HAMZA İBN ABDULMUTTALİB (r.a)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

HAMZA İBN ABDULMUTTALİB (r.a)

Mesaj gönderen Hakan »

HAMZA İBN ABDULMUTTALİB (r.a)

(Hz. HAMZA)


Hz. Peygamber'in amcası, Şehidlerin efendisi.

Künyesi; Ebn Ya'la veya Ebû Ammâre; Lakabı; Esedullah (Allah'ın Aslanı)dır. Babası Abdulmuttalib, annesi Hâle'dir.

Hz. Hamza, Peygamberimizin amcalarının en küçüğüdür. Doğumdan bir kaç gün sonra, Peygamberimizi emziren Ebû Lebeb'in câriyesi Süveybe daha önceleri Hz. Hamza'yı da emzirmiş olduğundan, Hamza Peygamberimizin süt kardeşi idi.

Hz. Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, onurlu bir sahabîdir. Hz. Hamza (r.a) iyi bir avcı, keskin nişancı, Kureyş'in en şereflilerindendir. Mazlumlara yardım etmeyi seven cesur bir savaşçıydı. Av dönüşü evine gitmeden Ka'be'yi tavaf edecek kadar kutsal kabul ettiği değerlere saygılı, karşılaştığı şahıslara selâm verip sohbet etmesini seven mürüvvetli bir insandı. Onun gençlik dönemine ait bilgilerimiz yok denecek kadar azdır (İbnu'l-Esîr, İsdit'l-Gâbe, II, 52).

Peygamberimiz yakınlarına İslâm'ı tebliğ etmiş olmasına rağmen, Hz. Hamza henüz müslüman olmamıştı. Ebû Cehil'in Peygamberimize yaptığı bir hakaret sonucunda müslüman olmuştur. Peygamberimiz bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaşları onun yanına gelirler. Ebû Cehil Peygamberimize hakaret eder. Abdullah b. Cüdâ'nın câriyesi bu olayı seyredin av dönüşü Kabe'ye uğramayı âdet edinen Hz. Hamza'ya anlatır. Hz. Hamza, eve gitmeden Ebû Cehil'in yanına uğrayarak elindeki yayı Ebû Cehil'in kafasına çalar, başını yaralar ve hakaret eder. Bir gün sonra da Allah Rasûlünün yanına giderek (Bi'set'ten iki yol sonra) müslüman olur.

Hz. Hamza'nın müslüman olması Peygamberimizi çok sevindirmiştir. Onun İslâm'a girmesiyle müslümanlar güçlendi. Müşrikler rahatsız oldular.

Mekke müşrikleri, hicretten sonra da rahat durmadılar. Peygamberimizin ve müslümanların Medine'den çıkarılması için Abdullah b. Übeyy, Hazreç ve Evs kabilesi müşrikleriyle ilişki kurdular. Müslümanların hac yollarını da kapadılar.

Müşriklerin gözlerini korkutmak, Şam ticaret yollarını keserek onları sıkıntıya düşürmek gerekiyordu. Peygamberimiz bu amaçla Hz. Hamza'yı Sifu'l-Bahr'a gönderdi. Otuz kişilik bir kuvvetle Hz. Hamza belirtilen yere vardı. Müşriklerin kervam Sifu'l-Bahra gelmişti. Kervanda Ebû Cehil de bulunuyordu. Üçyüz kişilik bir kuvvetleri vardı.

Hz. Hamza, müşriklerle çarpışmak istiyordu. Yanında bulunan müslümanlar da aynı duyguyu yaşıyorlardı.

Henüz müşrik olan Mecdi b. Amr b. Cühenî bu iki grubun arasına girdi. Hem müslümanlarla hem de müşriklerle görüştü. Sonunda iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi.

Bundan Sonra Hz. Hamza'yı Bedir savaşında görüyoruz. Bedir savaşında Utbe, Vefid, Şeybe meydana çıktılar. Çarpışmak için er dilediler. Hz. Hamza, Şeybe ile çarpıştı. Bir hamlede Şeybe'yi öldürdü. Daha sonra Utbe'yi ve Tuayma b. Adiyy'i öldürdü.

Hz. Hamza, Bedir savaşında kahramanca savaştı. Allah ve Rasûlünün hoşnutluğunu kazandı.

Bedir savaşında Hz. Hamza (r.a)'nın etkinliği ileri boyutlara ulaştı ve müşriklere karşı amansız bir savaş verdi. Hârisû't-Temîmî, HzHamza'nın Bedir'deki durumunu anlatan bir rivayetinde şöyle diyor: "Hamza b. Apdülmuttalib(r.a)'in, Bedir savaşında üzerinde, deve kuşu olan kim" diye sordu. "Hamza b. Abdulmuttalib" diye cevap verildi. O müşrik: "Ne yaptıysa O bize yaptı" diye mırıldandı" (M. Yusuf Kandehlevi, Hadislerle müslümanlık, ll, 553).

Hz. Hamza, Bedir Savaşını mütekaib Kaynukoğulları gazvesine katıldı.

Peygamber Medine'ye geldiğinde Yahudilerle anlaşma yapmıştı. Yahudiler, Bedir savaşını müslümanların kazanmasını hazmedemediler.

"Siz savaşın ne demek olduğunu bilmeyen adamlarla çarpıştınız" dediler. Savaş için fırsat kollamaya başladılar.

Kaynuka gazvesi'nin genel sebebi bir kadına karşı yapılan terbiyesizliktir. Kadıncağız bazı eşyalarını Kaynuka pazarında sattıktan sonra bir kuyumcuya giriyor. Kuyumcu yahudi kadının eteğinin alt kısmını üst kısmına bir dikenle iğneliyor. Kadıncağız ayağa kalktığında üzeri açılıyor. Utanıyor, sıkılıyor, feryat ediyor, çevresinden yardım istiyor. Kadının yardımına koşan müslümanlar Yahudiyi öldürüyor. Yahudiler de müslümanın başına üşüşüyorlar ve onu şehid ediyorlar.

Öldürülen müslümanın akrabaları Peygamberimizden yardım istiyorlar. Bunun üzerine-Peygamberimiz Yahudilerden antlaşmanın yenilenmesini istedi. Yahudiler Peygamberimizin bu isteğini reddettiler.

Bu olay üzerine Peygamberimiz beyaz sancağım Hz. Hamza'nın eline verip Kaynukaoğullarının üzerine gönderdi. Kaynukaoğulları Yahudileri bekledikleri yardıma kavuşamayınca teslim olmak zorunda kaldılar.

Bedir savaşı'nın acısını unutmayan Kureyşliler yeniden savaş için hazırlığa başladılar. Bir yıl önceki kervanın gelirini savaş için harcamaya karar verdiler. Savaş için değişik müşrik kabilelerden yardım isteyerek büyük bir kuvvet oluşturdular.

Bu kez de Kureyş'in kadınları da katılacaktı. Bedir Savaşı'nın bozgunla bitmesi sebebiyle müşrik kadınlar erkeklerini suçluyorlardı. Bedir'in matemini tutarak erkekleri savaşa teşvik ediyorlardı.

Cübeyr b. Mut'i'nin Vahşi adında Habeşli bir kölesi vardı. Bu köle harbe (Habeşlilere özgü bir mızrak) atmakta oldukça maharetli idi. Hz. Hamza, Cübeyr b. Mut'im'in amcası Tuayma b. Adiyy'i Bedir savaşında öldürmüştü. Cübeyr, amcasının acısını unutmamıştı. Kölesi Vahşi ile konuştu. Hz. Hamza'yı öldürmesi şartıyla kendisini serbest bırakacağını bildirdi.

Peygamberimiz, Medine'nin içinde kalmayı, savunma savaşı yapmayı düşünüyordu. Bedir Savaşı'na katılmayanlar düşmanla yüz yüze gelmek, Medine dışında savaşmak istiyorlardı. Peygamberimiz Ashabın bu tavrı karşısında Medine dışında savaşılmasına karar verdi.

Hz. Hamza'da Medine dışında savaşılmasına taraftardı. Hattâ Peygamberimize "sana, kitabı indirmiş olan Allah'a yemine eder, and içerim ki, bu kılıcıma Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim" demişti.

Hz. Hamza Cuma günü oruçlu idi. Cumartesi müşriklerle karşılaştığı zaman da oruçlu bulunuyordu.

Peygamberimiz, sabahleyin "Rüyada, meleklerin, Hamza'yı yıkadıklarını gördüm" diye buyurdu. Uhut bölgesine varıldı, orduya savaş düzeni verildi. Kureyş'in birinci bayraktarı Talha b. Ebî Talha, Hz. Ali tarafından, ikinci bayraktarı Osman b: Ebî Talha da Hz. Hamza tarafından öldürüldü. Sancaktarların ölmesi Kureyş'i şaşkına çevirdi. Sarsıldılar, sendelediler. Halid b. Velid'in saldırıları da sonuç vermedi: Müşrikler, kaçışmaya başladılar. Hz. Hamza Uhud günü "ben Allah'ın Arslanıyım" diyerek kıhç salladı. Sâfvân, Hz. Hamza'yı savaşırken görüyor, "Ben, bugüne kadar kavmini öldürmeye onun kadar hırslı bir kimse daha görmedim" buyuruyor. Uhud savaşında müşriklerin çoğunu Hz. Hamza öldürmüştür.

Kureyşliler bozguna uğrayıp kaçmaya başlayınca Peygamberimiz tarafından görevlendirilen okçular yerlerini bırakmaya başladılar. Birbirlerine "ne duruyorsunuz? Allah, düşmanı bozguna uğrattı. Siz de, müşriklerin ordugahına giriniz. Kardeşlerinizle birlikte ganimet toplayınız" dediler. Diğer bir kısmı bu teklife itiraz ettiler. "Siz Rasûlullah'ın: Bizi arkamızdan koruyunuz! Sakın yerinizden ayrılmayınız! Bizim öldürüldüğümüzü görürseniz de yardımımıza koşmayınız! Ganimet topladığımızı görürseniz de, bize katılmayınız! Bizi arkamızdan koruyunuz" buyurduğunu bilmiyor musunuz?" dediler.

Okçular, komutanları Abdullah b. Cübeyr'i dinlemediler; "ganimetten nasibimizi alacağız" diyerek yerlerini terkettiler. Abdullah b. Cübeyr'in yanında çok az bir kuvvetin kaldığını gören Halid b. Velid bu fırsatı değerlendirmek istedi. Kuvvetlerini bir araya topladı, okçuların üzerine yürüdü. Abdullah b. Cübeyr, kendilerine doğru bir kuvvetin geldiğini görünce arkadaşlarına dağılmamalarını söyledi. Müslüman okçular, üzerlerine gelen Kureyş müşriklerini ok yağmuruna tuttular. Okları bitinceye kadar kahramanca savaştılar. Abdullah b. Cübeyr, okları bitince mızrağı ile savaştı. daha sonra kılıcını kınından sıyırdı. Şehid düşünceye kadar çarpıştı. Diğerleri de aynı şekilde savaştılar. Kureyş'in süvarileri insanlığa yakışmayan bir davranışla Abdullah b. Cübeyr'in karnını deştiler, barsaklarını döktüler.

Okçuların yerlerini bırakması, kalan kısmının şehid edilmesiyle müslümanlar gâfil avlandılar. Hem arkadan, hem önden kuşatıldılar. Müslümanlar şaşkınlıkla birbirlerine kılıç sallamaya başladılar.

Hâris b. Amr kızı ile Utbe'nin kızı Hind de Hz. Hamza'yı öldürmesi için Vahşi'yi. teşvik ediyorlardı. Vahşi, açık dövüşmekten korkuyor, gizli dövüşmeyi tercih ediyordu.

Vahşi, Uhud Savaşındaki durumu şöyle açıklıyor: "Halk arasında Ali'yi aradım. Çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafına çok bakınan bir adamdı. Kendi kendime:"benim aradığım adam bu değildir" dedim. O sırada Hamza'yı gördüm. Halkı kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu. Fırsat kollamak için kayanın arkasına gizlendim. Bir ara Şiba'b. Ümmü Emmâr "var mı benle çarpışacak bir yiğit' diyerek meydan okuyordu. Hamza ona: "Allah ve Rasûlüne sen misin meydan okuyan' dedi. Göz açtırmadan, bacaklarından vurdu yere serdi. Sel suları arkalarına eriştiği sırada ayağı kayıp düşünce mızrağımı fırlatıp attım; böğründen vurdum."

Hz. Hamza'yı Şehid eden Vahşi daha sonra bir kenara çekilir. Hind üzerindeki takılarını çıkarır Vahşi'ye verir. Hz. Hamza'nın yanına gelen Hind, onun burnunu, kulaklarını keser, cesedine işkence yapar, hatta ciğerini bile çiğneyerek parçalar.

Vahşi müslüman oluşunu anlatırken: "Mekke'nin fethinden sonra Mekke'ye gelerek Rasûl-i Ekremi gördüm. Bana dedi ki: "Sen Vahşi misin?" Ben cevap verdim: "Evet" Hamza'yı sen mi öldürdün? buyurdular. "Öyle oldu" dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyururdular ki: "bana yüzünü göstermemen mümkün mü? Ben de çıkıp gittim. Rasûlullah'ın vefatından sonra yalancı peygamber Müseyleme ortaya çıktı. Belki bu herifi öldürürüm de günahımı öderim, diye düşündüm. Müslûmanlarla birlikte Yemâme'ye gittim ve bildiğiniz gibi Mûseyleme'yi öldürdüm (Sahihi Buharî, V, 36, 37).

Allah Rasûlünün Hz. Hamza'ya derin bir sevgisi vardı. Bu sevgiden dolayı elinde olmayarak "Vahşi"ye karşı olumsuz bir tutum içinde olmaktan da çekiniyordu. Bu sebeple de Vahşi'yi görmek istememişti.

Peygamberimiz, Hz. Hamza'nın şehit olduğunu öğrenince onun başı ucuna gelir ve dua eder. Hz. Hamza, kız kardeşi Safiyye'nin getirdiği bir hırka ile kefenlendi. Peygamberimiz, amcası Hamzâ'nın cenaze namazını kıldırdı. Hz. Hamza, Uhud'a defnedildi.

Hz. Peygamber'den iki veya dört yaş büyük olan Hamza, öldürüldüğünde elli yedi yaşında idi. Hz. Peygamber (s.a.s) öldürülen her şehid ile beraber Hamza'nın namazını tekrarlamış; o gün yetmiş iki defa onun cenaze namazını kıldırmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ilk cenaze namazı kıldığı şehidin de Hz. Hamza olduğu söylenmiştir. Hz. Hamza'nın eşi, çocukları Medine'de olmadığı için şehâdetine ağlanmamış bunu gören Hz. Peygamber "Hamza'nın niye ağlayanları yok" buyurmuştur. Bunu duyan Ensâr önce Hamza için sonra kendi şehidleri için ağlamaya başlıyorlar. Tarihçi Vâkıdî (V. 207/223) benim zamanıma kadar bu adet devam etmekteydi diye naklediyor (İbnü'l-Esir, Usdü'l-Gâbe, II, 51, 55).

Hz. Hamza, bir gün Peygamber Efendimize gelerek Cebraîl (a.s)'ı asli yapısıyla görmek istediğini bildirdi. Peygamberimiz, Hz. Hamza'ya "O'nu görmeye dayanabilir misin?" diye sordu. Hz. Hamza, "Evet, dayanabilirim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz "otur, öyleyse" buyurdular. Cebrail (a.s.) müşriklerin Kâbe'yi tavaf edecekleri zaman elbiselerini üzerine koymakta oldukları kütüğe indi. Peygamberimiz Hz. Hamza'ya "Kaldır gözünü, bak" dedi. Hz. Hamza'ya bakıp, Cebrail'in zebercede yeşil cevhere benzeyen ayaklarını görünce bayıldı. Arkasının üzerine düştü. Bu olayı İbn Sa'd Tabakat'ında anlatmaktadır.

Hz. Hamza Peygamber (s.a.s)'den şu hadisi rivâyet etmiştir: "Şu duayı hiç bırakmayın; "Allahümme inni es'eluke bismike'l-a'zam ve rıdvânıke'lekber" (İbn Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 55).


Bekir SAĞLAM
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Uhud



Günlerden cuma...
Uhut'a gelenler var.
Medine yolu toz duman...
Uhut'a gelenler var.
Bir dağılsa da şu hava,
Görsek medine-i münevvere'den uhut'a gelenleri.
Bir görsek Allah Rasulü'nü
Ve eroğlu erleri...
Bakın göründüler işte;
Atının üzerinde evrenin Efendisi!
Cihanın gözbebeği!
Uhut'un sevgilisi!
Sağında ve solunda Ashab-ı Güzin
Önündeyse iki üveyk yürüyor;
Biri Sad Bin Muaz,
Diğeri Sad Bin Übade.
Allah'ım bu ne edep
Atlarının bile başı yerde...
Bakın şu iki gence!
İkisi de onbeşinde...
Şu kısa boylu olanı Rafi' Bin Hadic!
Parmaklarının ucuna basıyor ki
Boyu uzun görünsün!
İyi ok attığı söylenince
İzin veriyor efendimiz.
Diğer gençse Semüre Bin Cündüp...
Ağlayarak peygamberinin yanına gidiyor.
Ya Rasulallah! diyor,
Rafi'ye izin verdiniz. bana niye izin yok?
Ben Rafi'yi güreşte yeniyorum.
Efendimiz tebessüm buyuruyorlar.
Ve bu iki ana kuzusuna güreş tutturuyorlar.
Semüre Rafi'yi yenince güreşte,
Fahr-i kainat ona da izin veriyor.
Günlerden cumartesi...
Uhud'a gelenler var.
İşte ayneyn tepesi-okçular tepesi-
Başlarında Abdullah Bin Cübeyr
Sultanı dinliyorlar.
Düşmanı yendiğimzi görsenizde
Size haber vermedikçe, adam göndermedikçe
Yerlerinizden asla ayrılmayın!
Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi
Ben size adam göndermedikçe
Yerlerinizden asla ayrılmayın!
İki ordu da hazır...
İki ordu da harp nizamında...
Ve uhud'un kalp atışları dışında yeryüzü nefes bile almıyor!
Sessizliği bozan kureyş'in sancaktarı'dır.
Söylediği her söz küfür kokulu...
Benimle çarpışmaya er meydanına kim çıkar!
Bu bir meydan okumadır.
Cevapsa bir çift ayak sesi...
Gözler uhud toprağında yürüyen bu ayaklarda...
Kime ait bu adımlar ki bastığı toprak ''ALLAH'' diyor!
Ve esedullah namıyla hz. ali(r.a.) yürüyor.
Birkaç saniye, bir tek hamle...
Allah'ın (c.c.) arslanı dimdik ayakta
Kureyş'in sancağı ise yerde...
Ardından bir başkası yükseltiyor sancağı
Ama bilmiyor ki bu defa kim var uhud meydanında
Gökyüzünde yıldırımlar
Yeryüzünde hamza var.
Asıl şimdi başladı uhud'un türküsü.
Tam üç katı düşmanla Peygamber (a.s.m) ordusu
Göz göze ve diş dişe.
Uhud'da yiğitler var.
İşte: Ebu Lücane...
Kılıcın üzerinde bir yazı
Korkaklıkta ar
İlerlemekte şeref var!
İşte: Musab bin umeyr...
Zırhını giyinince
Nasılda Peygamber'e (a.s.m.) benziyor.
Ve döne döne savaşan hz. Hamza...
Ben Allah'ın (c.c.) arslanı'yım diyor!
Ebu Katade'ye bakın.
Bakın bir ok fırlıyor müşrik yayından
Bir havayı yara yara geliyor.
Hedefte Rasulullah (a.s.m.) var.
İşte: Ebu Katade...
Okun Fahr-i kainat'a(a.s.m) doğru gittiğini görünce
Allah'ı (c.c.) andı önce
Ve uzattı başını!
Ok katade'nin gözüne saplandı.
Uhud'da yiğitler var...
Şirk ordusunu bozguna uğratan...
Ömer Bin Hattab'a bakın
Gözleri çakmak çakmak...
Ama telaş var yüzünde Hz. Ömer'in(r.a.)
Bu ne hal Ey Ömer...
Düşman hüsran yaşarken
Zafer kaznılmışken
Bu ne hal ey koca ömer!
Niçin okçular tepesine bakıyorsun?
Neler oluyor orda?
Niye iniyor okçular ayneyn tepesi'nden?
Allah Rasulü (a.s.m) haber vermeden niye iniyorlar?
Ey Abdullah Bin cübeyr!
Durdursana okçuları!
Durun, Allah (c.c.) aşkına durun!
Arkanızdan düşman geliyor, inmeyin yerinizden.
Sahabe sendeliyor inmeyin yerinizden.
Kainat yalvarıyor inmeyin!
Sultanlar Sultanı'nı (a.s.m) incitecekler, inmeyin!

Peygamber (a.s.m) ordusu iki ateş arasında...
Efendimizin (a.s.m) etrafında on beş sahabe...
Bakın, mübarek elleri Rasulullah'ın (a.s.m.)
Yüzüne kapanıyor!
Kainatın affı için semaya kalkan eller
Şimdi kan içinde!
Yetiş ey Ebu Ubeyde!
Nur saçan yüz kan içinde!

Zaman donuyor sanki,
Ve dudaklarının arasından birşey düşüyor.
Kıpkırmızı bir yakut gibi
Peygamberin(a.s.m.) mübarek dişi!
Uhud dağı'nı bir titreme alıyor.
Zaman donuyor sanki,
Ve gökler yırtılıyor!
Uhud dağı'nı bir titreme alıyor!
Kimse uhud'a ilişmesin.
Çünkü bir ses geliyor altı yerden!
Muhammed'in (a.s.m.) dişi yere düşmesin!
Ve Cibril-i Emin yaratıldığı günden beri,
En hızlı inişiyle iniyor!
Çünkü altı yönden bir ses geliyor!
Yere düşmesin Muhammed'in (a.s.m.) dişi!

Kara bulutlar çöktü uhud'a!
Bir ses ortalığı velveleye verdi:
Muhammed (a.s.m.) öldürüldü!
Muhammed (a.s.m.) öldürüldü!
"Eğer O (a.s.m.) öldürüldüyse ben niye yaşıyorum!"
Diyen enes bin nad atıdı küfrün alevleri arasına!
Artık yaşlı gözler Sevgili'yi (a.s.m.) arıyor.
Kab bin malik hz. sesi duyuldu:
"Rasuluh (a.s.m) yaşıyor,
Allah (c.c.)'ın Rasulü (a.s.m.) yaşıyor,
O'nu (a.s.m.) miğferinin arasından ışıl ışıl parlayan gözlerinden tanıdım.
Habibullah (a.s.m.) yaşıyor.
O'nu (a.s.m.) şefkat dolu gözlerinden tanıdım."

Ashab-ı Güzin'in sevincine bir bakın!
Uhud'un sevincine bir bakın!
Hz.Hamza duydu ya bu yeter!
Rasulullah (a.s.m.) yaşıyor ya bu yeter!
Yine daldı Hamza kureyş'in dalgalarına!
Ama savaşırken bir ara sendeledi hamza.
Ve boşlukta bir mızrak belirdi.
Ey Hamza! uhud'u her anışımızda kaç mü'min girmek ister mızrakla senin arana?
Kaç mü'min keşke ben öleydim, keşke mızrak benim sineme saplansaydı der?
Ama şehidlerin seyyidi sensin!
Şehidlerin Efendisi sensin!
Uhud'da şehidler var...
Şehidlerin Seyyidi Hamza var uhud'da!
Rasul-i Zişan'ın (a.s.m.) gözlerinden boşalan yaş,
Hamza'yı yıkar gibiydi!
Fahr-i Kainat (a.s.m.) hiç bu kadar elem duymamıştı!
Hiç bu kadar üzülmemişti!
Ve amcasına hiç böyle seslenmemişti:
"Ey Rasulullah'ın (a.s.m) amcası Hamza;
Ey Allah (c.c.)'ın ve Rasulü'nün (a.s.m) arslanı Hamza;
Ey hayırlar işleyen hamza;
Ey Rasulullah'a (a.s.m) koruyucu olan Hamza;
Allah (c.c.) sana rahmet etsin!
Eğer senden sonra yas tutmak gerekseydi;
Sevinmeyi bırakıp sana yas tutardım!"
Ve bir ayet yankılanıyor ahzab dağında:
(Bismillahirrahmanirrahim-Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın adıyla!)
"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki,
Onlar Allah (c.c.)'a verdikleri sözde sadakat gösterdiler.
Onlardan bazıları şehid oluncaya kadar
Çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi.
Kimisi de şehid olmayı bekliyor.
Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler."


Dursun Ali Erzincanlı
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Hz. Hamza r.a Peygamber (s.a.s)'den şu hadisi rivâyet etmiştir: "Şu duayı hiç bırakmayın; "Allahümme inni es'eluke bismike'l-a'zam ve rıdvânıke'lekber"

(İbn Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 55).


Türkçesi:“Allah’ım! Senin İsm-i Azamını/en büyük ismini ve en büyük rızanı şefaatçi yaparak senden….istiyorum”.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

"Kureyşliler bozguna uğrayıp kaçmaya başlayınca Peygamberimiz tarafından görevlendirilen okçular yerlerini bırakmaya başladılar. Birbirlerine "ne duruyorsunuz? Allah, düşmanı bozguna uğrattı. Siz de, müşriklerin ordugahına giriniz. Kardeşlerinizle birlikte ganimet toplayınız" dediler. Diğer bir kısmı bu teklife itiraz ettiler. "Siz Rasûlullah'ın: Bizi arkamızdan koruyunuz! Sakın yerinizden ayrılmayınız! Bizim öldürüldüğümüzü görürseniz de yardımımıza koşmayınız! Ganimet topladığımızı görürseniz de, bize katılmayınız! Bizi arkamızdan koruyunuz" buyurduğunu bilmiyor musunuz?" dediler.

Okçular, komutanları Abdullah b. Cübeyr'i dinlemediler; "ganimetten nasibimizi alacağız" diyerek yerlerini terkettiler."
Allah razı olsun Hakan Kardeşim. Allah Hz.Hamza'nin şefaatine nail eylesin bizleri.

Hint Okyanusunda bir ada vardır, orada yengeçler her yıl toplu halde denize ulaşıp yavrularını suya salmak için yolculuğa çıkarlar. Milyonlarca yengeç zamanla insanlar tarafından yerleşim yeri yapılmış adada seyahat ederlerken arabalarin, trenlerin tekerleri altinda parcalanarak can verirler. Bir gun bunu bir belgeselde izlerken, bacakların kolların koptuğu bu hengamenin ortasında yengeçlerden bazılarının, yollarına devam ederken, yol üzerinden geçen arabaların ezdiği diğer yengeçlerin parçalarını yemek için yolculuklarını bırakıp geri döndüğünü, onların başlarına üşüşüp onları yerken onlarında tekerler altında parçalandıklarını filimde göstermişlerdi ki onlarida yemek için durup ölmeye devam edenler sürekli devam etmekteydi. Yollarına devam edenler ise, denize ulaşmanın ve suların içinde yavrularını serbest bırakmanın keyfini yaşıyorlardı. Bu hayat yolculuğumuzda, çöldeki bu seyrde Allah c.c ve Resulullah SAV'in emir ve yasaklarını dinlemeyip dünyanın cazibesine kapılan nefislerde bu olayı sürekli yaşamaktalar hep. Allah yar ve yardımcımız olsun.
Selam sevgi ve kardeşlikle
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Allah razı olsun dostlar...
Hazreti Hamza r.a Efendimizin şefaatına nail olanlardan ve ona komşu olanlardan olmak dileği ile....

Sevgilerimle....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Mesaj gönderen hamdolsun »

ONK. DR. HALUK NURBAKİ
Hepimizin içerisinde bir parça da olsa, az çok, Hz. Hamza' nın bir duygusu vardır. Hz. Hamza' nın özellikle Çağrı filminden sonra pek çok Müslüman, Hz. Hamza' nın varlığını az çok hissetmek, onun zevkini yaşamak üzere gönlünde mutlaka bir pencere açmıştır. Ama, Hz. Hamza' nın varlığı olsun, İslâm ihtişamındaki sırrı olsun tasavvurların çok ötesindedir. Çünkü; Cenab-ı Hakk, Hz. Hamza' ya bu sırrı bize iletmesi için bir lütufta bulunmuştur.
Hz. Hamza, Efendimiz' in süt kardeşidir. Sümeyye annemiz, Fahr-i Kâinat Efendimiz' i ilk günlerde emziren çok mutlu bir insandir, aynı zamanda, Hz. Hamza' yı da emzirmiştir. Bu bakımdan, Hz. Hamza, Efendimizin süt kardeşidir. Biliyorsunuz Hz. Hamza kahramanlığıyla ve bunun yanında mert yürekliliğiyle meşhur bir insandır. İslâm güneşinin içerisinde, büyük patlamasını yapmadan önce de mert, güçlü, gönlü sevgiyle dolu bir insandı. Bu yüzden Cenab-ı Hakk' ın, Hz. Hamza' ya bahşettiği hizmet ve Efendimiz' e intisabı, yine onun tabanında bulunan mertlik, cesaret ve gönlünde bulunan merhamet mayasından doğmuştur. Hz. Hamza, o zamanın ölçüsü içerisinde, ortalarda fazla görünmeyen, daha çok çöllerde dolaşan ve özellikle ve avcılığıyla meşhur olan bir zattır. Her gittiği yerde hakkı savunmasıyla meşhurdur. İslâmiyetin ilk çıkışı sırasında Mekke'de olan kavgalara bu bakımdan karışmamış, ne müsbet, ne menfi çizgide bir görüntüsü olmamıştır. Ama, Cenab-ı Hakk' ın beklediği ve patlamasını istediği bir çizgiye yüklemek içindir. Yoksa Hz. Hamza da diğer mü'minler gibi aynı safta yerini alabilirdi, sessiz, sedasız bir noktaya intisab edebilirdi. Ama Allah (cc) çok özel bir patlama beklediği için, Hz. Hamza' yı bekletti, imânla müşerref olması için.
Günlerden bir gün, Ebu Cehil' in, Fahr-i Kâinat Efendimiz' e yaptığı bir hakareti haber aldı. Bir cariye haber verdi: "Sen, böyle atının üzerinde bu harika sülietinle, kahramanlığınla, mertliğinle dolaşıyorsun ama, senin yeğenine ne hakaretler ediliyor, sen farkında değilsin" dedi. İşte o zaman Hz. Hamza neymiş, neyin nesiymiş demeden atını sürdü, Ebu Cehil' in bulunduğu yere geldi ve hiçbir şey söylemeden elindeki yayla Ebu Cehil' in kafasına şiddetli bir darbe indirdi ve kafasını yardı. Bu hareket, Hz. Hamza' nın gönlünden gelen bir emirdi. Herhangi bir sülietle bir tartışmanın içerisinde bulunmak, o tartışmanın etkisiyle galeyana gelmek başkadır, gönlündeki, o adamın kafasını parçala diye iç dünyasından gelen emrin sırrı başkadır. İşte, Hz. Hamza' nın sırrı bu olayda tezahür etmiştir. Ebu Cehil denen müşrikin kafası parçalandıktan sonra, etrafındaki adamların tepki duymasını engellemek için, "Sıkıyorsa bana gelin, ben de Müslüman oldum. Yeğenimin dinini seviyorum." diye ağırlığını koydu. Bu ağırlığını koyma hâdisesiyle birlikte o gece çok enteresan olaylar oldu. Hz. Hamza evine gittikten sonra iç dünyasında büyük bir fırtına, kasırga başladı. 0 zamana kadar henüz teşerrüf etmediği o ilâhî hidayet ışığının karşısında, güzel gönlü ile "Ya Rabbi! Eksik bir şey yaptım mı? Bana ne oluyor bir şeyler seziyor, o ışığa kavuşamıyorum. Bana doğruyu, gerçeği göster" diye sabaha kadar niyazda bulundu.
Hz. Hamza, sabaha kadar hiç uyumadan Resûlüllah'ın yanına gitti. 0 bekliyordu ki, Cenab-ı Hakk' an bir işaret gelsin, "Evet, Hamza iyi yaptın beni çok mutlu ettin." diye bir işaret bekliyordu Allah (cc)'den. Böyle bir işaret gelmedi. Resûlüllah karşısına gitti, fakat buraya gelene kadar yine gönlünde mânâya karşı en ufak bir kıpırtı yoktu. Çünkü Cenab-ı Hak mânâ hafızasındaki, Elestteki sırrı, Hz. Hamza' ya göstermek istiyordu. Hz. Hamza o anda hiçbirimizin yapamayacağı şeyi mânâ hafızasını hatırlayarak, Elestte Efendimiz' in sırrını yakalayıp, evet ne mutlu şeymiş, diyemezdi. Çünkü kulluk yapısına ait bir şey değildi bu. Yaradılışın hikmeti Elest Meclisinde geçirdiğimiz macerayı unutarak bu dünyaya gelmemizdir. Bu dünyaya öyle geldiğimiz için, Cenab-ı Hakk da Resûlüllah'ın huzuruna gelene kadar Hz. Hamza' da bu sırrı gizledi. Resûlüllah'ın huzuruna geldiği zaman durum değişti. Bu çok önemli bir hâdisedir. Resûlüllah'ın huzuruna geldiği zaman bir an vücudundan Elestteki o müthiş cereyan geçti. Hilkâtin sırrını, Allah (cc)'nin ne olduğunu, Resûlüllah'ın kim olduğunu o anda hatırlayıverdi ve Resûlüllah'ın huzuruna gelip başvurduğu zaman hiçbir şey söylemeden dudaklarından bir şiir döküldü. Hz. Hamza' nın şüri fevkalâde ilginçtir:
Ya Resülallah, Sen İslâm'ı içinden konuşuyorsun,
Sen Allah'ı konuşuyorsun, içinde seyrettiğim sensin,
Bütün güzellikleri gizliden alıp aşikâr kılan sensin,
Sen evrenlerin kör olan gözlerini açtın, benim de
gönlümü açtın, sana ulaştırdın.
diye müthiş bir şiir okudu. Bu şiirin daha ayrıntıları Kureyşlilere ithafen;
Siz kim oluyorsunuz ki, bu güzel sesi susturmak istiyorsunuz.
Siz kim oluyorsunuz da onun ruhuna perde çekmek istiyorsunuz.
Sakın!.. Kendinize gelin, o müthiş bir heyecandır. O yalnız insanların gönüllerinde yasar, Onun sözlerine dikkat edin,
Eğer bir parça kalp mecâliniz varsa ağlamak zorundasınız.
Onun sözlerini işitipte ağlamamak mümkün değildir.
Niye böyle söylüyor, çünkü hiçbirimizin şimdiye kadar bilemediği bir hikmet vardır. Niçin, Fahr-i Kâinat Efendimiz' e ait, İslâmiyete ait bir güzellik geldiği zaman gözyaşı ile gelir? Bunu hiç düşündünüz mü? Gözyaşıyla paralelliğiyledir. Bizim hatırımızda olan odur ki, gözyaşı bir acı sembolüdür. Ama güzellikler karşısında bir gözyaşıdır. Özellikle Efendi-imiz' in hikmetlerinden bir tanesi, günlerce gözyaşı dökmesi. Acaba bu gözyaşının hikmeti neydi? Cenab-ı Hakk bu gözyaşının hikmetini Hz. Hamza' nın şiir dolu sözleri içerisinde bize anlattı. Bu gözyaşı Elesti hatırlamaktır, ona hasrettir. Onun için ağlarız biz. Fahr-i Kâinat Efendimiz anıldığı an onun için gönlümüz sızlar.
Biz Elestte mahvolmuş ve yaşayamamıştık. Allah adına, Allah'sın diyememiştik, Belî diyememiştik. 0 anda Efendimiz' in gönlündeki hamd niyazıyla yaşadık, hayata döndük. Hepimiz, Efendimiz' in Elestteki hamdi aklımıza geldiği için ağlarız. İşte Hz. Hamza Resûlüllah'ın huzurunda bunu keşfetti.
Cenab-ı Hakk onun gönlünden, kendinden sonra gelecek bütün Müslümanlara Elest Meclisi'ndeki o müthiş sırrı anlattı. Bundan dolayıdır ki, Hz. Hamza kendisinin çok sevdiği bir kader ile müyesser kılındı. Efendimiz onunla o kadar coştu ki, huzuruna geldiği o gün, kalbinden öyle şiddetli bir fedakarlık sırrı (Efendimiz' e karşı) doğdu ki, Hz. Hamza o anda niyet etti. Bu gönlü çıkarıp sana vermedikçe ben bu dünyadan ayrılmam, diye.
Siz, Hz. Hamza nın Uhud'daki kalbinin yarılmasını, o Hint müşrikesi kadının yorumu sanıyorsunuz. Ama, o, Fahr-i Kâinat Efendimiz için o kalbin çıkarılıp parçalanmasını istemişti. 0 kadar çok seviyordu ki: "Bu kalp senin uğrunda parçalansın, bu kalp parçalanmadıkça sana karşı olan aşkımın ve sevdanın sükünet bulması mümkün değildir," diyordu.
Ondan dolayıdır ki, Hz. Hamza Müslüman olduktan sonra bir an ayrılmadı Efendimiz' in etrafından. Bir tek ayrıldığı an, biliyorsunuz, hicrette daha önce gidip, Medine'de Efendimiz' i bekleme süreci içerisindeki ayrılıktı ki, o ayrılıklarda Medi¬ne'de Fahr-i Kâinat Efendimiz' i karşılarken gönlü öyle bir hasret türküsüyle yandı ki, o bildiğimiz ünlü Medine şarkısı doğdu. Hz. Hamza' nın gönlünden çıkmıştır o!
Hoş geldin, ayların güzeli, ışıkların, nurların en güzeli.
Hoş geldin, diye gönlünden geçirdiği için, Medine'ye karşılamaya gelenlerin hepsine birden gönlünden aynı anda, Hz.Hamza'nın terennümünü bildiğimiz ünlü Medine şarkısı Taleal Bedrü doğdu. Hz. Hamza böyle bir Fahr-i Kâinat sevdalısıydı. Bu sevdalılığı içerisinde, Hz. Hamza' nın gönlü ile diğer insanların gönlü arasında bir parelellik olması lâzım. Hz. Hamza Efendimiz için her şeyin yapılabileceğini, en sonunda gönlünün bile parça parça edilebileceğini göstermesi açısından çok müthiş bir hâdisedir.
Hz. Hamza'yı dünya çizgileri içerisinde, Bedir Savaşı'nda bu kadar kahraman, Uhud Savaşı'nda da aynı kahramanlıkla, ama bir hainin okuna kurban gitti diye telâkki etmeyiniz. Çünkü Hz. Hamza'nın Bedir Savaşı'ndaki sırrını anlatmak istiyoruz size. Hz. Hamza, Bedir Savaşı'na gelmeden önce aşağı yukarı, ufak tefek 17-18 çarpışmaya daha katıldı. İslâmiyete ait nerede bir tehlike oluyor diye haber gelince, Hz. Hamza yanına 5-10 kişi alır ve tebliği yapmak üzere o insanların üstüne giderdi. Savaş âyeti gelmediği için ciddi bir savaş teşekkül etmezdi. Ama, o kuvvet gösterisi, Efendimiz'e karşı Medine'de yapılmak üzere hazırlanan gösteriyi paniğe uğratırdı. Hz. Hamza'nın Fahr-i Kâinat Efendimiz'in etrafında yaptığı ilk hizmet budur. Çünkü Bedir Savaşı'nın meydana gelmesindeki en büyük faktör, Fahr-i Kâinat Efendimiz, Medine'ye hicret ettikten sonra, Mekke'de olsun, diğer kavimlerde olsun, özellikle de Medine'deki Yahudilerden meydana gelen bir direnç, bir suikast söylentisi vardı. Bu o kadar ileri gitmişti ki, devamlı surette Fahr-i Kâinat Efendimiz'in evinin önünde nöbet bekliyen Hz. Ali, Hz. Sa'd ve Hz. Am¬mâr'ın kırk gün uyku uyumadıkları oldu. Müslümanları bu kadar tedirgin ettiler.
İşte bu safhalarda, Hz. Hamza, kahramanlığının en ciddi anlarını yaşadı. Nerede bir suikast ihbarı varsa, gider, onun üzerine varırdı. Hz. Hamza'nın en büyük hususiyetlerinden bir tanesi, yüzüne bakıldığı zaman, onun kahramanlığının sülieti, karşısındaki haini felce uğratmasıdır. Hatta Vahşi demiştir ki, "Eğer ben onun yüzünü görseydim, kesinlikle ne mızrak atabilirdim, ne okla vurabilirdim. Ben hayatımda bu kadar heybetli bir insan görmedim." demiştir.
İşte Hz. Hamza'nın Fahr-i Kâinat Efendimiz'e, dolayısıyla İslâmiyete lütfettiği büyük desteğin sırrı, Efendimiz'e karşı meydana getirilmek istenen fesadın doğduğu yerde dağıtılmasıdır. Savaş âyeti gelene kadar, kudretiyle, gücüyle ve manevî baskısıyla bu vazifeyi görmüştür. Olayların üstüne gide gide tıpkı, Ebu Cehil olayında olduğu gibi nerde Islâmiyetin ya da Efendimiz'in aleyhinde bir olay varsa cesaretle üzerine gitmiştir. Bu onun gönlünde devamlı surette kendi iç dünyasında Fahr-i Kâinat Efendimiz'e karşı muttakiler vazifesi görmek arzusu dolayısıyla, Cenab-ı Hakk'ın kendisine yaptığı bir lütuftur.
Nitekim, Hz. Hamza'nın bu sırrıyla, bu savaş âyetleri geldi ve bir tanesi Bedir Savaş'ı üzerine geldi. Bedir Savaşı'nda fevkâlâde bir hâdise vardı… Bunu iyi bilirsek, Hz. Hamza'yı daha iyi anlayacağız.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Bedir Savaşı'ndan sonra, ayrıntılarını yapar, tartışır, konuşur, sevkle sohbet mevzuu yapardı. Efendimiz, "Meleklerin bizzat Bedir Savaşı'na iştirak ettiklerine dair âyet-i kerime geldi," buyurdu. Bunu ashabına bildirirken, bir şeyi daha haber verdi, "Ya Ali! Biliyor musun, savaşta senin yanında kim vardı?" "Bilmiyorum Ya Resûlallah…" "Cebrail (as) vardı… Ya Hamza, sen biliyor musun'?"
"Bilmiyorum Ya Resûlallah…" "Mikâil ve İsrafil, senin yanında idiler…" Meleklerin savaş içerisinde nasıl bir sır taşıdıklarını anlamak için bunu anlatıyorum. Uhud'da, Hz. Hamza'nın şahadetini "Artık, Allah vazgeçti, melek göndermiyor." Böyle telâkki etmeyin. Bu biraz önce söylediğini gibi Hz. Hamza'nın çok iştiyakla beklediği, bu cümleyi çok arzu ediyordu. Gönlünü Fahr-i Kâinat uğrunda parçalamadıkça içi rahat etmiyordu, Hz. Hamza'nın, Çünkü Hz. Hamza'nın şahadetinde meydana gelen sırlar mânâ âleminde büyük sırlar açacak düzeydeydi…
Bedir Savaşı'ndaki, meleklerin İslâm orduları içerisinde ilk defa iki ashap, Resûlüllah Efendimiz'e dediler ki; "Ya Resûlallah, bu savaş bitti, fakat biz enteresan bir şey gördük, ne olur bize bunu anlat." Tabii dedi. "Birisi, ben önümde bir kafiri kovalıyordum, bir taraftan da kılıcımı sallıyordum. Fakat, kafirle benim aramda 14-15 adım mesafe vardı, bu mesafeden kılıcımı salladım, bir de baktım ki, kafirin kafası uçtu, bu nasıl oldu Ya Resûlallah. Bana anlatırmısın…" İşte bu meleklerin savaşa müdahale sırrıydı. Meleklerin görünmesi, yaradılış açısından yasak olduğu için, daha doğrusu meleklerin varlıkları beşinci boyutta seyrettiği için, onlar bizim boyutumuza indikleri takdirde ancak kuvvet şeklinde sezgilenebilir ki, meleklerin en hafif kuvvet şekilleri yağmurdur. Yağmurda su moleküllerinin teşekkülünü henüz fizik çözememiştir. Buhar hâlinde semaya yükselen bulutların -20, hatta -40 dereceye kadar kalmasına rağmen taşlaşmamasını hiçbir fizik âlim ve astro fizik âliminin izah etmesi mümkün değildir. Aslında su buharının bu kadar soğukta, yağmur damlaları değil buz parçacıklar dökmesi lâzımdır. Ondan dolayıdır ki Cenab-ı Hakk, "Biz yağmuru meleklere inşa ettirdik" diyor. Demek ki, beşinci boyutta bir müdahale ile su molekülleri fizik çizgisinin dışında birleştirilerek su hâline getiriliyor. Öyle bir lâboratuvar hâdisesi meydana getiriliyor ki, -40 derecede çalışıyor ama su imâl ediyor. Bu fizik olarak mümkün değildir. Bunlar insanların yüzünden ilim adına kaçırılmış, sanki meleklerin sınırı olduğundan uzaklaştırılmıştır. İşte biz meleklerin beşinci boyuttaki müdahalelerini, su damlasını nasıl yaptıklarını göremiyoruz ama, su damlası olup, rahmet hâlinde yayıldıktan sonra fark edebiliyoruz onların sırrını.
Bunun gibi meleklerin savaştaki müdahalesi de kesinlikle aynı şeydir. Bir mü'minin kılıcını çıkar tıpta henüz daha vurmaya niyet ettiği zaman karşısındaki adamın parçalara bölündüğünü görürüz. Melekler ancak bu şekilde müdahale ederler. Bu, Çanakkale Savaşı'nda, İstiklâl Savaşı'nda da çok görülmüştür. "Savaşlarda çok sayıda yeşil sarıklılar da vardı, onlar nerede oturuyorlar?" demişlerdir kaçan Yunan askerleri. Allah muhtaç etmesin bu memlekette bir çile meydana gelirse nice ordular hazırdır. Allah, inşallah melekleri savaşlarda değil de, güzel işlerde hizmet etmesini nasib etsin memleketimiz için. Bizleri de Hz. Hamza'ya lâyık etsin inşallah. Resûlüllah uğrunda kalbini parçalayan o güzelin hiç değilse kokusunu alamıyorsak, onun sırrı içerisinde gönlümüzde bekleyeceğimiz sevgiyle ona lâyık etsin inşallah.
Bedir Savaşı'nda, Hz. Hamza'nın gerek Mikâil, gerekse İsrafil tarafından bir çeşit desteklenmesi, onun etrafında pervane gibi dolaşmasındaki hikmetleri fark etmenizi istiyorum. Niçin bu özelliği olan iki melek Hz. Hamza'nın etrafında dolaşmışlardır. Bunlardan özellikle İsrafil Uhud Savaşında Hz. Hamza'nın yanından ayrılmamıştır. Müdahale de etmemiştir.
Uhud Savaşı'nda Hz. Hamza Şehit olduktan sonra bütün meleklerin semada Hz. Hamza'ya hizmetleri başlamıştır. Uhud Savaşı'nın bu noktasındaki bir özelliği anlatmak istiyorum.
Bedir Savaşı'nda Fahr-i Kânat Efendimiz, Cenab-ı Hakk'a niyaz ederken, "Bu bir avuç, sana Allah diyen güzel insanları mahçup etme!" demiştir. Onun üzerine melek orduları dökülüverdi. Bedir Savaşı'nın özelliği ordan çıktı. Çünkü Bedir Savaşı çoklarınızın nazarından kaçan bir hâdisedir ki, üç yüz küsur kişi, hem de hiç savaşa katılmamış, savaş taktiğini bilmeyen İslâm ordusu bin kişiden fazla, zırhlı, atı olan hainler ve yürekleri kin ve hırsla dolu olan, bütün şirretliğin gücünü taşıyan insanlara karşı savaşıyorlardı. Onun için Bedir Savaşı sıradan bir olay değildir. Mehmet Akifin söylediği gibi "Bedir'in aslanları çok şanlıydı" diyor ya, işte o sunum içerisindeki görüntü Cenab-ı Hakk'ın ayrı bir takdir ifadesidir.
Uhud Savaşı'nda mü'minler mağlup olmadılar. Uhud Savaşı çok büyük bir zaferdir. "Ebu Süfyan işte biz zaferi kazandık" dediği zaman Mekke'li müşriklerin kumandanı Halit b. Velid diyor ki; "Bu nasıl zafer? Bir zafer savaşın neticesiyle tartışılır. Biz buraya Müslümanları imha etmeye geldik, biz buraya yağma için gelmedik. Onların peygamberi de, etrafindaki en güçlü insanları da duruyor, o hâlde savaşı biz kaybettik."
Binaenaleyh, Uhud Savaşı, bir yenilgiden ziyade bir imtihan sahnesidir. Bazen mü'minlerin neler yapabileceğini, nasıl Fahr-i Kâinat uğrunda kendilerine feda edebileceklerini göstermesi bakımından, Allah'ın sergilediği müthiş bir senaryodur. İşte bu senaryoda Hz. Hamza'yı seyrettiğimiz zaman çift kılıçla girdi Uhud Savaşı'na, şehit olana kadar elinde çift kılıçla savaştı. Savaşın birçok sahnelerinde bir kılıcıyla öndeki, diğer kılıcıyla arkadaki kafiri vurup öldürüyordu. Nitekim Hz. Hamza'nın Uhud Savaşı'nda 80 kadar haini yok ettiği bilinir. Böyle şiddetli bir heyecanın, kılıçların üzerine dökülmesidir. Gönlünde Efendimiz'e duyduğu sevdanın gereği seni öldürmek isteyenlerin hayat hakkı yoktur diye, kılıçlarını iki tarafa savurmasıdır. Gönlünde o kadar büyük bir muhabbet, bir sevgi vardır ki, yaptığı kavga değildir. Gönüllerde Fahr-i Kâinat Efendimiz'e ait bir sevdanın tezahürüdür. Çünkü bu sevdayı gerçekten duyanların Fahr-i Kâinat Efendimiz'e düşman olanlara tahammülü yoktur. Aynı havada soluk almaya tahammülü yoktur. Ama bir mü'min bütün insanları sever, inansın inanmasın. Çünkü bir mü'min için en iyi davranış budur. Cenab-ı Hakk her insana bir kader vermiştir. 0 kader içerisinde inşallah arar bulur ve doğruyu görür. Ama Efendimiz'e düşmanlığa kalktığı zaman hiçbir mü'minin gönlü buna tahammül etmez. İşte Allah da, devamlı surette bu yasayı çalıştırır. Fahr-i Kâinat Efendimiz'e karşı düşmanlığı affetmez. Yoksa, marksist, ateist hiçbirinin kıymeti yoktur. Günün birinde hidayeti bulurlarsa ne alâ, bulamazlarsa cehennemi boylarlar. Efendimiz'e karşı düşmanca tavırlar koymak, Hz. Hamza'yı coşturup bir kahramanlık vesilesine sebep olan dil uzatmak, sövmek gibi hâdiseler geldiği zaman, her mü'min bir Hamza'dır. Bunu unutmayın.
Fahr-i Kâinat Efendimiz'e karşı, bu tarz bir kin duyanlara karşı her mü'min bir Hamza'dır. İşte Hz. Hamza'nın böyle şiddetli bir celâli seçen, hami tasfiye eden o müthiş hadisesinin seyri sırasında gönlünde öylesine bir coşku meydana geldi ki, inanır mısınız o anda Hz. Hamza'yı yaşamak lâzımdır.
Hz. Hamza, o anda yaşayan hainlerin varlığından yok edil¬mesinden de tatmin olmuyordu. Kendinden sonra gelecek hainleri de yok etmek istiyordu. Tam böyle bir coşku hâlindeyken "Ya Resûlallah tahammülüm kalmadı, bu kalbi al sana takdim ediyorum" dedi ve o anda şehit olup kalbi parçalandı. (0 anda Vahşi yardı, kalbi o parçaladı başka.) Ama o, Fahr-i Kâinat Efendimiz'e karşı bir niyazdı.
Nitekim, bu hâdise meydana gelir gelmez, müthiş bir hadise oldu. Efendimiz oldukça uzaktaydı, Hz. Hamza'nın şehit olduğu an Cebrail (as): "Sakın Hamza'yı yıkamasınlar, onu melekler yıkıyor, Allah öyle emretti" dedi. Gerçekten Hz. Hamza'nın melekler tarafından yıkandığını bütün mânâ ehli seyretmiştir. Hz. Hamza'nın o hâliyle cennete intikâli anında, Efendimiz, "Ben bu anı bütün mü'minlere göstermek istiyorum. Ey mü'minler! Hazır olun Hz. Hamza'nın cenaze namazını kılacağız." dedi. Melekler Hz. Hamza'nın cennette etrafında fırıl fırıl dönerken, Efendimiz perdeyi açtı ve ashabla beraber, cennetteki Hz. Hamza'nın cenaze namazını kıldılar. Herkes gözyaşları içerisinde öylesine coştu ki, herkes Efendimiz'in arkasından bakıyordu, Ya Resûlallah görmek için bir kez daha izin yok mudur? diye. Yani ilk kez cennette namazı kılınan, semada yıkanan bir yüceyi Rabbi'nin sonsuzluğuna emanet etti Efendimiz.
Bu sonsuzluğa emanet sırrında, inşallah Allah, hepimize bir nişane bıraksın. Yeryüzünde kalan bizler kendisinden sonra gelecekler dahil olmak üzere bir nişane bıraksın diye de, Cenab-ı Hakk, âyet-i kerimesinde; "Kesinlikle dirilişini kıyamete kadar koruyacaktır" buyurmuştur. Nasıl diriliğini? Bedensel diriliğini. Nitekim, Hz. Hamza'nın ve diğer Uhud şehitlerinin hepsine birden sirayet eden âyeti kerime'nin hükmü gereği, yirmi sene sonra Emeviler devrinde, sırf Uhud Şehitleri rahatsız edilsin diye, Medine'yi genişletiyoruz diye bütün Uhud Şehitleri mezarlarından çıkarıldı. Bunu Emevî tarihleri güya Medine'ye yapılan bir iyilik diye anlatılar. Bir de, yaraları halen kanıyordu. Cenab-ı Hakk Uhud'un o safhasında zaman dilimini durdurduğu için, yaralar hâlen kanıyordu ve hâlen de kanar. Başta Hz. Hamza olmak üzere bütün Uhud şehitleri, ŞEHID-İ ŞLTHEDA iltifatında bulunmuştur, (Yani şehitlerin lideri iltifatında bulunmuştur.) Fahr-i Kâinat Efendimiz. Kanların akışı tükenmeyecek, bir kan cereyanı olduğu için değil, o zaman dondurulduğu içindir.
Uhud Savaşı'nın akıl almayan hikmetleri içerisinde, akıl almayan sırları içerisinde Cenab-ı Hakk Hz. Hamza'nın cennete intikâlini ve melekler tarafından yıkanışını ve kanayan yarasını, kanı hiç bitmeyecek şekilde bu senaryoyu olduğu gibi dondurmuştur. İşte bu dondurulma hadisesi Hiddet-i İzzettir. Cenab-ı Hakk, bu senaryoyu arzın dört boyutlu sistemi içerisinde bırakarak bizleri onun sırrından mahrum kalmamamızı dilemiştir.
Allah, inşallah onun şefaatinden ve onun gönlündeki heye¬candan bizi mahrum etmesin ve âlem-i İslâm'ın etrafındaki bütün hainlerin şerrinden koruyarak, Mekke'sini fethetmiş Müslümanlar hâline getirsin. Amin.
Cevapla

“►Sahabeleri◄” sayfasına dön