Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Muhammed Sıddık Hekim (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Şimdi Allahu Zülcelal'in Habibini Zâtı için halk etmesinin izahına gelelim:
Allahu Zülcelal; Kemâliyetle muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olan, Zâtı pâki âlânın, Kibriya ve âzametine, Celâl ve Cemâline karşı bir ayna mesabisinde, gayet mücellâ, musaffâ, şuâ iktibas ve celbetmekliğe istidadlı, kabiliyetli, tahammüllü, ayrıca o şuânın aktarma ameliyatına ve nâkil vasıtası olmak üzere murâdı ilahinin tahakkukuk ve âleme teveccühü vasıtası olmak maksadı ile Habibi ve edibi, Hazreti fahri Kâinat Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaradılışı bu veçhiledir. Zâta mahsustur. Bunun müeyyidesi de: "Zâtına mir'ad edindim zatımı, mecz eyledim, adın ile adımı..."dır.
Demek ki: Zâtı uluhiyetini, zâtı vahdaniyet izharına murâd edince, Yani Hadis-i Şerif mucibince: "Gizli bir define idim, bilinmekliğimi murad edince halkı yarattım ki bilineyim." Bu Kudsi Hadis Muhaddisin nezdinde senedi yoksa da, ehli tahkik Şeyh Muhiddin ve benzeri nezdinde sahihtir.
Şimdi gelelim Hadisin mahiyetine: "Gizli define idim, bilinmekliğimi murat ettim" cümlesine dikkat edelim ki: Bu cümledeki definenin, keşf ve tayinini bilip de bulmak, her yiğidin işi değildir. Mutlaka mâharet ve hüneri açık, bâsiretli, tertibli, temkinli olmak üzere, definenin cevheri karşısında ebhelleşmeyen, şuurunu bozmayan, gayet istikrarlı ve metanetli bir zât olması lâzımdır.
Hadisi Şerifin ikinci cümlesi olan "Halkı yarattım ki, uluhiyetimi ve vahdaniyetimi izhâr ve ikrâr etmeleri içindir." Cümlesinden murad ise; halkın cem'isi olan insani kâmil demektir ki; mümessili olduğu kâinatın hayat müsebbibi, tevhid akidesinin muzhiri ve iki cihanın güneşi Hazreti Muhammed Mustafa'nın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Zâtı Şerifleri kastedilmiştir. Zirâ bu veciz ifade harcı âlem için kullanılmış değildir. Bu teklif büyüktür. Her zât haklıyamaz. Hem vahdaniyeti bilmek hem de bildirmek vazifesini sadece habibine tahsis etmiştir.
Hülâsa: Daha güzel bir şekilde ifâde edelim ki; Cenab-ı Rasulullahı'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) meziyetli, avamların i'tikadlarına göre; nebidir, rasuldür ve diğer peygamberlerden üstündür. Dinimizin ve Şeriatın mümessisi Kitab-ı Kur'anın hükmü câridir. Velhasılı: Avamın zan ve bilgileri, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sadece bu vazifelerle geldikten sonra çalışmıştır zannederler. Halbuki değil.
Şimdi gelelim daha yüksek bilginlere: (havas olanlarınkine) Bunların itikadları; ilimleri nisbetinde, yâni geçmişte ve gelecekte vazifadâr olduğunu ve olacağını bilirler. Hallerine göre değişirler.
El Tahkik ise, Keşif ve marifetlerine göre rütbe ve makamını bilmek keşfetmek imkânı ve ihtimali yoktur. Zira yoldaşı yok ki muttâli olabilsin. Bu hususta aciz olduklarına itiraf etmişlerdir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Medh-ü senâ hususuna gelince: Aşıklar marifetlerine göre söylemişler. Fakat ne söyleyecekler ki, hakîkatına uygun olunsun. Maalesef, acziyetlerini i'tiraf ederler ki, ne kadar medhedilirse edilsin, Hakkını vermiş ve şerefini yükseltmiş değildir. Bilais noksanlık kalıyor. Ancak mehdiye sahibinin sayesinde feyz-ü bereket sağlıyor. İnşaallahü Tealâ biz acizleri de; 11 Salavat, 1 Fatiha, 1 Ayete'l Kürsî, 11 İhlas, 1 Felak, 1 Nas Sûresi ile Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Ruh-u Pâkine ve tâallukâtına, ashâbına, Saadatlarımıza ve Ümmet-i Muhammed'e okuyup da bağışlamaya dâvet ediyoruz. İhtiyaçları yoktur. Fakat bizler muhtacız. Hele salavatı şerife... Cuma günü Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) ruhaniyeti yaygındır. Bizâtihi güneş doğarcasına, her tarafı abluka ettiği gibi nerede olursan ol bilhassa ruhaniyeti duyar aracı olmadan. fakat sâir günlerde görevlendirilmiş bir melek var ki kainâtın hepsi de salavat getirseler hepsini de alıp Rasulullah'a (Sallallahu Aleyhi Vesellem) arz ediyor. Bu kadar bir duygu gücü var.
Aziz Kardeşlerimiz;
Buyurun ziyâfete, büyük saadatlar neler söylemişler? Akla fikre sığmaz, dile gelmez, salavat olsun, kaside olsun istiğase olsun. Söyliye Söyliye ömürleri bitmiş asırları dolmuş, asla, arzuladıkları gayeye ulaşamıyorlar. Tek çaresi acziyettir, Vessellam. Sadece büyük Zâtların vecizlerinden bir kaç kalimeye teberrüken işâret edelim: Rabbımız Celle Celâlihu Sübhanehu Teâlâ'dan dileriz ki; bu dünya da bunları anarkenve anlatırken öbür âlemde de onlarla beraber olmaktan mahşerde mahrum etmesin. O zümreyle olmayı bizlere nâsip ve müyesser eylesin. âmin...


Resim

Resim

Resim

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Aziz kardeşlerimiz;
Saadatların nefis ve zârif medhiyelerinden bir kaç cevher ibraz etmek arzuladık. Fakat mâlalesef, aczimizi itiraf ederek, haddimizi tecâvüz etmeden, ceherlerinden bir cevher yazdık ki, mektubun ziyneti olsun. Bu salavatın hassası, İMAM-I GAZALİ ve GAVSUL ÂZAM SEYYİD ABDÜLKADİR EL GEYLANİ haber vermişler ki: "yatsı namazından sonra yatacağında, bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi, 11 İhlas, 3 Felak, 3 Nas ve bu salavatı okursa, şeytanın vesvesesinden kurtulur. Rüyasında da Rasulullah'ı (Sallallahu Aleyhi Vessellem) ve salavat sahibini görür." İnşaallahuteâlâ. Tevfik Allah'tandır. Vesselâm...
Muhterem kardeşler;
Bilelim ki, Hazreti Vâcibi'l vücûd ve allemü'l guyûb, her şeyden evvel var idi. Sonradan peyder pey muradına nizamnamesine uygun olmak üzere, yaratılacak nesneleri yaratıyor ki, uluhiyetinin vahdaniyetine" karar ve tasdik etmeleri içindir. Yoksa ihtiyacı olmuş veya olacağından değildir. Hâşâa sümme hâşâa...
O Müstağnidir. Hepimizce mâ'lumdur. Ancak hepimizin bilmesi gereken şudur ki: yaratılan nesnelerden evveli, Habibullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ruhudur. O adetâ besmele-i Şerifenin be harfinin noktası mesâbesindedir. Zirâ her varlık noktadan intaç olunur (neticelenir). Meselâ, beyaz bir kağıdın üzerine bir kalem ucu değdiği zaman bir nokta hasıl olur ki, ondan sonra harfler meydana gelir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Muhammedî Sıddıkiyette tomurcuğum Hocam,
"Pala Defteri"-nde -> gözümün NÛRu Hocam,
"Bir eL VER de ->kaldır!" diyen yaşlı DERVİŞ...
Bin eL ver de kaldır beni ->ne olursun HOCAM!..

08.04.2014 12:23 aksaray..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Hülâsa: Teferruatı ile anlatmağa imkanımız olmadığından sadece bir hususa dikkat edelim, fikirlerimizi de açık ve hassas bulunduralım, şu mübarek besmeleden bir sır verelim ve şeklini seyredelim. İbraz nazarı ile bakalım.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Be'nin sağ tarafı uzun işâret elif harfinin işaretidir ki, Uluhiet vahdaniyet, samâdaniyet varlığına delildir. Fakat Elif; Zâtı ile kâim müstakil müstağni, vakur olup onunla ünsiyet ülfet, münâsebet kurulmaz. Kimseyle birleşmez. Lâkin nesnelerin yaratılmasını murad edince, Celâliyetten Cemâliyet, kibir ve azametten ref'et ve rahmet, vakurluktan ünsiyet ve ülfet münasebetlerine uygun olan - be- harfinin şeklini vererek keennehu (sanki) şefkat ve merhamet kanatlarını sermiş, yaymıştır. "Bast" halidir ki, her nesne bu vasfa muhtaçtır ve idâreye uygundur. Zirâ idrak zafiyetine mahkum olan biçâreler, merhamet ile muameleye muhtaçtır. "Be" harfinden sonra "Sin" harfi geliyor ki, şekli, Lafza-i Celâleyi andırır. Gayesi ise, sırrı ilahi demektir. Sonra "mim" harfi gelir ki, yani murâd-ı Muhammedidir. Ondan olur. Uzar her şeyden sonra "mim"in yuvarlak kısmını alırda nokta olarak "be" nin altına münasip eder ki, rububiyet zatına müvacihtir. Lâkin muttasıl (bitişik) iken, munfasıl (ayrı) oldu ki, uluhiyetin, takdir ve tertibi ile noktaya tayin edilmiş oup, böylece kulluk vasfın uygun, lakin uluhiyete vasfından münkati (kesik) ve münfasıldır (ayrılmıştır)
Hülâsa-i Kelam بِسْــــــــــــــــــــــمِ Elif'ten be'ye, be'den Sin'e, Sin'den mim'e mim'den noktayı tahsis, noktadan ise her şey ve her netice doğar ki, bu ise uluhiyet ve rububiyetin sırrıdır ki Muhammeddir (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Gayesi, noktanın müdevver (döndürülmüş) oluşu âlemin deverânına işâret eder.
Filhakika, Kibriya ve azameti karşısında küçüktür, hiçtir. Lâkin murad ederse her şey ondan intaç eder (neticelenir). Tabi'dir ki, noktanın hareketinden harfler neticelenir ve doğar. İstersen Elif olur, istersen be olur... Elif Allahu Zülcelâl'in ismi ALLAH da da mevcuddur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allahuzülcelâl'iin nurundan halk olununca...
Cabir ibni Abdullah (ra) "Ya Rasulullah, Allahuzülcelâl'in yaratmış olduğu ilk nesne nedir?" diye soruyor. O zamanlarda Cabir'in babası, Abdullah yeni vefat etmiş onu teselli yönünden içi açılsın diyerek cevap veriyor: "İlk olarak hiç bir nesne yok iken, Allahuzülcelâl yaratmayı murad edince zatının nurundan "Nuru nebiyyike" senin nebiyin nurunu yarattı" buyuruyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Bakınız, kâlem kâğıda değdi miydi nokta oluşur. Zâten ilmin hepsi ise noktadan ibârettir. Hiç bir şey yok iken nokta peydah oldumu, uzatırsın Elif = ا olur. O zaman Allah = اﷲ olur. Noktadan intaç eder (neticelenir) her şey amma Allahü Zülcelal'den gayrisi... Noktayı uzatırsan elif oldu. Elif müstakildir, kimselerle birleşmez. Celâliyet, heybet ve uluhiyyet... Kimseyle müşterekliği yoktur. Ne yapmak lâzım be = بِ harif için? Sağ başta yukarıya bir çıkıntısı, dişi vardır ya işte o, elifin misâlidir. Ama tamamen müstâkil elif koymuyor. Bast ediyor. Çünkü, muhtaç... Halk muhtaç... Ondan halk kaynağı olması zaruridir. Eliften bir şey meydana gelmesi imkansızdır. Zirâ, müstakildir. Onun için be = بِ ye dönüştürdü. Allahuzülcelâl'in uluhiyetinin kimseyle ünsiyeti yoktur. Zâtiyyedir. Kimseler onun yakını da olamaz. Ama rububiyet tecelliyât-ı sıfatiyedir. Rab'dır. Rab'bın da iki sıfatı vardır ki hem medâr, hem de mürebbidir. Yani, idâre ettiği gibi, yedirir içirir de aynı zamanda mürebbidir. Hem; idâresi, terbiyesi vs. var. Hem de beslemesi vardır. İşte be = بِ olunca Basıtun (açan, yayan) olur da Kabidun (tutan) olmaz. Rab Celle celâlihu böyledir. Be = بِ den sonra Sin = سْ ve mim = م geliyor. Fakat mim = م i nokta olarak be = بِ nin altına koyuyor. Neden acaba? Biliniz ki? Elif'ten olan Allah'dır. Ve umumiyetle mahlûkat RAB Celle Celâlihu'nun sıfatlarına muhtaçtır ki altındaki nokta ise Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) mim = م mimlidir. Muhammed'in mim'i dir. Ve intac da bundandır. o nokta haline gelirilip "be"nin altına konmuştur. Ne varsa bundan doğuyor. Aynı zamanda mim = مi de koyuyor. Be, sin, mim... Mim esâsen MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)... Ama, Rahman ve Rahim'in Mim'leri başkadır. ama bu, hulikiyeyetin yakınındaki rububiyyet mim'i olup Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'dir.
Besmeledeki 1. nci mim böyledir. Bism =بِسْــــــــــــــــــــــمِ 'deki Sin = سْ ise sırdır. Ve üç dişli oluşu da ALLAH =اﷲ 'a işaret eder. Onun içindir ki, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hiç bir zaman sin harfi yazıırken dişlerini belirtmeden çizgi halinde uzunca çekilmesine izin vermezdi. Hatta Hz. Ömer (ra) böyle yazan birisini dövmüş bile... Gerçi bazıları alışmışlar da bazı antikalık yapıyorlar. Fakat, bunların her bir dişi bir sır taşımaktadır. Bir sırrı vardır ve değişmez. Her dişin hakkını vermek lâzımdır. Hele bilhassa besmelede... Sin harfini üç dişli olarak yazmakta Lafza-i Celâl'in bir sırrı vardır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Şimdi ise MUHAMMED=محمّد (as) kelilmesine 3 mim, 1 ha, 1 Dal'dan ibarettir. Harf okunuşu ise, 3 adet Mim=9 harf, 1 adet ha=2 harf, 1 adet dal= 3 harf olur ki toplam 14 harf eder.
Yâni noktadan "mim" olur, "mim" den "Ha" olur ki, "Ha"den "mim" daha şedd eli olunca iki "mim" okunur. "Mim" den "dal" olur ki yazılışta dört harf, okunuşta beş harf ortaya çıkar. Cebir usulü ile tefsir olunursa ondört harf olur. Netice, -314-rakamı çıkar ki , 313 Rasül, Zât-ı Muhammedîden intac olunmuştur. Ve Mezkür Zâtın aynasından tevid akidelerini iktibas etmişlerdir. Kalan bir tanesi de evliyalara tahsis olunmuştur. Yani, iman hakîkatının Cami'i Umûm envâr ve esrârın mâzharı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) dir.
Velhasılı: İmam-ı Ali Radiyallaha anh buyuuyor ki: "Her ilmin Cami'i Kur'an, Onun cami'i Fatiha onun cami'i besmele ve onunda cami'isi ise noktasıdır. Zirâ mâsivâ, ne varsa bu noktadan hasıl olmuştur. "Böyle olunca b sır üzerine fazla girişmeğe ömürler kâfi gelmez ve her hafsalaya sığmaz. Sadece bir cümle daha işâret edelim ki, ince fikrinize ve nezih idrakinize havale edelim.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Şöyle ki: Dikkat olunursa Allahu Zülcelâl Hazretlerinin ismi Celili yani الله (Elif-Lam-Lam-Elif-He) görünüşte 4, okunuşta 5 harf olup " ا ل ل ه " dir. Dördüncü harf yine gizlidir. Kezâ محمّد görünüşte 4, okunuşta 5, " م ح م م د" dördüncü harf yine gizlidir. Aynı zamanda her iki ismin 5. harflerine dikkat edersek cebir üslûbu ile telaffuz ettiğimizde her iki isimden meydana gelen 5. harflerinden 4 ü üçer, birisi ikişer olmak üzere 14 harf çıkar. Meselâ Elif ا لوْ şekli bir, teleffuzu üçtür. Lam ﻻ م şekli 1, teleffuzu 3 tür. He ه şekli bir telaffuzu 2 dir. د ا ل ve مـيــم‎ üç harf مـاـ 2 harfdir.
Hülâsa: Her harfin şeklinde, telafuuzunda bir hususiyet, meziyet ve hikmet vardır. Lâkin izahına vaktımız müsâid değildir. Ancak gayemizle ilgili olan Hazreti Fahriâlem'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ismi şerifinden teberrüken bir lemâ verelim.
Şöyle ki; Birinci "mim" besmelenin birinci "mim"idir ki, Zâhirdir. âşıkârdır. Yüce Allah: nokta haline getirerek zâtı uluhiyetin muvâcehesinde yerleştirdi. Keennehu (sanki) güneş gibi, zâti vahdaniyet nurunu... İster bir nesne, ister Rasuller olsun, ister Arş, kürsî, levh, kalem, cennet, güneş ve sâire olsun, mutlaka güneş-i mahammediden şuâlarını alıyorlar. Ancak şunu bilelim ki, her nesne birinci aynayı bulamaz. Meselâ güneş üçüncü aynadan alır, ay güneşten yani, dördüncü ve belki de beşinci, Allah'u âlem...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

İnsanlara gelince: Mürşidlerinin maharetine göre değiştiği mâ'lumunuzdur. Ancak, şunu bilelim ki, Rasuller dahi mürşidler gibidir. Lâkin aynaları, daha mücellâ, daha musaffa, yâni ayna sahibinin durumuna göre cilâlıdır. Kuvvetli Şuâ almak için, hem büyük, hem de berrak olmak gerekir. İşte Allah' azimüşşan birinci "mim"in hâssa ve meziyetlerini izhâr edince umum mevcudât ondan meydana geldi. Her hakikât ondan öğrenildi. Tevhid akidesinin önderi oldu. Bu sebeble (م‎) "mim" in yanına "ha" ( ح ) gelir ki; bütün mükevvenatın nezdinde minnettar olur. Yani makbul, mergub, Senâya ve teşekkür etmeye lâyık demektir. Ayni zamanda Zat-ı hamid; onun gibi hamdeden yoktur. İşte ikinci harfin "ha" ( ح ) olmasının sebebi Allah'u âlem bu olsa gerektir.
Demek ki, anlaşılan بِسْــــــــــــــــــــــمِ "bism" in gayesi tahakkuk edince o zaman "elestü" yani uluhiyet ve rububiyet vahdaniyetini ilân eder ve besmelenin birinci (م‎) "mim" inin muvâcehesinde lafzâ-i Celâle zâhir olur ki, vasıta cihazı demektir. Sonra üçüncü harf gelince oda "mim"dir. Bu da Rahman ismi Celilinin "mim"iir. Bununla müslim olunur. Yani şeriatine müteallik olan zahiri şeylere kavlen, fiilen teslim olmak müslim olmak demektir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Fi'lhakika, Rahman ismi celili sayesinde dünyanın bütün mahlukatının rızk ve geçimleri bu ismin sırrından faydalanır. Zira imtihan diyarıdır. Serbestlik gerekir. 4. harfe gelince yine "mim" harfidir. Fakat görünüşte yok, okunuşta vardır. Bunun sebebi de akaide (imana) mütealliktir. Zirâ geçmiş ve gelecek inanmağa lâzım olan şeyler gözle görülmez ama hakikatta vardır. Buna böylece inanmakla mü'min olunur.
İşte (محمد) Muhammed'de şeddeli olan iki "mim"in biri görünür, biri görünmez. Demek ki, biri zâhiri biri bâtıni, biri şeriat, biri hakikat, biri müslim, biri mü'min birbiri ile eklidir ve son "mim" ismi celilin "mim"idir ki ahirete müteallik ve ümmetine tahsis eylemiştir. Kezâ,sâir ümmetlerin mü'minleri de dahildir. Zirâ, gizli mim imâna mütealliktir.
Evet şimdilik son harf yani 5. harf ( ‎ﺩ‎ ) dal kaldı. Görünüşte bir, telaffuzunda üç (ل‎ ‎ﺩ ا‎ ). Bunun sebebi kâinatın delilidir. Bu vazife eşi nâziri yoktur. Makamı rütbesi ferdidir. İşte bu görünüşü buna işâret eder. Fakat telaffuzda üç oluşu hepimizce malumdur ki, mükellef olan mevcudat 3 yerde imtihan ve ıztırab devreleri vardır. Birisi ezel âleminde, biri dünya âleminde, birisi âhiret âlemindedir. Bu üç âlemde Kâinat O'nun delilliğine ve vasıtalığına muhtaçtır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Muhterem Kardeşlerim;
Hazreti Fahri âlem'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) meziyetinden konuşacak biz kimiz, Vallahilazim, ömrümüz kâfi gelmez. Zirâ, daldıkça okuyucu ve dinleyici azalır. Onun için gayemize dönelim. Ancak bir mücmel ibâre ile ifade edelim ki, faydadan hâli kalmasın. Dikkat edelim besmelenin sırrına ki; ilâhî idi. Herşeyden evvel ol Vâcibu'l vücûd mevsuf idi. Kibriya-ü-azamet, Celal ile Ceberût oldu ki, Birrun, Rahimun, Rabbün, Raûfun, Cemâl ile mevsuf liennehu. Sin gelir, sırr-ı ilahîdir. Sağyu, selâmet, ale'l mülki ve'l meleküt. Lâkin muradı Muhammedîdir gaye-yi maksat. Zirâ, nokta-yı cevherinden her şey oldu mevcûd.
Hülâsâ: Fahriâlem'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nokta-cevherinden meydana gelen mevcüdat yani ruh cevherinden sonra ti'neti cevherinden hatta Kudretullah öyle tecelli ve hikmetini cereyan etmişti ki, ol Habibi Zâti Pâk insanı kâmil şeklini verdikten sonra, yakup bir kandil içinde Arş-ı âlânın altında, mevcûd ruhların cümlesine telif olundu ki; bu aziz insanın Kâmil timsalini (Kabe mesabesinde) kainatın tavat etmesi emir olundu. Uzun bir müddetten sonra müşahedeleri için, izin verildi. İşte bu isnâda ve istidada göre tayin ve takdir olundu ki, dünya da ne gibi hal, makam nev'ileri rütbe, sanat, meslek, ilim, irfan, cahil, sapık velhasılı O'nun vücudundan müşâhede ettiği nesneye göre mesleği değişiyor. Meselâ, alnını gören halife, kaşlarını gören hattat veya nakkaş oluyor. Gözlerini gören, Hafizu'l- Kuran ve Sâim olur. Dudaklarını gören, vezir, dilini gören fasih ve elçilikte beliğ olur. Damak kısmını gören, vaaz-u nasihatçı ve müezzin olur. Dişlerini gören, güzel ve zarif olur. Burun, hekimlik, nevileriyle ilgilidir. Göğüs kısmı ilim, hikmet ve mârifetle ilgili. Omuz kısmından tırnaklarına kadar sağ-sol ayrı ayrı meslek ve sanatlar müşahedeye göre değişiriyor. El hasıl, topyekün vücudu ayak tırnaklarına kadar böyledir, şeffaftır. Yeter ki görenlerden olalım. İnşaallahu Teâlâ...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Fakat görmeyip de sadece gölgesini görenler ise, şarkıcı ve çalgıcı olup menhiyat kısmında meşgul olurlar mazaallah. Gölgesini de göremeyenler ise Yahudi, Nasrani, Mecusi vesair milletler küfür nevilerine mensup olanlardır. Şayet bakmaya tasavvur ve teşebbüs etmedi ise, bu kısım; rububiyet davasında bulunurlar. Allahümmehfaznâ ya Hâfiz... Âmin...
Şimdi şu mühim suâle dikkat edelim: Başka milletler görmediklerine göre, sanatları ve meslekleri nereden almışlar?
Cevaben: Bütün nebiler ve biz Ümmet-i Muhammed, hassaten bizim müşahedelerimiz Cenab-ı Rasulullah'tandır (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Lâkin, diğer milletler müşahedelerini ancak, mensup oldukları peygamberinden görebilmişler yani niyâbeten ikinci aynadan almışlardır. Böylece sanat ve meslekleri taklididir.
Hülâsa: Ruhlar âleminde, Hazreti Fahri âleminin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ne derecede olduğu tasavvurumuzun fevkindedir. Dünya âlemine gelince: Allahu Zülcelâl hazretlerinin âyeti celilesine ferman ile ilân ediyor ki;

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

Enbiya Suresi 107.ayet
(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
Artık bundan daha veciz cümle yoktur. Keza: Bir hadisi şerifte de şöyle buyuruluyor ve risâletinin Kâinata şumûllü olduğunu beyan eder ve meâli şudur ki; " Hiç bir şey yoktur ki, İllâ risaletimi bilir hemde kabul ve ikrâr eder. ancak ins ve cin keferesi müstesnadır. " Hiçbir nesne yoktur ki risâletimi kabul etmesin. Dağlar taşlar hiç bir nesne yoktur ki saygı duymasınlar... Nübüvvet geldikten sonra her nesne... Ne var ki insanların ve cinlerin kefereleri hariç...
İşte bu ayeti celile ve hadisi şerif karşısında besmele-i mübareke; Rahman ismi celili'nin sırrına da uygundur. Hemde fâideleri umuma şamildir. İşte ikinci "mim" yani şeddeli olan ve görülen "mim" dir ki, Rahmanın "mim" ine işârettir. El ilmu indellah.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Antalya mezarlığında sana geleceğim hocam,
Gül yüzünü, gülüşlerini göreceğim hocam,
Vallahi sen HAKK söyledin amma
Adam olup da ardına düşemedik HOCAM...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Şimdi besmelenin son kelimesine gelince oda "Rahim" ismi celilidir. Bunun hayru bereketi âhirette bilhassa mü'minlere mahsustur. Kezâ Muhammed ismi şerifinin üçüncü "mim"inin görülmemesine sebeb iman ile ilgilidir ve gizlidir. Mü'minlere mahsustur. Âhirette Rahim'in rahmetini izhar ettiğinde, Habibi'nin de şefâatını izhar eder. Her ikisi de mü'minlere hastır ve umûma şâmil değildir. Bu cümle ile besmelenin sırrı için, acizâne olarak kısaca manasından değil de, sadece fikirlerimize bir anahtar olsun için bilgi verdik. Bu vesile ile, Cenabı Rasulullah Salallahu aleyhi Vesellem efendimizin meziyetlerini andıkça sürûr verir. Hem de sâadet ve selâmete vesiledir. İnşallahuteâla...

İşte Pirimizin de lahzada bir milyon salavatı şerifeyi getirmekteki gaye ve sebebi kalbini, zâti nezih aynasının karşısında hedef etmiş ve aşk-ü şevk ile mest olmuş parlak nurunun şuâları ile yanmış tutuşmuş, hayran olmuştur. Bu sevile ile ruhu tayyibe-i mübarekeyi kendi ruhuna celb ve mezc etmeğe muvaffak olmuştur ki, bu sebebi salavatı şerifenin çokca getirilmesi buna delildir ve şahittir. Allahu Zülcelâl hazretleri bizim âcizleri, Cenab-ı Rasulullah'ın Sallallahu aleyhi ve Sellem Câhı hürmetine Pirimiz ve Şeyhimizin feyz ve bereketlerinden müstefid, meded ve himmetleri dâimâ bizimle olup ve bizden hoşnud ve razı eylesin. Amin ya Mûin!. (celle celaluhu)

Pek kıymetli aziz kardeşlerimiz, mektub niyeti ile başlanıldı. Fakat mâlesef, bilgin olmadığımızdan, kısâdan gitsek ifade-i merâm edemiyoruz. Uzun bir üslûb ile gâyemizi yazmağa teşebbüs etsek haklayamıyoruz. Onun için âczimizi i'tiraf eder, kusurumun affını dilerim.

Muhterem kardeşler;
Bu mektubun başlangıcında şöyle bir ifademiz vardı. Orada demiştik ki, mürşidimizin merşebi sıddıkîdir. Pirimizin makamı, Muhammedîdir. Onun için kutbiyetin rutbe ve makamlarında ve onunla ilgili meseleleri anlatmak filhakika böyle şeye teşebbüs etmek ve târif etmeğe kalkışmak ve avâmın fikrine ve fehmine göre dile getirmek çok güçtür. Cidden tasavvurun fevkindedir. Lâkin hakikatlara dayanarak öz kısmından anlatmak mümkün olmayıpta kabuğu kısmından olsa dahi bahsetmek faydadan hali değildir inşallah... Zirâ bu Câhiliyet sebebi ile herhangi bir müridân zümresinin fikrini, mütelâlırını dinlersek hepsinden de işiteceğimiz cevap şudur:
Keennehu (sanki) mürşidlerin hepsi Kutbu(l âzâm, Kutbu'l Ferd, Kutbu'l aktab vesâire vesâire. İşte bu sebebledir ki; kutbiyet mevzularından tekrar tekrar zikrettik ki, hiç olmazsa bir zerrecik dahŞî olsa anlatmak faydadan hali değildir. Zirâ, cehaletten cesaret hasıl olur ki, her zümrenin görüşü ayrı ayrı yollara sapar, bir çok hal ve inançları şeriat ve hakikat hilafınadır. Emel ve gayeleri ise tesanüd değil terfi, ayrıca bu yetmiyor gibi, mürşidlere karşı da cüretle savunuyorlar. Fakat kendi mürşidine gelince arşu âlâya çıkarıyor ve ona uyanları muteben sayıyor, uymayanları sapık addediyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Aziz Kardeşlerimiz;
Hakikaten her müridin önderi olan mürşide karşı bir çok vazifeleri vardır ve bu mâlumunuzdur. Fakat, her şeyin hâd ve hududu ve her hakikatın emmâre ve alâmeti vardır. Mâalesef bir çok müridân mesnetsiz ve hakikat hilâfına gidiyorlar ki, adeta râfizilerin hikâyesine benziyorlar.
Mesele şudur; İmam-ı Ali (Radıyallahu Anh ve Keremullahi vechehu)'yu hepimiz severiz Elhamdulillahi Teâlâ. Fakat, sevgimizle, Râfiziler gibi haddi tecâvüz etmiyoruz. Derecesine göre hakkını veriyoruz. Kezâ her mürid mürşidini mutlaka sever ve büyük hikmetler umar. Ona karşı sarsılmaz bir hüsn-ü zân etmekte gerekir. Hemde etmesi zaruridir. Lâkin her mürşid, kutbu'l aktab, kutbu'l âzâm veya kutbu'l ferd olamaz. Zirâ bu seviyede yükselemez.Mutlaka, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile münasebeti olacaktır. Bilhassa, makamı ve meşrebi Muhammedî ise, münasebeti ve müşahedesi dâimidir. Değilse haline göre değişir. Bu sebeble ehemmiyetle dikkat edelim ki; bu makam yücedir. Azizdir. Her mürşidin üzerine atfetmeyelim. Zirâ, ehli olmayana atfetmek tecâvüz demektir. Sebebini de izâh ve ilân edelim ki; her mürid, insafa gelsin de düşünsün ve tahkik etsin. Bu makam ile ilgili vesikalar, deliller, emmâre ve alametleri vardır ve çoktur. Tetkik etsinler ve öğrensinler. Mürşidinde mevcutsa ne âlâ ne mutlu gıbta edilir. Şâyet değil ve bu halden yoksun ise; o zaman yüce makama ehli olmayan mürşidini yükseltmeye kalkışan bir taraftan da yüce kutbiyetin meziyetini ve aziz ve şerif olan Cenab-ı Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) seviyesini de istihfaftır (Hafife alma). Zirâ liyakatı olmayan bir şahsiyet ile münasebet kurmak ve seviyesine indirmek hukukuna riayetsizlik hemde zulüm ve tecâvuz demektir. Bu muhim davaya uygun olarak bir misal verelim;
Valilerin hepsi ismen aynıdır. Lakin seviyeleri ve makamları istidad ve maharetlerine göre değişiyor. Fakat ne olursa olsun değil mi ki bir memleketin başına tayin timsalidir. Bu vesile ile az olsun çok olsun arada sırada olsun daimi olsun vazife icabı sebebiyle Reis-i Cumhur ile münasebeti olabilir. Hukuk ve nizam meselelerinde uygundur. Şayet valilerin yerinde odacı veya katibi velev ki memur olsa dahi Reisi Cumhurun huzuruna çıkmağa ve onunla münasebet kurmağa uygun ve layık görürsek o zaman Reisi Cumhur'u avam sınıfına indirdik demektir. Hukukuna riayet değil, zülûmdür. Aynı zamanda mühim ve dikkate değer nokta şudur ki; Cehaletimiz sebebiyle Cumhur Reisinin derecesini pasif görmemizdir. Bu açıkladığımız misal karşısında ihtiyatı tedbiri elden çıkarmayalım. Mutlaka bir hakikata dayanalım. Cenab-ı Rasulullah'ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rasgele harcamayalım. Evet beşeridir. Lakin beşeri olması şair beşerler gibi değildir. Onun misali beşeriyet arasında keennehu yakut taşı gibidir. Yakut taşının muhtelif seviyeli taşlar arasında bulunması gibidir. İsmen hepsi de taş ama cevherleri ayrı ayrıdır. En üstün ve en adi taş, en üstün ve en adı beşer. Burada denmek istenen Kutub vs. davasına kalkışanların yetkili bir makamdan tayinle olursa hakk olacağı yoksa asla hakk olmayacağıdır. Tayin olunca fark etmez ama küçük şehire vali olmuş ama büyük şehire vali olmuş. Vali olmuş ya!... Ancak sahte vali ise; çapulculuk olur, hafife almak olur velayeti ki bu şekilde olamaz. Eğer Allahu Zülcelal kereminden ihsanından, bir velillik verdi ise salahiyetini de tasarruf gücünü de elbette verir. Evet her Kutup aynı seviyede değildir. Bunlar Rasullerin timsalciliğini yapan kimselerdir. İbrahimî, İsevî vs. bahusus Muhammedî olabilirler. Aynı seviyede değildirler. Yalnız Gavsiyet makamı tektir. Her kutup aynı nebinin veya Rasulun meşreben timsalcisi ise ona göre gücü ve hüneri olup ona göre onun tezini de kullanır.onların mucizeleri ne nisbette ise kendisinde de o nisbette kerâmet gücü vardır. Onun içindir ki, bu günümüzde piyasada söylenip durdukları gibi rastgeleye "Gavs, Ğavs veya Kutub, Kutbu'l Ahtab vs..."denilemez. Mesele budur ve i'tirazımızda buradadır. Var olmadığı halde rastgeleye cahilce dava etmelerinedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Rasûllerin reisi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem)'dir ve resûller o'nunla irtibatlıdır. Kutuplar da dâimâ Gavs ile irtibatlı ve muhatabdırlar. Mis'ali işte budur. Devrenin ve zamanın Gavsı vardır ve sorumluluğu ve görevin gereğini Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den almaktadır. Onun için rütbesi kendisine yakışan bir şahsiyettir. o rütbe sahibi kılınmış ve o mevkiye de lâyıktır. Kendisi hafife de alınamaz hâşâ... Devrin reisicumhuru gibidir. Bu soytarıların düzmece söyledikleri gibi de değildir.
La havle vele kuvvete ille billahil aliyyil aziym. Tevk Allahu Zülcelâldendir.

Tevfik hudâdandır.
Filhakika, zikretmiş olduğumuz, kutubluk hakkında olsun Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında olsun, meziyetlerinin izharı içindir. Velev ki, bir lem'â olsun bile. Biz gibi âcizden bu kadar kâfidir. Bunun yakışığı on salavat getirmektir. Buyurun kardeşler bu ganimete dâvet ediyoruz.
Muhterem kardeşlerimiz; Primiz Muhammed Ali Hüsameddin Hazretleri hakkında şöyle bir sözümüz var idi. Bu söz de kendiliğimizden olmayıp sırdaşı olan ve bu hali keşfetmeğe muktedir olan Mürşidimiz Hazreti Fahri âlem'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emri olmadıkça Pirimiz yerden bir çöp dahi kaldırmağa teşebbüs etmez. Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ruhaniyeti de ondan ayrılmaz." bu cümle risalemezin başlangıcında da geçmiştir. Lâkin burada, bu makam ile ilgili bir fikir anahtarı ibrâz edeceğiz ki; her aklı selim sahibi insafa gelirde anlar diye. Bu ise hak bir mürdişidin üzerine harcamak için, delil ile isbattır. İşte büyüklerimizin feyiz ve bereketlerinden bir lem'acık açıklayacağız inşaallahuteâla... Büyüklerimizin feyiz ve bereketiyle.
Önce Hazreti Fâhri âlem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendimizin ezelden ebede kadar islâm, imân, ihsan, hidayet, ni'met, hayr-ü bereket, lütf-u ihsan, rütbe, makam, Fadl-ü-ikrâm ve her ne vâkıâ olursa olsun mutlaka kararı ve imzası alınmış ve alınacaktır. Hatta cennete girişte veya herhangi bir kimseye bir hediye dahi verilse, illâki imzası ile olacaktır. Velev ki, Hazreti İbrahim Halilullah (as) olsa bile böyledir. Kennehu Reisicumhurdur. Her anda ve her yerde hükmü geçerli olup, zaman mekân mefhumu yoktur. Bu cümleden anlaşılıyor ki, böyle bir zât ile münasebet kurmak ruhaniyeti ile da'imâ müstağrak olmak kolay değildir. ancak bu şerefe nâil olmak için takriben üç bin mâkam katetmiş olacaktır ki, o zaman emeline muvaffak olabilsin. Yoksa davaları akim ve kısır kalır. Zirâ, bu bir terazi mesabesindedir.
Evet kardeşlerimiz; Yukarıda zikretmiş olduğumuz üç bin makamın mahiyetlerini tekmil anlatmama imkân yoktur. ancak mücmel bir ifâde ile izâhına çalışalım. âlemi asgâr (küçük alem) gözüken insanoğlu, hakikatte Âlem-i ekber'in (büyük âlemin) timsâlidir ve onda ne var ise kendisinde de mevcuddur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Öyle buyuruyor İmâm-ı Ali (kmin (kv): "Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat Alemü'l ekber sende mündemictir (indimac eden, dürülüp sarılan, içine yerleşen). O kadar da kıymetin ve değerin vardır."
İn tava mündemic... Bir halıyı dürüyorsun ya... tava-yatak, yatak dürüyorsun... Ey Âdemoğlu Âlemü'l Ekber senin kalbinde mündemic olmuş, dürülüp sarılmış ve içine sokulup yerleştirilmiştir. Neden? Çünkü, Ruh dediğimiz şeyin öyle bir hilkiyeti (yaratılışı) vardır ki, "Âlemü'l Emr" dendir. Âlemü'l Emr ise Âlemü'l Arş'dan da ötededir. Kalb derseniz; kalbler, Allahu Zülcelal'in yeryüzündeki kablarıdır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)"Allahü Zülcelâl'in yeryüzünde kabları vardır." buyurunca soruyorlar: "Ya Rasulullah, Allahü Zülcelâl'in bu dünyadaki kabları nelerdir, bu nasıl olur?", "Allahü Zülcelâl'in kullarının kalbleri Allah'ın yer yüzündeki kablarıdır. "Eğer temiz olurlarsa Allahü Zülcelâl o kalblere nurundan verir. Mülevveslikten kurtulurda pâk bir hale gelirse o zaman Allahü Zülcelâl tarafındanbir nur verilir. Bu nur verilince de çok şeylere hâiz olur. Çünkü, Allahü zülcelâl'in nurları yer yüzünde gezmektedir. Yeter ki bir kalb temizlenmiş olsun.
Hadis-i Şerifte "Allah'ın yer yüzünde kabları vardır." buyuruluyor. Temizlenmiş olan kalblerdir bu kablar. Allahü Zülcelâl'in nurları böylesine bir kalb arar yer yüzünde... Böyle bir mü'min kalbi bulursa oraya girer. Bir kalb girdi mi artık ihlası do olur, ilmi de olur. olur mu? Evet, olur!... çok şeyler olur... Ama kalb; paslı ve mülevves (pis) olursa böyle bir kaba bir şeyler koymaya elverişli de değildir. Nitekim Hz. Şeyh Muhiddin bir dâvette bulunmuş, önlerine bir topraktan çanak kabda çorba koymuşlar da o çorba bitince bu kab çatlamış ve iki şak olmuş. Şeyh sormuş ki: "Bu kabın ikiye bölünmesindeki gayesi nedir, ne çıkardınız burdan?" "Biz bilemiyoruz" demişler. o zaman Şeyh ise: "Bu kimse bunu esâsen lazımlık (idrar vs. yapmak için) olması niyetiyle alınmış, ancak henüz kullanılmamış ve burası da çok kalabalık olunca, temiz olduğu için bize çorba kabı yapmışlar. Bizde çorbayı yedik, içtik... Kab diyor ki: Ya Rabbi!... Böyle kimselere beni çorba kabı yaptın, fakat bundan sonrasında eğer pis işlerde kullanacaklarsa avdet etmekten sana sığınırım benim işimi bitir deyince iki şak olmuştur." diyor ve devamla "kalbler, Allahu Zülcelâl'in kablarıdır. Tecelliyatı yapabilmek için envar-ı ilahiye'yi alabilmek için kalbler Allahu Zülcelal'in yeryüzündeki kabları olarak yaratılmışlardır." Ama, mülevves (pis) olarak değil tabi ki!... biliyorsunuz ki, kalblerimiz çöplük olmaya ne elverişli, ne de lâyıktır. Pâklamak lâzımdır. Tertemiz olursa envâr-ı ilâhi halis ve hülûs olur...
İlmü'l batın denilen şey var ya: Hüve sırrun min esrâr-ı ilâhi azze ve celle.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Allah'ın sırlarından bir sırdır ki dilediği kimselerin kalblerine ilka' ederler. Hatta İmam-ı Rabbani (ks) Hazretlerinin buyurduğuna göre; ihlâs'da Allah'ın sırlarından bir sırdır. Bir kalb tertemiz hale geldiyse, Allahü Zülcelâl ihlâsı bu kalbe ilka' eder. Verince o zaman artık ihlâs değil de halâs olur... Bir kimsenin kalbine ihlâs sırrı girdi mi, riyâkârlıkmış, şuymuş buymuş hiç aklına bile gelmez. Ne zarar, ne kâr onu ilgilendirmez. Kalb bir kere Allahu Zülcelâlin o sırrına sahip olmuş mudur; artık Allah'dan gayrısını aklına fikrine getirmez. Onun için o kimse "şunu yapayım da kimse bilmesin ve hâlisane olsun" diye bir şey gerekmez. Esâsen onun işi ihlâs değil de halas olmuştur. Halkın beğenip beğenmemesinden, istek ve endişesinden tamâmen kurtulmuş ve HAKK (Celle Celâluhu) ile olmuştur. Burada teberrüken mübârek Şeyhimiz Mevlânâ Alâaddin (ks) bir sohbetinde şöyle buyurdu: "Allah'ın yeryüzünde kabları vardır. Onlar mü'minlerin kalbleridir. Ancak nerede bulacaksın Sufi Numan gibilerin kalblerini?..."
İşte İmam-ı Ali (kv)'nin buyurduğu budur... Kalbin ne kadar kıymetli olduğunu bildiriyor. Hele bilhassa bir mü'mini haksız olarak öldürmek Allahu Zülcelâl'in:"bu dünya ve muhteviyatı ne var ise yok olsalar, zevâl olsa Allah nezdinde bir mü'mini öldürmekten çok daha basit bir iştir." O kadar kıymetlidir ki kulu Allah nezdinde... Öyle bir yaratılmış ki... İnsanoğlunun bir acayibliği vardır... İyi olursa çok güzeldir. Fakat bunca nimet karşısında çürük çıktı mı da çirkeften de beter olur. Nitekim öyle buyuruyor Allahü Zülcelâl... Kalb vermiş, fehmetmezler, göz vermiş görmezler, kulâk vermiş duymazlar... Sadece ve sadece hayvan gibidirler. Hatta "belhum edallun" Hayvandan da sapıktırlar...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

İmam-ı Ali (kv) nin buyurduğu gibi temiz bir kalbi olduğu takdirde insanın kendisine verilen bu nimetleri ki; akıl, kalb, göz, dil vs. meleklerde bile yoktur. İnsan çok kıymetlidir. Allamü'l Ekber aslında âllemü'l Emr'dir. Esâsen ruh, sır, hafi ve akfanın işidir. Alemü'l Asgar, Arş'a kadardır. âlemü'l Ekber ise Arş ve ötesidir.. Cennet, cehennem bile Âlemü'l asgardadır. İşte insan da sır başladı mı ortaya doğru yönelir, yönlenir... Terekkiyatı, Alemü'l Akdes'e kadar sürer... İnsanoğlunun acayıp bir hakiralığı vardır ki, anlaşılır gibi değil... Alemü'l Ekber ile birlikte muazzam ilimlerde mümdemicdir. İnsanın içinde kalbinde... Kat kat olmuş... İç içe sarılıp dürülmüş... Esrâr alemi...

Allahu Zülcelal Hazretlerinin Âdem oğlunun vücudundaki teşekkülatı âdeta büyük âlemin timsâlidir. Bu güzel, zârif ve teşekkülatı mükemmel olan insanın bir tanesi fikir karşısında alalım. Keennehü bir mürid, mürşidin huzuruna geldiği gibi meselaişte, mürşidi kâmilin mahareti bu esnada gayret edecek ki, müridin vücûdundaki 366 ana damarlarından hassalarını keşfedebilecek bir zât olursa, o zaman tereddüd etmeden teslim olunur. Nitekim, Şeyhimizinde; Pirimizin huzuruna vardığı zaman, "acaba?" demesi bu gaeyi kastetmiştir. Yazımızın başında bahsetmiştik. Fena fi'llahi, bakâ bi'llahi kutbiyet mevzu'unda anlatmıştık. Fakat Kelime-i Tevhid beraberce olması mutlak olduğu gibi Fena fi'rraül olması da zâruridir. İşte bu gâyeyi güden zât: vücudun ana damarları 366 olup, beher damarında, muhtelif sayıda hassaları var. Yani yedi sekiz dokuz ve nihayet ona kadar olabilir. Tamamı üç bine kadar çıkabilir. Şimdilik biz bu damarlardan birini ele alalım. Farz edelim ki, Şehvet damarı, bâsiret erbâbı müşâhedesine aldığı zaman, şeheveti zulmaniyesinin renge renk şulelerini görür. Fi'lhakika damarı birdir. Lâkin, şehvet nevileri değişiktir. Kimisi mal hevesi, kimisi şan şeref, kimisi yaşamayı, kimisi zinakarlığı, kimisi başka zevk-ü-sefaları sevip yapmakta. Vel hasılı bu nesnelerden hangisinin galip hangisinin sönük olduğu damarın hassa ve şulelerinin gür veya zayıflığından anlaşılıyor. Kezâ, yalancılık damarı da böyledir. Meselâ kimisi yalan söyler, kimisi başkalarını yalanlamağa çalışır. Kmisi de halkın yalanlarıyla uğraşır... Gayesi hakikat hilafındaki şeyleri ıkarmak değil, tongaya düşürmek içindir. Velhasılı: Hakkı söylemez, hakkı söyletmez, söyleyenleri tekzib eder (yalanlar). Hased damarı, kadr damarı, riyâ damarı, ücub damarı, kibir damarı, hile hiyanet hıda' (düzen, kurnazlık), fitne, fesad zülüm gıybet, nemime, iki yüzlülük, tamah, hırs, gayret, hamiyet tecessüs, tecebbür, tenecüş (fısıltı ile aleyhte konuşma), hasislik, müvezirlik, gayz (öfke), galiz damarı (kalabalık, terbiyesizlik), vesair bütün menhiyat nevileri böyledir. Meselâ: Dil yoluyla meydana gelen, göz yoluyla, kulak, el, ayak ve bedenin sâir âza ve diğer teferruatlarından meydana gelen küçük, büyük, mekruh, haram, şüpheli şeylerden küfre kadar her ne vakı'â olursa olsun mutlaka bu 366 damarların müdahelesi vardır...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

ÂŞIKLARIN SULTÂNI
ŞEYH MUHAMMED EL HAZÎN'İN
-kaddesallahu sırrahu-
YAZMIŞ OLDUĞU İNSANA NASİHAT KASİDESİDİR!.


Ey İnsan sen câhilsin hem RaBBinden gâfilsin
Günahlardan tevbe et, velîliğe kabilsin!.

Bu dünyada sarhoşsun, mağrursun şeytan ile,
Bu gafletten uyanıp, hep Rabbini zikreyle!.

Dünya, Rabbin düşmanı, şarabıdır şeytanın,
Bununla sarhoş olma, yoksa câhil kalırsın!.

Kalbini iyi tanı, temizle karanlıktan,
Aşk ile hem zevk ile, Allah'ı zikret her an!.

Kalb Allah'ın Arş'ıdır, Hakkın nazargâhıdır,
Hep O'nu düşünürse, cenneti de kazanır!.

Mevlâ, kalbi kendinden gafil görürse eğer,
Bir şeytanı devamlı ona musallat eder!.

Böylece rahmetinden hem uzaklaştırır onu,
O bulamaz Allah'a kavuşmanın yolunu!.

Ey İnsan! Sen Allahü zülcelâlden gafilsin,
Şeytanın şarabıyla sarhoş olmuş gibisin!.

Âdem oğlu! Mağrursun sen bu vaziyetinle,
Allah'tan da uzaksın yetmiş perde ile!.

Sen kalbini temizle Allah'ı da çok anarak,
Tefekkür et, ibret al, mahlukata bakarak!.

Bu âleme dikkatle nazar eyle ey insan,
Hepsi bir "kûn!" emriyle var olmuştur hiç yoktan!.

Yerlere ve göklere dikkat eyle nazar,
Her şey Hakkı zikreder, zerreden Arş'a kadar!.

Bu eşsiz kâinâtı, bu nakşı tefekkür et,
Âşık ol Yaradan'a o'na besle muhabbet!.

Kalbini mâsivâdan temizleyip ârif ol
Allah'tan başkaları bulmasın kalbine yol!.

Çokluğa bak, içinde göreceksin vahdeti,
Çık mecâz denizinden, bu gerçek hakikati!.

Kesreti göreceksin o vahdetin seyrinde
Mecâzdan kurtulursun, yüz hakikat bahrinde!.

Kalbini temizle ki, hep Allah'ı zikretsin
Varlık denizinde yüz lezzeti göreceksin!.

Bu gafletten uyanıp, Ma'rifet elde eyle,
Hâlinden fâni olup, bâki ol vahdet ile!.

Sen varlık denizinde muhabetiyle yüzersen
Vallahi iş bu hâlin, daha hoştur cennetten!.

Yerden ta Arş'a kadar her zerrenin varlığı,
RAbbimin kudreti ile vardır bir ağırlığı!.

Bütün bu kâinâtta mevcud olana ne varsa,
Bu varlık denizinden bir damladır hülâsa!.

Hem yoktur bu denizin, başlangıcı hem sonu,
İlim ve iradeyle hak ettiği, her mevcudu!.

Âlemlerin RaBBinin varlığı meydandadır
Güneşten daha açık, Ay'dan daha âşikârdır!.

Bu kandilin ışığı delâleti gibi hem,
Allah'ın varlığını gösterir cümle âlem!.

Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Şeyh MuhaMMed el HAZÎN'dir adın,
GAYRATÜ'L- HAYRAT'tır nişanın,
RaSûLuLLaH vermiş HAZÎN'i,
Şefaatinde cem' eyle cümle güzîni...
sallallahu aleyhi ve sellem ..


Şeyh Muhammed, bir gün Haccda MEDİNE'de, derin bir cezbeye kapılarak söylediği kudsî kasidede «Ya Hazinî» diye muhatab olduğu ilham üzerine o günden sonra Şeyhü’l- Hazin olarak tanınmaya başlamıştır.
Muhitinde ve adının zikredildiği kitaplarda Şeyh Muhammed el-Fersâfî, ayrıca Şeyh Muhammed el-Hazîn diye anılmaktadır.. Türbesi Siirt Fersâfdadır..
İlâhi aşka dâir kasidelerinden başka onun Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e «GAYÂTÜ’L-HAYRÂT» adı altında manzum olarak yazıp hediye ettiği ön üç kıta salâvâtı şeîifesi vardır.
Bu salâvât, doğuda geniş bir muhitte namazlardan sonra okunmaktadır.
Azîz Hocamız Muhammed Sıddık kaddesallahu sırrahu'nun BİZe hatırası olan bu salâvât "muhammedinur" sitemizin kalbindedir:

http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 1&start=25
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Meselâ: Vücûdun şubelerinden damarlara, damarların hassalarına gelince, üç bin mezmûm (yerilen) ve zûlmanî olan hassaların yerine, mahmud (övülen) ve nurani olan hassalar ile değişmedikçe emeline muvafak olamaz. Meselâ: Yalan karşılığı, sıdk, şehvet karşılığı iffet, kibir karşılığı tevâzu, hırs karşılığı zühd, hased karşılığı kadere teslimiyet hasisliğe karşılık cömertlik, zülme karşı adalet vesâire, vesâire...
Bundan anlaşılan ve ehemmiyetle dikkat edeceğimiz şudur ki; Bir müridin mutlaka, açık basiretli bir mürşide ihtiyacı vardır ki vücûdun ana temeli olan 366 damarın her birisinde bir meş'ale var ve her bir meş'alesinde iplik gibi uzayan renga renk çeşitliliği hassalar vardır. İşte bu mâni olan nesne ise tedavisine gayret eder. Bu da mürşidin kimyagerlik kuvvetine bağlıdır. Bir lahza da yani bir nazarla yetiştirilmesi de mümkündür. Zirâ, Hazreti Fahri âlem'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bu kabiliyette olan mürşidler hakkında şöyle bir hadisi şerifi vardır. Meâlen: "Mü'minin ferasetinden hazer ediniz. Zira mü'min Allahü Zülcelalin nuru ile nazar eder." buyurmaktadır.
İzahı şöyledir: Mü'minden maksat kâmil bir zatın ferâsetidir. Yani mâharet ve şetâratini (neşe, sevinç) tetkikinden, tahakkukunu keşif ve murakabesinden hazer ediniz. Yani tebbirli, temkinli, ihtiyâtlı olunuz. Demek ki, bu cümleden anaşılıyor ki, Kâmil olan mürşidin huzurunda gayet ihtiyatlı bulunun yani kevlen, fiilen, fikir, azim vesair hâlleriniz itibariyle... Şeriât ve hakîkat hilafında bulunmayın ki; keşif ve murakabesinde, müşahede eder ve gayretkeşliği sebebi ile gazaba gelirde hışmına uğrarsınız. İşte hazar ediniz cümlesinin ve efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından buyurulması bu vehicledir. Yoksa tenbih gerekmezdi, Bu ifadenin müeyyidesi Hadisin bakiyesidir. O da şöyle serahat vermiştir. Zirâ, o mürşidi Kâmil o kimsedir ki, Allahu Zülcelal'in nuru ile nazar eder. Yâni öyle bir hâzık bir tabibdir ki, emrazı kalbiyenizin (kalb hastalağınızın) teftişini, muâyenenizi yaparken,artık tahmin ve tasavvur değil ayne'l yakîn kalbinizde ve damarınızda olsun, şulelerinden hastalığınızı ayân beyân tespit eder. Zira onun basireti yücedir. Kalb aynası musaffa ve mücellâdır.Hak'ka nazargâhdır. Asla, zan ile, tahmin ile karar vermesi muhaldir. İşte ehli kemâl böyledir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Kutbiyet bahsinde Allahü Zülcelâl Hazretleri ile kâmil olan zâtlar arasındaki cereyanları bir zerrecik acizâne anlatmıştık. Şimdi de Cenab-ı Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) pâk ruhaniyetinin bir zât ile imtizâc ve temerküz edebilmesi için ancak, yukarda zikri geçen 366 damarların Mezmum (yerilen) hassalarını,Mahmut (övülen) hassalara çevirmesiyle mümkündür. Bunun târifide şöyledir: "Kavlen, fiilen, ahlâken, Allah'a (celle celâlihu) ve Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) uydurmaktır. Yani, Sâdık olmak, Âdil olmak, Cömert olmak, Halîm, Rahîm, Kerîm, Basîrli, Latîf ve bütün kulluk vasıfları ile ilgili, Rububiyet Sıfatları müstesnâ olmak üzeredir. Meselâ: Melik, Ganîyy, Cebbâr, Azîz ve benzeri Rububiyet Sıfatlardan hazer etmek lâzımdır. Acziyet tevâzu, ve benzeri kulluk vasfına uygunluk sıfatları mevsûf olmak lâzımdır. Zirâ, Allahu Zülcelâl'in bazı, sıfatları kullar üzerinde tecellî eder ve o sıfatlara hâl-ü-durumuna göre uymak mümkündür. Meselâ: İlim, Cömert, Halîm, Kerîm. Lâtif, Rauf ve Rahîm, Sâdık, Sabur, Âdil gibi beşeriyetin takatı nisbetine göre bir pay alabilir. Baz sıfatlar ise bunlar, Zatî olan Uluhiyet Sıfatları olup müstesnâdırlar.
İşte beşeriyeti ilgilendiren Mahmut Sıfatlardan önder ve örnek veren Cenâb-ı Fahri âlemi (sallallahu aleyhi ve sellem); hoca olarak, ittihaz edip kavli kavline, fiili fiiline, ahlâkı ahlâkına muvacehe etmeğe azm ile cehdederse, aynası karşısında yöneldikçe şuâları fazla çarpar, çarptıkça zulmanî hassaları giderir, nuranî olur ve nihayet yakıcı şuâlar ile pastları giderir. Ondan sonra temerküz eder (merkezleşir).
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Hülâsâ: Mücmel bir ifade ile söyleyecek olursak, Allahü Zülcelal hazretlerinin aşk ve muhabbetiyle ilgili vazife,nazargah noktası olan kalb, mâsivadan boşaltmaktır ve varlıktan yok olmaktır.
Cenabı Rasulullah'la (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ilgili, vazifeye gelince; damar ve mafsal,azaların tümünü tabi'kılıp ona uydurmaktır. Sonra ilahi envâr, masivadan âri, temiz, pâk, olan kalbe teşrif eder, Kezâ Ruhaniye-i Pâki Muhammedi o zâta temerküz ve ruhu ile imtizac eder (meze olur). Aksi halde, mâsivâ ve mülevves nesneler durdukça ala teşrif etmezler. İki zıt bir arada üctemi' olamaz.
Aziz kardeşlerimiz; bu veciz cümleyi te'yid eden şu âyeti celiledir Meâlen: "Ey Habibim, ilân ve izâh eyle ki, hakikatı söyle, Ey Nâs, eğer Allah'u Teâlâ'ya karşı aşk ve muhabbetiniz varsa bana tâi olun ki, o da sizi sevsin, hem de hatalarınızı da mağfiret etmeğe sebeb ve vesiledir."
Hülâsa: Habibine tabi' olmak ve yolunda kâim olmak, muhabbetulah'a delil ve ispattır. İşte hazreti Pirimizin, o yüce makamı ve timsâli Muhammedî olmasına sebep, Hazreti Rasulullah'a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olan aşk-ü muhabbeti ve getirdiği salavatı şerifedir.
Taklid ve tebâiyet meselesine gelince: Onun da müsbet bir delilini zikredelim. Pirimiz sır hazinedârı ve pek mahbubu ve enisi olan Hazreti Şeyhimiz ve Mürşidimizin huzurunda iken, şöyle buyurdu: "(Hazreti Pir, emti'a nev'ilerin mevcudu anbarlar dolusu idi, giyilecekde ha kezâ. Bilhassa binlerce kile çeltik tohumu ekilirdi. Gelene gidene ancak dengi dengine gelirdi. Bu bolluğa rağmen o mübareğin yiyeceği: 24 saatte bir defa olmak üzere şu miktar (yani avucunu açtı ve parmak kısmını belirterek bu kadar) arpa ekmeğini ayranın içine ufalar ve böylece iktifâ ederdi. Yastığını sorarsanız içi kepek doldurulmuş bir keseden ibâretti. "Bu cümleden olarak Aişe (ra) vâlidemizde; "Biz arpa ekmeği yerdik ve üç gün toklukta görmezdik." buyuruyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Pala Defteri Muhammed Sıddık (k.s.)

Mesaj gönderen Hakan »

Aziz kardeşlerimiz: İşte Cenab-ı Rasulullah'ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) böylece taklid ederdi. Zaten asıl mesele budur ki; her varlığa sahip bulmağa mümkün olduğu halde dünyasını yok içinde ku'd lâyemût (ölmeyecek kadar) hali tercih etmektedir. İşte bu meselede mühim bir tenbih vardır. Bir kimse derse ki; "adam sende, Cenab-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zaten fakir idi. Ondan yoksulluk çekiyordu..." Hâşâ, sümme hâşâ... Bu kabil inançlar küfürdür. Zirâ, istese idi dağlar altun olur da, beraberinde gezerdi. Bu imkânlar varken, yokluğu tercih eyledi. İşte Pirimizin taklidi bu kabildendir. Mâdem ki makamı, Nâibi Muhammedîdir, şu halde asıl ne yaparsa, gölgesi de onu taklid eder. Ettikçe sevgi ve merhametine mûcib olur ki; Ruhu pâk, ondan ayrılmaz hâle gelir.
Evet kardeşlerimiz; asla şüphe yoktur vesselâm. Okuyucu ve dinleyicilere sabırlar diler, uzun yazmamdan dolayı kusurumun affını istirhâm ederim..

Mürşidimizin meşrebi Sıddıkîdir mevzû'undan sonra, şeyhimizin halinden de bir nebze bahsedelim İnşaallah... Şimdilik, Pirimizin Muhammed Ali Hüsameddin ile Şeyhimiz Mevlâna Alaaddin Efendimizin aralarındaki muâmelatın şekli ve mâhiyetini kısaca izâh edelim. Mâlumunuzdur ki, Pirimiz Hazretlerinin mâkamı, Kutbiyet-i Muhammedî olunca, halife yetiştirme usulüde Hazreti Rasulullah'dan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) örnek alarak yetirtirmiştir. Zirâ gölge aslının taklidçisidir. Bu cümleyi te'yid eden şudur: Bir gün mürdişimizin sohbetinde iken; şöyle buyurdu: "O mübarek Hazreti Pir, öyle bir tasarrufa sahib, öyle celb ve cezb kuvveti vardır ki, yetiştirdiği kimseler pek çoktur. Sadece halife olarak 124 bin küsûr halifesi vardır ki, hiç bir halifeye, Fahri âlemin emri olmadıkça, icâzet vermemiştir." Anlaşılıyor ki, bu adet sahabe-i kiramın takriben adedine uygun. Demek ki, yetiştirme usûl ve Uslûbuda taklididir. Evet kardeşim; Evvelâ Kâinatın muâllimi nümune-i timsâli Fahr-i Âlem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin örneklerinden bir anahtar aklımıza getirdik mi kâfidir. İnşallahu teâla...
Resim
Cevapla

“►Muhammed Sıddık◄” sayfasına dön