için zor zamanların sûreleridir bunlar, ilk dönemin inen sûreleridir.
Ve Alak da öyledir Peygamber Aleyhisselatü Vesselâmın: “Ben cisimden cana kaçıyorum!” buyurduğu yerlerdir.
Biz transit geçtik Kalemi, Alak, Kalem, Müzemmil, Müddesir, Fatiha da bitiyor.
Halbuki bu dördü tevhidi tamamlıyor.
Fatiha onun için geliyor.
Tekrar bir daha döneriz.
Alak da “” deriz Kalemde “İlâhe” ye bakarız.
Müzemmil de “İll┠Müddesir de “ALLAH” Sırrımızı tamamlarız.
Ve Fatiha’ya girişle başlarız.
“Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe): Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.”
Yedullah’tan başka eli olanların eli kurusun.
Yed’, yani daimiyeti yaşamaya çalışanlar.
Benimdir o eller diyenler.
İbad, ebedî olandır aslında. Daimiyet bileliğine eren demekdir.
Ama “Ey kulum!” diye daima Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem e hitap edilmiştir Kur’ân-ı Kerimde.
Şimdi biraz sonra gine göreceğiz İsâ, İsâ, Musâ Aleyhisselâm ismen çok geçer.
Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem “MUHAMMED” sallallahu aleyhi vessellem ismiyle dört yerde geçer ve hep “Ya Nebî, Ya Rasûl!” diye geçer. Bunlar tesadüf değildir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in üstünlüğlüdür.
Hâşâ biz bunu zâten biliyoruz ki fark kıyasla değildir.

Resim--- “…lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî): Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” (Bakara 2/285)

Biz SEVİYEciyiz tesviyeciyiz BİZ.
Biz bu âyeti iyi anlarız.
Allame-yi cihanmış: “Şu peygamber şundan üstündür!” diyormuş.
Biz bilmeyiz. Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî)
Biz fark ettirmeyiz âyetine inanırız üstün alçak bilmeyiz çünkü.
Neden?
Kur’ân-ı Kerim bildirmez.
Birisi diyor ki: “şu şundan üstündür.” Yazıyor adam.
Tefsirleri açın bakın.
Ne olacak bu âyet?
Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî)
Allah’a Kur’âna inananlar peygamberleri birbirinden fark ettirmez âyeti ne olacak?
Haa başka âyetler vardır.
Ey Allaha inananlar “Peygamber sizin nefislerinizden evladır” doğrudur.

Resim--- “En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel mu’minîne vel muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliYaikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl kitâbi mestûra(mestûren) :Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitab’ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu (hüküm) Kitap’ta yazılıdır.” (Ahzâb 33/6)

Peygamberleri birbirinden üstün sananlar için Muhammedî Seviye hiç yerien oturmamıştır. Kullanılmamıştır.
Eğer kullanılmışsa lütfen beni uyarın.
Samimi söylüyorum bir tefsirde bir yerde var ise hakikaten uyarın.
Benim inancım o ki İFRAT ve TEFRİT yoktur.
İTİDAL ve SEVİYE vardır.
TEVHİD SEVİYElemektir.
“Lâ İlâhe” inkarı ile “İllâ Allah” ikrarı aynı yerde kalmak şartıyla SEVİYElenince artık adı TEVHİD olur.

Hani çok yanıcı 2 Hidrojen ile çok yakıcı 1 oksijeni SEVİYEleyince söndürücü “SU” Oluşmakta ya işte öyle bir şey…

Sırat-ı müstakîm budur ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Kur’ân-ı Kerimdir kendisi zâten.
Kur’ân-ı Kerimi getiren, Onda olan, yaşatan kendi nurundan halk edilendir.
Halk edilen kısmını demek istiyorum.
Böyle bir SEVİYEden bahsetmekteyiz biz.
Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî)…
Asla ve asla peygamberleri fark ettirmeyiz.
Edemeyiz ki ayıramayız yani.
Özellikleri değişiktir, yerleri değişiktir.
İnsan seyr ü sülükünde insan aklı bu ÇÖPLÜK ve ÇÖLden geçerken elbette nasıl ki kendi hayatımızda; bir gün yeni doğmuş bir bebek iken yüzüne dokunduğunuzda biliyorsunuz bebekler güler.
Öyle değil mi? Halim de öyleydi.
Ama bu gün öyle değil. Yarın da yarında başka olacak.
Ama Halim hep aynı kişi yalınız.
Aşamaları anlatmak için söylüyorum aşamaları.
Bu hayat seyr ü sülükünde seyr ederek yürümektir seyr ü sülük.
Bir seyir vardır şu anda otobüste gidiyor gibi.
Sülük yol almaktır.
Adam uyuyorsa, adam uyur gezerse, adam sarhoşsa ne GÖRecek?.
Seyrü sülük mü bu?.
Yoook!. Sadece aykta uyumak!..

Hacca gidiyorsunuz uçakla üç buçuk saatte tak havadan hiç bir şey germeden iniyorsunuz.
Bir de kara yoluyla gidin bakalım. Biz gittik de beş güngece-gündüz yol gittik.
Başlayıverdik Urfadan. Musul’da Yunus Peygamber Aleyhisselâmın mezarı gördük iki buçuk üç metre boyunda.
Abdulkadir Geylanî Efendimizin türbesinde mescidinde devran zikirlerine katıldık.
Musâ Kâzım Hazretlerini, İmamı Azam Efendimizin ve diğerlerinin.
Kerbalâyı da, gezmediğimiz görmediğimiz yaşamadığımız yer kalmadı.

Demek istiyorum ki seyrü sülük öyle basit birşey midir.
900 kilometre bir çöl geçiyorsunuz. Kerbelâdan Suud kapısına kadar..
İnsan aklı duruyor.
Türkiye nin bir ucundan bir ucu kadar çölde yürüyorsunuz.
Kendine mahsus muhteşemlikleri var. Hârikalıkları var.
Ayrı bir dünya ayrı bir hayat ayrı bir güzellik ve özellik.
Bütün bunlar insan hayatında kademe kademe.

Elbette her yerin her makamın kendine göre bir yerleri vardır.
4x7=28 felan öyle uydur kaydır değildir.
Bir İbrahîm Aleyhisselâm dediğiniz zaman şeriatın temeline oturuverir.
İbrahîm = Ebu Rahîm olarak.
Rahîm, Er Raufu Rahîm olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin babası olarak oturuverir.

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

Resim--- “Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne RAÛFUN RAHÎM (rahîmun) : Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe 7/1289)

Hanif dinin temeli olarak, tevhidin temeli olarak oturuverir.
Şeriat-ı Garranın her şeyi olarak KÂBE’ yi o kurar.
Ondan doğar İsmail, ondan doğar Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm. Yani bunu görmeyelim mi?.
Göreceğiz tabi, yaşayacaksın. Yaşamalısın!.
Bu bir hakikattir ve doğrudur.
Bir tarikat sisteminde biz, oraya O’nu oraya oturtmaya çalışmıyoruz. Hakikatta öyledir.
TOPRAK gibidir, BEDEN gibidir İbrahîm Aleyhisselâm. Gerçekten öyledir.
Musâ Aleyhisselâm hakikaten NEFİS gibidir ve hakikaten ATEŞ gibidir. Sistemine bir bakın ateş olmayan yer göremezsiniz.
Tek orda vardır bir peygamberin insan öldürdüğü.
Öldürdüğünden kastım başka şeydir ama onu demek istiyorum.
Yani bu öyle tesadüfen olmuş bir şey değildir.
Özellikler onu gösterir.
Nardan nuru görürsünüz.
Yeşil ağaçtan çıkan ışığı görürsünüz.

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ

Resim--- “Ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdarinâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne).: O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.” (Ya-Sîn 36/80)

Şah damarınızdan yakın olan Rabbınızı görürsünüz.
Bütün bunlar nerden nar olmadan nur oluyormuş.
Kim demiş ateş, cehennemin zümârasıdır diye.
Nasıl zümârası da kış günleri niye soba yakıyoruz ya.
Cennet yapmak için evi.
Cehennem olan insan bedenindeki ateşin 40° - 42°ye çıkmasıdır.
Ateş artınca buza sokarlar çocukları. Ateş çoğaldı diye.
Bedenin ateşi düşsün bakalım ne oluyor?.
Sıtma tuttu diye kendisi girer ateşin içine.
Cennet nereymiş.
Cennet SEVİYEli bir ateşmiş meğer.
37° var ya NAR değil NURmuş meğer.
Demek ki nur dediğimiz SEVİYEdir.
Maksimum minimum değil optimumdur.
İfrat tefrit değil itidaldir. Orta yoldur.
Ne buyuruyor?.
“Salât-ı Vustâ’'ya dikkat edin!”

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ

Resim--- “Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn(kânitîne) .: Namazlara dıkkat edin hele orta namaza, ve kalkın Allah için divan durun.” (Bakara 2/238)

Arıyor adamcağız. Arıyor insanlar.
Öyle mi desek ortaya gelir.
İkindi mi desek ortaya gelir yoksa ortalasak mı. Neden?.
Sence neden Halim?

Halim : Valla tam şey yapamıyorum. Bir şey diyomiyorum. Dinlemeye çalışıyorum.

Kulihvani : Ama ben şunu diyorum SALL ulaşımdır.
Orda ikinci kelimeye bakmak lâzım.
İkinci kelimeye bakmak lâzım.
Bir SALL ı nasıl ortalarız nasıl seviyeleriz.
Bu doğru değil mi. 360° derece bir daire.
Ben şimdi buraya dursam hakikatta, gerçi bize bir açı verilmiştir şu arada olsa KIBLE kabul edilir diye.
İnsanları zora sokmamak için.
Ama hakikat nedir bir tek derecedir.
İmkanımız olsa burdan ışın mor ötesi kızıl ışın salsak Kâbede bir âlet olsa oraya hedefleriz.
İşte bura kıble dememiz lâzım ama bu imkan yok.
Diyorum ki 360° nin 359° si kıble değildir, kabul değildir.
Salâtil vustâ bir derece olan tam isâbettir.
İşte burda bunu yaparken kişinin beden nefis kalb ve ruhu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme yüklenmişse yani onun rotasına girmişse salâtil vustâ elbette yani.
Yoksa hâşâ ikindi namazinâ önem verinde akşam namazinâ önem vermeyin anlamında değil.
Zâhire yorulduğu bunu söylemek istiyorum.
Öyle dense mahsuru yok desinler.
Diyelim diyelim de bir başka şey daha var yalınız.
Sallın önemi neydi? Yeri yurdu neydi?
Bunu bilseydik. Bir dakika.
Burdaki SALL biz Lutfullah Lutf-u Muhammed sallallahu aleyhi vesselleme sahib oluştur.
Lütuf, içimizde bize şah damarımızdan yakın olanın tarhıdır.
Turfetü’l- ayndır.
Göz açıp kapayınca felan yorumlanmaktadır.
Yarım nefes gibidir.
Yok ediş var oluştur.
Şe’endir. Şu anda halk ediştir vs. dir vs. dir.
Ama şunu demek istiyorum.
Bir şey var. Sall basit bir şey değil ki her an SALL değil zâten.
Onun için “Allahu nurus semavatı vel ard” buyuruyor.
Geçen sene yarattığı yerinde duruyor anlamında değil.
Her AN yok edip var ediyordan öte YENİDEN YARATIYOR..
Allah plan proje yapmıyor. Malzeme kullanmıyor.
İnşallah Allahu Zülcelâl bize güzellikleri nasib eder.
Özellikleri nasib eder. Evet.

Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdulillâhi Rabbül âlemin
E lem neşrah leke sadrek(sadreke).
Haaa Duhâ tekrar döneceğiz çünkü ben içime sinmedi şeyler.
Bizim bu gidişlerimiz.
Çünkü biz iniş sırasına göre tekrar döneceğiz.
Ama bu bizim şu andaki çalışmalarımız bize bir fayda sağlıyorsa kendi gönlümüzce bir oluşum sağlıyor.
Bakın bebekler büyürken “Biz büyüyoruz!” u bilmezler.
Onların büyüdüklerini öbürleri bilir.
Ben basit bir kervan köpeğiyim, hizmetçisiyim Allah’ın izniyle.
Bir davası olmayan insanız inşaallah.
Hiçbir zamanda olmadı olmaz inşaallah.
Fakat bir gerçek vardır ki mânevîyatta da böyledir.
Hiç kimse kendi gelişimini bilemez.
Biliyorsa zâten onda bir sorun var demektir.
O çocuk değil demektir.
Başka bir şeydir yani.
Ya büyümüş küçülmüşdür ya da ahmaktır.
Ya da bir sorun var.
Aksi takdirde gerçekten bir tekümmül varsa bir seyir varsa onu bilecek olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem dir.
Ali Keremullahiveche dir belki diğerleridir. Hizmetçileridir.
Aksi takdirde kişi kendini kontrol edebiliyorsa o bir gelişim değildir zâten neyini kontrol edecek ki.
Eee görür tabi çocuk olmadığını anlar.
Ama bir başkası görse bir seni bebekken görse, bir çocuğu görse bir 10 sene sonra görse aaa ne kadar büyümüş der ilk sözü.
İşte bütün bunlar gelişme bakımından söylüyorum.
Bütün bu çalışmalarımızda bize temel hazırlamakta.
Daha ve öndeki ve bundan sonra gelenlere şey hazırlamakta ana değer yargıları hazırlamakta ki onun üzerine oturtabilelim diye.
Vedduhâ gibi bir Sûre Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem e indi.
Yani biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem devrinde yaşasaydık.
Bize önce Alak Sûresi gelecekti.
Kalem gelecek, Müzemmil, Müddüsir, Tebbet, Alâ, Vedduhâ gelecekti bir gün.
Fecr den sonra Leyl gelecekti.
Leyl den sonra Fecr şafak sökecekti.
Vedduhâ tam güneşin en şiddetli olduğu zamanda gecenin en şiddetli olduğu bir hal anlatılacaktı.
“Ved duhâ. Vel leyli izâ secâ.” güneşin en parlak zamanına yemin olsun “Vel leyli izâ secâ”. içime sahib olan bir sır yani. Ne demek?
Ahadiyet, Ahmediyet karanlığının sırrına sahibliktir.
Muazzam bir şey saklamaktadır.
Ancak Vedduhâ da anlaşılacaktır ve zâten arkasından gelen “E lem neşrah leke sadrek” te bunun açık açık ifâdesidir.
Gerçekten güzelliği ve özelliğidir.
Burda biterken Allahu Zülcelâl buyurdu ki.
Bahset nimetlerden. Anlat.
Çünkü anlatacak tek Zât.
Bütün sifâtların yansıma mazharı olan bakın tekrar söylüyorum bütün Allahu Zülcelâl sıfatlarının tezahür noktası olan esmalarının eşyalarının geçiş noktası olan.
Zâtın dışındaki mâsivanın tümü Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ dan geçmektedir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem den demek istiyorum.
Onun için de bakın iniş sırasına göre acaba hangisi önde bilemiyorum ben bakamamışım.
Bak bakalım Ali, Âl-i İmrân, Ahzâb, Muhammed, Fetih Sûrelerinin iniş sırasına göre en son Fetih indiği kesin. Bildiğim kadarıyla.
Muhammed ondan bir önceki ama Ahzâb ve Âl-i İmrân ın hangisi hangisinden önce iniş sırasına bakıverelim yahutta.
Ahzâb Sûresi Âl-i İmrân dan önce mi inmiş sonra mı inmiş.
Muhammed sallallahu aleyhi vessellem isimlerine bakmak için söylüyorum.
İniş sırasına göre nasıldı acaba bu dört Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ın ismi.

Nasıl gelişine göre nasıldı?. Evet.

Bakın Kur’ân-ı Kerimdeki aynen iniş yerleşim sırasına göre:

Âl-i İmrân 3/144; Ahzâb 33/40; Muhammed 47/2; Fetih 48/29.

Kur’ân-ı Kerim de de bakarsan iniş sırasında aynen resim sıraya göre bunlar arka arkaya gelmişler demek istiyorum.
İşte bu dört Sûrede Muhammed sallallahu aleyhi vessellem isimleri geçmekte.
Tesadüfen beş tesadüfen üç değil bunlar hep Münir Hocamın da dediği bu.
Yani inceleyelim bakalım diye buyuruluyor zâten.
İnşirah Sûresi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin Bedenen, Nefsen, Kalben ve Ruhen oluşumlarıdır.
Bunlar Abdullah Aleyhisselâmın ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ile yani bir beşerin peygamberiyle SALLı meselesidir.
BİLişmesi, BULuşması, OLuşması YAŞAması meselesidir.
Ana bağlantıdır. Yani geçici değildir.
Ben fişe prizi sokuyorsam cereyan alırım.
Ölsem bile alamam yoksa.
Ne desem alamam. Bunu SALL ana bağlantıdır.
Bunun hazırlığı vardır.
İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin çocuk olarak doğuşundan zâten başlamıştır.
Babası alınmıştır. Yetim doğmuştur.
Dört yaşında iken annesi gitmiştir öksüz kalmıştır.
Süt anneye verilmiştir. Halime annemize.
Halim Can o da Halimce yalınız.
Öyle bir anne ki rahmân memesi süt veriyor doğuştan.
Rahîm memesi vermiyor. Kör diyorlar o memeye. Kör meme yani.
Hakikaten kendi çocukları var.
O sönmüş bir meme yani. Ve fakirlik var.
O dağlardan süpürge otu topluyorlar develerine varsa develeri yüklüyorlar. Ya da sırtlarına alıyorlar geliyor.
Bahar yaza yaklaşırken çok sıcak olduğu için Mekke ağır yani sıcak gerçekten çok sıcak.
Diyorlar ki yani çocuklarınızı bize verin biz yaylada onları emziririz bakarız siz de bize para verin, yiyecek verin.
İçecek verin. Herkes beğeniyor.
Benim çocuğuma.
Aileler zâten öyle gelmiş gelenek hakikaten onlara iyi şeyler veriliyor.
İyi bakana iyi şeyler.
Onun için de insanlar bunların bu ağa çocuklarını çok istiyorlar.
Ama Halime Vâlidemiz o kadar çelimsiz şey ki.
Çok iyi insan fakat kendi çocuğu da var çünkü öyle olmazsa zâten rastgele değil yani.
Göğsünü möğsünü bakıyorlar yani. Meme bakıyorlar.
Kendine bakıyorlar her şeyini kontrol ediyor adamlar.
Fakat garibim öyle ne yapsın hiç bir şey yok sermayesi yok yani.
Ora gitse bura gitse de netice yok yani.
Netice bu kafile geri dönecek. Orda kalamaz artık.
Bir grup çünkü böyle bir bizim eskiden köylerde öyleydi şehre gelenler affedersiniz merkeblerle gelinir.
Grup halinde gelinir gidilir.
Öyle bir gurup yani çok uzun yollar oralar.
Tek başına bir kadının gideceği yer değil yani.
Kocası da yanında yani. Arıyorlar tarıyorlar bir kişi yok.
Yani kime varsalar onu beğenmiyorlar daha genç daha gösterişle anneler var.
Çocukları başka kendi emzirdiği çocuklar var zâten onların.
Süt anneleri bunlar.
Ve neticede Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem için, Ebu Talibin de böyle bir çocuğu bir yetimi olduğu söyleniyor.
Yok mu yetim diyor kendisi zâten öksüz yok mu kimse.
Kahrediyor kahrediyor.
Ben mi yaptım bu göğsümü böyle diyor çünkü.
Ee bi tane var onunla da öbür çocuklarımı besledim.
Böyle ben çelimsiz kaldım.
Tek başıma diyor yani. İki çocuğu var yani kendisinin.
İki küçük anlamında söylüyorum.
İşte bu şeyde iken.
Diyorlar ki bak burda Ebu Talibin yetimi var diyorlar.
Kelime böyle hadisdeki Ebu Talibin yetimi var.
Kapılarını çaldığında ne diyorlar.
İyi ama bizim verecek bir şeyimiz yok ki.
Yani biz ona çok bir şey veremeyiz yani.
O da diyor ki verirseniz verirsiniz vermezseniz bende mâdem öksüz ve yetimmiş götürürüm.
O çocuklarımın yanında insanlarla geri getirir size teslim ederim.
Yaaah. İşin garip tarafı vermeyiz diyorlar.
O öksüz ve yetimdir veremeyiz.
Ama sol göğsümde bir canlanma oldu bir sızlanma oldu.
Sanki kanım süte dönüşdü sanki biraz sonra taşacak akacakmış gibi geliyor haaah.
Bu olay ne zaman oluyor kuşluk vakti.
Vedduhâ da oluyor işte. Bir düşünelim.
ikindi üzeri tekrar kafile yola çıkacağı zaman tekrar gidiyor.
Ne düşündünüz ne verecek misiniz.
Size söylemiştim değil mi sadece sol göğsümden südün taşacağını görüyor musunuz dolukmuş bir sığır bir inek gibi.
Hasandağında keçiler emişe gelirken koşarsa dolukmuş memelerinden koştukça süt atarlar.
İşte bu Rahmetenlil Âlemin Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem için muhteşem bir şeydi.
Muhteşemlikti yani. Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem onu gördüğü zaman Halime Vâlidemizi öz annesi gibi gitmiştir.
Öz annesi gibi koçmuştur yani kucağına.
Bu bağ hangi saldır bu bağ.
Bu ne biçim bir bağdır ki nasıl tanışıyorlar değil mi ruhlar.
Aynı ruh olduğu için.
Nasıl buluşuveriyorlar bilişi veriyorlar.
Ayıramıyorlar ki vermem desinler yani.
İşte bu götürüşdür. O da ilginçtir.
Herkes yükünü yüklemiş bunların devesi yoktur.
Zâten çelimsiz anne.
Birisi diyor ki: “O çocuğu ver devenin üstüne alayım!”
O da diyor ki: “Yok yok!”
O sanki gökteki bir bulut gibi kendi başına gidiyor.
Bana bir yük vermiyor ki öyle görüyorsunuz yani gerçekten vermiyor.
Yani sırtımda 4 yaşındaki bir çocuk taşıdığımı düşünmeyin.
Ne kadar güzel değil mi ve özel.
Halim öyledir zâten “Lâm Mim” dir “Ha” laşmıştır o kadar.
Selim de öyledir. “Sin”leşmiştir o kadar.
Meleme de öyledir “Mim” leşmiştir o kadar.
Bunlar uydur kaydır değildir. Değildir.
Bunlar Muhteşemliklerdir, Mübareklikler, Muazzamlıklar ve Mukaddesliklerdir.
Bu âleme yaşansın diye gelmiştir.
Her şey gibi yaşanmayan yalandır zâten yoktur onlar için Haramdır yasaktır.
Onlara onlar gözsüz kulaksız ve kalbsizdirler.
Onlar hiçbir şey görmeyecek duymayacak ve yaşamayacaklar.

Resim--- “Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallun, ulâike humul gâfilûn (gâfilûne) : Andolsun ki; cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, onunla gerçeği anlamazlar; gözleri vardır, onlarla göremezler; kulakları vardır, ama onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, hatta daha şaşkın (dallun:sapık) dırlar. İşte gafiller bunlardır.” (A’râf 7/179)

“Bel hum edallun” hayvan olsalardı keşke anlarlardı bir şey.
Hayvan bile olamadılar yani ihanet içinde kaldılar Allah korusun. Kötülemek için söylemiyorum.
Nefislerimizin kadir ve kıymetini bilelim diye söylüyorum.
Çünkü onlar Allahu Zülcelâl Nurudur. Ve tek muhatabıdır.
Evet Halime Vâlidemiz götürmüşdür.
Gözü, insan gözü dışarıda olduğu için daha zor korur.
Onu ruhu gibi korumuştur.
Bu kadar çok sevmiştir.
O da o kadar çok sevilmiştir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem.
Çoban zâten dağın başında evleri vardır diğer insanlardan uzak biraz.
Yani kenarda demek istiyorum.
Kalender insanlar çok kalender ama.
Haaa ora bir dağarcık hazırlıyor.
Ebu Talib’in Ali Efendimizin annesi Fatma vâlidemiz.
İşte dağırcığın içerisine unu yağda kavurmuş sanıyorum zeytinyağı kavurmuş.
Ku’d denilen bir dağırcık içerisine doldurmuş.
O dağarcık yaşadığı sürece Halime Vâlidemiz bitmemiştir.
O dağarcıktaki azık demek istiyorum.
Üç parmağıyla sağ elinin üç parmağıyla almıştır besmele çekerek tuz alır gibi.
Benim gönlümün gördükleri hârika şeylerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin bu hayatının bu bölümüyle ilgili demek istiyorum.
Hârikadır şey Halime Vâlidemizin o sadakat ve samimiyeti.
Kendi peygamberine öyle bağlılığı, nurundan yaratıldığını, ona karşı bu kadar bilemeden bilişi.
Bulduğunu bilmiyor ki.
O olduğunu bilmiyor ama yaşıyor yalınız.
Onun için de biz kokuyu esas alırız.
Kıtmir grubu kokuyla esastır.
Kokuyu severim ben Halime Vâlidemizin kokusunu, Sümeyye Vâlidemizin kini de çok severim.
Ben Hatice Vâlidemizin kokusunu da çok severim.
Fatmatü’z- Zehra Vâlidemizin de kokusunu çok severim.
Ne güzel dört kadın değil mi Hepisi de İslamın ilk, en acı günlerinde var dördü de.
Ayrı özellikleri olduğu için söylüyorum.
Halime Vâlidemiz bunların temelindedir.
Garip kalender birisidir ama temelindedir.
Sümeyye Vâlidemiz öyledir.
O da temelindedir.
Hiçbir yasak hiçbir emir yokken kolları gövdesinden ayrılmış ve bacakları dört yöne gitmiştir.
Ve ortada sadece: “Eşhedü en Lâ İlâhe İllâ Allah ve Eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah!” sesi Errahmânü arşi istiva da seviyelenmiştir.
Hâlâ ordadır o ses.

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى

Resim--- “Er rahmânu alel arşistevâ: O rahmân Arş üzerine istivâ buyurdu” (Tâ-Hâ 20/5)

Muhteşem bir annedir. Muhteşem bir Er Rahîm esması tezahürüdür.
Gerçekten HARAM bir kadındır.
Hürmete lâyıktır Kâbe gibidir.
Hatice Vâlidemiz hakikaten mârifet makamındadır. Muhteşemdir, muazzamdır.
Söylenecek söz zâten yoktur. Olamaz ki. Tıpkı kalb gibidir.
Malıyla, her varlığıyla bedeniyle, nefsiyle, kalbiyle ve ruhuyla Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı sanmıyorum ki bu kâinatta ondan daha çok sevebilen olabilsin.
Bu mümkün değil de onun için söylüyorum.
İki tane Hatice yaratılmadığı için. Yaratılamayacağı için.
Ve iki tane nefis eşleşemeyeceği için.
Amma Hakikat âlemindeki Fatmaü’z- Zehrâ Ahmediyet Âlemindeki Fatmaü’z- Zehrâ Vâlidemizini muhteşemliği, hakikatı.
Bütün Sırrı Süveydalar, Sırr-ı Aliler, Be Sırrı öte sırlar bütün bunlar hep son insan Abdullah Aleyhisselâm onun torunudur.
Allah diyen tek kişi o olacaktır ve doğrdur haktır. Gerisi bir hikayedir.
İşte bu dört kadın sanki Kur’ân-ı Kerimdeki dört Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm İsminde anlatılacak gibi gelir bana hep.
Sanki Yâ-Sîn de sanki Sadr’da, sanki Kaf’ta, sanki Nun’da varlar gibi sanki “ İlâhe İllâ Allah” talar gibi gelir.
“Allahümme Salli Alâ Muhammed” dekiler gibi gelir.
BİLmek, BULmak, OLmak ve YAŞAmakta gelir.
Keşke ilmedebilsek, irade edebilsek, idrak edebilsek ve iştirak edebilsek Fatmaü’z- Zehrâ Vâlidemize.
Hepimizin annesi olsa keşke.
Değil mi? İşte bunlar hep dördü de annedir.
Güzelliklerimizdir, Muhammedi Haramlarımızdır. Muhammedi Rahîmlerimizdir.
Dördünün de Er Rahmânı vardır onlarda Rahmânlarımızdır.
BİZ BİR-İZ işte bunun için.
Evet Halime Vâlidemiz de böyle güzel bir annedir.
İşte oraya götürüyor tabi.
Haliyle üç beş keçileri felan var.
Ben de bir Umrede Bedir Kuyusuna gitmiştim.
Bedir Kuyusunu görmek istedim.
İnsanları da teşvik ettim.
Netice de otobüsçüyü de ayarladık.
Bedîr Kuyusuna gittik, o savaşın olduğu yerlere. Şehidlerin olduğu yerlere.
O Bedîr Kuyusunun olduğu yerde şeyleri gördük, oraları gezdik dualar ettik insanlarla.
Savaş yerlerini gezdik.
O zaman gerçi giderken ordaki köylerden felan geçiyorduk.
Gerçekten basit yerler. Uydur kaydır yerler.
Üç beş keçi felan görüyorsunuz.
Çok garip bir yerler gördüm ben o zaman. Hâlâ öyleydi.
İşte Araplar; zengini, zengin. Geri kalanı perişan.

İşte Halime Validemizin keçilerini obanın kenarında böyle götürüp otlatıyorlar çocuklarıyla beraber.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem de gidiyor.
Gitmese de çocuk ya bu onların arkasına gidiyor.
İşte bir gün koşarak geliyor çocuk diyor ki: “Anne anne kardeşimin Muhammed kardeşimin. İki tane beyaz insan, elbiseli beyaz insan geldi.
Bir ağaç altında göğsünü yardılar. Ağlayarak geliyor çocuklar tabi.
Böyle şöyle oldu. Böyle oldu. Büyük bir endişeye düşüyor Halime Vâlidemiz.
İşte o zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz konuşuyor. O şekilde ilk defa konuşuyor çünkü.
İşte çocuklar anlatıyor göğsünü yardılar şöyle oldu böyle oldu.
Ben hadisi bu gün bulmaya çalıştım ama bulamadım.
Ama öyle hadis var.
Biliyoruz da ayrıca hadis olmasa da biliyoruz Allah’a şükürler olsun.
Ama orda bedenen olduğu kesin yani.
Zâten Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem belli bir şey ki kırk yaşında Peygamber Aleyhes selâm olmuştur.
18 yaşına kadar beden yaşı yaşamıştır.
Her insan gibi. Rüşd yaşı yaşamıştır.
İşte yarı kabul etsek. Kırkın yarı kalan geri kısmındadır bir nefis âlemi geçmiştir.
İşte bu arada evlenmiştir. Bu arada şöyle olmuştur böyle olmuştur. Aynen olmuştur.
Ondan sonraki dönem biliyorsunuz.
Geri kalan dönemde bir mârifet bizim için bir Mârifet Âlemi vardır.
Kendisi zâten hakikattır. Eşyanın hakikatı kendisidir.
Bize göre eşyanın hakikatı demek istiyorum.
Hakikatte ise Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in hakikati, Ahmediyetin hakikatı Ahadiyettir.
Uydur kaydıra gerek yok.
Ama her doğruyu her yerde söylemek zorunda değiliz.
Ama biz anlamalıyız bunları.
Orada Halime Vâlidemizden gelen rivâyettir bunlar zâten.
Kirli kan yıkanması vs. gibi şeyler anlatılmaktadır.
Bu hadislerin Arapçasına bakmak lâzım.
Mesele bir hâşâ bir davar kesip de kalbini çıkarıp da yarmak ya da bir insan kalbini yarmak kanını yıkamak meselesi değildir.
Kalb Kaf ve Lüb dur. Lüb özdür.
Kab dır bunun kafesi olan. Biz kaba kalb demekteyiz.
Habli’l- Verid içindekini göremediğimiz için gibi burdaki bilelik lütfudur içerdeki lüb.
Lübbü’l- lüb vardır bi de. Lübbü’l- Lüb diye Muhiddin Arabi Hazretlerinin özün özü vardır biliyorsunuz biz yayınlamıştık.
Onun da içinde daha başka şeyler vardır yani.
Lübbü’l- lübün de içerisinde akdes vardır.
Güzellikler vardır.
Gerçekten çok samimi olarak ben sohbetlerde çok duygulanmak çünkü şey seri konuşmaya çalışırım ama ilk defak böyle içim yandı, doldu yani. Dolukdu demek istiyorum.
Aynen Halime Vâlidemizin memesi gibi içim gözüme döküldü.
Sahib çıkmak ne demekmiş değil mi?
Gördük mü Halime Vâlidemiz nasıl sahib çıkmış.
Ekmeğe muhtaç iken kendisi: “Medine’den çocuk bulmadan geri dönersem kadınlık onuruma yazık olur” diyor.
“Herkes bir çocuk aldı ben alamadım.
Bu kusurlarımdan dolayı olmadı derim.”
Kocasını böyle ikna ediyor kocasını.
“Bir yetim ve ya öksüz bulsak da “Bak Halime çocuksuz döndü!” demeseler ya.”
O da diyor ki: “He yaa doğru. Başkalarına ne alıp verdiğimizi söylemeyiz.
Kaç kuruş alacağımızı söylemeyiz. Biz de çocuk bulduk deriz.
Senin onurunu koruruz!”
Nasıl sahib çıkıyor değil mi bir anne?.
Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem e ne güzel sahib çıkıyor.
Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem nasıl sahib çıkıyor.
Onunla ilgili hadisleri bir gün denkleştiririz inşaallah.
Sonra nasıl sahib çıktığını göreceğiz onun.
Yaşadığı sürece Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme nasıl sahib çıkıyor Sümeyye Vâlidemiz köleyken ailece.
Ve nasıl sahib çıkıyor Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem kumalar gömülüyken: “Cennetiniz mübarek olsun!” diye.
İlk cennetle müjdelenen onlardır. Kumda gömülü iken.
“Sabredin cennet yakındır” buyurmuştur.
Ve bir gün sonra da kolları ve ayakları 4 deveye bağlanarak yerde çarmıha gerilerek feci şekilde parçalanmışlardır.
Nasıl sahib çıkıyor Hatice Vâlidemiz bakıyor musunuz?.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem hakkında: “Sihirbazdır şeytandır şu dur bu dur.” demektelerken
Kim?
Öz amcaları en yakınları.
Ali Keremullahi veche Efendimiz çocuktur ve tüm sahabe de hayatta seyrediyorlar.
Bu bir eksiklik ve fazlalık değil. Neden seyrediyor?
Çünkü müşrik onlar.
İyi kötü meselesi değil öyle.

Bir de kim var?
Hatice Vâlidemiz var, tek can... Kervanlarıyla, canıyla kanıyla, hayatıyla.
Bir panayırda Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemi taşa tutuyorlar.
Ebu Leheb diyor: “ Bu bizim mecnunumuzdur. Hâşâ yüz karamızdır.” İlk taşı da o atıyor zâten.
“Ebu Leheb’in eli kurusun” budur.
Yağmur gibi taş yağmaya başlayınca ne yapıyor Hatice Vâlidemiz.
Bizde ferace var ya ferace.
İşte o feracenin içerisine sokuyor ve üzerine çullanıyor.
“Değerse taş bana değsin. Sen Allah’ın Rasûlullah’ısın!” diyor.
Ne sahib çıkış.
Ama nasıl sahib çıkıyor Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem de ona.
Son nefesine kadar bir bıçak çalsa bir kurbana.
Her defasında problem çıkmasına rağmen.
Özellikle Aişe Vâlidemiz ve genç olan hanımları: “Hâlâ o kadını unutmadın!” derken ne diyor.
“İyi ama onun arkadaşlarının payını ayırınız.”
Kendinin değil Hatice Anamızın arkadaşları. Ne sahib çıkıyor.

Fatma Vâlidemize söylenecek bir söz yok zâten.
Kıyamete kadar sahib çıkıyor.
Kanıyla canıyla imanıyla ve yaşayan bütün Ehl-i Beyt adına Allah’a hamd olsun.
Son nefesi verecek Ehl-i Beyt Aleyhisselâma kadar Hakikat-ı Muhammediyyeyi, nübüveti sırrını velâyet içerisinde dercedilmiş olarak yürütüyor.
İşte böyle bir anneler zinciri.
Böyle bir muhteşemlik. Böyle bir muazzamlık vardır...
Bu hıristiyanların ya da bizim hıristiyan gibi olanların poh pohları değildir. Uydur kaydırları değildir.
Bu sistemin hakikat âlemidir. Hepisi yerlerini bulur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Nefis Beden Âleminde Halime annemizi bulursunuz.
Süt annesini. Sümeyye Vâlidemizin hayatında nefis âlemini bulursunuz. Dörde gerdirirsiniz.
Tevhidinizi tamamlarsınız.
Hatice Vâlidemiz her zaman mârifet ve kalb âlemi gibidir.
Çocuk bile bilir ki Fatma Vâlidemiz daima Hakikat-ı Muhammediye gibidir. Benzetmek için söylemiyorum.
Böyledir bu iş. Yani akıllı olduğu için yapmamıştır Halime Vâlidemiz. Keyfinden de yapmamıştır.
Ben çocuksuz gidersem kahrımdan ölürüm dediğinde kocasına sol göğsünde canlanma olmamıştı.
İçindeki bu bir yetim ve öksüz bulalım gel bana dediğinde.
Öyle bir usul yoktu çünkü. Öyle bir örf yoktu.
Bilinen bir şey yoktu böyle.
Bir çocuğu götüreceksin bedel biçersin ona yapmam buna yaparım.
Beş lira daha ver. On lira daha ver.
Şunu da ver. Bunu da ver.
Verirsem çocuğuma yedirecek misin. Şöyle mi olacak.
Ne diyor biz parasız götürelim.
Çünkü demesinler ki Halime kadınlık özelliği yok.
İşte bunlar bütün bakın nasıl Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem e hizmeti görüyor musunuz.
Ve karşılığını.
İşte bütün bunlar Seyit yazdı oraya. Doğru yazdı yani.
Sahib çıktığınız zaman sahib çıkılırsınız.
Ve sahabe olursunuz, sahib olursunuz. Sohbette öyledir.
Ben sen konuşmuşsun meselesi değildir.
Bu bir iki uçtur. Birleştiğinizde devran döner.
Daire dönüşür sıratı müstakîm.
Atom gibi dönmeye başlar sistem.
Kâbe’nin etrafındaki tavaf gibi olur.
Tümlenir Devran olmadan seyran olmaz.
Seyran olmadan cevlân.
Cevlân olmadan Hayran olmaz.
Ne hayran olacak.
Kim kime hayran olacak dönen yok, döndüren yok.
Hiçbir şey yok. Çile de böyledir ya.
Çeken çekilen çektiren bir yerde ise çiledir. Yoksa derddir.
İşte bu Elem Neşrah ilk defa orda olmuştur.
Bana göre dört kere olmuş mudur belki olmuştur ama beden ve nefis âlemindekiler kesin bellidir.
Kesin hadislerle bellidir birisi budur.
Bedenini şarh olması şerh olması.
Şerh kelimesine dikkat etmek lâzım.
Şerh kelimesi Şerh, basitçe baktığımızda içerde Ha vardır.
Gerçekten Ha vardır. Hakikatın Ha sından başka ne olacak ki.
Her zaman öyledir zâten her şey Hakka çıkar.
Elbette Re yi de biliyoruz yani.
Rİsâldır, irsaldır, rüyettir, rüşddür, rızadır.
Öyledir yani bunun neyi vardır.
Şe yi de biliyoruz yani Şe belli bir şey.
Şuhudur, şu andır. Şimdidir.
Yani görmemiz lâzım bizim onu yani.
Ama içerdeki ruhu da görüyorsunuz değil mi Ra yı görüyoruz yani.
Zâten Ra ruh dediğimiz şey hakikaten rububiyet sırrıyla bize aktarımıdır.
Onun için üfürüp durmaktadır zâten şah damarımızdan yakın olan testimize havayı suyu.
Bizde sahib çıkmaktayız. Çok şükür.
Yarım nefeslik de olsa yaşamalıyız. İşte şerh etmek.
İnsan ruhunu şuhuda çıkarmak gibidir.
Hakikat rüşdünü ruyete çıkarmaktır.
Rızaya çıkarmaktır Yani bi şunu demek istiyorum.
Canlı cisme yüklemektir.
Buluşturmak biliştirmektir.
Hazır etmektir. Yarmaktır, genişletmektir.
Anlaşılanı anlatmaktır.
Sizin anlayacağınızı size anlatmaktır.
Anlatmak değildir. Anlayacağınızı anlatmaktır.
Size uygun olanı, lâzım olanı, size lâyık olanı ve lâzım olanı bilmek için yapılır bu.
Buna lâzımdır ve lâyıktır dendiğinde yapılır.
Başka nedir şerh etmek.
Şerh kitapları felan var biliyorsunuz.
O konuyu tahsil anlatmaktır.
Ne bileyim ben konuşmayı kolaylaştırmaktır vs. Şerh etmek başka dilim dilim dilimi dilmektir meselâ.
Onu reha etmektir. Revha etmektir.
Sanki gülün kokusunu yaymak gibidir şerh etmek.
Orada herkes onun olduğunu bilir.
Vardır benim şiirlerimde felan bazen.

Ya gül vardır ya gülün kokusu
Divane bülbülün öttüğü yerde.


Bir yerde gerçek bülbül ötüyorsa hakikaten orada ya gül vardır ya gülün kokusu vardır.
Gül yok diyenler gülün kokusundan habersizdir.
Burunları hastadır.

Ya gül vardı ya gülün kokusu
Divane bülbülün öttüğü yerde…


Böyledir bu. Şerh gülün kokusunu saçmasıdır.
Bunun yolunun bulunmasıdır.
Bazı bitkiler vardır. dağlarda da olur.
Dokunmazsanız kokmaz.
Dokunduğunuzda ya esas dükkanına döner orası.
İşte gidersin yaygıç koktu, pürem koktu.
Neydi o işte bal çiçeği koktu gibi ama kokusunu hemen duyarsınız.
Çünkü orası şerh olmuştur.
Keşif çıkar bundan.
Şerh şerh olduysa keşif çıkar içerisinden fetih çıkar.
Keşf biliyorsunuz ki içinizdeki şifânın, şefatın kevne çıkışıdır keşf.
Feth içinizdeki hakikatın, size ait bölümünün ortaya çıkmasıdır.
Onu sizden başkası kullanamaz zâten.
Canınız gibidir, teniniz gibidir size aittir.
Nasr öyle değildir.
Nasr sofraya konulan yemek gibidir.
Yoksa ikimizde aç kalırız.
Ama yediğimiz zaman sen seninkini, ben benim kini.
Şerh açıklamalardır.
İzahlardır rİsâleler de böyledir meselâ şerhlerdir bunlar hep.
Sohbetlerde sözlerin şerhleridir.
Zevkler sohbetlerin şerhleridir.
Hazlar öyledir.
Aslında geri de dönersiniz.
Hazz Hakktan gelir kimse bilemez.
Bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şerh eder, zevk eder.
Onu Ehl-i Beyt Aleyhisselâm ve Allah Dosdları şerh eder, sohbete dökerler.
Onlarda işte bize söz olarak aktarırlar.
Bizde anladığımızı anlarız gibi geri de döNebiliriz.
Ama aynı şeyler.
Zâten her şey aynı şeydir.
İki şey yoktur ki. İşte bu şerh.
Açmadık mı genişletmedik mi?
Şerh etmedik mi?

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

Resim--- “E lem neşrah leke sadrek(sadreke).: Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)

Elem, E, mi soru işareti. Lem değil mi? Olmadı mı? Yapmadık mı?
Neşrah, Ne Biz demektir.
Türkçedeki zamir gibidir yani zamirdir.
Şerahadır fiilin aslı.
Elem Neşrah Biz şerh etmedik mi leke, senin için.
Sadrake, senin sadrını.
Nedir sadr?
Beden, nedir beden?
Beden bir tüm ki içerisinde sadr, kalbi ve ruhu tutar.
Ve bu dördüyle imtihan olur insan.
İlâhe İllâ Allah demek zorundadırlar.
La âleminde olan bedendir, fiilen vardır. hayali bir insan kul değildir.
Başka şeydir. Mutfak ve tuvâlete gitmesi gerekir.
Aklının olması gerekir vs. gibi. Mükemmel insandır bu.
Muhammed Aleyhisselâmdır çünkü.
Yani Abdullah aleyhisselâm olarak söylüyor.
Bu bu basit bir şey değildir.
Tümü içindedir bunun. Diğerleri tüm içindedir.
En mükemmel hali budur.
En muhteşem halidir. En tehlikeli halidir.
İmtihandadır çünkü. Her şey verilmiştir.
Bütün esmalar yüklenmiştir.
Eşya emrine verilmiştir.
Bakınız şah damarından yakin bir Zât vardır Halim Can.
Hazır nazırdır. Yakin buyurmaktadır.
Eğer şah damarındayım dese herkes ilahlığını ilah eder diye.
Uzanım olarak göreceği için.
Akılsız ya akıllar buna hazırdır İlahlığa.
Ama evet buraya girmeli mi.
Bir kademe yürürseniz.
Nefs dediğiniz âlemde Sadrı görürüz.
Daima Sadr nefisin gerçek yeridir.
Neden ordadır çünkü Sadr bedeni kullanmak zorundadır.
Nefs iş kulluğu buna bağlıdır çünkü.
Hayali kulluk yapamaz.
Fiilen o işi yapmak zorundadır.
İşlemek zorundadır. Amelsiz bir iman yoktur.
Rüya gibidir olmaz bu iş.
Sadr bir nefs gerçek yeridir onu demek istiyorum.
Her zamanda böyle olacaktır zâten.
Bu değişmeyecektir.
Kalb bir berzahtır. Muhammedi bir makamdır.
Ruh, Emr âlemindendir. Allahu Zülcelâl in kendi nefhasıdır.
Çok açıktır bu. Ruh Emr âlemindendir âyeti vardır.
ne anlayalım sorduklarında Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem “aklınız kadar anlayın” buyurmuştur.
Yani anlayamazsınız.
Herkes kendi aklı kadar anlasın.
Akıllarınız ne kadar eğitiliyor, öğretiliyorsa o kadar anlayın yeter.
Bundan ne anlıyoruz.
Akıllarınız kadar.
Akılların kaderi ve kadarı nasıl tayin edilmiştir İslamda?
Men arefe nefsehu fakat arefe Rabbehuyla belirtilmiştir.
Onun için adam akıllı ya ışık dalga boyunda ilah arıyor.
Onun için güneşi Cehennem yapıveriyor atomu ilah yapıveriyor.
Çünkü kör kalıyor.
Çıkmaz sokakta kafasını vurduğu yerde işte buldum şimdi diyor.
Yani akıl bu. Akıl kendi ilahlığını kabul ediyor.
Kendi sonu çözüyor halbuki çözmesi mümkün değil.
İmkansız buna gerek yok zâten.
Akıl kendi rüşdüne eriverse bir kere rüşdüne erse.
Hani deminden dedim ya yav şu beş yaşındaki çocukla beş yaşındaki çocuğu evlendirelim niye adam gibi 18 yaşındakilerle 18 yaşındakileri evlendirmiyoruz.
Allahu Zülcelâlin sünneti ortada değil mi yani.
Biz akillâ nakli neden evlendirmeyelim yani.
Eşleştirmeyelim, ezvac demek, zevc.
Can ve cisim vücuda gelişlinin sahibliğidir zevc. Er Rahmân Er Rahîm buluşmasıdır.
Bilişmesi, buluşması, oluşması ve yaşamasıdır.
Doğan şehâdettir çünkü.
Bütün bu oluşum beden âleminde benle ve ilimle, İlmullahla.
Nefis âleminde Sadr dediğimiz ilk perdeyle, nefis perdesiyle ve bunun edeplenmesiyle Pir Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ın en sadık ve samimi.
Sabır ve selâmeti bilen kendisine güvenilen Seyit Can’ın dediği gibi onlarda ona güvenen sahib çıkıp ve sahib çıkılacak kadar emin olan insanlardır. Olmalıdır ve öyledir zâten öyledir zâten.
Öyle olmayan olacaktır.
Zülum devam etmez, küfür devam eder.
İblis de olacaktır Allahu Zülcelâl e rest çekecek kadar yani.
Bu âlem böyle yaratılmıştır.
Onun çaresi yoktur hiç.
Kötü de değildir onu söyleyim yani.
Öyle bir âyette bulamazsınız.
Kahrolası insan diye âyet vardır.
Bilmiyorum kahrolası şeytan diye ben görmedim.
Çünkü sistemde değişmez.
Sadece gübreyi yemeyin, gübreyi koklamayın. Ahmaklık yapmayın.
Gübre gülü yetiştirmek için bir nimettir. Zülcelâldır.
Siz ikramdan yiyin gelin.
Yerseniz üzümden yeyin.
Gerçi onu da onu çevirirsiniz ama hadi yapın yani.
Hiç olmazsa yaşarsını bu.
Bunlarda önemlidir.
Bütün bitki âlemi dua eder ki böyle hadislerde vardır.
O Allah Dostunun geçtiği yerde binalar, ağaçlar her şey onlara secde eder. Etmeyen iblistir.
Çünkü onlar Âdemiyet sifâtının esmalarının tümünü dirilttikleri için tapınma secdesi değil yani Haram secdesi yapmayan iblistir.
Olmuştur bu geçmişte aynen yaşanmıştır.
Âdem Aleyhis selâma secde etmeyen iblis kalmıştır.
O da işte ikilik âlemi olmuştur.
Burdan elbette irfan makamında kalb makamında Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem vardır.
Elbette hakikat makamı Hakkın kendisidir.
La Huve İlla hu Ondan başka O yoktur.
Allahu nurussemavatı vel ard. Adam cahildir.
Hâşâ ve hâşâ gübreden de Allahın nurumu olur diyecektir.
Çünkü Allah’ı hâşâ buraya çektiği için.
Resme bakıyor da.
Burası mutfaktır, burası tuvâlettir resmini görüyor da yuh tuvâlete diyor yani.
El insaf be bilader yaa.
Aşk olsun mutfağa diyor.
Bu resim kardeşim resim be. Ama anlamıyor.
Anlayamadığı için zâten AN layamadığı anı yaşayamıyor ve şâhid olamıyor. Anlamak kolay olsaydı zâten.
Bu muazzam muhteşem sisten niye kolay olaydı. Allahu Zülcelâl bütün özelliklerini ve güzelliklerini insana yüklüyor esmayla.
Halifem diyor Halifetullah diyor Allah’ın halifesi.
Bütün kâinatta ne varsa emrine verdim.
Bende dahil hizmetçinizim diyor buyur bakalım.
Yeter ki emânetin gereğini yerine getir.
Güzellik ve özelliğini yerine getir ve yaşa.
Yaşanmayan yalanı unutma.
İşte sadır böyle bir yer.
İnsan bedeni La demediği sürece.
Eşyadan ilah olmaz yani o anlamda demek istiyorum.
Eşya geçicidir, iğretidir, izafîdir, protezdir, hayaldir, hakikatta değildir.
Ben bundan bir şey bulamıyorum.
Be resimden bir milyarda olsa yüz milyarda olsa ben ressamı göremiyorum ne yani.
Ama Sadra girdiğiniz anda karşınıza çıkan beden değildir.
Bütün heva heves dediğiniz akla hayale gelmeyecek emekler.
Bir sürü bütün insan benliğimizin ve şeyimizin en etkinini göreceğiz yani görürüz.
Ve akıl onun için nefsin emrine verilmiştir denilmiştir ve denmektedir. Hacer ne diyor.
Evet yani Nefse verilmesi.
Aklın nefse tahsis edilmesi basit değildir.
Onu diyorum. Lâzımdır ve lâyıktır.

Halim : Akıl nefsin emrine mi verilmiştir hocam. Sanki ben tersi gibi nefis aklın şeyi iş yapar.

Kulihvani : Hayır hayır ben orda eksik söylüyorum.
Şunu demek istiyorum aslında akıl öyle bir şeydir ki yazı tahtası gibi her şey onun yüzüne yazılıyor.
Aslında akıl yazı tahtası gibi tümünün temelinde olan odur.
Aklı çektiğiniz zaman ne nefis kalır ne kalb ne beden kalır.
Ne yani dediğiniz doğru yani nefis yaşayabilmek için onu kullanmak zorunda.
Ana sermaye olarak aklı kullanmadı mı nefis şaşar kalır.
Kendi programının bir tanesini yürütemez.
Ama akıl ara malı gibi gözüküyor.
İşte bu eğitilen öğretilen.
Bu eğitilen öğretilen onu diyorum.
Ama dediğiniz gibi ben sadece nefsi eline alan akıl değil yani.
Akıl kimseyle bu Salı bağlayan zâten akıl.
Tümünü bağlayan.
Şöyle düşünelim tesbih gibi dizilsek dahi içinden geçen ip gibi.
İlik gibi, omur ilik gibi.
Bütün sistemi içinde taşıyan.
Bir güzellik ve özelliği var.
Nurullah çünkü açık.
En zâhiri olan bizdeki Nurullah olan bu.
Nakle dönüşüyor zâten dönüşmese bile nakile gibi oluyor.
Ergenliğe eriştikten sonra ey akıl diye ey akılı mı var. 18 yaşından sonra çocuk değil adamın kendisi baba zâten.
Demek istiyorum ki rüşde ermek budur zâten duymak.
Duyduğuna uymak bu noktadan sonradır.
Dediğiniz çok doğru uyarı. Pardon.
Evet. Peki beden, bakın burada başka bir şey var.
Neden Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in beden terbiyesini Allahu Zülcelâl yapıyor?
Melekelerle, meleklerle.
Neden ikinci defa göreceğiz şimdi biraz sonra.
Hadislerle açık şekilde.
Ben Kâbe’deydim Cebrail aleyhisselâm geldi şöyle şöyle yaptı ve Mi’rac başladı.
O operasyondan sonra nefis yürüyor.
Kalb ve Ruh Makamlarında şerh olmuş mudur, Ahlâk Makamında olmuş mudur, Hayy Makamında olmuş mudur.
Kâbe kavseyn Hakikat Makamındaki Kâbe kavseyn dosdoğru sandığımız bildiğimiz çubuk gibi böyle dosdoğru nasıl öpüşdüğünü ve Kâbe kavseyn gibi olduk dediğini.
Bu nedir şerh midir bu söz bu âyet.
Bunlar hep ileriki işler demek istiyorum.
Bizim anlamamız bakımından değil fehmettim fehmettim gibi yani.
Haaa haaa öyle mi. Evet evet gibi olacak şeyler.
Ama bize yakın olan çocukken göğsünün Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in sadrının genişletildiği, bedeninin yarıldığıdır.
Bedeni şerh olduğudur.
Tarlanın ekine hazırlandığı gibidir. Şerh etmek.
Sadr ona da bakmamız lâzım.
Ondaki ke zâten senin anlamındaki gibi.
Sadri dese benim.
Sadrike senin, ne bileyim ben Sadraha dese kadının, sadruhu dese erkeğin gibi.
O kelimeler ekler Arapça ekler sorun değil onlar.
Ama Sadr ANA kelimedir.
Ordaki bir anlam vermek için söylemiyorum biliyorsunuz ben ona şeyim ama Rububiyet Daimiyetine sahib oluş da bir Sadrdır.
Yani ben Rububiyetin bana yüklediği esmalara sahib olmalıyım ki, bu bende benim yaşadığım sürece olmalı ki ben bundan mesul olayım.
Şimdi mezardaki adamı neyinden mesul edeceğim ki.
Bu bakımdan diyorum. Evet.
Sadr insanın içindeki Rububiyet, kendisine mahsus olan Rububiyet Sırlar, esma yüklemeleri gibi yaşama gibi tüm bunların tümü esma zuhurudür.
Er Rabb, El Hakk, El Hayy, El Huu tüm bunlar durmadan şakırdar ki olsun o şeyler yoksa olmaz yani hayal olur.
İşte bu SADR böyle güzel yerdir.
Çok açıklanmıştır ne bileyim aklımızın erdiği kadar ya da bilebildiğimiz kadar daha üzerinde konuşuruz.
Başka şeylerde var. Ama bunlara sahib oluştur yine.
Sad daima sahib oluştur. Samedî bir sahib oluştur.
Yani Samed den kastım Allahu Zülcelâl hiç kimseyi kimseye muhtaç etmeyecek şekilde vermiştir.
Yani Halimin ne bileyim ben gözünü canı isteyince ver kullansın gibi değildir.
Kendi özellikleri gibidir.
Yani ona ait böyle samedî bir muhteşemlik içinde vermiştir.
Güzellik içinde vermiştir, onu demek istiyorum.
Bu sahiblikler hep Allahu Zülcelâl lütf ü keremindendir.
Bizim için bir ikramıdır.
Karşılıksız verdiği ve hiçbir kimseye muhtaç etmeksizin verdiği, kalbimizin çalışması gibi bir hârikalıktır ve güzelliktir onu söylemek istiyorum.
Şerh için çok şeyler söylenebilir.
Biliyoruz ki Dayk şıkışıklık, darlık zayıflık.
Daykı Sadr, Vusatus Sadr, iç ince yani sadr darlığı ya da genişliği, Göğüs genişliği, göğüs daralmaları.
Bütün bunlar Nefsin kendi içindeki depresyonları ya da rahatlıkları ya da bütün bunlar bunlarla ilgilidir.
Nefes genişliği, nefis genişliği efendim bir sürü.
Ruhun içerden gelen sevinçler şevkler, zevkler, aşklar meşkler vs. lerin dışarı yansıması.
Ya da yansımaması içerde problem çıkarması.
Tüm bunlar nefsin sadrdaki geçiş noktasındaki sadrın şerh edilip edilmemesiyle de ilgilidir.
Beden şerhlerimiz nasıl olmaktadır bizlerin.
Nefis şerhlerimiz olmakta mıdır sadr şerhlerimiz?.
Gerçekten Allah Dostları bize bunu yapıyorlar mı yapmıyorlar mı?
Bir Münir Derman ya da benzeri bizim nefislerimizde böyle hakikaten sadrlarımızda gök yüzünü açmadılar mı, aç mıyorlar mı?
Bizi böyle karanlıklarda böcekler gibi mi koydular köstebekler gibi mi?
Biz hâşâ bütün bunları görmemiz lâzım, bilmemiz lâzım ve olması lâzım zâten.
Ama bu iki şeyi bekler.
Biliyorsunuz sohbet daima tarla gibidir.
Tarlayı işlersiniz hazırlarsınız muhteşem bir şekilde.
Tohum daima Hakk’tandır.
Ama zikir ekip biçmektir. Fiilen çalıştırmaktır.
Sohbet iman gibidir. Ama zikir de amel gibidir. Yani muhakkak onun işlenmesi de lâzım. Kişinin yürütmesi lâzım.

“Allahümme salli slâ seydinâ Muhammed sallallahu aleyhi vessellem” dediği anda Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in bütün muhteşemliğiyle yüreğinde olması lâzım.
Söz yerini bulması lâzım diye söylüyorum.
Şerh daima Zât’tan size uzanan yolun açılması anlamındadır.
Seyr ü sülük yapacaksınız da yol kapalı.
Hani var ya kışın diyorlar: “Tren yolu kapalı!” Önce yolu açarlar.
Bir şey oluyor yol kapalı. Yolu açarlar.
Bunu açılması lâzım. Usulünce açılması lâzım.
Bir çok sorunlar var Tefsirlerde, sadrlara çoğu kalb diyor felan ama yanlıştır.
Kalb değildir. Kalb demiştir Allahu Zülcelâl kalb denecek yerde. Sadr denecek yerde sadr demiştir.
Bunlara ben katılmıyorum. Zâten katılınacak da bir hal yok.
Kalbini mi açtı.
Çünkü başka açacak yer bulamayınca sadra yer bulamıyor çünkü.
O illâ bir et parçası arıyor. Kalbi gerçekten kalb sanmakta hâlâ.
Hani onlara yerine oturtamadığı için söylüyorum.
Ama açık haberlerde gelen.
Hadislerde gelen inşaallah bir dahakine buluruz onlara bakmak lâzımdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bedenen şerh edildiği de bir hakikattir. Evet.
Burda bize düşen ne. Bize düşen bir şerh işlemi var.
Bir şerh gerekiyor bize yani onu demek istiyorum.
Bu şerhi biz yaparız. Ya da bize en yakın birileri yapar.
Süt Anamız gibi ya da annemiz değil diyorum bakın süt annemiz gibi biri yapar, yapmalı.
Burdaki tüm yıkanmalar açıkça Mânevî Sistem için hazırlıklardır.
Zâhirden Bâtına geçişlerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin şerhi, biliyorsunuz ki şerh oluşu mi’rac sırasındadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Resim--- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Yeşil elbiseli iki kimse gördüm. Birinin elinde gümüşten bir ibrik diğerinde zümrütten bir leğen vardı. Beni alıp bir dağ başına götürdüler. Biri sırtım üzerine yatırdı. Göğsümü göbeğime kadar yardı. Hiç acı ve elem duymadım. Elini sokup ne varsa çıkardılar. O beyaz şey ile yıkayıp yerine koydular. Biri diğerine; "Kalk ben de hizmetimi yerine getireyim" dedi ve elini sokup yüreğimi çıkardı. İki parça etti ve içinden bir şey çıkarıp attı ve; "Senin vücûdunda şeytanın nasîbi bu idi. Çıkarıp attık. Ey Allahu teâlânın sevgilisi! Seni vesveseden ve şeytanın hîlesinden emîn ettik" dedi. Sonra yüreğimi kendi yanlarında olan latîf (hoş) ve yumuşak bir şey ile doldurdular. Nûrdan bir mühür ile mühürlediler.”
(Hadîs-i şerîf-Meâric-ün-Nübüvve)

Resim--- Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Ben Kâbe'nin yanında uyur uyanık bir hâlde iken, iki kişi; içinde zemzem suyu bulunan bir tasla bana geldiler. Sadrım şerh edildi. Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra yerine kondu. İlim, hikmet ve mârifet ile dolduruldu. Sonra burak getirildi. Onun üzerine binerek, Cebrâille berâber (mi'râca) gittim.”
(Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Buhârî, Müslimde, Tirmizî’de Nesaî’de Kat’ade’den gelen bir hadistir bu.
Enes bin Malik bizzât anlatıyor.
Malik bin Sahsaha’dan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi fiilen duyduğunu açıkca, sağlam bir yolla yâni. Hadisin bir kısmı şöyledir biliyorsunuz.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Ben Kâbe'nin yanında uyur uyanık bir hâlde iken,”
Bunu, uyur uyanıklığı Arapça kelimeyi, buraya tercüme ederken söylüyorlar yâni.
İşte onun için Arapçasını bulmak lâzım. Uyur uyanıklığın Arapçası nedir deseniz. Şimdi bilemiyoruz. Yakaza mı diyor. Başka bir şey mi diyor.
Nasıl diyecekti Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem “Ben orda yatakta yatıyorum” mu diyecekti, bekliyordum ayakta mı?
Yâni bir kelime kullanılıyor orda.
İşte diyelim ki uyur uyanık arası olsun.
Bir halde iken içinde zem zem suyu olan altın bir tasla bana gelindi. Göğsüm şuraya kadar, gösteriyor eliyle yarıldı.
O zaman Katede diyor ki: “Enes Radiyallâhu anha neyi kastetti!” dedim.
O da diyor ki: “Karnımın aşağısına kadar!” dedi.
Bu böyle gırtlaktan nereye kasığa kadar yâni göbek altına kadar böyle ikiye yarıldı. Sonra tekrar yerine kondu.
Derken kalbim çıkarıldı diyor.
Bakın dikkat edin sadr demiyor. Kalbim çıkarıldı. Bu kesin.
Zemzem suyuyla yıkandı da sonra tekrar yerine kondu.
Sonra îman ve hikmet dolduruldu diyor. Îman ve hikmet dolduruldu.
Sonra Burak getirildi Burak.
Şimdi: ” Yok efendim aslında kuş gibiydi de at kafalıydı da şuydu buydu!” Acem düzmeleri şeyler.
Burak nedir Burak?
İşte bu Burak, bereke köküdür.
Kevniyetin oluşan şeyin fiilen oluşuyla bile oluştur yâni. O işin içinde oluştur.
Birisi bir hikâye anlatıyor birisi şey anlatıyor.
Sizde diyorsunuz ki ben zâten onun içerisindeydim.
Bir ne bileyim ben bir geminin birisi bir tehlike atlatmış, batıyormuş çöküyormuş. Şöyle olmuş. Böyle olmuş.
Size anlatıyor sizde diyorsunuz ki ben onun içerisindeydim zâten.
Bile idim ben o kevnine yâni.
Orda olan ne varsa, ortaya çıkan ne varsa ben bizzât yaşadım. Bile idim. O öyle bir şey.
Muhammed Aleyhissalâtu ve's-selâm’ bu. Rahmeten li'l-Âlemin'in kendisi.
Yâni Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz rahmet kaynağı, oluş orda oluyor zâten. Dikkat edin.
Zât’ın zuhur yeri diyorsun. Mazhar ne demek?
Zuhur yeri. Sana diyorlar ki “yaz bir şey!”
“Nereye yazıyım?” diyorsun.
Tahtaya yaz, kağıda yaz!
Yazdığınıza mazhardır. Kağıt olmasa siz yazıyı bize orda yazı olarak gösteremezsin. Zuhur etmez.
Bir adama diyorsunuz ki ya da da bir kıza, bir erkeğe çocuk doğur-doğurt diyorsunuz.
O da diyorki: “Anne lâzım, baba lâzım, olmaz! Zuhur yeri yok. Olacak değil!.” Yâni bu Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in özelliğidir.
Kendisi madde ve mânânın zuhur yeri olmasından dolayıdır. Evet.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem mi’ractan önce kendisinin kalbinin yarıldığını, zemzemle yıkandığını.
Nedir Zemzem? “Dur-dur” muş öyle mi.
Başka durmak yok muymuş Arapça'da yani.
Şimdi arap birisi: “Dur dur!” dese “Zem zem!” mi der?.
Neden Muhammediyete zâhir de bâtın da “Z” eler sâhib çıkıştır.
Mim’ler Nûr-u Mîm'dir. Zâhir ve Bâtında Nûr-u Mîm'e sâhib çıkışlar neden olmasın.
Neden sâhib çıkmayalım Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize zâhirine ve bâtınına.
Sâhib çıkmamış mı Halime Vâlidemiz, Sümeyye Vâlidemiz, Hatice Vâlidemiz, Fatımatu’z- Zehra Vâlidemiz.
Erkekleri niye öyle şakır şakır sayamıyoruz.
Heee neden sayamıyoruz?.
Sayalım bakalım hadi. Sayalım da bir görün.
Kimin îmanı kimin îmanından üstünmüş. Kimisi alçakmış!.
Kimi şöyleymiş. Neler göreceksiniz.
Vallâhi ben her zaman söylüyorum helâl olsun annelerimize helâl olsun!.
Yerden göğe kadar helâl olsun.
Bir ALLAH’ın kulu çıksın da desin ki: “Hatice Vâlidemiz ne bileyim ben halife olmak için şunu yapmış. Ya da başka birisi bir şey için yapmış!” söylesin mümkün mü?
Sümeyye Vâlidemiz öyle parça parça olmuş ama şunun için yaptı diyen yok!.
Birisi desin ki “Halime Vâlidemiz başka bir şey için yapmıştır!.”
Bir kelime konuşsun. Bu ya haramlığı getiren, hürmetliği getiren.
Bütün bunlar kişilerin üstünlüğü alçaklığı değil.
Oysa kadın “ İlâhe” bölümüdür. Evet.
Beğenmedin mi “ İlâhe” yi.
İşte bu ya onun için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir kadından doğuyor ya.
Aynen senin benim gibi ya.
İlk öptüğü eşik ana rahmidir.
Bütün kâinatta ALLAHu Zu'l-celâl in HAYY Esmâsının tecellî ettiği ana rahmidir, sıla-i rahîmdir.
Dört çocuğun dördünü çekiverin ana rahminde birleşiverirler.
ALLAH ordan halk eder.
Er-RAHÎM esmâsını, kendi esmâsını veriyor.
Bunu şehvet çukuru sanmak, şehvet makinesi sanmak şeytanlıktır.
Muhammed Aleyhissalâtu ve's-selâm’ da ŞEHÂDETtir.
Bunlar bizim İslam Âlemimizin neden çöktüğünü, neden kadını aşağıladığını, neden kültürsüz eğitimsiz öğretimsiz bıraktığını, neden kendi yüreğini söküp attığını, ve kadınsız ve yüreksiz kaldığı bu.
İşte Afganistan’daki kadın, işte Arabistan’daki kadın. İşte İran’daki kadın. İşte şurdaki kadın!
Kimin, hangi dinin emri, hangi dinin zulmü bilemezsiniz.
Bilemezsiniz ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemde de bulamazsınız zâten hiçbir zâlimce uygulamayı.
Çılgınca, hayâsızca, vicdansızca zâlimce başı boş bırakılan İslâm kadını kendi yapısı gereği fıtraten doğuş, yâni ALLAH’ın yaratış tarzından dolayı çok basit, hafif, rahat olduğu için, ya da kullanılabilir halde olduğu için, hava gibi dağılabildiği için nasıl param parça oldu bak. Hiç din yokmuş gibi, hesap yokmuş gibi, kitap yokmuş gibi.
Hayâsız, düşüncesiz, şuursuzca çiğneniyor, analarımız, eşlerimiz, kızlarımız, gelinlerimiz, kız kardeşlerimiz!
Nasıl yok ediliyor tüm kadınlarımız, bunun için söylüyorum.
Zemzem insanın zâhir ve bâtın suyuna sâhib çıkıştır.
Zemzem Er-RAHMAN ve Er-RAHÎM sâhibliğidir.
Zemzem Hacer ile İsmâil’in sırrına eriştir
Zemzem Haram Kuyusudur. Hacer kuyusudur.

Zemzem, bir gün zemzem yapalım inşaallah.
Hemzem yapalım Hemzem yapalım.
Çünkü Hacerr’in dÂima iki Re ile yazılır.
Rubûbiyette zâhir ve bâtının rubûbiyet sırlarının hak oluşudur Ha-CeRR.
Çekiş budur zâten.
Bir insanın eğer bedenini çekip kafasını çekmiyorsanız imkansız.

Hani var ya bizim Mecnun’un devesi, sen deveyi kırbaçla götürüyorsun!
CERR ediyorsun, Re’nin birisine ama birisi arkada kaldığı için ne yapıyor uyuduğu için geri ona geliyor.
CERR ona derler ki içini-dışını ÇEKe. Kellesini alsanız getiremezsiniz.
Getiriyor mu?
İbrâhim Aleyhi's-selâm bırakmış ZemZemin başına Hacer Vâlidemizi.
Bir çocuk. Su da yok. Bitmiş su zâten.
Nerden anlıyoruz bittiğini. Diyor: “Bak SU kırbasına!” diye ters çeviriyor bir damla düşmüyor zâten.
Bir avuç kuğut var.
“Bizi kime bırakıyorsun, RABBım mı emretti?.” “Evet!.” “Hasbinallahu ve ni’mel vekil ve ni’me’l- Mevlâ ve ni’me’n- Nasîr.
Hasbîyallâhu, lâ ilâhe illâ hûve, aleyhi tevekkeltu ve huve RABBu'l-arşi'l-azîm!

Buyur. Yolun açık olsun!.”
Bu hangi teslimiyet?
Bu ALLAH’a teslimiyet. İbrahîm Aleyhi's-selâma gözüken.
Zulüm mü var?
Yooo hâşâ. Zulüm mü olur orda Kâbe kuruluyor. Kâinat Kâbesi kuruluyor.
Orda İsmâil Aleyhi's-selâmın iki topuğu, “ İlâhe” “İlla ALLAH topuğu “Zem Zem” çıkarıyor.
Hacca gidenleriniz varsa Hicri İsmâil de üzerine oturursunuz, altınızda anne ile oğlun kabri vardır.
Koyunla kurban, koyunla kuzu vardır.
Orada Zem Zemi görürsünüz.
Ben haccı severim. Hacc, Ha Cim Cim le yazılır.
Can ve Cisim Hakîkatlarının Cem’ oluşudur. Hacc hârikadır. Muhteşemdir.
Hele bir de gerçekten Can-Cisim BİRleşirse, hele bir de: “Esselâmu aleykum ya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem!” dediğinizde:
“Ve Aleykum es-selâm!” ını ruhunuz duyarsa, bizzât duyarsanız.
Hele o iki damla gibi gözüken ZemZem'den ikisinden de içerseniz bir daha ayıkamaz sarhoş olursunuz.
Bitmeyen bir Ahadiyet-Ahmediyet Kara Sevdâsına tutulursunuz.
Bu çok güzel olur. Evet.
Hele orda gecelerseniz. Haram içinde kalırsanız.
Zâten uyuyamazsınız uyku gelmez yâni ama hele ikinci kata çıkar da karşıdan en yakın noktadan izlerseniz.
İşte o zaman bu ZemZemler dile gelir ve Hacer ve İsmâil Aleyhi's-selâmdan dinleyebilirsiniz kendi kendilerini.
Burda anne İlâhe, oğul İllâ ALLAH gibidir.
Burda çok hârikalıklar vardır bu bakımdan söylüyorum.
İşte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz neden orada olduğunu, niye Beytullah’ın başında olduğunu, mi’raca nerden başladığını. Sanki orası hâşâ terminal mi yâni. Uçak mı geliyor.
Oraya niye gidiyor. Orası kim? Nere ora?.
Ne demek BEYTULLAH ne demek HARAM ne demek…

İşte bütün bunları biz bedensel gördüğümüz için illâ orayı bir şekil isteriz fakat istesek de şeklin içinde o vardır zâten görebilirsek.
Burda olmuştur. Kalb Şerhi burada olmuştur.
Burda mi’raca çıkış vardır mi’rac ruc’u.
Câe gelmektir ruc'u tekrar gelmektir.
Yâni geldiğin yere tekrar gitmek anlamında diyorum. Yolu izlemektir.
Uruc anlamındadır mi’rac, Yükseliş anlamında kabul ediyorsanız.
Vardığınız yerden geri gelişinizde ruc’u dur.
Uruc ve Ruc’u aynı kelimelerle ikisi de Mİ’RAC kelimesiyle ifâde edilir amma.
Anlatım tarzından anlarsınız mi’rac dediğinizde hangi rücu diye düşünürsünüz.
Çıkışı mı acaba İnişi mi, ikisi de mi?.
Birisi de uruc da o dur. Ruc’u a o dur. Ama ikisi de Mİ’RAC'tır.
Zâten alt üst mü var. Alt üst bize göre var.
Ne alt üst. Nerde alt üst. On kilometre yukarıya çıksanız?
Güneş batmayacaktır dünyâdan.
Ya da çıkın yukarıya güneş batmayı verecektir.
Gündüz gece kalkacaktır.
Zaman mefhûmunuz yok olacaktır şu ANda.
Dünyâ ya göre ayarlayacaksınız saatlerinizi her zaman yoksa kaybedersiniz.
İşte İsrâ Gecesi olmuştur bunlar meşhur İsrâ var ya.
İsrâ ne demek?
En ince sır demek. Yürüyüş demek, gece yürüşü demek.
Gece neydi?.
İlâhe'ydi yâni. TEVHİD yarısıydı.
Her şeyin gebe olduğu zamandır. Annedir. Muazzamdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

Bizlere okuma fırsatı verdiğin için, Allah razı olsun hakan abiciğim...
Sevgi ve Saygılarımla...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

İNŞİRÂH SÛRESİ DEVAMI

İşte Ve'd-duhâ Sûresinin inişi sırasına kadar o sıkıntılı dönemler bir sürü şeyler geçmiştir.
Ve'd-duhâ o sıralarda inmiştir zâten.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin zor günleri…
Ben bâzen öyle derim kendim için şiirlerimde:

“Doğuramayan bir hayvan gibi sıkıntıdayım. Çiledeyim, şundayım, bundayım vs.”

Hakîkaten, çünkü bunları yaşarız.
Hiç dili olmayan hayvanların kuzulayacak koyunların kuzulayamadığında, yavrusu karnında ters geldiğinde ya da ineklerin nasıl böğürdükleri nasıl ağlayarak hayvanların hiç seslenmeden ne de acılar çektiklerini izlemişimdir ve hep bunlar doğum sancılarıdır.
Annelerimiz daha iyi bilir ya da kız kardeşlerimiz.
Fakat işte Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in bu işlemler sırasında nasıl olduğunu biliyoruz, hadisler, âyetlerle.

Özellikle işte onun için çok dedim ya Hatice Vâlidemizin bu yıllarda özellikle ilk dört yıl süren TEKE TEKlik ÇİLEsi BİZ BİR likte SEVgilisi İLE-BİLE... Tek başınalığı, o kadar muazzam ki ve bu bu sıkıntılarında hep yanında olmuştur Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in ve bir geçiştir zâten bu OLUŞum LÂZIM ve LÂYIKtır.
Yâni sistemin kendinde vardır.

Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in biz gibi anadan doğması, bizim neyimiz var ise onun da olması zâten sistemin gereğidir.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve selleme bir ayrıcalık yok yâni.
Ayrıcalık Rasûlullahlığı SALLallâhu aleyhi ve sellem'dedir zâten olmuş o.
Ama Abdullah Aleyhi's-selâm olarak bizim gibi doğmuştur.
Bunlara gerek var mıydı, zâten rûhu kendisindeydi, şu kendisindeydi. Çünkü aynısını biz Muhammedî İnsanlar olarak bizim kendi kaderlerimizde kadarımız kadar yaşamaktayız. Yaşayacağız da yakîn gelene kadar...

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ

Resim --- " Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu).:
Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (Hicr 15/99)

Kendisi de öyle olmuştur. Yaşamıştır yâni.
Bizlerde yaşamalıyız yaşamazsak zâten olamayız.
Bunlar KULluk öğretimi ve eğitimi gibidir, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'de de olmuştur.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem sâdece Rasûlullah olarak SALLallâhu aleyhi ve sellem olarak sâdece insan peygamberi değildir ve akıl-nefs sâhibi cinlerin de peygamberidir.

Benim anladığım kadarıyla cinler, bedenleri olmayan nefis ve kalbleri olan. Bedenleri bize göre olmayan bir sistemdir.
Bizimle ilişkileri Kur’ân-ı Kerimde anlatılmıştır.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'de de anlatılmıştır.
Özellikle Şeyhu’l- Hazîn, Siirtli Hocam biliyorsunuz bizim de doğrudan bağlı olduğumuz, irtibatlı olduğumuz zâtlar..
Şeyhu'l Hazîn Hazretleri; Siirtli Hoca’dan dolayı söylüyorum, Nakşî Kolu olarak oraya da bir damarımız vardır bir bağımız vardır, ayrıca vardır.
Kendisi Abdulkadir Geylânî Efendimizin torunudur.
Canımızdır kanımızdır her şeyimizdir, muhteşemdir.
Kendisinin yaşadığı dönemlerde 1900 lerde yaşamıştır.
Abdulhamid Hân’ın da şeyhidir. Bağlı olduğu kişidir.
Meşhur Salâvâtını Rasûlullah SALLallâhu aleyhi vessellem e binlerce kişinin önünde okumuş ve duyurmuştur.
Öyle uydur kaydır değil. Onun yüzünden bağlanmıştır Abdul Hamid Han da zâten.
Ordaki görevli türbedâr kişinin haber vermesinden dolayı.

“Böyle bir zât geldi. Böyle olaylar yaşandı”
dediğinde Abdul Hamid Han kendisi Şeyhu’l- Hazin Hazretlerine mektup yazmıştır, arzusunu bildirmiştir kabûl edilmiştir.

Bunlar insan kaderinde vardır. İşte bu Şeyhu’l Hazîn Hazretleri de cinlerle direkt ilgisi olanlardan imiş. Kendisinin hayâtında gezdirmiş Cinler Deresini, bana Siirtli Hocamın sözü vardı ama bir türlü Siirt’e gidemedik.
İki kere Aksaray’a geldi.
İkisinde de gelirken yolda bahsetti:
“AbdulLatif inşaallah Siirte gidersek beraber gidelim. Sana Şeyhu’l- Hazîn Hazretlerinin Sûfî Nûman’a gösterdiği, bizzât Ahmet kardeşimle, öğleye kadar oraya gittiğimizi, orda bir saat içinde neler yaşadığımızı aynısını sana yaşatacağım inşallah!” dedi. Ama bu nasib olamadı. Çünkü o gidemedi oraya gidemedik.
Gitsek de yaşlandım dedi.
Ama buna kendisinin şâhid olduğunu söylemişti şimdi ise o da toprak olup rahmete erdi.
O âlemin kendisine açıldığını demek istiyorum.
Öyle bir yer öyle bir imkan içerisinde olmuş, hadisler de var Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in.
Bu kendilerine mahsus âlemi var, imkânı var.

Keçe gibi birbirlerine Rahmân Sûresini dinlerken yapıştıkları, peygamber Aleyhi's-selâm'dan hadisler bunlar, haberler.
Melekler nasıl varsa, ALLAHu Zu'l-celâl nasıl olduğu halde gözükmüyorsa, onlar da bize gözükmeyen ama kendi hallerinde kendi imkânlarında olan ama insandan daha az şeylerle imtihan edilen ve daha az edilen cinler.
Çünkü insan Halîfetullah'tır. Kıyas değildir bu hükümdür.

Cin mi üstün, insan mı üstün demenin mantığı yoktur, ayrı ayrı şeylerdir.
Hava mı üstün, su mu üstün gibi şeylerdir.
Değer yargıları değişik.
İşte bunların da peygamberidir Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem.
Bu şerhler bunlara hazırlanışlar hep bir gelişim içindedir.
Bize haber verişler bizimde bunları böyle anlamamız ve böyle yaşamamız içindir.
Bu işte görevli olanlar ALLAHu a'lem böyle hazırlandığını sanıyorum.
Hazırlanıyordur herhalde yoksa yapamazlar.
Muhakkak bu gelişmeleri yaşamazlarsa yalan olur.
Ben şahsen böyle inanırım. Yaşıyorlardır muhakkak.
Meselâ bize çok zor geliyor.
Ricâl-i Gayb vs hakîkaten akıl bunu anlamaz zor anlar.
Ama buna fiilen şâhid olduğunuz zaman ki ben şâhid olanlardanım hayret edersiniz. Şaşarsınız!.
Şunu demek istiyorum şimdi bulunduğun şehirde uçak hava alanı yok.
Birisi geliyor:
“Nasıl geldiniz?”
diyorsunuz.
“İşte buraya Uçakla geldim şimdi!” diyor gülerek.
Uçak hava alanı yok yalnız öyle bir şey bu demek istiyorum. Ne demeliydi ...
Bunlar fiilen yaşanan bize biraz ters gelen şeylerdir ama zaman içinde yaşandığında hepimiz şâhid oluruz ki offf.

Ben 1970 yıllarından sonraki zamanlarda bunların olmayacağını, âilem olarak çok iyi inananlar olmamıza rağmen fakat akıl düzeyim bakımından hiç bunlara aklımın yatmadığını söylediğim için bana etmediğini koymadı Derbentli Deli Hasan!
Fiilen yaşatmıştır tümünü demek istiyorum. Çoğunu yaşatmıştır.
Bir bana değil şu anda Aksaray’dayım.

Aksaray’da olan insanlar var geldiğinizde onlara şâhid olan insanlar var. Geldiğiniz de diyelim ki: “Gel hoca anlat bakalım şu hikâyeyi ne olmuştu?” deriz.

Bir köprü dolusu, belki yüz belki iki yüz kadar köpeği Aksaray’da toplayamazsınız bir araya.

Şehir içinde tur attırıyor, koyun sürüsü gibi dolaştırarak çıt çıkartmadan. Yüzlerce insan seyredecek böyle.
Bunların tümünü bir deli yapıyor öyle mi?
Bunları mânâ sisteminin ne kadar etkin olduğunu göstermek için söylüyorum…

Şerh-i Sadr… Peygamber Aleyhi's-selatu Ve's-selâm'ın dünyânın değersiz bir imtihan aracı oluşundan, halbuki aynanın arkasının gerçek hakîkat oluşunu geçişinin şerhleridir bunlar.
Bir anlamda “ İlâhe” ile “İllâ Allah” arasındaki kontakt kuruştur.
Yalıtkanlığı kaldırışlar gibidir.
Aslında bu dört yerdedir onu demek istiyorum.
Beden Nefis, Nefis Kalb, Kalb Ruh arasında üç yerde mi oluyor.
En az üç yerdedir.

Ben sanıyorum başta söylerken Beden Şerhi dedim birisi Nefis birisi Kalbtir. Öyledir. Olması gerekir gibi.
Geçişleri yapılması gerekir diye söylüyorum.
Bu bizlerde de aynen olmaktadır.
Peki ben mi söylüyorum bunu bizlerde olur derken yooo!..
ALLAHu Zu'l-celâlbuyuruyor:

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ

Resim --- “Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu li'l-islâm (islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî's-semâi, kezâlike yec’alûllâhu'r-ricse alellezîne lâ yu’minûn(yu’minûne) .: ALLAH, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. ALLAH, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.”
(Enâm 6/125)

“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu li'l-islâm”

buraya kadar yeter.
Anlamı ne?
Hâsılı ALLAH her kimi hidâyetine erdirmek isterse, yehdi hiyâdet etti yâni yehdi.
Ne demek yehdi?
Yâ He Del ne demek? Dâimiyeti huviyet olarak vermek kişiye.
Sen burdan gidersen ALLAHu Zu'l-celâl e gidersin demek.
Hidâyet budur, zâten başka hidâyet mi olur.
Bu tarafa giderken Hizbullah, ters tarafa gidersen Hizbu'ş-şeytan demektir. “Terse gitme!” demektir.

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ

Resim --- "E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû'ş-şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun) . : Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi? Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur ”
(YÂ-SÎN 36/60- 61)

“Doğru git Ey KULum!” demektir.
Arkanı dönme kıbleye demektir.
Yehdi budur. İki yönlüdür çünkü hidâyet biliyorsunuz.
Sırâtı mustakîm üzere hidâyet edin diye dâima söylüyorum ben çünkü biliyorum ki hidâyet kelime tek başına yeterli değildir.
Gidiş yönünüz bakımından söylüyorum. Evet. Doğru.
İşte bu hasılı, ALLAH her kimi hidâyetini erdirmek isterse İslâm'a sînesini açar.
Bakın “Fe men yuridillâhe en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil İslâm.”
Neydi İslâm? Teslim olmaktı.
Demek ki Sadr açılmadan insan teslim olamıyor.
Pas silinmeden FİŞ bu PRİZle BİLişse dâhi BULuşamıyor.
Sadece kontak yapıyor problem çıkarıyor. Kıyâmeti koparıyor.
İşte şerh olmak bu. SEVİYElenmek, tesviyelenmek.
“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi).
ALLAH korusun bakınız, “yec’al sadrehu dayyikan” bakın bakın.
Her kim de dalâlette kalmayı tercih etti mi onun da kalbini dayk yapar. “Sadrahu dayk” kalbini değil Sadrını dayk yapar.
Neydi dayk?
Kaf’ı kaybediştir dayk. “Za ve Ka” dır aslı.
Zakka dır. Susuzluktur. Sâkinin tam zıddıdır.
Kaybediştir. Kaf’ ı kaybediştir. Kur’ânı kaybediştir.
Kudreti kaybediştir ne bileyim ben her şeyi kaybediştir.
Dayk darlığın en beteridir. Sıkıntının vs. nin. Dayk.
“Haracen, ke ennem┠hımmm öyle sıkıştırır öyle sıkıştırır ki haracen çıkacak gibi, ke ennemâ sanki o. Yassa’adu
Sema yâni Su’ud, Su’udî Arabistan vs diyoruz ya, yüce demektir yükselmek demektir.
Su’udlar kendilerini öyle bilir ya...
Arabistan dediğimiz o sadda kelimesidir.
O zâten başlarını derde sokan da odur yâni o öyle şeytan başı gibi çıkardığı için bunlar Enâniyyet-Benlik Sâhibliği demektir Su’ud.
Sanki göğe çıkıpta kurtulsalar yeri var yâni.
Öyle sıkıştırır öyle sıkıştırır ki bunların çıkışları öfkelerinden, hınçlarından, korkuların, derdlerinden göğe çıkacakmış gibi bir türlü rahat duramazlar.
Kaynar dururlar artık.
Geberinceye kadar bastığı yer cehennem olur artık.
Çünkü neden?
Teslim olmayı seçmedi onlar. SALLı seçmedi DALLı seçtiler.
Zıd yöne gittiler. SALLı kaybettiler orda zayi olmaya gitti SALL.
Ters yöne gitti demek istiyorum. Çok açık bunlar.
Ama bakın ne kadar güzel sadrın İslam oluşuyla, dayk oluşu.
İçindeki Kalb Kur’ânı kaybedişi yani Kahhâriyeti kaybedişi ve ezilişi.
Kaf Sûresi demek istiyorum.
Ondan nereye geçmek istiyorum.
Kaf Sûresindeki 16.ıncı âyet vardır.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim --- “Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

Habli'l-verîd âyeti vardır. Kaybedilen o dur zâten.
Kendi içindeki elektriği kaybetmiştir, onu diyorum.

Resim --- “ALLAHu nûru's-semâvâti ve'l-ard: ALLAH göklerin ve yerin nurudur…”
(Nur 24/35)

diyorum.

“Fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse”
Rics, pislik murdarlık.
İşte böylece bunlar ricsi-pisliği tercih ettikleri için ALLAH celle celâlihu yec’alullâhu tercih ettiklerini yaratır başlarına geçiriverir.
Ricse böyle bir pisliğe, murdarlığa, leşliğe sokar.
Rics çok kötü bir kelimedir.
Yâni söylenebilecek bir laf yoktur başkaca.
Ricse böyle bir iğrençliğe düşmüşlerdir..

“Alellezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).”
Bunlar aslâ îman etmezler artık öyle kalırlar.
Çok kötü bir halde kalırlar ricsdir yâni…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Bir başka âyette vardır…

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ

Resim --- "Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alû'r-ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne) .: Hiçbir nefs ALLAH Celle Celâluhu’nun izni olmadan îmân etmiş olamaz. Akıllarını güzelce kullanmayanları (akletmeyenleri) ALLAH Celle Celâluhu pislik içinde bırakır!...”
(Yûnus 10/100)

Rics: dînin yasak ettiği şey, günâh, pislik, murdarlıktır...

Bunlar hep birbirini tamamlar neden akıllarını kullanmayan pisliklerdir.
ALLAH celle celâlihu sadrlarını İslâm'a açsın da İslâm'a gelsinler dileği bu!.

Yoksa, ne buyuruyor Yâ sîn Sûresinde:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاء اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

Resim --- "Ve izâ kîle lehum enfikû mimmâ rezakakumullâhu kâlellezîne keferû lillezîne âmenû e nut’imu men lev yeşâullâhu et’ameh(et’amehu), in entum illâ fî dalâlin mubîn(mubînin) .: ALLAH'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: ALLAH'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.”
(Yâsîn 36/47)

Onlar derler ki, kâfirler derler ki mü’minlere:

“ALLAH’ın adamını ben mi doyuracağım. Kendisi doyursun!”

derler âyet bu.

ALLAH celle celâluhu istiyorsa gelsin benim önüme çevirsin beni heee!!.

Bu ne?
Bütün sıkıntı burda. Evet. Gerçekten öyle Halim Can.
Ben kendim için söylüyorum hakîkâten insan aklı çok önemlidir ve kıymetlidir.
ALLAHu Zu'lcelâl kimi İslâm'a teslim olmaya sadırlarını açarsa şerh eder, açar.

“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu li'l-İslâm”

ALLAH celle celâluhu sadrını açar.
ALLAHu Zu'l-celâl operatör gibi gelir kendisi açar değil işte burda, meseleler bu.

ALLAH celle celâluhu her şey ALLAH’ındır, ALLAH adına ALLAH celle celâluhu içindir.

ALLAH celle celâluhu kullanmaktadır zâten.
O yaratmaktadır her şeyi.
Mesele mesele niyetlerdedir.
Ölmekte öldürmekte değildir iş.
ALLAH celle celâluhu, kul tercih edince işlerin hepsini yaratır.
Yaratma imkânı yok ki başkasında, gücü yok demek istiyorum. İmkânı yok sıfır.
Tercih imkânı var, tercihlerden sorumlu olmaktadır.
İşte ALLAH celle celâluhu onun göğsünü İslâm'a açtı.
Bu bütün, soruyorlar Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve selleme:

“ALLAH onun göğsünü İslâm'a açtı nasıl anlayalım Yâ Rasûlullah!...
Ey ALLAH’ın Rasûlü hiç göğüs açılır mı, nasıl olur bu?” diyorlar.
“Evet!”
buyuruyor. Buhârî de bu hadis.
Alâmeti nedir, işâreti.
Aldanma yurdunuzdan uzaklaşmak ebedîyet yurduna yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlıktır diyor.
Bunun alâmeti budur. Böyle anlaşılır bu sadrın açıldığı.
Demek ki akıl aklını başına alıyor.
Aldanma yurdu nereydi İlâhe bölümüydü.
Burdan uzaklaşmak neydi?
Yönünü kıbleye dönmekti, İlla Allah’a doğru dönmekti.

Ebedîyet yurdu nereydi?
ALLAHu Zu'lcelâl’in kendi âlemiydi. Dâru's-selâm idi.

Bu ne zaman olmalıydı?
Son nefes bitmeden. Gelmeden önce ölüme hazırlıktı.
İlâhe de ölüp İllâ Allah’ta dirilmekdi.
İlâhe de men arefe nefsehu olmalıydı.
İllâ Allah’ta fakat arefe rabbehu olmalıydı.

ALLAH’ı bilmek hâşâ haddimize değildir.
Ama RABBu'l-Âlemin'i bilmek haddimizedir,imkânımız vardır ve hattâ görevimizdir.
O’nu bilmezsek RABB çıkarırız, kendimiz uydururuz bir şey ALLAH celle celâluhu korusun!.
Bunun özeti aslı astarı nedir?.
ALLAHu Zu'l-celâl'in neyi vaad edip neyi tehdit ettiğine dikkat etmektir.
Bakın bu çok önemlidir.
Kur’ân-ı Kerîm “Yap! Yapma!” yla doludur.
Bunun ikisi aynı değerdedir. ALLAH celle celâluhu hâşâ hafife alınmaz.
Bilerek kasden hafife alınmaz küfürdür çünkü.
Bu ağır bir iştir. Yanlışlık olur, hatâ olur, bilemez, yetişmemiştir.
İmkânsızdır. Bunlar başka şey.

Ama bilinçli olarak herhangi bir sebeple neyle yaparsa yapsın yanlıştır.
Çünkü orda ALLAHu Zu'l-celâlin neyi vaad edip neyi tehdit ettiği açıktır. İkisine de Firavun’a uyma Mûsâ’ya uy mu dedi. Firavun’a düşman ol anlamında değildir bu.
“Firavuna uyma!” diyor,
“Firavun’u öldür!” demiyor ki sana. Onu yapma yâni.
“Eğer yapabiliyorsan Müslüman et!”
Bütün bunlarda neden bu bölüm o kadar İlâhe bölümü çok şey.
Evet burada Sadâkat ve Samîmiyeti olmadan katiyen çıkamaz bu bataktan.
Burda kendi ve hakîkaten yiğit at gibi yâni.
Bu çölden geçirecek yiğit bir at gibi bir ALLAH Dosdu olmalı bence!.
“Eee bende geçerim!”
Sen at değilsin ama. Deve değilsin sen.
Çok öyle insan, çıkanların kafa taslarını çöl yuttu yâni.
Çöle giremedi bile zâten çöplükte çöl diye diye gitti hüsrâna.
Çünkü bunlar böyledir hep. Kimse şunu söyleyemez .

“Hâşâ ne gerek vardı canım Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in kızı Fâtıma Vâlidemize?
Ne gerek vardı Ehl-i Beyt Aleyhi's-selâm'a kıyâmete kadar gelecekler.”

“Yok yok. Buyur sen yarat dünyâyı?”der gibi .
Git daha ilerlere git gibi.
Çünkü çok saçma onu demek istiyorum.
Bu o kadar saçma ki hakîkaten yâni iki göze gerek yoktu.
Anlımın çatına bir tâne yeterdi gibi böyle konuşmaya dâhi değmeyecek şuursuzca şeyler.

ALLAHu Zu'l-celâlin muhteşemliği, mübârek nimetlerini bir tarafa bırak insan aklının ne kadar aymazlığı onu demek istiyorum.
Böyle olur mu olmaz mı bak etrâfına bakayım.
Oluyor mu olmuyor mu gör.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in sînesinde bir sorun var da sorun giderilmiş değil.
Sizin için en güzel örnek Muhammed Aleyhi's-salâtu ve's-selâm’ dır âyet vardır biliyorsunuz.

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim --- “Lâ ikrâhe fî'd-dîni kad tebeyyene'r-ruşdu mine'l-gayy(gayyi), fe men yekfur bi't-tâğûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bi'l-urveti'l-vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun) . : Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan kesin olarak ayrılmıştır. Artık her kim Tağut'a küfredip ALLAH'a îman ederse, işte o, en sağlam kulpa yapışmıştır. ALLAH, işitir, bilir.”
(Bakara 2/256)

Urvetu'l-Vuska, tek ipiniz, tek tutanağınız ALLAHu Zu'l-celâl ve O’nun Görevlisi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in.
Prototip ana örnek. Her şeyimizi yaşamıştır.
Yoksa orda bir ârıza var da giderildi anlamında değildir.
Ne aklınıza geliyorsa. Hem de ne!.
Bence yaşamadığı yok gibidir .
İftirâları yaşamıştır iftirâları. Nur Sûresi inmiştir.
Kapaklı gizli değil açık bir şehir tüm katılmıştır.
Katılmayan çok az kalmıştır.
30 gün Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem bütün annelerimizi kimin neyi varsa onun yanlarına göndermiştir.
Kendisi de çıkmamıştır.
Ebu Bekir Radiyallâhu anh senelerce hizmet ettiği ekmek verdiği kölesi, eski kölesi neyi varısa.
Onun bir şeyi yok çünkü hep çoluğuna çocuğuna Ebû Bekir Radiyallâhu Anh bakıyor.

“Sana bir lokma yok bundan sonra sen de herkes gibi iftirâya katıldın!”

dediğinde Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'e gelip şikâyet ediyor. Sahihi Buhârî hadisi bunlar.
Diyor ki:

“Benim ekmeğimi kesti. Ama ben bir şey bilmiyorum. Herkesin söylediğini söyledim ben onlardan duydum dedim.”
Neyi duydu?

Resim --- Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in Hanımı Hz. 'Âişe (r.a.) Annemiz anlatır: “Seferlerinin birinde Rasulullah (s.a.v) ile birlikte çıktık. (Mekke ve Medîne arasında) Beydâ veya Zâtu’l-Ceyş mevkisinde bulunduğumuz sırada gerdanlığım kopup düştü. Rasûlullah (s.a.v) gerdanlığımı aramak üzere konakladı halk da kendisiyle berâber konakladı ama su başında değillerdi. Halk Ebû Bekir Sıddık’a varıp: “'Âişe’nin ne yaptığını görüyor musun? Rasûlullah (s.a.v) ve halkı su bulunmayan bir yerde konaklattırdı, yanlarında da su yok.” dediler. Rasûlullah (s.a.v) başını dizime koyup uyuduğu sırada Ebû Bekir çıka geldi: Rasûlullah (s.a.v) ve halkı su bulunmayan bir yerde alıkoydun! Üstelik yanlarında su da yok!” dedi ve beni azarladı. ALLAH’ın konuşmasını dilediği kadar söyleyeceğini söyledi, eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v)’in dizimde olmasından dolayı hiç kıpırdayamamıştım. Rasûlullah (s.a.v) susuz olarak sabaha çıktığında ayağa kalktı. Derken, ALLAH teyemmüm âyetini indirdi (Maide:6). Bunun üzerine teyemmüm ettiler.” Bu olay üzerine Useyd b. Hudayr: ”Ey Ebû Bekir âilesi bu sizin (sebep olduğunuz) ilk bereketiniz değildir” dedi. Üzerinde olduğum deveyi harekete geçirdiğimizde gerdanlığı devenin altında bulduk” demiştir.
(Hadisin kısa bir benzeri 1552. hadiste verilmiştir.)
(Kütüb-i Sitte Serisi:1, Hadis no: 224, Sahih-i Buhari)


Resim --- Hz. Âişe (r.a.) anlatmıştır, Kendisi Esmâ (r.a.)’dan ödünç bir gerdanlık almış onu da kaybetmiştir. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) bir takım kimseleri gerdanlığı bulmak için göndermiş, bu sırada namaz vakti gelmiş bu yüzden abdest almadan namaz kılmışlar. Bu nedenle Hz. Peygamber(s.a.v)’e gelip su bulamadıklarını bildirmişler. Netîcede teyemmüm âyeti inmiştir. Bunun üzerine Useyd b. Hudayr (r.a.)Hz. Âişe’ye : “ALLAH senin hayrını versin. Vallâhi senin başına gelen her işte, ALLAH senin için ondan bir çıkış yolu yapmış, müslümanlar için bunda bereket kılmıştır.” demiştir.
(Kütüb-i Sitte Serisi:1, Hadis no: 1552, Sahih-i Buhari)

Resim --- “Ey o bütün îman edenler! Namaza kalkacağınız vakit yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza mesh edib her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın, cünübseniz tas tamam yıkanın, eğer hasta veya seferde olursunuz veyâ biriniz hâcet yerinden gelir veyâ kadınlara dokunursunuz da suya gücünüz yetmezse o vakit de temiz bir toprağa teyemmüm edin: niyyetle ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh eyleyin, ALLAHın murâdı sizi sıkıntıya koşmak değil ve lâkin o sizi pâk etmek ve üzerinizdeki ni'metini tamamlamak istiyor ki şükredesiniz.”
(Mâide; 5/6)

Bir seferde 'Âişe Vâlidemiz gerdanlığını aramak için geride kalmış.
Açıkcası söylenen yâni orda olan kendisinin çölde kaldığı için dışarıda uzak bir tuvâlete gittiğidir.
Ve kendi çok hafif bir insan olduğu içinde mahveline girdi sanıyor yâni deve üzerindeki çardak gibi olan yere.
Kalkıyor kervan devam ediyor.
Ne zaman ki bir kişi değil yüz kişi değil çok kalabalık bir şey bu sefer savaş seferi .
Ne zaman ki arkçı olan bir kişi bir deve çekip geliyor üzerinde 'Âişe Vâlidemiz var.
Yetişince “Nedir bu?” diyorlar.
Bunun için meselâ kimisi demiş ki “uyumuş kalmış” kimisi demiştir ki “şuraya gitmiş” “Şöyle olmuş böyle olmuş”.
Ama en doğrusu kendisinin o toplumun dışında oluşudur.
İşte ilk IFK-iftirâ âyetleri inmiştir.
Ne demiştir Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem 'Âişe Vâlidemizin hadisleri vardır kendisinin de vardır yâni söylediği: “ALLAH celle celâlihu seni temize çıkarıncaya kadar babanın evine git!.”
Peygamber Aleyhi's-selâm buyuruyor.
30 gün, bir ay diyor daha doğrusu.
Hattâ bir tâne hadis var ben hep hayret ederdim.
29. gün Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem âyetler vardır zâten gittiğinde. 'Âişe Vâlidemiz çok nazlı, fettan çok hareketli . Tek bekâr evlendiği kadın.
“Ya Rasûlullah! hani sen diyordun ki bir ay gelmeyeceğim. Bak 29 gün oldu geldi gördün mü?”
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem: “Aişe bilmiyor musun bu ay 29 çekiyor!”
buyuruyor.
Çok ilginçtir .
İşte bu tüm Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem bir insanın çekebileceği sıkıntılarının tümünü gerçekten çekmiştir.
Evlenmeden önce Zeynep Vâlidemizi çok sevmiştir.
Hakîkaten çok güzeldir halasının kızıdır.
Ama çok genç olduğu için evlenememiştir.
Çünkü neden insanların kendisini kesin ayıplayacağını kabul etmiştir.
Kendi bir fikir beyan edememiştir.
Bunun doğurduğu sıkıntılardan dolayı da kendisi kendi evlâtlığıyla evlendirmiştir aradan kaldırmak için.
Kaldırmış da nitekim ama öyle bir zaman gelmiştir ki Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve selleme demiştir ki: “Artık ben Zeyd’i istemiyorum. Bana denk görmüyorum. Ölüm bile olsa!.”
Ne âyetler inmiştir.

مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ

Resim --- “Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih(cevfihî), ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlu'l-hakka ve huve yehdî's-sebîl(sebîle) .: ALLAH, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. ALLAH ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.”
(Ahzâb 33/4)

Ya Muhammed!
Yine evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır.
Evlâtlıklarınızın çünkü Zeydi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Hatîce Vâlidemizden geçen bir köleydi.
İslâmiyet geliştiği anda demiştir ki;
“seni evlâdım gibi kabul ediyorum”
buyrumuştur.
“Evlâtlık kabul ediyorum.”
Evlâtlıklarınızın karısı size helâldir anlamlı âyet inmiştir boşandıklarında ve Zeyd Radiyallâhu Anh da demiştir ki: “Ben beni beğenmediği için Zeynep’i bırakıyorum-boşuyorum.”

Zeynep Vâlidemiz Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'le evlenmiştir. Siirtli Hocam çok söylerdi.
Çok ayrı bir özelliği güzelliği var.
Dünyânın en güzel anlamında değil ona mahsus özel ana âit özelliği var.
Her kadında olmayan özellikler var gönül ve ruh güzellikleri anlamında söylüyorum.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem : “Sizin içinde eli en uzun olan Zeynep’tir” buyuruyor..
Hemen Hafsa Vâlidemiz, 'Âişe vâlidemiz koşuyorlar:
“Gelin kimin eli daha uzun, parmakları, elleri . Gerçekten öyle mi Zeynebin miymiş bakalım!” diyorlar.
Rasûlullah SALL allâhu aleyhi ve sellem geldiklerinde buyuruyor ki: “Yok yok o, eliyle bir takım çorap morap örer yetimlere yardım eder ya onun için dedim!.” buyuruyor.

Benim gönlümün anladığı nedir?
Benim gönlümün anladığı şudur.
Gerçek sevgisini, kalbi ve rûhu olan sevgisini ALLAHu Zu'l-celâlin âyetiyle almıştır Zeynep Vâlidemiz.

Çünkü Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem bulunduğu pozisyon yâni olduğu yer îtibâriyle bunu önlemek için kendi kölesiyle evlendirmiştir.
Kaldırmıştır o sistemi ortadan.
Ama Zeynep Vâlidemiz onun sâhibine SALLamıştır.
SALLamaktan kastım SALL olarak söylüyorum.
Salât olarak söylüyorum.
Salât değil midir duâlarımız, salât değilse nereye gidiyor peki.

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

Resim --- ''Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ(lizâmen). : (Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”
(Furkân 25/77)

Siz duâlarınız olmasa neye yarardınız.
Biz duâ ediyoruz da yerine ulaşmıyorsa mailler gibi bize mi dönecek hâşâ onu demek istiyorum.
Bütün bunlar öyledir.
ALLAHu Zu'l-celâlin rızâsı hepsinin içindedir yâni çok güzeldir.
Ve bu bir bütünlüktür. Bir bütünlüktür.
Bir yetim bir öksüz tanıdığınız bildiğiniz bir çocuk görseniz ve bir güzellik yapsanız var ya bütün şehri îmar etmişe dönüverirsiniz.
Rızâ çünkü bu Rızâullah'tır .
Bunlar insanın içinde olduğu Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'den insana yansıyan güzelliklerdir.

Sadrımızı inşaallah ALLAHu Zu'l-celâl lütfu kerem eder sebeplerin halk eder de İslâm teslim olmaya sadrımızı açarda.
Sadrı açılan sadırdan biz sabra yâni onun sabrına ulaşırız da rızâ buluruz. Selâmet istikâmetini buluruz.
Dâru’s-selâm için E's-selâmu Aleykum ve Rahmetullâhi ve berakâtuhu buluruz.
İşte böyle bir güzellik vardır bu işte ve Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem bu yüzden ALLAHu Zu'l-celâl bu bunların sonunda ne gelmiştir meselâ bakıyoruz:

Resim --- Lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ metta’nâ bihî ezvâcen minhum ve lâ tahzen aleyhim vahfıd cenâhake lil mu’minîn(mu’minîne).

Bu hanı bu geçici bir süre için küfredenlerin rahatlıklarına, yiyip içmelerine ne bileyim ben dünyâ zevklerine şuna buna geçici süre faydalanacakları, meta’lanacakları bu şeylere gözünü dikme.
Oraya takılıp kalmasın ayneyke diyor çünkü ayneyke gözünü oraya takma.
Devamlı olarak onlardan bir medet isteme, bir şey bekleme, bir şey düşünme .
Çünkü biz onlara geçici bir süre için onları verdik.
Sakın sakın bundan dolayı hüzünlenme.

“Vahfıd cenâhake li'l-mu’minîn” kanatlarını mü’minlere indir.

Hıfzet, hazfet hafdet buradaki ze ile değil dat ile .
Cenâhake iki kanadını, iki cenâhını, iki yönünü mü’minîn zâhir ve bâtından sar.
İç ve dışınla sar. Bu da muazzam bir âyettir.
Hicr Sûresindeki:

لاَ تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ

Resim --- “Lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ metta’nâ bihî ezvâcen minhum ve lâ tahzen aleyhim vahfıd cenâhake li'l-mu’minîn(mu’minîne) :Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve mü’minlere (şefkat) kanadını indir.” (Hicr 15/88)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Bütün bunlar şerhten sonra olacak şeylerdir.
Eee şerh olmadan zâten hiçbir şey olmaz katiyen.
Evet. Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem bir ara da söylemiştim bütün sistemin Rasûlullahıdır tümünün.
Cennet cehennem tümü diye bir mefhum değildir tümü yaratılmışsa Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem’in nurundan yaratılmıştır.
Cennet ve cehennem oluşu tamamen bize aittir.
Bizim o pozisyonda oluşumuza aittir.
Bakın defalarca söylüyorum diyorum ki bilmiyorum ona bir teknik olarak bakmak lâzım.
Uğraşmamız lâzım, kaç kilometre yukarıya çıkınca biz dünyanın üzerine çıksak artık güneş bir daha doğmayacak.
Güneşin görüş açısı bakımından bir hesabı var.
Onun bellidir ama ben şu anda bilmiyorum.
Gece gündüz bizim bulunduğumuz yer zaman ve hale bağlıdır.
Atıyorum meselâ 12 kilometre yukarı çıkınca güneş batmıyorsa oraya sabit kalsak şu anda bir uydu koysak bizim için gece gündüz kalmayacak, olmayacak.
Demek ki gece gündüz bulunduğumuz yer zaman ve halimize bağlıdır. Tercih bence.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem e kendi kendisinin, bütün kâinatın Rasûlullahı oluşu itibariyle görülmüşdür hep şerhler.
O doğrudur ama bence benim anladığım kadarıyla ise bize lâzım olan kısmı daima biz neyi örnek alacağız.
Biz nasıl yapacağız bu işi ki ömrümüz bitmeden bu işi çözelim.
Bize yardımcı olsun bizim gideceğimiz bir yer olsun.
Biz de Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem BİLelim BULalım, OLalım ve YAŞAyalım.
Eeee nasıl yapalım bu işi diye düşündüğümüzde hep Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem bizim tek örneğinimizdir.
Bu bakımdan da bize bunlar gelmiştir.
Bunun Vedduhâ ile ilişkileri olabilir mi?
Hani göğsünü genişletmek ile seni bir yetim olarak bulmadık mı, yoksuldun fakirdin zenginleştirmedik mi ilişkiler kurmak.
Ordaki fakirlik nedir, ganilik nedir? Yetimlik nedir?
Onları bilmek lâzım.
Sadece öyle bir ana babasını kaybetmek mi yetimlik bir peygamber Aleyhis selâm için.
Biz ne zaman yetimiz?
Ne zaman ruhumuzdan habersiz olduğumuz zaman yetim değil miyiz? Nefsimiz tek başına bağsız kaldığında öksüz değil mi?
Biz o zaman Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem den iki bakımdan yetim ve öksüz olmaz mıyız gibi çeşitli şeyler düşünmek değil hakikatte öyledir zâten.
Gerçekte öyledir yani hakikaten.
Yönsüz kalmaz mıyız Ehl-i Beyti kaybedersek.
Nerden bilelim biz Keban nerdeymiş.
Ama onlar olsa biz direk direk dağları bağları dolaşa dolaşı gideriz .
Kayıp mı oluruz?
Bir asma köprüden geçerken köprüyü kaybetmeyen yolu kaybeder mi?.
Nasıl kaybeder?.
İşte bütün bunların elleri üzerinde Allah’ın eli vardır.
Vardır da Allah’ın elini mi arayalım havada, hangisiymiş diye?
İşte budur kim ki sana tâbi olursa biz tâbi değil miyiz?.
Bu yok yok bu o zaman ki Müslümanlara geldi.
Şimdikiler tâbi değil mi?.
O zamankilere geldi onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli var da bizim elimiz Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in elinde değilse biz neyiz?
Biz kime tâbiyiz o zaman lafla mı tâbiyiz?.
Bütün bunlar zâhirci vehabi düşünceleridir.
O Kur’ân-ı Kerimin yarısı müteşabihtir.
“Biz müteşabih âyetlere dokunmayız!.” Derler.
Ne yaparsınız?
İngilizce gibi okur geçeriz o zaman yarısı yok Kur’ân-ı Kerimin.
Dokunup da bir şey mi diyoruz sen istediğini söyle yine.
Ama Allahu Zülcelâl in elini bilmiyoruz onun için geçelim orayı.
Ne bileyim ben nerede bir şey kalmıyor.
Bunlar tüm tüm kim?
Şimdiki kafa. O Vehabi kafası.
Şimdiki onların başındaki o şekli bozuk insanların, yüreği bozuk insanların, küfür insanlarının bir taraftan Bush’la dans ederken bir tarafta hışır hışır günde binlerce müslumanı, çoluk çocuğu doğratanların inanç sistemi, merhametsizlerin.
Peygamber Aleyhisselâm düşmanlarının.
Onun içinde bakıyorsunuz etrafında koyun gibi meliyor, göz yaşı döküyor.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem e gelince ona “Rahîm deme!” diyor “küfürdür” diyor.
Allahu Zülcelâl Raufur Rahîm dese de sen deme diyor.


لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet ızzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü'minlere raûf, rahîmdir” (Tevbe 9/128)

Neden görmüyor bu cübbeli prof. bu âyeti gördüğü halde!..
Çünkü o vehabilerin parasıyla ötüyor.
Onun kölesi zâten. Onu demek istiyorum.
Muhammedi Oluş Kur’ân-ı Kerimle olur.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem sahih hadisleriyle olur.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellemi duymak ve uymakla olur.
Uymaktan kastım böyle ben söylüyorum sen söylüyorsun diye değil.
Yürek varsa yüreğinde duy.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in kendi kalbtir zâten.
Kendi şah damarıdır. Habli’l- verid kendi nurudur zâten.
Adam gülüyorsa gülsün zâten Rabbımızın da şah damarından yakın olduğuna gülmektedir o.
Gülsün Kafa Tasına toprak doluncaya kadar gülsün ne yapalım. Evet.

Burada bir başka şey söylemek gerekir.
Cebrâil Aleyhisselâm geldi, Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in göğsünü yardı.
Kalbini çıkardı. Yıkadı vs. şeyler vardır.
Cebrâil kimdir. Buradaki “âil” eki ne ekidir?.
İsrâfil afil kimdir. İsmâil kimdir. Ne bileyim ben bu âil ekleri ayrı bir sorundur.
Melek kimdir, meleke nedir?.
Melek nasıl bir yaratıktır ki yaratık olduğu için Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in nurundan yaratılmıştır da Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem e vahiy getiriyor Allahu Zülcelâl den bunlar hep bilinen şeylerdir.
Ama denilemeyen şeylerdir.
Ama vardır bizde göreceğiz inşaallah.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimizi bildikçe buldukça oldukça, yaşadıkça gerçekten Muhammedileşeceğiz, gerçek Muhammedileşeceğiz demek istiyorum hepimiz hepimiz.
İnşirah bulacağız çünkü bedenlerimiz inşirah bulacak.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem i duymakta ve uymakta sıkıntı çeken bedenlerimiz, ciddi sıkıntılar çeken;

BEDENlerimiz Muhammedi Gayretle İLİMle Terbiye BİLdikçe İNŞİRAH bulacak.
NEFİSlerimiz Pîr elinde Muhammedi Merhametle EDEBle Tezkiye BULdukça İNŞİRAH bulacak.
KALBlerimiz Muhammedi Muhabbetle İRFANla Tasfiye OLdukça İNŞİRAH bulacak.
RUHlarımız Muhammedi Hakikatla ERKANla Tecliye YAŞAdıkça İNŞİRAH bulacak İnşaallah..

Rahatlayacaklar, huzura kavuşacaklar ve BİZ Huzur BULacağız...

Bakın daha demin, demin buradaydı gitti.
Bir kardeşten bir yakından, bir yakınımızdan bahsediliyordu.
İşte hal ortada, tek maaşla geçinin de alnınızdan öpeyim.
Alın öğretmen maaşını geçinin.
Ankara’da öğretmenlik yapın yiğitseniz göreyim hadi.
Diyelim ki karısı da öğretmen ya da birisi öğretmen.
Hanımı öğretmen olsun ve öyle bir düzen kurulmuş ki başını açmak zorundasın.
Yoksa ayrıl. Ayrıldı. Ne oldu cehennem oldu?
Cehennem olur ne olur evde kalmaz, barkta kalmaz.
Çoluk çocukta kalmaz. Her şey duman olur zâten gider.
Peki bu ne oldu?
Bu bu kişinin bu kadıncağızın gerçekten içi açılmaktan yana mıydı kapanmaktan yana mıydı?.
Kesinlikle kapanmaktan yanaydı. Hakikaten.
Bunu Allahu Zülcelâl de biliyordu herkeste biliyordu.
Haaa demek ki bunu açtırmakta bir zulümdür.
Güzel de tersine de bakalım bir!.
Diyor ki adam: “Eğer kafanı kapatmazsan seni asarım, keserim, boşarım, atarım!”
Ama kadıncağızın henüz içi ve anlayışı razı değil.
Kendi vicdanı nefsi razı değil. Hazır değil.
Böyle bir şey düşünmüyor .
Deseydi ki: “Böyle bir Rabbım var bana emrediyor bende bunu yapmam için engel yok!.”
Mâdem ki böyle emrediyor ne bileyim böyle istiyor.
Böyle yarattığı için böyle istiyor.
Birini kadın yapıyor, diğerini erkek yapıyor.
Onu gözlü yapıyor, onu gözsüz yapıyor, şunu yapan bunu yapan var ya işte böyle yapıyor böyle emrediyor.
Başım gözün üstüne diyemediği için demediği için zor bastırıyorsun yapmazsan şöyle yaparım.
Tıpkı bizim köylerde olduğu gibi o da zulümdür.
Neden zulümdür?.
Hiç pulluk değmemiş insan eli değmemiş, dağların başına tarlaya tohum ekiyorum diye ekmek de lüzumdur.
Tohuma zulümdür. Hazır değil. Doğru değil.
İşte bunu demek istiyorum, bunu demek istiyorum.
Bunlar hazır olmadan günahtır, yazıktır. Doğru da değildir.
Bunu Siirtli Hocam çok çok iyi bilirdi çok.
Meselâ hiç kimse şunu gösteremez.
Kur’ân-ı Kerimde lânet âyetleri vardır.
Allah, melekler ve lânet edenler lânet etsin diye biten âyetler vardır.
Yetim haklarında hücumda, zulümde şunda bunda, insan öldürmede vs. de vardır.
Tesettür âyetlerine bakarsınız:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

Resim---“Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ yu’zeyn(yu’zeyne) ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).: Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Ahzâb 33/59)

Allahu Zülcelâl o kadar açıkça belirtmiştir ki: “eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle!”

Tamam da âyetin Sonu nasıl bitmekte?.
“Gafûren rahîmâ dir diye biter de “lânet etsin!” diye bitmez!.

Adam diyorsa ki: “Allahu Zülcelâl ın emrini kabul etmiyorum!” o zaman mesele yok, küfreder!.
İstediğini kabul etmesin. “Faiz helâl desin!” ama fazi yemesin yine küfre gider.
“Namaz neyimiş!” desin küfre gider.
Binlercesinden gider.
Kabul ettiği zaman ise: “Yani kabul ediyorum ama yapamıyorum ne yapayım .Yapacağım inşallah!.”
Bu başka şey öbürü başka şey.
Bundan şunu söylemek istiyorum işte tüm bunlar inşirahtır.
Zulüm haline gelen şeyi anlattığınız zaman zevk haline dönüşür.
Çünkü siz onun nefsini inşirah etmişsinizdir.
Kalbini inşirah etmişsinizdir. Genişletmişsinizdir.
Hava alır hale getirmişsinizdir.
İçerdeki basıncı almışsınızdır.
Rabbısıyla tanıştırmışsınızdır.
“Artık bundan sonra ben Sen ne dersen onu yaparım!” demiştir.
Çünkü o sevgi ve muhabbeti bulmuştur.
Çünkü Allahu Zülcelâl bu âlemi sevmek için halk etmiştir.
Sevilmek için halk etmiştir.
İnsanı sevilmek için halk etmiştir Allah celle celâlihu.
İşte onun içindir bu sevilme getirir muazzam sevgiyi zâten geri getirir. Üzme üzülme Sev Sevili herkes gır gır sanıyor. Gır gır değildir.
Gel yiğitsen “Lâ İlâhe” Üzme Üzülmesin geç!.
“İllâ Allah” ta Sev ve sevili Peygamber Alehisselatü Vesselâm sana bulunduğun yerde yaşatsın.
O yürek ve o ruh varsa sende.
Şu BEDENle ÜZME, şu NEFİSle ÜZÜLME âlemini bir geç!
Leş Âlemini bir geç, çöplüğü bir geç bak ne göreceksin.
Neden buyuruyor Allahu Zülcelâl: “Kim ki seçerse islama geçmeyi Allah celle celâlihu muhakkak hidâyeti ona şerh ettirir.”
Eliyle, koluyla, gözüyle, insanıyla Allah bu her şeyi yapar çünkü. Yapmayana ne yapar?.
Hizbuşşeytana köle eder. Uşak yapar.
Öbürünü şehâdet yıldızı yaparken bu taraftakini şehvet pisliklerinin içine karıştırır geçer gider, orayı tercih ettiği için.
Bunlar hep böyle ikilidir. Allah celle celâlihu bizi daima Hakkta ve Hayrda kullansın bizi o yöne hizmetçi etsin inşaallah.
Bunlar hep bizim insanlarımızdır kötü değildir.
Kötü işleridir onların. Herkesin.
İyi ve kötü işte olur kişide olmaz.
İşinden dolayıdır, iyi bir insanın adı Hakan iken hırsızlık yapınca Hırsız hakan olur.
Tüm bunlar Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in özellikleri ve güzellikleri bakamındandır.

Başka meselâ Hicr Sûresinin yine 97. âyeti :

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ

Resim---“Ve le kad na’lemu enneke yadîku sadruke bi mâ yekûlûn(yekûlûne).: Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.” (Hicr 15/97)

Yemin ediyor Allahu Zülcelâl Biz senin göğsünün daraldığını biliyoruz. İnsan bu, Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimiz de öyle.
Öyle buyuruyor:

Resim---- Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem "Şüphesiz kalbime birşeyler olur ve günde yüz kez istiğfar ederim".
(Müslim (4/2075), Ebû Dâvûd (2/177), İbn Mâce (2/1254) Ahmed (4/260)

Bize ne güzel yol gösteriyor.
Onun için biliyorsunuz biz de derslerimizde kolay olsun diye bir tesbih. “Estağfirullah El Azim Veletuğbi ileyh” diyoruz.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem ne yaptıysa onu yapmaya çalışıyoruz.
Katiyyen başka yol bilmeyiz ve bizim büyüklerimizde bilmezdi.
Hiç doğru değildir yani şöyle yap böyle çat kafadan uydur kaydır işlerine gerek yok.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimizin yaptıklarını bir yapalım bakalım da.
Fırsat bulursak öbürlerine de bakılabilir diye düşünüyorum.
Ben bakmam da bakılabilir, isteyen baksın demek istiyorum.
Evet pek çok âyet vardır Kur’ân-ı Kerimde Sadrla ilgili neler vardır.
Sadr bölümü diye bölümler bir zaman Hasan Dağındayken zevk etmiştim.
Muhammedi Tasavvufta yazmıştım.
Hiçbir daha çalışamadım üzerinde inşaallah çalışacağız hep beraber geliştirmek bakamından Kur’ân-ı Kerim anlayışımızı.
O zaman böyle değildi, Bizim imkanımız yoktu yani şimdi istediğimizi arayıp buluyoruz.
Hiç öyle imkan yoktu o zaman sıfırdı.
Dağın tepesinde kalmışsın ne yapacaksın.
Elinde sadece bir meal vardır.
Baktığın yerlere bakabiliyorsun ama öyle âyetler vardır ki daima ikilik sıkıştırır sadrı-nefsi.
Nefis kendi İKİlik üzere halk edildiği için akıl da öyledir zâten, iki uçludur mıknatıs gibi.
Akıl kendi şeytanlığını Müslüman ediverdiği anda nakle dönüşmüş gibidir.
Direkt naklen yayına girer demek istiyorum Allah’ın izniyle.

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

Resim---“E lem neşrah leke sadrek(sadreke).: :Biz, senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?” (İnşirâh 94 /1)

Elem neşrah leke sadrekdayız.
Elem neşrah sadrak hârika bir şeydir.
İslah olmamış bir sadr nasıl iflah olmuş bir kalb olacak.
Nasıl DUYulacak ki Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Allah’a UYulacak.
İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn
“İyyâke na’budu: Biz yalnızca Sana ibadet eder ” nasıl denilecek ki “ve iyyâke nestaîn: ve yalnızca Sen'den yardım dileriz. ” olsun isteyeceğimizi o göndersin.
Bu ebedîlik bağı kurulmadan nasıl ebedîyet nuru bekleyebilirz.
Yapamayız olmaz hayal olur.
Hani hani vardı ya Allahu Zülcelâl buyuruyordu ya.
“Ancak ve ancak bana ibadet etsinler diye insanları ve cinleri yarattım.” Zariyattaydı değil mi?

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Resim---“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni). :Ben cinleri ve insanlan ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56)

Tüm bu bütün bunlar bu ibadet “be” ve “de” de den ibadettir.
İbad kul dediğimiz. Daimiyet bileliğidir.
Gerçek kulluk budur. Basit değildir.

Resim---Yani Bismillâhirrahmânirrahîm. Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh. İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh. Fedhulî fî ibâdî Vedhulî cennetî: Ey o rabbına muti' olan nefs-i mutmeinne! Sen dön o rabbına hem râdıye olarak hem merdıyye de. Gir kullarım içine. Gir Cennetime” (Fecr 89/27-30)

Diriysen kullarımın arasına cennettesin zâten.
“Fedhulî fî ibâdî Vedhulî cennetî”
O ibadin başındaki “İ” İşin en ince tarafıdır Ekberin başındaki “e” gibi .
Esas “be” ve “de” dir .
Daimiyet bilelik sırrına eriştir.
Böyle değilse zâten ibad değildir o.
“Abduhu” diyorsun ve “Rasûluhu.”
Hani nerde “Abduhu” da “Rasûluhu” ya geçiyorsan.
Nerede Abduhu da nasıl?
Hani nerde “neşrah leke sadrek” nerde?
Abduhu diyorsun da neşrahsız kalbe geçiyorsun.
Öyle geçmek kolay mıymış?.
Yok efendim olur mu öyle şey!
DUYmak kolay mı? Ki Uyabilesin!.
DUYdun da niye Uymuyorsun?.

… وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا…

Resim---“… ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ: … İşittik ve itaat ettik...” (Bakara 2/285)

“Ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ”
“Daha şimdi duydum.”
Öyle dedi adam benim kendime söyledi, ağlayarak boynuma sarılıp ağlayarak: “56 yaşındayım dedi. Bu güne kadar ezanı duymamışım iyimi dedi hayatımda” dedi.
“Bir kere uymadım çünkü hiç umurumda da olmadı!” dedi.
Bu mühendis bir arkadaşımdı bu benim.
Ne diyor: “Hiç duymadım sanki benim umurumda bile değildi. Uyduğum zaman ne oldu. Her zerrem ezan kesildi. Ve secde ettiğim zaman yere dökülen bir tas su gibi ediyorum!.”
Yere değmeyen bir baş ki.
Betonun üstüne bir tas su dökün bakayım.
Bana yere değmeyen bir zerresine gösterin!.
Böyle secde. Harra diye başlıyor secdeler.
Secde Sûresinde de öyledir harra.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*

Resim---“İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ HARRÛ succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). : Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder.” (Secde 32/15)

Kızgın sacın üzerine dökülen bir tas suyun her zerrenin dans ettiğini görürsünüz bitinceye kadar.
Bir kere oturamazlar orda.
“Harra” secdeleri öyle farzı ayin secdeleridir.
Mutlaka yapılması gerekir ve farzdır.
Harra müthiş bir hararetle yapılan çenelerinin üzerine atladı patladı yok. İşte öyledir.
Hararet mararet aynı köktür onlar.
Hürriyet köküdür. Haram köküdür.
Cerre gibidir aynı harrada.
Harra kökü cerre kökü yani muhteşemdir .
Onlara bakmak lâzım, nasıl bakılacak?.
Güzeldir demek istiyorum.

Eeee neden “E lem neşrah leke sadrek” buyuruyor Allahu Zülcelâl?
Senin için buyuruyor değil mi?
Ne kadar güzel değil mi?
Müslümanlar için, senin için, “Kendim için” buyurmuyor.
Senin için “E lem neşrah leke ” senin için.
Ne kadar hârika.
Yani ben kendim için değil haa bak senin için yapıyorum.
Bu olmazsa bir şey olmaz bu şart bu .
Ne kadar güzel değil mi?
Onun için ben bazen insanları, Muhammedi Melâmette tesbih dükkanına benzetiyorum.
Tesbihler var hepsi hârika ama içleri delik değil.
Bunları Sırat-ı Müstakîm ipine dizmek için bence “E lem neşrah leke sadrek” yapmak lâzım bunları.
Ve demek lâzım ki: “Bak arkadaşım bu deliği deleceğiz ama senin için deleceğiz. Çünkü bunu delmezsek sen bu ipe geçmezsin. Ve İmam-ı Mutlak Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm senin İMAMİYEN olamaz yoksa!. Sen İKİlik ŞEYtanında kalırsın. Çatlak, patlak, gözsüzlerle beraber aşağıda. Bu hakikattır dediğim bu senini içindir. “E lem neşrah leke sadrek” gerçekten!”
Bunu anlamak ve anlatmak lâzım.
Bizim anlamamız lâzım.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem’in masalını okumuyoruz hâşâ, hikayesini okumuyoruz.
Biz bizimkini okumaya çalışıyoruz.
Gecenin bu saatinde bu zamanında niye duruyoruz biz.
Nedir başka iş mi yok?
Vaaar. Ama iyi bir iş yapıyoruz.
İyi bir iş yaptığımızı anlamak için, arada sırada mezarlığa sormak lâzım:
“Siz hangi işleri yapmıştınız, ne haldesiniz?” diye.
Doğruyu yapmak lâzım. Bu bakımdan söylüyorum.
“E lem neşrah leke sadrek”
Neşrah niye de eşrah değil.
Ben yapmadım da Biz yaptık var.
“Biz genişletmedik mi?” buyuruyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Emeği geçenlerden Allah razı olsun...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي



Resim--- “İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.:Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (Tâ-Hâ 20/14)

Allahu Zülcelâl: “İnnenî enallâhu: Gerçekten Ben, Ben Allah'ım.”
Buyuruyor da “Biz Allahız” buyurmuyor. “Ben Allahım” buyuruyor.
Ama burda buyuruyor ki “biz genişlettik.”
İşte bu Allahu Zülcelâl.
Allahu Zülcelâl Zâtından ve sıfatından bahsediyor Allahu âlem. Biz bunu hep yapmaktayız.
Hadi diyelim ki bizde böyle denemezlerden olduğumuz için yanlış yerlere bizi çekerler, çekiliriz.
İnsanlar anlamadığı için kendi çeker.
Senin elinle, benim elimle, onun eliyle, bunun eliyle, şunun eliyle felan. Biz yani bu yürümekte olan sistemin içinde demek istiyor.
Bence öyle buyuruyor başka ne diyecek.
Ortağı yok hâşâ yani.
Buradaki “Biz” sisteminin kendidir zâten.
“Allaha ve Rasûlullaha iman edin” buyurduğunda, burda “İki kişiye mi iman edin!” buyuruyor hâşâ!.
Yok efendim öyle değil.
“Bardağı suyla iç” demeyim mi yani neyle içecen peki?.
Onun için şekilci cahillerin illâ şekil, put perestliklerine takılı kalmadan bakmalıyız sisteme.
Muhammedi Melâmet bilmediğini bilerek gider, anlayarak gider.
Doğru dürüst gider adam gibi gider .
Taklidle oradan buradan dermeyle çatmayla, uçarla kaçarla gideceği yer cehennemdir.
Onun için yasak yoktur, ayıp yoktur. günah yoktur ilimde..
Her şey Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in sınırları içinde olduğu için onlarla uğraşılmaz.
Ama neyi görüyorsak, çocukta görür, kadında görür, hasta da görür, sağlamda görür.
“Sen bunu görme!” demeyiz.
Tâbi küçük çocukların yanında söylenecek-söylenmeyecek sözler var onu demiyorum.
Ama bir yola giderken “çocuklar siz şunları seyretmeyin!” mi deyim.
Herkes görebildiği kadar görecektir .
Bunu niye esirgiyorsun, niye söylemiyorsun.
Böyle hele hele bizim söyle sohbetlerimizin temelinde yatan şey, anasında yatan şey;
Akıllarımızı İslam etmek ise, şeytanımızı Müslüman etmek ise, akıllarımızı Nakil Kıblesine çevirmek ise ki hayatımızı hava gibi dolduran şeydir akıl.
Nefislerimize demek istiyorum.
Buradaki çoğul Nunu, çoğul Nundan ziyade işi oluş görüş Nunudur.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem, Allah Dostları, sen ben biz bütün BİZ BİRİZ zâten bu birliğimiz anlamında gibidir .
Evet. Saat 1’e geldi.
Biz İnşirah Sûresinin 2. âyetindeyiz ama.
Buraya kadar gelmemize sebep de konuyu iyi Anlamaktı. İnşiraht böyle zevk ettik.
Sadece âyetleri tarayalım bırakalım.

وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ

Resim--- “Ve vedagnâ anke vizrek(vizreke).: Senden yükünü indirmedik mi?” (İnşirah 94/2)

“Ve vedagn┠Za etmedik mi?
Yani ayniyetini zayi etmedik mi Halim Can.
Yani senin ayniyetini sana yük getiren o var ya AYN.
BEN deyip duruyordun ya onu.
SALL etsen nereye taşıyacaksın Allahu Zülcelâl e ben kendim içim söylüyorum semer mi götüreceğim.
Hayır hayır. O yükten yani onu indirmedik mi anlamında “dayk”.
Burdaki dayk aşağılatmak, indirmek, kıymetini değerini gözde büyüklüğünü indirmek anlamında demek istiyorum.
“Ve vedagnâ”, biz indirmedik mi.
“Anke” bakın yine senin üzerinden “vizrek”, vizrini.
Neydi vizr?
Vizr, Rububiyet Sırlarının kendine sahib çıkışıdır, insan yapar bunu.
Var ya “ben sana şunu yaparım”. Var ya “ben bunu yaparım”. Var ya “ben şöyle yaparım.”
Hadi yarım nefes al desen alamayıverse gitti!.
Bu bu ciddi bir yüktür bu.
Bu bu insanların hepisi bundan mecburuz ayrıca.
Bizi böyle yapmasaydı imtihan edemezdi zâten.
Onun için böyle güzel yapmıştır Allahu Zülcelâl.
Bu vizr, günah mıdır, vebal mıdır, ayıp mıdır, yasak mıdır bunların hepsi vizrdir.
Onun için buyuruyor Şeyhü’l Hazin Hazretleri Allah rahmet eylesin:
“Bir yer vardır ki orda “Allah” demek küfürdür” buyuruyor.
Açıkça söylüyor. Adamlar da taşa tutuyorlar.
O da diyor ki: “Niye taşa tutuyorsunuz. Niye taşa tutuyorsunuz. İnsanın yanındaki çağrılmaz!” diyor. “Edeben çağrılmaz!” diyor. “BİZ BİLE olanlar neyi çağıracak!” diyor.
Öyle mecnunlar da vardır. Meczublar.
Beri edilmişlerdir, uzaklaştırılmışlardır her türlü işlerden.
Sokaklarda gezerler ama bir bakarsanız ki deyip yaptıklarına aklınız duruverir.
Şimdi yok gerçi Ender.
Ender olan zât Antalya’ya geldiğinde 14 yıl hâkimlik yapmış bir Mustafa vardır orda.
İki nokta arasında durmadan gider gelir.
Gerçekten delidir, mecnundur yani meczubtur.
Ben onunla resimlerde çekmiştim onunla ve Aksaray’a da gelmiştir çok 80 lerde.
“Çardak otelinin altında kalmıştım. Dizimde sakalım vardı!” diyor.
“Yani göbeğimin altına inmişti sakalım” diyor.
“Beni görünce korktular ama çok param vardı, masanın üzerine parayı saçtım o zaman anladılar ki zengin birisiyim, o zaman öyleydi” diyor. Aksaray’da burda tanıdıkları varmış.
Bir görevli olarak gelmiş yani o zaman.
İşte bu deli gibi gözüken kişi işte çıkan kanunların, son çıkan kanunların maddelerinden noktalarından bahsediyor.
O, günlük olaylardan bahsediyor.

Demek istiyorum ki bunlar hep vizr, ağır yük demektir.
İndirmedik mi? .
“Ve vedagnâ anke vizrek”
Benden hangi yükü indirecek desen ben “ EMÂNET ne idi?” diye sorarım sana.
Sen de dersin emânet Kur’ân-ı Kerimdir, haktır vs.
Doğrudur, hepisi doğrudur derim ama sonra da derim ki hiç ağırlığı olmayan AKIL en büyük emânettir.
Ve AKLa bu EMÂNETe İHANET en büyük suçtur derim.
Ben meselâ öyle zevk ediyorum.
Dağlara yüklenmeyip de insana yüklenen emânetin akıl olduğuna inanıyorum.

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

Resim--- “İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân (insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen). :Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72)

Çünkü AKLı oratadan çekerseniz, Kur’ân-ı Kerim, Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem, Allahu Zülcelâl kendisi kalmaz anlamca demek istiyorum.
O zaman bunu yani bize VİZR gibi gözüken bu şeyi, bu benim BENliğimi bu AYNiyetimi bu bu AKLın kendi kendine ŞEYTANlığını Müslüman ettiğim zaman “Ve vedagnâ anke vizrek” olur!
0nu buyuruyor Allahu Zülcelâl “indirmedik mi?” buyuruyor zâten.
“Neşrah” budur zâten bu bağ-AKIL, bağlayandır.
Aklı, nakil yapandır neşrah yani o bakımdan.
Nakil yapandan kastım, Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellemin Rahmetenlil Âlemin semasındaki bulutlardan benim yüreğime yağmurun düşmesidir.
Çölümün yeşermesidir…

الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ

Resim--- “Ellezî enkada zahrek(zahreke).: O senin sırtını ezen yükü.” (İnşirah 94/3)

“Ellezî”, o ki, o yük ki, “enkada” seni enkaz haline getiriyordu.
“Zahrek”, sırtını, zahrini. Bu zahri tanıyoruz değil mi biz?
Tanımaz mıyız “enkaz haline getiriyorduk bedenini bedenini.”
Şeytana uşaklık yapıyorduk.
Hizbu’ş- şeytanlık yapıyordun, senin dünya da âhirette ve dininde!.
“Enkada zahrek” işte bu islah olmamış akıldır ki iflah olabile nakli bula!. “Ellezî enkada zahrek”, düpe düz zâhir oradaki kelimeye dikkat edin.
Senin zahrini-zâhirini böyle duman eden, bâtınınla buluşturmayan pası, pas gibi olan şeyi, ölüyü diriltmedik mi?.
Ölü dirilince sen bağlantıyı kurdun ya aradaki ölü parça dirildi ya gibi!. “Ellezî enkada zahrek”, zahrek sırt demektir, arka demektir doğrudur bir şey dediğimiz yok.
Sırtında yükü taşıdığı için insan sırf sırt denmiştir.
Yoksa sırt o değildir şimdi.
Sırtta densin arka densin olsun bakalım.
Yani sırtımla yükü taşıdığım için, indirmedik mi senin yükünü.
Çünkü her AKILa anlatılmıştır bu.
Hani bir hamalın sırtında yük var ya onun gibi anlatılıyor.
Olur, haklısın ama bu taraftan da diyorsun ki: “Halim Can bu var ya aynen bizim zâhir âlemimizi bizim üzerindeki onu ezen tonlarca ağırlığındaki AKIL gibidir.
Bu aklı adam ediverdiğimiz anda akıl hava gibi bizi yutar da bizim işimize yarar artık.
Dağ gibi bizi ezmez anlamında gözüküyor gibi.
“Ellezî enkada zahrek”.
Bunlar çeşitli yerlerde çok geçer bu şeyler, VİZRler.
Meselâ bir tanesi de En’am 31. âyettir.

قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِلِقَاء اللّهِ حَتَّى إِذَا جَاءتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُواْ يَا حَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ

Resim--- “Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne):Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize..." derler. Dikkat edin, o işleyip yüklendikleri ne kötüdür.” (En'âm 6/31)

“Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh”
Allah’la kavuşmayı yalanlayanlar var ya bunlar gerçekten yemin olsun ki çok büyük bir hasardırlar, hüsrandadırlar. Ziyana uğramışlardır.
“Hattâ izâ câethumus sâatu bagteten”
Onların saati-kıyameti aniden geldiğinde.
Saat nedir?
Ayan-ı Sabite Sahibliğidir.
Fişleri çekildiğinde yani artık Halim Can diyecek ki: “Ben artık Halim değilim haa, yap ma ya?”
Öyle diyecek ağzı kalmayacak ki desin.
Eli kalmayacak ki çekiversin, onlar onun sözünü tutmayacak artık.
Ayakkabı gibi olacak ayağı çünkü.
Bagteten, aniden-apansız-fırsat vermeden bir ANda.
“Kâlû yâ hasretenâ”, derler ki: “Hasretler olsun bize yazıklar olsun.”
“Alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum”, Onların karşılarına kıyamet günü ansızın gelip çatınca .
evzâre-hum: (onların) yükleri, (kendi ağırlıkları, günahları) sırtlarında.
Kıyamet diye söylüyor ama bu saat kıyameti kopmuyop mu?
Kopuyor adamın fişi çekilince kopuyor.
Saat de o anlamda anlaşılabilir.
Evet Ne diyor onlar: “Ya hasratena yazıklar olsun bize vah ki bize ne vah. Hasretler olsun bize bir daha artık onu bulamayız biz çünkü hasret odur. Bir daha o imkanı yakalayamayız. Nasıl ki o 18 yaşına dönemiyorsak ya da bırak 18 yaşını, bir dakika önceye dönemiyorsak!”
“alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum”
“Evet bize yazıklar olsun!.” Neden?
“Çünkü biz onun içerisinde hiç iyi şeyler yapmadık. Orda fırtınalar kopardık bir sürü “ve hum yahmilûne evzârehum” yüklendikleri vizrlerinden dolayı.
“Ben ben ben ben!” diye üzdüler üzüldüler, üzdüler üzüldüler.
Senelerce dağlar gibi odunların altına girdiler ateşlerini de, çaktılar ateşisonra diyorlar ki: “Bizi kim yakıyor cehennemde?. Dünya da iyi amelleri terk etmemizden. Bunlardan firar edip kaçmamızdan dolayı vah bize!” derler.
“E lâ”, bakın bakın dikkat edin, şunu sakın unutmayın!
e lâ sâe: ne kötü değil mi?
mâ yezirûne: yüklendikleri şey
“e lâ sâe mâ yezirûne.”
Sâe, su’i yani ne kadar kötü değil mi?
“mâ yezirûne” sahib çıktıkları, yüklendikleri ne kadar kötü değil mi?
“E lâ”, bir bakın Allah aşkına: “Ne kadar kötü değil mi?” buyuruyor Allahu Zülcelâl..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Böyle bir şeydir bu VİZR. Hiç iyi değildir daha doğrusu.
Evet burda bir sürü şeyler var sanki Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellemi, kitaplar yazılmıştır Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem günahlar işler mi işlemez mi?
Hadisleri vardır: “Ben de sizin gibi beşerim insanım.” diye. Âyetler de vardır.
Allahu Zülcelâl Fetih Sûresinde biliyorsunuz:

لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا

Resim--- “Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ(mustekîmen) : Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.” (Fetih 48/2)

“Senin geçmiş gelecek günahlarını bağışladı, bağışlar. Sen Rasûlullahsın . Sana olan nimetini tamamlar. Seni en doğru yola iletir” vardır.
Kendilerini yoruyor insanlar.

Muhammed Sûresi 19 âyeti ortadadır.
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ

Resim--- “Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum : Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.” (Muhammed 47/19)

“Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu”
Şunu iyice bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.
Vestagfir li zenbi-ke: ve mağfiret dile kendi günahların için,
Sen kendi günahların için istiğfar et!.
Ve li el mû'minîne ve el mû'minâti: ve mü'min erkekler için, ve mü'min kadınlar için de. Ve allâhu ya'lemu: Ve Allah bilir.
Mutekallebe-kum ve mesvâ-kum: sizin (bir beldeden diğerine) yer değiştirme, gezip dolaşma yerlerinizi, dönüşünüzü: ve sizin yerleşme (ikâmet) yeriniz, sizin yurdunuzu.
Vallahi Allah inkilab ettiğiniz, dolaştığınız ve “mesvâ-kum” da sonra sizin en son yerleşeceğiniz yeri de bilir.
Evveli de âhiri de bilir.
Bunlar başka anlamda da düşünülebilir yalnız.

Burda şunu belirtmek istiyorum.
“Kendi günahlar için istiğfar et!” buyururken “Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselâm hiç günah işlemez işleyemez” deyip de küfre ne gerek var.
Bizim derdimiz Peygamber Aleyhisselâm’ın teftişi mi?
Kendi Kulluk Tercihimizi Kur’ân-ı Kerim üzere ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem üzere yapmak mı?
Demek istiyorum ki bizi ilgilendirmiyor.
Biz sadece Kur’ân-ı Kerim bahçesinden karnımızı doyurmaya çalışıyoruz.
Yani kendimiz yaşamaya çalışıyoruz ordan yiyeceğimiz şeylerle demek istiyorum.
Biz alıp satıcı değiliz çünkü. Öyle anlamak zorundayız.
Bunlar muhakkak ki, bütün bunlar bilenler içindir.
Bilmeyenler için asla yoktur.
Bununla ilgili âyetler vardır. Göreceğiz bunları da.
Ben şimdi çabuk geçmeye çalışıyorum.
Bir fikrimiz olsun gelecek zamana diye.

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ

Resim--- “Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).: :İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.” (Fâtır 35/28)

Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik”
Yer yüzünde insanlar, insanlardan başka hareket eden canlılardan hayvanlardan çeşitli şekilde çeşikli renkte olanlar vardır.
“İnnemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu”
Allah’a karşı ancak kullarının içinde âlim olanlar Allah'a (karşı) huşû- derin saygı duyarlar.
Onu söylemek istiyorum.
İnnemâ yahşâllâhe kim ki Allah’tan haşyet duyarsa,
Min ibâdihil ulemâu kulların içinde onlar ülâmadır.
İnnallâhe azîzun gafûr, üstün ve güçlü olan ve gafûr, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren Allahu Teâlâdır.
“İyi ama biz öyle ulemâ değiliz, âlim değiliz.”
Neden âlim değiliz ki?
Bilmediğimiz bir şey yok Maşaallah.
Üzmek ve üzelmekte, şeytan işlerinde herkes her şeyi biliyor ama bunu bilmiyor.
Bir imam birkaç gün önce görüyorsun.
Bülbül gibi her şeyi biliyor ama, “Tebbet’in anlamını söylermesin” diye tesadüfen söyledim .
“Ben bilmiyorum sen söyler misin lütfen. Ben bilmem!”
Niye bilmezsin. 8 senedir imamsın.
Her şeyi biliyorsun bilmediğin bir şey yok.
Kaç satır 4 satır. Niye bilmiyorsun, neden bilmiyorsun?.
Niye buna âlim değilsin de öbürlerine âlimsin haaaah.
Öyle işte, bunu şunun için söylüyorum yani bizim bilmemiz gerekini bilmemiz lâzım başkasını değil.

وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَّكَ مِنَ الْأُولَى

Resim--- ”Ve lel âhıretu hayrun leke minel ûlâ. :Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.” (Duhâ 93/4)

Evet bakınız Allahu Zülcelâl ne kadar açık buyuruyor: “Gerçekten âhiret senin için başlangıçtan hayırlıdır.” Neden?
Çünkü “E lem neşrah leke sadrek” evvelde olur ve Âhiri hazlırlamak içindir.
Doğrudur . Hakikaten bunun çok çeşitli sebeplerinden bir tanesi de budur.

وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى

Resim--- “Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ. :Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.” (Duhâ 93/5)

Bunları biz nerde görüyoruz Duhâ da tam net olarak.
“Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ”
Kesinlikle sen Allah’ın vereceği ile sana itaat edeceklere razı olacaksın. Razı olduğu zaman ne olur?.

Resim--- “Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh. İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh. Fedhulî fî ibâdî Vedhulî cennetî:Ey o rabbına muti' olan nefs-i mutmeinne! Sen dön o rabbına hem râdıye olarak hem merdıyye de. Gir kullarım içine. Gir Cennetime” (Fecr 89/27-30)

Ve bütün bunlar tüm sıkıntılardan kurtuluşla olur…

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ

Resim--- “Ve refa’nâ leke zikrek(zikreke).: Senin şanını yüceltmedik mi?” (İnşirah 94/4)

Ve refa’nâ yüceltmedik mi. Leke bakın hep leke’lere dikkat edin tümünde yalnız Senin için, sana, senden, seni böyle doğrudan doğruya.
Zikreke senin zikrini yüceltmedik mi?.
Zikrullah ve Zikru Rasûlullah.

Allah ve Rasûlaha teslim olunuz.
Allah ve Rasûlune iman ediniz.
Allah ve Rasûlune tâbi olunuz ve
Allah ve Rasûlune itaat ediniz.

“Ve refa’nâ leke zikrek”,
Bizim nereden çıkacağımızı görüyor musunuz merdiveni.

Bakın Enbiya 10. âyetine:

لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

Resim--- “Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne): :Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Enbiyâ 21/10)
Andolsun ki size bir kitap indirdik. Onda sizin için şerefiniz vardır, zikriniz vardır.

Kimi ni de bir çok derecelerle daha yükseklere çıkarmıştır.
Resim--- “İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık.” (Bakara 2/253)

Bununla ilgili hadislerde vardır:

Resim---- Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem: "Cebrail (a.s) bana geldi ve dedi ki: Rabb'ım ve Rabb'ın şöyle buyuruyor: "Bilir misin, senin zikrini nasıl yükselttimş" "Yüce Allah en iyisini bilir" dedim. Dedi ki: "Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın."
(Ebu Ya'la'nın, Ibnü Cerir'in, Ibnü Münzir'in, Ibnü Ebi Hatim'in, Ibnü Hibban'ın ve Ibnü Merduye'nin ve "Delail"de Ebu Nuaym"ın Ebu Said el-Hudri (r.a.)'den rivayeti)

Yüksekliğin en yüksek mertebesini açıklamakta.
Allah denilince Rasûlu beraber anılıyor.
İşte dediğim gibi Allah’a ve Rasûlullaha itaat ediniz.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Resim--- "Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun) : De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmrân 3/31)

Şüphesiz ki Beni sevenler Sana tâbiolup itaat etsin.
Pek çok âyetlerde bu belirtilmiştir.

Dört yerde Peygamber MUHAMMED Aleyhisselâmın İSİM-i Şerifi geçiyor ve elimizdeki resmi sıraya ve Ali Keremullahi veche Efendimizin indirilişine de göredir.
Aynı resmi sıra gibi gelmiştir.
Ben bunun dördünü bir arada hiçbir zaman incelemedim, ama birlikte bakalım inşaallah!
Ama öyle zannediyorum ki “ İlâhe İllâ Allah” a uygun gibi olması lâzım.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Aziz kardeşlerim;

Kur’ân-ı Kerîm’imizde 4. Sûrenin 4. âyetinde 4 MUHAMMED Aleyhi's-selâm İSM-i Şerîfi geçmektedir ki bunlar:

وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ

Resim---“Ve mâ muhammedun illâ rasûl(rasûlun), kad halet min kablihi'r-rusûl(rusûlu), e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’â(şey’en), ve se yeczillâhu'ş-şâkirîn(şâkirîne).” :Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, ALLAH'a kesinlikle zarar veremez. ALLAH, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.”
(Âl-i İmrân 3/144)


مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

Resim---'' Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin rasûlallâhi ve hâteme'n-nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen): Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, ALLAH'ın Rasûlu ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH, her şeyi bilendir.”
(Ahzâb 33/40)


وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ

Resim---'' Vellezîne âmenû ve amilû's-sâlihâti ve âmenû bi mâ nuzzile alâ muhammedin ve huve'l-hakku min rabbihim keffera anhum seyyiâtihim ve asleha bâlehum.: :Îman edip sâlih amellerde bulunan ve Muhammed'e indirilen (Kur'an)a -ki o RABBlerinden bir haktır- Îman edenlerin (ALLAH), kötülüklerini örtüp bağışlamış, durumlarını düzeltip ıslah etmiştir.”
(Muhammed 47/2)


مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

Resim---''Muhammedun rasûlullâh(rasûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu ale'l-kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebteğûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseri's-sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fî't-tevrât(tevrâti), ve meseluhum fî'l-incîl(incîli), ke zer’in ahrece şat’ehu fe âzerehu festağleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibu'z-zurrâa, li yağîza bihimu'l-kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilû's-sâlihâti minhum mağfiraten ve ecran azîmâ(azîmen).: :Muhammed, ALLAH'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhâmetlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, ALLAH'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. ALLAH, içlerinden îman edip sâlih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'd etmiştir.”
(FETİH 48/29)


Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem'in;
MuHaMMediyyetine,
MaHMûDiyyetine,
AHMeDiyyetine,
HaBîBiyyetine Es SeLâM OLsun!..

Resim

Aziz kardeşlerim;

Kur’ân-ı Kerîm’de geçen 4 MUHAMMED İSM-i Şerîfi ile 4 ANA olan;
Beden-Şeriat, Nefs-Târikat, Kalb-Mârifet ve Ruh-Hakîkat TEVHİD AŞamalarımız arasındaki ilişkiyi düşünmeliyiz:
Bilirsiniz ki KONUŞMAK-OKU-İKRÂ varsa 4 hal söz konusudur ve,
Bir söz konuşuluyor ise, şu durumlardan birisi vardır:

1- Mütekellim: Sözü söyleyen
2- Muhatab: Sözü dinleyen
3- Gâib: Hakkında konuşulan, var olduğu halde orada gözükmeyen.
4- Umûmî: Herkesi bağlayan (konuşan, dinleyen, gâib ve herkes)

ALLAHU Zu’l-CELÂL, Kur’ân-ı Kerîm’inde ULÛHİYYETini îlân ederken yukarıdaki 4 durumu da ilân etmektedir.
Aynı şey olmakla berâber dakâik (incelik) ve hakâik (hakikatler) anlayışı açısından insanlar için farklı gözükmektedir.

İslâm Dînine girişte ŞART OL-AN ama kendi ŞARTı Olmayan TEVHİD:
“ İLÂHE İLL ALLAH-MUHAMMEDe’r –RASÛLULLAH: ALLAH’tan başka ilâh yoktur. MUHAMMED, ALLAH’ın RASÛLUdur.”

Şimdi göreceğimiz 4 ÂLEM TEVHİDimizin de her birinde yine sonlarında: “MUHAMMEDe’r –RASÛLULLAH: MUHAMMED, ALLAH’ın RASÛLUdur.” Vardır ve farzdır denmesi.

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ…

Resim--- “Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu…: Şu halde bil; gerçekten, ALLAH'tan başka ilah yoktur…”
(Muhammed 47/19)


…مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ

Resim---“Muhammedun Rasûlullâh…:Muhammed, ALLAH'ın elçisidir…”
(Fetih 48/29)



1-) Şerîat-ı Muhammedîyye’de Ulûhiyyet Tevhidi: (Umumî-Eşyaî-Bendenî-Zâhirî tevhid dir.)

İslâm Dîninin Mükellef kıldığı her İnsan:

“İLÂHE İLL ALLAH: ALLAH’tan başka ilâh yoktur.”

Tümünü kapsayan (küllî şeyi, eşyâî) Umûmî Tevhid.
Umûmî (genel) Tevhîdullah olup ALLAHU Zu’l-CELÂL’in Zât’ında, sıfat, isim ve fiillerinde tek eşsiz, ortaksız ve tek İlâh olduğunu îlân eder.
Bu hükmü tüm mahlûkatı için geçerlidir.Kur’ân-ı Kerîm’ de:

Resim---“Çünkü onlara: “Lâ İlâhe İllallah: ALLAH’dan başka ilâh yoktur.” denildiği zaman kibirle direnirlerdi (kafa tutarlardı).”
(Sâffat 37/35)


Resim---“Fâ’lem ennehu lâ İlâhe İllallah....: Bil ki ALLAH’tan başka ilâh yoktur...”
(Muhammed 47/19)


Lâfzen “ İlâhe İllâ ALLAH” şeklinde olmayan ancak, içerik olarak Ulûhiyyet Tevhidini destekleyen âyeti celîleler:

Âl-i İmrân 3/62,64; Nisâ 4/171; Mâide 5/73; En’âm 6/19; Kehf 18/16; Tâ Hâ 20/98; Enbiyâ 21/108; Hacc 22/34; Hûd 11/2,26; Sad 38/65; Fussilet 41/14; Zuhruf 43/84; Câsiye 45/21 gibi âyetlerdir...

2-) Târikat-ı Muhammedîye de Ulûhiyyet Tevhidi: (Gaibî-Esmâî-Bâtınî tevhid dir.)

Şimdi ve ŞuAN da Kur’ân-ı Kerîm ve Ehl-i Beyt aleyhi's-selâma bağlı Kâmil İNSAN PîR Edebiyle:

“L İLÂHE İLL HUVE (HU): O’ndan başka ilâh yoktur.”

Her zaman, her yerde ve her halde herkesle ve her şeyle Hâzır-Nâzır ve Murâkıb olduğu halde gözükmeyen (gâib) O’ndan başka ilâh yoktur...
Düşünüp zevket ki Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize böyle tebliğ ediyor...

Âcizâne tesbitlerime göre: Bakara 2/163,255; Âl-i İmrân 3/1,6,18; Nisâ 4/87; En’âm 6/102,106; A’râf 7/158; Tevbe 9/31; Hûd 11/14; Ra’d 13/30; Tâ Hâ 20/8,98; Mü’minun 23/116; Neml 27/26; Mü’min 40/62,65; Duhân 44/8, Muhammed 47/19; Haşr 59/22,23; Tegâbûn 64/13; Müzemmil 73/9 âyetlerinde geçmektedir.

Destekleyen âyeti celîleler ise: Lokman 31/30; Yûsuf 12/4; İsrâ 17/23; Mü’minun 23/23,32,91.

3-) Mârifet-i Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhîdi:
(Muhattâbî’-Sıfatî-Âhirî Yâkînî tevhid dir.)


Her AN HaYY OL-AN Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Her AN buyuruyor ki:

“L İLÂHE İLL ENTE: Senden başka ilâh yoktur.”

Kur’ân-ı Kerîm’ de Enbiyâ 21/87 âyeti celîlesinde 1 defa geçmektedir.

4-) Hâkikat-ı Muhammedîye’de Ulûhiyyet Tevhîdi: (Mütekellimi-Zâtî-Evvelî tevhid dir.)

EL AHADU’S SAMEDU’l-VÂHİD olan ALLAHU Zu’l-CELÂL bizzâtihi Ulûhiyyetini kendisi ilân ediyor: “L İLÂHE İLL ENÂ!: BEN’den başka ilâh yoktur.” buyuruyor...

Bakınız
Resim--- “Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum ..: Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir ..”
(Âl-i İmrân 3/144)


Sâdece anlam olarak. “Muhammed’de ancak bir Rasûldur.”
Ondan evvel Rasûllar hep geldi geçti şimdi o ölür ve katledilirse siz ardınıza dönüverecek misiniz.
Her kim ardına dönerse elbette ALLAH’a bir zarar edecek değildir.
Ölen ve öldürülen, Muhammed Aleyhi's-selâm'ın bedensel olduğunu bilmeyecek kimse yoktur. Yâni açıktır.

“Muhammed sizin erkeklerinizin hiç birinin babası değil ve lâkin ALLAH’ın Rasûlu peygamberidir.”

Ne kadar güzel değil mi? İnsanların ricallerinden-erkeklerinden hiç birinin babası değil. Ve lâkin.
Ricallerinizden buyuruyor, erkeklerinizden buyuruyor.

“Fatmatu’z- Zehrâ Vâlidemizin Babası değilim” buyurmuyor!.

“Benim bir erkek oğlum yok!” buyuruyor.

Şimdikilerin yaptığı gibi: “şeyh ölürse oğlu geçer. Oğlu ölürse onun oğlu geçer. Zâlim olsa da âlim olsa da geçer. Nasıl olsa geçer!” değil!

“Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum”

Erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir.
Bu çok güzeldir, yerindedir, hârikadır .

“Ancak ALLAH’ın Rasûlu ve Peygamberlerin hatemidir”

Bakın bir şey daha buyuruyor burada!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Biz bir zaman söylüyorduk diyorduk ki:
“Nübüvvet Fatımatu’z- Zehrâ Vâlidemizden VELÂYETe dercolmuştur-geçmiştir.
Ergin olan oğullara geçmiştir. Hakîkaten öyledir.
ALLAHu Zu'l-celâlburada:
“Hiçbir erkeğinizin babası değildir ancak Hatemin Nebîydir."

O zaman nübüvvet bitti mi nübüvvet. Nebî bitti Nebî.
O birinizin babası değil amma onun babası olduğu kızından nereye geçti? Ehli beyte geçti NÜBÜVVET Sırrı, Velâyete sarılıverdi.
Kablonun içindeki, bakır kablonun içine giren bir ceryan gibi Nûr-u Muhammed, Nûr-u Nebî-yi Muhammed olarak geliyor.
Ama nerde Nebî derseniz, diyor ki burda durdu.
Artık Rasûlullah ve Nebîyyullah yok.
Sistem bitti. Bu geliş bu iş tamam. Kur’ân geldi, sistem geldi yürüyor sistem artık kıyâmete kadar.
İşte bunun Hateme'n-Nebîyyi hitam, Nübüvvet Nûrunun hitâmı gele miydi?
Osmanlı Halîfeleri gibi ne bileyim ben Abbâsi halîfeleri gibi halifeler mi geleydi.
Ve Kânellâhu kulli şeyin âlim. Ki ALLAHu Zu'l-celâl her şeyi biliyor bu hârika bir yerde halde.
Evet. Vellezîne âmenu ve amilu's-sâlihatı ve âmenû bimâ nezzele alâ Muhammedin, îman edip yararlı işler yapanlar, RABB'leri tarafından hakk olarak Muhammed’e indirilene inananların günahlarını ALLAH ötrtmüş ve hallerini düzeltmiştir.
Bu da üçüncü olarak gerçekten hârika durmaktadır. Rahmân ve Rahîm kapılarıyla kalb zâten, îman ve amel kapılarıdır.
Baba anne gibidir. Îman baba gibi, amel anne gibidir.
Bunlarda Rahmân ve Rahîm kapılarıdır.

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

Resim--- “Fe inne maal usri yusra(yusren) .: Demek ki zorlukla berâber bir kolaylık var”
(İnşirah 94/5)

Gerçekten demek ki zorlukla berâber bir kolaylık var. Bir usr var.

إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
Resim--- “İnne maal usri yusrâ(yusren) .: Evet o zorlukla berâber bir kolaylık var”
(İnşirah 94/6)

Yusran, usri yusra evet.
Burda çok güzel bir incelik vardır Arapçadan dolayı gelen.
Zorlukla berâber kolaylık kesin vardır.
Gerçekten güçlükle berâber bir kolaylık muhakkak vardır güzel.
O zaman iki tâne kolaylık iki tâne zorluk mu vardır diye insanın aklına geliyor. Ama öyle değildir.
Bu Arapça’nın yazım tarzından, oluşumdan dolayıdır.
Bir zorlukla iki kolaylık vardır.
Zâhir ve Bâtın arasında bir zorluk iki kolaylık getirir.
Geçmişe ve geleceğe kolaylık getirir. Sizin bir andaki TEVHİDiniz. Geçmişini bağışlar gelecekte ücret öder.
Bu Arapça’nın muazzam bir dil oluşundan böyledir.
Usr, bu âyetlerdeki usr kelimesi her iki kelime de Elif Lam lı olarak geçiyor. El usr olarak geçmiştir.
Halbuki burada belirtilen şey yusr kelimesi tek. Harf-i tarif tenvinli olduğu için kolaylık iki tâne zorluk bir tânedir.

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ

Resim--- “Fe izâ feragte fensab.:O halde boşaldın mı yine kalk yorul”
(İnşirah 94/7)

Feiza ferağa, fari de.
Fari boşalmaktır. Vaz geçmektir. Boşalmaktır.
Havaya üfürülen nefes gibidir.
Fe izâ ferağte fensab. Fe izâ Eğer öyle boşalıverirsen ferağte fensab hemen nasbet bir yere neseb gibi .
Bir yere bağlan. Bir baba bul kendine, bir ana bul gibi yâni bağlan kendine neseb. Nasb et, bi yorul diye.
Ensab çünkü yorulmak demek ama yeniden çalış anlamını almıştır olunabilir .
Ama sen şu içindekini çıkar şişeni boşalt.
Güzel bir çalkala da ondan sonra da bunun içerine bir su, bal, süt, şarab bir şey doldur anlamında olduğu gözükmektedir.

وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ

Resim--- “Ve ilâ rabbike ferğab.:
Ve ancak rabbına rağbet et, hep ona doğrul” (İnşirah 94/8)

Ve RABBine rağbet et. Rabbike ferğab burdaki reğabe köküne bakın.
O reğabenin yukarda da ferağtaki aynı rağe gâlibiyet onların görülebiliyor onu demek istiyorum.
Ferğab ta ta yine başında fe vardır. Ferağe ile bir be gelmiştir onu demek istiyorum. Ordaki boşluk be sini bulduğu anda rağbete döner o. Ve ila rabbike ferğab İşte o nefis boşluğunu aldığın anda araya be yi attığında “men arefe nefsehu fakat arefe Rabbehu” oluverir demek istiyorum. Ferağa ile ferğab ın arasında sondan gelen be gelmiştir.
Ben bunu yapmam gerekir gibi rağbetini, gerçek bağını, yönelişini, arzunu, isteğini bütün daha doğrusu nefis, kalb ve ruh.
Beden nefis kalb ve ruh seviyelemeni, Göz,Gez, Arpacık, Hedef seviyesini buldu RABB’ine karşı.
“Ateş!” dediğinde RABB’ini BİLeceksin, BULacaksın, OLacaksın ve YAŞAyacaksın gibi.
Rağben kökü, rağib rağbetmek.
Dünyan, dînin ve ahretinde, muzaffer olabilmek için başırılı olabilmek için RABB’ına karşı BİZ BİR BİLEliği kurmaktır be.
Be aslında sırâtı müstakîmdir.
Aslında eliftir yatmış bir elif.
Bunun be de güzeldir.
Yâni bunun yuvarlanışı Nûr-u Mim gibi noktası da güzeldir onun için buyuruyor Ali Keremullahi veche Efendimiz:

“İlim bir nokta idi cahiller çoğalttı.”
“Aslında biz bir noktaydı ilim”
buyuruyor.

Bütün Kur’ân-ı Kerim Fâtiha, Fâtiha besmele, besmele be ye gelse.
Be aslında eliftir kalksa ortadan nokta kalsa o da benim.
Edeb bakımından söylüyor bunları. Çok hârikadır.
Selatu Selâm Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimize olsun. Onu duyup ve uyanlara olsun.
Bütün geçmişlerimize olsun, büyüklerimize olsun.
ALLAHu Zu'l-celâl bizi hakkta ve hayırda kullansın.
Sıhhatlerimizi, ömürlerimizi, hayatlarımızı inşaallah.
Şeriat-ı Garrayı bilmek, bulmak, olmak ve yaşamakta hizmetçi kılsın.
Bizi dâima Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin huzûrunda hazırında hizmetçi olarak bulundursun.
Bizi yanlışlardan, kötülüklerden, eğrilik çirkinliklerden şeytan ve şeytanlaşmışların şerlerinden, kötülüklerinden korusun.
Ve lâ havle ve la kuvvete illa billâhi'l-aliyi'l-azim sırrına erdirsin.
İnşallah ALLAHu Zu'l-celâl bütün güzellikleri özellikleriyle berâber yaşamak nasib etsin hepimize.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin muhteşem gayretini, Muhammedî gayretini hepimize versin.
Ve bunu Şeriat-ı Garrâ'yı bilmekte kullanalım.
ALLAHu Zu'l-celâl Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Muhammedî Merhâmetini bulmamızı, Ehl-i Beyt Aleyhi's-selâmın edebiyle bulmamızı nasib etsin ki bunu Târikatı Muhammedî Aleyhi's-selâmda kullanabilelim.
ALLAHu Zu'l-celâl Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Muhammedî Muhabbetini inşaallah orda olmayı nasib etsin ki bunu Mârifeti Rasûlullah Aleyhi's-selâmda yaşayabilelim yâni olabilelim bütün bunları Hakîkatı Muhammediye Aleyhi's-selâmı yaşamayı bize nasib etsin ki. Hakîkatı Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin geliş biliş buluş oluş yaşayış hakîkatı neyse biz bunu yaşayalım ki inşaallah Hakîkatı Muhammedî Aleyhi's-selâtı Ve's-selâmın mazharı olalım.
Şehâdetine iştirak edelim.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem bu âlemde Abdullah Aleyhi's-selâm olarak Rahmetenli'l-Âlemin iken Abdullah Aleyhi's-selâm olarak yaşarken ve son nefesinde hangi şehâdeti buyurduysa biz de o şehâdetiyle birlikte her AN olalım.
Arzumuz, duâmız dâim olsun inşaallah.
ALLAHın izni ve inâyetiyle biz dâima bir olalım Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin özellik ve güzelilklerinde inşaallah.

Elem neşrah leke sadrak ve veda'nâ 'anke vızrak Ellezî enkada zahrake Ve refa'na leke zikrake Feinne me'al'usri yusran İnne me'al'usri yusran Feiza ferağte fensab Ve ila rabbike ferğab:

Bunun ikinci âyetinde kaldık ama böyle bir taradık burayı da.
Ama Neşrahleke sadrak senin sadrını senin için şerh etmedik mi şerahe aslında rûhun şuhûda çıkışıdır.
Daha doğrusu hakîkat rüşdünün şuhûda çıkışıdır.
Bu hakîkat, Hakîkat-ı Muhammediyesi'dir insanın.
Aslında Hakîkat-ı HAKK'tır.
HAKK'ın hakîkatının Hakîkat-ı Muhammediye olarak bize yansıması şekilnde geliyor. HAKK'ın Hakkıdır bu.
Çünkü ALLAH'tır Hakîkatın Hakîkatı.
El HAKK ALLAHtır. Zâttır.
Ama sıfât olarak Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve sellem de Hakîkat-ı Muhammediye olarak vardır ki biz ALLAH ve Rasûlune teslim olabilmek için Hakîkat-ı Muhammediye bulmak zorundayız ki ona teslim olalım.
Burda Hakîkat-ı Muhammediyeye iğne ucu kadar aklı olan, aklı rüşde eren herkesin hakkıdır bu.
ALLAHu Zu'l-celâl kendi levhi mahfûzu altındadır.
Kimse buna sâhib çıkarsa haindir yâni.
Herkesin kaşının, gözünün olduğu gibi ağzının olduğu gibi ALLAH katında kendi şerefi kadar kıymetlidir her can.
ALLAHu Zu'l-celâl in kıymeti kadar kıymetlidir.
Yanlış iş yapabilir işinden dolayı ötürü.
Doğru iş yapabilir işinden dolayı iyidir..
Ama Zâta girdiğiniz zaman “ALLAHu nûru's-semâvâtı ve'l-ard.”
Kendini bilen bir kelime edemez. İşini beğenmeyebilirsiniz.
Hırsızlık yaptığı için kötüdür o.
Hırsızlık yapmasaydı pırıl pırıl.
Firavunluk yaptığı için Firavun kötüdür yoksa Firavun kötü değildir. Firavun ALLAH’ın nûrundan yaratılmıştır.
Ne bileyim ben Mûsâ Aleyhi's-selâm öyle yapsaydı o firavun olurdu.
Öbürü yapsaydı o Musâ.
Mesele ordaki şeyi çok iyi anlamak lâzım.
Aklın nerde kullanıldığıdır bu aslında.
Akıl Sırat-ı Müstakîm doğrusunun ortasında bir çizgi var.
Başla diyor ancak önce bir yön seç.
Bak bu tarafa gidersen Hizbullah Kâbeye gidersin.
Arkanı dönersen kıbleye, gerçekten dininde, dünyanda ve ahretinde hüsrana uğrarsın yazık olur Hizbu'ş-şeytan ikilik batağına gidersin.
Bir düşün taşın bakayım ne kadar 18 yaşına gelinceye kadar.
Bedenin rüşde erecek, aklın rüşde erecek, tebliği duyacaksın.
Hür olacaksın. Kölelere mecbur değildir İslâm olmak.
İşte onun için bir çok meselâ meczub gibi olanlar vardı eskiden.
İşte insanlara hiç kızmaz.
Ona bir şey dese desen:
“Ben O’nun adamına bir şey demem!.”
“Niye demezsin gözün görüyor?”
“O hür değil derdi. Hür değil.”
Niye?
“O şeytanın esiri onu ondan kurtarmak lâzım önce” derdi.

Ya da birilerin esiri, bir şeyin esiri.
Alkolik meselâ.
Hür değil yâni öfkesinin esiri, kinin kibirinin esiri.
Ve bundandır demin dediğim. Zulûm olur.
İçini halletmeden dışına bastırırsanız yazık edersiniz.
Ama içini kendisi her şey özünden diriliyor özünden ölüyor zâten.
Resim
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Fasil : DUA BÖLÜMÜ
Konu : İstiğfar; Tesbih; Tehlil; Tekbir; Tahmid Ve Havkale
Ravi : İbnu Ebi Evfa

HADİS-İ ŞERİF no: 1881

Resim ------ Bir adam gelerek- "Ey Allah`ın Resulü!" dedi, "ben Kur`an`dan bir parça seçip alamıyorum. Bana kifayet edecek bir şeyi siz bana öğretseniz!" "Öyleyse," buyurdu, "Sübhanallah velhamdülülah, ve lailahe illallah, vallahu ekber, vela havle vela kuvvete illa biliah. (Allah`ım seni tenzih ederim, hamdler sana mahsustur. Allah`tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür, güç kuvvet Allah`tandır) de!" "Ey Allah`ın Resulü!" dedi, "bu zikir Allah içindir. (O`nu senadır), kendim için dua olarak ne söyleyeyim?" "Şöyle dua et: "Allahım bana merhamet et, afiyet ver, hidayet ver, rızık ver!" Adam (dinleyip, kalkınca) ellerini sıkıp göstererek: "Şöyle (sımsıkı belledim!)" dedi, Resulullah (sav), bunun üzerine: "İşte bu adam iki elini de hayırla doldurdu!" buyurdu. (Hadis Ebu Davud`da tam olarak, Nesai`de kısmi olarak rivayet edilmiştir)


ellerimizi hayırla doldurdunuz çok teşekürler...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Biz tavuğun altına koyacağımız yumurtaya ya şurdan bir iğnenin ucu kadar delelim de bir bakalım içerdeki var mı dediğimiz anda bütün civcivleri öldürüveririz.
Mahvederiz sistemi bozduğumuz için.
Onun için ordaki işlem çok önemlidir tercih.
Tevhidde tercih anadır.
Dünyanın en ucundaki adam yönünü Kâbeye döndüğü zaman Kâbeye gidiyordur. Kâbededir zâten.
Ama Kâbeye bir adım kalmış sırtını dönsün Kâbede değildir. Dünyanın öbür ucundanda.
“Yemendeki yanımda yanımdaki Yemen’de” hep budur.
Bin yıl yanında Kâbe’nin yanında kalsın arkasını dönsün seksen sene namaz kılsın.
Başına derd almıştır kime karşı kıldım diye kim için kıldım diye.
Çünkü böyle bir aykırılık var.
İsterse 5 metre olsun fişle prizin arası, isterse bir çekip bir sokun kontakt yaptırın fark etmez.
Doğru olan nedir?
SEVİYEdir. Al gözüm ver gözüm. “ İlâhe İllâ ALLAH” bu kadar basit.
Alan veren hakk ve hayr görsün biter bu iş. Evet.

Bir şeysormak isteyen varsa sorsun.
Ayrılmak durumunda olan kardeşlerimiz varsa ayrılsınlar.

Seher duası edelim. Seher bu vakittir.
Kapıların açık olduğu vakittir.
Derbentli Deli Hasan öyle diyordu:
“Seher vaktinde kapılar açıktır. Allah’ın kapıları açıktır köpek bile girer” diyordu.
Sıfır açıktır tam açık demek istiyorum. Hiçbir şey yok .
Kim isterse o girer . Çok güzeldir.
Seherler kadar dünyada muhteşem bir şeyi hiç görmedim.
Verimli bir zamanı görmedim .
Bende görmedim hayatımda muazzamdır seherler.
Ama ne hikmettir bilmiyorum.
Çoktan beridir hiç seher felan yaşayamıyoruz inşaallah yaşarız.
Seherler Sırr Âlemleridir.
Seher zâten Rububiyet Sırrı Sahibliği demektir.
İlahi hürriyetin her bakımdan tevbede, duada, rızada ve şehâdette hür oluşudur.
Hepimiz için hürlük zamanıdı.

İslam ilim üzere kurulmuştur.
İlmullahtır Kur’ân-ı Kerim.
Ve ilmullahın el Âlim. İki esma vardır.
El Âlim bir de el Alîm vardır.
Âlim onu bilir ama Alîm dediğiniz anda bilir amma bir de yapar.
O ilmin gereğini yapar .
Öyle isimler bazen çifttir. Kâdir ve Kadîr.

Kadîr dediğiniz anda kudretini görüverirsiniz. Hayalinizden geçmeyen şeyleri fiilen şakırdatır.
Yani Kudretullah Azametullah gibi değildir.
Azametullah her zaman görürsünüz.
Ama Kudretullah hiç potansiyeldir. Ancak O bilir O’nu..

Gençlerimizin ilim üzere olması lâzım.
Yani Şeriat-ı Garra nın herkesin bilmesi gereken ilimleri bilmesi lâzım.
Ehl-i Beyt aleyhisselâmın, Tahkik Allah Dosdları ama mutlaka Tahkik.
Ben kendim, hizmetçi olarak tek başıma kalsam da kalırım.
Bütün insanlar olmasa da kalırım.
Çünkü inancım böyledir ama benimdediğim şu ben Ehl-i Beyt aleyhisselâmı esas alırım.
Ama Ehl-i Beyt Aleyhisselâmı o günkü şerefi haysiyeti ile bu günde vardır. Kanıyla, malıyla, canıyla hayatıyla öyledir.
Kur’ân-ı Kerim ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in noktasına dahi sahibtir.
Öyle o günkü halde yaşarlar.
Onlara Allah’ın izni ve inaneyetiyle Mekke de de gördüm, Kâbe de de gördüm.
Orda da gördüm, burda da gördüm, Şurda da gördüm.
Böyle bir şey içindedirler.
Değil piyasaya sürmek, değil ki bunu âlet edavat yapmak, değil ki rezillik yapmak böyle kokusunu dahi zor alırsınız.
Çünkü kendilerinin yüzünden onlara bir taş gitmesinden, bir söz gitmesinden sende mi öylesin haaa.
“Neren benziyor?” denmesinden bu denli Allah’tan edip korkarlar. Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimizden utanırlar.
Ehl-i Beyt Aleyhisselâmdan hayâ ederler.
Böyle şey yok. Bir takım saçmalıklar.
Duyuyorsunuzdur görüyorsunuz.
Ben kendim duydum o profosörden: “Yazın işimize gücümüze bakarız. Kışın da oturur şurda burda şarab içeriz, şunu yaparız, çalar oynarız.” Bizim kitabımızda böyle bir Ehl-i Beyt bilmiyoruz hâşâ.
Allah’a sığınırız. Bizler bilmeyiz.
Kim biliyor ki Allah’a inanan kim var. Mümkün değil.
Bunları biz Ebu Leheb’in kanı kabul ederiz doğru bile olsa.
Yine aynı şekilde edeb bakımından söylüyorum bütün bunları.
İslamın ismini kullanarak, cismini kullanarak böyle yaklaştırmalar, insanı emmeler, insan çekmeleri filan Allah’tan korkmayış olarak görürüm ben. Öyle ise gerçekte bir şey demene hacet yok. Hiç merak etme.
Unun içerisine bir çuval demir tozu döksen.
Şöyle bir parmak kadar mıknatıs çeviriverdiğin anda nasıl böyle ışık gibi aktıklarını görürsün o tozların o mıknatısa.
Çünkü o mıknatıs onun değil.
O mıknatıs Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ın mıknatısıdır. Nur-u Mimdir.
O mıknatıs zâten Nurullah.
Ama o miknatısın yapısında hâşâ bir soysuzluk olmaz.
Peygamber Aleyhisselâmın bir zerresine sahib çıkmaz.
Tümü onun olduğu halde sahib çıkmaz.
İhanet kabul eder bunu ve hakikatta öyledir.
Onun için her Muhammedi Peygamber Aleyhisselâmın gözüdür, canıdır. Her şeyi helâldır.
Ama bir zerresi onun değildir.
İstediği kadar konuşsun, söylesin, yazsın, çizsin ama diyemez ki bu benim.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in adına, hesabına ve şerefine iş yapmak mecburuyetindedir gerçek Muhammediler.
Böyle bilmek, bulmak, olmak ve yaşamak zorundadır.
Benlik olanlar daha şeytanını Müslüman edememiş şeytanın uşaklarıdır.
Ondan BİZ olmaz.
Onun dediği biz başka biz.
“Ve kalu semiğna ve ateğna” daki BİZ değildir onun dediği.
“Ve kalu semiğna aseyna” daki bizdir.
İki âyettir bunlar zıt.
Kalu semiğne biz duyduk ve aseyna isyan ettik âyetine geçer onu.
Neden benlik, kimi duymuşlar kendilerine duydular, kime uydular isyan ettiler kendilerine. Bu kadar.
Bunu çok tehlikeli olduğu için ve önemli olduğu için söylüyorum.
Elbette gençlerimizin ilmi ve edebi.
İlmi bilmeleri, edebi bulmaları yetmez.
Niye yetmez?.
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın İrfanında mârifetinde olmaları gerekir.
Neden?
Çünkü nefsini bilmek dediğinizin son harfini koyduğunuz anda Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellemi bulmanız lâzım ki Rabbinizi buldurabilesiniz.
Ehl-i Beyt Aleyhisselâm ya da velâyette, velâyetin aslında temelinde katiyen kendine dönücülük yoktur.
Peygamber Aleyhisselatü Vesselâm vardır. İmam-ı Mutlaktır, Muhtar-ı Mutlaktır.
Rasûlullahtır. Allah’ın rotasının Rasûllahıdır.
Rasûlullah Allah’a irsal eden demektir.
Görevlidir zâten.
Onun için Allahu Zülcelâl “Allah ve Rasûlune teslim olunuz” buyuruyor. Diyor mu orda meselâ: “Gidin ne bileyim ben Hâlime gidin, Kulihvani’ye teslim olun!”
Yok öyle hâşâ bunu nasıl böyle şey mi olur?.
Bu küfürdür zâten. Bunu beklemekte küfürdür yapmakta küfürdür.
El ele olmak başka şeydir. Kalb kalbe olmak başka şeydir.
Bu açıkca olur yiğitce olur.
Peygamber Aleyhisselâmın yaptığı gibi olur.
Kölelerle şunlarlarla bunlarla hangi insanlarla neler yaptığı ortadadır.
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ın muhabbetini, merhametini, hasbi hizmetini, hakikatını her şey serbestken hiçbir yasak ve günah yokken yani ayıp yokken.
Ne yapıyor Sümeyye Vâlidemiz.
Çarmıha geriveriyor “Eşhedü en lâ ilâhe İllâ Allah ve Eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah” diye.
Bu bir inanç meselesidir.
Bütün bunlar Allahu Zülcelâl bize lütfu keremidir, ihsanıdır ve hakikatıdır. İnşallahu Rahmân.
Evet.
Allahümme SALLi ve sellim ve bârik alâ seydina Muhammedin abdike ve Nebîyyike ve rasûluke Nebîyi ümmiyyi ve alâ alihi ve sahbihi ve ehli beytihi. Sübhaneke Allahümme ve bihamdike eşhedu enLâ İlâhe İllâ ente vahdeke la şerike leke estağfirke ve etubu ileyk.
Elhamdulillâhi Rabbül Âlemin.

Allah hepimizi hayırlı geceler, hayırlı sabahlar versin.
Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

DUHÂ SÛRESİ SOHBETİ

KUL İHVÂNÎ
LÂTİF YILDIZ

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... 944730ac48


üste verilen linkte kısa bir şekilde İNŞİRAH Suresi zevk edilmiştir. Buraya aktarmayı uygun gördük . Okuyan kardeşlerimiz buradanda istifade etsinler İNŞAALLAH!


İNŞİRAH SÛRESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

Resim--- “E lem neşrah leke sadrak(sadrake). :Biz, senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?”
(İnşirâh 94/1)

Elem neşrah leke sadrak biz senin göğsünü, sadrını şerh edip şeraha şeraha Rubûbiyyet hakîkatının şehâdete çıkışıdır şeraha. Karpuzu ikiye yarıp içine bakmak gibidir. Şah damarından yakın olanın ortaya çıkışı gibidir şeraha. Sadrek senin sadrında nefsin yapmadık mı.

وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ

Resim--- “Ve vedâ'nâ anke vizrak(vizrake). :İndirmedik mi senden o yükünü?”
(İnşirâh 94/2)

İndirmedik mi senden o yükünü. Ve vada’na anke vizreake indirmedik mi senden o bağrını, yükünü. Hicrini .


الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ

Resim--- “Ellezî enkada zahrek(zahreke). :Ki o, senin belini bükmüştü;”
(İnşirâh 94/3)

O senin sırtını eziyordu, kemiklerini gıcırdatıyordu . Zar etmişti bütün zahrını kemiklerini iniltisini çıtırtısını duyuyordun. Çıtırtısını sesini gıcırdatıyordu . Sırtında gıcırdamaktaydı o senin. Öyle bir öyle bir zâr çektiriyordu ki sana enkada enkaza çevirmişti enkaza. Çıkıp yerle bir edecekti yâni öyle bir yük. Bu ne yükü?

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ

Resim--- “Ve refa’nâ leke zikrak(zikreke). :Ve yükseltmedik mi senin zikrini”
(İnşirâh 94/4)

Senin zikrini Eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAHve Eşhedu enne Muhammede'r-Rasûlullah

Allah ve Rasûlune teslim olunuz.
Allah ve Rasûluna îman ediniz.
Allah ve Rasûlune tâbi olunuz.
Allah ve rasûlune itaat ediniz

şeklinde refa’na yücelmedik mi kendini bizimkinin yanına.

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

Resim--- “Fe inne maa'l-usri yusra(yusren). :Demek ki zorlukla berâber bir kolaylık var”
(İnşirâh 94/5)

Demek ki fe inne şüphesiz ki me’a'l-usri yusra zorlukla berâber bir kolaylık varmış sünnetullah'da çünkü Zu'l-celâli ve'l-ikram' mış.

إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

Resim--- “İnne maa'l-usri yusrâ(yusren). :Evet o zorlukla berâber bir kolaylık var”
(İnşirâh 94/6)

Gerçekten öyle. Neden iki kere. Zâhir ve bâtın. Evet ikisinde de öyle. Evet.

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
Resim--- “Fe izâ ferağte fensab. :O halde boşaldın mı yine kalk yorul”
(İnşirâh 94/7)

O halde fe iza ...dığında ferağte târih olduğunda, bomboş olduğunda hiç olduğunda fensab hemen intisap et, bağlan.
Yeni bir işe. İlâhe İllâ ALLAH dedim ama demin dedim.
Şimdi geldi şimdi dedim yine şimdi geldi.
Bunun hep söylemek mesele değil, şuurunda ol!.

وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ

Resim--- “Ve ilâ rabbike ferğab: Ve ancak RABBına rağbet et, hep ona doğrul”
(İnşirâh 94/8)

Ki sen neden böyle boşalıp doluyorsun boşalıp doluyorsun nefes alıp veriyormuş gibi.
Şunun için. Rağbet etmek için RABBine.
Ve ile rabbike ferğab doğrudan doğruya rağbiyetini reğabiyetini.
Ne demek rağbet BİLEliğin gâlibiyetini yâni kendi RÜŞDüne erişi bu insanın kendi içindeki.
İçindeki rağbet . İçindeki rağbet oluşu.
Böylece insan RABBısına karşı rağub olur. Rağbet dileyen olur. Rağib olur . Rağbet, rağbetin içinde neler vardır.
Rağbet edebilmek için rağib olabilmek için içerdeki gaybı da biliyorsunuz gaybe'yi .
Bileliğin gaybiyeti. Öyle bir bilelik ki RABBul Âlemin konuşuyor gibi.

“Eli olurum ayağı olurum. Gözü olurum BENimle görür BENimle konuşur BENimle der” diye hadis-i kudsîler var.

Resim---Hz. Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor:"Rasûlullah (aleyhi's-salâtu ve's-selâm) buyurdular ki: "ALLAH Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38.)

Yâni o kulumun ayağı olurum buyurmaktadır ancak bu ayak ne ayağı ki?. “Gözü olurum görür. Kulağı olurum.”

Yâni rağbet bu rağbet Sadâkat ister, Samîmiyet ister, Sabır ister, Selâmet ister.

Muhammedî bir Gayreti BİLmek gerekir.
Muhammedî bir Merhâmeti BULmak gerekir.
Muhammedî bir Muhabbette OLmak gerekir.
Muhammedî bir Hakîkatı YAŞAmak gerekir.

Rağbet kolay bir iş değil ki.
“Ve ilâ rabbike fergab”
“ALLAHu Ekber!” diye bitiyor biliyorsunuz.
Bundan sonraki bütün sûreler “ALLAHu Ekber!” diye bitirmek lâzım ve sünnettir.

İNŞİRAH Sûremizi bir daha gördük.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ İNŞİRAH SÛRESİ SOHBETİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

ZEVK 1489

Kullî Varımız Yok Etti! Bu Vâridat! Bu İNŞİRAH!
Mecnûn’a Döndürdü Bizi! Nerde Akşam Orda SABAH!
Yersiz-Yurtsuz Yeller Gibi, SIFIR Seyrinde SIDDIK’ın!
Her Nefesin “Huu!” Sudur ki → “ALLAH! ALLAH!.” Ârifte “ ”Ahh!”


28.07.1999 12:45
Lârâ shllri..

İNŞİRAH: Ferahlanmak, mesrur olmak.



ZEVK 1797 Resim

gAYRı Durma Kul İhvÂNi.. RaBBına KULLuğun Arz Et!
Terk Et Halkın Şak-Şukasın.. Yalnız Başınasın Farz et!
“İnne maal usri yusrâ -> Fe inne maal usri yusra.”
NûR-u MuhaMMed-e SARıl!..ALLAH AŞKı İle Şarz Et!..

11.09.2001 11:05
antalya..

Şarz et: Şarj etin BİZim yörükçede DEnişi...

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
Resim---Fe inne maal usri yusra(yusren): Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.” (İnşirâh 94/5)

إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
Resim---İnne maal usri yusrâ(yusren): Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (İnşirâh 94/6)


Resim
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön