İMÂM-I BUSEYRÎ ve KASÎDE-İ BÜRDE

Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

V- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in ilâhî Bereketi ve Dâveti




72-

جَاءَتْ لِدَءْوَتْهِ الْاَشْجَارُ سَاجِدَةً

تَمْشِي اِلَيْهِ عَلَي سَاقٍ بِلاَ قَدَمِ



Câet lidâ'vetihî'l-eşcâru sâcideten
Temşi ileyhi alâ sâkın bilâ kademi


O Yüce Peygamber Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dâvetine ağaçlar,
Köklerinei söküp sürünerek secde ederek geldiler…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

73-
كَاَنَّمَا سَطَرَتْ سَطْراً لِمَا كَتَبَتْ

فُرُوعُهَا مِنْ بَدِيعِ الْحَطِّ فِي الْلَقَمِ


Keennemâ setaret satran limâ ketebet
Furûuhâ min bedî'il-hattı fî'l-lekami


Sanki ağaç dalları yazdı engüzel yazı ile yol ortasına
Bir lokmada Tevhidin yutuluşunu..


Fer’ : Şube, kol. İkinci derecede olan. Dal budak. * Bir aslın neticesi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

74-
مِثْلَ الْغَمَامَةِ اَنَّي سَارَ سَاءِرَةً

تَقؤيهِ حَرَّ وَطِيسٍ لِلْهَجِيرِ حَمِي


Misle'l-gâmâmeti ennâ sâre sâireten
Tekîhi harre vatîsin li'l-hecîri hâmî


O ağaçlar ki tıpkı bulutlar gibi, dal ve yapraklarıyla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i
Öğle sıcağının ateş tandırı gibi olduğunda gölgeleriyle korumak için peşi sıra yürüdüler, yürüdüler…



Gamame : Bulut. Beyaz bulut. * Örtmek.
Sâire : Seyreden, harekette olan. * Bir şeyden geri kalan. * Maadâ. Geçen, dolaşan. * Yolcu. Seyyar.
Vatîse : Tandır.
Harr : Hararet, sıcaklık. Sıcak.
Hecr : Ayrılık, firak. * Tıb: Sayıklamak. Hezeyan. (Bak: Hicr) * Çok sıcak günlerde öğle vakti.
Hamim : Sıcak ve kızgın su. * Yakın hısım, soy sop. * Samimi arkadaş.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

75-
اَقْسَمْتُ بِ الْقَمَرِ الْمُنْشَقِّ اِنَّ لَهُ

مِنْ قَلْبِهِ نِسْبَةً مَبْرُورَةَالْقَسَمِ


Aksemtü bi'l-kamer'i-l-münşakki inne lehü
Min kalbihî nisbeten mebrûrete'l-kasemi


Yemin ederim ortasından ikiye bölünüp şaklanan Ay’a..
Kesinlikle O’nun kabiyle Ay arasında sadakatta kabul olunmuşluk güzeliği ve benzerliği vardır..


Münşakk : (Şakk. dan) İnşikak eden, yarılan, yarılmış. * Yaymak.
Mebrur : Hayırlı. Makbul. Beğenilmiş. Sadık olmakla makbule geçmiş olan.
Şakk-ı Kamer : Ayın iki parça olması mu'cizesi. (Kur'ân-ı Kerimin nass-ı kat'isi ile de sâbit olan ve mütevâtir olarak da bilinen Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın parmağının işâreti ile ayın iki parçaya ayrıldığı hadisesi ki, büyük mu'cizelerindendir.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

76-وَ مَا حَوَي الغَارُ مِنْ خَيْرٍ وَ مِنْ كَرَمٍ

وَ كُلُّ طَرْفٍ مِنَ الْكُفَّارِ عَنْهُ عَمِي


Ve mâ hava'l-gâru min hayrin ve min keremin
Ve küllü tarfîn mine'l-küffârı anhü amî


Ve o, Hayrı ve Keremi içine alan mağaraya!..
Ve and içerim kâfirlerin tüm bakışlarında onları kör eden içerdeki Nur-u Mîm’e!..


إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ


“Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40)



Havi : İçine alan, ihtiva eden, kaplayan. Câmi'. * Biriktirici. * Kuşatan.
Tarf : Göz, bakış, nazar. Göz ucu.
Gâr : Mağara. İn. Kehf.
Gar-ı Sevr : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine’ye hicretinde Ebû Bekir (ra) ile sığındığı Sevr Dağı’ndaki mağara.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

77-
فَالصِّدْقُ فِي الْغَارِ وَالصِّدِّيقُ لَمْ يَرِمَا

وَهُمْ يَقُولُونَ مَا بِالْغَارِ مِنْ اَرِمِ


Fe's-sıdku fî'l-gâri ve's-sıddîku lem yerimâ
Ve hum yekûlûne mâ bi'l-gâri min erimi


Oysa “SIDK”ın tâ kendisi Muhbir-i Sıdk olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile “O ne söylüyorsa haktır!” diyen Sıdık Ebû Bekir (ra) mağaradaydılar!..
Kâfirler göremediler..
Ve onlar dediler ki : “Bu mağara tertemiz, yabancı yok!”


Sıdk : Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. * Ahdinde sâbit olmak. * Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. * Kalb temizliği.(İslâmiyetin esası sıdktır. İmanın hassası sıdktır. Bütün kemâlâta îsal edici sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-yi kemâlâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır. İ.İ.)
Muhbir-i Sıdk : Sıktın habercisi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)..
Sıddık : Çok samimi, dâimâ doğruluk üzere ve Allah'a ve Peygamberine çok sâdık olan erkek. Sözü ile işi bir olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

78-ظَنُّوا الْحَمَامَةُ وَ ظَنُّوا الْعَنْكَبُوتَ عَلَي

خَيْرِ الْبَرِيَّةِ لَمْ تَنْسُجْ وَلَمْ تَحُمِ


Zannû'l-hamâme ve zannu'l ankebut'e alâ­
Hayri'l-beriyyeti lem tensüc ve lem tehumi


O kâfirler zannetiler ki;
Halkın hayırlısı Hz. Muhammed (sav) mağarada iken kapısına güvercin hemencecik bir yuva kurup, yumurtlayıp da yavru çıkaramaz
Ve örümcek de mağaranın ağzını tamamen ağ ile örüp kapatamaz!



Hamâme : Güvercin
Ankebut : Örümcek
Hayri'l-beriyye : Halkın hayırlısı. Hz. Muhammed (A.S.M.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

79-
وِقَايَةُاللّهِ اَغْنَتْ عَنْ مُضَاءَفَةٍ

مِنْ الدُّرُوعِ وَ عَنْ عَالٍ مِنَ الْاُطُمِ


Vikâyetüllâhi agnet an müdâafetin
Mine'd-durûı ve an âlin mine'l utumi


Allahu Zü’l-Celâl’in koruması dostlarını,
Kat kat zırhların müdafasından ve yüce kalelerin muhtaçlığından gâni-gereksiz kılar...


Duru’ : (Dır. C.) Savaşda giyilen zırhlar, cevşenler, çelik elbiseler.
Utum : Taş duvar. Taş yapı. * Köşk, kasr. Kale
Müdafa : Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak. * Düşman hücumunu men'etmek. * Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

80-
مَا سَامَنِي الدَّهْرُ ضَيْماً وَاِسْتَجَرْتُ بِهِ

اِلَّا وَ نِلْتُ جِوَاراً مِنْهُ لَمْ يَضُمِ


Mâ sâmeni'd-dehru daymen ve'stecertü bihî
İllâ ve niltü civâren minhü lem yedumi


Bu anlaşılmaz zaman yumağında dünya derdi boğazıma sarılınca,
Dertlerin ve sıkıntıların asla olmadığı Gâr-ı Garra olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Muhabbet Ocağına ve Merhamet Kucağına koşarım, ulaşmaya nâil olurum…
Hamd olsun Muhammedîyim!...



Sâme : Başını alıp gitmek.
Daym : Zulüm. Sıkıntı. İhtiyaç.
Dehr : Zaman, çok uzun zaman, ebedi. * Bin yıllık zaman. * Dünya.
İstecere : Boyun eğip sığınmak.
Civar : Çevre, yöre, etraf. * Yakın yer, yakın komşu.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

81-
وَلاَ الْتَمَسْتُ غِنَي الدَّارَيْنِ مِنْ يَدِهِ

اِلَّا اَسْلَمْتُ تُنَّدَا مِنْ خَيْرِ مُسْتَلَمِ


Velâ'l-temestü gine'd-dâreyni min yedihî
İllâ'stelemtü'n-nedâ min hayrı müstelemi


Ne zaman iki âlemin saadetini dilesem zâhir ve bâtın elinden,
Yalvardığım anda elimde buldum Rahmetenlil rahmetini…


İltimas : Tavsiye. Rica. İstirham. * Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak. * Yapılmasını isteme.
Gına : Zenginlik. Yeterlik. * Tok gözlülük. * Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak.
Dareyn : Her iki dünya. İki yurd. İki yer.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

82-
لاَ تُنْكِرِ الْوَحْيَ مِنْ رُءْيَاهُ اِنَّ لَهُ

قَلْباً اِذَا نَامَتِ الْعَيْنَانِ لَمْ يَنَمِ


Lâ tünkiri'l-vahye min ru'yâhü inne lehû
Kalben izâ nâmeti'l-aynâni lem yenemi


Sakın rüyâsında da vahy aldğını inkara kalkışma!
Şüphesiz ki o’nun gözleri uyuduğunda kalbi uyumaz asla!..
Nakilsiz akıl kullanma sakın!..


Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne ramazanda ne başka zamanda gece on bir rek’attan fazla namaz kılmazdı. Önce dört rek’at kılardı ki, onların güzelliği ve uzunluğu anlatılacak gibi değildi! Sonra dört rek’at daha kılardı. Onların da güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra üç rek’at daha kılardı. Ben:
– Yâ Resûlallah! Vitri kılmadan mı uyuyorsun? diye sordum. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
– “Âişe! Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz”

(Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1, Menâkıb 24; Müslim, Müsâfirîn 125. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 26, Tirmizî, Mevâkît 208; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 36.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

83-
فَذَاكَ حِينَ بُلِغٍ مِنْ نُبُوَّتِهِ

فَلَيْسَ يُنْكَرُ فِيهِ حَالُ مُحْتَلِمِ


Fezâke hîne bulûgın min nübüvvetihî
Fe leyse yünkeru fîhi hâlu muhtelemi


İşte bu Nübüvvetin olgunluğundaki gerçektir.
Halim selim ergin Erenlerin rüyâları nasıl inkar edilebilir.


Büluğ: Erginlik. Olgunluk. Çocukluk devresini tamamlayıp ergenliğe geçiş. Ergenliğe ulaşan genç, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi farzlarla mükellef (yükümlü) olur. * Yaklaşıp çatma.
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

84-
تَبَارَكاللّهُ مَا وَحْيٌ بِمُكْتَسَبٍ

وَلاَ نَبِيٌّ عَلَى غَيْبِ بِمُتَّهَمِ


Tebârekellâhü mâ vahyün bi müktesebin
Velâ nebiyyün alâ gaybin bi müttehemi


Birr ü ihsanın yaratanı Allahu Zü’l-Celâl’in takdiridir ki;
Vahy çalışıp kazanılara elde edilen bir şey değildir.
Ve asla gaybî haberlerinden dolayı hiçbir peygamber töhmet altına sokulup suçlanamaz.
Ve Onlar asla gaybî haberlerinde yanılamazlar yanılmazlar ve yanılamazlar...



Mükteseb : İktisab edilmiş. Kazanılmış. Elde edilmiş.
Müttehem : (Müttehim) (Vehm. den) Kendinden şüphe olunan, ittiham olunan şey. Töhmetli. Maznun. Zan ile kendine kabahat isnad edilen.
Bereket : Birrin tümü.Bolluk. Çokluk. Feyiz. Cenab-ı Hakk'ın lütfu, ihsanı. Uğurluluk. Meymenet, saadet
Tebârekellâhü : "Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli!" diyerek hayret taaccübü. Allah'ın (C.C. ) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâm.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

85-
كَمْ اَبْرَأَتْ وَصَاباً بِلْلَمْسِ رَاحَتُهُ

وَ اَطْلَقَتْ اَلرِبباً مِنْ رِبْقَتِ الْلَمَمِ


Kem ebreet vasaben bi'l-lemsi râhatühû
Ve atlakat eriben min ribkati'l-lememi


Bir dokunmakla nice hastaları iyileştirip rahata kavuşturdu
Nice delilerin sihirden çılgınlık iplerini çözüp salıverdi…


Ri’be : (C.: Riâb) Sihir.
Itlak : Salıvermek. Bırakmak. Koyuvermek. Serbest bırakmak. Serbest olup her tarafta bulunmak. Cezadan kurtarmak. * Boşama. Boşanma. Afvetmek
Ribka : Kement. Kement bağı. İlmekli ip.
Lemem : Delilik, cünun. * Musibete yakın olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

86-
وَاَحْيَتِ السَّنَةَ الشَّهْبَاءَ دَعْوَتُهُ

ُحَتَّي حَكَتْ غُرَّةً فِي الْاَعْصُرِ الدُّهُمِ


Ve ahyeti's-senete'ş-şehbâe da'vetüha
Hattâ haket gurreten fî'l-a'suri'd-dühümi


O kıtlığın kupkuru yılını duasıyla diriltti, hayat verdi…
Öyleki asırlar boyunca böylesi bir kara yıl görülmemişti, tek idi…


Şehbâ : Pek kıtlık olan sene.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

87-
بِعَارِضٍ جَادَ اَوْ خِلْتَ الْبِطَاحَ بِهَا

سَيْباً مِنْ الْيَمِّ اَوْ سَيْلاً مِنْ الْعَرِمِ


Bi ârıdın câde ev hilte'l-bitâha bihâ
Seyben mine'l-yemmi ev seyılen mine'l-arimi


Bereketli duasıyla gökten dökülen yağmur,
Ve onun yarıp geçtiği derlerde bıraktığı kum, çakıl taşlarla,
Sanki deniz deyâ akıyor veya ârim seli gibi…


Seyb : (C.: Süyub) Su akmak.
Yemm : Deniz, bahir, derya, umman.
Seyl : Sel. şiddetle gelen şey.
Ârim : İnatçı, kafa tutan insanların Yemendeki yurdu olup selleri ile meşhur vâdileri.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

VI- Bölüm: Kur’ân-ı Kerîm’in Şerefi ve Övüş



88-
دَعْنِي وَ وَصْفِي آيَاتٍ لَهُ ظَهُرَتْ

ظثهُورَ نَارِ الْقِرَى لَيْلاً عَلَى عَلَمِ
Da'nî ve vasfîye âyâtin lehü zahuret
Zuhûre nâri'l-kırâ leylen alâ alemi


Irakın beni de vasfedeyim-anlatayım Kur’ân-ı Kerîmîn Mu’cize âyetlerini..
Ki onlar Arapların geceleri dağ başlarına yaktıkları Şölen ateşi gibi âşikârdır..


Vasf :
Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etmek.
Mu’cize : İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.
Nari’l- Kırâ : Arapların âdetince bir yerde verdikleri ziyafeti ilan etmek ve dâvet etemek için yüksek dağ başına ateş yakarlarmış.

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

89-

فَ الدُّرُّ يَزْدَادُ حُسْناً وَ هُوَ مُنْتَظِمٌ

وَ لَيْسَ يَنْقُصُ قَدْراً غَيْرَ مُنْتَظِمِ

Fe'd-dürrü yezdâdü husnen vehve muntezımün
Ve leyse yenkusu kadren gayre, muntezımi


Eğer inci taneleri işlenip kullanılır hâle gelirse güzelliği kat kat artar.
İşlenmemiş, dizilmemiş ve kullanılmamış olsa da değeri düşecek değil ya!...


Dürr : (Dürdâne, dürre) f. İnci. İnci tanesi.
İntizam : Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak.
Müntezim : Dizilmiş, intizamlı, bir düzen içinde olan.
Hüsn : (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

90-
فَمَا تَطَاوَلَ آمَالُ الْمَدِيحِ اِلَي

مَا فِيهِ مِنْ كَرَمِ الْاخْلاَقِ وَ الشِّيَمِ

Femâ tetâvele âmâlü'l-medihi ilâ
Mâ fîhi min keremi'l-ahlâkı ve'ş-şiyemi


O’nu övenib hayali nasıl uzanabilsin gerçekten ona.
Ahşâhkın ve değişmez-kesin hâlin ikram kaynağı o’nun özündedir…


Şiyem : (Şime. C.) Huylar, tabiatlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

91-
آيَاتُ حَقٍّ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْددَثَةٌ

ٌقَدِمَةٌ صِفَةُ الْمَوْصُوفَ بِالْقِدَمِ
Âyâtü hakkın mine'r-rahmâni muhdesetün
Kadîmetün sıfatü'l-mevsûfî bi'l-kıdemi


Kul dilindeki Lafz-ı Kur’ân şimdikidir, ihdas edilmştir ancak Hakiati El Rahmân Teâlâ’dandır.
Taşıdığı mânâvî sıfatların öcelliği ise ezelîdir, kadîmdir.



Muhdes : İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan. * İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan.
Mevsuf : Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan.
Kıdem : Öncelik ve eskilik. * Evveli bulunmamak. Ezeli olmak. * Başkasından daha önce olmak. Zamanca daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek olmak. * Cenab-ı Hakkın "Kıdem" sıfatı, yâni; ebedî ve ezelî oluşu..
Kdîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

92-
لَمْ تَقْتَرِنْ بِزَمَانِ وَهْيَ تُخْبِرُنَا

عَنِ الْمَعَادِ وَ عَنْ عَادٍ وَ عَنْ اِرَمِ
Lem takterin bi zemânin vehye tuhbirunâ
Ani’l-meâdi ve an âdin ve an iremi


Zamana bağlı değil bize ilâhî tebliği haber vermesi
Âhiretten, Âd Kavminden ve İrem’den haber verişi.



Tekattera : Bir şeyden ayrılıp uzaklaşmak.
Mead : Ahiret.
Maâd : (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler.
Âd Kavmi : Hz. Hud Peygambere (A.S.) isyan ettiklerinden gazab-ı İlâhiyyeye uğrayan ve helâk olan, Yemen tarafında yaşamış bir kavmin adı.
İrem Kavmi Şeddadın kavmi.
Şeddad : Kâfir. * Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir. (Bak: Enaniyet)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

93-
دَامَتْ لَدَيْنَا فَفَاقَتْ كُلَّ مُعْجِزَةٍ

مِنَ النَّبِيِّينَ اِذْجَاءَتْ وَ لَمْ تَدُمِ
Damet ledeynâ fe fâkat külle mu'cizetin
Mine'n-nebiyyine iz câet velem tedümi


İnananlar için O’nun hüküm salatanatı devam edip gidecektir.
Diğer peygamberlere gelen mu’cizeler devam etmedei kendi döneminde kapandı…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

94-
مُحْكَمَاتٌ فَمَا يَبْقِينَ مِنْ شُبَهٍ

لِذِي شِقَاقٍ وَلاَ يَبْغِنَ مِنْ حِكَمِ
Muhakkemâtün femâ yebkîne min şübehin
Lizî şikakin ve lâ yebgîne min hıkemin


Muhkem, sağlam ve kesin hükümleriyle;
Nifakçıların şüphelerine ve laf ebelerinin azgınlıklarına fırsat bırakmadı..
Ne davacı ister ne de hakem dışardan…


Muhkemat : Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. * İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
Şübeh : (şübhe C.) şübheler, şekler. şübhe edilenler.
Şikak : Nifak, ikilik, ittifaksızlık.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

95-
مَا حُورِبَتْ قَطُّ اِلَّا عٰادَ مِنْ حَرَبٍ

اَعْدَى الْاَعَادِي اِلَيْهَا مُلْقِيَ السَّلَمِ
Mâ hûribet kattu illâ âde min-harabin
A'de'l-eâdi ileyhâ mulkıye's-selemi


Kur’ân’a hsavaş açanlar şavaştan kaçmakta buldu çâreyi
En azgın düşmanları ona kavuşmakta buldu selâmeti…


Hurub : (Harb. C.) Harpler, savaşlar, muharebeler.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

96-
رَدَّتْ بَلاَغَتُها دَعْوَي مُعَارِضِهَا

رَدَّ الْغَيُورِ يَدَا لْجَانِي عَنِ الْحُرَمِ

Reddet belagatüha da'va muarıdiha
Redde'l-gayûri yede'l-câni ani'l-huremi


Kur’ân’ın belagatı, Hakk’a karşı gelen imansızın bâtıl davasını reddetti..
İmanlı bir gayretkeşin, cânî bir hainin elini haramdan çektirdiği gibi..



Belagat : Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı.
Muarız : Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. (Bak: Münâkaşa)
Gayur : Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. * Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)
Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön