5. Bölüm :SILA SALÂTI - NNN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

5. Bölüm :SILA SALÂTI - NNN

Mesaj gönderen nur-ye »

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1289

Resim 5. Bölüm : SILA SALÂTI - NNNResim
Resim

Latif YILDIZ


5.1. SALÂVÂT SILASI - SALÂT ZEVKİ

5.2. SALÂT VE KUR'ÂN DUASI

5.3. RESÛLULLAH (sav) ve MUHAMMEDÎ OLUŞ ŞUÛRU

5.4. NASR SÛRESİ ZEVKİ

5.5. KULLUK (İbâdet) SEYR-Ü-SÜLÛKÜ

5.6. ÜZME - ÜZÜLME - SEV- SEVİL PAROLASI

5.7. İBÂDET İMTİHANI

5.8. EMRULLAH OLAN KULLUK

5.9. KULLUK ÇİLESİ

5.10. SALÂT ve ZİKİR :

5.10. SALÂT ve ZİKİR -1

5.10. SALÂT ve ZİKİR -2
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.1. SALÂVÂT SILASI - SALÂT ZEVKİ

Maksadımız Muhammedî tasavvuf penceresinden salâtı arzetmektir. Muhammedî şuûra ulaşanlar arasında asla riyâ ve yalan yoktur hamdolsun...
Neden olsun ki; onlar öylesine erdem erleridirler ki; geçmişe bağışlanma ve tevbeleri bir, geleceğe hak ve hayr duaları bir...
Şu anda olan (yaşanan, kaderin kazası gereği hükm-ü hakk: olan'a) rıza gösterip: Nefsin (ve aklının) hoşuna giderse şûkür, gitmezse sabırda bir... İmân eden, sâlih amel ehli olan ve hakta ve sabırda vasiyetleşen vuslât damlaları....
Emrullah'ın tümünü harfiyyen ve Muhammedî metodla işleyip sevâbını sahibinin (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)) ortak hesabına anında aktaran, kevser havuzuna gönderip nefesine; hatalarınla baş başasın, sevâb bekleme ve gayret et. Fırsat geçirmeden..
" Hatalarına istiğfâr ve tevbe et..." diyen yağız yiğitler...
İsim veremeyeceğim amma şu anda Antalya'da yaşayan bazı arkadaşlarımın da tanıdığı bir zâta bizden bahsetmişler...
"Gelsin de hesablaşalım..." demiş...
Bir arkadaşım onun parsellerinden birine 13 kat bir bina dikiyordu. Şantiyeye götürdü.
76 yaşında ak saçlı cıvıl cıvıl mavi gözlü, samîmî ve tedirgin bir kimse idi... Masanın üzerine kalınca bir defter çıkarıp koydu.
"Sen de çıkar neyin varsa..." dedi.
Bende boş ve küçük bir kağıt ve kalem vardı gerçekten...
"Al oku defterimi tasavvuf deyip durmayın, gelin, çıkın işin içinden. Dünyayı Konya'yı da bilirim... Falan filân!" dedi.
Ve elini sertçe masaya vurunca: "Bana bak yaşlı baba... İçin yanıyor sanıyordum, kulaklarından ve burnundan duman çıkmaya başladı... Kendi defterini erkekçe kendin oku ve anlat da anlaşalım..." dedim.
O ise sola dönüp şu adadaki bloklardaki katlardan 78 tanesi benim, şu ilerdekilerden 110 u benim ve..." derken:
"Anladım! Malı mülkü atla..." dedim.
"İlk karımdan ayrıldım. Bir oğlum bir kızım vardı. Üçü de mal vermedim diye birleştiler bana bunak da'vâsı açtılar... Kendimden 40 yaş küçük bir hanım almıştım. 11 yaşında bir oğlum var" dediğinde:
"Geç geç..." deyince: "Gözlerinden yaşlar boşandı ve
"Ben gece uykusu bilmiyorum; evlerimin sayısı, odaların ebatları, rüyâma girip uyandırıyor... Evde bir 9 lu tabancam var. Pek çok kere karşılıklı konuştuk ama, tetik çekilemedi v.s.... Ve ölümcül bir hastalığım var. Ömrüm boşa geçmiş ve artık toparlanmam imkânsız..." diyordu...
Ve dönemiyordu...

Bunları şunun için arz ettim ki Muhammedî tasavvuf ayık akıl ve saf nakl işidir.
Uyur, uyurgezer ve sarhoş aklın oyuncağı tasavvur tasavvufu ise, kapı kapı ev servisi yapan softalarca satılıp - alınıyor...

İ'tikad: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) e tam teslim ve tâbi' olup getirdiğine imân ve Rabbü'l-âlemin'ine itâat, itimad ve güvendir.

Kesret içinde yüzen birisine vahdetten söz etseniz "kaç tane daha var?." der.
Vahdet ise tekliktir ve "bir"liktir. Vahdet-i mevcûdu (kâinât) vahdet-i vücûd sanan ve anlayanların, taşkınlık ve şaşkınlıkları meşhurdur. Elbette vahdet-i vücûd bir kemâlât makamıdır. İmam-ı Rabbani Hazretleri mektubâtında "bu makamda 14 yıl kaldım" demekte ve vahdet-i vicdân olarak yorumlamaktadır.

El evvel-El âhiru- El Zâhiru- El Bâtinu olan ALLAH Tealânın vahdaniyyeti mutlak ve kesindir.
"Vahdet-i Vücûd dersek bizi de katarız haa..." gibi olması mümkün olmayan ve anlamsız sözleri;
Firavun'un çıkıp da: "Ben en yüce RABB'ınızım..." sözü gibi abes, boş ve gereksiz buluyorum...

Zirâ; Vahdet-i vücûd, vahdet-i şühûd, vahdet-i sücûd ve vahdet-i ühûd; nefsin, ilâhi vahdaniyyet karşısında (sırat-ı hayat köprüsünden geçerken) sırat-ı müstakîm üzere yürüdüğü kader çizgisinde kendi kemâlât makamlarındaki durum değerlendirmeleridir.
Vücûd şühûd sücûd ühûd (ahdlerin verildiği) makamına (yerine) gelen nefs, Bezm-i Elest gerçeği ile buluşur...
Götürdüğü gerçek ise Rabbü'l-âlemin'e: "Vallahi ben imkânla imtihan âlemine gittim, yaşadım, anladım ve şâhid oldum ki "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah" sözü olacaktır.
Elbette Merhametullah ve Mülküllahı bilmektedir ve şüphesi de yoktur!.., Namaz dinin direğidir.
Çünkü tekemmülün tümüne câmi'dir. Mi'râctır.

Tasavvufî terim ve anlam münâkaşalarını bir tarafa bırakıp işimize bakalım:


1- Namazda kıyam vücûdî bir makamdır :

Tüm letâifler beden kabında elif gibi ayakta eller bağlı ayaklar sabit (kaymaz) hâlde kulun benliğinin kendini ve RABB'ıni bilmesi ezel verdiği sözü, ilâhi sözle (Kelâmullah) doğrulaması ve arzedişi...
İlmullahdan isti'dâdınca (vehbî) olanı iktisabınca (kesbî-çaba, gayret iş) yaşayış....
Kıyam ve kırâat makamı....
İnsan beden içindekilerle birlikte (can cisimde) seccade üzerinde ayakta dimdik durmaktadır.
Bu hâli, bu zaman ve bu zeminin gerçeğidir.
Rabbü'l-âlemin'i ise Hazır-Nazır bilmektedir.
Bir şey olmaktan ve benzetmekten tenzih ettiği RABB'ısını kendisi gibi bir mahlûk (heykel) olarak karşısında görmek ihtiyacı asla yoktur.
İçte şah damarından da yakın ve dışda küllî şey'in muhit (kapsamış, yutmuş) olan RABB'ısını vücûda girmek v.s.den tenzih eder. Ve emredildiği gibi esas duruşta kulluğunu arza çabalar...


2- Namazda rükû' şühûdî bir makamdır :

Benliğini ve Rabbü'l-âlemin'in azametini bilen ve anlayan ve şâhid olan nefsin, sınırlı ve sorumlu benliğini kendisine bahşeden RABB'ısının bu lûtfünü irade ile ters dönmüş ve benliğinden vazgeçmiş "lam" gibi başını eğişi, sözün sohbete dönüşüp nefsin sahibini buluş şühûdu.
Tenezzûl tevâzu' ve tesbih ve hamd makamı...
İnsan nefsi hakkı ve hayrıda anlamakta aynı derecede kabiliyet ve isti'dâd sahibidir.
Akıl nûrunun verilişine ana sebeb de bu yöndür.
Kıyamda kendini ve RABB'ıni bilen nefs kulluk kemâlâtında benlik başını eğerek Bezm-i Elestte verdiği Rübûbiyyet tevhidine şehâdetini şühûdî olarak yeniler.
El Azîm olan RABB'ıni tüm noksanlıklardan beri kılar.
Rabbü'l-âlemin'in imkân âleminde başka Rablerin olmadığına ve olamayacağına şühûdî şehâdetini sunar...
Ve hamdini ekler...


3- Namazda secde sücûdî bir makamdır :

Nefsin benliğinden geçiş gereğini idrak ederek gölgesini (kendini) gizlemeden yok biliş ve RABB'ısına teslim edişi 7 letâifin teslimiyyetinin Rabba rücû secdesi ve istikametinin ürûc secdesi...
Kıyamın karşılığı kariblik (yakînlik).
Muhammedî şeddeli Mim'in RABB'ısıyla Zevk Mahalli ve rücû ve ürûc mir'âcı...
Merkezde ve muhitte mi'râc...
Rübûbiyyet tevhidine bu âlemdeki yaşamı sonucu şâhid olup imân ve ilân eden nefs kalbe girmeye ve kalbî nefs olmaya hakk kazanmıştır.
Geçici varlığının gölgesini bedeni altına toplama vakti gelmiştir.
Her hücresini temsilen 7 organı ve âleti (2 ayak, 2 diz, 2 el, 1 baş ile) üzerinde (7 ayaklı bir masa gibi) RABB'ısına secde eder.
Kudretullahı (potansiyel azamet, güc) anlayan aklıyla "El A'LÂ olan RABB'ını tüm akıl içi ve akıl dışı benzetme ve noksanlıklardan uzak kılar. 7 ayaklı masa benzetmesi doğru ve gerçektir.
Teknikte 3 noktadan bir düzlem geçer ve bu ilk denge hâli ve denge, düzen ve itmînânın ilk şartıdır.
Secdede ise 7 mesned noktası olup, yedigen içinde 35 üçgen oluşur ve 35 üçgenle minumum denge şartı sağlanır.
Dörtgenler dengesi 35, beşgenler dengesi 21, altıgenler dengesi 7, yedigen dengesi ise en mütekamili ve en emniyetlisi olup 1 tanedir.
Toplam 99 denge mevcûddur.
Nefsin bu derûnî dengelere ulaşmasının ne demek olduğu ise ehlince bilinir ve tek 1 secde de 99 esmâ esrârı yaşanır...



Resim

4- Namazda teşehhüd oturuşu uhudî (ahdî) bir makamdır:

Hakikate şehâdetle mi'râcî vuslatta hayrette hayrân kalıp "dâl" gibi diz çök oturup, Dâim, Kaim, Hazır, Nazır ve Murakıb olan RABB'ısını hazzetmek hâlihazırl huzurdaki hâli ki hazz...
Tıpkı Cenab-ı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî mi'râcında bizzât yaşadığı hârikalar karşısında ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e: "Ettehiyyatü lillahi vesselâvâtü vettayyibâtû...." buyurmasına karşılık ALLAH Tealânın: " Esselâmû aleyke yâ eyyûhennibiyyû ve rahmetullahî ve berâketihu!" buyurması.
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin rahmetin kendisi olan zâtının gereği gayretkeşliği ile: "Esselâmû aleynâ ve ibâdillahis sâlihin!" buyurmasına meleklerin ve RABB'ını bilir ruhların el birliğiyle canla başla: "Eşhedü en lâ ilâhe illellah ve eşhedü enne Muhammede'r resulullah" demelerini izler duyar ve uyar...
Bunca lütûflara nâil olmasına vesile ve ni'meti uzma: azim ni'met olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sıla ve Salâvât eder. Kendine dönünce ise sağa (ashab-ı yemine, saîdlere) selâm verir.
Rahmetullahı diler. Sonra sola (ashab-ı şimâle, şakîlere) de selâm verir. Rahmetullahı, islâh ve iflâh olmalarını diler...
"Allahümme ente's- Selâmü ve minke's- Selâm:ALLAH'ım selâm sensin.
Ve salâtı selâm sendendir. Bereketli kıl celâl ve ikrâm sahibi..."
diye dua ile salâtını bitirir...
Teslimiyete ve istikamete hidâyet buyuran RABB'ısına sırr-ı sıfır secdelerini yapan nefs ikinci secde sonunda ruhî nefistir...
Ve âhirdeki Ulûhiyyet tevhidine kendi şehâdetini sunmak için diz çök oturmuştur.
Elleri dizi üzerinde teslim ve kalbin istikameti kâmildir.

Neden uhudî (ahdler) diyoruz:
Çünkü insan evvelde RABB'ının Rübûbiyyet tekliğini (tevhidini) kabul edip şâhid olmuş ve bu ahdinde durmak emânetini yüklenerek bu âleme imtihan olmak için ALLAH Tealâ ile ahdedmişti...
"Âhirinde de,sözümde duracağım!" demişti.
Evvelde peşin şâhid olmuş âhirin son sözünde Ulûhiyyet tevhidi olacağına dair söz verip andlaşma yapmıştı.
Tüm saptırıcıların lideri, olan şeytâna ya da şeytânın arkalarına gizlendiği ilâhlaşmış azgın tagutlara v.s. tapmayacağına, sadece ALLAH Tealâ ya tapacağına ahdetmişti....
Teşehhüd oturuşu bu ezel sözünün ahdinin tahakkudur ve uhudû (ahdî) dir.
Bu dörtlü ise (vücûd, şuhûd, sücûd ve ühûd) ayrıca ve kendi içinde bir ilim, irade, idrak ve iştirak tevhididir...

Gerçek tasavvuf; çeşitli şekilde ve hâllerde elde edilipte birleştirilen mozaik parçalarından oluşan görsel bir statik (yalıtkan, durağan, sabit, ölü) sanat asla değildir.
Muhammedî tasavvuf; ilmek ilmek bir halı gibi dokunan, nefes nefes okunan ve yaşanan dinamik (iletken, üregen, hareketli, diri) ve tercih edilen bir hayat tarzıdır.
Önümüzdeki tek ve kesin örnek Muhammed (aleyhi's-selâm) ın Abdullah olan yüzüne uygun bir söz (i'tikad), amel (fiil), ahlâk ve hâl hayatı ve haylığıdır.
Resûlullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'a gelen ilâhi tebliğ emrinin içeriği ve uygulaması böyledir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in getirdiği kesin kuralları Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aynen uygulamış ve uygulayış tavrı, tarzı ve stili sahih haberlerle sûnnet-i seniyye olarak bize intikal etmiştir.
Tıpkı Kur'ân-ı Kerîm'in intikali gibi....
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilen mi'râc hadisesinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Rabbü'l-âlemin'in arasında kişiye özel özellik, güzellik ve hâller mutlaka yaşanmıştır.
Bizi ilgilendiren (lâzım ve lâyık) bölümleri bize aktarılmıştır.
Amene'r resulû âyet-i celileleri, namaz vakitleri ve teşehhüdde okunan Ettahiyyatû bunlardandır.
İkinci secdeden sonra teşehhüd miktarı oturması farz olan insan; ilâhî ihsâna ulaşımını tamamlamak için şehâdetini Rabbanî, Muhammedî ve melekî bir bilelikle sunar ve bu imkânı sunmakta muhabbeten, merhameten hasbî hizmeti geçen Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salâvâtını (sıla arzularını) meleklerle birlikte ulaştırır ve dua edip selâmlarını verir.

Mi'râcda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbü'l-âlemin'e: Ettahiyyatü lillahi ve's-salâvâtü ve't tayyibâtü: Tahiyyem, ilâhî dirilişim, selâmlamam, sıla arzularım, vuslat dileklerim, ayıplardan arınmış, güzel ve hoş ulaşımım ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL için..." buyurunca ALLAH Tealâ, bu selâmına karşılık: "Es-selâmu aleyke yâ eyyühe'n-nebîyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü: Ey Nebî! ALLAH'ın selâmı, rahmeti ve bereketi sana olsun..." buyurdu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: "Es selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi's-Sâlihin: ALLAH'ın selâmı "BİZE" ve ALLAH'ın sâlih kullarına olsun..." buyurdu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kelâmullahla zâtına verilen Selâmullahı, mü'minlere Raûfu'r Rahîm olduğundan (Tevbe 9/128 bkz.) dolayı önce "BİZe" buyurarak, Biz Muhammedîleri bilelik birliğinde zikredip, ALLAH Tealânın sâlih kullarını (Nebîler, geçmiş ve gizli ALLAH Dostları ve melekler gibi) da Selâmullaha dâhil edince melekler coşagelip birlikte: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" diyerek iştirak etmişlerdir. Sahih hadisde bildirilmiştir.

Biz de teşehhüd (şâhidlik) oturuşunda aynen okuruz. Selâm'ın kendisi olan Rabbü'l-âlemin'e tahhiyyemizi sunar, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, bize ve ALLAH'ın sâlih kullarına Selâmullahı sunarız. Şehâdetimiz olan Ulûhiyyet tevhidini birlikte perçinleriz.
Tevhidi şehâdet tahiyyemizden sonra ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri (Ahzab 33/56 bkz.) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kesin tatbikatı ve hakkı gereği salâvât okuruz ki imâm-ı Şâfiî ve İmamı Hanbelî, ikinci teşehhüdde salâvât okunmasını farz kabul etmişlerdir. İmam-ı Azam ve İmamı Mâlik ise müekked sünnet kabul etmişlerdir.
Salâvâtın sahih-i Buharî deki sözleri ise :

Resim--- Ebu Mes'ud el Bedri (radiyallahu anhu) der ki: Biz Sâd bin Ubâde'nin meclisinde otururken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanımıza geldi. Kendisine Beşir İbni Sâd: "Yâ Resûlullah! Bize ALLAH Tealâ, sana salât okumamazı emretti. Sana nasıl salât edebiliriz?" diye sorunca Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söyleyin: "Allahümme salli alâ Muhammedîn ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrâhime ve bârık alâ Muhammedîn ve alâ âli Muhammedîn kemâ bârekte alâ âli İbrâhime inneke Hamîdun Mecîd." buyurdu ve selâmda bildiğiniz gibi (ekledi.)"
(Buharî)

Efendimiz, her şeyimiz, sahibimiz ve Peygamberimiz Muhammed (aleyhi's-selâm)'a şükran, sevgi, saygı, sıla ve vuslat arzularımızı sâmimiyetle sunmuş olduk.
Bizim için dualar ederiz.
Meşhur olan iki hadis-i şerîfle:

Allahümme Rabbenâ âtinâ fid-dünya hasenâten ve fi'l-âhireti hasenâten vakinâ azabe'n-nar ve edhi'lne'l-cenneti ma el-ebrâr yâ Azîz yâ Gaffâr: ALLAHım! RABB'ımız! Bize dünyada ve âhirette güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru! Ve iyilerle cennete dahil et! Ey herşeye gücü yeten Azîz ve Ey çok bağışlayıcı...
Allahümme rabbiğfirli ve li valideyye velî'l-mû'minüne, ve'l-mü'minât yevme yâkimü'l-hesâb: ALLAHım! RABB'ım!Hesab vermeye kalkıldığı günde beni bağışla... Ve anam-babamı ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için de bağışlamanı diliyorum..." deriz.
Sonra sağa "Esselâmû aleyküm ve rahmetullah" selâmıyla islâh olup iflâh olan Muhammedîlerle melekleri selâmlarız. Aynı şekilde sola selâm vererek kader Kaderullah islâh olup iflâh olmak için Muhammedî merhamet ve muhabbetle hasbî hizmeti bekleyen henüz ayıkmamış ancak ayıkacaklarına inandığımız potansiyel Muhammedîlerle yine görevli melekleri selâmlarız.
Başımızı her iki tarafa da tam dönüp omuz başlarımızı görürüz.
Selâmlar, Ashab-ı yemin ve ashabı şimâl ile de alâkalı olabilir...
Ne var ki Biz Muhammedîyiz ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın merhamet hamamına girebilen Firavun'un bile temizlenip Musa (aleyhi's-selâm) olarak çıkacağına kesinlikle kani'yiz...
Bütün günahları, temiz tevbe ile bağışlayacağını ilân eden ALLAH Tealâ'nın Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olanın istikameti ilâhî ihsâna çıkar.
Tevbe istiğfâr hata ve günahları siler, paklar ancak; hep söylüyoruz ya canlı hakkına çok dikkat etmek lâzım...

Selâmlardan sonra 3 kere istiğfâr getiriyoruz:
"Esteğfirullahel-Azîm, Esteffirullah el-Azîm, Esteğfirullah el Azîm el Kerîm ellezi lâ ilâhe illâ hu el Hayyu'l-Kayyum ve'etubi ileyhi: El Azîm olan ALLAH'dan bağışlanmamı diliyorum. El Azîm, El Kerîm olan ALLAH'dan bağışlanmamı diliyorum ki; O'ndan başka ilâh yoktur. O zâti itibâriyle (kimseye muhtaç, olmadan kendinden) diri ve dâimi varlığa sahib olup ve ben O'na tevbe edip dönüyorum..."
Gereği gibi salât edemedim diye...

sonra: "Allahümme ente's-Selâmu ve minke's-Selâm. Tebârekte yâ ze'l-Celâli ve'l-İkrâm!.:ALLAHım! Es-Selâm sensin ve Es-Selâm sendendir. Ey celâl ve ikrâm sahibi olan (es-selâmı) bereketli (bol, bitek, hep artan, kaynayan kaynak) kıl!"
Âmin...

Bunca mânevî lütûf, ikrâm ve ihsânı salâtımızla hibe edip hasbî bağışlayan ALLAH Tealâyı:
"Subhanallahû ve'l-hamdulillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-Âlîyyû'l-Azîm: ALLAH (celle celâluhu) Subhandır (noksanlıktan beri), ve hamd (aklî ve naklî övgü) ALLAH (celle celâluhu) içindir... Ve ALLAH'dan başka ilâh yoktur. Ve ALLAH Ekberdir (en yüce ve uludur) Ve bunları gerçek anlayıp gereğini yapabilecek havl (potansiyel güc) ve kuvvet ancak EL ÂLÎYYÜ'l-AZÎM olan ALLAH (celle celâluhu) dadır.
Veya bu söylediklerimi anlayabilip yerine getirebilme gücü ve kuvvetinin gerçek sahibi olan ALLAH'ımdan havl ve kuvvet diliyorum.
O'nu vekil kılıp O'na sığınıyorum, O'na dayanıp ve O'na güveniyorum... gibi düşüne biliriz...

Hep birlikte Ayetü'l-kursiyi eûzû besmele ile okuruz.

Resim--- "ALLAH, O'ndan başka ilâh yoktur; O Hayydir, Kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefâat edebilir? O kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun kürsîsi gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O yücedir, büyüktür."
(Bakara 2/255)

Kürsî: taht ise de, biz âcizâne Rabbü'l-âlemin'in küllî şey'e Zâti sahibliğini, "kûn!" ile kâinât hâlinde göstermesi şeklinde anlıyoruz...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kur'ân'da en büyük âyet, Âyetü'l-Kürsîdir. Onu okuyana ALLAH bir melek gönderir, onun hasenâtını yazar. İçinde okunduğu evi şeytân 30 gün terk eder. O eve 40 gün sihir ve sihirbaz giremez. Yâ Ali! Bunu evlâdına, ailene ve komşularına öğret!" buyurmuştur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günlerin önemlisi cuma. Sözlerin üstünü Kur'ân, Kur'ân'ın en önemli sûresi el Bakara, Bakara'nın en büyük âyeti de Âyetü'l-Kürsîdir." buyurmuştur.

Sonra 33 kere "Subhanallah, 33 kere "Elhamdülillah" 33 kere: " ALLAHÜ EKBER" ve 1 kere " ALLAHÜEKBERu lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike lehu lehu"l mülkü ve lehü'l-hamdu Ve hüve alâ küllî şey'in kadîr. Subhane Rabbiye'l-Âlîyyû'l-a'lâl-vehhâb!": ALLAH uludur. ALLAH dan başka ilâh yoktur. Vahdaniyyet O'nun olup ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nundur ve her bir şey üzerine (kaza, kader, irade ve meşiyyeti ile) dilediğini yapabilme gücüne sahib muktedirdir. Kendine yapılan samîmî, candan ve ciddî dönüşleri (tevbe) çok çok kabul edici, ve yüce olan RABB'ımı noksan ve kusurlardan tenzih ederim...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


5.2. SALÂT VE KUR'ÂN DUASI


Dua için ellerimizi Subhanî semâya açarız:
Muhammedî teslimiyyet gereği en önce euzû besmele, sonra istiğfâr ve hamdederiz. Salâvât getirir, işimiz ne ise (dua ise dua) onu yaparız ve sonunda da salâvâtla duamızı salâvâta sararız.
İki tarafında salâvât olan dua iki kanatlı kuş gibidir.
İlgili hadis-i şerîfler geçmişti.
Dua ile ilgili açıklamalar "Muhammedî Tasavvuf" kitabında olmakla berâber irticâlen kısa bir dua yapalım:

"Allahümme salli âlâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike ve Resûlüke ve Nebîyyü'l-ümmîyyi ve âlâ âlihi ve elh-i beytihi ve ashabihi"

Bi rahmetike yâ Erhame'r Rahîmin! İrhamnâ: Geçenlerimize rahmet et! Onları bağışla ve ehl-i cennet kıl, kabirlerini cennet bahçesi ve konuklarını meleklereyle.
Dünyaya gelmemize sebeb olan ana-baba ve ceddimizden razı ol ve onları bize şefâatçi ve hayırla karşılayıcı kıl...
Üzerimizde bulunan haklarını yerine getirmemize ve sâlih evlâdları olmamıza yardım eyle.

Bi rahmetike yâ Erhame'r Rahîmin! İrhamnâ! Kıyâmete kadar gelecek neslimizi necib, ari, temiz, göz sürûru, Muhammedî ve Ehl-i Beytî kıl...

Bi rahmetike yâ Erhame'r Rahîmin! İrhamnâ! Anamıza, babamıza, bize, eş, çocuk, kardeş ve akrabalarımıza, komşu, arkadaş ve bizden dua bekleyenlerimize ve Ümmet-i Muhammede merhamet et! Merhametlilerin merhametlisi Sensin Sen!

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in duası ile: Allahümme islâh ümmet-i Muhammed... Allahümme ferice an ümmeti Muhammed! Allahümme irham ümmet-i Muhammed... ammeten...: ALLAHım! Ümmeti Muhammedi (din, dünya ve âhiretinde) islâh et! Senin Zât-ı Âlî'yin ve onların bildikleri sonsuz sayıda problem, derd, çile ve kör düğümlerine bir ferec (çözüm çıkış ve kurtuluş yolu) ver...Bir kerem kapısı aç...ALLAH'ım! Ümmet-i Muhammede umumen; iyi-kötü, güzel-çirkin, sâlih - fâcir v.s. ayırmadan cümlesine merhâmet et... Rahmetenli'l-âlemin olan sahibimiz ve her şeyimiz Muhammed (aleyhi's-selâm) yüzü suyu hürmetine hidâyetini ver! Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefâat (şifâlar)ini; Ehlullah, Evliyâullah ve tüm Hakk Dosdlarının himmetini (muhabbet ve merhametle hasbî hizmetlerini, iyilik dilek ve teşviklerini) nâsib eyle ki; ihânet ve dalâlet zom uykusundan uyanmak; cehâlet uyurgezerliğinden kurtulmak; gaflet sarhoşluğundan ayıkmak için kalblerimizde Muhammedî gayret oluşsun...

ALLAHım! Bizi islâh et, iflâh et, mûin (yardımcı) ol, tevfikini refik (yoldaş) eyle! Hakk ne ise nâsib ve müyesser eyle! Hüsnü hatime (iyi sonlar) nâsib kıl... "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, şehâdet şerefine bu dünyada ulaştır. Ve gölgesinde ebedî yaşat...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyruğu: Rabbî yâ'sir velâ tuassir! Rabbî temmim bi'l-hayr! RABB'ım (RABB'ımız)! Kolaylaştır ve zorlaştırma... RABB'ımız hayrımızı tamamla...
Ey Yüce RABB'ımız! Dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde kulluk gereği ve görevi işlerimizi kolaylaştır ve zorlaştırma...
Hakka inanıp hayr işlememizi ilhâm et ve tastamam eylet...
İşimizi (hesabımızı) hak ve hayrı üzere burada tamamlanmış olarak bitir...

RABB'ımız! Kâinâtı, bizi, amellerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Sensin, Sen...
Hakkı ve hayrı kalbizime ilhâm et! İşlememizde izin ve inâyet eyle... Hakka inanıp hayrı işlemekte bizi sabırlı kıl...
Nefsimizin; "olsun!" Veya "olmasın!" dayatmalarından, hevâ, heves ve şeytânî isteklerinden ve şerrinden; şeytânların ve şeytânlaşmış insanların şerrinden sana sığınıyoruz.
Dinimiz, dünyamız ve âhiretimizde zarar verecek fitne ve şerlerden de Sana sığınıyoruz...

RABB'ımız Şe'enullah nabızı atıp dururken "Kûn: ol!" tezgâhından dokunan tecellî edip önümüze çıkan "olan!" ları hükm-û HAKK bilip Hükm-ü Hakk'a sabretmeyi (Kalem 68/48 bkz.) Rıza ehli olup razı olmayı;
Nefsimizin hoşuna giderse şükretmeyi, hoşuna gitmez ise sabredip hikmetini beklemeyi ve i'tidâl (adâlet) üzere Fırka-ı Naciye yolunda yürümeyi kalblerimize ilhâm et ve icrâ'sına güc ve kuvvet ver...

RABB'ımız... Göz açıp kapayıncaya kadar (tarfetü'l-ayn) sonsuz şeyin, olayın, zamanın ve zannın gelip geçtiği şu Şe'enullah şehrinde zıdların zevkiyle inkâr ve ikrârın tevhidiyle ve imkânlarla imtihanlar olmaktayız... Aklımızı ve nefsimizi çeldirici çok çeşitli tuzaklar arasından geçip giderken:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurup açıkladığı gibi:

Hakka inanıp, hayrı yapmak ve hasenâta (iyiliklere) kavuşmak hususunda gerekli gerçek havlin (henüz ortaya çıkmamış ama hazır bekleyen potansiyel gücün) ve hâlihazır var olan kuvvetin ancak ALLAH (celle celâluhu) da olduğuna inanıp, seni vekil kılıp sana güveniyoruz ve diyoruz ki "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Âlîyyü'l-Azîm..." Bâtıldan kaçınmak, şerri yapmamak ve seyyiâta (kötülüklere) düşmemek, hususunda korunabilmek için gerekli ve gerçek havl ve kuvvetin ancak küllî şey'in RABB'ısı El Aliyyü'l-Azîm ALLAH (celle celâluhu) da olduğuna inançla Sana dayanıp, güvenip vekilimiz kılıyoruz... Ve yine diyoruz ki: "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Âlâyyü'l-Azîm!..

"Allahümme inni neselükel affe ve'l-afiyet fi'd dini ved dünyanâ ve'l-âhiren! Allahümmestürnâ bi setrike'l-cemîl...: ALLAHım! Bize; dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde aff ve afiyet diliyoruz (istiyoruz)... RABB'ımız "ver..." diyoruz...
ALLAHım... Bizim her türlü kulluk noksanlıklarımızı ve hatalarımızı El CEMÎL (celle celâluhu) ism-i şerîfinle ört gitsin....
El CEMÎL (güzellerin en güzeli) örtünle BİZleri (Muhammedîleri) ört ALLAHım...
EL CEMÎL cennetinle Muhammed (aleyhi's-selâm) canında cem' olan canları ört ALLAHım...

El ele, kan kana ve can cana Muhammedî merkeze teslimiyet ve El HAYY (celle celâluhu) ya istikametimizi tekemmül ettir ve Bizleri mükerremliğe ulaştır...
Yâ Rabbenâ...
Nefislerimizin Benlik elbisesi diye giydiği acziyet, fakriyet zillet ve illetin gerçek mânâlarını nefislerimize ilhâm et ki ifrat (taşkınlık) ve tefrit (şaşkınlık) yapmadan, i'tidâl (adâlet) üzere emrolunduğu gibi önce Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'a teslim olup, imân edip, tâbi' olup ve itâat ederek getirdiği, Emrullahı duysun, Muradullahı anlasın...
Teslim olup müslim olsun...
İmân edip mü'min olsun.
Tâbi' olup Evliyâullah olsun...
Tam itâat edip Ehlullah olsun...
Aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın akvâli (sözü, i'tikadı, inancı), ameli (fiilleri, işleri sünnet-i seniyyesi), ahlâkı (Kur'ân ahlâkı, Ahlâkullahı) ve ahvâlini (değişmeyen ilâhî huylar ve söze gelmeyen Rabb ile abd muameleleri, hâlleri ve ihsânları) tatbikatı üzere yaşasın ve kulluk imtihanını başarsın ve Muhammedî olsun nefislerimiz...

Yâ Rabbenâ...
Ey ALLAHımız...
Âhir zamanda kıtaldan beter fitnelerin (Bakara 2/191,217; Enfal 8/25 bkz.) kol gezdiği haram ve yalanın geçer akçe olduğu zâlim ortamda yaşamaya mecbur ve me'mur kıldığın BİZ Muhammedîlerini ve evlâdlarımızı, bâtıl ve şer ehline muhtaç kılma, rezil ve rüsvay etme, tüm ahmaklık ve azgınlıklardan koru...

Yâ Rabbenâ...
Azamet ve kudretini bilmeyi, razı olacağın kulluğu yapmayı ve tüm bunlar için ilk şartı olan Muhammedî oluş şuûruna ve nûruna ulaşmayı nâsib ve kalbimize ilhâm et...
İcrâsına izin ve inâyet eyle...

Yâ Rabbenâ...
Hakk'ın (Hududullahı) ve halkın hududunu çiğnetme...
İfrat ve tefritten koru ve i'tidâl üzere sırat-ı müstakîme kılavuzla ve hidâyet et...

İşte böylesine çalakalem, dua edip giderken ellerim Kur'ân-ı Kerîm'e dokundu Kitabullah; sahifelerini, satırlarını, hecelerini, harflerini, mânâ, ruh ve sır kapılarını kalbime ve ruhuma açıp buyur etti...
Kur'ânî, Rabbanî ve ilâhî dua!..
Muhabbet ve merhametin yaratıcısı olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Kullarının hayrı için devâ mecmuası olan Kur'ân-ı Kerîm'imimiz...
Kısa dedik, duamız uzadı...
Uzasın varsın, başka işimiz ne ki çıplak girip çıktığımız cevr-i cihan ve çark-ı çile evinde...
Can evinden canla başla Cânân'a cem' duası edelim:
Önce şu hususu arzedelim ki Rabbü'l-âlemin'e dua etmek hâşâ:
"Şunu yap! Bunu yapma!" demek değil de:
" Ey Kâinâtı, bizi, fiillerimizi (Enfal 8/17, Sâffat 37/96 bkz.) ve dilemelerimizi (İnsan 76/30, Tekvîr 81/29 bkz.) dahi yaratan RABB'ımız ve ALLAHımız...
Dua edip dilediğimiz hususları, kalbimize ilhâm et ve gereğini işlemimize izin ver ve inâyet eyle... (Hadid 57/29 bkz.);
El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak kendisi olan (Ra'd 13/14 bkz.)
ALLAHımız! Sana tazarruen (zâri zâri yalvararak) ve gizlice (A'raf 7/55 bkz.), korkarak ve umarak (Secde 32/16; A'raf 7/56 bkz.) kendi kendimize, yalvararak ve ürpererek kendi duyacağımız sesimizle (A'raf 7/205 bkz.) dua etmeyi ilhâm ve nâsib et...

Ey "Dualarınız olmasa RABB'ım size ne diye değer versin?" (Furkân 25/77 bkz.) buyuran RABB'ımız; dualarımızı işiten Sensin, işit... (İbrâhim 14/39 bkz.) ve dualarımızı kabul edecek Sensin, kabul et!. (İbrâhim 14/49 bkz.)

Öncelikle, Salâvât-ü-selâmlarımız; evrensel (A'raf 7/158; Sebe' 34/28 bkz.) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e olsun! Rahmetenli'l-âlemin (âlemlerin rahmet kaynağı) (Enbiyâ 21/107 bkz); üzn-ü hayr (hayr kulağı) (Tevbe 9/61 bkz.); üsvetün hasene (güzel örnek) (Ahzab 33/20 bkz.) ve aynı zamanda Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olana (Cin 72/19 bkz.) Salât-u selâm olsun! (Ahzab 33/56 bkz.)

Bize Muhammedî muhabbet, merhamet ve hasbî hizmet şuûru ver... İnanmayanlardan ikrah ettirme! (Yûnus 10/99 bkz.) Bizi: "Semignâ ve ategnâ...: Duyduk ve uyduk!" (Bakara 2/285; Nûr 24/51 bkz.) hasbî hizmetçileri kıl...

Bizleri Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in muhabbet ve merhamet kanatları altında topla! (Şuarâ 26/215 bkz.).
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e olan muhabbet ve muamelelerimizde sadık ve âdil kıl... (En'âm 6/115 bkz.)
Bize, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tevhid tebliğini duymayı, uymayı ve O'nun adına duyurmada hasbî hademe olmayı nâsib kıl ve şuûruna ulaştır...
Bizi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den razı, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i de bizden razı kıl...
Şefâatı uzmasına ulaşıp, şifâsını nâsib et...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in üzerimizdeki haklarını edâ nâsib et ve hududunu çiğnetme...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rızasına ulaşabilmek için yapmamaz gerekenleri kalbimize ilhâm et! Ve vesileleri denkleştir...

Bizi Muhammedî oluş şuûruna ulaştır:
Akvâl-i Muhammed'e (i'tikad, söz, şerîat)
Amâl-i Muhammed'e (fiil, sünnet-i seniyye, tarikat),
Ahlâk-ı Muhammed'e (huluku'l-azim, Hulûkullah, mârifet) ve
ahvâl-i Muhammed'e (söze gelmez hâller, hakikat) ulaştırıp gark et.
Biz; imâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) i duyalım, uyalım ve teslim olalım. Cennetteki su, süt, şarab ve bal ırmaklarını kalblerimizde Şerîat-ı Muhammedîyye, Tarikat-ı Muhammedîyye, Mârifet-i Muhammedîyye ve Hakikat-ı Muhammedîyye kaynakları olarak kaynat! (Muhammed 47/15 bkz.). Bize hâlis Muhammedî mühürlü şarab ikrâm et...(Mutaffifin 83/25 bkz.)

Yâ Rabbenâ...
Sadrların şifâsı (Yûnus 10/57 bkz.); mü'minlere; hidâyet, rahmet (Yûnus 10/57, Câsiye 45/11 bkz.) ve şifâ (İsrâ 17/82 bkz.) olan Kur'ân-ı Kerîm'imimize karşı olan saygı ve muhabbetimizi pekiştir, artır ve bizi bunda sıddık kıl...
Dinimizde dünyamızda ve âhiretimizde âyet, hikmet, kudret, vahdet, nûr ve ışık kaynağımız kıl! Yoldaşımız, rehberimiz ve şefâatçimiz kıl...
İçindeki Emrullah'a uymak ve yasakları yapmamakta yardımcımız ol...

Yüce Kitabımızın mânâsınâ ruhuna ve sırrına ulaşmamızda izin ve inâyet buyur... Bizi Kitabın (Kur'ân'ın) mîrâs bırakıldığı Ehl-i Kur'ân'dan kıl! (Fâtır 35/32 bkz.)
Ey her şeyin yaratıcısı ve her şeye vekil olan, göklerin ve yerin anahtarı olan (Zümer 39/62,63 bkz.), göklerin ve yerin Rabbi (Ra'd 13/16 bkz.) olan, mülkün sahibi ve El Vahidi'l-Kahhar olan (Mü'min 40/16 bkz.) ALLAHımız! Bizi bâtılın ve şerrin temsilcisi İblis'in şerrinden (Sâd 38/82,83 bkz.) çok kandırıcı şeytânın ALLAH ile dahi bizi kandırmasından koru... (Lokman 31/3; Fâtır 35/5 bkz.)

Nefsimizin hevâ ve hevesini ilâh ettirip ona uyanlardan etme! (Furkân 25/43; Kasas 28/50 bkz.). Ve ateşe çağıranların lideri Firavun'un devrimizdeki yandaşlarının şerlerinden koru! (Kasas 28/41 bkz.). Kalbi mühürlü ve kilitli olanlardan kılma! (Rum 30/59, Muhammed 47/24 bkz.). Rahmetinden ümit kesen kâfirlerden kılma! (Ankebut 29/23 bkz.).Bizi burda kör orada kör kılma... (İsrâ 17/72 bkz.);

Bizi dünyaya saldırtma, tercih ettirme (Hûd 11/15,16 bkz.);
Dünya derdinden koru (Casiye 45/35 bkz.);
Bizi rızk derdine düşürme (Hûd 11/6 bkz.).
Bizim kötü amellerimizi iyi gösterme! (Fâtır 35/18 bkz.).
Bizi nefsimizin kıskançlığından koru (Nisa 4/128 bkz.);
Nefsimizi temize çıkartma! (Necm 53/32 bkz.);
Azîm zûlm olan şirke düşürme! (Lokman 31/13 bkz.).
Özümüzdeki emânet olan (Ahzab 33/73 bkz.)
Ahdullahı ALLAH'a verdiğimiz sözü (En'âm 6/152; ahzab 33/23; Hadid 57/8; Meâric 70/32 bkz.) unutturma ve gereğini yapmayı ilhâm edip, izin ve inâyet ver.
Mûin ol...
Bizi ihânet azabına uğratma! (Lokman 31/6 bkz.).
Seni unutan ve Senin de onlara nefislerini (kendilerini) unutturduğun kimselerden etme! (Haşr 59/19 bkz);
Her nefsin kisbine (yaptıklarına) rehin olduğunu unutturma! (Müddesir 74/39 bkz).

Bizi iftiracı ve iftiraya uğrayan etme! (Nisa 4/112 bkz).
Dinlerini bir oyuncak, eğlence (En'âm 6/70 bkz) ve paramparça edenlerden (En'âm 6/159 bkz) etme...
Mallarımız, eşlerimiz ve evlâdlarımız bizi Zikrullah'dan alıkoymasın! (Münafikun 63/9; Tegâbûn 64/14 bkz)

Yâ Rabbenâ...
Cemi' izzetin (bütün izzetin, üstünlüğün) sahibi (Yûnus 10/65; Fâtır 35/10 bkz) olan ALLAH Tealâ! Sana kavuşuncaya kadar hakta ve hayrda gayret ve çaba nâsib et! (İnşikak 84/6 bkz).
Hasbî hizmet ehl-i kıl! (Lokman 31/17 bkz).
Bizi Ehl-i Beyt (aleyhi's-selâm) gibi tertemiz kıl! (Ahzab 33/33 bkz).
Bu imtihan âleminde sonu kesad bulmayacak ticâret ehli (ticâreten len tebur) kıl! (Fâtır 35/28 bkz.)!
Bizleri İbadullahi Muhlûsin ALLAH'ın hâlis ihlâslı kulları kıl! (Sâffat 37, 40,74,128,160,169 bkz.).
Kad eflaha men tezakka: Kim ki temizlendi kesinlikle iflâh oldu. (A'lâ 87/14 bkz.)
Ve kad eflaha men zekkâha: Nefsini kötülüklerden arındıran kesin iflâh oldu (Şems 91/9 bkz.) zümresine dâhil et...

Bizi cennete tertemiz gelenlerden et! (Zümer 39/73 bkz.). Kelimeten bâkiyeten (devâmlı kalacak söz) TEVHİD ehli kıl. (Zuhruf 43/28 bkz.). Fâni olanın herkes ve biz, bâki olanın sadece SEN olduğunu unutturma! (Rahmân 55/26,27 bkz.)

Bize Teslimiyyet Nasrullahını ve İstikamet Fethullahını yâkin kıl (Nasr 110/1; Saf 61/13 bkz.)

Bizi salâtihim dâimun (devâmlı salâtta) (Meâric 70/23 bkz.) ve şehâdetihim kâimun (şehâdetleri dosdoğru ve yerinde) (Meâric 70/33 bkz.) lardan kıl...

Sakınılmaya (takvâya) lâyık ve mağfiret sahibi ALLAHımız! Bizi senin kadrini hakkıyla takdir edemeyenler (En'âm 6/91; Zümer 39/67 bkz.) den etme!

Ey her şeyin mukadderatını tâyin ve takdir eden ALLAH (celle celâluhu)! (Furkân 25/2 bkz). Azametini (En'âm 6/18,103 bkz.) ve Kudretini (En'âm 6/61 bkz) anlamayı kalblerimize ilhâm et! HAKK'a ve halka karşı tenezzül ve tevâzu' sâhibi kıl...

Yâ Rabbenâ!
Bize takvâ libası (elbisesi) giydir! (A'raf 7/26; Hacc 22/37; Hucurât 49/3 bkz) Birr-û-takvâya ulaştır! (Hûd 11/73 bkz).
Emrolunduğumuz gibi dostoğru kulluk yapmayı nâsib et! (Hûd 11/112 bkz.).
Dünyada ve âhirette hamdimizi sana kıl (Fâtiha1/1; Sebe' 34/,6 bkz.),
Cennette de hamd etmek nâsib et! (Fâtır 35/34 bkz.)

Ey bütün günahları yarlıgayan ALLAHımız! (Zümer 39/53 bkz.), senden nasıl korkmak geliyorsa öyle korkmayı (Âl-i İmrân 3/102 bkz.).
Kabul edeceğin tevbeyi (Nisa 4/17 bkz.),
Nasuh Tevbesini (Tahrîm 66/8 bkz.) ve azabı durdurucu gerçek istiğfâri nâsib kıl! (Enfâl 8/33 bkz.)
Ehl-i seher ve ehl-i istiğfâr kıl (Al-i İmrân 3/17; Zâriyât 51/18 bkz.)

Ey Lâtifû'l-Habîru'l-Rahîmû'l-Kerîmû'l-Vedûd (celle celâluhu)...
Kul İhvânî kulun gibi, cihan ve can çilelerinin kırka katlayıp üstünden atladığı Muhammedî gariblerini karibin (yakının) kıl...
Ve Bizim: "(Yakub): Kale innemâ eşkû bessî ve hüznî ilalâhi ve â'lemu minallahi ma lâ tâ'lemun: Ben sadece sıkıntı (gam) ve hüznümü (kederimi) ALLAH'a şikâyet (arz) ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri ALLAH tarafından (vahiyle) biliyorum!" dedi" (Yûsuf 12/86 bkz.) âyeti sırrınca şükûr ve şikâyetimizi sana yaptır!
Halka değil! Bizleri Hanîf (saîd) kıl, şakî kılma! (Hûd 11/105 bkz.).
Kitabı sağdan verilenlerden (İsrâ 17/71 bkz.).
Felâh bulan mü'minlerden kıl! Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Kim ki bu Mü'min Sûresinin ilk 10 âyetin Hükmünü yerine getirirse cennete girer!" Müjdesine nâil et! (Mü'min 23/1-10 bkz.)

Cennete vâris müttakilerden eyle! (Meryem 19/63 bkz);
Ehl-i Darû's-selâm kıl! (En'âm 6/27; Yûnus 10/25,26 bkz.)
Şefâatına izin verdiklerin arasına kat! (Taha 20/10 bkz.);
Seyyiâtlarımızı hasenâta çevir! (Furkân 25/70 bkz.);
TERAZİSİ ağır basanlardan (A'raf 7/8,9 bkz.) ve
Meleklerin şefâatına nâil olanlardan (Enbiyâ 21/28 bkz.) kıl...

Yâ Rabbena!
Bizi sadakat (sıdk) tan ayırma! (En'an 6/115; İsrâ 17/80 bkz.).
Lisan-ı Sıdk (Şuarâ 26/84 bkz.),
Kalb-i Selim (Şuarâ 26/89; Sâffat 37/84 bkz.) ve
Sabrun cemîl (Yûsuf 12/18,83; Meâric 70/5 bkz.) ver...
Ve candan sabra ulaştır (Nahl 6/92 bkz.).
Sana gereği gibi kulluk edebilmek için metânet ve sabır bahşet! (Meryem 19/65 bkz.)
Hayırda yarışmamızı nâsib et! (Bakara 2/148 bkz.).
Biz Muhammedîleri, Muhammedî mecrâda ilme'l-yakînî, ayne'l-yakînî (Tekâsür 102/5,7 bkz.),
Hakke'l-yakînî ve hayrû'l-beriyye (yaratılanların en hayırlıları) den (Beyyine 98/8 bkz.) kıl...

Cemâlullah ihsânı için: "Vechi Rabbi hi'l-A'lâ" sırrına erdir! (Leyl 92/20 bkz.)

Yâ Rabbenâ...
Hakk ve hayr için, Emrullah ve Muradullah'ın tahakkuku için, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkı için: sadrımızı İslâma aç (Zümer 39/22 bkz.)!
Ve Sadrımızı genişlet! (Taha 20/25 bkz.).
Sadıklarla berâber et! (Tevbe 9/119 bkz.)
Sâlihlere kat (Ankebut 29/9 bkz.)
Bize merhamet et Rabbimiz! (Mü'min 23/109,118 bkz.)

Bizi Muhammedî imâna ve amelli sâlihaya ulaştır!
Gönüllerimize ilâhî vudd (sevgi bağı) nâsib et! (Meryem 19/96 bkz.);
İlahî ilmimizi artır! (Taha 20/14 bkz.);
Her zaman, her yer ve her hâlde herkesin içinde ve her şeyle gerçek zikir ehli kıl (Nisa 4/103 bkz.);
Haşyetle zikir etmek nâsib et! (Bakara 2/152; Enfal 8/2; Ra'd 13/28; Hacc 22/35 bkz.);
Rahmetini, bereketini ve hidâyetini başımıza rahmet gibi yağdır! (Bakara 2/269;Âl-i İmrân 3/74; En'âm 6/12,125,133,147; A'raf 7/156 bkz.)

Sonsuz ni'metler bahşeden ALLAHımız! (Nahl 16/18; Lokman 31/30; Ahzab 33/8 bkz.). Ni'metlerine nankörlük ettirme! (Ankebût 29/68 bkz.)
Büktüğü ipini büküp büküpte çözen (ahmak, şaşkın) kadın gibi kılma bizi... (Nahl 16/92 bkz.); Bizleri dâimi kadem-i sıdk (sadakat makamı) sahibi kıl! (Yûnus 10/2 bkz.). Ve Muhammedî Fevzû'l-Azme ulaştır (Tevbe 9/100 bkz.) ve Muhammedî sükûn, sükût ve sekînet ver...
Muhammedî bizleri toptan senin ipine sarılıp (Âl-i İmrân 3/103 bkz.). Muhammedî kulluk yapmakta azmedip ve gerisinde Seni vekil eyleyenler kıl! (Âl-i İmrân 3/159; Ankebut 29/59 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizleri ni'metlere şükrü ve razı olacağın işleri yapmayı ilhâm ettiğin (Neml 27/19; Ahkâf 46/15 bkz.) ve keremli kıldığın Muhammedîlerden eyle! (İsrâ 17/70 bkz.).
Yüce ve mânevî makamlar (dereceler) (En'âm 6/83 bkz.) ve hazmini ver, şaşırtıp taşırtma adâletli (i'tidâl) ve dengeli kıl!
Derecelerimizi yükselt (En'âm 6/132,165; Ahkaf 46/19 bkz.)
Ve bunun için yapmamız gerekenleri kalbimize ilhâm et! (Fâtiha 1/6,7 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizi, Sana yaklaşmaya vesile arayan (Maide 5/35 bkz.)
Sana (kulluğunu dostoğru yaparak) yardım edenlerden ve Senden yardım görenlerden kıl (Muhammed 47/7; Saff 61/14 bkz.).
Senden razı olan ve razı olduklarından eyle! (Maide 5/119; Mücâdele 58/22; Fecr 89/28; Beyyine 98/8 bkz.)
Seçkin Muhammedîler içine (Fecr 89/29 bkz.) ve cennetine (Fecr 89/30 bkz.) sok...
Özümüzü Nûrullah ile Nûr-u Muhammed ile nûrun alâ nûr kıl (Nûr 24/35 bkz.).
Her yönümüzü nûr kıl! (Hadid 57/12,19.28 bkz.)
"Ey RABB'ımız! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü SEN her şeye kadirsin!" Duana kat! (Tahrîm 66/8 bkz).

Yâ Rabbenâ!
Bizi kitabı illiyinde bulunan ve kesinlikle cennet ehli olan (Mutaffifun 83/18-28 bkz.) EBRÂRlarınla birlikte ihsânına gark et...

Yâ Rabbenâ...
Bizi (Urvetû'l-Vüska) sağlam kulpa yapıştır (teslimiyet) ve bıraktırma (istikamet)! (Bakara 2/256; Lokman 31/22 bkz.)

Yâ Rabbenâ! Arşı yüklenen ve etrafındaki Melaike-i Kiramın (aleyhi's-selâm) mü'minler için olan dualarına biz Muhammedîleri de kat! (Mü'min 40 /7-9 bkz)

Yâ Rabbenâ! Zât-ı Âlîyyin ve Melâike-i Kirâmıyın "sall"ini nâsib et ve Cemâlullahla ve selâmınla müşerref olup şereflenmek nâsib et! (Ahzab 33/43,44; Yâsin 36/58 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizi hâlis muhlis Muhammedî olduğumuz şuûruna, nûruna, sürûruna ve onuruna ulaştır...
Her zaman, her yerde ve her hâlde hüsnûniyyet, samîmîyyet ve ciddîyetle kulluğumuzun arzı olan Muhammedî dua ehli kıl...
Ni'met verilince yüz çevirip; uzaklaşıp giden, şer (kötülük) dokununca da bol bol dua eden şaşkınlardan eyleme! (Fussilet 41/51 bkz.)

Hakka inanıp hayrı yapmamız için dâimî-derûnî dua etmeyi kalbimize ilhâm et ve "Bana dua edin, icâbet edeyim!" (Mü'min 40/60 bkz.) hükmüne icâbeti (Şuarâ 42/47 bkz) biz Muhammedîleri mazhar kıl!

Yâ Rabbenâ!
"Fe ni'mel Mevlâ ve ni'mel Nasır...: Sen ne güzel mevlâmız ve ne güzel yardımcımızsın... (Hacc 22/78 bkz.)

Yâ Rabbenâ! "Elhamdü lillahi Rabbülâlemin!" Âmin (Fâtiha 1/1 bkz.)


Âmine Yâ Muin!
Yâ Lâtif!
Yâ kerîm!
Yâ Rahîm!
Yâ Rahmân
Yâ Hannân!
Yâ Mennân!
Yâ Deyyân!
Yâ Furkân!
Yâ Sultân!
Yâ Allah (celle celâluhu)...

Evvelen Âhiren, Zâhiren, Bâtınen âmennâ, sadaknâ ve şâhidnâ:
Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhû ve resûlühû...

Duamızın sonunda da resûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salâvât getirip kuşun iki kanadı gibi yapacaktık! hep birlikte sıla edelim ve vûslât bulalım buyurun...




''Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlüke ve nebîyyü'l-ümmîyyî ve alâ âlihi ve ehl-i beytihi vessahbihi...''

"ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyû'l-Ümmiyyin olan Efendimiz Muhammed (aleyhi's-selâm)'a sılamızı (ulaşım, kavuşum, bilelik) ve teslimiyyetimizi ulaştır. Ailesine, ehl-i beytine ve ashabına da selâm olsun"...



Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.3. RESÛLULLAH (sav) ve MUHAMMEDÎ OLUŞ ŞUÛRU

Azîz kardeşim;
Bizim şiârımız Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı iyice bilmek, tanımak, anlamak ve yaşamaktır.
Bu ise dinde ve Muhammedî tasavvufta ilk noktadır.
Sonraki harfler ve hatlar bu noktanın Hakta ve hayrdaki hareke ve hareketleriyle oluşan hasenâtlarıdır!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilâhi tekemmûl sistemindeki zâti makamları, sıfatları ve isimlerini tesadûfî sanma...
Tesadüfler aklını kullanmayanların bâhânesidir.
Yukarıdaki Cuma' salâvâtındaki ünvânları seyreyle:

Resim
Şunu iyice anlamalıyız ki;
En mütekâmili Muhammed (aleyhi's-selâm) olarak bir beşer özellik ve güzelliğinde zâhir âleminde zuhûrudur.
Abdullah olarak 40 yaşındaki Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın Nebîliği, Resûllüğü ve Nebîyyü'l-Ümmîyyîliği aynı anda kulluk kişiliği içine ilâhî görev olarak derc edilmiş ve zamanı gelince de ortaya çıkmıştır.
Portakalın kabuğu gibi kulluk diğer tüm sıfatlarını kapsamıştır.

1-) Zâhirde :

Bilmeyenin, herhangi bir insan sûretinde gördüğü Abdullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm); Tıpkı bizler gibi yer, içer, konuşur ve bize en güzel örnek olduğu için akla fikre gelmez her türlü olayları yaşamıştır.
Uğruna canlar fedâ edilmiş, övülmüş, dövülmüş, iftiraya uğramış ve yerilmiştir. Bu hâliyle normal bir beşerdir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kendisine "Efendimiz!" diyenlere: "Efendi, ancak ALLAH dır!" buyuruyor.
(Buharî, Fezâilü ashabû'n Nebîyy, 5; Ebu Dâvud, Edeb 9) "Efendi" denilince şeyhlerini anlayanların kulakları çınlasın...

Beşer dediysek sıradan bir kimse de sanma...
Dağlardaki rastgele taşlarda taştır, yakut ve elmas da taştır...
İsimleri ortak ancak, kadr-ü-kıymetini bilen sarraflarca çok çok farklıdır. Derler ya "Altının kıymetini sarraf bilir!"

2-) Bâtında :

Hamdin edicisi ve habercisi Hamîdullah olan Nebîyyullahtır.
Makam-ı Mahmuddur.
Rahmetenli'l-âlemindir.
Âhirdeki Ahmedîyyetinin bâtına yansıması ilk ve tek hamdeden olan Ahmed (aleyhi's-selâm) ın, hamd makamında (Makam-ı Mahmud); insan sûretinde yaratılıp, akıl nûru verilen hakkı ve hayrı tercih eden herkese (her nefes) hamd nâsibi ve imkânı Sünnetullah da (ALLAH celle celâluhu nun tavır, tarz ve sitilinde) vardır.
Kısmet olması ise, kişisel tercih ve işleme bağlıdır.
Adâletin gerçeği de budur.
Nâsib o ki:Herkesin balık avı serbest ve kendi adı üzerinde yazılı balıkları avlayabileceği, her an akan bir ırmak gibidir.
Kısmet ise: kendi isminizle damgalanmış balıklarınızı (maddî-manevî rızk) avlama şartı olarak size bildirilen (kulluk görevleri) oltayı atmanız kuralıdır.
Önünden balıkları geçip giderken olta atmayan veya atamayan ahmaklara sadece acınır ve "yuh olsun!" denir (tefrit).
Hiç durmadan sağa-sola saldırıp başkalarının balıklarını gasba uğraşan sözüm ona açık gözlerin gözlerini doldurmaya bir avuç toprak fazla gelir... Ve hava alırlar...
Bunlara da "yazıklar olsun!" denir (ifrat).

Bir de, doyacağı kadar ve kendi balığına razı olup emredileni yaparak helâl rızkını temin için her yerde her zaman ve her hâlde Muhammedî Metodu uygulayarak azmeden (oltasını atan) ve gerisinde yaratanı ALLAH Tealâyı vekil kılan tüm sistemle entegre olmuş protez olmayan özü diriler vardır. İşte bunlar i'tidâl (adâlet) üzere hâlis muhlis Muhammedîlerdir.
Fırka-i Naciyedirler.
İşte bunların bâtınları, Muhammedî hamde kavuşmuştur.
İçlerinde (bâtınlarında) Nebîyyullah (sallallahu aleyhi ve sellem) muhabbeti, merhameti, nûru ve şuûru vardır.
Dışlarında (zâhir) ise halka hasbî hizmet surûru ve onuru vardır.

3-) Âhirde :

Tek ve eşsiz hamdeden Ahmed (aleyhi's-selâm), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî imân, hamd ve sâlih amelden sonra ulaşılan kemâlât (olgunluk) ve Ahmedî ahlâk (hulkû'l-Azîm: Ahlâkullah) eğitim, öğretim ve tatbikatı yapılan Mârifetullah okuludur.
Âhirde Hatemü'r Resûl olan Muhammed (aleyhi's-selâm) evrensel ve tüm sistemin ilâhî elçisidir.

Resim--- "(Habibim!) Seni de ancak bütün insanları içeren bir elçilikle rahmetimizin müjdecisi (beşiren), azabımızın habercisi (neziren) olarak gönderdik, başka değil! Fakat insanların çoğu bilmezler" (Sebe' 34/28)

Bu noktada salâvâtımız; Azîm ahlâkına kavuşma (sıla) dileğimiz, duamız ve uzanımımızdır.
Hamd bir bakıma kullukta dâimiliğin Muhammedî hakk oluşudur...
Harflerin diliyle böyledir. Baş dili, kuş dili, harf dili çoktur. Çooook...

4-) Evvelde :

Evveldeki habbe (muhabbet tohumu) Habibullah (aleyhi's-selâm)... AHADİYYET bilinemezlik a'mâsından haber getiren ve mahlûkat için körlük demek olan (zifiri karanlık) lâhutî âlemden haberci Nebîyyü'l-ûmmî (sallallahu aleyhi ve sellem)...
"Şey" diye bir şey yok iken ALLAH katında sevgi (muhabbet) tohumu (habbesi) olan ve Muhabbetullahın, Merhametullah olarak akıl aynasında yansıması için; akıldan, aynadan ve a'yân-ı sabitelerden de önce ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kaza,kader,irade ve meşiyeti ile tüm mâsiva (ALLAH celle celâluhu'nun zâtı hariç) mahlûkatının aslı, anası (ümm) ve "ayn"ı olan ilk nokta...
Nûrullahdan, Nûr-u Muhammed...
İlk yaratılan ilk şey... Hareketinden doğan harfler (sîret), hatlar (sûret) ve karışımından doğan Subhanî kâinât sistemi...
SUBHAN (celle celâluhu) Nûru Sîret Sûret Sistem...

Kısacası ALLAH (celle celâluhu) ile Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arasındaki hâller ve muameleler...
"Rahmetenli'l-âlemin" oluşunun tohumu ve sırr-ı sıfırı...

İlk noktayı koyarak bir daha çizelim:

Resim

Çok dikkat et ki bunlar iyi izâh edilip, anlaşılır şekilde anlatmak içindir. Yoksa hâşâ araba vitesi gibi statik, protez ve ayrı şeyler değildir.
Tohum-ağaç-çiçek-meyve (tohum) gibi...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sistemle birlikteki kemâlât durumlarıdır, diridir ve dinâmiktir...
İletken ve üretkendir...

Hakikat-ı Muhammedîyye; El HAKK (celle celâluhu) ya muhabbet ve halka merhamet ile hasbî hizmettir diyebiliriz...
Bu ise kâinâtın var ediliş sebebidir.
Muhammedî Kur'ânîler bilirler ki yüzlerce âyet-i celile bunu beyân eder...
Aslında, Muhammedî Tasavvuf,anlatmakla değil de yaşanmakla daha çabuk ve tatmîn edici olarak öğrenilir...
Doğrusu ben hamd olsun ki; kitab satırlarında aklımı ve vicdânımı karıştıran pek çok hususu Hüdâ-i nâbit (doğal, olduğu gibi, çınar ağaçları gibi) ALLAH DOSTlarının Sadrlarından yaşatılarak ve yaşayarak öğrendim...
Bendeniz şu anda Akdeniz sahillerinde Manavgat'ta 10 günlüğüne bir kampta bulunmaktayım.
Bugün dostlar geldi ziyâretime.
Teknik okumuş insanlar...
Bize: "Muhammedî oluş şuûrunun seviyesini" sordular: "Biz de dedik ki: " Sahile çeşitli su boruları dikelim içi boş olsun...
Yere de gömülsün, göğe de yükselsinler...
Üstlerine yazın isimlerinizi: Hasan, Remzi, Bayram v.s. diye...
Hasan'a 3 mt. Su doldurun, Remzi'ye 1mt, Bayram'a deniz seviyesinde, benimkisi de yere gömülü ve tamamen boş olsun...
Sonra her borunun kalbini denizin (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kalbî ile birleştirin...
Teknikteki ve ilâhî sistemdeki kuralların işleyişi aynı (benzer) olup fazla olan (ifrat) boşalır, boş olan (tefrit) dolar.
Seviyesi denizle bir olan (i'tidâlde) susar oturur...
Sonuçda tüm borulardaki su seviyesi deniz seviyesi ile sıfırlanınca su hareketi durur.
Sükûn, sükût ve sekînet-i Muhamed...
Herkeste seviye sıfır...
Deniz seviyesi tek ve ortak...
Görüş seviyesi, Muhammedî görüş seviyesi olup beraberce aynı seviyedir...
Fırka-i Nâciyenin fazîleti olan Sırât-ı Mustakîmin sırr-ı sıfır hattı...
Su miktarına gelince; hiçbir boru (kimse), "Rahmetenli'l-âlemin" olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in derûnî deryası ile rahmet boyu ölçüşemez, yeter ki ahmak olmasın...
İşte Muhammedîlerin bu Teslimiyyet Seviyelerinin aynı oluşu, aynı İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' oluşları, İlahî ihsâna istikamet birliği (Tevhidi) nde buluşmaları ve ALLAH Tealânın emri ve muradının tahakkuku ve va'di gereği, lûtfu ikrâm ve İhsânullahın nâsib olmasına nâil kılmıştır.
Onun için Muhammedîler, çeşitli kaplara konmuş çeşitli yerlerde ve çeşitli hâllerdeki (kaderlerdeki) zemzem sularına benzerler...
Zehirliğe tenezzûl edip de hâşâ, riyâ ve yalanı bilmezler.
Tenezzülleri Hakka ve tevâzu'ları halkadır...

Azîz kardeşim...
10 gün önce Hasan Dağı (memleketim) yaylalarında idim.
20 gün kaldım.
Zirveye (3268 mt) de çıktım.
Orada kabuğundan çıkmış bir salyangoz da gördüm ve ekibime gösterdim...
İkamet ettiğimiz yayla obamıza sonradan bir aile daha geldi. 40 yıl önce Fransa'ya işçi gitmiş bir köylümün Fransa'da 25 yıl önce bir kızı doğmuş... İsmi Sevil. 7 yaşında epilepsi hastası olmuş.
18 yıl nice çileler çekmiş ve cevr-i cihan, çark-ı çile görmüş.
Bir merkeb sırtında paket hâlinde geldiğini görünce, adamımızı tanıdık. Hikayesini dinledik...
Defalarca komple düşmeler, kırılan burun ve çene kemikleri ve ameliyatlar...
Çâre için gidilen cinci hocalar, kiliseler, türbeler v.s....
Biz Muhammedî oluş şuûrunu gençlerimize anlatmak çabasındaydık. Sabahları çadırın önüne kilim serip, mutad olduğu üzere Kur'ân Sûreleri okuyorduk.
Yaşlı anacağızım da bir bakraç su koyup Kur'ân dinletir de:
"Dirilmiş su, Kur'ân şifâdır!" derdi hep.
Öyle de yapıyorduk.
Geldiğinde epilepsi titremesinden adını bile söyleyemeyen, iki kişi kolunda yürüyebilen Sevil kız, bir gün geldi aramıza oturdu.
Hep dinledi Kur'ân-ı Kerîm'i...
Fransızcası, Türkçesinden daha iyiydi...
Ortadaki sudan içiyor ve dinliyordu.
3-4 gün sonra dili çözüldü. Normale yakın konuşmaya ve yalnız dolaşarak yürümeye başladı.
Bana: "Baba, bana bu Kur'ân şifâ oluyor" derdi.
Her gün böyle devâm ederken Veysel Karanî'yi "Üveys" diyerek derinlemesine anlattığında bizim Hakan Ârif: "Hayret Vallahi..." diyordu.
Sadece İhlas Sûresini biliyordu.
Abdesti sordu, teyemmümü öğrendi...
Hasta idi ve hava soğuktu...
Namazı öğrendi de Sabah Namazında bizim çadırın dışındaki cemâata kendi çadırlarının içinden uyup, "tek İhlasla namaz ettim" diye sevindi...
Bu kitabın ilerki sahifelerinin karalamalarını düzeltirken yanıma oturup, okuyordu ve:"Baba! Yaz ki Muhammedîler el ele, kan kana ve can canadır!" diyordu.
Bütün bunları bu son söz için arzettim...
Can-cana ve can, Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın canıyla bile...
Sırr-ı sıfır seviyesinde, subhanî seyir...
"Üzme - üzülme - sev - sevil..."
Muhammedî sosyal parolamızdı...
Sevil kızı çok sevdik ve şimdiden özledik...
Özel çilesini ise özel nedenlerle anlatamadık. Kavuştuğu maddî-manevî şifâsının devâmını diliyoruz...
"Muhammedî ihlâsla yapılan hasbî hizmette sınır yoktur...
Yeter ki O'nun adına ve şerefine yapılsın İnşâallah..." diyoruz.
Muhammedî nûr, şuûr, sürûr ve onurda; seviye farkı, yükseklik, alçaklık, övülme, yerilme, benlik, senlik gibi yaramazlık yoktur.
Olanlar ise mâalesef onlardan değildir...
Kulun hesabı tektir ve Hakk (celle celâluhu)'ya vereceği hesâbdır.
O ise seriü'l-hisabdır...
Halkın hesabı çok ve çeşitlidir.
Biz ise halkın müfettişi ve müftisi değiliz.
Biz halkın Muhammedî muhabbet ve merhamette hasbî hizmetçileriyiz.... Bu iki kapılı hana çıplak girdik, çıplak çıkarız...
Geride gök kubbede bir hoş sedâ olan şehâdetimiz kalır İnşâallah azîz kardeşim!

Bizde ikili oynamak (ihânet) yoktur.
Hüner görülürse ALLAH Tealâ'ya, Kur'ân-ı Kerîm'e ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e aittir.
Evet Sevil kız bizlerle aynı sofradaki anamın çile çorbası tasından kaşıkla çorbayı dökmeden içerken kalbi göğsüne sığmıyor, gözünün içi gülüyor ve:
"Baba! Var ya! Biz, essah Muhammedîyiz..." diyordu.
Meselenin aslı astarı ve özü budur.
Gerisi lâf...

Sonra bir gün; biz, âni bir kararla çadırı söküp Aksaray'a dönerken içli içli ağlıyor ve:
"Baba! Sen gidersen beni bu dağlar ve bu insanlar anlamaz ya..." diyordu.
18 yıl sonra kalem tutan elleriyle bir kağıda Fransa'daki adresini yazdı, birde doğum tarihini....
Belki bir kartla hatırlarız diye, kim bilir? Sevil kızın bir sözüyle son verelim: "Baba... Neler oluyor bu hayatta..." diyordu.
Kur'ân-ı Kerîm'in inananlara şifâ olduğunu ALLAH Tealâ buyuruyor (İsrâ 17/82 bkz.).

Azîz Kardeşim: dedim ya yaşayarak anlamak ve anlatmak...
Yıllar önce temmuz sıcağında sahildeki Lara'da tahta barakada kalıyoruz, yazları.
Evim bir ingilizce öğretmeni hoca hanımda kirada. İngiliz misâfirleri gelmiş...
Baba Elektrik Mühendisi. Anne öğretmen.
Bir oğulları birde kızları var...
Kız ilkokul üçte.
İsmini kısaltıp "Nina" diyorlar.
Sarışın gök gözlü peri gibi güzel bir kız...
Bu kızcağız, Türkiye'ye girince ezân sesine âşık olmuş!
Hep: "Ezân ne zaman tekrar olacak?" diye soruyor.
Bana telefon edip anlattılar ve bize getirmeyi önerdiler.
Ve geldiler...
Baba ile oğul derhâl denize gitti.
Anne ile kız ise ikidebir İngilizce soruyorlar: "Ne zaman?" diye.
Ben de 50 mt. ilerde olan denize karşı oturup "Tâ-Hâ Sûresi" ni açtım.
Eşim ve kızım örtülü olunca onlar da baş örtüsü istedi.
Kıza mavi bir eşarp örttüler.
Önüme diz çöktü oturdu.
Annesi; kısa şortlu, askılı atlet ve göğüsleri yarı meydanda, ancak başı örtülü...
Eüzû besmele ile Tâ-Hâ'ya girdik.
Bir ara baktım ki kızın annesi ağlıyor...
Öyleki göz yaşları çıplak bacaklarını tamamen ıslatmış...
Çok bereketli bir "Tâ-Hâ" oldu. Zâten ne zaman Tâ-Hâ'yı okusam, deniz başlardı çırpınmaya...
İsterse poyraz esse bile...
Yakın komşum olan bir başmühendis, bu manzarayı görüyordu.
Sonra bana dedi ki: "Hocam... İyi hoş da; başı örtülü, altı açık müşterileriyin..."
Dindâr ama dar kafalı bir insandı.
Ona: "Bana bak! 15 yıldır burada birlikte yazlarız, ve hamd olsun her gün Kur'ân okuruz, bir kere, gelip kulak verdin mi? Bir damla göz yaşın var mı bu yolda..." dedim.

İşte Kur'ân-ı Kerîm ve ilâhî Muhammedî uyanış...
Giderlerken ingiliz annenin söylediğini tercüme ettiler: "Ya siz Londra'da olsanız, ya da biz burada... Ya da dünyanın canı cehenneme gitse..."
İşte sen, ben,o biz: Biz hepimiz aslında Muhammedîyiz...
Daldan eğme değil, kökten sürmeyiz...
Mesele ise zâten ve ezelden Muhammedî olduğumuzun farkına varıp gereğini (kulluk görevi) yerine getirme imtihanını başarmak...
Nûr-u Muhammed, dinin elektriği gibi can damarıdır.
Ona kavuşanın her âleti (somut-soyut organları) mutlaka çalışır...
Arızalar eksiklikler giderilebilir...
Göç yolda düzülür...
Bizler insanız ve kullarız. RABB'ımız ise Gafûru'r Rahîm...
Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise; Kur'ân-ı Kerîm ifâdesi ile mü'minlere Raûfu'r Rahîmdir (Tevbe 9/128 bkz.)...
Sall: İlâhî ulaşım yolu ve böylesine hayatîdir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşım (salâvât), Kur'ân'a ulaşım (isâle), ALLAH Tealâya ulaşım (salât)...
Kendi aramızdaki selâm ise, toplumsal selâmet şiârımızdır...
Ana kucağı ve baba ocağı ise SILA dır... Salâvâttır.

İmam Ahmed es-Savî'nin Meşhur Muhammedî Ebu'l-Hasan eş Şâzelî (kaddasallahu sırrıhu) ya ait olduğunu bildirdiği; gam, keder, sıkıntı ve zorlukların aşılmasında şifâ olan salâtü'n nûrizzât:
"Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedî'n Nûri'z-Zâti, Ve sırrı's- sâriî fi cemi'i'l-âsâri. Ve'l-esmâi ve's-sıfati ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Adede kemâlillahi ve kemâ yeliku bi kemâlihi!" ilavâten: "Salâten tekuni leke rızaen ve lî hakkihi edâen..." diyoruz...: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (aleyhi's-selâm) a teslimiyyet selâmımızı, sılamızı, ulaşım ve vuslatımızı sağla ve bereketli kıl! Ki o, bütün sıfat, isim ve eserlerin içinde sırrı sârî (salgın, her birisini bulan ve içinde) olan bizzât Nûru'z- ZÂT tır...
Bu salâtımız (ulaşım isteğimiz) Senin rıza ve Onun hakkını edâ etmek içindir! Ailesine, ashabına da olsun: ALLAH'ın kemâl ihsânı kadar olsun... ve O'nun (sav) mutlak kemâle ulaşan kemâli gibi olsun...



Zât Resim Sıfat Resim Esmâ Resim Eşyâ...
Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm) nûr-u Zâtullahtır.
İlk halkedilen ilk şey: Nûr-u Muhammeddir ve Nûrullahtandır.

Resim--- "ALLAHu nûru's- semâvati ve'l-arz: ALLAH göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr 24/35)

Haktır ve gerçektir!
Zâtullahın nûru; Sıfatullah, Esmâullah ve Eşyâullah'a sârî (süreğen, üretici, bulaşıcı) dir.
Bu sârîliğin ilk ve başlangıç noktası ise Nûr-u Muhammeddir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rahmetenli'l-âlemin (Enbiyâ 21/107 bkz.) oluş sırrı budur.
Bütün sistemin rahmet ve nûr kaynağıdır ve peygamberidir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sall etmek, teslim olmak ve tâbi' olmak ise açık ve kesin Emrullah olup aklı olan herkese farzı ayn ve yerine mutlaka getirilmesi gereken hakkıdır.
Bunları yaptığımızdan dolayı RABB'ımızın razı olacağı Kur'ânî hükümlerle bildirilmiş ve va'dedilmiştir.

Resim--- "(Resûlüm!) De ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Vallahu Gafûru'r Rahîm..." (Âl-i İmrân 3/31)

Resim--- "ALLAH ve melekeleri peygambere çok Salât ederler (sall ederler). Ey (mü'minler) inananlar! Siz de ona salât edin (sall edin) ve tam bir teslimiyetle teslim olun..." (Ahzâb 33/56)

Halid-i Bağdadî Hazretlerinin salâvatı da hârikadır:
Allahümme salli ala seyyidina Muhammedîn ve alâ âli seyidinâ Muhammedîn bi adedi küllî dâin ve devâin ve barik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesiran kesira!
ALLAHım! Efendimiz, Sahibimiz, herşeyimiz Muhammed (aleyhi's-selâm)'a ailesine (Ehl-i Beytine ve sahib çıktıklarına - sahib çıkanlara) salât-ü- selâmımız, teslimiyyetimiz ve berekât dileklerimizi ulaştır, isâl et, vuslat ver... Çok çok ve sayısız olsun... Öyle ki: ne kadar dua eden, çâre çağıran ve devâları-çâreleri var ise o kadar çok olsun...

İbni Hacer el- Heytemî ise; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den vârid bütün salâvât keyfiyetlerini kendinde toplayan, sahih hadislere mesnedli en fazîletli olan salâvâtı bildirilmiştir ve orjinali şöyledir:
"Allahümme salli alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn abdike, Nebîyyîke ve Resûlüke'n- Nebîyyî'l-Ümmîyyi. Ve alâ âl-i Seyyidinâ Muhammedîn ve ezvâcihi ümmühâtü'l-mü'minine ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi. Kemâ salleyte alâ seyyedine İbirâhim'e ve alâ âl-i seyyidina İbrâhim'e fi'l-âlemine inneke Hamîdûn Mecîd.
Allahümme bârik alâ seyyidina ve Mevlânâ Muhammedîn abdike, Nebîyyike ve Resûlüke'n- Nebîyyî'l-Ümmîyyi. Ve alâ âl-i Seyyidinâ Muhammedîn ve ezvâcihi ümmühâtü'l mü'minine ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhim'e ve alâ al-i seyyidinâ İbrâhim'e fi'l-âlemine inneke Hamîdûn Mecîd."


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cuma günü günlerinizin en fazîletlilerindendir. O günde benim üzerime Salâvâtı çokça getirin. Zirâ, sizin Salâvâtınız bana arz olunmuş olur." buyurunca ashab: "Yâ Resûlullah! Siz toprak olmuş hâlde iken bizim salâvâtımız size nasıl arz olunur?" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH, peygamberlerinin cesedlerini (yiyip, çürütmeyi) arz'a haram kılmıştır." buyurdu.
(İmam Ahmed, Ebu Dâvud, İbni Mâce, İbni Hibban ve Hâkim rivâyet ettiler.)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ki benim üzerine Cuma günü 80 Salâvât getirirse ALLAH onun 80 yıllık günahını bağışlar" Ashab: "Yâ Resûlullah bu nasıl bir salâvâttır?" Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:"Allahümme salli alâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlüke'n Nebbiyyî'l-Ümmîyi (bir oturuşta)" buyuruyor.
(Hâkimi't Tirmizî, Nevâdirû'l-Usûlde rivâyet etmiştir).

Biz de bu salâvâtı Cuma günleri bir tesbih (100 adet) çekiyoruz İnşallah.

Yine teberrüken ilmin kapısı, edebin yapısı, gözümün ve gönlümün nûru olan İmam Ali (keremullahi veche) nin azîz salâvâtını verelim:

"Lebbeyke Allahümme Rabbiye sadeyke... Salâvâtullahi'l-Berri'r-Rahîm! Ve'l-Melâiketi'l-Mukarrebin! Ve'n Nebîyiyine Ve's- Sıddıkine Ve'ş Şuhedâi ve's- Sâlihin. Vemâ sebbeha leke min şey'in yâ Rabbe'l-Âlemin! Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MUHAMMED'in ibni abdillahi hatemi'n Nebîyyine. Ve seyyidi'l-Mürseline ve imâmi'l-Müttakîne... Ve Resûlî Rabbi'l-Âlemin e'ş-Şâhidi'l-Beşiri'd- Dai ileyke bi iznike's-sırace'l-Münir... Ve aleyhi's- salâtü ve's- selâmü ve Rahmetullahi ve berâkâtühü!."

Bir salâvâtı dahi Muhammedî Âşıklara sunalım:

"Allahümme salli ve sellim ala ruhi seyyidinâ Muhammedin fi'l ervâhi. Ve salli ve sellim alâ cesedi seyyidina Muhammedin fi'l-ecsadi. Ve salli ve sellim ala kabri seyyidina Muhammedin fi'l-kubûri."
Biz ise: "Allahümme bellig ruh-u Muhammedin minnâ tahiyyeten ve selâmâ"
diyoruz

Azîz kardeşim;
Muhammedî Tasavvufta, Muhammedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve kullukta hakâik (hakikatler) ve dakâik (incelikler) olan husus; öz, enfüs ve merkezdir.
Dış, âfâk ve mûhit; birşeyler doldurduğumuz kablar gibidir.
Bedenlerimiz, ibâdet şekillerimiz ve sözlerimiz ilâhî kablardır.
Bunların içlerini Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLimizin emri ve muradı (Emrullah-Muradullah) gereği Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) imimizin bildirdiği ve uyguladığı sünnet (tavır, tarz, stil, metot) üzere doldurup kulluk mârifet ve hünerimizi arz etmek boynumuzun borcudur.

Ortada ve âşikâr iken bardağı yok sanmak veya su kabı olduğunu bilmemek ahmaklıktır.
Su kabı olduğunu bilipte zehir doldurmak, bardağa ve akla ihânet.
İdrar doldurup su sanmak dalalet (sapıklık).
Bardak boş iken su var sanıp da ağzına boş bardağı kaldırıp içiyor gibi yapıp su içtiğini sanmak cehâlet.
Elindeki zemzem dolu bardağı içmeyip de susuzluktan can çekişmek ciddî gaflettir...
Zemzem dolu bilelik bardağını her nefeste afiyet ve bereketle içip bunları lûtfi ikrâm ve ihsân eden sistemin sahibi Rabbü'l-âlemin'e samîmî hamd-ü-senâlarını sunmak ise Muhammedî mü'minlik, âlimlik, âriflik, kâmillik ve âşıklıktır.
Kulluğun kemâli; ömrün olgunluğu, razı olmanın ve rıza bulmanın Türkçesidir...
Âlemde ne var ve ne oluyor ise, Âdemoğlunda onlar var ve onlar aynen oluyor...
Zâhir-bâtın...
Ellerinin içlerini birbirine yapıştırırsan görürsün ki aynı gibidir.
Oysa onlar aynı (eşit) değildir, zıd da değildir.
Teknikteki ifâdeyle "Antipot" tur.
Dünyada da böyledir. Karadan batırılan bir çubuk dünyanın merkezinden geçerse mutlaka denizden çıkar.
Denizden batırılan ise karadan çıkar...
Manevî kuralları ilâhî, maddî kuralları ise tesadüfî sananlar sistemi ve Sahibi olan ustasını tanımayan ahmaklardır...

Salâttaki, "ilâhî isâle olan sall" da da böyledir.
Maddî bedenle kıyam duruş ve maddî dille Kelâmullahı okuyuşumuz eğer kalb merkezinden geçerse, Emr Âleminden olan Kudsî Ruh ve mânâ âleminden çıkar...
Candan gönülden ruhi dualarımız (manevî âlemden), kalbdeki sabit sırr-ı süveyda merkezinden geçerse, madde âleminde, ALLAH (celle celâluhu) nun izniyle aynen tecellî eder...
Bu geçişleri sağlamak için maddîyatta iğne deliğine iplik geçiren kimse gibi, manevîyatta da mutlaka bilinmesi ve yapılması gereken gerçekler ve incelikler vardır.
Maddeten; aklı başında ve dikiş dikmek emeli olan bir kimseye ucu ve gözü sağlam bir iğne, iğne deliğinden geçebilecek kalınlıkta sağlam ve düğümsüz bir iplik, iyi gören göz, titremeyen eller ve tâbiki bu işte mâharet ve becereklilik de lâzım ve lâyıktır.
"Göz-Gez-Arpacık-Hedef ve Atış..." basit gibi görülen ancak her birisi bir şart olan bu hususlar yerine gelince tevhid dikişi dikilir ve hayali değil hakikattır.
Mânen de bu böyledir: Kıbleye serilen sır seccadesine sağlam basacak tevhid ayakları (Lâ ilâhe de teslimiyet, İLLÂ ALLAH'da istikamet: tevhid), şerîat (i'tikad, imân) ve tarikat (sâlih ameller) ayakları, Hududallah dışına kaymamalıdır.
Kulun kendi kabı kadar aldığı (mârifet ve hakikat) elleri de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e razı, teslim ve tâbi' olup mârifet üstüne hakikat kelepçesini vurup, ALLAH (celle celâluhu) mühürü ile mühürleyip; uyur, uyurgezer ve sarhoş olmayan "Kafa Tası" ndaki ilâhi nûr olan "AKIL" (Nefsî); kör düğümleri çözen, buzlar gibi eriten ve ilâhî istikamet yollarını açan "NAKİL" (ruhî) ile kalb köşkünde tevhid edip Muhammedî şuûra, nûra, sûrura ve onura ulaşıp şefâat-ı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şifâsıyla şereflenmeli ki; ilk olan iftitah tekbiri (kulluk arzını açış anahtarı, ilâhî istikametin ilk adımı) "ALLAHÜEKBER..." gürlemesi içte kalbi bulup mâsivâyı (ALLAH celle celâluhu dan gayrisini) yerle bir ve yok etsin! HAKK gelsin bâtıl yok olsun.
ALLAH ile, küfür mahvolsun...
EKBER ile, şirk mahvolsun...

Resim--- "Yine de ki: Hakk geldi bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya Mahkûmdur!" (İsrâ 17/81)

Resim--- "Bilakis Biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Birde bakarsın ki bâtıl yok olup gitmiştir. (ALLAH'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!" (Enbiyâ 21/18)

Resim--- "De ki: Hak geldi, artık bâtıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir." (Sebe' 34/49)

Ney gibi içi boşalan kalb, maddeden mânâya (alınan nefes), mânâdan maddeye (verilen nefes) ALLAHÜEKBER... diye inlesin...
Alınan "HUU!" verilen "HUU!" olsun...
Ağızdaki dille söylenen "ALLAHÜEKBER!" senin parmak izinle, sözünle ve özünle mühürlü kulluk arzın; arzdan Arş'a kanatlansın!
Kursî ve Arş titresin...
Melekler galâyânâ gelip "VALLAHÜEKBER..." diyerek eşlik etsinler.
Durgun suya atılan bir taşın doğurduğu dalgalar gibi üç boyutlu mekânda, sarmal ve küresel "ALLAHÜEKBER..." sesiyin dalgaları adım adım genişleyerek büyürken kıblendeki tüm yaramazlık (bâtıl ve şer)ları yok edip ortadan kaldırsın...
Zâhiri kıblen olan Mescidü'l-Haram'daki Beytullah ile bâtını kıblen olan Habli'l-Verid'inden de yakin ALLAH (celle celâluhu) ile aranda mâsivâ (HAKK'tan gayrı herşey) kalmasın...
"Beyneke beyne ALLAH..." ALLAHÜEKBER...
İşte "ALLAHÜEKBER" harf-hece ve lâfızdan ibâret görülen bardağın içi Nûr-u Muhammed (Nûrullah) ile dolu olursa göz açıp kapatılmadan enfüsî ve âfâkî şifâsı görülür. "Sûbhaneke!" övgüsünün yeri ve zamanıdır...
Kur'ân okumak ise kelâm, Kelâmullah olarak farzdır...

Sahih hadisi kudsî de buyurulduğu gibi:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ: "Namaz sûresi olan Fâtiha'yı kendimle kulum arasında yarıya taksim ettim. Hem kulumun dilediği şey onundur!" buyurdu. Kul: "El-hamdülillahi Rabbi'l-âlemin" dediği zaman ALLAH Tealâ: "Kulum Bana hamd etti." buyurur. "Er-Rahmâni'r-Rahîm" dediğinde ALLAH Tealâ: "Kulum Bana senâ etti." buyurur. "Mâliki yevmi'd-din" dediğinde ALLAH Tealâ: "Kulum benim temcîd eyledi." buyurur. (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir defasında ise; "kulum işlerini Bana havale eyledi." buyurur, buyurmuştur.) Kul: "İyyâke nâ'bûdû ve iyyâke neste'in" dediği zaman, ALLAH Tealâ: "Bu kulumla Benim aramdadır; hem, kulumun dilediği onundur!." buyurur. Kul: "İhdina's-sırâta'l-müstakîm sırata'llezine en'âmte aleyhim gayri'l-magdubi aleyhim velâ'd-dâllîn" dediği zaman ALLAH Tealâ: "İşte bu kulumundur, hem kulumun dilediği onundur!" buyurur, buyurdu."
(Müslim, Salât 38; Ebu Dâvûd, Salât 132)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz sizden biri namaza kalktığında, elbetteki o, Rabbisi ile münacââtta bulunmaktadır. Rabbi, kıble ile kendisi arasındadır......" buyurmuştur.
(Buharî, Mevakit 8, Salât 33; Müslim, Mesacid 54)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ, yaratıklarından bir şeye tecellî ettiğinde, o şey O'na boyun eğer..."
(Nesâî, Küsûf 16; İbni Mâce, İkamet 152)

Resim--- Aişe (radiyallahu anha) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim, ALLAH'a kavuşmayı severse, ALLAH'da ona kavuşmayı sever; Kim de ALLAH'a kavuşmayı sevmezse, ALLAH'da ona kavuşmayı sevmez!" buyurunca: "Yâ Resûlullah! Bu, ölümden hoşlanmak mı? O hâlde, hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Öyle değil! Lâkin mü'mine ALLAHın rahmeti, rızası ve cenneti müjdelendiği vakit, ALLAH'a kavuşmayı diler. ALLAH'da ona kavuşmayı diler. Kâfir ise, ALLAH'ın azabı ve hışmı ile müjdelendiği vakit, ALLAH'a kavuşmaktan hoşlanmaz! ALLAH'da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!" buyurdu.
(Müslim, Zikir 14/18)

Kul; kulluğunu birinci elden Rabbisine ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in (Hazır-Nazırın) hâli hazır kelâmı olan EL FATİHA ile arz edince kabul buyurulan kulluğun mükâfâtını yine Rabbü'l-âlemin Kur'ân-ı Kerîm' de bildirip zammı sûre olarak "El-Nasr" okutur: tefsir etmeden mealini verip gönül zevki edelim:
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.4. NASR SÛRESİ ZEVKİ


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ
Resim--- "İzâ câe nasrullahi ve'l-fethü" (Nasr 110/1)

ALLAH'ın nasrı (Nasrullah) ve fethi (Fethullah) geldiğinde;

Nasrullaha ulaşan :
Kul teslimiyeti tam olup Nûr-u Muhammed (elektriği) bağlanan kimsedir ki;
ALLAH (celle celâluhu) dan razı olmuş (râziyyeten),
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olmuş,
Muhammedî teslimiyet şuûruna henüz ulaşmış,
"Vedhuli ibadî: Muhammedî kullarımın arasına gir!" (Fecr 89/29 bkz.) Şerefine ve rüşdüne ermiştir.
"Semiğnâ..." (Bakara 2/285 bkz.) "Biz henüz şimdi duyduk..."
"Ve iyyake nâ'büdü: Derhâl, sadece ve sadece Sana kulluk (ibâdet) ederiz! (Fâtiha 1/5 bkz.) demek şerefıne ulaşır.
Ve emin ol ki buna benzer çok âyet-i celile vardır...

Fethullaha kavuşan kul ise:
ALLAH'a tâbi' olup ve ALLAH'ın razı olduğu (merziyyeten),
Nûr-u Muhammedî kullanıp faydasını gören,
İç-dış âletleri (elektrikle çalışan) dostoğru çalışan,
İç ve dış kıblede Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın İmam-ı Mutlak olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'a, ilâhî istikamette "Biz cemâati" olarak uyan;
"Vedhuli cenneti..." (İşte) cennetime gir (girdin) (Fecr 89/30 bkz.) Lûtf-i ikrâm ve İhsânullaha gark olan,
"Ve ategnâ... Hemen itâat ettik..." (Bakara 2/285 bkz.)
Ve "Ve iyyake nesta'in: Ve ancak ve ancak Senden istiâne ederiz, Senden isteriz..." (Fâtiha 1/5 bkz.).
Varlığımızın devâmı, kulluğumuzun arzı ve Rızaullahın temini için lâzım ve lâyık olan canımız (dirilik) da dahil herşeyimizi sahibimiz olan Sen Rabbü'l-âlemin'den dileriz...
Şundan, bundan ilâhlar, Rabbler edinmeyiz.
Elbette Mürşid-i Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'den başka mürşid'de tanımayız..." derler ve onurunu yaşarlar.


وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖى دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا

Resim--- "Ve raeyte'n nâse yedhulüne fî dinillahi efvâcâ." (Nasr 110/2)


İnsanların ALLAH'ın dinine dalga dalga girdiğini göreceksin; Tefsir Meâl ve yorum yapmaksızın zevk edersek: "Sin" le nâs, insanlar! "Sad" la nass; şerîatın bağlayıcı (farz, vâcib) kuralları (âyetler, sahih hadisler) dırlar. "Dinillah"ı; nakle ulaşıp rüşde ve kemâle erip Muhammedî nûrla çalışan akıl kabul edersek ki bunlar Nasrullah ve Fethullaha kavuşmanın ürünü ve hüneridir:
İlahî nassların; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünden kalblerimize yansıyan vahy-i cehrî (Kur'ân olarak) ve vahy-i hafî (ilhâm) yansımaları olarak, baş rol oyuncusu nefsimizin özü olan aklımıza, fevc fevc (dalga, dalga) dolduğunu göreceğiz İnşâllah...
Burada kalbe, ilâhî nûrların istîlâ'sı ve garkı söz konusudur...
Bu hâl ise Muhammedî mâverâdır...
Böylesine samîmî ve ciddî olarak Abdliğini (kendi nefsi kimliğini) ve RABB'ini (Ulûhiyyet, Rübûbiyyet, Merhametiyyet, Mâlikiyyet, Melikiyyet, kaza-kader, irade, meşiyyet, azamet, kudret v.s.) bilen aklı başında nefse, ALLAH Tealâ emrediyor:


فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
Resim--- "Fesebbih bi hamdi Rabbike ve'stagfirhu innehu kâne tevvâbâ" (Nasr 110/3)


Hamd ile RABB'ini tesbih et ve O'na istigfâr et. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok çok kabul edicidir.

Azîz kardeşim! Lûtfen iyi anlayalım...
Her şey gün yüzünde, dört başı ma'mur ve âyân beyan ortada olarak; her şeyi çok iyi anlayıp, kabul edip ve yaşamaya ve tatbik etmeye koyulmuş aklı ayık bir nefs; bu muhteşemlik, mübâreklik, muazzamlık, mükemmellik ve mükerremlik karşısında: "ELHAMDÜLİLLAHİ RABBÜ'l-ÂLEMİN!" Âlemleri (mâsivâ) var eden ve kendisinden başka dâim, kâim, ezelî, ebedî, zâhir, bâtın "VAR" lık olmayan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e akıl v.s. âletleriyle hudud tâyininden vazgeçtiğini bu hususta AHMED (aleyhi's-selâm)'a uyup teslim olup Ahmedîyyet sırrı ile Ahadîyyeti seyrettiğini açıkca ortaya hayret ve dehşet içinde koyar...

Bu güne, şu ana ve son nefesine kadar gafletle geçen zaman, zemin imkân ve hâl israfından dolayı da ciddî ve samimî bağışlanmasını diler. Kulluk kuşunun iki kanadı dua ve istiğfârdır.
Gövdesi, şu anda "olana" razı olmaktır.
Başı, şükür ve kalbi sabırdır bu kuşun hocam...
Bu âyeti celilenin ilhâmı ile bizler günde 100 defa "Subhanallahi ve bihamdihi esteğfirullahi'l-Azîm ve e'tubî ileyhi" demekteyiz hamdolsun.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, bizi yaratandır ve bizi bizden de iyi bilmektedir. Elbette zaaflarımız, acziyet, fakriyet, zillet ve illet dertlerimiz; bugün değilse yarın, değilse birgün depreşebilir, göz kafayı silebilir, sigortamız atabilir...
İmkânla imtihan sahasında güreş, yağlı güreştir ve yerler de yağlıdır...
Velî de kayabilir, deli de kayabilir. "Ben kaymam..." diyenler ise sırtı yerde, ayakları havada ahmaklardır.
Kaymamanın tek şartı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izine; tefritsiz, ifratsız, i'tidâl (adelet) üzere basarak, Muhammedî şuûr ve nûr ile yürümek ve yaşamaktır.
Muhammedî mâarif metodunda ise geçmişe tevbe ve istiğfâr, geleceğe hakk ve hayr duası iki ayak gibi; gövdesi ise şu anda olanları hükm-ü HAKK bilip, razı olup şükür veya sabr sanatıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Vellezi nefsî bi yedihî lev lem teznebu le zeheballahu bikûm vele câ'e bi kavmin yeznebune fe yestegfirunallahe, fe yegfir lehum.: Nefsim elinde olan (ALLAH)'a yemin ederim ki; eğer siz günah işlemezseniz ALLAH sizi yok eder, günah işleyip de arkasından istiğfâr (bağışlama) dileyen bir kavm yaratır da onların istiğfârlarını kabul edip bağışlar..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu'dan Müslim)

Kulluk hâlinde olunca insan, noksan, hata ve günah elbette olabilir.
Olması gereken ve mutlak olarak emredilen bir şey daha var ki nasuh tevbesi ile Rabbü'l-âlemin'e dönüp bağışlanmayı dilemek...
"İnnehu kâne tevvâbâ." : Şüphesiz ki O, tevbeleri çok çok kabul edicidir." Ulûhiyyet,
Rübûbiyyet,
Mâlikiyyet ve
Melikiyyetinin temelinde şüphesiz ki kendi yarattığı kullarına karşı Merhamiyyeti (Rahmânîyyeti ve Rahîmîyyeti) ve onunda özünde Muhabbeti yatmaktadır...
Bunların izharında (ortaya çıkarılması) en mütekâmil, mükemmel ve mükerrem ayna ise insan oğlunun aklı (nefsi) dir...
Bu ise ilginç ve ilâhî bir imkânla imtihandır ve i'tidâl (sırat-ı müstakîm, adâlet) üzeredir.
"Fesebbih bi hamdi Rabbike ve'stegfirhu! İnnehu kâne tevvâbâ... " İşte arzedildiği üzere bir istiğfâr ve hamd şuûruna ulaşan nefs (kalbî ve ruhî nefs) kendi geçici eğreti, sınırlı ve sorumlu varlık ve kimliğini iyice anlayınca kendisi de dahil sınırsız ve sayısız şeylerden oluşan sistemin ustası ve sahibi olan Rabbü'l-âlemin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLi, akledeceği ya da akledemeyeceği tüm noksanlık, benzetme, belirleme, tasavvur v.s. den ayrı ve uzak kılıp "SUBHANALLAH" der... ALLAH ismi şerîfinin târifi mümkün olmayıp; varlığı ve tüm sıfat, isim ve fiilleri, Zâtıyla kaim tüm târifleri yutan (ihata eden) târifsizlik, yâni ALLAH (celle celâluhu) dur. Sebbaha: Arabça'da yüzmekdir.
Madden ve mânen gerçek, hârika ve haktır.
Kur'ân-ı Kerîm altın âyetlerinden olan 5 sûrenin birinci âyeti ayrıca iki sûrede benzerler hâlinde toplam 7 yerde muhteşem mânâlar içerir: (Muhammedî Tasavvuf kitabımızda anlatılmıştır.)
Teberrüken:

يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزٖيزِ الْحَكٖيمِ
Resim--- "Yusebbihu lillahi mâ fi's-semâvâtü ve mâ fi'l-ardi'l-melikû'l-Kuddûsi'l-Azîzi'l-Hakîm: Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün Meliki (sahibi), (soyut-somut) noksanlıklardan münezzeh Kudsî, Azîz (güçlü) ve Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ALLAH Tealâyı tesbih ederler (ediyorlar, ederler)" (Cuma 62/1)

Arabça yazarsak: "sin, be, be, ha" harfleridir.: Harflerin haktan hayra diliyle zevk edersek; herşey enfüsündeki sîretindeki (özündeki) HAKK ile bileliği, âfâkındaki (gözündeki küllî şeyi muhit) sûretindeki HAKK ile tevhid edip, "bile" bilip El HAKKU'l-HAKK'ı sinesinde duyarsa...
Seyr-ü-sefer yüzmesi kulluk yörüngesinde devrân devri, seyrân seyri, cevlân cevli ve hayrân hayrı ve hayreti gerçekten başlar...

Biliyorum; aklı ağzında olanlar, kıskıs gülecek, "neler söylüyor..." diyecekler. Yakıştırıp takıştırıyoruz sanacaklar...
Ellerini; varsa, vicdânllarına koyup Muhammedî Tasavvufun Tevhid penceresinden şâhidi olduklarımızı dinlesinler:

Kâinâtta en küçük (en son küçüklükte maddî) şey, zerredir.
Yâni Atomdur. Her bir atom kendi özündeki sabit noktası (çekirdeği) etrafında ilâhî olan ilmî kanunlar hükmence ebediyyen döner durur...
Bir atom diğer bir atoma mesnedlenemez(dayanıp destek alamaz), kendi döngüsünü terkedip başkasına gidemez!
Giderse çarpışır ve başka ilâhi kanunların gereği doğar! Kürrede (kâinâtta) de bu böyledir...
Dünya, ay, güneş ve tüm gök cisimleri en ince detayları ile kendilerine yüklenmiş ilâhî proje gereği kendi yörüngelerinde yüzer (sebbihu) gezerler.
Zerre de kürre de durmadan hem kendi etrafında devrân (özüne devr) eder, hem de başkaları etrafında seyrân (yörüngesinde seyr) ederler...
Atom da böyledir...
Ay da böyledir...
Güneş de böyledir...
Birisi 1 mm yörüngeden kaysa bilgisayar çağında hangi yıl, ay, gün, saat, dakika ve saniyede dünyaya bindireceği ve çarpacağı bilinir...
Ne var ki zerre de kürre de Rabbü'l-âlemin'in murakabesi (izlemesi) ve takdiri altında:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Kur'ân'ın kalbidir!" buyurduğu Yâsîn Sûre-i celilesinde:

وَالشَّمْسُ تَجْرٖى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذٰلِكَ تَقْدٖيرُ الْعَزٖيزِ الْعَلٖيمِ
Resim--- Veş şemsu tecri li mustekarril leha, zalike takdîrul azizil alîm.: "Güneş kendisi için belirlenen (kararlaştırılan) yörüngesinde akıp gitmektedir (ceryan eder, döner). İşte bu herşeye gücü yeten El AZÎZ ve herşeyi mutlak bilici El ÂLİM olan ALLAH'ın takdiridir. (kaderinin; kazası, uygulanaşı ve tatbikatıdır.)" (Yâsîn 36/38)

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَكَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ
Resim--- Vel kamera kaddernahu menazile hatta ade kel urcunil kadîm.: "Ay içinde bir takım menziller (yörüngelerde, görünüm durakları) tâyin ettik. Nihâyet o eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner." (Yâsîn 36/39)

İlkokul öğrencisi de bilir ki ayın kendi etrafında ve dünya etrafında dönmesi ile dünyanın kendi etrafında dönerken ekseninin eğik duruşu, ayın bir aylık süredeki görünüm değişikliklerini doğurmuştur...
Ve yine güneş etrafında dönen dünyada dört mevsimi doğurmuştur...
Kendi özündeki sabit nokta etrafındaki devrân seyri ile kader yolu yörüngesindeki seyrân sülûkü hârika hâllerdir, Muhammedî tasavvufta...

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغٖى لَهَا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فٖى فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Resim--- Leşşemsu yembeği leha en tudrikel kamera velel leylu sabikun nehar, ve kullun fi felekiy yesbehûn.; "Ne güneş aya yetişebilir. Ne de gece, gündüzü geçebilir. "Ve küllûn fi felekin yesbehûn": Her biri bir yörüngede yesbehun (yüzerler.)..." (Yâsîn 36/40)

Anlatmak kadar belki de daha fazlası, anlamaya çalışmak önemlidir.
Aklı doğru yerde, zamanda ve hâlde kullamak işin aslı ve astarıdır...

Gördün ki; tesbih, tasavvufta devr ve seyr yâni Devrân ve Seyrân Âlemlerinin işleridir.
Tasavvufta bir de takdis vardır ki: Cevlân ve Hayrân âlemlerinin işleridir...
Belki birgün takdisi de İnşâallah açılan kapıdan girer ve birlikte seyreder ve yaşarız...

Biz buralara nerden geldik? Ne diyorduk? "ALLAHÜEKBER" in harf bardaklarını Muhammedî nûr olan ilâhî mânâ ile doldurup da içmeliyiz..." diyorduk!
Öyle içmeliyiz ki her hücremize sirâyet etsin ve her hücremiz "ALLAHÜEKBER!" deyip, "ALLAHÜEKBER" kessin...
Yere dökülen bir bardak suyun (dağılıp, yayılarak) her damlasının secde yeriyle kucaklaştığı gibi...

Fâtihamız ve zammı sûremiz de böylesi, bereket yüklü bulutlar gibi olsun ve salâtımıza rahmet olarak yağsın...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)' in ümmeti için döktüğü göz yaşları gibi şifâ ve şefâat damlalarımız olsun...
Bu âlemde hiçbir şeyi boş ve beleş sanma...
Her şey, her şeyliğini; kesinlikle, katıksız ve mutlaka yapmaktadır.
Mikrop mikropluğunu, ilaç ilaçlığını...
İnsan ise aklından dolayı iki arada bir derede koşturup duruyor...
Kimi kendini bulamıyor, kimi her yerde olanı arıyor, kimi "var mı bana yan bakan!" diyor...
Kimileri ise sükût-sükûn ve sekînet-i Muhammedî içinde imkânla imtihan âlemi olan cihanda canların cengi, rengi, ahengi, raksı, devrânı, seyrânı, cevlânı ve hayrânını hayret ve dehşetle izliyor...
"Subhanallahi bi hamdihi subhanallahi'l-Azîm velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Azîm..." diyor...
Âhir zamanın Benlik Denizinin fitne fırtınasında Muhammedû'l-Emin (aleyhi's-selâm)'ın muhabbet, merhamet ve hasbî hizmet gemisinin gönül güvertesini asla terketmiyor...

Bunca fırtına ve kavga içinde: "Ey insanlar!. Buraya, buraya dönün (tevbe), buraya yüzün (sebbaha), acele edip paniğe kapılmayın (istiğfâr edin), elimizi tutun ki diğer elimiz sağlam elde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de...
Onun eli ise " Yedullah" dadır... diye merhameten bağırıyor...
Hasbî hizmet elini, sahibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) adına uzatıyor...
Duyuyorlar...
Ya da duymuyorlar...
Kader, Kaderullah...
Hakkımızı ve hayrımızı versin...
Âmin.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim>>>>>> GÖNLÜMÜZÜN SESİ >>>>>> Resim

Resim ZEVK 877Resim

Resim Sır-rı sebil selâmette her mutluluk muhabbette
Resim Gir Muhammed Kevseri’ne arın-durun hidâyette
Resim Naz-Niyaz Namazı, hayat: Uyan-uyuma İhvâni!
Resim Secde Sahrası burası, “kıyam”ımız kıyamette…


27.12.1991 12:05 dr. Cuma-câmi

Sebil : Açık ve büyük yol. Büyük cadde. * Allah rızası için su dağıtılan yer.
Selâmet : Kurtuluş, tehlikeden sâlim olmak. Korktuklarından, fenalıklardan kurtulmak. * Neticede imân ile kabre girmek. * Edb: Doğruluk, sağlamlık.
Sahra : (C.: Sahârâ-Sahravât) Kır, ova, çöl. * Yazı.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.5. KULLUK (İbâdet) SEYR-Ü-SÜLÛKÜ

Azîz kardeşim;
Bu mütevâzi çalışmamızın amacı her insanın ezelden, fıtraten ve aslen Muhammedî olduğunun şuûruna ulaşıp, Rabbü'l-âlemin'e daha şuûrlu ibâdet etmesine hasbî hizmettir.
İbâdetlerin bel kemiği, içerik ve tekrâr itibâriyle de en önemlisi olan salâtı (namazı); hareket, söz ve zamanın içini, salât sırrıyla doldurarak ihlâsla kılmaktır. İnsan aklı tatmîn olunca o işi iyice yapar.
Hiç durmadan Devrânda dönen zemin ve zaman içinde her nefeste süregen bir kulluk görevi yüklenmiş olan insan aklını; gaflet, cehâlet, dalâlet ve ihânetten korumak, özellikle gelecek genç nesillerimiz için çok çok önemli dini, dünyevî ve uhrevî bir görev olup tüm insanları ilgilendirir...

Bu sistemin ustası olan bir sahibi, muradı ve emirleri yokmuşcasına rastgeleye yaşayan insanlar topluluğu maddî ve manevî problemler, acılar ve cehennemler içinde can verip giderler. Perişan ve esir olurlar...

Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm, Azîz efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in örnek hayatı ve hadisleri, gün görmüş gönlü yüce ALLAH Dostlarının değerli sözleri ortada ve açık-seçik iken; düzenbaz, soyguncu ve ahlâksız insanların maddî menfâat için olan, şuûrsuz ve dine uymayan yollarına düşmemeliyiz...
Dışlayan, zorlaştıran ve nefret ettiren yollar, asla Muhammedî olamaz... Bunun için de meselenin aslını çok iyi bilmeliyiz ki tatbik edip yaşabilelim. İnsan imtihanı çok ilginçtir...
Bir sözle (tevhid) inanç sistemi çöker ve dinden çıkarken yine bir sözle ilâhî sisteme dahil olur...
Basit görünse de sonucu:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar..." (Aclûnî, Keşfül Hafa II-414(2795)
Buyruğu hârikadır.
Önemli olan ölmeden önce uyanmaktır...
Adiller adili olan El ADL (celle celâluhu), sapık giden bir millete onlar hakka ve hayra dönmedikçe ni'metlerini devâm ettirmez...
Ve doğru giden milleti de sapıtıp ni'metini kesmez...:

Resim--- "Bu da, bir millet kendilerinde (nefislerinde) bulunanı (güzel ahlâk, i'tikad v.s.) değiştirinceye kadar ALLAH'ın onlara verdiği ni'meti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten ALLAH işitendir, bilendir." (Enfal 8/53)

Ne çare ki âhir zamanda miletimiz fitneler fırtınasında boğuluyor ve kıyasıya bir kör döğüşü içinde ve kör düğüm olmuş hâlde...
Toplumumuz başı boş, tüm ilâhî yasaklar serbest ve ilâhî haramlar helâlmış gibi, çoluk çocuk hep birlikte sonu bilinen ve bildirilen hüsran yerine azgın bir sel gibi körü körüne akıp gidiyor:

Resim--- "(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zîrâ dolaşsalardı elbette akledecek (düşünecek) kalbleri, ve işitecek kulakları olurdu. Gerçek şu ki gözler kör olmaz (kafa gözünün körlüğü değil esas körlük); lâkin sadrlar (gögusler) içindeki kalbler kör olur..." (Hacc 22/46)

Başın basar görüşü körlüğünden daha beteri, kalbin (öz gözün) bâsiret körlüğüdür.
Öz gözü körlerin çoğunluğu ele geçirdiği milletlerde; körler rehber olunca, nice milletler madde ve mânâ meydanlarından silinip gitmişlerdir.
Bizansın fethinde: papazlar: "melekler erkek mi dişi mi?" diye birbirlerini yemekte iken, yerle bir olmuşlardır...

Bu âlemde ibret ve hikmet sahnelerinde hiç durmadan oynayanlar bulunur...
Başkalarının başına gelenlerden ibret almayan câhil, kendi başına gelenden de ibret almayan ahmakdır ve aklına ihânet etmiştir. Milletler içinde bu böyledir...
Sistemin sahibi Hazır-Nazır olan Rabbü'l-âlemin'in ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kadr-ü-kıymetini, azamet ve kudretini takdir edemeyip (Zümer 39/67; Hacc 22/74 bkz.) zikrinden yüz çevirenler maddî-mânevî tokatını yerler:

Resim--- "Kim de beni anmaktan (zikrimden) yüz çevirirse şüphesiz (hiç şüphesi olmasın ve beklesin) onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz." (Tâhâ 20/124)

Hâlbuki şükredenlere ise ziyâdesi var idi:

Resim--- "Hatırlayın ki RABB'ıniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (ni'metlerimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirilmişti" (İbrâhim 14/7)

İlahî kurallar tüm mahlûkat ve hele hele insanoğlu için harfiyyen anında geçerli ve tatbik edilmektedir.
Kulluğun ilk adımı özün niyeti, tevhidi tercih veya reddetmekle başlar...
Bir açının iki kenarı gibi hak-hayr veya bâtıl-şer yollarında giderken gittikçe birbirinden uzaklaşır ebediyyen.
Son uçları ya cennet ya da cehennem...

Resim--- "......(İnsanların) bir bölümü (fırkası) cennette, bör bölümüde çılğın alevli cehennemdedir." (Şûrâ 42/7)

Darb-ı meseller, canlı misâller, açık-seçik ve çocuk bile anlayabilir beyânlarla anlatan yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm insanoğlunun kadın-erkek, doğru ve yanlış tercihlerle nereden nereye geldiklerini ya da gittiklerini ne güzel anlatıyor; ibret, hayret ve dehşetle dinle:

Resim--- "ALLAH'ı inkâr edenlere, Nûh'un karısı ile Lût'un karısını misâl verdik... Bu ikisi kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hâinlik ettiler. Kocaları ALLAH'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin... denildi.ALLAH, inananlara da Firavun'un karısını misâl gösterdi. O: "RABB'im! Bana katında cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun işinden (kötü amelinden) koru ve beni zâlimler topluluğundan kurtar! demişti. İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.''
(Tahrîm 66/10-12)

Peygamberlerin (aleyhi's-selâm) eşleri (çileleri) iken bir ömür beraber yaşayıp hakkın ve hayrın elçisi kocalarına ve akıllarına ihânet ederek bâtılı, şerri ve şeytânı tercih etmişlerdir...
Nûh (aleyhi's-selâm)'ın karısı sapık insanlarla birlikte kocasının zırdeli olduğunu (hâşâ...) söylemiş ve sonucunu görmüştür...
Lût (aleyhi's-selâm)'ın karısı ise; âhir zamanımızda da insan haklarından sayılan, yadırganmayan ve neredeyse meşru' adedilen livatanın (homoseksüelliğin) geçerli olduğu Lût kavminin azgınlarıyla işbirliği yapıp: yurdundan yuvasından dağ başlarına sürülen çilekeş Lût (aleyhi's-selâm)'a erkek misâfirler (ümmeti) geldiğinde ateş yakıp gündüz ise dumanı ile, gece ise ışığı ile işâret verip "koşun gelin...
Size av geldi..." diyordu... Sonucu ateş...

Binbir zulüm ve işkence içinde hakkı ve hayrı tercih eden ve ateşe girenlerin imâmı Firavun'un karısı Asiye (aleyha's-selâm) ise Rabbü'l-âlemin'e inanıyor, sığınıyor ve güveniyordu cennetine koyacağına...
Öyle de oldu...
Âlemlerdeki kadınların en fazîletlisi ve iffet sembölü olan Meryem (aleyha's-selâm) ise zinâ iftirası da dâhil bir insan aklının ve hafsalasının alamayacağı çile, acı ve ustura agzında yürüyüşle hakkı ve hayrı tercihini, tevhidini ve emredileni isbat ederek can ve cennetlerdeki muhteşem, mübârek ve mükerrem yerini almıştır...
Bu, bizim Meryem (aleyha's-selâm) mımızdır, şunun bunun değil...

Biz Kur'ân-ı Kerîm'i canımızdan da çok sevdik...
O bizim derd dinleyenimiz devâ deryamızdır.
Muhammedî Tasavvufun seyr-û- süllûkunda ve yâr yolculuğunda her peygamber bir şehir gibidir.
Âdem (aleyhi's-selâm) ile başlayan seyrin (bilme, bulma, olma) sülûku (letâif makamlarını ikmâl etme) tek tek ve sırayla her şehre (peygamberin özellik ve güzellikleriyle buluşup hâlleşme) uğrar misâfir ve imtihan olur... Sonra devâm eder...
Tâ ki âhirinde Hatemû'r Resûl, İmam-ı Mutlak, Mürşid-i Mutlak, Rehber-i Rızaullah olan Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'a kadar...
Kur'ân-ı Kerîm'deki 28 peygamberin her birisinin vasıflarının (şahsî ve ilâhî) insan nefsinin kemâlâtında (öğretmen gibi) rolleri vardır.
Nefsin 7 letâifinin her birisine 4 öğretmen olmak üzere 4 x 7 = 28 olur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise hem öğretmen (Nebî') hem de baş öğretmen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir...
Şöyle anla ki; Antalya'dan Medine'ye gidiyorsun.
Yola çıktın. Mersine vardın misâfir oldun.
Sen Mersin olmadın Mersinî: Mersinli oldun...

Seyr-ü-sülûkte de İbrâhim (aleyhi's-selâm) a kavuşan kimse İbrâhim (aleyhi's-selâm) olmaz da İbrahimî olur...
Onun ilâhi ve İbrahimî özellik ve güzelliklerini tanır, alır ve yaşar...
Halilî hâliyle ebedîleşir...

Âdem (aleyhi's-selâm)da, Hayy Birliğiyle toprağa üfürülen nefhada naz-niyâz bulur...
Ayrılık ve gayrılığın olmadığı dirilişe şâhid olur...
Nûh (aleyhi's-selâm)ın çilelerini çeker, gemisine biner ve selâmet sahillerine Nuhî olarak iner...
İbrahimî HAKK'ın Hâlilî; İsmailî kûrbun kurbanı Halimî olur.
Yakubî olup, sabrun cemîl diler; Yûsufî olup, kesret bazarlarında açık artırma ile satılan vahdet incisi olur...
Olur da olur...
Döne dolaşa yol gelir son uca...
Hidâyet, şefâat ve himmet bulmak için gayret edip aklını hakka ve hayra kullanarak Muhammedî oluş şuûruna ulaştı ve rüşde erdi mi, deme gitsin keyfine....
Çünkü, Muhammed (aleyhi's-selâm) câmi'dir.
Cümle mahlûkatın aslı, anası, aynı ve Nûrullahdan nûrudur...
Bu anlatılanlar; satırlardan okunanlar gibi, ya da şucu bucuların uydur kaydır yaptıkları gibi herkese aynı şey asla değildir.
Herkesin parmak izi gibi kader çızgisinde kendi nefsî kemâlâtı kendi özüne yüklenmiştir. Kula düşen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup,imân edip, azmetmek (seyr) ve gerisinde İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyup(tâbi' olup, itâat edip) istikamette ALLAH'a tevekkûl etmek (sülûk) tür...

Bu seyr-ü-sülûk serüveni zâten istesek de istemesek de nefes nefes yürümektedir. Esas olan emredilen ALLAH Tealânın hükmüne razı olup rızasına uygun ibâdet (kulluk) yapmaktır...
Her insanın kişisel tercihi öylesine esas, temel ve önemli ki hiçbir kula imtiyaz hakkı tanınmamıştır...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bile sevdiklerine hidâyet edemeyeceği buyurulmuştur.
Nûh (aleyhi's-selâm) peygamber iken oğlu Kenân küfre batmıştır:

Resim--- "Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler hâlinde iki tane ve birde, içlerinden, daha önce kendi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki âileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma (hitâb etme!)! Zirâ, onlar kesinlikle boğulacaklardır. (küfre gark olucudurlar.)." (Mü'minun 23/27)

Resim--- "(Nûh) dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da ALLAH'ın adıyla (Bismillahi) dır. Şüphesiz ki RABB'ım Gafûru'r Rahîmdir.Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu Nûh, gemiden uzakta bulunan oğluna: yavrucuğum! (sen de) bizimle berâber bin, kâfirlerle berâber olma! diye seslendi.Oğlu: beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nûh): "Bu gün ALLAH'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi ALLAH'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Böylece o da boğulanlardan oldu. (nihâyet) "Ey yer suyunu yut! Ve Ey gök suyunu tut!" denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemide) Cudî (dağının) üzerine yerleşti. Ve "o zâlimler topluluğunun canı cehenneme!" denildi. Nûh RABB'ıne nidâ (dua) edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin vâadin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin!" ALLAH buyurdu ki: Ey Nûh! o asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. (amel-i sâlih değildir). O hâlde hakkında bilgin olmayan birşeyi Benden isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim! (Nûh) dedi ki: "Ey RABB'ım! Ben Senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyana uğrayanlardan olurum..." (Hûd 11/41-47)

İşte âyetlerin dış yüzü...
Hikmette ise; Nûh kim, oğlu kim, gemi ne, tufan ne, Benlik Dağı ne, Cûd (kerem, ihsân, vucûda esas olan) Dağı ne ve neredeler? Sorular ve cevâblar...
Ne çâre ki söz uzar ve işler karışır...

Bir de hikmet sahnesinde bir peygamber İbrâhim (as) ile oğlu İsmail (as)'ın muhteşem, mübârek ve mükemmel sonunu izleyelim:

Resim--- "(Oradan kurtulan İbrâhim) Ben RABB'ime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek (hidâyet edecek). RABB'ım! Bana sâlihlerden olacak bir evlâd ver (hibe et) dedi. İşte o zaman Biz onu uslu (hâlim) bir oğul ile müjdeledik! Babası ile beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyâda seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün (bir bak!) ne dersin (ne görüyorsun?) dedi. O da cevâben: "Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabreden (sabirin) lerden bulursun..." dedi. Her ikisi de teslim olup onu alnı üzere yatırınca: "Ey İbrâhim! Rüyâyı gerçekleştirdin. Biz iyi (muhsin) leri böyle mükâfâtlandırırız. Bu gerçekten çok açık bir imtihandır." diye seslendik.Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam, örneklik) bıraktık: "İbrâhim'e selâm!" dedik. Biz iyi (muhsin) leri böyle mükâfâtlandırırız. Çünkü o Bizim mü'min kullarımızdandır." (Sâffat 37/99-111)

Hikmetle bakarsan; Halil kim, Hâlim kim, bıçak, mezbeha, kurbanlık koç, emir, sabır nedir?
Ruh., nefs, akıl, tevhid, kalb, azm, Biz Bileliği, imtihan emri, Hakka ve hayra sabırı görürsün elbette...
İşte her şeyden çok haz verdiği için Kur'ân-ı Kerîm'in içinden çıkmıyor ve Muhammedî Tasavvufu her nefes içimize çekip onunla yaşıyoruz.
Hepimiz, yâni Biz...

İnsan sûretinde gelen, sîretinde aklı olan, kulluk kisvesini ve kisbetini giyen her kul bu meydanda gönül güreşi yapıyor...
Nûh (aleyhi's-selâm); nefsi, varlığı, eşi ve oğlu ile kopan Nûh Fırtınasının ortasında imtihanda...
Benlik ve Şeytân Dağına koşan oğlu Kenan da kendi imtihanında...
İbrâhim (aleyhi's-selâm) canından da azîz oğlunun canına bıçak çalmakta imtihanda ve "korkma, üzülme ve çal bıçağı..." diyen oğlu hâlimi ve sabirin İsmail (aleyhi's-selâm) da bir başka türlü imtihanda...

Azîz kardeşim;
Anladım ki her insanın (nefsin) bu dünyaya gelmeden önceki (evvel) âleminde bir a'yân-ı sabitesi (kûn fe yekun kişiliği, kulluk kimliği) vardır.
A'yân-ı sabite âleminde herşeyin nihâyeti (sonucu) bidâyetine (başlangıcına) rücu' eder (döner, buluşur). Kulluk kemâli (tevhid tekemmülü) ise bunu başarmaktır.
Tevhidi sadece kuru ve içi boş bir bardak sanmak cidden ahmaklık ve akla saygısızlıktır.
Sûretine insan şekli ve sîretine (özüne) akıl verilen her nefs bu âlemde tevhidi, ilim, irade, idrak ve iştirake mecbur ve me'murdur. Kulluğun gereği ve görevi de budur.
Bunun sağlanmasının anayasası ise Kur'ân-ı Kerîm'de yüzlerce âyetle bildirilmiş ve ilk iş olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup imân etmemiz ve tâbi' olup itâat etmemiz emredilmiştir.
Ezelî-ebedî erdemin edebi teslimiyyettir.
Teslimiyyet, Edeb-i Ekrem-ü'l-Kâinâtadır.
İstikamet ise açık seçik İlmullah'adır.
Tüm ön yargı ve karışık alışkanlıklardan aklımızı yıkayıp, kendi sözlerimizin sükûtu ile Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hâlinin zuhûruna imkân sağlayabiliriz.
İçindeki ve rastgeleye doldurduğu ne idiği belirsiz karışımı boşaltıp, yıkayıp, arıtıp, durutup, kurutup ve tertemiz yapıp da hakk ve hayrla, Kevser-i Muhammed (aleyhi's-selâm) dan "nûr'un alâ nûr" (nûr üstüne nûr) ile dolmadan emredilen kulluk görevini nasıl anlayıp da uygulayabiliriz?
Bunun böyle olduğunu ne güzel izâh buyurmuş Kelâmullahda mutlak ilim sahibi EL ALÎM (celle celâluhu):

Resim--- "Andolsun ki Biz size (gerekeni) açık açık bildiren (açıklayıcı) âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvâya ulaşmış (takvâ sahibi, muttakin) kimseler için öğütler indirdik." (Nûr 24/34)

Bu ilâhî örnekleri ve ögütleri ancak müttakin (takvâ sahibi) lerin aklı kadar anlayacağı bildiriliyor.
Takvâ, vikâye, sakındırma, sakınma ve korunma.
Böylesine çok çok önemli olan takvâya ilim, irade ve idrakle ulaşım bu husustaki ilâhî ilmi anlayışla mumkündür.
Bunun için ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup imân etmek ve tâbi' olup itâat etmek edebine iştirak ön şarttır, kesinlikle lâzım ve lâyık olan ana şarttır...

Resim--- "ALLAH, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içindeki kandil bulunan bir kandillik (oyma hücre) gibidir. O lamba kristal (billûr) bir fanus (sırça) içindedir, o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübârek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu ise:) Nûr üstüne nûr... ALLAH dilediğini kendi nûruna yöneltir. Ve insanlara bir çok misâller verir. Allah her şeyi bilendir. " (Nûr 24/35)

Şimdi zevk edelim birlikte:
Nûr : halk edilen şeylerin,olayların, zamanların ve zanların; insan duyularıyla algılanıp anlaşılabilmesini sağlayan, ne idiği belli olmayan, ve ancak ettiği ile belli olan sebebtir. Elektrik gibi...
Onun içın akla ilahî nûr diyoruz ve herşeyin aslı Nûrullahtır.
Gözün basarıylı maddî idrak, gönlün (aklın) basîretiyle de manevî idrak mümkündür.
Dünyada kör ile görenin farkı, görenin renkleri görüp de bunu gösteren ve körlük karanlığından göz aydınlığına çıkaran nûr budur demesidir.
Bu nûr öylesine ilginç bir görüş sebebidir ki tüm mahlûkatı görebilirsin. Tek istisnâsı bu nûrun da sahibi ve mahlûkatına karşı âşikârken gaib (varken gizli) olan Subhan ALLAH Tealâdır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealânın yetmiş bin nûrdan ve zulmetten perdesi vardır." buyurmuştur.

Çünkü insanın maddî ve manevî yapısının Nûrullahı algılamaya tahammülü olmayacağını çocuk bile bilir! Hayat seyr-ü-sülûkunda zulmetle perdelenenler; hâinler ve sapıklardır.
Hem nûr hemde zulmetle perdelenenler ise sistemin sahibini ya bilip anlayıp da gereğini yapmayan gafiller veya gerekli gayret ve çabaya ihtiyaç duymayan câhillerdir.
Nûrla perdelenenler ise manevî kemâlât yürüyüşünde bir şehirde (makamda) "hoşuma gitti!" deyip ve eğlenip kalanlar veya benlik gösterip kendi tekemmül yollarını tıkayanlardır...
Perdesizler ise: Hâlis muhlis Muhammedî teslimiyyet ve istikamet âşıklarıdır...
Garib ve karib bir kuldan tutun da, ayrıca görevli ebrâr, ebdâl, ahrâr, ahyâr ve tüm Ehlullaha kadar...

Bu konu öylesine dakâik (incelikler) ve hakaik (hakikatler) içerir ki; İnşaâllah iyice anlayıp anlatabilirsem sen de anlar isen hârika olur:

Resim

Mişkât: insanın dış ve iç duyu organları ile gördüğü ve hissettiği mevcûd âlemidir. Beden, insan vücûdu, can evi, nûr evi, kandillik.

Zücâce: kristal fanus, imkânla itmihan âlemine gelen aslında a'yân-ı sabitesinde pırıl pırıl krtistal gibi saf, berrak, şeffaf ve kıymetli iken; kendi benlik, hevâ ve hevesi ile simsiyah olup öz nûrununun imtihan âlemine geçmesine yol vermeyen ve kendine zulmeden (karanlıklara gömen) bir fanus (nefs) olabiliyor...
Veya asâletini veya şerâfetini, nezâketini ve letâfetini tekemmül ettirip koruyan ve Emrullah gereği öz nûruyla göz nûruna tevhid ettirip hakkı hak bilip hayrı yapan, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan sapan mükerrem ve mübârek bir nefs olur...
Nefs yapısı ve imtihanı gereği hissettiği şeyleri hayal eder ve akl-ı selim süzgecine arzeder...

Misbah: İlahî ve Muhammedî sabahın oluş ve gönül güneşinin doğuş yeri olan kalbdir. Berzahdir... Nefsin ve Ruhun tevhid mekânı (maddî-nefs) ve makamı (mânevî-ruh) dır. Kalb, akıl nûruyla aydınlık olunca idrâk meydanıdır. Nefsin aklî semerisi, ruhun naklî semeresi ile burada tevhid edip (buluşup, bilişip,tanışıp) bir bütünün parçaları gibi tümlerler... Aklın "Lâ ilâhe"si ile naklin "İllâ ALLAH"ı birleşip " ilâhe İllâ ALLAH" tevhidi olur.

Secere: ağaç demektir, bir tek ağaç demektir. Şın, cim, ra ise, özdekini rûyet cemi'ne şühûddur... özdeki ise Nûrullahdır.
Secere-i hayat: hayat ağacı, soy-sop zinciri. Silsile-i nâmedir. Zürriyetin zuhûr zevkine müşâhadedir.

Şahâne gemilerle iskeleye yanaşanlardan birisi geriye bakınca; ilk dedesi, babası, anası ve özü olan Âdem(aleyhi's-selâm) ı gören, ileri bakınca da; kıyâmetin son anında son nefesini veren son torununu ve tohumdan tohuma tevhid ağacının Azametullah, Kudretullah ve Sünnetullahdaki akıl almaz seyr-û-sülûk sırat-ı müstakîmini görür ve yaşar... (Yâsîn 36/41 âyetini oku!)

Secere, fuad olup tohumu emir âleminden olan ruhtur.... Uzanım v.s. gibi düşünen dangalaklar olabilir diye âhir zamanda "leylek getirdi" ye gerek yok... Artık yalancı birileri çıkıp da, Firavun gibi: "ben RABB'inizim!" dedi diye inanacak kimse yok! Varsa canı cehenneme...

Ruh, nefsin aklî gücü ile kudsî naklî gücü bağlayan "belâ'" bağımızdır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu gibi herkesin kabı (aklı) kadar anlayabileceği ve gerekli bir gereç ve gerçektir. Akıl ile naklin izdivacından fikir çocuğu doğar! Fikreden (fakir) ise kesinlikle Ârif ve Kâmil mü'mindir. Böylesine tekemmül eden nefs ise; nefs-i mutmaînne, tatmîn ve kani' olmuş emin nefistir...

Fitil: burada bir incelik vardır ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şahsında tüm Nebî (aleyhi's-selâm) lere tâbi' oluş (teslimiyyet) fitili şarttır. Nûrullahı alıcı, getirici ve ayarlayıcı (bize yararlı hâle getirip regüle edici) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile derûnî, dâimî ve samimî sıla (et-tırnak bileliği) bağı şarttır...
Yoksa söylenenlerin sonucu ya kuru lâfa çıkar veya kontakt yapar...
"Fitil olmadan da Nûrullah olan gönül yağından alır, yakar ve ışığa kavuşurum" diyen feylesofvâri şaşkınların taşkınlıkları son nefeste son bulur ama işleri bitmemiştir...

Kudsî Nûrullah prizi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in özellik ve güzellikleri, inancımızın anası Kur'ân-ı Kerîm'dedir...
Biz ise beden, nefs, kalb, ruh ve ulaşılmasına seyr-ü sülûk yaptığımız "SIR" hafî, ahfâdan ötede akdes'in pirizinden bahsediyoruz...

Dikkatini çekeriz ki: âyet-i celilede zûccâcenin (nefsin, kristal fanusun) "Kevke bûn duriyyin: İnciden bir yıldız" gibi buyurulması haktır... Zîrâ nefs; imkânla imtihandan sorumlu, çok kıymetli, mükerrem kılınmış ve bunu isbat için bu âlemde bulunup kendisine Emrullahla bildirilen sünnet-i Resûlullahla tatbikatı yapılan ve verilen kulluk vazifesinden ibâret olan sırat-ı müstakîm yörüngesinde yüzen (sebbaha) bir gezegendir. İçindeki Nûr-u Muhammedî cem' eden ve nûrun alâ nûr olarak yansıtan ve yaşayan nazlı bir necm (yıldız) dır...
Tarik (yol) ise; mürîdi (azı,hiç'i) muradına (çoğa, hep'e) kavuşturan sıla yolu (vuslat vâdisi, vaâd edilen ulaşım yolu) dur...

Neden mübârek zeytin ağacı?
Zeytin tek çekirdekli kudsî bir ağaçtır.
Tek kelime ile tevhidin yâni "vahdet" in simgesi ve misâlidir...
Nar ağacı veya incir (tin) ise "kesretin" simgesidir...
Bir torba (kâinât) içinde tek, tek "vahdet" ler...
Kesrette vahdet... Vahdette kesret...
Kısacası nûr'un kaynağı vahdettir...
El VAHİD (celle celâluhu) ise El AHAD olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL dir. ALLAH (celle celâluhu) ise kâinâtın tüm mahlûkatın nûru olur...

Resim--- "Ve't tini ve'zzeytuni" "İncire ve zeytine! (yemin olsun ki:)" (Tîn 95/1)

Tin: incirdir. Nun'un (zâtî mutlak vahdetin) tezâhürüdür. Vahdetin; kesret ve tek tek sınırlı, sorumlu ve izafı benlik kimlikleriyle gel-geçleridir.
Zeytin: ise; ("ze"ler sahibliğin zevki harfi olup) hayattaki tüm "tin"lere sahib olan gerçek vahdete işârettir.

İnsanoğlu muhitteki küllî mâhiyetleri (güzel kaideleri) aklen; merkezdeki zâti mâiyeti ise özündeki kudsî nûr-u Muhammedî pirizinden naklen birleştirir tevhid ederse ve bu Muhammedî inancını Muhammedî amel, ahlâk ve hâl olarak hayatına aktarıp yaşar ve vahdaniyyetin şâhidi olursa nûrun alâ nûr olur ki; akıl nûruyla nakl nûru tevhidi tamamlamıştır... Nefsin tekemmül tarikinde, somut bilgi ve soyut irade ve idrakin Tevhidullaha şehâdet için şart olan iştirake kavuşmasında ve ruhî algılamayı anlamasında, özündeki (naklî) zaruri ve fıtrî ilimle gözündeki (gördüğü) nazarî ilmi buluşturması lâzım ve lâyıktır ki; şimdi, şu anda bilfiil ve bizzat hazır ve nazır ve murakıb olan Rabbü'l-âlemin'i, bakıyor ve görüyor diye inansın ve bu şart altında yaşayıp (ibâdet edip) şâhidi olabilsin. Bu ise cidden nûrun alâ nûrdur vesselâm.

Vücûd (beden) sadr (nefs) kalb (kalb) fuad (ruh) lüb (sır) lübbü'l-lüb (hafî ahfâ) sabit "Nun" noktası (Akdes) zevki de vardır...

Nûrun alâ nûra kavuşan Muhammedî aşıklar onun gereğini işler; doğru söyler (sıdk), âdil hükmeder ve işler (adl), ni'mete şükreder, çileye sabrederler.

Resim--- "(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki ALLAH (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına (Zikrullah) izin vermiştir. Orada sabah, akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;Onlar, ne ticâret ne de alış-verişin kendilerini ALLAH'ı anmak (Zikrullah) tan, namazı dostoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalblerin ve gözlerin allak bullak olduğu (kıvrandığı) bir günden korkarlar.Çünkü (o günde) ALLAH, onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfâtlandıracak ve lûtfundan onlara fazlasıyla verecektir. ALLAH dilediğine hesabsız rızık verir." (Nûr 24/36-38)

Âcizâne anlaşılan âşikâr ki evler, "benlik bedenleri" dir... Hak ve hayr tercihini yapan akl-ı selim sahibi, nefislerin kemâlâtı; dâimî Zikrullah, Fikrullah, Şükrullah, Hamdullah ve Sabrullah...
Dengede, düzgün ve i'tidâl üzere ibâdet...
Kafa gözlerinin (basar) belerip kalacağı, kalb gözlerinin (bâsiret) çırpınıp kıvranacağı o günü bilen, anlayan, korkan ve bunu unutmadan yaşayan Muhammedî âşıklara selâm olsun...

Resim--- "Demek ki ALLAH kimin sadrını(nefsin yuvası bağrını) islama açmış ise işte o Rabbindan bir NÛR üzerinde değil midir? O hâlde vay kalbleri, ALLAH'ın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar, açık bir sapıklık içindedirler." (Zümer 39/22)

Resim--- "ALLAH herşeyin yaratıcısıdır...... Herşey üzerinde vekil de O'dur." (Zümer 39/62)

İşte nûr böylesine esâs, ana, ve asldır.
Bütün açıklığıyla ortaya çıkıp her şeyi ortaya çıkarandır.
Nûrullahdır kısaca...
Nûr-u Muhammeddir bize (insanlara) göre...
Işık nûru olarak; (güneş v.s.): eşyâyı aydınlatır, karanlılğı kaldırır.
Olanı âşikâr kılan ilmî nûr.
Göz nûru olarak (basar): eşyâyı gösterip, isimlenmesine sebeb olan (Esmâî) irade ettiren nûr. İradî nûr.
Akıl nûru olarak (bâsiret): eşyâyı, esmâ ve sıfatı gösteren soyut-somut birliğini ve dirliğini sağlayan idrakini doğuran nûr.
İdrakî nûr.
Nûrullah: aydınlatan, aydınlatılana akan nûr (maddî-manevî).
Nûr: rûyetin (basar-basîret) nûrlanmasıdır azîzim...

Huzurda hazır (olan'a razı) olanlara Hızır (aleyhi's-selâm) hazır ve kendi özündedir...
İlahî aşk dediğimiz; aklın kendi benliğinde (kesret) fanî olup, naklin hükmünde (vahdet) beka buluşu, gark oluşu ve onunla yaşayış, şühûd ve Hakk'a yürüyüşüdür...
Âşıklar yağmur damlaları gibi benzer gözükseler de ve hepsinde Muhammedî Tevhidî anlayış irfânı olsa da meziyetleri (özellik ve güzellikleri) Sünnetullah gereği bu âlemde ayrı ayrıdır.
Aşktan başkasından arınmış Âlim, Ârif ve Kâmil Âşıklar, yokluk-tokluk çilelerini aşıp Muhammedî Bilelik Bulutlarında biiznillah korkusuz ve hüzünsüz rahmet damlalarıdırlar...
Hak ve hayrın hasbî hizmetine hazır muhabbet ve merhametle, herkese ve her şeye, ayırmadan, kayırmadan Rahmetenli'l-âlemin Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın selâmını, selâmetini ve sıhhat suyunu tevhidî teşekkürünû taşırlar.
Naklen naklederler. Kendi kimlikleri sayısız damlalardan biridir.
Birisi hepisi, hepisi birisi ve tümü de Muhammedî....
Ne var ki bu âlem, Âdem'in da'vâsına sebeb; Âdemoğlu ise âlemin mânâsına sebebdir.
Pırıl pırıl ve berrak bir su dolu bardağı bir damla mürekkeb yâni "lâ ilâhe" nin "lâ"sı, "yok ol!"u ile yok eder...
Bu da imtihanın ana kuralı ve yasasıdır...
Yer yağlı ise çok dikkat ister çook...
Deli de kayar velî de kayar... Ancak ve ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikatlerinden oluşan ilâhî izinde emin olup "Âmin..." diyebilirler...

Onun için sen, ben, o; yâni biz, vahdette damlayız, kesrette Muhammedî deniz... "İzafî Benlik" imiz ayrılığa sebeb gayrılıga sonuç olmuş ise de bu rücû'un ürûc'una geldik bu âleme...
Tüm esmânın tecellîğâhı (Nüsha-yı Kûbrâ) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de tüm renklerin (bizlerin) vahdeti olan tek ve beyaz ışık vahdet olan Nûr-u Muhammed yâni Nûrullah (O) vardır...
Ve Biz Bileyiz...
Ne farkeder ayna bir bütün iken de aslı gösterir, binbir parça olsa da tek tek yine "asl"ı gösterir...
Yeter ki insanoğlunun; basar ve basîret mercekleri denge, düzen ve i'tidâl üzere (sırat-ı müstakîm) Muhammedî Tevhid dürbünü olmayı başarabilsin. Göreceği ise her yer, her zaman ve her hâlde hakku'l-HAKKtır ve ibâdeti hayru'l-hayrdır...
Lâ hüve illâ hüve...
Muhammedî tevhidin kemâli; dışarda sükûn (seyyiâtta yok, sâlih amelde çok), içerde sükût (sadece kalbî Zikrullah) tur...
İnsanoğlunun fıtrî ve şahsî isti'dâd ve kabiliyetin kemâli olan tevhidi tekemmûl (emredilen olgunluk) ise, aynı zamanda çile tezgâhı da olan tecellîgâhında her nefeste sabrına bağlıdır...
Evveli, mâiyyet (bilelik); zâhiri, mevcûdât (vücûd bürünen can); bâtını, mâhiyet (ilâhî proğram) ve âhiri, mâliyet (şehâdet işinin sonucu); ilâhî aşk (Muhammedî nûra naklen ulaşan akıl) la zuhûr eder, tekemmül eder ve kerem bulur...
Bu ise; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslim olup, iman edip tâbi' olup itâat ederek istikamet buluşun sırr-ı sıfır safında hazır oluştur...
Tüm sineler aynı seviyede subhanî safta görüşler ve gönüller tektir ve Tevhidî temâşâ haktır... "Hep" ile "tek bir" arasında fark yoktur "ayn" i seviyede...
Bu safta ünsiyyetten dolayı âşıklarda haşyet ve heybet tezâhürü dehşettir ve susmaktır...
Hâlihazır hâlinde Rabbü'l-âlemin'i Hazır, Nazır ve Murakıb (gözetleyen) bilen kulun şüphesi sıfırdır ve asla delil aramaz...
Her yerde her zaman ve her hâlde olanı arayan ahmaktır, âşık değil...
Huzur ise her an ve her nefesteki Muhammedî edebdir.
El HAKK (celle celâluhu)'nun esmâ ve sıfat mazhariyetinden nâsib almaya isti'dâd ve kabiliyeti olan Evliyâullah ile Hakkın şühûduna mazhar Ehlullah kulluk oyununu dâimâ ve mutlaka Muhammedî meydanda oynarlar. Evliyâullahın yolu aşk; Ehlullah'ın ise, hâli aşktır...
Başkasını sananlar ise nefsî hevâ ve hevesle istidracı ilerleme sanan uçmak-kaçmak peşinde nefsine zulmeden zavallılardır...
Cennete, mutlaka Evliyâullah (ALLAH'ın Dostları) girecektir. Düşmanları ise kesinlikle ateşe...

Aklın, İslâm Dininde ve Muhammedî Tasavvuftaki yeri Cebrâil (aleyhi's-selâm)'ın vazifesinin yeridir.
Bu da Muhammedî okullarda öğretim ve eğitimi gerektirir...
İnsan aklında yarı yarıya murdarlık (kirlilik ve pisliğe meyil, yenilmezlik) ve mısmıllık (yenilirlik, temizlik) fıtraten vardır.

Emrullahı duyar ve uyarsa; nefsin imtihan için giydiği hevâ, heves ve benlik elbisesini soyarsa Muhammedî kisveyi giyerse ve hakikat-ı ınsanı anlar ve yaşarsa ne âlâ... Yoksa murdarlığı galib gelir de nefs şehvetle (Emrullahın men etiği aşırı arzular) diriliği kendine mal edip eşkiyâlığa kalkışırsa Muradullah olan Rızaullah ve Cemâlullaha hasret ve hüsrânda kalır. ALLAH (celle celâluhu) bizleri korusun.

Hak - bâtıl ve hayr-şerr tercihini yapacak olan ve aslen nûr olan aklın, Muhammedî öğretim ve eğitimi satırlardan ziyade sadrlardan, diriden diriye aktarılan bir nakliyedir...
Bunu yapmak ise Muhammedî bir hasbî hizmettir ve O'nun adınadır.
El ele, kan kana ve can cana...
Bu ilâhî uyanış ve Muhammedî şuûr, nûr, surûr ve onura ulaşım ise eve elektrik bağlanmışa döner...
Çalışmaya başlayan elektirikli âletler gibi her letâif ve bedensel organlar çalışmaya başlar...
Göz adam gibi görür, kulak adam gibi duyar, akıl adam gibi anlar ve kul da adam gibi yaşar Tevhidullaha şâhid olur...

Kendisini öldürmeye yeminli olarak ve arkasında pohpohlayan bir sürü câhille gelen Hz. Ömer (radiyallahu anhu)'ya Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gel oturalım, tartışalım, yarışalım v.s...." demiyor...
Sadece Nûr-u Muhammedîn şehâdet şalterini indiriyor ve Ömer (ra)'dan duyulan söz: "Eşhedü enlâ ilâhe illâ ALLAH ve Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah! Emret yâ Resûlullah..."

Pîş-i menî der Yemenî: Yanımdaki Yemen'dedir
Der Yemenî pîş-i meni: Yemen'deki yanımdadır...


Bu âlemde iyi işler tevhide tahsislidir... Tevhid varsa Yemen'deki burada, tevhid yoksa buradaki cehennemde... Zıdların zevki ise zuhûratın "Z"sidir...
Geceyi tutan güneş güzeldir...
Gündüzü yutan gece de güzeldir...
Asıl güzel olan zıdları zevk etmektir ve: "Lâ ilâhe-illâ ALLAH" budur.
Âşık milleti; renksiz, tadsız hiçbir şeysiz ve varlıksızdır.
Cisim giyen can için ise, civarlarından ödünç alıverirler...
Onların "OLAN!: KÛN"a rıza bazarındaki şehâdet şarkıları: Hayr-û-şerr temâşâsıdır...
Kâinât âlemi olan tevhid tarlasına düşen Habbe-i Şecere (Âdem tohumu) nin semeresi Nûr-u Muhammeddir.
Tüm insanlık mürîd, Muhammed (aleyhi's-selâm) muraddır...
Beşeriyyet belâ'sında; "Lâ ilâhe: hiçbir ilâh yok" ve hiçlik var iken, Resûliyyet rızasında "illâ ALLAH: ALLAH'dan başka" ikrârıyla insanoğlu irade-i cûzziyesi ile ilâhî tecellîyi (heplik) temâşâ edip sahibine şâhidlik eder...
İrade-i cüziyyesini idrak eden murid, muradına nâil olur. Atın muhteşemliği menzili bilen suvârisiz neye yarar...
Nefs sûvarisinin muallimi Muhammed (aleyhi's-selâm) dır.
Gözümüzün nûru gönlümüzün şuûru ve ruhumuzun sürurudur. Salât-ü -selâm olsun...
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Resim


Hâfız Ebûl Hasan İbn-i Mahmud Şâzelî Rahimehullah buyurmuştur ki; Şeyh-ül Meşayih Ebû Abdullah Hüseynî Harrânî bana Kur'ân-ı Kerîm' in ezberimde olup olmadığını sorduktan sonra, her Kur'an-ı Kerim'i okuyuşum sonrasında şu şekilde salavât getirmemi tavsiye ettiler.

''Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihî vesellim.
Biadedi mâ fî cemîil Kur'ân-ı harfen harfen,
Ve biadedi külli harfin elfen elfen.''
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

AMİN İNŞAALLAH güzel kardeşim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


Resim

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1295

5.6. ÜZME - ÜZÜLME - SEV- SEVİL PAROLASI

El HAKK (celle celâluhu) hatırına, O'nun halkını Üzme ve sükût et!..
Üzülme ve halvet et (halk içinde HAKK'a rücû' et), Sev ve celvet et!
(Nuût-i ilâhiyye (ilâhî övülmüşlük) ile halvetten hürûc, Benlik Fenâsından Beka'ya ürûc ile her şeyde hakkı HAKK görüp, saygı duyuş) Sevil ve uzlet et! (Muhammedî Gar-ı Hirada bilelik)...
Kur'ân-ı Kerîm'de: "İşlerin vakti vardır!" buyuruluyor...
Âşıkların acelesi olmaz ve kuşlar dâima kanatlanınca uçarlar...
Canların (ana-baba) cümbüşünden canımız cesed buldu, cisim giydi ve cihan gördü...

Can dedimse her canı; canının farkında sanma...
Taş kömürü, kok kömürü de karbon (C), elmas da karbondur...
Farkları, yandıklarında Elmas geride kül bile bırakmaz...
İşte Muhammedî canlar elmas gibi erdem erleridir...
Cihan genellikle doğurduğunu yiyen bir canavar gibidir.
Özellikle ise Muhammedî canların, can ve imtihan evidir...
Sûretlere bakma! Sîretler sırdır...

Can Dostu bir deli derviş demişti: Yediler buluşup hacca gidecekler.
Altısı yola çıkmışlar yedincisi yok meydanda...
Şam'a varınca zifiri zenci birisi yanaşmış: "Yolculuk nere yârenler..." demiş.
Onlar da: İnşâallah Hacca!" deyince: "Biz de bile!" demiş ve katılmış... İçlerinden birisi, içinden: "Acaba bu da Yediler'den mi?" diye geçirince:
"Ne o canım, boyayı mı beğenmedin boyacıyı mı?" demiş...
HAKK'ı hâlihazır, herkesi de Hızır bil!..

Söz, Sohbet, Zevk ve Hazz; alıcıya âmâdedir. Sağıra sohbet ise ahmaklıktır.
Duyandan kasıd, özünden duyandır ve yüzünden duyan değil...
İnsanın özü (merkez), vahdet deryası; yüzü (muhit) ise, kesret kerbelâsıdır... Arablar derler ya: "Kellim kellim la yenfâ..." "Söyle, söyle faydası yok!" odunumun parası...
Yine de bin kere de olsa binbiri söyleyeceğiz...
Zirâ âhir zaman şartlarına ve fitne fırtınasına ömürleri denkleşen torunlarımızın üzerimizde hakları, vebâlleri vardır...
Birgün İnşâallah okuyup da uyanmalarına sebeb olur:

Resim--- "Kesin inananlar (mukinin: kani'olanlar) için yer yüzünde (mûhitte, âfâkta) âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de (enfüste, merkezde) öyle. Görmüyor musunuz?" (Zâriyyat 51/20-21)

Atını arayan süvari, dört nala at koşturma...
Seyr-ü Sülûku; gece gündüz anlamını ve mânâsını anlamadan, ruhuna ve sırrına ermeden esmâ tekrarı sanma...
Başkalarının yandığını söyleyip de yanma...

Muhammedî Tasavvufta seyr: nefsin kalbî şartları sağlayıp, eşkiyâlık elbisesini (sûretini) soyunup, evliyâlık sîretini (hâlini) bürünüp kalbe girişi; sülûk ise, bu kalbi berzah (madde-mânâ ara kesiti tecellî karargâhı) da ruha kavuşmasıdır...

Fakr-ü- fenâya sabretmeden lülf-û-likâya sıla (vuslat) ham hayaldir.İnsanoğlunun sûreti, sîretinin (zâtı) zarfıdır.
Harflerin içinde misilsiz mânâlar gizlenir...
Okumayana ise çâresiz çiziklerdir...

Toplumsal tevhid parolammız olan "üzme-üzülme-sev-sevil"i kolay sanma sakın: Bu âlemde bizi diğer yaratıklardan tebessümdür ilk ayıran...
Zâten aşk tebessümle başlar ve kanlı göz yaşıyla son bulur...
Bu ise aşıkların ezel kaderleridir...

ZEVK – 2741

Hu esmâsın âhıdır aşk, âşıkların göz yaşıdır.
Mevlâ'ya merhamet için istirham ağlayışıdır,
Fenâsına erenlerin beka sermayeleri aşk.
Özdeki naz, gözde niyâz ağlamak işin başıdır...


HAK Dostları derler ki: Bir ârifin iki talebesi bal satıyorlar.
Birisi güleç yüzlü ötekisi somurtkan...
Güleç olan balını tezelden satıp dönerken, somurtkanın balı elinde kalıyor ve bunun sebebini ârifine sorunca:
"Ah oğlum ah... Küpün bal satarken, yüzün sirke satıyor da ondan..." demiş...

Her şey'in yok olmaya mahkûm olduğu bu imtihan meydanında Muhammedî nûr'un ışığını takip eden O'na teslim olup tek istikamete "Biz Bileliği"nde yol bulanlar İrfân-ı Muhammedîn ebedî edebi içinde emindirler...

"Kesrette vahdet-vahdette Kesret" oyununda; tek oyuncu olan insanoğluna kesret galib gelirse Benlik başına belâ olur ve belâsını bulur. Yok eğer, vahdet (Tevhid-i Muhammedî) galib gelirse cümle cihanda (mevcûdda), HAKKı (cûd'u, gerçek vücûdu) müşâhade olan Edeb-i Resûlullah'a ulaşırsa Mevlâsını bulur...
Bu böyledir...

"Kesrette vahdeti, vahdette kesreti, zevk etmek ise lûtf-û-ikrâm ve ihsân olup haşyet, hayret ve dehşet hazzıdır...

İnsanoğlunun nefsi, arsız ve nûrsuz kalırsa cehennem gibi celâl yurdu; ruhî nefs olup Muhammedî nûr ve şuûra sıla (vuslat, salâvat) ederse cennet gibi cemâl yurdu olur tüm âlemlerde...

Nefsin bu âlemde ektiği tohum sonunda toplayacağı meyve demektir. Kâmil insan nefsi diye ona deriz ki kendi aklının tasarladığı "Lâ ilâhe"yi Rehber-i Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırıp naklî olan "illâ ALLAH" ile kişinin nefsinin aklen bildiği, bulduğu ve olduğu hâle geldiği naklen teslimiyyet ve istikamet merkezi olan İmam-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın sıfır seviyeli Subhanî safı olmalıdır...

Kâinâtı ve ustasını, nefsin benlik ve imtihan sırrıyla gizleyen aklın; bâtıl ve şerre dönük i'tikad, amel, ahlâk ve hâllerini, Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın;

Şerîat-ı Muhammedîyye (i'tikad, inanç),
Tarikat-ı Muhammedîyye (sâlih amel, fiil, sünnet-i seniyye!),
Mârifeti Muhammedîyye (Ahlâk-ı muazzama: Ahlâk-ı Kur'ân: Ahlâkullah) ve
Hakikati Muhammedîyye (Kâbe kevseynî hâller, söze sığmaz özellik ve güzellikler) ile arıtıp, durutup kurutup pırıl pırıl cemâl camı hâline getirip artık adına da "İlahî Aşk" deyip:

Biz gözüyle, biz gözlüğünden "BİZ" bileliğiyle aynı seviyeden aynı şeyi görüp: "Semiğnâ ve ateğnâ... İyyake na'büdü ve iyyake nesta'in..." teslimiyyette birlikte "canlar cemâatı" olarak duyarız ve imâmıza uyarız... Azmederiz ve istikamette tevekkül ederiz (vekil kılarız)

Agâh (uyanık) ol Âşık...
Bu âlem, ilâhî aşkın mihrabıdır...
Nice "Benlik"lerin harab oluduğu meydandır...
Aşk Mihrabına niyâzla gir (Bismillahi) niyâzla eğil (Subhanallahi), niyâzla doğrul (ALLAHÜEKBER), niyâzla geç (Elhamdülillah)...
Naz ise sistemin sahibinin hakkıdır....

İnsanoğlu özündeki emânete mârifet-i Muhammedîyye ile ulaşır şahsî şifrelerini bulur, bilir ve emredileni yaşar ve şâhidi olur...
Onun için şerîat ve tarikat aslında meşk yolu olup; kulun tercih, gayret ve çabası esastır.
Esas seyr budur.
Seyr; insanın kendi kaderini mutlak kendinin yaşaması gibi sadece ve yalnız kendisinin teslimiyyet yürüyüşüdür.
Mârifet ve hakikat ise aşk yoludur.
Rabbü'l-âlemin'den abdine ilâhî cezbe ve teslimiyyet sülûkudur. "İle"likten "bile"liğe geçiştir.

Kulun gayreti,
ALLAH Dostlarının himmeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şerefli şefâati ve
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in hakk ve hayr hidâyeti birleştimi yolda yoran engeller yerle bir, uzaklar yakîn ve hayaller gerçek olur...

İşte bu aşkın yolu çile yoludur...
Muhabbette nûrun anası nardır.
Cemâlî cennet, celâlî cehennemle çevrilidir...
"Lâ ilâhê "nin merkezinde "İLLALLAH"...
Madde ve mânânın masalı sanma...
Maverâsı bil Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın...

Resim--- O yüce sahibimiz Efendimiz, Ekremimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e madde bastırırsa: "Yâ Bilâl güzel sesinle bizi ferahlat..." buyururken; mânânın yoğunlaşmasında ise Aişe (radiyallahu anha) validemize: "Benimle konuş yâ Hümeyrâ..." buyuruyor...

Her nefesin imtihanı o nefese ait hızla gelip geçen rüzgâr gibi doğrusu... Ne varki câhil canın hicâbı (perdesi), kendi cehlidir.

Bilmem ki sesimi (sözümü) duyabiliyor musun?
Ben buradan söylerim de sen oradan duyarsın sanma...
Ses dalgaları derûnî sırlar taşır...
Ve her zerre yanı başındakine söyler...
Sıra sana gelince duyarsın...
Ondandır ki telefonun telleri vardır.
Şimdi hava zerreleriyle v.s. geliyor...
Boşlukta (mutlak vakumda) her türlü iletişim sıfırdır...
Ve her zerre ve her an işinin başında...
Ya sen...

ZEVK

Kim vurmuş dost Züleyhâ'yı, kanı yerde Yûsuf... Yûsuf....
El değmemiş sevgi narı atmış derde Yûsuf... Yûsuf?
Nedir kervan? Bu kör kuyu? Zehir mi zemzem mi suyu?
Vücûd, can Yûsuf'a gömlek, Yakub nerde: Yûsuf... Yûsuf...


İşte sıla (ibâdet) yolunda yolculuktan kesitler ve görüntüler...
Salât ise tüm ibâdetlerin direği ve imâmıdır.
Salâtsız sıla hasrettir....
Teslimiyyete salâvât, istikamete salât sılası bizim bilelik yolumuz ve görevimizdir...
Sadece salât değil ki kulluk...
Her yerde, her zaman her hâl ve her nefeste kulluk...
İlk nefesten son nefese kulluk ve işimiz ibâdet...
Tüm kâinâtı (sistemi), bizi, fiillerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Rabbü'l-âlemin bize; gerekli tüm ilim ve bilgileri verip, öğretici, eğitici ve tatbik ediciler gönderip tüm sistemini hizmetimize sunup, tek tercih imkânı tanıyıp da imtihan ediyor.
Biz tercih edince dileğimizi halk ediyor. Yeni doğmuş bebeği; dondurucu soğuğa terk etmeyi tercih eden vicdânsızın bu eylemini halk edip, bebeği dondurup öldüren ALLAH Tealâ Sünnetullah, Emrullah ve tehdidleri gereği bu işi yapanın yakasına "merhametsiz..." diye yapışıp tüm canlıları öldürmüş gibi cezâlandırıyor...
Tercih çok çok önemli...
Bu tevhid yolunda iki ata binilmez. İki ata binenlerin ise maddî-manevî, parça parça hüsrân olmaları göz açıp kapayıncaya kadar bile sürmez...

Sevil kız söylemişti: "Baba... Üveys dedi ki: Ölümü, yattığında yastığının altında; kalktığında önünde bil..."
Ne güzel söylemiş meşhur ve mübârek Muhammedî Ûveys (kaddasallahu sırrıhu) Hazretleri...

Resim--- "Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ine ibâdet (kulluk) et!"
(Hicr 15/99)

Ve asla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bilelik bâsireti olan Fırka-i Nâciye yolundan ayrılma:

Resim--- "(Resûlüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ALLAH'a çağırıyorum! Ben ve bana tâbi' olanlar (uyanlar) aydınlık bir yol (basîret) üzerindeyiz. ALLAH'ı (ortak v.s.dan), tenzih ederim! Ve ben mûşriklerden değilim."
(Yûsuf 12/108)

Bu yol açık seçik sırat-ı müstakîm üzere; tefritsiz, ifratsız ve i'tidâl üzere imtihan ve kemâlât yoludur.
Tekemmül ise emredilen ve dışına kaçılamayan kaderdir...

Resim--- "Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunay olmuş aya yemin ederim ki hâlden hâle geçersiniz."
(İnşikak 84/16-19)

"Le terkebünne tabakan an tabakin": Muhakkak, kesinlikle tabaka tabaka terekkûb edersiniz.

Terekkûb: karışıp birleşme, meydana gelmedir. Maddî ve manevî hâlden hâle geçip (tabaka-tabaka) her hâlde hâl bulma, meydana gelmedir. Nefsin letâif tabakalarındaki Muhammedî tekemmül kademeleri...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.7. İBÂDET İMTİHANI

İnsan aklı tatmîn olup kesin inansın ki hiç aklımızdan çıkmasın, hakkı ve hayrı tercih edip bâtıl ve şerri reddedelim.
Son sözümüz olan tevhid şehâdeti, ilk sözümüz olan tevhid sözümüze uysun; ALLAH katında takvâ sahibi, ikrâm edilmiş (Hucurât 49/13 bkz.) ve RABB'ımizin Muhammedî kullarından, Muhammedî teslimiyyet ve ilâhî istikamette olalım diye imkânla imtihan için son kez Kur'ân-ı Kerîm'imizin hidâyet kaynaklarından kana kana içelim:

Resim--- "Onlar ki görmedikleri (var, ancak görülmeyen: gaib) hâlde Rabblerine candan saygı (haşyet) gösterirler. Yine onlar kıyâmetten korkan kimselerdir.İşte bu (Kur'ân)da, bizim indirdiğimiz mübârek (hayırlı ve faydalı) bir zikir (öğüt) dir. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?." (Enbiyâ 21/49-50)

Resim--- "Her canlı ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayrla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz ancak bize dönrülüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

Resim--- "Biz kıyâmet günü için adelet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez (yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu (adâlet terâzisine) getiririz. Hesab gören olarak Biz (herkese) yeteriz." (Enbiyâ 21/47)

Resim--- "İnsanlar; imtihandan geçirilmeden, sadece "imân ettik!" demeleriyle bırakılı vereceklerini mi sandılar." (Ankebut 29/2)

Resim--- "Eğer inkâr ederseniz. Şüphesiz ALLAH, size muhtaç değildir. Bununla beraber o, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder, hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekemez. Nihâyet hepinizin dönüp gidişi, RABB'inizedir, yaptıklarınızı o size haber verir. Çünkü o sadrların (göğüslerdeki, kalblerdeki) sahib olduğu herşeyi hakkıyla bilendir." (Zümer 39/7)

Resim--- "Taguta kulluk etmekten kaçınıp, ALLAH'a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte ALLAH'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahibleri de onlardır." (Zümer 39/17-18)

Tagut: Firavunluğa kalkışan azgınlardır...

Unutma ki; kâfir küfrünü ALLAH Tealâ'nın rızasıyla değil iradesi ile yapar! Rıza: gazabı terketmektir.

Şükür ise: lisanen söz, kalben inanç ve bedenen amelle tamdır.

Resim--- ".... Fakat (ALLAH) sizi birbirinizle denemek ister...." (Muhammed 47/4)

Resim--- "Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kalbilelere ayırdık. Muhakkak ki ALLAH yanında en değerli (ekrem) olanınız, O'ndan en çok korkanınız şüphesiz ALLAH bilendir, her şeyden haberdârdır." (Hucurât 49/13)

Resim--- "İmân eden ve soylarından gelenlerde imânda onlara tâbi' olanlar (var ya!) İşte Biz, zürriyetlerini (nesillerini) de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.." (Tûr 52/21)

Rehin: borca karşılık güvence, teminâttır.

Kişiye verilen maddî-manevî âmenet ni'metlerin (hakkın) karşılığında kulluk görevi (imân, sâlih amel, güzel ahlâk, iyi hâl) bilinmekteydi...

Resim--- "Bilsin ki insan, kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm 53/39)

Saa: çalışmak, iş işlemektir. Herkesin yaptığı kendi hesabınadır.

Resim--- ".... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan sakıın, ALLAH'dan korkun. Çünkü azabı çetindir." (Haşr 59/7)

Resim--- "O ki hanginizin daha güzel amel edeceğini (daha güzel davranacağını) sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Mutlak Galib, çok bağışlayıcıdır." (Mülk 67/2)

Belâ: denemek, tecrübe etmektir. Kural koyup, imkân tanıyıp imtihan etmektir. Çok amel buyurulmayıp; ahsen amel, şerîatın belirlediği en güzel ameller buyuruluyor.

Resim--- "Ey insan! Seni yaratıp, seni düzgün ve dengeli (seviyeli) kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren (sûret veren, terkib eden), ihsânı bol RABB'ıne karşı seni aldatan nedir?" (İnfitâr 82/6-7)

Resim--- "Doğrusu günahkarların (füccâr) yazısı, muhakkak siccînde olmaktır. Siccîn nedir bilir misin? (o günahların yazısı) Amellerin sayılıp yazıldığı bir kitabdır." (Mutaffifin 83/7-9)

Kitabun merkum: rakamlanmış kitab...
Rakm: tescil etmek, yazmaktır. Kalbi paslanmış (ran), mühürlenmiş (tab') ve kilitlenmiş kılıflanmış (akfal) olanların vay hâline...

Resim--- "O gün vay hâline yalancıların." (Mutaffifin 83/10)

Resim--- "Andolsun iyilerin (Ebrâr) kitabı illiyyûn'dadır. İllûyyun nedir bilir misin? (O, illiyyûndaki kitab) içinde ameller kaydedilmiş bir kitabdır. O kitabı ALLAH'a yakın olan (mukarrebunlar) görür (müşâhede eder). Ebrâr kesinkes cennettedir." (Mütaffifun 83/18-22)

Tüm bu anlatılanlara ve daha nice âyetlere ve fiilen yaşananlara rağmen zıdlar âleminde insanlar bâtılı ve şerri tercih ederse;

Resim--- "Muhakkak Biz, bu Kur'ân'da insanlara her türlü misâli çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler (dayattılar.)." (İsrâ 17/89)

Mesel: güzellik, acaiblik, nefsi çeken eşsiz mânâ. Fe ebâ: dayattı, direndi. Bu fiil şeytân için kullanılmıştır. İnsanın bilerek ve isteyerek direnmesi sebebiyle bu âyette buyurulmuştur.

Resim--- "Şüphesiz ALLAH katında debelenenlerin (canlı) en şerlisi (kötüsü) akletmeyen (düşünmeyen) sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal 8/22)

Devâb: sadece hayvan gibi debelenen câhiller. Câhili ise elbisesi kefen olan bir ölü say...
ALLAH Tealâ; kuluna bahşettiği akılla akletmeyi, kulunun kişisel tercih ve imtihanına bırakmıştır. Akıl; şerîat düzeninde öğretip, eğiterek, yükselmeye fıtraten uygun olduğu gibi, şeytânın işgâline geçerse tersi olup alçakların alcağına inmeye fıtraten uygundur.

Resim--- "Şüplesiz ki ALLAH katında debelenen canlıların en şerlisi kâfir olanlardır. Çünkü onlar imân etmezler" (Enfal 8/55)
de'b: aslında bir şeyi veya işi sürdürüp yorulmaktır. Canlıların tam târifi.
Dabbe: canlı demektir.

Azîz kardeşim;
Muhammedî oluş şuûruna ulaşım, ana hatta bağlanış ve ilâhî uyanış, işin başı ve kurtuluşa illk adımdır.
Muhammedî Kâmil mü'min; ayıkıp uyanınca oturup bir durum değerlendirmesi yapar. Kendi letâiflerini cem' edip Muhammedî muhabbet ve merhamet meclisini kurar...
Geçmişi için yapabileeği iki şey kalmıştır; birisi kul hakkı olup bunun yolu helalleşmektir.
İkincisi HAKK (celle celâluhu) hakkı ki bunun yolu ise Nasuh Tevbesi (Tahrîm 66/8) olup tevbe ve istiğfâr eder.
Gelecek için ise hiçbir bilgisi yoktur. Yapabileceği emredildiği üzere hakkın ve hayrın kendisine tahakkuku için Rabbü'l-âlemin'e dua etmektir:

Resim--- "RABB'iniz şöyle buyurdu: Bana dua edin icâbet (kabul) edeyim. Çünkü Bana ibâdeti (kulluğu) bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir." (Mü'min 40/60)
Dâhirîn: aşağılanmış, hor ve hakir kılınmış.

Elbette dua edecek elin, ağzın ve özün paklığı ve duanın içeriği de çok önemlidir.

Beyâzid-i Bestami (kaddasallahu sırrıhu): "Bir gece ALLAH'a dua ederken soğuktan elimin birini çıkarıp açtım. Diğeri içeride idi. Rüyâmda sadece dışarıdaki elim nûr doluydu ve: "İsteyen el doldu, istemeyen boş kaldı..." dendi. buyuruyor...

Şu an, şimdi dediğimiz ve nefes alıp verdiğimiz ve bize tahsis edilen en kısa ve en uzun zaman diliminde kul için önemli olan tercih etme, imtihan olma ve sonucu bekleme hâlidir. "Olan"ları Hükm-ü HAKKbilip şükür ve sabırda olmak Muhammedî Mü'minlerin başarabileceği Azîm bir iştir. Nedir Hükm-ü HAKK?

Resim--- "De ki:..... Hüküm ancak ALLAH'ındır. O hakkı anlatır ve O doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (En'âm 6/57)

Resim--- "Sonra insanlar gerçek sahibleri olan ALLAH'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur. Ve O hesab görenlerin en çabuğu (seri'si, hızlısı) dur." (En'âm 6/62)

İnsanı var eden ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL imtihan işi bitince geri döndürüyor. Bu hüküm O'nun ve ortağı da yoktur.

Resim--- "O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf (Kahhariyyet) sahibidir." (En'âm 6/61)

Keyfiyetçe ve kudretçe Fevkiyyet ve Kahhariyyet sahibi olan tek sahibimiz Subhan ALLAH Tealâ; durmadan ve diledikçe yaratıp halk etmekle "yokluk kavramını" kahretmekte...
Her an bozup yok etmekle izâfî varlığı kahretmekte; zıdların zevk cümbüşünde ise izâfî yönleri kahretmektedir...
Şimdi, şu anda dünyanın altında mı, üstünde miyiz? Sorusuna ilim sahibi güler ve: "neye göre?" der...
Burada saat 08:00 iken Kore'de saat kaç?
Yine aynı cevâb...
Ayda saat kaç? Zıdların islâhı, sülhû ve iflâhı ise tevhiddir...
Zıdlar birbirlerine tamamlayan bir bütündür.

Bakınız:

Beden : halk âleminden en kesif, en yoğun, suflî, zulmânî, beslenip bakılmaya ve diriliğe muhtaç cismanî olup şartları sağlanmaz ise bozuşup, kokuşup yok olur. Beden bizim kabımız ve herşeyimizi koruyan ve işi yapan letâifimizdir.

Ruh : emr âleminden, lâtif, saf, ulvî, nûranî, dışardan bir şey beklemeyen ve bir şey yapılamayan, ölümsüz, bâki ve tertemiz bir letâifimizdir.

Diriliğin aslı ise ruhun, beden birliğni koruması ve onunla hayy oluştur.

Nefs ise: ikisi arasındaki hatta bedenin imkânlarının altında hayvandan aşağı inebilen veya ruhîleşip sır, hafî, ahfâ ve akdesî duruma ulaşabilen baş rol oyuncumuzdur...
Beden, nefse her türlü fiili iş (amel yapma) imkânlarını sağlarken; ruh ise nefse ilâhî bilgi vericisi ve ebedî saâdet çağırıcıısıdır.
Bedenin cismî oluşumunu sağlayan diriliğin fizikî gereçleri olan dört unsuru toprak (gıda), su (katalizör), hava (temizleyici) ve ateş (her türlü vücûdî enerjiler) in tevhidi ve birliktelikleri Kahrullahla mümkündür...
Sistemin tek ustası gerçekten akıllara durgunluk veriyor...

Mükemmel kâmil tevhidimiz ise; tüm letâiflerin sırat-ı müstakîm ipine dizilircesine teslimiyyet ve istikamet üzere Emrullahı uygulamalarının isbatı ve şehâdetidir.
Muradullah budur...
Göz, gez, arpacık, hedef ve atış!..
Yeri gelmiş iken Hükm-ü Hakk'ın, "Olan"ın, kûn fe yekun'un şimdi, şu anda icrâ'sı ve işlenmesi olan (şe'n, şeen) Şuyunullahdan birazcık da olsa zevk edelim...
Şuûn : (şe'n'in çoğulu): işler, yeni çıkan işler, yeni benlikler, hadiseler, olaylar. "An"ın "zaman" oluşumu.
Şuûnât ise : şuûnun çoğulu: hadiseler, olanlar....

Birkaç Kur'ânî misalle:
Resim--- "Göklerde ve yerde olanlar (herkes, herşey) O'ndan isterler. O her an bir şe'nde (yaratma hâlinde, yeni bir tecellîde) dir." (Rahmân 55/29)

Seele: sormak, suâl etmek, dille veya hâlle istemek, hacetini ihtiyacını arz etmektir.
Şe'n: iş, hâldir. Dost diliyle: Nûrullahın; şuhûda çıkışı şehâdet tecellîsidir. Geçici ve izâfî olarak enelik (benlik) kazanıp sonra geri dönmesi ve sönmesidir.: "Kûn!: Ol!" emriyle; Kâf, Nun'a varmadan var olan ve yok olanın bu oluşları tıpkı nabız atışı gibi: Kûn fe yekûn... Kûn fe yekûn... "Ol... derhâl olur..."lar zinciri Şeenullahdır.
İrfan bağının goncagüllerinden olan şe'n bahsi âriflerin seyrangâhıdır. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL hiçbir şeyi iki kere kullanmaz...
Yok eder, var eder...
Bize ise sürekli gözükür. Sürekli sanılan elektrik mekik akımı gibi. "Bir saniye önceki siz, şu andaki siz değilsiniz." derken o dahi gitti yenisi geldi...
Daha başka, daha yaşlı, şöyle ya da böyle...
Hiçbir mahlûk aynı anda, aynı yerde ve aynı hâlde asla kalamaz...
Mutlak istikrar, bozulmayan denge, düzen, dünek ve hâl Rabbü'l-âlemin'e aittir...

Resim--- "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler (umur) ancak O'na döndürülür." (Hadid 57/5)

Resim--- "Şüphesiz ki O, ilk olarak yaratan ve tekrar iâde eden (dirilten) in ta kendisidir." (Burûc 85/13)

Mübdî': ilk baştan yaratıp ortaya çıkandır.
Muîd : yok olduktan sonra tekrar eski hâline getirendir. İâde edendir.

Resim--- "ALLAH,, gökten yere kadar her işi düzenli yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl kadar olan bir günde onun nezdine çıkar. " (Secde 32/5)

Tedbir: işleri, başlangıcı ve sonucu itibârıyle sevk-ü idâre ile takdir edip yönetmektir.
Emr: halkına emri kesinlikle geçen, Kahhar olan El Halik (celle celâluhu) dan inendir.
Amel: emrin gereği işlenen işler (umûr)

Emrî tedbir (oluşumunu temin) eden Rabbü'l-âlemin...
Elbette bu "Emr"in kâinâtta işleyişi, insanoğlunun keyfi işleri gibi rastgeleye veya ağır çekim değildir...

Meni (nutfe) Gıda Hayvansal Bitkisel Toprak kuralı tüm canlıları kapsar...

İnsan spermi (dölü), timsah yumurtası, incir çekirdeği v.s. tümü ilâhî sistemde ilâhî emrin gereğini derhâl yerine getirirler...
Emr Âlemi Ruhlar Âlemi Gölgeler Âlemi (maddî)...

Resim--- "(Onlar mı hayırlı?) Yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? ALLAH'dan başka bir ilâh mı var! Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilininizi getirin!" (Neml 27/64)

Tekrar Hükm-ü Hakk'a dönelim:

Resim--- "Mücrim (suçlu) lerin hoşuna gitmese de ALLAH, kendi sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır." (Yûnus 10/82)

İhkak-ı hak: Hakkın hakk olduğu Hakkın Hakk kılınmasıdır.

Resim--- ".....Hüküm ALLAH'dan başkasının değildir. (onun için) Ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar." (Yûsuf 12/67)

Hükm: ilzam etmek, gerektirmek, zıddını yasaklamak.
Hakeme: hayvan geminin ağızlığı olup gem ile hayvanın yanlış hareketi önlenir.

Resim--- "ALLAH hak ile (adâletle) hükmeder. O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz ALLAH hakkıyla işiten ve görendir." (Mü'min 40/20)

Resim--- "Sen RABB'ının hükmünü sabırla bekle....." (Kalem 68/48)

Olanı (Kûn!), hakk bilip aklın gereğince azmedip sonuçta ALLAH Tealâ'mıza tevekkül etmek.
Razı olup şükür veya sabırda olmak Fırka-i Naciye yoludur.
İyi-hoş da insanların çılgınca yiyip, içip ve tepindiği bu âlemde anlatılan tarzda çilekeş hayatın sonunda cennet var, başka neler var?
Bu çok doğru sorunun cevâbı ciddden var ancak anlayıp da anlatılması zor...
"Tadan bilir... Yaşa da gör... Ârif olan anlasın... Ehline ma'lûm... vs." Yollarına kaçmadan: dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde; hikmet, yakîn, rûyet ve cemâlden de zevk edeceğiz...

Böylesine hassas konuları yine Kur'ân-ı Kerîm'le konuşacağız:

Resim--- "Rabbim! Bana hikmet hibe et (ver) ve beni sâlihler arasına kat." (Şuâra 26/83)

Hükümden hikmet: tefekkür gücü, nazarî kuvvet, eşyânın hakikatini tanıma, sözdeki sohbet sırrına erme ve sahiblenme, hâl ilmi, Mârifetullahı zevk. Zât-sıfat-esmâ-eşyâ bilgisi...
Salâh: insan nefsinin aklî gücünün ifrat ve tefrit hatalarına düşmeden ortalarından geçen dümdüz sırat-ı müstakîm ve Fırka-i Nâciye yolunda dengede durma ve seyr-ü-süluktür.
Bu yolun yolcuları ise hâlis muhlis sâlihlerdir.
Hiç sapmayan ince ayarlılar ise yakîn ehli olan mukarrebunlardır.

Resim--- "Evlerinizde okunan ALLAH'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ALLAH herşeyin iç yüzünü bilen (lâtifen), ve her şeyden haberi olan (hâbiran) dır." (Ahzab 33/34)

Hikmetin; âyetlerin içindeki dakaik (incelikler) ve hakaik (hakikatlar) olduğunu anlamışsındır...

Âyet Resim Hikmet Resim Kudret Resim Vahdet
(söz) Resim (sohbet) Resim (zevk) Resim (hazz)

Yakin ise, Rabbü'l-âlemin kuluna yakındır

Resim--- "Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından (Habli'l-verid: tutunduğu tek ip) daha yakınız." (Kâf 50/16)
Verede: gelmek, hazır olmak.
Verid: tek olan demek iken içinden kan geçen ve bedenin her yerine ulaşıp, her hücreye hayat taşımasından dolayı hayata bağlayan tek ip: şah damarı denmiştir. İşin esası olup bizi hayata bağlayan ve varlığımızın bağı olan tek bağ ne ise odur... Nefsin fısıldadığı ise akla gelendir.

Resim--- "Hele can boğaza dayandığı zaman. O vakit siz bakar durusunuz. (O anda) Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz." (Vakı'a 56/83-85)

Resim--- ".... Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. ALLAH yaptıklarınızı görür." (Hadid 57/4)

Resim--- "Göklerde ve yerde olanları ALLAH'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, Onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu ALLAH herşeyi bilendir." (Mücâdele 58/7)

İlk iki âyette Kurbiyyet Yakınlığı, son iki âyette Mâiyyet Yakınlığı vardır. Kurbiyyet, kişiye kendinden de yakınlıktır.
Kurbiyyete mazhar olan Muhammedî, gaibî (olduğu hâlde gözükmeyen) imânını, şuhûdî hâle getirip Rabbü'l-âlemin'i tüm ibâdet ve yaşamında Hazır, Nazır ve Murakıb (gözetleyici) bilir.
Ve ciddîyetle, samîmîyyetle kulluk yapar.
Sürekli hesablarını gözden geçirir durur.
Dâima O'nun rızasını kollar ve dinini sadece ALLAH (celle celâluhu)'ya tahsis eder. Hakk'a haşyeti (samîmî saygısı) ve muhabbetinde sadakatı sağlam, halkına karşı ise merhameti ve hasbî hizmeti tamdır.
Ellerinden iyilikten başka bir şey gelmez.
Düşmanları ise şeytândır.
Gazaba sabır; cehle hilm ve kötülüğe afla yaklaşırlar.
Uyuyan, uyurgezer ve kötü ahlâk ve amel sarhoşlarına Muhammedî hasbî hizmet sunmak samîmî sevdâlarıdır....

Resim--- "İyilikle 'hasenât) kötülük (seyyiât) bir (seviyede) olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasındaki düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost olur. Buna (güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak azîm hazz (hayrdan büyük nâsib) sahibi olan kimse kavuşturulur." (Fussilet 41/34-35)

Hazz: hoşlanma, zevklenme, sevinç duyma, memnunluk, baht, pay, nâsib, saâdet, kıymettir. Sözün, sohbetin ve zevkin süzülmüş özü ve hakikatıdır tasavvufta...
Bahsedilen önemli hususun; i'tibar, izzet ve şanına iştiraki ve ruhî fazîlet ve kuvveti içerir.
Onun için özü Muhammedî Nûra kavuşanlar; gittikleri her yere güneş gibi ışık, yağmur gibi rahmet, rüzgar gibi rahatlık ve toprak gibi bereket taşırlar.
Özlenirler ve gözlenirler...
Alış verişleri HAKK (celle celâluhu) ile olup, halktan alacakları yoktur. Halka verebilecekleri ise genellikle hasbî hizmettir.
Zâten çoğu kalender ve mütevâzidirler...

Azîzim Muhammedî İmam Ali (keremullahi veche) nin canı, kelle tiriti (paça çorbası) istemiş...
Fatımatü'l-Zehra annemiz (aleyha's-selâm)'a çarşıdan alıp getirmiş. İkisi de oruç. Kelle pişmiş, kemik ayıklanıp ekmek üzerine dökülmüş ve iftar vakti beklenirken yakın akraba bir zât gelip "açız..." demiş, alıp götürmüş...
Kendileri bir şeylerle iftar etmişler. İkinci gün yine aynı şeyler ve aynı vakitte bir başkası gelip: "yetimiz ve açız..." deyince yine infâk etmişler....
Kendileri aç...
Üçüncü gün yine son anda gelen bir zât: "Ben yolcuyum ve açım..." demiş ve bir oturuşta tümünü silip süpürmüştür...
Cebrail (aleyhi's-selâm) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e hemen haber vermiştir ki: üç kimse de Cebrail (aleyhi's-selâm) imiş...
İşte İnsan Sûresinin indiriliş sebebi...
Hadis-i şerîfin aslını şu anda denkleştiremedim. Ancak var idi.
Ben aklımda kalanı yazdım.
İmamı Ali (keremullahi veche) çok yüce şahsiyet ve Muhammedî meşrebdir.
Tıpkı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi yaşamıştır. Ömrü ilimle ve cihâdla geçmiştir.
Hiç zengin olamamış, vakit bulamamış ve vaziyeti idâre etmiştir.

Ancak; olandan verişi ve müstesnâ hâli ona ve Ehl-i Beyte mahsusdur:


Resim--- "Onlar, kendi canları çekmesine rağmen (ALLAH sevgisiyle, seve seve) yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi ALLAH rızası için doyuruyoruz (yediriyoruz) Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz." (İnsan 76/7-8)

Kısacası ve açıkcası Muhammedî hasbî hizmet hârikadır ve hâl işidir...

Fakih: hükmü bilen, Âlim: sıfatı bilen.
Hükemâ: Zâtı bilendir.
Hikmet ehli olan Muhammedîlerin hasbî hizmeti: bedenen, tâat; lisanen, hakk ve hayrı ikrar; kalben, Mârifetullah ve ruhen Haşyetullah olan sâlih ameldir.
Bunu ise sadece ve sadece Livechillah için yaparlar.
Böylesine bedeli biçilemeyen bir "Ebrâr" lıkta sabreden ve Muhammedî oluş şuûruna ulaşanlarda: Ben, sen, o yoktur ve "BİZ" vardır...
Biz ise hamdolsun Muhammedîyiz.
Geçene tevbemiz, gelene duamız ve şu anda olana rızamız bir ve tektir... Muhammedî teslimiyyetle buluşan ve kenetlenen ellerimiz, birbirine kavuşan kalblerimiz ve zâten bir olan ruhumuzun tek tevhidi istikametiyle ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'edir.
Livechillah... ALLAH için.... ALLAH rızası için...
Vechillahi açıklamak çok zor çok...
Rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır Hocanın meâlinde ALLAH'ın yüzü denmiştir. Cemâlullah...

Resim--- "O hâlde yakınlılğı olana da hakkını ver, yoksula da yolcuya da... ALLAH'ın yüzünü (Vechullah) isteyenler için O daha hayırlıdır. Kurtuluşa eren (muflihun) ler işte onlardır.İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz, ALLAH katında artmaz; ALLAH'ın yüzünü dileyerek verdiğiniz zekât ise, katlayanlar (kat kat artıranlar) işte onlardır." (Rum 30/38-39)

Resim--- "Hayır, hayır! Onların kazançları kalblerinin üzerine pas (ran) bağlamıştır." (Mutaffifin 83/14)
Reyn, ran: parlak şeyin üzerindeki engelleyici pastır. Kalbe galebe çalıp istîlâ'be eder.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Demirin past tutması gibi kalbler de pas tutar. Onları Kur'ân okumak ve ALLAH'ı zikretmek parlatır." buyurmuştur.
(İbni Adiyy)

Resim--- "Hayır, hayır! Doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrum kalacaklardır." (Mutaffifin 83/15)

Tefsir âlimlerimiz bu âyeti mü'minlerin ALLAH'ı göreceklerine delil saymışlardır.

Resim--- "Nice yüzler o gün ışılar, parlar... Rablerine bakarlar." (Kıyâmet 75/22-23)

Resim--- "Ve o anda hiç kimsenin mükâfât edilecek bir ni'meti yoktur. Ancak yüceler yücesi RABB'ının rızasını (vechi Rabbihi) aramak için verir. Ve mutlaka o hoşnutluğa (rızaya) erecektir." (Leyl 92/19-21)

Ebu Bekir (radiyallahu anhu) köle olan Bilal-i Habeşî (radiyallahu anhu) satın alıp karşılıksız azad edince bu âyetlerin indiği rivâyet edilmiştir.
Bu âyeti celile ibâdetin hedefini tek nokta hâlinde belirlemiştir ki: LİVECHİLLAH....

Cemâlullah ve Rüyetullahla ilgili hadis-i şerîfler de vardır:

Resim--- Cerir İbni Abdillah (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dolunay (bedr) gecesi aya baktı ve: "Siz şu ayı gördüğünüz gibi RABB'inizi de aynen (perdesiz, âşikâr, meydanda) göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz. Artık güneşin doğup ve batmasından önce hiçbir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazı vaktinde mutlaka kılın.)" Sonra (şu âyeti) okudu: "RABB'ini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et."
(Tâhâ 20/13) (Buharî, Mevakitü's-Salât 6,26; Müslim, Mesacid 211 (633); Ebu Dâvud Sünen 20 (4729); Tirmizî Cennet 16 (2554)

Resim--- Suheyb (radiyallahu anhu) dan:Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennetlikler cennete girince ALLAH Tealâ: "Bir şey daha istiyorsanız söyleyin onu da ilâveten vereyim!" buyurur. Cennettekiler: "Bizim yüzlerimizi ak (parlak) etmedin mi? Sen bizi cennete dahil etmedin mi? Sen bizi ateşten kurtarmadın mı?" derler. "Derhâl perde kalksın!" buyurur. Onlara, Rableri Tebareke ve Tealâ'ya bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir." Sonra şu âyet-i celileyi tilâvet buyurdu: "İyi işler yapanlara daha güzeli; bir de fazlası vardır..."
(Yûnus 10/26) (Müslim, İmân 297 (181); Tirmizî, Cennet 16 (2555)

Resim--- Ebu Zerr (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'e: "Sen Rabb Tealâ'nı hiç gördüm mü?" diye sordum. "Nûrdur, ben O'nu nasıl görürüm!" buyurdu.
(Müslim, İmân 291 (178); Tirmizî, Tefsir Necm (3278)

Müslimin rivâyetinde ise: "bir nûr gördüm" buyurmuştur.

Resim--- Mesruk Rahîmehullah anlatıyor: Aişe (radiyallahu anha)'ya dedim ki: "Ey anneciğim Muhammed (Sav) RABB'ıni gördü mü?" Dedi ki: "Söylediğin şeyden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana "Muhammed RABB'ini gördü" derse yalan söylemiş olur. Sonra şu âyeti okudu: "O'nu gözler idrak edemez. O ise gözleri idrak eder." (En'âm 6/103) devâmla dedi ki: "Kim sana derse ki "Muhammed yarın olacak şeyi bilir" yalan söylemiştir. Sonra şu âyeti okudu: "Hiçbir nefs yarın ne kesb edeceğini bilemiz." (Lokman 31/34) Kim sana Muhammed'in vahyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Sonra şu âyeti okudu: "Ey Peygamber! Sana RABB'ınden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah'ın risâletini tebliğ etmiş olmazsın." (Mâide 5/67). Lâkin Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Cibril'i aslî sûretinde iki sefer görmüştür. " (Buharî, Tefsir Mâide 7; Müslim, İmân 287 (177); Tirmizî, Tefsir En'âm (3070)

Resim--- İbni Abbas (radiyallahu anhu)'dan: "Hulle (ateşde yanmayan) ile Hz. İbrâhim'in; kelâm ile Hz. Musa'nın rûyet (görmek) le de Hz. Muhammed'in mümtaz kılınmasına hayret mi ediyorsunuz?" demiştir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şuphesiz ki ALLAH uyumaz. Zâten uyku O'nun şanına lâyık değildir. O kıstı (terazi) indirir, kaldırır. Kullarının; gündüz amelinden önce gece ameli, gece amelinden önce gündüz ameli O'na (katına) yükseltilir. O'nun perdesi (hicabı) nûrdur. Eğer (ALLAH) o hicabı açsaydı Celâl ve Cemâli O'nun gördüğü (O'nu gören) mahlûkatı yakardı." buyurdu.
(Musa el Eşâri (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 195)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kabları ve içindekileri (eşyâ) gümüşden iki cennet vardır. Kabları ve içindekileri altından iki cennet daha vardır. Adn Cenneti ehli ile bunların Rabbleri Tebareke ve Tealâ'ya bakmaları arasında (ALLAH'ın zâti) kibriyâ ridâsı (vasfı)ndan başka bir engel yoktur." buyurdu.
(Abdullah bin Kays, Ebu Musa el Eşari (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 186, Ayrıca Buharîî, Tevhid 24; Müslim, İmân 76)

Resim--- Suheyb (radiyallahu anhu)'dan:Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İyi işler yapanlara daha güzeli (cennet), bir de fazlası (Cemâlullah) vardır." (Yûnus 10/26) âyetini okudu ve: "Cennet ehli cennete, ateş ehli ateşe girdiklerinde bir dâvetçi: "Ey Cennet ehli! Şüphesiz ALLAH katında sizin için bir va'ad vardır. (ALLAH) O va'dini size tamamlamak diler!" diye çağırır. Cennet ehli ise: "O (va'ad) nedir? ALLAH mîzânlarımızı (hasenâtla) ağırlaştırmadı mı? yüzlerimiz ağartmadı mı? ve cennete dahil etmedi mi? ve bizi ateş (cehennem) den kurtarmadı mı?" derler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bunun üzerine (ALLAH yüce zâti ile kulları arasındaki) hicabı (perdeyi) açar da cennet ehli O'na bakakalırlar. ALLAH'a andolsun ki ALLAH, cennet ehline zâtına bakmaktan daha sevilen (sevimli ve gözleri doyurucu) bir şey (ni'met) onlara vermemiştir.!" buyurdu.
(İbni Mâce, Mukaddime 187)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden hiç kimse yoktur ki., RABB'ı (âhiret günü) kendisi ile konuşacak olmasın. (Rabbi ile kulu) aralarında tercüman bulunmayacaktır. Bu esnada kul sağına bakar, önceden takdim ettiği (gönderdiği, sunduğu) amelinden başka bir şey göremez. Sonra sol tarafına bakar takdim ettiği amelinden başka bir şey göremez. Daha sonra önüne bakar, onu cehennem ateşi karşılar. Sizden kim cehennem ateşinden bir hurma tanesinin yarısı ile de olsa korunabilirse bunu yapsın..." buyurdu.
(İbni Mâce, Mukaddime 185, Adiyy bin Hatim-i Tâi (ra)dan; aynı râviden Buharî, Rikak ve Zekât'ta; Müslim, Zekât'ta rivâyet ettiler.)

Resim--- Ebu Musa el Eşari (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aramızda ayağa kalktı.İçinde aşağıdaki ifâdenin de bulunduğu şu cümleyi bize buyurdu: "O'nun (ALLAH'ın) hicabı nûrdur. ALLAH eğer o nûru açsaydı vechinin nûraniyyeti müşâhadesinin ihata ettiği bütün yaratıkları yakardı."
(Müslim, İmân 293)

Resim--- Abdillah ibni Abbas (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbim bana bu gece en güzel sûretle geldi." (Tirmizî, Tefsir 39/3233)

Resim--- Diğer bir rivayette ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Uyuklamaya başlamışdım ve uyku bastırmıştı kı RABB'ımı en güzel sûrette gördüm." buyurmuştur.
(Tirmizî, 39/3234)

Elbette bu rûyetleri (görüşleri) Muhammedî anlayışla anlamalıyız.
Hülûl (bir şeyin başka bir şeye girmesi) ve ittahad (birleşme) olmaksızın El HAKK (celle celâluhu)'nun halkına dilediğince tecellîsi şeklinde anlamak lâzımdır.
Yâni: mektubu yazan kimsenin mektubunda ya da konuşan kimsenin konuşmasındaki zuhûru gibi...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.8. EMRULLAH OLAN KULLUK


Azîz kardeşim;
Kur'ân-ı Kerîm'le Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bildirilen ve tüm insanların kesinlikle uyması istenen Emrullah bir bütündür.
Tek emir ise: "kulluk (ibâdet) et" tir.
Her zamanda her yerde ve her hâlde ve her nefeste kulluk edebilmekse çetin bir iştir. Ancak insanın fıtrî yapısı tüm letâif sistemi ile buna uygun kıvâmda (tavır, tarz, stil ve uygunluk) yaratılmıştır.
Muhamedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikat okullarında öğretim ve eğitim (duyma ve uyma) gören nefislerin hayatın ve meselenin aslını anlayarak kulluğu yaşaması daha kolaydır.
İnsan geçenle imtihan edilmekte, tevbe - istiğfâr istenmektedir.
Gelenle imtihan edilmekte samîmî dua istenmektedir.
Ve insan her nefeste "Olan"la imtihan edilmekte, hükm-ü hakk olan "Olan"a rıza istenip şükür veya sabır emredilmektedir. Kısacası sürekli, zamanların tümünde ibâdet emredilmektedir.
Tüm ibâdetlerin sigortası ise salâttır.
Salât ise naz, niyâz ve namazdır.
Onun için okumuş olduğumuz hadis-i şerîflerde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazın terkini küfre kadar götürmüştür.
Ne çare ki insanoğlu; dönmüyormuş gibi dönen devrânda (zeminde, dünyada); bitmeyecek miş gibi iken biten seyrânda (zamanda); bizim sandığımız, ancak kesinlikle emânet olan cevlânda (cisimdeki canda); bunca eşyâ, olay, zaman ve zann içindeki aklımız hayrânda iken bu ömür yarım nefeste bitecek ve bu kum saati susacaktır....

İlâhî sistem ve Muhammedî Fırka-i Nâciye yolunda yorulmadan, bıkıp usanmadan ve canla başla ibâdet seyr-ü-sülûku ise; bizim, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûruyla yolumuzu görüp el ele, can cana ve birlikte başarabileceğimiz can ve cennet yürüyüşü, yaşayışı ve imtihanıdır.
Cennet yolu insan nefsinin hevâ ve hevesine zor gözüken., zor gelen ve geçilmesi gereken gerçeklerle ve çevrili ve tenhadır.
Cehennem yolu ise; tam tersine şeytânın çıldırmış şamataları ve şeytânlaşmış insanların şuûrsuz çığlıkları içinde uçuruma koşanların çok olduğu, ecelsiz olduğunu sanan nefslerin emellerinin can attığı kalabalık bir ateş yoludur...
Bu hayat, doğan bebenin ilk çığlığından son nefesine kadar süren bir çile serüveni ve muhabbet macerasıdır.
Bu âlemdeki insanlar; yolun sonunda ikiye ayrılırlar.
Bir fırka nûra (cennete) diğer fırka ise nara (nekre), ateşe, cehenneme... Onun içindir ki bunca insan yaşarken ya âşıktır ya ahmaktır.
Âşık o ki; Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın ilâhi tebliğini duymuş teslim olmuş, imân etmiş, tâbi' olmuş ve itâat ederek uymuştur.
Fıtraten, aslen, zâten, ezelen, ebeden, zâhiren, bâtınen ve hakikaten Muhammedî olduğunun şuûruna ulaşıp farkına varıp uyanıp, ayıkıp hâli durumuna bakıp;
İlim-Edeb,
İrfân-Erkân,
İrade-İdrak ve
Fiilen-İştirakle emredilen kulluk görevine yönelen ve yaşayan müslim-mü'mindir.
Aklı kadar Âlim, Ârif, Kâmil ve Âşıktır.
Zâten imtihanı da imkânlarıyla sınırlıdır.
Ahmak ise aklına, kendisine ve karşılıksız bahşedilen imkânlarına her ne sebeble olursa olsun netice olarak ihânet edendir.
İhanetine sebeb gafleti, cehâleti, dalaleti olsa da farketmez.
Çünkü gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet İblisin sıfatlarıdır.
Rabbanî olan Rahmetenli'l-âlemin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî sıfatları bunların zıddı olup; uyanıklık, ilm-ü edeb ve irfân -ü- erkânla sırat-ı müstakîm üzere dostoğru ve sıdk-ü adl ile ibâdet etmektir.
Böylesine mükemmel, mükerrem, muhteşem ve mübârek olan Muhammedî meydanda, mecrâda, mâverada ve mahşerde seyr-ü sülûk, teslimiyyet ve istikamet kemâlâtı cidden çetin çilelerle geçilebilir ve gerçekleşibilir...

Resim--- "O ki hanginizin daha güzel davranacağını (ahsen-ü amel) sınamak (denemek) için ölümü (mevti) ve hayatı yaratmıştır. Ve o El AZÎZÜ'l-GAFÛRdur (mutlak galib ve çok bağışlayıcı) ." (Mülk 67/2)

Hayatı anlamsız bir var oluş "Heplik" ölümü ise mantıksız bir yok oluş "Hiçlik" sananlar ahmaklardır...
Zâten ahmaklık yapanlar imtihan ve yaşam yerlerini kendi kafalarına (hevâ, heves, hırs, tamah, emel v.s.) göre seçerler, yaşarlar ve sonucunu da; din, dünya ve âhiretlerinde görürler...
Âşıkların imtihan yerini, zamanını ve hâlini (oluş, bulunuş, durum, keyfiyet) ise ALLAH (celle celâluhu) seçer...
Doğru sözümü doğru anla!..
"Ben şunu-bunu asla yaparım ya da yapmam..." deme!.
Câhillerden olma!..

Nûh (aleyhi's-selâm)'ın başına gelenleri unutma!..

Geçen zaman içinde bendenize, çok çirkin işler içinde gözüken bir kişiye yaklaşıp, usûlünce (yol, yöntem, tertib, metod, nizam, kaide, düzen) hasbî hizmet edip ve uyarmamı isteyen Osman Baba'ya:
"Neden böylesi berbad (pis, fena, kirli) işleri hep bana yüklüyorsun... O şöyle kötü kimse, böyle bozuk kimse v.s." diye sızlandım.
Sabırla dinledi ve sonra:
"Ne zamandan beri Nûr-u Muhammed taşıyan direkler dillendi de yer beğenmiyor... Meyhânenin kapısını istemem beni Kâbe'nin kapısına dikin de hizmeti görün" diyor... Zifiri karanlıktaki meyhâneye ışık gerek ki her şeyi görsünler bilsinler, anlasınlar ve ayıksınlar... Işık nere lâzım oğul... Sen yiğit isen lâzım ve lâyık olan yerde doğru dürüst direk ol... Eğilip, bükülüp, kırılıp yatmadan; her zaman, her hâlde ve dikildiğin yerde, gönülden gönüle Nûr-u Muhammedî isâl ettir, sıla ettir ve aşkı akıt... Gerisi Rabbü'l-âlemin'in işi... vs."
demişdi de utanç içinde kalmıştım.

Bir başka zamanda ise: "Antalya'yı çok çirkin işlerin yapıldığı yer olduğu için terk edip Bursa'ya gitmeye karar verdim." dediğimde:
"Oğul! Sen Sebilillah (ALLAH için) su sâkisi (Muhammedî su dağıtıcısı) isen Kerbelâ Çölüne çık, bir damla su bin deve... Sen hasbî hizmetle HAKK için halkına beleş su sun... Hasan Dağı'ndaki pınarbaşında su satılmaz ve unutma ki en güzel güller gübreliklerde yetişir..."
buyurmuştu.

İşte Muhammedî Tasavvuf bunun için lâzım ve lâyıktır.
Muhammedî muhabbette güneş gibi ısı ve ışık kaynağı; merhamette yağmur gibi canı yaşatan-cismi yıkayan; hasbî hizmette toprak gibi bereketli ve hakikatte hava gibi her nefeste lâzım ve lâyık bir muhammedî kimse olmak ne hârika bir kulluktur.
Açık seçik bilmekte ve inanmaktayız ki yaptığımız her iyiliğe en az 10 misli iyilik bulacağız.

Ebrârlar : en iyilerdir.
Ebdâllar : halktan birisi gibi gözükürken bir Nebînin merşebini yaşatan Halilî, Halimî, Yûsufî, Eyubî v.s. dirler. Sonunda ise Muhammedîlerdir.
Ahyârlar : yaşayanların en hayırlıları.
Ahrarlar : masivâya (ALLAH'tan gayrısına) kulluktan azad olmuş Muhammedî hürlerdir.

İşte bundan dolayı Muhammedî muhabbet, merhamet ve hakikat şuûru ve nûruna ulaşanlar, hasbî hizmet surûru ve onuru içinde yaşarlar...
Tümü tüm canlılara elinden gelebilen iyilikleri ALLAH için (Livechillah) esirgemezler ve dâima işin sonunu ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in razısını düşünür ve dilerler. Komşusuyla hoş geçinir, derdiyle dertlenir ve neşesiylede neşelenirler.

Yetim ve kadın haklarına riayet ederler:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ım! Ben şu iki zayıfın hakkının zâyi edilmesinden (yitirilmesinden) insanları (şiddetle ve cidden) sakındırırım, men ederim: yetim ve kadın..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Sünen, Edeb 3678)

Gurbet ellerde kimsesiz gariblere yardım edip yâr ve yârân olurlar:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gurbet ölümü şehîdliktir." buyurmuştur.
(İbni Abbas (ra)dan; İbni Mâce, Sünen Cenâiz 1613)

Hakkın ve halkın hatırın sayan vefâkârlardır:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), münâfıkların başı Abdullah bin Ubey ölünce, onun oğlu olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sevdiği Abdullah (radiyallahu anhu)'nun hatırına gömleğini babasına kefen yapsın diye verip Tevbe 9/80 âyeti hükmünce cenâzesini kıldırdı.
Ardından ise münâfıkların cenâzesini kıldırması Tevbe 9/84 âyeti hükmünce yasaklandı.
Çünkü Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur'ân-ı Kerîm üzere yaşardı ve tercihi dâima muhabbet ve merhamet üzere idi.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "RABB'ıniz, mahlûkatı yaratmadan önce kendi (kudret) eliyle kendi zâtı üstüne "Rahmetim gazamıbı sebketti (geçti)" yazdı." buyurmuştur.
(Buharî, Tevhid 15; Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 189)

Azîz kardeşim;
Muhammedî şuûr ve nûra ulaşımı hayatta tatbik ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in benzeri yaşayış da şarttır.
Bu ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i iyi bilip anlayıp, yaşayıp, anlatıp ve yaşatmaya bağlıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bizden bir hadis işiterek onu tebliğ edenin yüzünü ALLAH ağartsın. Çünkü, tebliğ edilenler hadisi işitenlerden dirayet (anlayış ve gereğini yapma) yönünden daha kuvvetli olabilirler." buyurdu.
(Abdurrahmân ibni Abdullah babasından; İbni Mâce, Mukaddime 232)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kurban Bayramı günü Minâ'da buyurduğu hutbe sonunda: "Burada bulunanlar burada bulunmayanlara tebliğ etsinler! Çünkü şüphesiz, kendisinden tebliğ edilen nice kimseler (burda) işitenden daha anlayışlı (fıkıh hükümleri çıkarmaya daha kabiliyetli) olabilirler." (Ebu Bekr (Nufeyl bin El Haris) (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 233; Buharî, ilim; Müslim, Diyad; Nesâî, Hacc ve İlim bahislerinde rivayet ettiler)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Minâ'nın dağ eteğinde ayağa kalkarak: "Benim sözümü işitip de (başkalarına) tebliğ edenlerin yüzünü ALLAH ağartsın. Çünkü fıkıh (hükümlere delil olan hadisleri) hıfz eden nice kimseler fıkıhçı değillerdir. Ve fıkıhçı olan nice (hadis) hafızları, kendilerinden daha kuvvetli fıkıhçılara (hadisleri) iletebilirler." buyurdu. (Cübeyr ibni Müt'im (ra) babasından; İbni Mâce, Mukaddime 231)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz göklerdekiler, hatta denizdeki balıklar bile âlim kimse için istiğfâr ederler." buyurdu. (Ebu'd Derda (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 239)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayırlı bir şeyi öğrenmek veya öğretmek (ten başka maksadı olmaksızın) için benim mescidime gelen kimse ALLAH yolunda cihâd eden mücâhidin mertebesindedir. Bundan gayrısı (niyetle) için gelen ise başkasına ait eşyâya bakan adam durumundadır." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 227, senedi Müslim şartlarında sahihdir.)

Resim--- İmamı Ali (keremullahi veche) ise: "Ben size Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadisini okuduğum zaman, onun hadisinin hakka, hidâyete ve takvâya en uygun liyâkatli olduğuna inanın buyurmuştur.
(Ebu Abdurrahmân Sülemi den İbni Mâce Mukaddime 20)

Kur'ân-ı Kerîm, İlmullahın insanlığa lâzım ve lâyık olan kadarıyla tecellîsidir.
Hadis-i şerîfler ise onun öğretim ve eğitimi için birebir uygulaması ve edebidir.
Edeb dâima bilelik içinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyma ve uyma mesleği, mezhebi ve meşrebidir.
Muhammedî oluşun şuûr ve nûruna ulaşımın tescîlidir.
Muhammedî hasbi hizmet, şuûr ve sabır işidir.
Halı dokur gibi her nefeste hangi renk ipi kullanacağını unutmamak esas ve temeldir.
Komşun hasta mı derhâl koşacaksın ve: "Hasbî hizmetine hazırım!" diyeceksin.

Resim--- İmamı Ali (keremullahi veche)'den Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir hastayı akşamleyin ziyâret eden hiçbir kimse yok ki beraberinde kendisine sabaha kadar istiğfâr edecek 70.000 melekle çıkmış olmasın. Ayrıca onun cennetde bir bahçesi de vardır. Kim de hasta ziyâretine sabahleyin gelirse onunla birlikte 70.000 melek çıkar akşam oluncaya kadar ona istiğfâr ederler. Onun da cennette bir bağı vardır." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Cenâiz 7 (3098,3099,3100)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim güzel bir şekilde abdest alır, müslüman kardeşine sevâb düşüncesiyle hasta ziyâretinde bulunursa cehennemden 70 yıllık yürüme mesafesi uzaklaştırılır."
(Enes (ra)dan; Ebu Dâvud, Cenâiz 7 (3098)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bir hatsaya veya din kardeşine ALLAH rızası için ziyârette bulunursa bir münâdi (çağırıcı) ona nidâ eder: (dünyada-âhirette) iyi olasın, (âhiret yolculuğunda) iyi olasın bu davranışınla (cennette bir ev hazırladın!) der. buyurdu.
(Tirmizî, Birr 64 (2009); İbni Mâce, Cenâiz 2 (1443)

İbadet işinin inceleği dilde toplanır ki bakınız:

Resim--- Muaz ibni Cebel (radiyallahu anhu): "Bir seferde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraberdik bir gün yakınına tesadüf ettim ve birlikte yürüdük. Ben "Ya Resûlallah! Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete dahil edecek bir amel haber ver!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Azîm (mühim) bir şey sordun! Bu ise ALLAHın kolaylaştırdığı kimseye kolaydır. ALLAH'a hiçbir şirk (ortak) koşmaksızın kulluk edersin, namazı dostoğru kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullahı hacc edersin." Sonra buyurdu ki: "Sana hayr kapılarını göstereyim mi (delilin olayım mı) buyurdu. Bende: "Bilakis, göster yâ Resûlallah!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Oruç (cehenneme) kalkan (perde) dir. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür (yok eder). Kişinin gecenin cevfinde (içinde, göğsünde) kıldığı namaz, sâlihlerin şiârıdır (diğerlerinden ayırıcı işaret) buyurup şu âyeti okudular: "Yanları yataklarından aralaşır (uzaklaşır) korku ve ümit içinde rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayra harcarlar (sarfederler)." (Secde 32/16 bkz.) Sonra sordu: "Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?" buyurdu. Bende: "Evet yâ Resûlallah!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dinle öyleyse" buyurdu ve açıkladı: "Bu dinin başı İslâmdır (teslimiyyet). Direği namazdır (istikamet). Zirvesi cihâddır (kemâlât)." Sonra şöyle buyurdu: "Sana bütün bunları (tamamlayan) baş âmili (sebebi) haber vereyim mi? "Evet yâ Resûlallah!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şuna sahib ol dedi ve eliyle diline işaret etti." Ben tekrar sordum: "Yâ Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Anasız kalasıca Muaz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi - ateşe atan elleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?" buyurdu.
(Tirmizî, İmân 8 (2619)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bir hidâyete (doğru yola) dâvette bulunursa, buna uyanların sevâblarının bir misli ona gelir. Ve bu durum onların ücretlerinden hiçbir şey eksiltmez. Kim bir dalalete (sapıklığa) çağırıda bulunursa, buna uyanların günahlarından bir misli de ona gelir. Ve bu onların günahlarından hiçbir eksiltme yapmaz." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra)dan; Müslim, İlim 16 (2674); Tirmizî, İlim (ra)dan; (2676); Ebu Dâvud, Sünnet 7 (4609); İmam Mâlik, Muvatta, Kur'ân 4/ (1,218)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayra delâlet eden (sebeb olan) onu yapan gibidir." buyurdu.
(Enes (ra)dan; Tirmizî, İlim 14 (2672)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim temiz rızık yer ve sünnete uygun amelde bulunur, halk da kendisinden bir kötülük gelmeyeceği hususunda güven duyarsa cennete girdi demektir." buyurunca bir adam: "Yâ Resûlullah! Bu gün insanlar arasında böyleleri çoktur!" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Benden sonraki zamanlarda da olacaklar!" buyurdu.
(Ebu Sa'it el Hudri (ra)dan; Tirmizî, kıyâmet 61 (2522)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsullerinden bir kuş veya insan veya havyan yiyecek olsa bu onun için bir sadaka olur. " buyurdu.
(Buharî, Hars 1; Müslim, Müsükat 12 (1553); Tirmizî, Ahkam (Aleyha's-Selâm) (1382)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.9. KULLUK ÇİLESİ

Azîz kardeşim;
İnsanoğlunun alnında ki kader çizgisi kıvrım kıvrım ve nice olay ve hâllere gebedir ki ancak ALLAH Tealâ bilir. Kulluk kolay değildir.
Bu âlemde helâl ve sıdk dâiresinde yaşamanın bedeli ise o âlemdedir.
Muhammedî şuûrla kulluk baştan sona çiledir.
Çile ise derd (tasa, gam, keder, kaygı, ağrı, acı) ve keder olmayıp hakkın ve hayrın zuhûru için zor zevklerdir.
Bir düşün ve bak ki en büyük çileyi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Nebîler, Ehl-i Beyt ve sahabeler çekmişlerdir.
Çile, meyveleri olgunlaştıran güneşin sıcaklığı, bulutun rahmeti, toprağın bereketi ve havanın can diriliğine hizmeti gibidir Muhammedî Tasavvufta...

Çile (çille): kulluk kemâlâtı için gerken teslimiyyet ve istikamet seyr-ü- sülûk sıkıntılarına sabırdır.

Resim--- Mus'ab İbni Sâd babasından naklen der ki: "Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlardan kimler en çok belâya uğrar? Kimin belâsı şiddetli olur?" dedim. Buyurdu ki: "Nebîler sonra onların emsalleri (kemâlâtta onlara yakın olanlar). Kim dininde salabette (din sağlamlığı) şedid (sert, katı, sıkı, şiddetli) ise onun belâsı da (o nisbette) şiddetli olur. Kimin dininde rikkat (incelik, yufkalık, zayıflık) varsa ALLAH onu da diyâneti nisbetinde imtihan eder. Belâ (çile) kulun peşini bırakmaz. Ta ki o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar." buyurdu.
(Tirmizî, Zühd 57 (2400)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki mükâfâtın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile (orantılı) dir. ALLAH bir kavmi (cemâatı) sevdi mi onları musibete (derdlere, imtahanlara, çilelere) mübtelâ eder. Kim bundan (olan hükmü hakdan) razı olursa ALLAH'da ondan razı olur, kim de hoşlanmaz (razı olmaz) ise ALLAH da ondan hoşlanmaz (razı olmaz) ve gazab eder." buyurdu.
(Enes (ra)dan; Tirmizî, Zühd 57 (2398)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda ve malında belâ (çile) eksik olmaz. Ta ki hatasız olarak ALLAH'a kavuşuncaya kadar..." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra)dan; İmam Mâlik, Muvatta, Cenâiz (aleyha's-selâm) (1,236); Tirmizî, Zühd 57 (2401)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min kişiye bir vasab (hastalık, ağrı),bir nasab (yorgunluk, hâlsizlik, bir sakam (illet, bozukluk, sakatlık) bir hüzün ve hatta bir hemm (gam, keder, tasa, kaygı) isabet edecek olsa ALLAH onun sebebiyle günahından bir kısmını örter (mağfiret buyurur)." buyurdu.
(Ebu Hureyre ve Ebu Sa'it (ra)dan Buharî, Marda 1; Müslim, Birr 52 (2573); Tirmizî, Cenâiz 1 (966)

Ve daha nice hadisi şerîfler vardır.
Belâ: gayet zor iş, çetin ve çözümü zor imtihan problemi, uğraştırıcı ve sıkıcı sıkıntılar ve kısacası cevr-i cihan, çark-i çile...
Yaşayış işimiz imkânlarla imtihandır.
Sakın çilekeşleri küçümseme...
Çaresiz dertlerde kıvranıp şikayet etmeyen, dolmuş parası bulamayıp şehri bir uçtan bir uca kilometrelerce yürüyen, yaramaz çocuğuna lâf geçiremeyen ve sahtekârlar içinde sadakattan ayrılmayan niceleri var bu âlemde...
Selâm olsun Muhammedî çilekeşlere...
Allah Dostlarına...

Çile, diş ağırısı gibi yaşanınca anlaşılan ilginç bir olgu, olgunlaştırıcı ve olgunluktur.
Çile, çile lâfı etmek değil de esen Rıza Rüzgarına baş eğiş ve Nuh'un tufanı gibi kopan âhir zaman fitnelerinde Muhammedü'l-Emin (aleyhi's-selâm)'ın Selâmet Gemisine canını dişine takıp kulaç atış sebbahası (yüzmesi) dır.

Rahmetli Osman Baba anlatmıştı:
Geçen zaman içinde Aksaray'da kadîrî halaka-yı zikri kurulmuş.
Bilen bilir ki âşıklar dâireler (halaka) oluşturur ve halakalar birbirini kapsar.
En içteki halakanın içi boş olur, zikri yöneten Şeyh Baba döne döne her kişinin önünde ve yüzyüze zikre coşku ve cana can katar.
Halakadaki her insan ellerinin parmaklarını yanındakinin parmaklarına geçirir ve kenetler ve Muhabbet Kelebçesi vurulur.
Parmaklar karşılıklı açılmadan veya kırılmadan kurtulamazsınız...
Bizim İncesulu sesi güzel kendi güzel Hak Âşığımız Cemâl can gibi birisi de ilâhîlerle dem tutunca seyret Subhanî seyrânı...
İşte böylesi bir zilkrin ortasında iç halkaya girmiş ala sulu bencileyin birisi bağırmış kı: "Şeyhim ben yanıyorum yahu..."
Şeyh Efendi kulağına: "sus oğlum, sus! Burası er meydanı yanan da olur donan da olur!" demiş.
Demiş ama adam susmuyor ve rastgeleye yine aynı sözü bir başka günde yine söylüyor...
Bir Cuma akşamı zikrinde yine aynı şeyler olmuş.
Ancak Zikir Meclisinde gerekli tedbir önceden alınmış.
İki babayiğit almışlar araya bizimkini ve ellerini ellerine kilitlemişler.
Zikir coşmuş bizimki: "Şeyhim ben yanıyorum yahu!" deyince dışardan gelen birisi yanmakta olan sigarayı, boş boğazın pantolon cebine yerleştirmiş.
Önce çaput (kumaş) kokusu, sonra etin yanık kokusu duyulunca bağırmaya başlamış:
"Şeyhim! Ben esastan yanıyorum!" deyince.
Şeyh Baba: "Sus! Sırrını söyleme...
Biz buraya HAKK'a dönmeye, yunmaya ve yanmaya gelmedik mi?" deyince adamcağız can hıraş başmış sinkafı (küfürü):
"Ulan şurasını burdan geldiğimin Şeyhi baldırımı, bacağımı yakıyorlar! Kurtar beni şunların ellerinden..." deyince Şeyh Baba:
"Bırakın gitsin hergeleyi bu abdestle çok namaz kılar..."
demiş.
Bırakmışlar ve bir daha da ortalıkta görülmemiş...
Osman Baba bunları anlatırken kıkır kıkır gülerdi.
Belki de kendisi idi Baba…

Çile, canın yanmasıdır...
Çile, ağzın anlattığı değil; canın usturanın ağzındaki raksı, rengi ve aşk ahengidir.
Onun için çilekeşler Muhammedî ise derece derece;
Aşk-ü-Cezbe,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-u-Huşû' ve
Havf-ü- Reca ve hatta,
Üns-ü Heybet Ehlidirler...
Bu kendilerinin derecesi sanma.
Sahibleri ve sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e aittir.
Çilekeşlerin işi, teslimiyyette gariblik (herkesin acaibine gidecek kadar, herkesten çok Muhammedî şuûr ve nûrla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e inanç, amel, ahlâk ve hâlce teslimiyyet, imân, tâbi'lik ve itâat) ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e kariblik (canından da yakin bilelik, her nefeste huzurunda hazır olup Rabbü'l-âlemin'i Hazır, Nazır ve Murakıb biliş) tir!..


NE DEYİM...

Âşıklar hasrettir ana kucağa
Zemheri zikrinde sırr-ı sıcağa
NESİMÎ'nin postun yüzen bıçağa
MANSUR'a kurulan "dâr"e ne deyim...

Resim

Âşık; yetim, aşk öksüzü efendim
İnişle çıkıştır düzü efendim
Aynı şeyi iki yüzü efendim
Güllerin koynunda "hâr"e ne deyim...

Resim

Celâl, kemâl, cemâl cem'indeki CAN
Canlar cümbüşünde çilekeş cihan
Çırılçıplak girip çıkarken insan
Belâ' Bazarında "kâr"e ne deyim...

Resim

Âşığın alnında ADN Cenneti
Abdin RABB'ine kulluk minneti
İnkâr - ikrâr - tevhid - tebli›sünneti
Cemâlin celâli "nâr"e ne deyim...

Resim

Varımız - yoğumuz, bir söze satıp
Sonsuz yöne giden kervana katıp
Gönül gurbetinde hasrete atıp
Boynumuzu büken "yâr"e ne deyim...

Resim

Suları bağlayan buzun arkı ne?
Canların cenginde çile çarkı ne?
Arı ile kurt sineğin farkı ne?
Her zerrenin zevki "zâr"e ne deyim...

Resim

Bu benlik "belâ'"sı sözümdür amma,
Ömrümün özeti özümdür amma,
Özümü gizleyen yüzümdür amma,
Aynanın ardında "sırr"a ne deyim...

Resim

Elini değene aşk bulaşırken,
El ele ulanıp aşka ulaşırken
Muhammedî şerefini taşırken,
Elim yüzümdeki "kir"e ne deyim...

Resim

Aşk kendinden eyler zemzemi zehri,
Arzdan Arş'a akar naz - niyâz nehri,
Kuddûsî Babam'ın şehâdet şehri,
Bezmin buhurdanı "Bor"a ne deyim...

Resim

Fitne - fücûr halkın yönünü yöndü,
Korku kral oldu, umutlar söndü.
Âhir zaman!.. İman, ateşe döndü
Kulun avucundaki "kor"a ne deyim...

Resim

Halk ölüler gibi halinde hoşsa,
İçi dünya dolu başları boşsa,
Yol yokuşa vurmuş yolcu sarhoşsa,
Kolayın yanında "zor"a ne deyim...

Resim

Kulken sultân eder tevhid insanı,
Kalbin tercümanı ise lisanı,
Resul - i Ekrem'in şifâ ihsânı,
Ölüyü dirilten "nûr"a ne deyim...

Resim

"Naz - niyâz neyi"nde RAHMÂN nefesi,
Subhanî semâ'ya çağıran sesi,
Nefes nefes öten beden kafesi,
Sesini duymayan "sur"a ne deyim...

Resim

Varın "VAR" olana verdiyse eğer,
Hable'l - verid sırrın erdiyse eğer,
Sırrın sıfırlayıp serdiyse eğer,
Herkes sinesinde "TUR"a ne deyim...

Resim

Kul İhvânî Kıtmir var git işine.
Oluru olmazı takma peşine.
Herkes yanar iken nefs ateşine,
"Zincirlerin kıran HÜR"e ne deyim...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.10. SALÂT ve ZİKİR

Azîz kardeşim;
İbadetin iliği (özü) olan namaz, ALLAH Tealâyı özden zikirdir. Zikir ise üretken bir anadır

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHı zikretmeden fazla konuşmayın, çünkü ALLAH zikredilmeden yapılan çok konuşma kalb için kasvettir (katılık, sertlik) ve insanların ALLAH dan en uzak olanı da kalbi kasvetli olanlarıdır.!" buyurdu.
(Kenzü'l-Ummal, I/1840, 1895)

Kalbî nefs, zikrin tadını alır ve zikri dâim olur.


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tesbit ettiği 10 zikir:


1- SUBHANALLAH zikri :

ALLAH Tealânın hata, noksanlık ve ayıplardan tenzih edilip beri kılınmasıdır.


2- ELHAMDÜLİLLAH zikri :

Her türlü kemâl hâllerinin ALLAH Tealâya nisbet edilmesidir.
Tenzihten sonra kemâlin de Rabbü'l-âlemin'e isbatıdır.
İnsan aklı RABB'ısını tam tanıyınca hamd kemâline ulaşır ve yakin bulur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Tesbih, mîzânın (terazinin) yarısıdır. Elhamdülillah onu doldurur." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 86)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Subhanallahi ve bihamdihi ise dile hafif terazi de ağır ve Rahmâna sevimlidir." buyurdu.
(Müslim, Zikir 31)



3- LÂ İLÂHE İLLALLAH zikri :

Açık ve gizli şirki reddeder ve mârifet perdelerini deler ve aralar.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ ilâhe illallah ile ALLAH arasında perde yoktur, O'na ulaşır." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 86)


4- ALLAHÜEKBER zikri :

ALLAH Tealânın azamet, kudret ve saltanatını kabul ve ilândır.:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Eşi Cüveyriye (radiyallahu anha) validemizin yanından namaz kılarken ayrılmış tekrar döndüğünde hâlâ namazda imiş. Ona: "Hâlâ şu namazlığında mısın?" demiş. O da: "Evet" deyince: "Senden sonra ben 4 kelimeyi 3 defa söyledim, eğer senin söylediklerinle tartılacak olsa, onlar ağır gelirdi: Subhanallahi ve bihamdihi adede halkihi ve rıza nefsihi vezineti arşihi ve midâde kelimetihi" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Salât 2/81 Hadis no: 1503)



5- Dua zikirleri :

Bedenî ve nefsî yararlar, ahlâkın ve huyun güzelleşmesi, kalbî sekînet ve ruhu tecellî için dualar:

"ALLAH"ım! Benim için her işimin başı olan ve ebedi kurtuluşa ermemi sağlayacak olan dinimi ıslah eyle. Benim için, içinde yaşamakta olduğum dünyamı islâh eyle. Benim için varacağım yer olan âhiretimi ıslâh eyle. Hayatı, benim için her hayrın artmasına vesile kıl. Ölümü de, her kötülükten rahatlama vesilesi kıl ALLAH'ım! Ben Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dilerim!”


Hz. Ali (keremullahi veche) duasında şöyle buyurmuştur:

"Allahım! Bana hidâyet ver! Beni doğruya muvaffak kıl!" de.
Hidâyet ile seni doğru yola ilettiğini doğrulukla da oku doğrulttuğunu hatırla!"

Allahım!
Beni bağışla, bana acı, beni doğru yola ilet, bana âfiyet ver, beni rızıklandır Allahım!
RABB'ımiz! Bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateş azabından koru!

RABB'im!
Bana yardımcı ol, aleyhime yâr olma, bana nusretini esirgeme! düşmanlarıma yardım etme, bana kurulan hileleri boşa çıkar, aleyhime tuzak kurdurma!
Beni doğru yola ilet, doğru yolda ilerlemeyi bana kolaylaştır!
Bana karşı taşkınlık edenlere karşı bana yardım eyle!

RABB'im! Beni şükredenlerden, Seni zikredenlerden, senden korkanlardan, Sana itâat edenlerden Sana huşû' duyanlardan, Sana yönelip tevbe edenlerden kıl!

Rabbim!
Tevbemi kabul buyur, günahlarımı yıka!
Dualarıma icâbet eyle!
Hüccetimi güçlü ve açık kıl!
Lisânımı doğrult!
Kalbimi doğruya ilet!
Gönlümdeki her türlü kini çıkar at!

Allahım!
Beni sevginle, sevgisi Senin katında bana fayda verecek kimselerin sevgisiyle rızıklandır!

Allahım!
Sevdiğim şeylerden bana rızık olarak verdiklerini, senin sevgini kazanmak için güç kıl!

Allahım!
Sevdiğim şeylerden elimden aldıklarını, senin sevdiğin şeylerle uğraşabilmem için fırsat kıl!

Allahım!
Korkundan, bizimle günahlarımız arasına geçecek bir pay kıl!
Tâatinden bizi cennete götürecek kadarını lûtfet!
dünya müsibetlerini bize hafif kılacak kadar yakîn ver!
Bizi yaşattığın sürece kulaklarımızdan, gözlerimizden yararlandır! ömrümüz boyunca onları bizden alma!
Öc ve kinimizi, sadece bize olan musibetimizi, dinimiz konusunda eyleme!
Dünyayı en büyük meşgale ve kaygımız, ilmimizin ulaştığı son nokta kılma!
Biza acımayacak olanları üzerimize musallat eyleme!
”




Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) istiâze hakkında en kapsamlı dua olarak şunu öğretmiştir:

Allahım!
Altından kalkılmaz belâ ve musibetlerden, bahtsızlıktan, kötü yazgıdan, düşmanları sevindirecek duruma düşmekten sana sığınırım!

Allahım!
Şüphesiz ben üzüntü ve tasadan, âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, borç yükünden, düşmanların galib gelmesinden sana sığınırım!

Allahım!
Şüphesiz ben, cehennem azabından cehennem fitnesinden, kabir fitnesinden, kabir azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden, fakirlik fitnesinin şerrinden, Mesih-Deccâl fitnesinin şerrinden sana sığınırım!

Allahım!
Benim günahlarımı kar ve dolu suyu ile yıka! Kalbimi, beyaz elbisenin kirden paklandığı gibi, her türlü kötülükten arındır!
Benimle günahlarım arasını, doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi uzaklaştır!

Allahım!
Nefsime takvâsını ver ve onu arındır!
Onu arındıracak ancak Sensin!
Onun Velîsi ve Mevlâsı (efendisi) Sensin!.

Fayda vermeyen ilimden,
korkmayan kalbten
doymayan nefisten ve
kabul olmayan duadan sana sığınırım!

Allahım!
Nimetinin zevâl bulmasından,
âfiyetinin değişmesinden,
gazabının ansızın yakalamasından ve
tüm hışmına uğramaktan sana sığınırım!

Allahım!
Fakirlikten, azlıktan, zilletten sana sığınırım!
Zulüm etmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım!


6- Huşû' ve teslimeyet ifâde eden zikirler :

“Allahım!
Sana secde ettim, sana imân ettim ve sana teslim oldum.
Yüzüm, yaratanına, kendisine şekil verene, kulağını, gözünü saçını yaratanına secde etti!
En güzel yaratıcının şanı ne yücedir!"


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İmamı Ali (keremullahi veche)'ye: "ALLAHım! Bana hidâyet ver! Beni doğruya muaffak kıl de, hidâyet ile seni doğru yola ilettiğini, doğrulukla da oku doğrulttuğunu hatırla!" buyurdu.
(Müslim, Zikir 78)

Duada nefsin; fikrî güçlerini ALLAH Tealâ'nın azamet, celâl ve kudretini ilim, irade ve idrakle iyice anlamaya yöneltip sonucunda tam bir teslimiyyet ve istikamete iştiraki temin ana görevi ve işidir.
Böylece din, dünya ve âhiretinde hakka inanıp hayrı işleyip, bâtıl ve şerden kaçınma ve ALLAH Tealâya sığınma- takvâ doğar.
Nefsin bu ulvî himmeti, azmi ve ilâhî tevekkülü El CEVÂD (celle celâluhu) nun cömertlik kapısını aralar ve açar.
Kalbî ve kudsî ihtiyaçlarını idrak eden nefs, Muhammedî münâcâata (yalvarıya) başlar.
El HAKK (celle celâluhu) yu her an, her yer ve her hâlde Hazır, Nazır ve Murakıb bilip, ihsân mertebesinde Muhammedî oluş şuûrunu yaşar İnşâallah.
Bu yüce hâl ise derûnî duanın sebeb ve sonuç cem'i dir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İbadet, dua demektir." buyurur.
(İbni Mâce, Dua 1)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kul sır duada bulunduğunda ALLAH Tealâ mutlaka ya onun istediğini verir, ya da ondan dengi bir kötülüğü (müsibeti) uzaklaşırır. (duasını karşılıksız bırakmaz)." buyurdu.
(İmamı Ahmed, Müsned III/160)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kazayı (kaderi) ancak dua çevirir." buyurdu.
(İmamı Ahmed, Müsned V/277)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki dua, inmiş ve henüz inmemiş şeylere fayda verir." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 101)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kimi sıkıntı anlarında ALLAH'ın duasını kabul etmesi sevindirirse; o kimse, bolluk anında çokça dua etsin." buyurdu.
(Kenzu'l-Ummal II/3220)

Dua, insan letâiflerinin; tevhidiyle ve elbirliğiyle ortak arzunun ve korkunun ortaya konup münâcâata azmedip gerisini ALLAH Tealâya tevekkül için nefsin öğretim ve eğitimi işidir.
Ellerin açılıp sonra yüze sürülmesi bedenî iştiraktir.
Dua, tevhidî bir teveccüh ve tevekkül temâşâsıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim için bir dua kapısı açılırsa, onun için rahmet kapıları açılmıştır." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 101)

Dua, İnâyetullah'a uygun ortamda mahviyyet (kullukla yok oluş) içinde, ilâhi rahmetin yağdığı anlarda (bayram, kadîr ve cuma geceleri gibi) ve Muhammedî münâcâat ve tevhidi tazarru ile yapılmalıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul günah ve sıla-yı rahîmi kesecek bir duada bulunmadıkça ve acele etmedikçe duası kabul olunur." buyurdu.
(Müslim, Zikir 92)



7- TEVEKKÜL zikri :

İnsan nefsinin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslimiyyetle imân edip, tâbi' olup, itâat ederek ALLAH Tealâya istikamete iştirakte ve O'na i'timâdda ve tüm tedvirin (idârenin) O'nun elinde olduğu inancıyla HAKK (celle celâluhu)'ya teveccühü ve mahlûkatın elinde hiçbir şeyin olmadığını anlayıp O'na sığınması ve takvâ tevekkülüdür.
Muradullah'a ve Emrullah'a inancı budur.

Resim--- "O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alır. Onlar vazifede kusur etmezler." (En'am 6/61)

"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l-Aliyyi'l-Azîm: Ulu ve yüce ALLAH Tealâ'nın izni ve yardımı olmaksızın ne bir fayda elde etmeye ne de bir zararı uzaklaştırmaya (mahlûkat elinde) hiçbir potansiyel güç ve gözüken kuvvet yoktur."

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Tevekkeltü alallah: Ben ALLAH Tealâyı vekil edindim" buyurdu
(Ebu Dâvud, Edeb 103; Tirmizî, Dua 34; İbni Mâce, Dua 8)

8- İSTİGFAR zikirleri :

İmkanla imtihan âleminde sonsuz fitne (deneme) lerle kuşatılan nefsin; ilâhî yardım, melekî feyz ve Muhamemdî Mücâdele ile onlardan sıyrılıp nihaî ve şuhûdî tevhhide ulaşması görevini başarmasında eksik ve noksanlarından Rabbü'l-âlemin'e sığınıp bağışlanmasını dilemesi zikridir.
Nefs bu işte Muhammedî iyi niyyet, ciddîyyet ve samîmîyyet gösterirse hadis-i kudsî de buyrulduğu gibi kurtuluşa ulaşır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(ALLAH): "kulum bir günah işledi ve bildi ki kendisinin günahını affeden ve günahdan dolayı muaheze eden (yakalayıveren) bir Rabbi vardır. Ben de kulumu affettim!" buyurdu." buyurdu.
(Buharî, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gerçek şu ki bazen kalbime gaflet çöküyor ama ben ALLAH'a günde 100 defa istiğfâr ederim." buyurdu
(Müslim, Zikir 41)

Nasr Sûresinde buyurulduğu üzere:

"Subhanallahi ve bihamdihi estağfirullahel Azîm ve e'tübü ileyhi" deriz... Bir yönüyle de bizler gibi biri ve Abdullah olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Her şeyi yaşayarak en güzel örnek olmuştur.

9- TEBERRÛKEN ALLAH Tealâ'nın adını anmak :

Her şe'enin neş'et (meydana gelme, çıkma) şekli bir tecellî temâşâsıdır.
Bu Esmâ-i Hüsnâ tecellîlerinin hakikatini bilen ve Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ümmetinin bu isimleri teberruken (bereket dileyerek) anarak Rahmetullaha kavuşmalarını dilemiştir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ALLAH Tealânın doksandokuz, yüzden bir eksik ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer." buyurdu.
(Buharî, Tevhid 12)

Elbette İlm-ü Edeb ve İrfan-ü- Erkânla Esmâ-i Hüsnâyı bilmek anlamak ve yaşamak lâzım ve lâyık olanıdır...
Özümüzdeki Muhammedî akdes noktasına ve hazreti Kuds'e sıla (ulaşım) ve bilelik bağı, RABB'ımızın güzel isimleridir...
Esmâ-i Hüsnâ sûret ve sîretleriyle dolan defterler sâlih amel Âşıklarının Muhammedî pasaportları gibidir...

"Ente ALLAH! Lâ ilâhe illâ Ente! El Ahadü's-Samed ellezi yem yelid ve lem yûled ve lem yekûnle hû kûfûven ehad: Sen ALLAH'sın! Senden başka ilâh yoktur! Sen, her şeyin kendisine muhtaç olduğu fakat kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmayan, doğrulmayan, kendisine hiçbir şey denk olmayan Sâmedsin..."

"Leke'l-hamdü, Lâ ilâhe illâ ente'l-Hannânû'l-Mennân Bedi'u's-samâvâtı ve'l-arz yâ ze'l-Celâl ve'l-İkrâm, yâ Hayyu yâ Kayyum!: Hamd ancak ve ancak sana muhsustur. Senden başka ilâh yoktur. Sen Hannân (Emânetullahı rahmeten ve merhameten kullarına bahşeden) ve Mennân'sın (kullarına sonsuz ni'met veren) göklerin ve yerin yaratıcısısın! Ey celâl ve ikrâm sahibi! Ey Hayyu'l-Kayyum olan ALLAH (celle celâluhu)...


10- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salâvât getirmek :

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bana bir salâvât getirirse ALLAH Tealâda ona 10 kez mağfiret eder." buyurdu
(Müslim, Salât 70)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kıyâmet gününde bana en yakın olackalar bana en çok salâvât getirenlerdir." buyurdu.
(Tirmizî, Vitr 61)

İnsan nefsini diriltecek Rahmânî nefhâ (kudsî nefes) kaynağına ulaşım (salât) için âlemlere rahmetin kalbî kaynağı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşım vesilesi olan salâvât ilâhî bir emir ve muraddır... Muhammedî nûra ve şuûra ulaşım ebedî bilelik birliği (tahkiki tevhid) muradıdır...
Bu bileliğin imdad hedefi ise ALLAH Tealâdır.

Kişisel kulluk kimliği Emrullahı işlemede Muhammedî küllî kulluk kimliğinde acziyet, fakriyet zillet ve illeti bilip, bulup, yaşayıp ve tam teslimmiyyetle mahvolup, İmam-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'a uyar ve ilâhi istikamette sülûka iştirak eder...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bana herhangi bir kimse (mü'min) selâm (salâvât) verdiği zaman, mutlaka ALLAH Tealâ, bana ruhumu iâde eder ve ben onun selâmını alır ve mukabele ederim." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Mevâsik 96)

Muhammedî Âşıklığın mihenk taşı da budur zâten...
Tıbkı ceb telefonu gibi anında alış-veriş...
Mesele ilim, edeb, irfân ve erkân işi...
Aslı ise tefekkürdür...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir saatlik tefekkür, 60 sene ibâdetten (nâfile) daha hayırlıdır" buyurdu.
(Aclûnî Keşfu'l-hâfâ 3/370)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her şey hakkında düşünün, fakat ALLAH Tealânın zâtı hakkında düşünmeyin..." buyurdu.
(Aclûnî Keşfû'l-hâfâ 3/371)

Tefekkürün esası: Azametullah, Kudretullah, Rahmetullah yakîn, ihata v.s. sıfatları üzerine mürakebedir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İhsân, sanki O'nu görüyormuşsun gibi ALLAH'a kulluk etmendir; her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor....." buyurdu.
(Buharî, İmân 37; Müslim, İmân 57)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ı gözet ki O'nu karşında bulasın!" buyurdu.
(İmam Ahmed, Müsned I/293)

Tefekküre oturmadan önce Hadid 57/4; Yûnus010/61; Mücâdele 58/7; Kaf 50/16; En'âm 6/59; Fussilet 41/54; En'âm 6/61; Mâide 5/120; ve benzeri Kelâmullah okunur...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bil ki bütün ümmet sana bir türlü fayda vermek için toplansalar, ALLAH'ın sana yazmış olduğunun ötesinde fayda veremezler. Onlar sana bir şekilde zarar vermek için toplansalar, ALLAH'ın sana yazmış olduğunun ötesinde zarar veremezler. Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 59; İmam Ahmed, Müsned I/293, 303)

Muhammedî mü'min; huşû', huzû', sükût, sükûn ve sekînetle sûret ve sîret âlemlerine seyr-ü- sülûk eylerse hayret ve dehşetle:

Resim--- "ALLAH'ı ananlar ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünenler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın!" derler." (Âl-i İmrân 3/191) âyetini gözyaşlarıyla yaşar...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gece boyunca bunu okuyarak ağlamıştır...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lezzetleri (dünya), alt üst edeni (ölümü) çokça hatırlayınız!." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 26; İbni Mâce, Zühd 31)

Muhammedî denge ve düzen, i'tidâl üzere oluş, tefekkür temeline oturur. Bu Tevhidi temelin sınırlarını ise Kur'ân ve Sünnet, i'tidâl olarak belirlemiştir.
Tefrit ve ifratın her türlüsünü reddetmiştir.

Muhammedî tefekkür ve haşyetle ağlayarak Kur'ân'ı tertil ile tilâvet, elbette Hidâyetullah, şefâat-ı Resûlullah, himmet-i Ehlullah ve gayret-i Abdullahı cezb-ü- cem' eyler.
Azîz kardeşim...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu Kur'ân hüzünle indi. Onu okuduğunuzda ağlayınız. Ağlayamazsanız ağlar gibi görününüz! Ve onu tagannî ile (hakkını vere vere) okuyunuz Kur'ân'ı tagannî ile okumayan bizden değildir. " buyurdu.
(Sâd b. Vakkas (ra)dan; İbn Mâce, Sünen-Zühd 4/96)

Muhammedî mü'min ilâhî emânete sadakatsizlik (ihânet) ve tüm ni'metlere zulümden uzak durur:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(ALLAH Tealâ): "Ey Kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. O hâlde birbirinize zulmetmeyin! Ey kullarım! Hepiniz sapıklıktasınız; ancak Benim hidâyete erdirdiklerim hariç..." (Müslim, Birr 55)

Muhammedî Ârif'in hâlihazır hayatı; içindeki emânetin Hak'ka olan hak niyeti ile dışındaki ni'metlerin hayra kullanış ibâdetinden ibârettir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ameller ancak niyetlere göredir." buyur-masının sırrı budur.
(Buharî, İmân 41; Müslim, İmâre 155)

İtâat niyeti; hakkın ve hayrın sebebi, tatbikatı olan ibâdet ise sonucudur.
Takvâ niyyeti ise bâtıl ve şerden kaçınmanın sebeb ve sonucudur...
Riyâ (gösteriş) ve sümâ (şöhret) nın yasaklığı, niyet bozukluğunu ortadan kaldırmaya yönelik ilâhî emirdir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ben, ortakların şirkten en müstagnisiyim. Her kim bir amel işler, onda (o amelinde) Benimle birlikte bir başkasını da ortak eylerse, onu şirkiyle başbaşa bırakırım."
(Müslim, Zühd 46)

Muhammedî şuûra ve nûra kavuşan, ALLAH Tealâ için yaşayan ehl-i ihlâs olan âşıklar ise:

Resim--- Ebu Zerr (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e soruyor: "Bir adam hayr namına bir iş yapar da, bunun üzerine halk da onu överse ne buyurursun?" Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) cevâben: " Bu mü'minin âcil (peşin peşin) müjdesidir." buyurdu.
(Müslim Birr 166)

Muhammedî i'tikad ve â'mâl netice itibâriyle Muhammedî ahlâkı doğurmalıdır ve güzel ahlâk ise sonucunda hâl (kesin huy) hâline dönüşmelidir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin en hayırlınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır." (Buharî, Edeb 39, Müslim, Fezâil 68)

Muhammedî şuûr ve nûrun dışa yansıması dua ve zikirledir...

İnsanoğlunun iç âleminin tercümanı dilidir; ister dua eder isterse beddua...
Sevâb ya da günah..

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanları burunları üstü tepe takla (cehenneme) atan, dilleriyle biçtiklerinden başka bir şey midir?" buyurdu.
(İmam ahmed, Müsned V/231)

İnsan dili; lâklâkiyât (boş boğazlık), çoğu gıybet; şaşkın-taşkın, bilir-bilmez ve haksız-hayâsız sözlerle meşgülse nasıl zikri dâimî olabilsin... Hakk (celle celâluhu) yu zikredemeyen nasıl fikredebilsin... Nasıl kanâat ehli olabilsin?
Nasıl olana (Hükm-ü HAKK'a) razı olabilsin...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Hakîm! Hakikaten şu mal yeşil ve tatlıdır. Dolayısıyla onu her kim gönül hoşnutluğu ile alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek alırsa o malda kendisine bereket verilmez ve o, yiyip yiyip de doymayan kimse gibi olur. Yüksek (veren) el, alçak (alan) elden hayırlıdır." buyurdu.
(Müslim, Zekât 96)

Nasıl cömert olup da uzun emellerin ellerinden kurtulabilsin! Nasıl tevâzu' ehli olup da kibirden korunabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH güzeldir, güzelliği sever. Kibir, hakkı inkâr ve insanları hor görmektir." buyurdu.
(Müslim, İmân 147)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size cehennemlikleri haber vereyim mi? Her katı düşman, cimri, kibirlidir" buyurdu.
(Müslim, Cennet 46)

Böylesi kişi nasıl ehl-i hilim olup HAKK'ın halkına rıfk ile muamele edebilsin?
Hasbî hizmet fedâisi olabilsin...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size, cehenneme haram olacak kimseyi bildireyim mi? Her yakın olan, yumuşak davranan, işin oluruna gidip kolaylık gösteren kimsedir" buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 45; İmam Ahmed, Müsned I/415)

Nasıl öfkeden korunup, sabirin (sabredici) olabilsin?.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyup da uyabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir fazîlet (ihsân) verilmemiştir." buyurdu.
(Müslim, Zekât 124)

Nasıl elinden, dilinden ve belinden emin olunan bir müslüman olabilsin ve müslümanın kanı, malı ve ırzının kendisine haram olduğunu anlayabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslüman, müslümanların elinden ve dilenden zarar görmediği kimselerdir." buyurdu.
(Buharî, İmân 4; Müslim, İmân 64)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH Tealâ kanlarınızı ve mallarınız birbirinize bu beldenizin, bu gününüzün haramlığı gibi haram kılmıştır." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Menâsık 56; İbn Mâce, Menasık 84)

Nasıl Muhammedî bileliğe ve bizliğe ulaşabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min için mü'min, birbirlerini perçinleyen duvar gibidir." (Müslim, Birr 65)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dul ve yoksul için çalışan (hasbî hizmetle) ALLAH yolunda cihâd eden gibidir." buyurdu.
(Müslim Zühd 41)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüzün şerefini tanıyıp ona saygı göstermeyen bizden değildir." buyurdu.
(Tirmizî,; Ebu Dâvud, Sünen 58)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanları lâyık oldukları yerlere koyun!" buyurdu
(Aclûnî, Keşfu'l-hafâ I/241)

Nasıl aklı ve nakli bilip anlayıp tevhid edebilsin?

Nefs, akılla, mükellef (sorumlu, teklif sahibi) olur, akılla imân eder, fiil işler, güzel ahlâk te'min eder ve akılla yaşar...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişinin dini akıldır; aklı olmayanın dini yoktur!" buyurdu.
(Kenzû'l-Ummâl III/7033)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıl bakımından rızıklanan kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir." buyurdu.
(Aclûnî Keşfu'l-hafâ)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışan kimsedir." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 25; İbni Mâce, Zühd 31)

İnsanoğlu imkanla imtihan âleminde öyle fitnelerle denenir ki aklı-fikri yanında kalbi alt üst olur:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalb; rüzgarın, altını üstüne getirerek alt üst ettiği çöldeki tüye (kuş tüyüne) benzer." buyurdu.
(İbni Mâce, Mukaddime 10; İmam Ahmed, Müsned IV/408)

Ruh ve kalb letâifleri emri ulaştırıcılar, nefs ve beden ise iştirak edicilerdir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nefs, temenni eder ve arzu duyar (şehvet); cinsel organ ise onu tasdik eder ya da yalanlar."
(Buharî, Kader 9; Müslim, Kader 20)

İnsan; beden-nefs-kalb-ruh letâiflerini sırat-ı müstakîm tesbihine teslimiyetle dizer ve imâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'in istikamet seferine iştirak ederse:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her hakkın bir hakikatı vardır." buyurdu.
(Aclûnî, Keşfû'l-Hafâ II/190)

Senin imânıyın hakikatı nedir?" sorusuna Zeyd b. Hârise (radiyallahu anhu) cevâben: "Sanki ben, Rahmân'ın Arş'ına açıktan bakıyor gibiyim" buyuruyor.

İlahî kemâlât tekemmülünde akıl, nefsin ayağı gibidir...
Yakînin yolu, naklle kemâl bulan akıldır.
Yakîn ise Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'ın buyurduğu: "El yakînu, el imânu kûllüh: Yakîn, imânın tümüdür veya imân, yâkinden ibârettir."

Akıl, naklle (Kur'ân ve hadis) kemâl bulunca rüşde erer ve rıza rehberi olur ve yakînim eder...
İnancı, her zaman, her yer ve her hâlde Muhammedî kıbleden (rotadan) sapmaz.
Kulluğun; Acziyet, fakriyet, zillet, illet ve kısaca RABB'ısı karşısındaki mahviyyet sıfatlarıyla sıfatlanır.
İlim, irade, idrak ve iştirakle Muhammedî şuûru yaşar ve Ahmedî hamdi; Muhammedî hâlde ve Habibî hâl ile hemhâl eyler...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennete ilk çağrılacak olanlar, bollukta ve darlıkta dâimâ ALLAH'a şükür eden hamd ehli olanlardır." buyurdu.
(Dârimî, Mükaddime 2)

Akıl; naklle Muhammedî akılla bile olunca ilâhî aşka dönüşür ve hâliyle Zikr-i dâim,
Fikr-i dâim,
Şükr-ü dâim ve
Sabr-ı dâim ehli olur nefs...

Böylesine ârif (kendini ve RABB'ısını bilen), kâmil (olgun) âşık (Hakku'l-Hakk'ı yaşayan bir nefs; kalbî ve ruhî terbiye ve erkânla yakînî tevhid, tevekkül, şükür, sıdk, adl, ihlâs, üns ve ihsân makamlarını izler...
İzler izlemesine de çile çarkı dönmeye başlar...

Azîz kardeşim;
Kulluk, baştan başa çile işidir...
Muhammedî Tasavvufta çile ise; son uçta şühûdî tevhide ulaşıp âhirette ebedî saâdete erme çilesidir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bütün tasasını (çilesini) tek bir tasa hâlinde âhiret tasası kılarsa, ALLAH Tealâ da, onun tasasını giderir, işlerini kendi üstüne alır... kim de kendisine pek çok tasa edinirse (RABB'ısına itâat etmezse), ALLAH Tealâ onun hangi vâdide (şeytâni yolda) helâk olduğuna aldırış bile etmez..."
(İbni Mâce, mukaddime 23, Sünen, Zühd 2)

Nicelerinin yiyip-içip tepindiği şu âlemde her zaman her yer ve her hâlde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izini izlemek, İlmullah, Haşyetullah ve Muhabbetullah dolu bir yürek ister ki; çekilen çilelerin sonuucu Rızaullah olsun...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ım! Sevgini bana özümden, kulağımdan, gözümden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl!" buyurdu.
(Tirmizî, Da'avât 72,73)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir kul; Ben, kendisine ailesinden malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça imân etmiş sayılmaz." buyurdu.
( Enes (ra)dan; Müslim, İmân 69)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ALLAH'a kavuşmayı severse, ALLAH da ona kavuşmayı sever..." buyurdu.
(Müslim, Zikir 14-18)

Azîz kardeşim;
Bir insan, baba sülbü (nesebi) ile ana sütü (soyun) nden (genetik kartlarından) oluşur. Kadına önem vermeyen ve rezil kepaze eden kişi ya da milletler hep mahvolmuşlardır:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünya bir metâdır; dünya metâsının en hayırlısı sâliha kadındır." buyurdu.
(Müslim, Rıdâ' 60; İbni Mâce, Nikah 5)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennet anaların ayakları altındadır!" buyurdu.
(İmam Suyutî, Cem'ül-Cevâmi'de cennet babı; Hatîb, Câmî'sinde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kadın, dört şey için nikâh edilir, malı, soyu, güzelliği ve dini. Eli toprakla dolasıca, sen dindâr olanı elde etmeye bak!" buyurdu
(Buharî, Nikâh 15; Ebu Dâvud, Nikâh 2; İbni Mâce, Nikâh 6)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Doğurgan ve sevecen kadınlarla evlenin; Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim." buyurdu. (Ebu Dâvud, Nikah 3; İbni Mâce, Nikah 1)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dininden ve huyundan razı olduğunuz biri, size dünür olduğunda onu evlendirin! Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad olur." buyurdu.
(Tirmizî, Nikâh 3; İbnî Mâce, Nikah 46)

Muhammedî oluş şuûru parmak izimiz gibi bizim kendiliğimizin farkına varıştır.
Nefsimizde, ailemizde, toplumda, kâinâtta, dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde Muhammedî olarak varlığımız muhabbetû'nfillah (ALLAH rızası için hakkta muhabbet) yaşayışımızla mümkündür.
Sen, ben, o, biz. Biz Muhammedîyiz.
Hadis-i Şerîfleri derlememize sebeb Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı iyice tanımak içindir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İki müslüman karşılaştığında ALLAH'a hamdederek musâfaha ederler, istiğfâr ederlerse, günahları affolunur." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Edeb 146)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birbirinin huzurunda divân durması kimi sevindirirse, o, ateşteki yerine hazırlansın." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Edeb 13)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Biriniz bir meclise vardığı zaman selâm versin, oturması gerekirse otursun... Sonra kalktığı zaman yine selâm versin. Birincisi, sonuncusundan daha evlâ değildir." buyurdu.
(Ebu Dâvud, edeb 139)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kıyâmet gününde sizin bana en sevimli ve yakın olanınız, huyca en güzel olanınızdır. Bana en sevimsiz ve en uzak olanınız ise huyca kötü, çok konuşan (dilbaz), dil kıran (ağzını eğip bükerek konuşan) ve böbürlenenlerinizdir." buyurdu.
(Tirmizî, Birr 71)

Resûlullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i tanımak, ilk elden hadis-i şerîflerle mümkündür, zirâ:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden hanginiz elbisesini yayacak da (etek dolusu) benim şu hadisimden bir şeyler alacak. Sonra onu göğsüne toplayacak? Muhakkak o, benden işitiği bir şeyi unutmayacaktır." buyurmuştur.
(Müslim, Fezailû's- Sahâbe 160)

Bugün biz bana dünden de çok muhtacız...
Çünkü fitneler içinde yol alan Muhammedîleriz:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir peygamber yoktur ki onun havârileri ve sünnetine tâbi' olan emrine uyan, ashabı olmasın. Ne varki onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bir takim kötü nesiller ortaya çıkar!" buyurdu.
(Müslim, İmân 80)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İlk sâlihler sırasıyla gider ve zamanla arpa ya da hurmanın tortusu gibi geriye kötüler kalır; ALLAH onlara bir değer vermez." (Buharî, Rikâk 9)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu iş, Peygamberlik ve rahmet olarak başlamıştır. Sonra hilâfet ve rahmet olur, sonra ısırgan mülk ve saltanata dönüşür, sonra yeryüzünde zorbalık, taşkınlık ve fesad hâlini alır; ipeği, zinâyı ve içkiyi helâl kılar. Bu şekil üzerine rızıklanırlar; ta ki ALLAH'a kavuşuncaya kadar." buyurdu.
(Kenzû'l-Ummâl VI/15111-15112)

Sadaka yâ Resûlullah! Hilâfet İmam Hasan (aleyhi's-selâm) ile son buldu ve 30 yılı tamamladı.
Sonra Ümeyye oğullarının zulmü ve meliklik saltanatı...
Sonra Abbasî taşkınlığı....
Ve hâli hazır fitne ve fesad âhir zamanı...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitneler kalblere tıpkı hasır çubukları gibi dal dal arz olunur (örülür). Artık onlar hangi kalbe işlerse o kalbe bir leke hasıl olur. Hangi kalb onları kabul etmez ise o kalbde beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbde yerleşirler. Bu kalblerden biri cilâlı taş gibi bembeyazdır; ve göklerle yer durdukça ona hiçbir fitne zarar vermez. Ötekine gelince o alaca siyahtır; tepesi aşağı duran desti (su kabı) gibidir. Ne bir mâruf (emredileni) tanır; ne de bir münkeri (reddedileni) inkâr eder. Yalnız içine (özüne) işleyen hevâ ve hevesini bilir." buyurmuştur.
(Müslim, İmân 231)

Biçâre insanoğlu; nefsâni hevâ ve hevesi ile şeytânî hevâcis (vesvese) içinde bocalar durur...
İnsan özüne yüklenmiş kudsî emânetini, Kur'ân ve sünnet olmadan bilemez, tanıyamaz ve Emrullahı yaşayamaz...
Muradullah mârifetinden ise hâliyle nâsibsiz kalır...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsan uykusunu uyur. Bu esnâda emânet kalbinden alınıverir de ufacık bir siyah leke hâlinde eseri kalır. Sonra uykuya dalar. Bu sefer kalbinden emânetin kalan kısmı da alınır. Bunun eseri de kabarcık gibi kalır. Hani ayağının üzerine kor (ateş) yuvarlandığında nasıl kabarcık hasıl olur ve içinde bir şey olmadığı hâlde onu kabarmış görürsün! Onun gibi bir şey!" buyurmuştur.
(Müslim, İmân 230)

Tekniğin ve fennin çok ileri olduğu günümüzde midesi tok, kalbi aç, insanoğlunun pek çoğu, zom uykuda, uyurgezer veya sarhoş olmuş... Kıblelerini lira ve dolar (para) doldurmuş...
Karnında haram, kalbinde yalan...
Emânet bir tarafa ni'met bir tarafa...
Kişinin kendisi, ailesi, çoluk çocuğu, aklı, fikri, dini, dünyası ve âhireti başka başka taraflara yol alıyorlar...
Hüsrân üstüne hüsrân...
Hüsrân ise; ticârette, kâr etmeyi bırakta, ana parayı bile batırıp iflâs etmektir...
Sonuç kıyâmete çıkar...
Tıpkı ölüm gibi, bu âlemin ölümü de bir gün çıkar gelir...
Her şey ve herkes hesaba kıyam durur...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki kıyâmet âlemetlerinden bazıları; ilmin kaldırılması, cehâletin (bilgisizliğin) zuhûr etmesi, zinânın alıp yürümesi (serbest olması) şarabın içilmesi (serbestçe içilmesi) ve erkeklerin giderek (ölüp azalarak) kadınların kalması (çoğalması)dır. Hatta 50 kadına bakacak bir kayyum (sorumlu) olacaktır!." buyurmuştur.
(Müslim, İmân 9)

Azîz kardeşim;
Bütün bu olumsuzluklara rağmen şu anda yaşamakta, insan sûretinde ve aklı olan her insan; Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle Hakkı duyar ve hayra uyarsa, söz (i'tikad- inanç) fiil, ahlâk ve hâllerinde Muhammedî oluş şuûruna-nûruna-sürûruna ve onuruna ulaşır (sıla eder) sa, ümid var olmaması için hiçbir sebeb yoktur... Çünkü kâinâtta olanlar, ilk halk edildiği Sünnetullah (tavır, tarz, sitili, model) üzere cereyan etmektedir.
Değişen insanın kendi düşünceleridir...
Muhammedî mü'min; her zamanda, her yerde ve her hâlde mü'mindir. Hamd olsun...
Cehenneme sokulsa, Halilî olur da cennet bağına çevirir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmetim yağmur gibidir; başı mı sonu mu hayırlıdır bilinmez..." buyurdu.
(Tirmizî, Edeb 81; İmam Ahmed, Müsned III/130)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Siz benim ashâbımsınız! Kardeşlerim ise henüz gelmeyenlerdir!" buyurmuştur.
(Müslim, Taharet 39)

İmkanla imtihan âlemi olan cihanda, zulüm devâm etmez, küfür ise devâm eder...
Kıyâmete kadar, hikmet ve ibret sahnesi oyuncusuz kalmaz...
Hizbullah- Hizbu'ş-eytan, Evliyâ-eşkiyâ, iyi-kötü, güzel-çirkin, mü'min-münkir, muhlis-münâfık, muhsin- mücrim, ikrâr- inkâr...

ALLAH Tealânın aşk aynası, nakle kavuşan akıldır.
Muhammedî oluş şuûruna sıla eden akıl; tefekkür, tevhid ve teşekkür eder...
Güzel görüşümüzü sağlayan gözlüğümüzün ustasını var bilip, minnet duyup teşekkür eder iken; gözümüzün ustası ve sahibimiz Mâlikû'l-Mülk olan Rabbü'l--âlemin'i yok sanıp veya sayıp kadr-û kıymetini takdir etmemek gaflet, cehâlet, dalâlet ve hiyânetine düşmemeliyiz...
Meselenin aslı ve astarı budur...

Her zaman her yer, her hâl ve her nefeste; herşey ve herkesle olan Hayyû'l-Kayyum (celle celâluhu) ya salâtımızın, Habibullah ve Habibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize salâvâtımızın, El HAKK (celle celâluhu) Dostlarına selâmımızın ve Ümmet-i Muhammede hakk ve hayr duamızın sürekli ve samîmî olmasına dua ediyoruz biz...
Sen, ben, o, biz...


Biz hepimiz Muhammedîyiz hamdolsun...

Allahümme salli ve sellim ve bârik allâ seyyidinâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi'l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: 5. Bölüm :SILA SALÂTI - NNN

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Resim

Resim


"Allahümme ente's-Selâmu ve minke's-Selâm. Tebârekte yâ ze'l-Celâli ve'l-İkrâm!.:ALLAHım! Es-Selâm sensin ve Es-Selâm sendendir. Ey celâl ve ikrâm sahibi olan (es-selâmı) bereketli (bol, bitek, hep artan, kaynayan kaynak) kıl!"

Âmin Âmin...

Resim



Fasil : DUA BÖLÜMÜ
Konu : Selamdan Sonra Okunacak Dua
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Resulullah (sav)`ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim:
"Allahım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kamil iman, dışıma amel-i salih, amellerime temizlik ve ihlas verir, rızana uygun istikameti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lütfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.
Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın, öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.
Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedaya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!
Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifayab kılan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helake davetten, kabir azabından korumanı diliyorum.
Allahım! Kullarından herhangi birini verdiğin bir hayır veya mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey alemlerin Rabbi, onun husulü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.
Ey Allahım! Ey (Kur`an gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kafirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-ı kibriyana ulaşmış mukarrebin meleklerle, (dünyada iken çok) rüku ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin)
Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hiddyete ermiş hidayet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhalefet edene, senin ona olan adavetin sebebiyle adavet (düşmanlık) ediyoruz.
Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.
Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!
Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver! İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zat münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zat münezzehtir. Teşbih ve takdis sadece kendine layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sahibi Zat münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zat münezzehtir. Celal ve ikram sahibi Zat münezzehtir."

HadisNo : 1811


Kaynak:Kütübi Sitte




Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Sall ve Namaz” sayfasına dön