Hünkâr Hacı Bektaş- ı Velî(ks) Hazretlerinin hayatı eserleri

Hacı Bektaş-ı Veli (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Hünkâr Hacı Bektaş- ı Velî(ks) Hazretlerinin hayatı eserleri

Mesaj gönderen mehrican »

Resim

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ge&pid=922
Hünkâr Hacı Bektaş- ı Velî (ks) Hazretlerinin

HAYATI :

Halka malolmuş pek çok Hakk Dostunda olduğu gibi Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin de hayatı Anadolumuzun gönülden gönüle akan ve ulaşan hep diri kalmış hayat öykülerindendir. Hayat hikayesine kaynak olan “Velâyetnâme-yi Hacı Bektaş-ı Velî” nin yazmaları kütüphânelerimizde pek çok ve çeşittedir. Manzum (Ölçülü, mizanlı, tertibli. Vezni ve kafiyesi olan söz.) ve nesir (Manzum olmayan söz veya yazı.) şeklinde olanları, Farsça ve Osmanlıca dillerinde olanları olup Türkçe ve Almanca olarak yayınlanmıştır.
Velâyetnâme-yi Hacım Sultan, Velâyetnâme-yi Abdal Musa, Velâyetnâme-yi Seyyid Ali Sultan’da da anlatılan menkibevî hayatı benzerdir. Ortak ve doğru olan babası, Emevî zulmünden Horasan’a hicret eden, daha doğrusu sığınan Ehl-i Beyt İmam silsilesinden 6.ıncı İmam Musa Kazım (ra) neslinden Seyyid Muhammed b. Musa Sani’dir. M. S.1343 yılında ölen Vâsıtî Tiryâku’l- Muhibbin isimli eserinde açıkça Ehl-i Beyt’ten olduğunu bildirir.

Hacı Bektaş, Hacı Bekdaş, Hacı Bekteş şeklinde halk dilinde yer alan bektaş kelimesi; akran, arkadaş, eş, benzer anlamındadır.
Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin lâkabı olan Hünkâr ise saltanat sahibi olan Sultan, padişah anlamındadır.

Kendisini Mânâ Âleminde ve Ledûn İlminde yetiştiren Zât-ı Mübârek Lokman-ı Perende Hazretleridir. Türkistan’ın ulu mutasavvufu Hikmetler İkliminin eşsiz Hatibi Ahmed-i Yesevî (ks) mânevî bir işaret üzerine Halkı, HAKK (cc)’ya uyarmak ve Muhammedî nuru ve şuûru neşretmek göreviyle Ana Yurt’tan Anadolu’muza göndermiştir. Anadolu’nun yüreği gibi olan Kırşehir civarındaki Suluca Kara Höyük’te mekân tutmuştur. İlâhi İlim, Muhammedî edeb ve Ehl-i Beytî bir tevekkül ve ihlâsla sayısız insan yetiştirmiş, rüşde ermesine hasbî hizmetler etmiş ve çeşitli yerlere görevli göndermiştir.

Yaşadığı devrin ALLAH Dostlarıyla, görüşmüş ve gönül bağları kurmuştur. Bilinenlerden bazıları; Hacım Sultan, Niğde Borda türbesi olan Sarı Saltuk, Aksaray Taptık Köyünde yatmakta olan Taptık Baba, Ulu Âşık Yunus Emre, Karaca Ahmed, Akça Koca, Seyyid Mahmud Hayranî sayılabilir.

Yaşadığı devir bilinmekle beraber kesin tarih ihtilaflıdır. M.S. 1248 de doğduğu, 1281 de Anadolu’ya geldiği ve 1338de de HAKK’a yürüdüğü çeşitli eserlerde bildirilmiştir. Kırşehirli Âşık Paşa da 1502 de yazmaya başladığı Âşıkpaşazâde’sinde Osmanlı dönemine yetişmediğini bildirmiştir. Bizce önemli olan Anadolu’nun en karışık döneminde orada olduğu ve irşadda Velî oluşudur.

Hacca giden Hocası Lokman-ı Perende Hazretlerinin Arefe günü canı pişi isteyince kalb telefonuyla haberdâr olan Hacı Bektaş- ı Velî Hazretleri, Hocasının evinden aldığı sıcacık pişileri Arafat Dağı’na ulaştırdığından Hacı denildiği bildirilmektedir. Zâten kendiside çoğu Erenlerde olduğu gibi Kerbelâ, Necef üstünden Mekke, Medine’ye vardığı, haccettiği, 3 yıl o Kudsal Mekânda naz-niyaz yaşadığı sonra Kudus, Şam, Haleb, Elbistan yoluyla döndüğü rivayeti vardır. Hacla ilğili bilgileri Makâlâtında çok açık ifâde eder.

Ben doğrusu, herkesin her yerde bulabileceği bilgileri aktarmaktan ziyade Münir Derman Hocamında açıkça buyurduğu gibi Anadoluda ardı ardına kaynayan velâyetin üç kerem Kaynağı Hacı Bektaş- ı Velî, Hacı Bayram- ı Velî, Hacı Şaban- ı Velî Hazretlerinin diri dinlerindeki İlim-İrade-İdrak ve İştirak neşesiyle yaşayıp da yaşattıkları Öz Görüşün özetini: “Uhuvvet ve Fütüvvetle Halvet, Melâmetle Celvet” olarak anlamaktayım. Hiçbir davada bulunmaksızın sadece Livechillah ihlâsla, Ezelî Nurullahı, Nur-u Muhammedi, Nur-u Ehl-i Beyti; Kur’ânî ve Rabbâni hükümler içinde bizlere ulaştıran bu Yüce Erenleri, Can Ceryanlarımızın yıkılmaz direklerini ve kısacası ALLAH Dostlarının ledünnî sözlerini Muhammedî bir mâhiyet, mezheb, meşreb ve mâliyet ışığında gönlümden geldiğince, geçmişle bağları kesilen gençlerimizin anlayabileceği bir ifâde düzeyinde arza çalışacağım.

Uhuvvet ve Fütüvvetle Halvet, Melâmetle Celvet...

Yine Kırşehir’i şereflendirmekte olan Ahi Evren Baba ile çiçek açan Ahilik Uhuvveti.. Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk…

Hacı Bektaş- ı Velî hazretlerinin ataları gibi, ataları Orta Asya’da Nişabur’a sığınan “Kitabü’l-Fütüvve” ve “Risaletü’l- melâmetiyye” yi yazan Seyyid Abdurrahman Sülemi hazretleriyle kök salan Fütüvvet … Dostlara afv ve safh ile muamele. Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankârlık. Kerem ve seha. Soy temizliği…

Halk içinde HAKK’la gizli kalışla Kemâlât yolu olan Halvet… Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. Gizlilik…

Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem) günlerinden beri var olagelen tüm iyiliklerin mutlaka gizlendiği ve tüm kötülüklerin asla halka karşı gizlenmeden yaşandığı için bilir-bilmezlerce kınanan Melâmet.. Kınanmışlık… Olmuş için tevbede, Olana rızada, Olacağa duada; İman-Amel-Ahlâk ve Hâl olarak Halk için de Hakk’ın Hükmünü açıkça yaşayış olan Celvet…

Davul sesinin “Dost” sesini bastırdığı, cemâatçılık ve tarikatçılığın çığırdan çıkıp cirit attığı, tefrid (Minumum) ve ifraddan (maksimum) başka bir de İ’tidal (optimum) yolu olan Sırat-ı Müstakimin olduğunun unutulmaya başlandığı günümüzde köşe taşlarımız olan Ulu Erenlerimizi, şucu ya da buculara bırakamayız!
Geçmişin ve bu günün siyasi ceryanlarının isimlendirdiği ve bazılarının da haklı haksız sahiblenip kimselere bırakmadığı inanç sistemimizi Kur’ânı Kerim ve sahih hadislerle; tarafsız, ancak HAKK’a taraf bir vicdanla gönül gözümüzden geçirmeliyiz.
Katı, kasıtlı, kalıplı, neticede nefrete dayalı iç güdüleri dürtükleyerek ne Sünnî ne de Şiî olunur.
Kaldı ki illâ birinden olmak gerekirse; Ehl-i Beytî – Muhammedî - Kur’ânî – Rabbânî bir İnsan olarak;
İmanda, Şeriatı – Amelde, Tarikatı – Ahlâkta, Mârifeti ve Hakikatta, Hâli yaşayarak şerefli şehâdet ehli oluruz.

Hacı Bektaş- ı Velî Hazretleri de çırak-usta ilişkisi ve diriden diriye nur nakli ilim ve edebi içinde tâlim ve terbiyesini; öğretim ve eğitimde devam ettirmiştir.

Makâlâtını zevk ederken göreceğiz ki Ulu Hünkâr Hacı Bektaş- ı Velî (ks) Hazretleri de, Uhuvvet ve Fütüvvetle Halvet, Melâmetle Celvette Celâl-Cemâl Cem’ini esas almış yaşamış ve yaşatmıştır.

Zâten yaşanıp-yaşatılmayan, yalan olandır ki o ise günümüzdeki; Laf Ebelerinin, Tasavvuf Simsarlarının ve ne acı ki Tevhid Tüccarlarının işidir…
Gübreden-Gülden habersiz naylon gülcüler istemese de biz İnşâalah HAKK’a inanıp Hayrı işlemek adına Anadolu’nun Yüce dağları gibi Halkın içinde HAKK’ın adına dimdik duran, ömürleri boyunca sahte Sultanların sofrasına oturmamış Üç Velîlerimiz, Yunus Emremiz, Somuncu Babamız, Ümmî Sinan Hazetleri. Ve daha nicelerini anlamaya ve anlatmaya hasbî hizmetçi olacağız. Bize Dinimizi getiren ve Rahmetenlilâlemin olan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem) adına hesabına ve şerefine bu işi yapacağız. Kendi adına sahib çıkışı ve kullanışı açıkça doğru bulmayacağız…

Sûreti (Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.) sınıflanmalardan, Sîreti (Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.) Cem’e kemâlâtla ulaşım yoluna geçiş günümüz insanının ana sorunudur.

Geçmiş zaman içinde Sünni ve Şiî görüşü siyasete âlet eden devletlerin iki tarafta da olan masum halka neler ettiği, gün gelip göğe çıkarırken gün gelip çoluk-çocuk kılıçtan geçirdiği, Eskiçeri-Yeniçeri oyunlarının vs. nin, Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin inanç ve yaşayışı ile alâkasının olmadığını göreceğiz…

HAKK’ın Kullarına: “Kulum!” diye ferman eden Padişahlarla, biri birini öldürten bilmem kaç tanesine taç giydirmekle övünen tarikatçı sistemiyle de…

Bizim köyde Süleyman Emmi’nin hanımı ölmüş iki çocuk kalmış, Halime Hala’nın da kocası ölmüş iki çocuk kalmış, konu-komşu araya girip evlendirmişler. Derken iki çocuk da ikisinden olmuş. Bir gün diğer odada kavga-kıyamet kopmuş Süleyman Emmi : “ Hanım bak ne oluyor!” demiş. Biraz sonra elleri belinde gelen Halime Hala : “Herif! Herif! Seninkilerle benimkiler birleşmiş Bizimkilere veriyorlar dayağı!..” demiş…
Ehl-i Beyt, imanı olan hepimizindir…

ALLAHU ZܒL- CELÂL’in Sırat-ı Müstakimi ve Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)’in Fırka-yı Nâciye yolu ne Sünnîdir ne de Şiîdir.


Hem on iki İmama ikrârun
Bunların zıddına inkârun olsun.

Muhib ol Dostına, zıddına düşman
Dilersen kim ola imanın ruşan…



“ Aynı zamanda on iki İmama ikrârın, bunların zıddına inkârın olsun. Ehl-i Beytin Dostunu seven ol, düşmanına düşman ol ki eğer imanım açıkça belli olsun istersen…”


Bu beyitler Emniyet Umum Müdürlüğü kütübhânesinde bulunan Makâlâtın manzum bir mukaddemesinden alınmıştır.


İkrâr : Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak. Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.

İnkâr : Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. Yapmadım deme ve ayak direme. * Reddetme. (Bak: Nefy)

Muhibb : Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen.

Ruşan : Ruşen. f. Parlak, aydın. Belli, âşikâr.

Tevellâ : (Tevelli) Birisini dost edinme. Bir işi üzerine alma. Dönme, yönelme, i'raz etme. Ehl-i Beyt'e tam sevgi. Akrabalık. Karabet. Yakınlık beslemek.

Teberrâ : Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme.

On iki İmama ikrâr, tevellâ ve teberrâ meselesi…

On iki İmam dediğimiz öpöz Ehl-i Beyt olup bizzât Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)’in torunlarıdır. Ehl-i Beyt’e sevgi beslemek hem Kur’ân-ı Kerîm’de ALLAHU ZܒL- CELÂL’in emri hem de açık-seçik ifâdelerle Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)’in istek ve emridir. Unutmamalıyız ki İslam Dininde ikrâr HAKK’a inanıp Hayr olanı işlemek şartıdır. İnkâr ise Bâtıla inanmayıp şerri işlememek şartıdır.


Aklı olan Nakli bilen ve vicdan sahibi olan bir kişi herhangi bir nedenle bu sınırların dışına çıkarsa İslam Dininden kendisi fiilen çıkmıştır.

Emevi, Abbasi ve daha sonrakilerin Ehl-i Beyt katliamlarını bâtıl ve şerr olarak görmemek İslam Dinine inanan için mümkün mü?

Ancak, o gündür bu gündür istismar edilen Ehl-i Beyt Aleyhumüsselâm Hazretleri ile bu gün bazı kendini bilmez, İman-Amel-Ahlâk ve Hâlleri karışık ve İslam Dinine uymayan sözde Şiî kişilerin oluşu…

Yine Ehl-i Beyt kâtillerini sahabe oğlu olduğu için reddetmeyen, Ehl-i Beyti sevmekte Şiîlere benzeriz gibi nedenlerle gevşek davranan komik düşünce sahibi Sünnîlerin oluşu..

İkisi Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)’in Kayın pederi, İkisi de damadı olan dört halife hakkında çağlardır süren kısır polemik…

Kısacası biz İslam Dinini inanç ve inancı yaşayış bazında ne yapmalıyız? Gençlerimiz, Sevgi-Nefret Kavşağında ne yapsınlar?..

Geçmişin acıları içimizde olmakla beraber Ehl-i Beyti bu gün de gereği gibi sevmekte Muhammedî bir muhabbet ve merhametle, gönül gözüyle Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin Makâlâtını okuyalım ve anlamaya çalışalım İnşâallah…

Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin; Kitabü’l-fevâid, Fatiha Sûresi Tefsiri, Nasihat ve Vasiyetleri gibi eserleri olduğu da bildirilmektedir.

Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin en meşhur eseri şüphesiz Makâlâtıdır. Manzum ve mensur yazmaları vardır. Makalelerin toplanmasıdır. Beklide sohbetlerinin kaleme alınışıdır. Bölümlere ayrılmıştır.

Arapça olan nüshaları iki adet olarak tesbit edilebilmiştir. Birisini, Makâlâtın ilim âlemine kazanılmasında çok değerli hizmeti olan ve orjinalinin de kendisinde olduğunu bildiren Prof. Dr. Esad Coşan tercüme etmiştir. Kendisine rahmetler dileriz. Diğeri Süleymaniye, Denizli 393/4 de kayıtlı nüshasıdır.

Türkçe mensur tercümeleri çoktur. Meşhurları:
1- Manisa Nüshası: Manisa Kütübhânesi 5336 numarada kayıtlı nüsha.
2- Ankara Nüshası: Ankara İl Halk Kütübhânesi Eski Eserler Bölümü 355 numarada kayıtlı nüsha.
3- Lâleli Nüshası: İstanbul Süleymaniye Kütübhânesi 1500 numarada kayıtlı nüsha.
4- hacı Mahmut Nüshası: İstanbul Süleymaniye Kütübhânesi Hacı Mahmut Efendi 2856 numarada kayıtlı nüsha.
5- Uşşâki Nüshası: İstanbul Süleymaniye Kütübhânesi Uşşaki16 numarada kayıtlı nüsha. Ve diğerleri…

Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin Makâlâtı gibi halka mal olmuş asırlarca elden ele, dilden dile ve gönülden gönüle aka gelen anonim eserlerin orjinali şudur demek mümkün olmamıştır.

Çeşitli nüshaların sentez ve analizinden doğan eserler de bu hususta bir fikir vermektedir ki aranan da budur. Elde mevcut yazmaların bize ulaşan ve Lâtince harflerle yazım zorluğuna rağmen Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin o günün diliyle buyruğundan bu gün ne anladığımızı, hiçbir iddiada ulunmaksızın sadece ortaya çıksın ve genç neslimiz fikren tanısın dileğiyle arz ediyorum. Hazreti Hünkarın bu az hizmetime karşılık olmadan geniş keremiyle hepimize himmet etmesini dilerim.

Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)’e, Ehl-i Beytine ve Sahabesine salât ü selâm olsun. Elhamdülillahi Rabülâlemîn…


Ehl-i Beyt’e sevgi beslemek Kur’ân-ı Kerîm’de ALLAHU ZܒL- CELÂL’in emri:
ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zalikellezi yübbeşşirullahü ibadehullezine amenu ve amilus salihat kul la es'elüküm aleyhi ecran illel mevededdete fil kurba ve mey yakterif haseneten nezid lehu fiha husna innellahe ğafurun şekur : İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” ( Şûrâ 42/23)

“Zalikellezi yübbeşşirullahü ibadehullezine amenu ve amilus salihat kul la es'elüküm aleyhi ecran illel mevededdete fil kurba ve mey yakterif haseneten nezid lehu fiha husna innellahe ğafurun şekur : İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” ( Şûrâ 42/23)


Resûlullhah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ehl-i Beyti’ni sevmek ümmetine vâcibtir.
Salâvât-ı şerîfedeki Âl-i Muhammed’e saygının namazda ikinci teşehhüdde söylenmesini vâcib kılan İmâmı Şafiî (radiyallahu anhu)’yu devrin düzenbaz dalkavukları rafizîlikle suçlayınca şu şiiri okuyor:
“Ey binitli kişi! Minâ’daki o taşlıklı yerde dur ve taşlı yerin sakinleriyle, kalkıp gidenlere kulak ver!.. Seher vaktinde, tıpkı taşan Fırat Irmağının ahengi ile, hacılar Minâ’ya doğru dolup taştığında, bil ki eğer MUHAMMED (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesini sevmek bir rafizîlik (taşkınlık ve sapıklık) ise, ins ve cin âlemi şâhid olsun ki (o hâlde ben) bir rafizîyîm!..”

Birçok hadis-i şerîf içinden bir Ehl-i Beyt (aleyhumu’s-selâm) güldestesi:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ni’metleriyle sizi beslediği (gıdalandırdığı) için ALLAH’ı sevin. Beni de ALLAH sevgisi için sevin. Ehl-i Beytim’i de benim sevgim için sevin.” buyurmuştur. [/color](İbni Abbas (ra) dan; Tirmizî, Menâkib 3792;Taberanî, Kebir;İbn Hibban)

İlâhî, fıtrî, kevnî ve Muhammedî sevgi zinciri!..

İlâhî : Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik


Fıtrî :
Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.

Kevnî : Oluşa ait ve müteallik. Kâinat ilmine dair. Varlıkla alâkalı.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayber günü: “Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki o, ALLAH’ı ve Resûlünü sever, ALLAH ve Resûlü de onu sever.” buyurunca Râvi devâmla der ki: Bu söz üzerine (kendilerini seçsin diye sahabe) boyunlarını uzattılar. Ama, Resûlullah (sav): “Bana Alî’yi çağırın!” buyurdular. Alî (kv) getirildi ama gözlerinden rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. ALLAH Tealâ Hazretleri onun eliyle fethi müyesser kıldı. Râvi devâmla (Âl-i İmrân 3/61) âyeti indiği zaman “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım...” buyurup hemen Alî’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve “ALLAH’ım bunlar benim ailemdir (ehlimdir).” buyurmuştur.
(Müslim, Fezâilü’l-Ashâb 32 (2404); Tirmizî, Menâkib (3726))

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e: “Sana bu ilim geldikten sonra kim seninle bu hususta mücâdele edecek olursa de ki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyet edelim ki ALLAH’ın lâneti yalancılar üzerine olsun!” (Âl-i İmrân 3/61) âyet-i celilesi indiğinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Alî (keremullahi veche)’yi, Fatıma (aleyha’s-selâm)’ı, Hasan (aleyhi’s-selâm) ve Hüseyin (aleyhi’s-selâm)’ı çağırdı ve: “ALLAH’ım bunlar da benim ehlim (ailem)” buyurmuştur.
(Sâd İbn Ebi Vakkas (ra) dan; Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân 30021)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “İnnî târikûn fikümü’s sâkaleyni kitaballahi ve ıtretî: Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım biri ALLAH’ın kitabı biri de ıtretim (Zürriyetim, Ehl-i Beyti’m)” buyurmuştur.
(Müslim Fezailü’s- sahabe 36,37; Darimî, Fezâilü’l-Kur’ân 1; İ. Ahmed, III/14,17-4/367, 371; Şeybe; Hatîb)

Zeyd ibn-ü-Erkâm (radiyallahu anhu)’dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ben size, temessük edip (tutunup) sıkı sarıldığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmekten korunacağınız iki şey bırakıyorum: Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür: Kitabullah. Bu, semâdan arza uzanan ALLAH’ın ipidir. Diğeri Ehl-i Beytim olan yakınlarımdır. Bu iki şey, Kevser Havzının başında buluncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaktır. Bu iki şey hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza iyi bakın.”
(Kütüb-i Sitte, Muhtasar C.12/499)

Ve daha niceleri..
Ne var ki dünyanın da bir kaderi var…



Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Bedee’l-İslâmü gariben. Ve seyeudü kemâ bedee gariben fe tubâ li’l-gurâbâ: İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere!” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Îmân 232 (145); Tirmizî, Îmân 13; İbn Mâce, Fiten 15; Darimî, Rikak 42; İ.Ahmed I/184)


Latif YILDIZ
(KUL İHVÂNİ)


EHL-İ BEYT’İN

Derdin zevki zikirdir
HAKK’ı Aşkla fikirdir
Şikâyetsiz şükürdür
Hayâsı EHL-İ BEYT’İN...



FAHRın faslı MUHAMMED (sav)
Âşık aslı MUHAMMED (sav)
Aslı nesli MUHAMMED (sav)
Mayası EHL-İ BEYT’İN...



Tecellî Hak... Taşlandı
Elâ gözler yaşlandı
Çile ile işlendi
Oyası EHL-İ BEYT’İN...



Muhabbet gurûru DOSD
SUBHAN’ın sururu DOSD
MUHAMMED’in Nuru DOSD
Boyası EHL-İ BEYT’İN...



Erenler kaşığı HAYY
Elestin Âşığı HAYY
Mahşerin ışığı HAYY
Ziyâsı EHL-İ BEYT’İN...



“KÂR-BEL” Aşk Kuyusu
Uyanıklık uykusu
İHVÂNİ’m HAKK kaygusu
Rüyâsı EHL-İ BEYT’İN... (as)


KUL İHVÂNİ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim


ALLAH razı olsun çok güzeldi rabbim himmetlerine nailetsin inşALLAH...
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

MAKÂLÂT-I HACI BEKTAŞ-İ VELÎ


Eline Diline Beline Sahip ol!


GİRİŞ



1- Bâb-ı evvel : BİRİNCİ BÖLÜM
2- Bâb-ı sâni : İKİNCİ BÖLÜM
3- Bâb-ı sâlısı : ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
4- Bâb-ı râbı’ : DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
5- Bâb-ı hâmıs : BEŞİNCİ BÖLÜM
6- Bâb-ı sâdıs : ALTINCI BÖLÜM
7- Bâb-ı sâb’ı : YEDİNCİ BÖLÜM
8- Bâb-ı sâmın : SEKİZİNCİ BÖLÜM
9- Bâb-ı tâsı’ : DOKUZUNCU BÖLÜM
10- Bâb-ı âşır : ONUNCU BÖLÜM
11- Bâb-ı hâdı-aşar : ON BİRİNCİ BÖLÜM
12- MAKAMLAR KİTABI




“ Üzme! Üzülme! Sev! Sevil!”
Kul İhvâni





[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

GİRİŞ:

Her yönüyle tartışmasız bir eser olan Makâlâtı uzun yıllar aramıştım. Bulduğum da ise dil sorunuyla her gencimizin karşılaşacağını gördüm. Değerli İlim Adamlarımızdan merhum Prof. Dr. Esad Coşan Hocamın büyük emekle Müslümanların hizmetine sunduğu tezini defalarca okudum. Başka yazma ve eserleri de inceledim. Sonunda hiçbir davada bulunmaksızın vicdani inanç ve düşüncelerimle anlaşılır Türkçeye çevirmeye çalıştım. Daha detaylı bir sözlük kurmaya uğraştım ki özünden coşup da kendince anlamak isteyenlere hizmet olsun. Benim yörem olan Orta Anadolu Köylerinde de hâlâ konuşulmakta olan kelimelerin aynı oluşuna veya çok az değiştiğine hayret ettim. Makâlât eğitim için öğretimi esas alan bir usul ve âdâb kitabı olduğu için tüm anlatılanlar bittiğinde ne demek istendiği anlaşılacaktır.
HACI BEKTAŞ-İ VELÎ Hazretlerinin de mezheb ve meşrebi netice olarak Muhammedi Melâmete dayanmaktadır bizce…
Bu nedenle de yer yer görüşlerimizi arz edeceğiz.
Ancak danenin, samanımıza karışmasını önlemek için renkleri kullanacağız.

Sizlere sunduğumuz eserin, Yazmalardan oluşan orjinali siyah renkli olacaktır. Bu siyah kısımda parentez içinde ve mor renkli ifadeler ise başka yazmalarda olup anlayış kolaylığı için yer yer alınmıştır.

Hemen altında kırmızı renkli Türkçe açıklamalar gelecektir ve âcizane bana aittir.

Bunun da altında yeşil renkli olarak kelime sözlüğü, ana kısımda geçen veya faydalı görülen âyet, hadis ve Erenler sözü vs. gibi yardımcı bilgiler olacaktır.

İnsaf ehli bilir ki böylesi zor bir işe ancak bizim gibi hizmeti Hakk için yapan ve açığa çıksın da göç yolda düzelir diyen, davası ve daveti olmadan duası olan âşıklar girer.

Umarım ki Ehl-i İlim olanlar noksanlarımızı iyi niyetle uyarırlar ve Erenler Yoluna yardım ederler…

Elhamdülillahirabbülâlemîn…


LATİF YILDIZ
Kul İhvani


HAZ KİTAB-I MAKALAT-I HACI BEKTAŞ AL-HORÂSANÎBu Horasan’lı Hacı Bektaş’ın Makalat Kitabıdır.


Kaddasa’llahu Sırrahu’l –Azîz
Allah onun azîz sırrını kudsal kılsın


Bismi’llâhi’r- rahmâni’r-rahîm
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismi ile




Şükr ü minnet ü sipâs ol Tanrı Tabâraka ve Ta’âlâ Hazratına olsun kim, biz za’if bî-çâra kulları yokdan var eyledi; ve dahı bizlere iman ve İslâm rûzî kıldı; ve cümle mahlukâtun rızıkların ma’lum ve maksûm kıldı.

Şükrümüz, nimetlerine karşı borçlu oluşumuz ve duamız; bereketin kaynağı yüce Tanrıya olsun! Ki, biz güçsüz-kuvvetsiz kulları yoktan var etti. Ve de bizlere iman ve İslâm nasip etti. Ve cümle yaratıkların rızıklarını belli ve kısmet etti.


Minnet : Bir iyiliğe, bir iyilik yapana karşı kendini borçlu görme. İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek.
Sipâs : f. Şükretme, dua etme.
Tabâraka :Tebarek. Mübarek etsin (mealinde dua.) Teâlâ gibi mâzi fiiliyle mübalâğa ile bereketin Allah'tan zuhurunu ifade eder.
Ta’âlâ : Teâlâ. "Nâmı büyük" meâlinde olup. Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) kudsiyet ve büyüklüğü için hürmeten söylenir.
Hazrat : Hazret. (Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh. * Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; "Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri" gibi.
Za’if : (Za'f. dan) Güçsüz, iktidarsız, kuvveti az, kuvvetsiz, tâkatsız. Kansız. Gevşek, tenbel.
Bî-çâra : Çâresiz, zavallı.
Dahı : Dahi, bundan başka, aynı zamanda, hem de; başka, diğer.
Rûzî : Rızık, azık; nasib, kısmet.
Kılmak : Etmek, yapmak.
Ma’lum : Bilinen, belli olan.
Maksûm : Taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş. * Kısmet, nasib.


Ve dahı selâm u salavât ol payğambarlar serverine ve mürseller ulusına ve enbiyâların ve evliyâlarun mihterine olsun kim dükeli (on bin- cümle) âlama anun dostlığına yaratdı.

Ve aynı zamanda selâm ve salâvât o payğamberlerin seyyidine gönderilenlerin ulusuna nebîlerin ve velîlerin en büyüğüne olsun ki, Allah Teâlâ bütün âlemleri onun dostluğu için yarattı.

Ol : O. Üçüncü tekil şahıs. Öbür, öteki, diğer.
Payğambar : Peygamber. (Peyamber) f. Allah'tan haber getiren. Allah'ı, âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan. Nebi. (Bak: Mefhar-ı kâinat, Muhammed (a.s.m.), Nübüvvet, Resül)
Server : f. Reis. Baş. Seyyid.
Mürsel : (Resel. den) İrsal olunmuş, gönderilmiş, yollanmış. * Nebi. Peygamber.
Enbiyâ : (Nebi. c.) Nebiler. Peygamberler (aleyhimüsselâm.)
Evliyâ : (Veli. c.) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (c.c.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar. (Bak: Veli)
Mihter : (c.: Mihterân) Daha büyük. Daha ulu.
Dükeli : Hep, hepsi, bütün, cümle, herkes.
Âlam : A’lâm, âlemler.
Anun : Onun. Onun için
Dostlığına : Dostluğuna. Dostluğu için.



Ve dahı anun sahâbalarına ve ehl-i beytine selâm olsun kim yiğirek kavrulur (kavumlardur) ve aru ehillerdûr ve selleme teslîmen kesîran.

Hem de onun sahib çıktığı ve ona sahib çıkan sahâbileri Ve Ehl-i Beytine selâm olsun ki, onlar tercih edilir-üstün topluluklardır ve temiz-pâk nesillerdir. Ve onlara, pek çok ve gerçek bağlılık sunarak selâm ve selâmet duamız olsun.

Sahâba : (Sahâbi) Sâhibler. Sâhib çıkanlar. * Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (A.S.M.) sağ iken mü'min olarak görmüş, mü'min olarak vefat etmiş olanlar.
Yiğirek : Yiğrek. Daha iyi, üstün, baskın, tercih edilir.
Kavm : (Kavim) Bir peygambere tâbi ve bağlı insan topluluğu. Aralarında dil, âdet, örf, kültür birliği olan cemâat, topluluk. Millet
Aru : Arı. Saf, temiz, pâk.
Ehil : Ehl. Aileden olan.
Selleme : "Selâm ve selâmet versin, kusur ve ayıptan hâli ve beri eylesin" meâlinde duâ.
Teslîmen: Hakikat olduğunu söyleyerek.
Kesîran : Çokça olarak.


Ve hem ol pâdişâh-ı âlam Tanrı Ta’âlâ dükeli (döne geldi) İslâm ehlinün ol mu’tabar rûhların âhıratda marhûm mağfur kıldı.

Ve hem o âlemlerin pâdişahı Allah Teâlâ cümle Müslümanların; Muradullahı duyup Emrullaha uyduklarından dolayı itibar görüp beğenilenlerinin ruhlarını öbür âlemde bağışladı ve rahmet etti.


Dükeli : Hep, hepsi, bütün, cümle, herkes.
Mu’tabar : Mu’teber. İtibâr gören. Beğenilen. * İnanılır. Güvenilir. Hatırı sayılır. Hükmü geçen.
Âhırat : Âhiret. Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olamaz. Kur'an ve peygamberi inkar etmiş olur. İnsan ölüp toprak olduktan sonra onu kim diriltecek diyenlere Kur'anın pek çok cevaplarından biri meâlen şudur: "Onu ilkin kim yarattı ise, öldükten sonra da yine o diriltecek." (Bak: Haşir)
Marhûm : Merhûm. (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
Mağfur : (Mağfur) Rahmetlik olmuş. Günahlarının afvı için kendine dua edilmiş olan. Allah'ın, kendisini affı için dua edilen ölmüş kimse.



Ve dahı selâmu salât ol Resûlu’llâh hazratına ve anun ashâbına (âlına ve ashâbına) olduktan sonra:

Ol esrâr sözlü ve kelecisi duzlu ve latîf sözlü ve güler yüzlü ve Makâlât ıssı ve Şarî’at suyı, pür-terbiyet ü Ma’rifat ve genc-i Hakîkat ve makâm-ı Tarikat, müft-i kavm-ı Şariât, sahib-ı genc-ı ulûm ve ol kutb-ı ma’lûm Sultan Hacî Bektâş el-Horsânî kaddasa’llahu sırrahu’l-azîz.

Ol dîn çırâğı ve îmân nûrınun yağı ve hakîkat âlamınun bâğı ve erenler durağı şöyle beyân kılur kim:

Aynı zamanda salât ve selâm Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Haretlerine, onun sülâlesine ve arkadaşlarına olduktan sonra:
O ki;
Sözleri gizli hikmetler mânâlar içeren, halkla şöyleşisi tuzluca ancak ve aslında yumuşak-hoşa giden- gizli ve derin öğreti dolu sözleri olan,
Güler yüzlü,
Makâlât Kitabının Sahibi,
Şerî’atın suyu ve izi, öz öğretim ve eğitim için gerekli terbiye metodu ve irfanla dopdolu,
Ve Dinin aslı ve esası olan hakikatların hazinesi,
Ve Tarikatın makamı-dayanak noktası-mesnedi,
Şerî’at ehlinin fıkıhça fetvâ vericisi,
İlilmler hazinesinin sahibi,
Ve o zât ki;
Herkesin bildiği Kutub Horasanlı Sultan Hacî Bektâş-ı Velî kaddasa’llahu sırrahu’l-azîz.

O Sultan Hacî Bektâş-ı Velî kaddasa’llahu sırrahu’l-azîz ki;
Dinin ışığı, İman nurunun yağı, hakikat âlemlerinin bağı, Hak Erenlerin durak yeri olan Zât-ı Azîz, anlaşılır bir şekilde şöyle buyurur:


Dahı : Dahi, bundan başka, aynı zamanda, hem de; başka, diğer.
Âl : âile. Sülâle.
Esrâr : (Sır. c.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
Keleci : Söz, laf, lakırdı. Söyleşi.
Duzlu : Tuzlu
Latîf : Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip. * Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden. * Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. * Çok lutf edici. * Derin, gizli.
Issı : sahibi.
Suylamak : İzinden gitmek, izlemek.
Suyı : Suyu, izi.
Pür : f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır)
Terbiyet : Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.
Ü : Ve.
Ma’rifat : Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. * Hüner. Üstadlık. San'at. İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak. (Bak: İrfân)
İrfân : Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif)
Ârif : (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen. * Sabırlı ve mütehammil. * Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. * Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.
Genc : f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz.
Hakîkat : (c.: Hakaik) Bir şeyin aslı ve esâsı. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Künh. Sâbit ve vâki. * Kadirbilirlik. Sadâkat, doğruluk. Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan âri ve zâhir olan gerçek. * "Mecâz" karşılığı, esas olarak kullanılan kelime.
Makâm : Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab.
Tarikat : Yol, manevî yol. * Usûl, tarz. Hal ü şan. (Bak: Müteşeyyih, Seyr-i âfâkî, Tasavvuf)
Müftî : (Fetva. dan) Fıkha dair mes'elelerin şeriattaki hükümlerini beyan ve açıklamağa memur olan zat. * Genç ve kavi. (Bak: Fetvâ)
Müft-i kavm : İslam milletinin Müftîsi.
Genc-ı ulûm : İlimler hazinesi.
Kutb : Kutub. Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.
Ma’lûm : Bilinen, belli olan.
Kutb-ı ma’lûm: Herkesin bildiği Kutub.
Horsânî : Horasanlı. Horsandan gelen.
kaddasa’llahu sırrahu’l-azîz. : Allah onun azîz sırrını kudsal kılsın
Çırâğ : Çerağ. Fitil, mum, çıra.
Bâğ : Bağ, bahçe.
Beyân : İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. * Öğretme. * Fesahat ve belâgat.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

BÂB-I EVVEL

BİRİNCİ BÖLÜM

Hak Subhânahu ve Ta’âlâ âdamı dört dürlü nesneden yaratdı ve hem dört gürüh kıldı ve hem dört bölüğün daha dört dürlü tâ’atları vardur ve dört dürlü arzûları vardur ve dört dürlü hâlları vardur.

HakK Subhânahu ve Ta’âlâ, İnsanı anasır-ı erba’a denilen dört şeyden yarattı. Ve dört türlü topluluğa ayırdı, her kısmın kendine mahsus Rabblarına ibadet (kulluk) şekilleri, dört türlü istek ve arzuları ve dört türlü hâlleri vardır.



Âdamı : Âdem’i.
Gürüh : Güruh. f. Bölük. Cemaat. Takım. Kısım. * Fevc.
Dürlü : Türlü.
Tâ’at : İbadet etmek. Allah'ın (cc) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.


Pes imdi (eyit kim) dört dürlü nesneden kim yaratdı. Evvel toprakdan, ikinci sudan, üçüncü oddan, dördüncü yilden yaratdı.


Bu dört türlü şeyden yarattı ki; ilki TOPRAK, ikincisi SU, üçüncüsü ATEŞ, dördüncüsü YELdir.

Hazreti Hünkârın buyurduğu haktır. Bir incir çekirdeğinde Kıyamete kadar gelecek incir ağacı neslinin tüm özellik ve güzelliklerini Yaratış Sırrı olarak yaradılışından beri saklayan ve devam ettiren ALLAHU ZܒL- CELÂL; Sünnetullahını-İlâhi tavır ve tarzını sürdürmektedir şükür…

Belki gençlerimizin aklına takılır ki:
“İnsanın ana maddesi nasıl oluyor da Toprak - Su - Ateş (enerji) – Yel (hava) oluyor?” diye.
Diri olan, özü çürümemiş bir incir tohumunu masanızın üzerine koyup:
“ Hadi kalk, diril, büyü, bize meyve ver!” dediğiniz de size:
“ Bana önce bir avuç toprak, sonra bir damla su, sonra güneşin ısı ve ışık enerjisini getir! Ve unutma ki vakum-boşlukta canlılığımı geliştiremem onun için bir nefes hava da almam lâzım. Hem böylece hava da yaratılan CO2 i gece emer onunla besinimi hazırlar sonunda gündüz size O2 olarak iade ederim!” der.
Bu teknik bir gerçektir.
İlim ve Fen Ehli bilir ki dirliği olan ve can taşıyan her hayvanın besin zinciri bitkide son bulur.
Et yiyen, ot yiyeni yer.
Ot yiyen de zaten bitkiden alır besinini.
Bitki ise bizce henüz çözümlenememiş bir şekilde Güneş enerjisini çeşitli bitki çeşidi ambalajı içinde aktarıp durmaktadır.

Bu bilgileri arz etmemdeki gayelerden biri de;
Hazreti Hünkâr gibi Dosdoğru Hakk Dostlarının buyruklarını iyi duyup – anlayıp da uyarsak, kafa ve kalb mutluluğu içinde dünyamız, dinimiz ve âhiretimiz için hak ve hayr olanı yaşayabiliriz İnşâllah…


Eyitmek : Söylemek, demek, anlatmak.
Yil : Yel, Hava.



Ve dahı dört gürüh kim kıldı:
Evvel gürüh âbıdlardır, bunlar Şariât kavmıdur ve asılları yildendür. Pes yil hem şâfîdur ve hem kavîdur zîre kim bunlar dün ü gün Hak’un tâ’atından ayrılmaz. Yil esmeyince deneler samanından ayrılmaz ve eger yil esmeyeyidi macmû’-ı âlam yiyiden (kokudan) helek olayıdı. Pes imdi her ne kim bu dünyede vardur, halâl ve harâm ve mısmıl ve murda kamusı Şarî’at birle ma’lum olur. Zire kim Şarî’at kapusı ulu kapudur. Nitekim Çalap Celle Celâluh cümle dürlü nesnenün varlığını Kur’ân içinde yâd kıldı.


Kavluhu Ta’âlâ :

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ …..

Ve de dört grup topluluk ki yarattı;
Birinci kısım Âbidlerdir.
Bunlar Şariât üzere olan kıskımdır.
Galib olan yaratılış unsurları hava ağırlıklıdır.
Hava yaratılışı itibariyle şifâ verici ve sağlam olduğundan bu insanlar devamlı Hakk'a ibadeti üzere olup ayrılmazlar.
Zâten hava hareketi olan yel esmeyince ekilen buğdayların harmanında buğday daneleri samanından ayrılmazdı.
İnsanların yarar ve yaramazı gibi…
Ve yine yel esmeseydi bütün âlem kokudan helâk olup yaşanmaz hâle gelirdi.
Bundan sonra bilmek gerekir ki; bu dünyadaki yaşamında, dinde yenilmesi yasak veya serbest veya dinen kesilip-kesilmediği açısından yenilmesi uygun ya da değil her ne ki var ise bunlar Şariât kanunlarıyla bilinir.
Bu sebebden dolayı Şariât Kapısı yüce kapıdır.
Nasıl ki Allah Celle Celâluh her türlü şeyin var olduğunu şöyle bildirmektedir:
“…Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır..” (En’âm 6/59)


وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

“Ve indehu mefatihul ğaybi la ya'lemüha illa hu ve ya'lemü ma fil berri vel bahr ve ma teskutu miv verakatin illa ya'lemüha ve la habbetin fi zulümatil erdi ve la ratbiv ve la yavisin illa fi kitabim mübin : Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır..” (En’âm 6/59)

Âbıd : Âbid. İbâdet (kulluk) eden. Tapınan.
Şariât : Şerîat. Doğru yol. Hak din yolu. * Büyük ve geniş cadde. * Nur, aydınlık, ışık. * Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (cc) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî kanunların hey'et-i mecmuası. Şeriat, aynı zamanda din mânâsına müsta'meldir ki, ahkâm-ı asliye denen itikadiyâtı ve ahkâm-ı fer'iye denen ibadet, ahlâk ve muâmelât yâni, İslâm Hukukunu ihtivâ etmektedir..
Kavm : Kavim. (Kavim) Bir peygambere tâbi ve bağlı insan topluluğu. Aralarında dil, âdet, örf, kültür birliği olan cemâat, topluluk. Millet.
Şâfî : Hastaya şifa veren (Allah. cc). * Yeter görünen, kifayet eden.
Kavî : Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. * Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.
Zîre : Zira. f. Çünkü. Ondan ki, şundan, şu sebepten ki.
Dün ü gün : Devamlı, durmadan.
Dene : Dane. Buğday danesi
Macmû’ : Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
Macmû’-ı âlam : Bütün âlem. Her yer.
Yiyi : Koku.
Helek : Helâk. Yıkılma, bitme, mahvolma.
Dünye : Dünya.
Mısmıl : Murdar olmayan. İslam dinince kesilen veya yenilmesi helâl olan.
Murda : Murdar. f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan.
Kamu : (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.
Kapusı : Kapısı.
Çalap : Allah, Tanrı Teâlâ.
Yâd kıldı : Andı, bildirdi, yâd etti.



Pes imdi azîz-ı men! Gey sakınmak gerek kim Çalap Ta’âlâ buyurduğın cehd eyleyüb dutmak gerek ve yığlınun didüğünden yığlınmak gerek. Pes imdi âdam olanlar kendülerin tiz (ğâyat) ulu bileler ve Hak Ta’âlâ Hazratunun nehy itdüginden yığlınalar ve resme olan kişilerün âmaları ve hâlları neyidügin Ma’rıfat gelübeni cânı diri kıldugı yirde yâd kılavuz İnşâllâhu Ta’âlâ.


Bundan sonra azîzim!
Hakkıyla sakınmak gerek.
Allah Teâlâ’nın emir ile yasak buyurduğunu ciddi bir çaba ile tutmak lâzım.
Ve Uyarıcı, menedici ve görevli yasaklayıcı olarak gönderilen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğundan çekinip sakınmak gerek.
İnsan olduğunun şuûruna ulaşanlar kendilerinin bu hâllerinin değerini bilsinler.
Hak Teâlâ Hazretlerinin yasakladıklarından sakınanlar ve bu hâl üzere olan kişilerin âmellerinin ve hâllerinin neler olduğunu Ma’rifet gelip de canı diri kıldığı yerde (kısımda) anlatırız İnşâallah Teâlâ.


Pes: Öyle ise, ard, arka geri.
İmdi : Şimdi, artık, o halde, öyleyse.
Azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
Azîz-ı men : Benim azîzim.
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.
Cehd : Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat.
Dutmak : Tutmak.
Yığlı : Sakındırıcı. Uyarıcı. Menedici.
Yığlınmak : Çekinmek, kaçınmak, nefini menetmek, sakınmak.
Didüğü : Dediği.
Tiz : Tez. Çabuk.
Ğâyat : Gayet. Çok, pek çok. * Nihayet. Gaye. Encam.
Nehy : Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.
İtdüginden : İttiğinden.
Resme : Bu hâl üzere, böylece.
Âmaları : Amelleri, işleri.
Neyidügin : ne idiğin, ne olduğun.
Ma’rıfat : Ma’rıfet. Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. * Hüner. Üstadlık. San'at. * Tuhaflık, garib hareket. * Vasıta, tavassut. * İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak. (Bak: İrfân)
Gelübeni : geldiğinde, geldiği zaman.
Kıldugı yirde : Kıldığı, yartığı, ettiği yerde, zamanda.
Yâd kılavuz : Yâd ederiz, anarız, anlatırız..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HACI BEKTAŞ-İ VELÎ k.s Hazretlerinin kıymetli sözleri


*Alem Adem, Adem de Alem içindedir.
*Alimin uykusu cahilin ibadetinden üstündür.
*Araştırma açık bir sınavdır.
*Arifler hem arıdır, hem arıtıcı.
*Asalet, duruluk ve doğruluktur.
* Asıl körlük nankörlüktür.
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

HAYY'IRLI CUM'ALAR İNŞAALLAH.

MEHRiCAN KARDEŞİMİZDEN HACI ŞABAN-I VELİ HZ.LERİNDEN SONRA HACI BEKTAŞ-I VELİ HZ.LERİNİ VE HACI BAYRAM-I VELI HZ.LERİNİ BEKLİYORDUK Kİ KITMİR KUL İHVANİ LATİF YILDIZ HOCAMIZDAN BU GÜZEL ÇALIŞMAYI SUNDUĞUNUZ İÇİN HAKK RAZI OLSUN SİZLERDEN VE EMEĞİNİZDE ZAYI OLMASIN İNŞAALLAH.

DR. MÜNİR DERMAN HZ.LERİ ESERLERİNDE BU ÇOK DEĞERLİ ANADOLU'NUN HACI VELİLERİ HAKKINDA ÇOK ÖNEMLI ŞEYLER SÖYLEMİŞTİR. YANLIŞ HATIRLAMIYORSAK EĞER 3 ALLAH LAFIZLI VE 5 ESMALI BİR ZİKRİ VARDIR Kİ BİZLERİNDE ACİZANE SÜREKLİ YAPMAMIZ GEREKİR. SİZ SİZE EMANET.

EN GÜZEL MUHAMMEDİ DUALARIMIZLA...
786

YA GANİ
YA ALLAH
YA HAYY
YA ALLAH
YA KAYYUM
YA ALLAH
YA GAFFAR
YA RAHİM C.C


Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HACI BEKTAŞ-İ VELÎ k.s Hazretlerinin kıymetli sözleri


*Çalışmadan geçinenler bizden değildir.
*Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan.
*Doğruluk dost kapısıdır.
*Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.
*Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HACI BEKTAŞ-İ VELÎ k.s Hazretlerinin kıymetli sözleri
* Eline, beline, diline sahip ol!
* Ellerin kâbesi var, benim Kâbem insandır.
* En büyük keramet çalışmaktır.
* Erkek, dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HACI BEKTAŞ-İ VELÎ k.s Hazretlerinin kıymetli sözleri


* Bir olalım, iri olalım, diri olalım.
* Hak’ın yarattığı, herşey yerli yerinde.
* Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok.
* Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.
* Göze nur gönülden gelir.
Resim
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



BÂB-ı SÂNİ
İKİNCİ BÖLÜM

Bu Bâb Ma’rifatun Ma’danın Bayân Kılur.
Bu bölüm mârifetin madenini-kaynağını açıklar.


Ol Kutb-ı alem (Hünkar Hacı Bektaş- ı Velî kadddasallu sırrahu’l-azîz) eydur kim:
Kul Çalab tanrıya Ta’âlâ Hazaratına) kırk makamda irer, ulaşur, dost olur


O zât ki âlemin kutbu olan Hünkar Hacı Bektaş- ı Velî Allah sırrını Kudsal kılsın der ki :
Kul Allah teâlâ’ya kırk makmda erişir-ulaşır dost olur.

Ol kırk makamun onı Şerî’at içindedür ve onı Tarîkat içindedür ve onı Ma’rifet içindedür ve onı Hakîkat içindedür.

Anlatılan kırk makamın onu Şerî’at içindedir, onu Tarîkat içindedir ve onu Tarîkat içindedir ve onu Hakîkat içindedir.



Pes Şarî’atun evvel makâmı îmân getürmektdür.
Şimdi Şerî’atın Birinici Makamı iman getirmektir.


Kavlu Tealâ:
“Entü’mine billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulihi vel yevmeü’l-âhiri ve bil kaderi hayruhi ve şerrihi minallahi teâlâ.”

Allah Teâlâ buyruklarında:
“Allah’a, meleklerine, kitablarına, resûllerine, Âhiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah Teâlâ’dan olduğuna inandım.”
Halk arasında “âmentü” denilen imanın altı şartını içeren bu buyruklar Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerinde emredilmiş ve sahih hadislerle Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bildirilip uygulanmıştır.


Ammâ her kişi kim îmân ten üzeredür (üzerinedir) dirise hata’dur. Ve eger cân üzeredür dirise hem hata’dur.

Şu da var ki kim:
“İman ten üzerinedir.” derse hatadır.
“İman can- üzerinedir.” derse de hatadır.



Pes (imdi) şöyle bilmek gerek kim îmân akıl üzeredür, ârıflar katında: Ammâ ma’rûfı: Bir dil üzeredür, ikinci gönül üzeredür, Pes her kim Çalap Tanrıya gönülden donuklık virmese mutlak kâfirdur.

Kavlu Tealâ:

حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ...

Şimdi şunu şöyle bilmek gerek ki, Âriler yanında iman akıl üzeredir. Amma Şerî’at kuralı olarak bilinen ve uygulananı; birinci şartı lisan üzere olup dil ile söylemek, ikinci şartı kalb üzere olup kalben inamakıtr.
Onun için her kim ki tüm kalbiyle Allah Teâlâ’ya dönmezse kesinlikle kâfirdir.

Allah Teâlâ’nın Buyruğu:

“…deve iğne deliğine girinceye kadar….”

إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا لاَ تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاء وَلاَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِين
“İnnellezine kezzebu bi ayatina vestekberu anha la tüfettehu lehüm ebvabüs semai ve la yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fi semmil hiyad ve kezalike neczil mücrimin : Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremiyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” (A’raf 7/40)

Veyahod dili donuklık virüp gönli ile inanmasa munâfıkdur. (Ve cehennemin en aşağı tabakasında olur:)

Veyahut lisanıyla dönüklük verip diliyle imanını söylediği hâlde kalbiyle inanmazsa münafıktır.
Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ’nın Buyruğu:

…… …إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّار

“Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.” (Nisa 4/145)


إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا

“İnnel münafikiyne fid derkil esfeli minen nar ve len tecide lehüm nesiyra : Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.” (Nisa 4/145)


Ammâ tâ’at amal îmândan ayrudur; ve îmân tâ’atdur. Pes değme tâ’at îmâna irmez ve hem küfür ma’sıyatdur, ammâ değme ma’sıyat küfre irmez.

Ancak âmelî itâat imandan ayrıdır ve iman aynı zamanda itâatir, emirlere uyuştur.
Ancak rastgele-sıradan itâatler gerçek imana ulaşamazlar.
Aynı zaman da küfür bir itâatsizliktir
Ancak rastgele-sıradan itâatsizlikler de insanı hemence gerçek küfre sokamazlar.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ’nın Buyruğu:

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 4/48,116)



إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا
“İnnellahe la yağfiru eyyüşrake bihi ve yağfiru ma dune zalike li mey yeşa' ve mey yüşrik billahi fe kadiftera ismen aziyma : Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa 4/48,116)

Bu iki söz hem kişilere dostdur.
Bu iki sözün böyle oluşu insanlar için dostdur.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ’nın Buyruğu:

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
“Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)

Pes îmân budur.
İşte iman bundan ibarettir.


Sâni : İkinci.
Ma’dan : Maden. Maden. * Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. * Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer. * Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.
Bayân : Beyen. İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. * Öğretme. * Fesahat ve belâgat. * Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı. (Bak: Belâgat) * Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan bir sözle veya bir fiil ile açıklamaktır.
Onı : Onu.
Entü’mine billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulihi vel yevmeü’l-âhiri ve bil kaderi hayruhi ve şerrihi minallahi Teâlâ :
Ma’rûf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)
Munâfık : İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr. * Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden. * Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
Ma’sıyat : Ma’siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-1

BÂB-I SÂLİS


(Bu Bâb Şeri’âtun Makâmlarun Bayân Kılar)

( Bu bölüm Şeri’âtın Makâmların açıklar.)

Ve ammâ Şeri’âtun evvel makâmı îmân getürmekdür:
Şu bir gerçek ki Şeri’âtın İlk Makâmı iman etmek makamıdır.



Kavlu Tealâ:

Allah Teâlâ Buyruğu:

…… يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا

“Ya eyyühellezine amenu aminu billahi ve rasulihi vel kitabillezi nezzele ala rasulihi vel kitabillezi enzele min kabl ve me yekfür billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi vel yevmil ahiri fe kad dalle dalalem beiyda : Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.” (Nisa 4/136)



İkinci makâmı ilim öğrenmekdür:

Şeri’âtın İkinci Makâmı ilim öğrenmekdir:

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

…… كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ…

مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ وَلَـكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ
“Ma kane li beşerin ey yü'tiyehüllahül kitabe vel hukme ven nübüvvete sümme yekule lin nasi kun ibadel li min dunillahi ve lakin kunu rabbaniyyine bi ma küntüm tüallimunel kitabe ve bima küntüm tedrusun : Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.” (Âl-i İmrân 3/79)



Üçüncü makâm namâz kılmakdur ve zekât virmekdür ve oruç dutmaktur ve güci yiterse hacca varmakdur, ve hem gazâ eylemekdür ve hem nefîr-i ‘âm olıcak kaçmayıb karşu varmakdur ve hem canâbattan yunmakdur:

Şeri’âtın Üçüncü Makâmı:
Namaz kılmakdur,
Zekât vermekdir
Oruç tutmaktır
Gücü yeterse Hacca gitmektir
Gazâ-cihad eylemekdir ve hem de seferberlik olup düşmanla savaşıldığında kaçmayıp karşı varıp vuruşmaktır.
Ve hem cünüp olunduğunda yıkanıp-yunmakdır.


Gazâ : (C.: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek.
Nefîr-i ‘âm : Cemaat, topluluk. * Harp için seferber olan cemaat.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:


…وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
“Ve ekiymüs salate ve atüz zekate verkeu mear rakiiyn : Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara 2/43)

“ Sûmû şehre ramazan..”
“Ramazan ayında oruç tutun!..”

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Şehru ramedanellezi ünzile fihil kur'anü hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda vel fürkan, fe men şehide minkümüş şehra felyesumh, ve em kane meridan ev ala seferin fe iddetüm min eyyamin uhar, yüridüllahü biküml yüsra ve la yüridu bi külüm usr, ve li tükmilül iddete ve li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve lealleküm eşkürun : Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 2/185)


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:



…… وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً…

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ

“Fihi ayatüm beyyinatüm mekamü ibrahim, ve men dehalehu kane amina, ve lillahi alen nasi hiccül beyti menistetaa ileyhi sebila, ve men kefera fe innellahe ğaniyyün anil alemin : Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.” (Âl-i İmrân 3/97)


“Vel cihadu izâ kânennadîru âmmen.”
“Vel gaslu minel-cenâbeti min Küllihâ.”


“Umumen-herkes savaş için yerlerinden ayrılıp-çıkıldığında Cihad etmek.”
“ Cünüplüğün tümünden yıkanıp-temizlenmek Gusül etmek.”



(Denizli Nüshasında:




Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

…… وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ…)

“…ve in küntüm cünüben fettahheru…. : ….. Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın…..” (Mâide 5/6)


Dördüncü makâm halâl kesb kazanmakdur e hem ribâyı harâm bilmekdür:

Şeri’âtın Dördüncü Makâmı halâl mal kazanmakdır e hem faizi harâm bilmekdir:


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

… … وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا…

الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Ellezine ye'küluner riba la yekumune illa kema yekumüllezi yetehabbetuhüş şeytanü minel mess, zalike bi ennehüm kalu innemel bey'u mislür riba, ve ehalellahül bey'a ve harramer riba, fe min caehu mevizatüm mir rabbihi fenteha fe lehu ma selef, ve emruhu ilellah, ve men ade fe ülaike ashabün nar, hüm fiha halidun : Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların «Alım-satım tıpkı faiz gibidir» demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.” (Bakara 2/275)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-1

BÂB-RÂBI’

Bu Bâb Tarîkat Makâmların Bayân Kılur:
Bu bölüm Tarîkat Makâmlarını anlatır-açıklar:

İmdi azîz ı men!
Bilgin kim Tarîkat’un evvel makâmı pîrden el alup tevbe kılmakdur:


Şimdi benim azîzim!
Bilmen gereken şu ki, Tarikatın İlk Makamı Pîr’den el alıp Allah Teâlâ’ya tevbe etmektir.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

….…. وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا

“Va'tesumu bi hablillahi cemiav….: Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın;….” (Âl-i İmrân 3/103)

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

…… تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا…

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire 'ankum seyyiatikum ve yudhilekum cennatin tecriy min tahtihel'enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me'ahu nuruhum yes'a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke 'ala kulli şey'in kadiyrun. : Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de, «Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin» derler.” ( Tahrîm 66/8)

Pes kul yavuz hâldan dönicek tevbe veren Çalap kendüsidür:Şu da var ki, insanı kötü hâllerden döndürecek tevbeyi de verecek ve kabul edecek de olan Allah Teâlâ kendisidir:


…. …. ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ…

وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Ve ales selasetillezine hulifu hatta iza dakat aleyhimül erdu bi ma rahubet ve dakat aleyhim enfüsühüm ve zannu el la melcee minallahi illa ileyh sümme tabe aleyhim li yetubu innellahe hüvet tevvabür rahiym : Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.” (Tevbe 9/118)

Pes imdi iy mü’minler ! Tevbeyi şöyle kılmak gerek kim anda acab olmaya lîkin şöyle kılmak gerek kim menfa’at gele zîre kim tevbe kılmaklık peşîmanlıkdur ve peşîmanlıgun asası budur kim: yitmiş yıllık günâh bir özre satılur. Pes imdi tevekkülile özri pîşe dutun kim hatâlarınuz az ola ve yüzünüz tâza ola.

Onun için ey mü’minler!
Tevbe etmekte gerekli olan aceba şüphesinin olmamasıdır.
Tevbe etmekten insana bir menfaat gelmelidir.
Zira tevbe etmek pişmanlıktır ve pişmanlığın sınırı o kadar geniş ki yetmiş yıllık günah bir özre satılır, bir özür dilemekle silinir.
Onun için teveküllün ile özür dilemeniz-tevbe istiğfarınız peşpeşe olmalı ki hatalarınız az ve yüzünüz tertemiz taze olsun.


Acab : Aceb. Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
Yavuz : Kötü.
Asa : Genişlik. Zuhur, meydana çıkma. Büyük kadeh.


İmdi iy mü’minler!
Hemîşe özür dilemek sizden kabûl kılmak Tanrı’dan:


Şimdi ey mü’minler!
Daima özür dilemek sizden kabul buyurmak da Allah Teâlâ’dandır.



Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

… … وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ…

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
“Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel 'alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce'alallahu likulli şey'in kadren. : Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talâk 65/3)

Hemîşe : f. Dâima. Her zaman.

Ve dahı şükür kılmak sizden, ni’matlarunuz arturmak Tanrıdan:
Ve dahi şüretmek sizden nimetlerinizi artırmak da Allah Teâlâ’dandır.

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

…. …. لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ…

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
“Ve iz teezzene rabbüküm le in şekertüm le ezidenneküm ve le in kefertüm inne azabi leşedid : «Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.» (İbrâhim 14/7)

Ve dahı sabır kılmak sizden hısâbsuz savâb virmek Tanrı’dan:
Ve dahi sabretmek sizden hesabsız sevab vermek de Allah Teâlâ Buyruğu:

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ……

قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Kul ya ibadillezine amenütteku rabbeküm lillezine ahsenu fi hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hisab : (Resûlüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 39/10)


Ve dahı tâ’at kılmak ve şahâdat getürmek sizden uçmak içinde köşklerünüz yüceltmek Tanrı’dan:
Ve dahi Allah Teâlâ’ya ve Resûlullaha itâat etmek ve şehâdet getirmek sizden cennet içinde köşklerinizi yüceltmek de Allah Teâlâ’dandır.

Kavlu Tealâ:

هَلْ جَزَاء الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ

“Hel cezaul ihsani illel ihsan. : İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?” (Rahmân 55/60)

Ve dahı yitmiş yıllık günâha özür dilemek sizden, kabûl kılmak Tanrı’dan:
Ve dahi yetmiş yıllık günaha özür dilemek sizden, tevbe-istiğfarınızı kabul etmek Allah Teâlâ’dandır.

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

… … وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ

… وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
“Ve hüvellezi yakbelüt tevbete an ibadihi ve ya'fu anis seyyiati ve ya'lemü ma tefalun : O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (Şûrâ 42/25)

Pes ol Pâdişâh-ı Kerîm eydür kim:
Sonra O Keremi bol Padişah buyurur ki:

İy kullarım! Âdam- alayhi’s-salâm bir kez buyruk sıdı iki yüz yıl ağladı ve her dâyım bunı okurıdı:
Ey Kullarım!
Âdem aleyhisselâm bir defa Allah Teâlâ Buyruğunu kırdı ve bu yüzden iki yüz yıl ağlayıp daime şu âyeti okur idi:


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:


قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Kala rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirin : (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)

Sımak : Kırmak.

Ve yine Hakk Ta’âlâ Hazratları buyurur:

… … وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ

وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
“Ve hüvellezi yakbelüt tevbete an ibadihi ve ya'fu anis seyyiati ve ya'lemü ma tefalun : O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (Şûrâ 42/25)




Pes bu kadar göz yaşın dökdi, andan suçın bagışladum. Pes sizler dahı yitmiş yıllık günâha bir kez özür dilen afv kılayım; zîre kim afv kılıcı benden. dir.
“ Sonra bu kadar göz yaşını döktü bu yüzden suçunu bağışladım. Sonra sizler yetmiş yıllık günaha bir kez özür dileyin ki avf edeyim. Zirâ affetmek Benden!” der.


Ve eğer âsîlardan bir günahkârı yargılamadan kosam rahmatum belürmeyeydi; dir:
“Ve eğer isyankârlardan bir günahkârı yargılamadan yanına bıraksaydım rahmetimin varlığı nasıl ortaya çıkacaktı!” der.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:


فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ…….

س وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
“Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dini min harac millete ebiküm ibrahim hüve semmakümül müslimine min kablü ve fi haza li yekuner rasulü şehiden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekiymüs salate ve atüz zekate va'tesimu billah hüve mevlaküm fe ni'mel mevla ve ni'men nesiyr : Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac 22/78)


Ve hem dünyede bir nesne eksürk yaratsam kâdırlıgum olmayaydı; dir.
Ve hem Dünyada bir şey eksik yaratsaydım benim El Kâdir oluşum nasıl olacaktı?” der.

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ……

فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ
“Fekaderna feni'melkadirune. : Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür!” (Mürselât 77/23)

Kâdir : Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.)


Ve hem uçmakda bir nı’mat eksürk olsa uçmagum tamâm olmayaydı; dir.
Ve hem cennetde bir nimetim eksik olsa cennetim nasıl tamam olurdu?” der.

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

عُقْبَى الدَّارِ…

وَالَّذِينَ صَبَرُواْ ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ
“Vellezine saberubtiğae vechi rabbihim ve ekamus salate ve enfeku mimma razaknahüm sirrav ve alaniyetev ve yedraune bil hasenetis seyyiete ülaike lehüm ukbed dar : Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (Ra’d 13/22)

Ve hem Nûh paygambar’un – alayhı’s-salâm - bir du’âsı mustacâb olmayaydı, cümle du’âlar icâbat olmaduk olaydı, dir:
Ve hem Nuh Peygamberin (aleyhisselâm) bir duası kabul edilen dua olmasaydı, bütün dualar kabul olunmayacaktı!” der.

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:


فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ…

وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
“Ve le kad nadana nuhun fe le ni'mel müccibun : Andolsun, Nuh bize yalvarıp yakardı. Biz de duayı ne güzel kabul ederiz!” (Sâffât 37/75)

Mustacâb : Müstecab. Hoş görülen. * İstediği kabul edilen. İcâbet olunmuş.
[/color]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HACI BEKTAŞ-İ VELÎ k.s Hazretlerinin kıymetli sözleri

* İki nesne en büyüktür: Bilgi ve yumuşaklık. Bilgi ile doğruya yol görünür, yumuşaklık ile insanlara katlanılır.

* İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.

* İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.

* İncinsen de incitme.

* İnsanın cemali sözünün güzelliğidir.
Resim
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM -2

Ammâ Tarîkat’un ikinci makâmı mürîd olmakdur:
Şu da var ki Tarikatın ikinci Makamı mürid olmaktır:


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ…

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
“Ve ma erselna min kablike illa ricalen nuhiy ileyhim fes'elu ehlez zikri in küntüm la ta'lemun : Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.” (Nahl 16/43)

Mürid : İrade eden, istiyen. * Tarikata girmiş olan. Şeyhin veya mürşidin şakirdi, talebesi.

Pes imdi mürîd üç dürlüdür:
Evvel, mürîd-i mutlakdur,
İkinci mürîd-i macâzîdur,
Üçünci mürîd-i mürteddur,
Ammâ mürîd-i mutlak oldur kim, her dürlü hâlda şayhın niçün diyüp huccat getürmeye.
Ve ammâ mürîd-i mecâzî oldur kim, zâhırda şayhı dileginde ola ve bâtında kendü dileğinde ola.
Ve ammâ mürîd-i mürted oldur kim şayhı’nun bir dürlü hâlin göricek der-hâl yüz döndüre.



Mürid üç türlüdür:
Birincisi Mürid-i Mutlak’tır.
İkincisi Mürid-i Mecâzî’dir.
Üçüncüsü Mürid-i Mürted’dir.

Mürid-i Mutlak o kimsedir ki, her türlü hâlde şeyhine: “Niçin böyle!” diyerek ona karşı başka bir delil getirerek karşı gelmemeli.
Mürid-i Mecâzî o kimsedir ki, zâhirde konuşurken-yaşam içinde şeyhinin dileğini yerine getirmekte - hep ondan bahsetmekte, halbuki bâtın-iç âleminde kendi nefsinin istek ve hevâsına uymakta.
Mürid-i Mürted ise o kimsedir ki, şeyhinde kendi görüşüne göre eksik-hatalı bir hâl görecek olsa derhal yüz çevirip şeyhinden ayrılıp gide.


Mutlak : Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
Mecâzî : Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. Kendi mânâsı dışında yorumu olan.
Mürted : İrtidad eden. İslâm dininden dönen.
Huccat : Hüccet. Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid.


Ammâ Tarîkatun üçinci makâmı saç gidermekdür ve libâs döndürmekdür.
Tarikatın Üçüncü Makamı, saçı kesmek ve elbiseyi ters-yüz edip içini dışına çevirip gdaha yeni diye giymeye devam edip yenisini almamaktır.
Bizim çocukluğumuzda köy yerinde fakir ailelerde ceketleri sökerler içlerini dışa getirip uydur-kaydır dikerlerdi ve giyerlerdi.
Hazreti Hünkar’ın böyle buyurması; kibir ve israftan, miskinlik ve kanata geçiştir.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

.... .... مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ ….

لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاء اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا
“Le kad sadekallahü rasulehür ru'ya bil hakk le tedhulünnel mescidel harame in şaellahü aminine muhallikiyne ruuseküm ve mükassiriyne la tehafun fe alime ma lem ta'lemu fe ceale min duni zalike fethan kariba : Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.” (Fetih 48/27)

Kalen’-Nebî Aleyhisselâm: “Ennasü maa!l-libasin”
Nebî Aleyhisselâm buyurur ki: “İnsanlar elbiselerdir. (onlarla tanınırlar.)”

Ve dahı Tarîkatun dördünci makâmı mücâhadada göyünmekdür:
Tarikatın Dördüncü Makamı Mücâhede de özünü göynetmektir.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ….….

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
“Fe illem tef'alu ve len tef'alu fettekun naralleti vekudühen nasü vel hicarah, üiddet lil kafirin : Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 2/24)

Mücahede : (C.: Mücahedât) Cihad etme. * Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma. * Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.

Beşinci makâmı hızmat eylemekdür; nitekim peygam-bar hazraatı buyurur:
Tarikatın Beşinci Makamı hizmet etmektir, nitekim Hazreti peygamber buyurur ki:

Kalen’-Nebî Aleyhisselâm: “ Men hademe hudime”
Nebî Aleyhisselâm buyurdu ki: “Hizmet eden hizmet görür.”



Altıncı makâmı hâvufdur ya’nî korkudur:
Tarikatın Altıncı Makamı Havftır yâi korkudur:

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

…… فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ

“Fe firru ilallah inni lekum minhu nezirum mubin : O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.” (Zâriyât 51/50)

Yedinci makâmı ümîd dutmakdur:
Tarikatın Yedinci Makamı Ümidini kırmamaktır:

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

… … … لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ …

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul ya ibadiyellezine esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemia innehu hüvel ğafurur rahiym : De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53)


Sekizinci makâmı hırkadur ve zenbildür ve mıkrâsdur ve saccâdadur ve subhadur ve ıbratdur ve hıdâyatdur (hâdıyatdur)
Pes hıdâyat (bunlar) azîzdur azîzlara virürler:

Tarikatın Sekizinci Makamı hırkadır, zenbildir, makastır, seccadedir, Nur sahibi olmak, ibretle izlemek ve hidâyeti isteyici olmaktır.
Zâten hidâyet çok değerli-azîzdir ve azîz olanlara verilirler.


Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا…

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
“Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel 'alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce'alallahu likulli şey'in kadren. : Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talâk 65/3)

Hırka : Bez parçası. Bezden mâmul elbise. * Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir.
Zenbil : İçine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap. Derviş sepeti.
Mıkrâs : Makas.
Saccâda : Genellikle üzerinde secdeye varmakta yâni namaz kılmakta kullanılan küçük halı, kilim cinsinden sergi.
Subha : Nur ve azamet.
Ibrat : Uyanıklığa sebeb olan ders. * Çok çirkin ve düşündürücü. * Tuhaf, acâyip.
Hıdâyat : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.



Dokuzıncı makâmı sahıb-makam ve sâhıb cam’ıyyat sâhıb-nasîhat ve sâhıb muhabbat olmakdur.
Tarikatın Dokuzuncu Makamı; makam sahibi, cemiyet sahibi, nasihat sahibi ve muhabbet sahibi olmaktır.

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

… … يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ …

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Ya eyyühellezine amenu mey yertedde minküm an dinihi fe sevfe ye'tillahü bi kavmiy yühibbühüm ve yühibbunehu ezilletin alel mü'minine e izzetin alel kafirine yücahidune fi sebilillahi ve la yehafune levmete laim zalike fadlüllahi yü7tihi mey yeşa' vallahü vasiun alim : Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Mâide 5/54)

Makam : Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab. * Musikide usul. Tempo
Cam’ıyyat : cemiyet. (Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et. * Bir yere cem' olma. * Mânevi birlik teşkil eden cemaat. * Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müsteniden ve hükmî şahsiyyeti hâiz olarak kurdukları teşekkül.
Nasîhat : İbret verici ders, tavsiye, ihtar, öğüt.
Muhabbat : muhabbet. Sevgi, sevme. * Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi. (Zıddı: Buğzetme ve adavettir.)



Onuncı makâmı ışkdur ve şavkdur ve safâdur ve fakîrlıkdur:
Tarikatın Onuncu Makamı aşktır, şevkdir, sefâdır ve fakrdir:

Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ…

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
“Rabbi kad ateyteni minel mülki ve allemteni min te'vilil ehadis fatiras semavati vel erdi ente veliyyi fid dünya vel ahirah teveffeni müslimev ve elhikni bis salihiyn : «Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!»” (Yûsuf 12/101)

Kalen’-Nebî Aleyhisselâm: “ El fakru fahrî vebihi efteharu yevme’l- kıyameti alâ sâiri’- enbiyâi ve’l- mürselîne”
Nebî Aleyhisselâm buyurur ki: “Fakr benim medarı iftiharımdır ve kıyamet gününde ben diğer enbiya ve ve mürseline karşı onunla övüneceğim.” buyurdu
(Aclunî, Keşfü’l- Hafâ II s.87)

Ve bu makâ- cândur. Pes cân câna dokunsa sevinmek ve oynamak ve zavkıla ve şavkıla harakat kılmak acab degüldür; ve ol harakat Hâlık dostlıgı çündür, halâldur; zîre kim nasîb-i ilâhîdür; her kime kim değse belürtse gerekdür, va’llâhu a’lam.
Ve de bu Tarikat Makamı candır.
Can cana kavuşsa sevinmek, oynamak, zevk ile şevk ile hareket etmekte şaşılacak bir şey yoktur.
Semah etmek-sema’ dönmek şeklinde uyulanan bu hareketler El Hâlik (cc) Dostluğu içindir ve O’na muhabbet sergilemektir ve helâldir.
Zirâ bu bir İlâhî nasib olup bu hazza ulaşan birisi kime elini verse-alsa Allah bilir derhal tesirini gösterip o kimseyi de cem’ cezbesine sokar ve neşesine gark eder

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

BÂB-I HÂMİS
BEŞİNCİ BÖLÜM


(Bu bâb Ma’rifatun Makâmların Bayân Kılur)
Bu bölüm Mârifet Makamlarını anlatır-açıklar.


İmdi azîz-ı men!
Ma’rifatun evvel makâmı edebdür, ikinci makâmı korkudur, üçünci makâmı perhizkerlikdür, dördünci makâmı saburdurve kanâatdur, bişinci makâmı utanmakdur, altıncı makâmı cömerdlıkdur, yidinci makâmı ilimdür, sekizinci makâmı miskînlikdur, dokuzıncı makâmı Ma’rifatdur, onuncı kendüzin bilmekdür.


Şimdi Azîzim!
Mârifetin İlk Makamı edebdir.
Mârifetin İkinci Makâmı korkudur.
Mârifetin Üçüncü Makâmı perhizkârlıkdır. Riyazattır.
Mârifetin Dördüncü makâmı saburdır ve kanâatdır.
Mârifetin Bişinci Makâmı utanmakdır, hayâdır.
Mârifetin Altıncı Makâmı cömerdlikdir.
Mârifetin Yidinci Makâmı ilimdir.
Mârifetin Sekizinci Makâmı miskînlikdir.
Mârifetin Dokuzuncu Makâmı Mârifetdir.
Mârifetin Onuncu Makâmı kendisini bilmekdir.


Riyazat : (Riyazet. C.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.
Miskîn : Dünyaya karşı ilgisiz ve isteksiz malı mülkü olmayan kimse.




Nitekim Hazrat-ı Rasûl alayhı’s-salâm buyurur kim:
“ Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu:

Nitekim Hazret-i Rasûl alayhi’s-selâm buyurur ki: “Kendi nefsini bilen Rabıını bilir”

(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)


Ma’nîsi budur kim : Her kim kendüyi bildi bayık ol Tanrı’yı bildi.
Mânâsı şudur ki: Her kim kendini bildi gerçekten o Rabbı da bildi.


Bayık: Gerçek, meydanda
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

BÂB-I SÂDIS

ALTINCI BÖLÜM

(Bu Bâb Hakîkatun Makâmların Bayân Kılur)
Bu bölüm Hakikat Makamlarını anlatır-açıklar.


İmdi azîz-ı men!
Hakîkatun evvel makâmı doprak olmakdur. İkinci makâmı yitmiş iki milleti ayıplamamakdur.
Üçünci makâmı eline geleni men kılmamakdur.
Dördünci makâmı dünyâ içinde yaradılmış macmû’ı nesne ândan emîn olmakdur.
Bişinci makâmı mülk ıssına yüzin sürüb yüz suyın bulmakdur; zîre kim vahdat evindedür.
Altıncı makâmı sohbatta Hakîkat asrârın söylemekdür.
Yedinci makâmı seyr-i sülûkdür.
Sekizinci makâmı sırdur. (kendinden sadır olan kerâmetleri saklamak. Arapça aslî Nusha)
Dokuzuncu makâmı münâcâtdur.
Onuncı makâmı muş Çalap ta’âlâ’ya ulaşmakdur.
Vusul bundadur.



Şimdi Azîzim!

Hakikatın Birinci Makamı Toprak olmaktır. Toprak gibi tevazu’ sahibi, bereketli, üretgen, verici, kısacası ana olmaktır.

Hakikatın İkinci Makamı yetmişi iki milleti ayıplamamaktır. Kimsede kusur bulup noksan aramamak ve kimseninde mükemmel tarfının olacağını bilip-bulup seyredebilme zevkine kavuşmaktır.

Hakikatın Üçüncü Makamı ele geçirdiği mânevî değer ve makamların kıymetini bilip duyduğuna uymayı kendisine yasak etmemelidir.

Hakikatın Dördüncü Makamı yaratılan her türlü varlığın o kimsenin bâtıl inanç ve uygulaması olan şerlerinden emin-güvende olmaktır.

Hakikatın Beşinci Makamı bu sonsuz mülkün sahibi Allah teâlâ’yı bilip kulluk için secdelerde yüzün sürüp göz yaşını akıtmaktır. Allah teâlâ’dan gayrısına yüz suyu dökmekmemektir, minnet etmektir. Kulluk etmemektir.
Zirâ bu Kesret (çokluk-resim) gibi görünen bu âlem aslında Vahdet Evidir.
Vahdet (teklik); Tek, eşsiz, zıtsız ve şahsına mahsus El Ahad (cc) olan Allah teâlâ’nın- Tekressamın sonsuz, canlı, cansız resimlerini sergileyip kendi Birliğini gösterdiği şehâdet şehridir.

Hakikatın Altıncı Makamı Sobette Hakikat sırlarını söylemektir. Şeraitteki Beni hedef alan söz, Tarikattaki Pîre ait sohbet, Mârifetteki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i Zikrullah zevki ve Hakikattaki El HAKK (cc)’nun Hayr Hazzı…
Sohbet, Kişilerin kendini ve RABB’ısını bilip geregi üzere yaşaya bilmek için İlâhî İlimi öğretim ve bunun uygulanması için Resûlî Edebi eğitim amaçlıdır.
Bu hususta ehliyetli ALLAH Dostları Pîrlerin sohbetlerinde arı-saf İlâhî sırlar olamalıdır.
Bir sürü ipe sapa gelmez hurafelerle, masal, rüya vs. hayalleriyle elbette hakikata asla ulaşılamaz.

Hakikatın Yedinci Makamı Seyr-i sülûktür.
İnsan nefsinin ömür boyu süren kemâlâtı (gelişimi, erginliğe ulaşımı) için yürürken maddi-mânâvî sistemi seyredip iceletip, anlayarak yol alıp yaşaması olan seyr-i sülûk…

Hakikatın Sekizinci Makamı Sırrdır.
Sırrın esası kişinin kendisine seyr-i sülûk içinde ikram edilen ve kerâmet denilen mânevî özellik ve güzellikleri olur-lmaz yerde rastgeleye açıp-saçmaması ve kendine mal etmemesidir.
Sohbette anlatılan ve gizli kalması bildirilen hususları saklamaktır.

Hakikatın Dokuzuncu Makamı münâcâttır.
Allah'tan kulluk imtihnı bataklığı olan bu âlemde hata ve günahlardan kurtuluş için sürekli duâ eder olmaktır.

Hakikatın Onuncu ve sonuncu Makamı Allah Teâlâ’ya ulaşmaktır.
Vuslat bu makamdadır.
Hazreti Hünkârın burada buyurduğu bu makamın analtılması cidden çok zordur.
Anlatılamaz, anlaşılamaz ve ancak ehliyetli Hakk Erenler kılavuzluğunda yaşanır bir olgu ve oluşumdur.
Söylenegelen Fenâfillahın ne olduğu ise anlatılanlar içinde düşünülmeli.
Hep şaşmışımdır ki, Tek Ressamın Zâtı ile sonsuz resimlerinin zâtını cem’edenlere doğrusu..
Fenâyı ve Bekâyı bilmeyen ham sofuların ceryansız canları neler ister neler!!!


Men’ : Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Macmû’ : Mecmu’. Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
Nesne : Şey, herhangi bir şey.
Iss : (Iss) t. Bayındırlık, mâmuriyet. Şenlik. * Ses. * Sâhib. Mâlik. * Efendi.
Vahdat : Vahdet. Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması. * Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.
Asrâr : Esrar. (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
Seyr-i sülûk : Tas: Takib edilecek usûl. Bir terbiye yoluna girip devam etme. Tarikata devam etme.
Kemâlât : (Kemal. C.) Faziletler, iyilikler, mükemmellikler. Ahlâk ve huy güzellikleri. Terbiyelilik, edeblilik
Kerâmet : Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Münâcât : Allah'a yalvarmak. Duâ. Allah'tan necat için dua. * Yalvarmak için yazılan duâ veya manzume. * Sürurlaşmak, neşelenmek.
Vusul : Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme.

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ

“Ve kale rabbükümüd'uni estecib leküm innellezine yestekbirune an ibateti seyedhulune cehenneme dahirin : Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 40/60)

Fenâfillah : (Fenâ fillâh) Tas: Abdin zât ve sıfâtının, Hakk'ın zât ve sıfâtında fâni olması. Başka bir ifade ile: Dünya alâkalarını külliyen kat' ve ehadiyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak haletidir. Sofi, bu maksada erebilmek için her şeyi terk eder.


Tahkîk ol ârıflar sultânı ve Sa’da’d-dîn kendü kerem ü lutfundan birkaç beyitler buyurur:

Gerçek Ârifler Sultanı ve Saâdeddin kendi krem ve lutfünden birkaç beyitte buyurur ki:

Bu makâma kim ire
İşbu nakdi kim dire
Varlıgın Hakk’a vire
Cümle âlam içinde



Kim bu sırra irmedi
kendüzini dirmedi
Bu ışkdan esrimedi
ömri zulâm içinde



Varlık yokluk bir durur
Işk u sevi bir durur
Dünye âhrat bir durur
Işk u Kadîm içinde…


Bu makam kim kavuşa,
Bu muazzam madeni kim toplaya
Geçici varlığını “Gerçek VAR” olan HAKK teâlâ’ya kim vere
Bütün bu yaratıklar içinde akıl-nakil edip kim şuûra ulaşıp yaşayıp ve de şâhidi ola…



Kim ki bu Tarikatın tevdidi biliş-buluş-oluş sırrına ermedi,
Bu sırra erip de keni özünü derleyip, toparlayıp arıtıp, durutup, kurutup tertemiz etmedi,
Bu müthiş çarpıcı şâhidi oluş Aşk Şarabını içip de sarhoşu olmadı,
İşte o kimsenin tüm ömrü körlük karanlığında gelip-geçecektir…



Yaratılanlar için geçici, izâfi, sınırlı ve sorumlu benliklerin-kişilik ve kimliklerin varlığı ve yokluğu biridir.
Var gözükenler var edenin VAR’lığıdır. Yokluk ise var eden için asla söz konusu değildir.
Şu anda Almanya’da Solingen deyim. Güneş var ise gündüz yok ise gece diyolar. Ama Solingen aynı Solingen…
Aşk ve muhabbet de bu zıtların zevkidir. Var-yok, iyi-kötü, gül-gübre…
Onun için Aslın (Muhabbetullah’ın)’sûrette yansıması Aşkullahı yaşayış şuûruna ulaşanlar için dünya âhiret Dinde Tevhid edip bir olmuşlardır.
Su kabının da BUZ’dan olduğunu anlarsa Testi derdi sona erer zaman ve zemin oyunu sona erer…
Elest ile mahşer aynı şaeyin iki yüzü olur…





Nakd : (Nukûd) Madeni para, akçe. * Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. * Para olarak bulunan servet. * Vezin ve ayarı tamam olan para. * Bir şeye hırsızlamasına bakma. * Seçmek. * Saymak.
Esrimek :Sarhoş olmak.
Zulâm : Karanlıklar.
Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.


Su’âl:
Pes ârıf su’âl sorar, eydür kim:
“Bu kırk makâmun yigirmisi danuklu ve yigirmisi danuksuz acabâ ne ma’nîden böyledür?” dir.

Cavâb budur kim:
Danuk kâl milkinde olur, hâl milkinde olmaz ve hem danuk inkâr evinde olur, belî evinde olmaz ve hem danuk daşra olur. İçerü olmaz.


Soru :
Öyle ise Ârif soru sorup derki:
“ Bu kırk makmın yiğirmisi tanıklı yiğirmisi tanıksız, acaba ne mânâdan dolayı böyledir?” der.

Cevab şudur ki:
Tanık Konuşma Âleminde olur. Ki bu âlemde konuşan ve konuşulan ikiliği vardır.
Hâl Âleminde tanık olamaz. Konuşanla konuşan cem’ hâlindedir.
Hem tanık İnkâr evinde olur. İlelik evinde olur parmak-yüzük bileliği aslında ayrılıktır. İkilik ten tekliğe geçişte Sırat köprüsü ara kesit..
İkrâr evi olan bile evinde tanık gerekmez. Et-tırnak bileliğinde ayrı olduğunu görüş görenin rüşde eripermediğiyle ilgilidir.
Hem tanık dışarıda olur. Muhitte olur ve sonsuz kesrettir.
Hem tanık asla içeride olamaz. Merkezde dönmeyen sabit nokta, Sırr-ı Süveyda, şah damarından yakınlık kara deliği…


Pes kırk makâm budur kim dedük eger sen dahı yigrek bilürsen eyüdür ve eger ni bu hırk makâmun birisi eksük olurısa hakîkatlık tamâm olmaz zîre kim şartı eksük olur.

Gerçi biz burada kırk makam bunlardır dedik ve açıkladık ancak sen daha iyi bilrsen çok iyidir.
Eğer ki bu kırk makamın birisi eksik olursa sonuçta hedef olan Hakikata kavşma tamamlanamaz.
Çünkü şartları yerine getirilemedi veya getirilemedi…


Meselâ:
Biregü diliyile îmân getürse ve gönliyile inanmasa veyâhod öşrü zekâtı tamâm virmese veyâhod hacca varur iken yaldan girü dönse veyâhod Tanrı ta’âla hükümlerinden birin bâtıl dutsa veyâhod Muhammad’un sahâbalarınun birin nâ-hak bilse dükeli işledügi amaları habâ’an mensûra olur.

Meselâ:
Bir Can diliyle iman etse de kalbiyle dilndekini tasdik edip inanmasa, veyahut zekatı tam olarak vermese, veyahut hacca gideriken yoldan geri dönse, veyahut Allah teâlâ’nın hükümlerinden birini bâtıl (hakikatsız) saysa, veyahut Muhammed Aleyhisselâm’ın sahabelerinden birini (haksız yere) haksız bilse bütün işlediği âmelleri yerle bir-hebâ olur…
Hazreti Hünkârın buyurduğu bu husus haktır.
Ancak hadisleri iyi incelemek gerekir.
Zulmeden kim olursa olsun ne olduğu âyet ve hislerde mevcuttur.



Kavlu Tealâ:
Allah Teâlâ Buyruğu:

فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُورًا…

وَقَدِمْنَا إِلَى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُورًا
“Ve kadimna ila ma amilu min amelin fe cealnahü hebaem mensura : Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkân 25/23)




Danuk : tanık, şâhid.
Kâl : Kaal. Söz. Laf.
Yiğrek :Yeğ,Yeğrek. İyi, daha iyi.
Biregü : Bir kimse.
Öşür : Ondalık, onda bir. Mahsullerden, Kur'an-ı Kerim hükümlerince onda bir olarak alınan zekât.
Bâtıl : Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi.
Nâ-hak : Haksız.
Dükeli : Dügeli. bütün , hepsi.
Habâ’an mensûra : yerle bir olmuş, mahvolmuş.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

nur-ye yazdı:HACI BEKTAŞ-İ VELÎ k.s Hazretlerinin kıymetli sözleri
* Eline, beline, diline sahip ol!
* Ellerin kâbesi var, benim Kâbem insandır.
* En büyük keramet çalışmaktır.
* Erkek, dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde.
Efendim bu sözler onun değildir, bir tane dahi ona ait olduğunu gösteren delil yoktur, üstelik alevi ozanların deyişlerinden oldukları isbatlıdır.Hala sahibleride tek tek belli olan bu naislami deyiş sözlerini Hünkar Kuddise Sirruha isnad etmek kuru taassubdur.Bir tane ona ait bir eserde bunlar geçmez.Şuan zaten Makalat ve Fatiha Tefsiri(yeni bulundu) elde mevcuttur.İkiside ehl-i sünnetçe yazılmış tasavvufi eserlerdir.Hac-ı Bektaş-ı Veli Kuddise Sirruh Hazretlerinin aleviliğine delil diye konulanların çoğu huccetsiz, delilsiz saçmalıklar geri kalanı ise ilimsizlikten onların anlıyamadığı şeylerdir.Onlardanda ancak Şii olduğu çıkar şuan bilinen manasıyla binamaz alevilik çıkmaz.Ama bunlar Şii olduğunuda göstermez, Şia-i Velayetliğini gösterir.Aynı Kadiri tarikati gibi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/118-119kr.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


BÂB-I SÂBI’

YEDİNCİ BÖLÜM -1


Bu Bâb Ma’rıfatun Ma’ruf Cavâbın Bayân Kılur
Ol kutb-ı âlem ve fahr-ı benî Âdem el –Hâcî Bektâş el- Horâsânî rahmatu’llâhı alayh buyurur kim:
Gönül bir şehristândır ki Hak subhânahu ve ta’âlâ arşdan tâ tahta’s-sarâya degin ne kim yaratdıysa ol şehristânda vardur ve hem ol şehre sığar ve hem ol şehristânda iki sultân vardur: Birisi rahmânidur ve birisi şeytânıdur.
Rahmâni sultânun adı akıldur ve nâyıbı îmândur ve subaşısı miskînlikdür.
Ve hem yüreğün sağ kulagında yidi kal’a vardur, her bir kal’ada Hak subhânahu ve t’âlâ bir diz-dârı müvekkel komışdur ve ol dizdarlarun adı bir bir ma’lûmdur.
Evvelki dizdârun adı ilimdür
İkinci dizdârın adı comardlıkdur
Üçüncü dizdârun adı öd ü hayâdur
Dördünci dizdârun adı saburdur
Beşinci dizdârun adı perhîzkârlıkdur
Altıncı dizdârun adı korkudur
Yidinci dizdârun adı edebdür
Pes degme bir dizdârun yüz bin hasadı vardur ve degme bir hasadun yüz bin çerisi vardur ve bular kamusı îmân bekçileridür.



Bu bölüm mârifetin bilinen-şeriata uygun cevabını izah edip açıklar.
Âlemin kutbu ve insanoğlunun övünç kaynağı Allah ona rahmet etsin Hacı Bektaş Horasanî buyurur ki:
Gönül bir büyük şehirdir ki Hakk Suhhanehu ve Teâlâ Arş’tan ta Yerin altına kadar her ne ki yarattıysa hepsi de onun içinde varıdır ve sığarlar.
O şehristanda iki Sultan vardır.
Birisi Hakkı vehayrı emreden Rahmânî Sultan.
Diğeri Bâtılı ve şerri emreden şeytanî Sultan.
Rahmânî Sultanın adı akıldır ve vekili-baş yarımcısı imandır. İdarecileri Hakta ve hayırda yer tutup-sâkin olan Hakk dostu miskinlerdir.
Aynı zamanda kalbin sağ kulağında yedi kale vardır.
Hakk Suhhanehu ve Teâlâ her kalede bir kale muhafızını vekil tayin etmiştir.
Kale muhaflarının isimleri bir bir bilinmektedir.
Birinci kale muhafızının ismi İlimdir.
İkinci kale muhafızının ismi Cömertliktir.
Üçüncü kale muhafızının ismi Edeblilik ve Hayâdır.
Dördüncü kale muhafızının ismi Sabırdır.
Beşinci kale muhafızının ismi Perhizkârlıktır. Nefsine sahip olmaktır.
Altıncı kale muhafızının ismi Korkudur. Takvadır.
Yedinci kale muhafızının ismi Edebdir. Muhammedî Edebdir.

Sıradan-rastgele bir kale muhafızının bile yüz bin hasadı ve her hasadın da yüz bin askeri vardır.
Ve bunların tümü de imanın bekçileridir.


Ma’ruf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)
Bayân : Beyan İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. * Öğretme. * Fesahat ve belâgat. * Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı. (Bak: Belâgat) * Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan bir sözle veya bir fiil ile açıklamaktır.
Şehristân : f. Büyük şehir.
Arş : Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri.
Tahta’s-sarâ : (Taht-es serâ) Toprak altı.
Nâyıb : Naib. (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Subaşı : Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idaresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
Diz-dâr : f. Kale muhafızı, kale ağası.
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Öd : Edeb, safra kesesi.
Perhizkâr : Perhiz eden, nefsini tutan. Zararlı şeylerden, günahlardan sakınan.
Hâss : (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
Çeri : Asker.


Pes azîz-ı men!
Ol dem ki bu işleri tamâm kılduk Çalap Tanrıdan diledük ma’rıfat yâr geldi geldi ve hem biş hıl’at duta geldi:
Evvelki hıl’at ilhamdur ikinci hıl’at mahabbatdur.
Pes bunlar câna kondu cân dirildi, akla muvâfık geldi; geleni gideni anladı.
Zîre kim cümle nesneler canıla dirilür ve lîkin cân Ma’rıfatıla dirilür.
İmdi ma’rıfatlu cân erenler cânıdur ve ma’rıfatsuz cân hayvanlar cânıdur
Bu mahalda ârıf ana su’âl ider ki:
Pes imdi azîz-ı men!
Cânlar ki dirsin cân kaç dürlüdür, öli midür yohsa diri midür?
Ve hem cân dirildi dirsin, pes cân evvel öli midi, öli nite diri ola?
Hoş sordun yâ ârıf!
Cavâb budur kim:


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila : Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsrâ 17/85)

Cân iki dürlüdür biri cândur biri cânândur:
Ya’nî Hak subhanahu ve ta’âlâ hazratları Rasûlına hıtâb idüp eydür kim:

“Ya Muhammad! Eger sana rûhdan su’âl iderlerse cavâb vir ki Rûh benüm rabbumun emründedür.”
“Min” bunda ba’zı ma’nâsınadur.
Öyle olsa bir ma’nî dahı:
Cân üç dürlüdür.
Evvelki câna “rûh-ı cismânî” dirler kim teni diri kılur ve diken batdugın ve kıl çeküldügin duyar.
İkinci câna “rûh-ı ma’âş” dirler, zîre yir içer ve acmak ve susamak bilür.
Üçüncü câna “rûh-u ravân” dirler ki bu ten uyuyıcak ol cân uyanur.


وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا
“Ve ce'alna nevmekum subaten. : Uykunuzu bir dinlenme kıldık.” (Nebe 78/9)

(Ya’nî ) uyku rahatunuzdur dir hemen ten maslahat ıçûn degüldür.


Ey Azîz Can!
Ne zaman ki bu işleri tam yapar-yerine getirir de Hakk Suhhanehu ve Teâlâ’dan dilersek, Mârifetullah bize yâr olur.
Mârifet bize pek çok manevi makam elbisleri giydirir.
Her kemâlât makamında nefsimiz olgunlaşır rüşde erer.
Mârifetin birinci hil’atı İlhamdır.
Mârifetin ikinci hil’atı Muhabbettir.
Ne zamanki bu ikisi “Can” a sokuldu akla uygun-gerekli-denk geldi.
Ve ham aklıl bunlara kavuşunca geleni- gideni, iyiyi-kötüyü ve kârı zararı anlamaya başladı.
Zira şu bir İlâhî kanun ve gerçektir ki her şeyler can ile dirilir.
Velâkin can ise sadece Mârifetle dirilebilir.
Onun için Mârifetli Can Hakk Erenlerin canıdır.
Mârifetsiz can ise ancak hayvanların ve hayvan kalıp insanlığını idrak edememiş zavallı insanların canıdır.

Burada-sözün bu yerinde Ârif onan sorar ki:
“Ey Azîzim!
Sen canlardan bahsediyorsun, can kaç türlüdür, can ölü müdür yoksa diri midir?
Ve hem sen can dirildi diyorsun, can önceden ölü müydü?
Ölü idiyse nasıl dirile?”

“ Hoş sordun Ey Ârif!
Cevabım şudur ki:
Can iki türlüdür: Biri “Can”dır. Diğeriyse Cânân’dır.
Demem o ki:
Hakk Suhhanehu ve Teâlâ Hazretleri Rasûline hitab edip buyurdu ki:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila : Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsrâ 17/85)

“Ey Muhammed!
Eğer sana Ruhtan soru sorarlarsa cevab ver ki, Ruh benim Rabb’ımın emrindendir.”
Âyet-i Celîledeki “min” edatı ba’zı ma’nâsınadır. Ba’z ise bir şeyin bir kısmıdır.

Böyle olup anlaşılınca “Can”ın başka ifadeyle mânâsı :
Can üç türlüdür:

Birinci Cana “Ruh-u Cimânî” derler.
Cism olan bedeni yerinde tutan can.
Ki bu can teni-bedeni diri yapar, dikenin battığının ve kendi bedeninden kılın çekildiğinin acısını duyar.

İkinci Cana “Ruh-u Maaş” derler.
İnsanın hayatta varlığının devam olan geçinmeyi sağlayan can.
Bu can yer-içer, acıkmayı ve susamayı bilir.

Üçüncü câna “Ruh-u Revân” derler.
Madde ile Mânânın cem’i-birlikte bulunduğu insanda iki tarafa da akış-geçiş ve oluş imkanı olan can.
İnsan bedeni-teni uyuyunca bu can uyanır.
Yâni can uyanık olur bekler de:
“Uyku rahatınız ve bedenin yaşaması için gereklidir.
Zâten beden de yaratılışın ana maksadı değil yardımcı âletidir.” der gibi.


Pes azîz-ı men! :
Bundan sora azîzim!
Pes: Öyle ise, ard, arka geri.
İmdi : Şimdi, artık, o halde, öyleyse.
Azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
Azîz-ı men : Benim azîzim.
Biş : Çok.
Hıl’at : (Hil'at. C.) Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen kaftanlar, hil'atlar.
İlham : Allah tarafından kalbe gelen mâna.(İlhamın ekserisi vasıtasız olarak kalbe gelir. İlhamın en cüz'îsi ve basiti hayvanat ilhamıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra melâikenin ilhamatıdır, sonra evliya ilhamatıdır, sonra melâike-i izam ilhamatıdır... S.) (Bak: Vahiy)(İlham, aslında bir şeyi bir defada yutmak mânasına "lehm" den if'al olup, lahzada yutturmak mânasınadır. E.T.)
Muvâfık : Uygun. Yerinde. Denk.
Lîkin : Lâkin.
Su’âl ider : Sorar.
Nite : nasıl.
Ba’z : Bir şeyin bir kısmı. Bir parça. Bâzısı. Biraz.
Ma’nî : Mânâ.
Maaş : Geçinilecek şey. Yaşayış. Aylık para.
Ravân : Revan. f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.
Maslahat : İş, mes'ele. * Sulh yolu. * Fayda, maksad, keyfiyet. (Zıddı; mefsedettir)


Pes bunda dahı ma’nâ üç kişiye kelâm yokdur:
Evvel nâ-raşîde oglana, ikinci delüye üçünci uyuyana tâ uyanınca .
Ve hem gicelerde ün ırak gider; gündüzin ırak gitmez niçün? Anunıçün kim Âdam oğlanı dünin dünye günâhından arınur perde az olur ün ırak varur.
Ammâ gündüzin günâhları biri birine ulaşur perde olur anunçün ün ırak gitmez.
İmdi bildün kim uyku bir niçelere ten râhatıdur ve bir nîçelere cân râhatıdur.
Ve hem cân katında ten ılkıya benzer pes ten cânun merkebidür ıssıyı sovugı datluyı, acıyı cân sebebinden ten dahı duyar.
Ve hem ılkılar dahı dikene düşmezler köy yolun bilürler azmazlar ve lîkin Hak yolun bilmezler zîre kim bularun gönülleri gözi kördür.
Pes imdi şular kim “كَالْأَنْعَامِ” dur hayvânlar gibidür.
Hak yolun niçe görebileler?
Nitekim hazrat-ı Rasûl alayhı’s-salâm buyurur kim:
“Hak subhânahu ve ta’âlâ âdama dört göz virdi.
İkisi baş gözidür ve ikisi gönül gözidür; baş gözile halkı görür ve gönül gözile Halık-ı görür.”

Bundan anlaşılan ve çıkan mânâ şu ki şu üç kişiye kelâm- bağlayıcı kulluk teklifi yoktur:

Birincisi rüşdüne-erginliğe ermemiş henüz çocuk olana.

İkincisi deliye. Aklı olmayna. Hayrı-şerri ayıramayana.

Üçüncüsü ise uyanıncaya kadar uyuyana kulluk gereği yapması gereken görevler yoktur.

“Hem geceleri ses çok uzaklara gider de gündüzleri ıraklara gidemez niçin?”
Onun için ki Âdemoğlu gece olunca dünün dünya günahlarında el çekip-arınıp temizlenince perde az olur.
Ses de uzaklara ulaşır.
Gündüz ise günahları birbirine kavuşur perde olur sesi engeller.
Hazreti Hünkâr kulağının dibinde okunan ezanları duymayanlarla engelleyen perdeleri ve bu perdelerini sıyıranların nasıl uzaklardan haber aldıklarını ne ustaca buyuruyor!
Şimdi bildin ki;
Uyku nice insanlar için bir ten-beden rahatıdır.
Nice insanlar için ise can-ruh rahatıdır.

Ve hem can katında ten kendi başının çaresine bakmak üzere dağlara-meraya bırakılan ılkı atına benzer.
O hâlde ten canın eşeğidir.
Ten-beden zaten ısıyı-soğuğu, tatliyi-acıyı canın kendinde oluşundan dolayı hisseder-duyar ve anlar.
Köy hayatını bilenler bilirki ılkı atları da dağlarda otlarken dilkenleri-uçurumları gece-gündüz bilirler ve düşmezler.
Köyün yolunu ise asla unutmazlar ve azıp-yolunu şaşırıp yaban ellere çekip gitmezler…



Ne var ki- velâkin;
insanların Hakk Yolu’nu bilmemesine sebeb onların gönül gözleri kördür.
Kafa gözleri var ama Kalb gözleri kör!
İşte böyle olanlar ki onlar:
“كَالْأَنْعَام” dır.
Hayvânlar gibidir.
Hakk yolun nasıl görebileler?
Nitekim Hazret-i Rasûl alayhi’s-selâm buyurur ki:
“Hak subhânahu ve Teâlâ insana dört göz virdi.
İkisi baş gözüdür ve ikisi gönül gözüdür; baş gözüyle halkı görür ve gönül gözüyle de Hâlik’ı görür.”


أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
“Em tahsebü enne ekserahüm yesmeune ev ya'kilun in hüm illa kel en'ami bel hüm edallü sebila : Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkân 25/44)

Nâ-raşîde : Rüşde ermemiş. Ergenliğe ulaşmamış.

Ergen : (Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğrenir. Ve iyi alışkanlıklar edinirse ergenlik çağında bunlara daha kolay uyar.

Ün : Ses.
Rahat : Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih. * Dinlenmek. * El ayası.
Ilkı : Kış ayları gelince dağlara bırakılan ve kış boyunca oralarda barınıp otlayan at.
Diken : Dilken. Uçurum, yar.
Hâlik : Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (C.C.)


Pes anunıçün Hâlık sevmek, şavk u zavk gönül içinde od gibi kopar tene yayılur ve ol sûratdan harakat kopar.
Ve hem ol harakat Hâlık dostlıgıçündür, halâldur.
Ve hem ten câna merkebdür, şükür deminde cân nite kılınursa ten dahı şöyle şükür kılur.
Pes bilmeyene bu söz ma’nî bildürür.
Pes imdi biregünün kim gönli gözi olmasa Hak’dan ne habarı var. Zîre kim bir kimesne şekker yimedük olsa adın eyitmegile dadın ne bilür?
(Ve bir kişinün haddı-ı zâtında gözleri görmez ola, ana gör dimekden ne fâ’ıda ola.)

Onun içindir ki Hâlik teâlâ’yı sevmek şevki ve zevki gönül içinde ateş gibi yanar-büyür ve bütün bedene yayılır.
İç-Öz-Sîret olan içten gelen bu ateşle dış-sûret olan bedende hareketler başlar.
Ve bu hareketler Hâlik teâlâ’nın Dostlığu için olup O’nun emir ve yasakları içinde olduğu için hepsi helâldir.
Nikahın helâl ve zinanın haram oluşu izah buyuruluyor.
Hem ten canın bineği olan eşeğidir.
Hakk’a şükr zamanında can nasıl bir davranış istemişse ten-beden de onu aynen uygulamaya mecbur yaratılmıştır ve yapar.

Gerçekten doru lanı bilmeyene bu söz işin iç yüzünü-mânâsını bildirir.

Öyle ya bir kimsenin ki, gönül gözü olmasa-kör ise Hakk’tan ne haberi olacak?

Zira şeker yemese de şekerin ismini söylemekle şekerin tadını nasıl bilecek?

Bu şuna benzer ki;
Bir kişinin gözleri kör olduğu hâlde ona : “Gör!..” demekten ne fayda elde edilir.


Şavk : Işık, parıltı. * Şevk. Işık, parıltı. * Şevk.
Biregü : Bir kimse.
Eyitmek : Söylemek. Demek.



Anınçün hidâyet ‘azizdur Halık katında:

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِم مِّن شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ
“Ve la tatrudillezine yed'une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yüridune vecheh ma aleyke min hisabihim min şey'iv ve ma min hisabike aleyhim min şey'in fe tatrudehüm fe tekune minez zalimin : Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın!” (En’âm 6/52)

Ol Kadîm-i lem-yezel ve lâ-yezâl buyurur kim:
“İy kullarum!
Her nesne kim görürsiz, göz ile mi sanursız veya işitmekligi kulagıla mı sanursız veya söylemekligi dil ile mi sanursız veya dutma(klı)gı elile mi sanursız veya yörimekligi ayagıla mı sanursız veya yarlıganmaklıgı tâ’atlıla mı sanursız veya hışmı günahıla mı sanursız veya göyünmekligi od ile mi sanursız?
Pes Âdam ‘alayhı’s-salâma uçmak içinde bir ‘azab işledüm kim damuda dahı ol ‘azab yogıdı ve hem İbrâhim ‘alayhı’s-salâma od içinde bir bûstân virdüm kim uçmak içinde dahı ol bûstân yogıdı; ve Fir’avn-ı la’înı Nîl ırmagında gark itdüm ve Mûs⠑alayhı’s-salâmı Fir’avn’dan kurtardum; zîre kim dostum sakladum duşmânum helek eyledüm, ve hem yüz bin hazârân yüz bin ferişteler göyündürdüm, her giz birisinün bir zerre günâhı yogıdı ve hem yüz bin hazârân yüz bin âdam yarlıgadum kim her giz birinün bir zerre tâ’atları yogıdı; her ne kim işlersem kadırvan kudratum yiter kimi gerekise agladurum ve kimi gerekise güldürürem.
Gerek öldürem gerek dirgürem, ânı kim ben bilürem, siz bilmezsiz ve lîkin enüm ‘ınayatum havf u racâ ortasında olanlarıladur.
Halî yâ sözden terk yok, bizüm sözümüz cân bayân kılmakdur, pes anlarun kim gönülleri müşevveş olmışdur, ya’nî karcaşukdur- gönülleri mütekebbirdür cânları mudda’îdur “elest” deminde yok diyenlerdür, hayvanlar gibidür; üç cânlular bulardur ve hiç dınmayanlar “بَلْ هُمْ أَضَلُّ” dur: anlarun hakkında gelmişdür.


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“Ve le kad zera'na li cehenneme kesiram minel cinni vel insi lehüm kulubül la yefkahune biha ve lehüm a'yünül la yübsirune biha ve lehüm azanül la yesmeune biha ülaike kel en'ami bel hüm edall ülaike hümül ğafilun : Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf 7/179)

Hâlîyâ bunları “âdam ‘ılmi”nde yâd kılavuz inşâ’allâh ta’âlâ.
Ammâ bizüm katumuzda cân bişdür ve lîkin bu sözi anlamak delim işdür; ve hem âdam ma’nisi dahı üçdür ve kendüyi bilmek yavlak güçdür ve kendüyi bilmeyene bu söz hiçdür ve eger bilmek dilersen kitâbda yazdum uşdur:

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
“Ve le kad sadekakümüllahü va'dehu iz tehussunehüm bi iznih, hatta iza feşiytüm ve tenaza'tüm fil emri ve asaytüm mim ba'di ma eraküm ma tühibbun, minküm mey yüridüd dünya ve minküm mey yüridül ahirah, sümme sarafeküm anhüm li yebteliyeküm, ve le kad afa anküm, vallahü zu fadlin alel mü'minin : Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır.” (Âl-i İmrân3/152)

Bu ayatun ma’nîsi dükeli mülke yiter eger bilünürise.


Onun için Hâlik Teâlâ katında hidayet çok izzetli-değerlidir.
Başlangıcı ve sonu olmayan buyurur ki :
“ Ey kullarım!
Birçok şeyler görürsünüz.
Onu görüp tanımanızı göz ile mi sanırsınız?
Bir sesi işitmenizi kulakla mı sanırsınız?
Söz söylemeyi dil ile mi sanırsınız?
Bir şeyi tutmayı el ile mi sanırsınız?
Yürümeyi ayakla mı sanırsınız?
Allah Teâlâ’nın sizi bağışlamasını taat-ibadet etmekle mi sanırsınız?
Allah Teâlâ’nın hışmına uğramayı günah işlemekle mi sanırsınız?
Sıcaktan gevremeyi-göyünmeyi ateşle mi sanırsınız?
Âdem alayhi’s-selâma bana değil de yanlışlıkla şeytana uyduğu için cennet içinde bir azab işleyecek iş yaptırdım ve öylesine pişman olup acı çekti ki bu acı-azab cehennemde bile yoktu.
Ve yine İbrahim alayhi’s-selâma bana güvenmesinden dolayı ateş içinde öylebir gül bağı verdim ki cenne içinde bile o gül bahçesi yoktu.
Kendini âlemin rabbi ilân eden rahmetimden çıkmayı tercih eden Firavun’u Nil Irmağında boğdum.
Mûsâ alayhi’s-selâmı Firavun’dan kurtardım.
Böylece Ben;
Benim dostluğumu tercih eden dostumu sakladım-korudum.
Benim dostluğumu tercih etmeyen düşmanımı helak ettim.
Ve Ben nice sayısız melekleri Zikrullahla gevrettim-göyündürdüm ki hiç birisinin asla bir zerre kadar günahı da yok idi.
Ve yine sayısız-binlerce insan bağışladım ki onların böyle yapmamı gerektiren bir zerre kadar ibadetleri yok idi.
Her ne ki yapar isem sınırsız gücüm-kudretim yeter.
Kimi gerektiriyorsa-emirlerimi duyup-uymuyorsa ağlatırım.
Gerektireni de- emirlerimi duyup-uyanı da güldürürüm.
Gerek öldüreyim, gerekse dirilteyim onu ancak ben bilirim siz asala bunu bilemezsiniz.
Şu husus da var ki Benim yardımım-meded ve lutfüm Havf ile recâ ortasında olanlaradır.
Onlar öyle Erenlerdir ki;
Sanki Rabb’leri kendilerini asla bağışlamayacakmışcasına havf-korku içinde,
Ve mutlaka bağışlayacakmışcasına bir recâ—ümit içindedirler.
Bu iki uç sınırın içinde ihlasla kulluk –ibadet ederler hayatları boyunca…
Şimdiki hâlde ise anlatmakta olduğumuz konuyu terk etmek yok.
Anlatmakta-açıklamakta olduğumuz “Can” konusudur.
O insanlar ki;
Gönülleri karmakarışık,düsensiz, kibirli, eğoist, kendini beğenmişdir.
İşte onların canları davacıdır. Her konuda ve hükümde tersini iddia eden inatçılar olup doğru mu yanlış mı diye düşünmeden kendi fikirlerini savunur dururlar.
Bu kimseler Allah teâlâ’nın Ruhlar Âleminde “Elestü” zamanındaki
“Bensizin rabb’ınız değil miyim?” sorusuna “Hayır! Değilsin!” diyenlerdir.
Bunlar aklı olmayan hayvanlar gibidirler.
İşte bunlar kendisinde üç türlü can olduğu hâlde nefsî kemâlâta- erginliğe ulaşıma çaba harcamayan-tınmayan ve aldırmayan zavallılardır.
Bunlar : “بَلْ هُمْ أَضَلُّ” dır:
Bu âyet onların hakkında gelmişdir.

Şimdik hâlde bu kadar, ama “İnsan İlmi” kısmında İnşâallah tekrar anlatıp-anarız.

Amma-fakat bizim görüşümüze göre-katımızda can çoktur.
Lâkin bu sözü anlamak hayli zordur.
Ve de Âdem-İnsan demenin mânâsı üçtür.
İnsanın kendini-nefsini bilmesi gerçekten çok güçtür.
Kendini bilmeyene ise bu söz güçtür.
Hazreti Hünkâr: “Kendini bilene babasının kanı helal, kendini bilmeyene anasının sütü haram” sözünü ne güzel bildiriyor.
Ama sen gerçekten kendini bilmek istiyorsan ben bu kitabda yazdım ki işte buyur:

Bu âyetin manası bütün âlemlere değer kıymette eğer bilinirse…


Hidayet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
Lâ-yezâl : Zevalsiz olana, sonu olmayan.
Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık.
Göyünmek: Göynemek. Yandığı gözükmemekle beraber dokunduğunda yanmak üzere olduğu alaşılan. Kızarmış bir sobaya yakın durulduğunda pantolonun bacağa değmeyen ve sobaya daha yakın olan kısmı gevrer ve çekilince deriyi yakar ve buna bizim köyde göynemiş denir.
Uçmak : Cennet.
Damu : Tamu. Cehennem.
Bûstân : f. Çiçek ve gül kokularının çok olduğu yer, bahçe.
Ferişte : (Ferişteh) f. Melek. Günahsız. Masum. Yumuşak huylu.
Yarlıgamak : Bağışlamak.
Hergiz : Asla.
Kadırvan : Muktedir-işe gücü yeten.
inayet : Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
Havf : Korku, korkutmak.
Recâ : Emel, ümit, yalvarmak. * Cânib, taraf. * İstek, arzu, dilek.
Biregü : Bir kişi. Bir kimse.
Halîyâ : şimdiki zamanda, şimdiki halde
Müşevveş : Karmakarışık, anlaşılmaz, düzensiz.
Mütekebbir : Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden. * Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.
Mudda’î : Müddei. İddia eden. İddiacı. Davacı. * Bir hükümde ayak direyen. Hak olduğunu veya herhangi hakkın zayi olduğunu dâvâ eden. * İnatçı, muannid.
Biş : Çok.
Delim : Delüm. Pek çok. Hayli.
Yavlak : Çok fazla.
Uş : İşte, şimdi.

Dükeli : Dükeli : Hep, hepsi, bütün, cümle, herkes.

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
“Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)

Pes imdi ‘azîz-i men!
Anlar kim dünye isterler ılkılardan dahı kemdür:
Ve anlar kim âhırat isterler bunlar havf u racâ kavmudur;
Ve ammâ anlar kim Mevlâ’yı isterler, bunlar muşâhada kavmudur.
Pes Hak subhânahu ve ta’âla kerem u lutfundan buyurur kim:
“İy kullarum! İsten beni kim size bulınayın dir.
Ve iy âşıklar!
Özür ilen kim ‘afv kılayın” dir.
Zîre kim gök aglar, yir güler ya’nı gökden yagar yirden biter:

وَهُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِن طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِّنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ انظُرُواْ إِلِى ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ إِنَّ فِي ذَلِكُمْ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Ve hüvellezi enzele mines semai maa fe ahracna bihi nebate külli şey'in fe ahracna minhü hadiran nuhricü minhü habbem müterakiba veminen nahli min tal'iha kinvanün daniyetüv ve cennatim min a'nabiv vez zeytune ver rummane müştebihev ve ğayra müteşabih ünzuru ila semerihi iza esmera ve yen'ih inne fi zaliküm le ayatil li kavmiy yü'minun : O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (En’âm 6/99)

Pes göğden yagmıyacak yirden nesne bitmez.
Ya’nî sizden aglamak ve benden günahlarınuzı ‘afv kılmak dimek olur.


Şimdi Azîzim!
O kimseler ki sadece dünyayı isterler ılkı atlarından daha kötü ve onlar kadar bile akıllarını kulanamadılar.
O kimseler ki âhireti isterler bunlar havf ve recâ ehlidirler.
Ve kimseler ki Mevlâ’yı isterler, bunlar muşâhede ehlidirler.
Hak Subhânahu ve Teâla kerem ve lütfundan buyurur ki:
“ Ey kullarım!
Beni dileyinde size ne isterseniz yerine getireyim.
Ve Ey Âşıklar!
Özür dileyin ki affedeyim.
Zira ki gök ağlar da yer güler.
Yâni gökten rahmet yağar da yerden bitkiler biter-yetişir.
Gerçekten gökten yağmayınca yerden hiçbir bitki varlık gösterip yetişemez.
Bu söz; sizden günahlarınız için ağlamak gerek, benden ise affetmek demektir.



Kem : f. Az, noksan, eksik. * Kötü. Fenâ. Ayarı bozuk. * Fakir, hakir.
Muşâhada : Müşahede. Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.
:
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Mecnun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 681
Kayıt: 23 Ara 2007, 02:00

Mesaj gönderen Mecnun »

Burada-sözün bu yerinde Ârif olan sorar ki:

“Ey Azîzim!
Sen canlardan bahsediyorsun, can kaç türlüdür, can ölü müdür yoksa diri midir?
Ve hem sen can dirildi diyorsun, can önceden ölü müydü?
Ölü idiyse nasıl dirile?”

Hâcî Bektâş el- Horâsânî rahmatu’llâhı alayh



Kul ihvani hocamızın şerhiyle ne kadar güzel açıklanmış.
Bizlere tekrar okuma fırsatı vererek yaptığınız hizmet kabul olsun.
Mehrican kardeşim ellerine gönlüne bereket dilerim.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/imza4.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


Mecnun kardeşim bende teşekkür ederim..size...sevgili hocamıza ...güzel açıklamaları için ...acizane bana kayıtlı oldugu yerden buraya taşıma fırsatı verildiği için....sizler okuduğunuz için ...HERKESTEN ALLAH RAZI OLSUN....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

SEKİZİNCİ BÖLÜM-1

BÂB-I SÂMIN



Bu Bâb Şaytân Ahvâlin Bayân Kılur.
İkinci sultân iblisdür didik; ve hem nefis şeytânun nâyıbıdur ve hem su-bâşıları kibirdür ve hassadur ve bahıllukdur, ve tâma’dur ve öykedür ve gaybatdur ve kahkaha vu maskaralıkdur bu yidi nesne kim sadıkaduk dizdârlarıdur ya’nî kapucılardur.


Bu bölüm şeytan hâllerini açıklar-anlatır.
Gönül-Kalb Şehristenında İkinci Sultan İblistir dedik.
Bu sultanın vekili nefistir.
İşlerini gören görevlileri; kibir, hased, cimrilik, tamah-aç gözlülük, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralıktır.
Bu yedi şey ki çok sadık-baglı kapıcıları-koruyucularıdır.


Nâyıb : Naib. (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Subaşı : Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idaresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
Diz-dâr : f. Kale muhafızı, kale ağası.
Hassa : Hasislik. (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri.
Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus)
Tama’ : Tamah. (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
Gaybat : Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Masharalık : Maskaralık. Güldürücü davranış, soytarılık. Şerefsizce haysiyetsizce davranış, rezalet.



Pes yüregün sol kulagında yedi kal’a vardur ve her bir kal’âda bir dizdâr vardur, ol yüreğün sag kulagındaki kal’alara havâla olup müvekkeldür.
Degme bi dizdârun yüz bin hasadı vardur ve degme bir hasadun yüz bin su-başısı vardur.
Pes imdi hasad buhul tama dünyedi terk etmegile gider.
Ve hem öyke ve gaybat ve kahkaha ve maskaralık perhîzgerligile gider, bunlarun kamusı sabrıla eymen olur.
Amma kibrün aslı şeytândur ve miskînlik aslı rahmândur.
Pes imdi kaçan kim kibir gelse miskînligi ana havâla kılmak gerek.
Ve hem hasad aslı şaytândur ve comartlık aslı rahmândur, kaçan kim buhul gelse comartlıgı ana havâla kılmak gerek.
Ve hem buhul âslı şaytândur ve comatlık aslı rahmândur, kaçan kim buhûl gelse comertligi ana havâla kılmak gerek.
Pes imdi comertlık dahı dort gürûhdür.
Evvel mâl comartlıgı, bâylarundur
İkinci ten comartlıgı gâzîrundur
Üçünci cân comartlıgı ‘âşıklarundur
Dördünci gönül comartlıgı ‘ârıflarındur


Yine Kalbin sol kulağında yedi kale vardır.
Ve her bir kalede bir kale koruyucusu-ağası vardır.
Kalbin sağ kulağındaki kalelere karşı görevlendirilip gönderilmişlerdir.
Sıradan bir kale komutanının yüz bin hasedi olup değme bir hasedin yüz bin görevli memuru vardır.
Şunu bil ki hased, cimrilik ve aç gözlülük dünyayı aşırı sevmeyi terk etmek ile yok olur gider.
Öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ise bunlara karşı perhiz-sakınıp çekinme ile ortadan kalkar.
Bunların tümü ise sabır etmekle yok olup yerine daha değerli olan meymenetli huylar gelir.

Kendini herkesten yüksek görüp kibirlenmenin aslı –varacağı en uç Şeytandır.
Kendini Rabbısı karşısında dengeli bir kulluk içinde sâkin kılan miskinliğin-Erenliğin aslı –varacağı en uç Rahmândır.
Ne zaman ki insana kibir sataşsa hemen onun üzerine miskinliği göndemek gerekir.

Hasedinde aslı Şeytandır.
Cömertlik ise Rahmândandır.
Ne zaman ki insana cimrilik sataşsa hemen onun üzerine cömertliği göndemek gerekir.

Cömertlik dört türlüdür:
Birincisi mal cömertliği Beylere mahsusutur.
İkincisi ten-beden cömertliği Gâzilere mahsusutur.
Üçüncüsü can cömertliği Âşıklara mahsusutur.
Dördüncüsü mal cömertliği Âriflere mahsusutur.

Havale : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. * Görmeyi önleyen duvar gibi perde. * Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık. * Postadan gelen emanet kâğıdı.
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Perhiz : f. Sakınmak, çekinmek. * Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. * Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.
Eymen : En meymenetli. En uğurlu. Sağ taraf.
Buhul : uhl: Bahillik, eli dar olma, cimrilik, tamahkârlık, pintilik.
Gazirun : Gaziler. Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen.


Pes imdi ‘azîz-i men!
Sûratı Çalap ta’âlâ dilegine dödürmek gerek.
Zîre kim:
Edeb dilegin korku sever ve korku dilegin perhîzkârlık sever ve perhîzkârlık dilegin sabur sever ve sabur dilegin utanmaklık sever ve utanmak dilegin comardlık sever ve comardlık dilegin miskînlik sever ve miskînlik dilegin ‘ilim sever ve ‘ilim dilegin Ma’rıfat sever ve Ma’rıfat dilegin cân sever ve cân dilegin ‘akıl sever ve ‘akıl dilegin Çalap ta’âlâ sever.
Pes Çalap ta’âlâ buyrugı ol başârat bu on iki dürlü nesnedür kim didük ve hem bu on iki dürlü nesne birbirine müvekkeldür.
Ve hem îmân çerisinun serverleri bunlardur.
İmdi gey sakınmak gerek kim eger bu on iki dürlü nesnenün birisi eskuk olsa îmân dürüst olmaz.

Pes gâyat yigrek makâmlar bunlardur ve bunları saklamayan Çalap tanrıdan ırak olur ve hem ma’rıfatun bilmekten ırak olur ve hem Allâh ta’âlâ dizdârından mahrûm kalur.

Ammâ maskaralık dilegin gülmek sever ve gülmek dilegin gaybat sever ve gaybat dilegin öyke sever ve öyke dilegin tama’lık sever ve tama’ dilegin bahıllık ve ve bahıllık dilegin hasad sever ve hasad dilegin kibir sever ve ve kibir dilegin ten sever ve ten dilegin havâ sever ve havâ dilegin nefis sever ve nefis dilegin İblîs ve İblîs dilegin Çalap ta’âlâ sevmez.


Şimdi Âzîzim!
İnsanın yüzünü Hakk Teâlâ emrine-dileğine döndürmesi lâzımdır.
Zira ki;
Edeb dilegini korku-takvâ sever.
Korku-takvâ dilegini perhîzkârlık sever.
Perhîzkârlık dilegini sabır sever.
Sabır dilegini utanmaklık-hayâ sever.
Utanmak-hayâ dilegini cömertlik sever.
Cömertlik dilegini miskînlik sever.
Miskînlik dilegini ilim sever
İlim dilegini Mârifet sever.
Mârifet dilegini cân sever.
Cân dilegini akıl sever.
Akıl dilegini Çalap Teâlâ sever.

Biz Hakk Teâlâ’nın müjdelediği bu on iki şeyi açıkladık.
Ve bu on iki şey dahi birbirilrinin vekilleridirler.
Hemde bu on iki şey askerlerinin başı-seyyididrler.
Onun için gereği gibi-çok çok sakınmak gerek ki bu on iki şeyden birisi eksik olursa iman sağlam-hatasız olamaz kusurlu olur.

İşte bunlar çok iyi-değerli makamlardır.
Bunları çok iyi korumayan Hakk Teâlâ’dan uzak olur.
Ve de Allah Teâlâ’nın verdiği koruma görevlilerinden yoksun kalır ve başı derde girer.

Ancak şu da var ki;
Maskaralık dilegini gülmek sever.
Gülmek dilegini gıybet sever.
Gıybet dilegini öfke sever.
Öfke dilegini tamahkârlık sever.
Tamah dilegini cimrilik sever.
Cimrilik dilegini hased sever.
Hased dilegini kibir sever.
Kibir dilegini ten sever.
Ten dilegini hevâ sever.
Hevâ dilegini nefis sever.
Nefis dilegini İblîs sever.
İblîs dilegini Allah Teâlâ sevmez.


Server : f. Reis. Baş. Seyyid.
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.
Yigrek : Yeğrek. İyi, daha iyi.
Masharalık : Maskaralık. Güldürücü davranış, soytarılık. Şerefsizce haysiyetsizce davranış, rezalet.
Gaybat : Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Havâ : Hevâ. İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
İblîs : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)



Pes imdi bu on iki dürlü nesneye daha şaytân müvekkeldür.
Bu on iki dürlü nesne ynilüb mezkür ol on iki dürlü nesne yirine gelmeyince kula yol yokdur, Çalap ta’âlâ yana.
Zîre kim bu on iki dürlü nesne hem Ma’rıfatun ve hem îmânun duşmanlarıdur.
Pes akıl su-başısı, şaytân su-başısını yindügi bunlarunla ma’lûm olur.
İmdi bu nesnenün nişânı ol olur kim cân ‘ışrat-ı rûhânî sever ve hem ‘ışrat-ı rûhânî âzâda olmak nişânıdur.


İşte bu bu on iki şeye de şeytan vekil edilmiştir.
Onun için insanın zararıan olan bu on iki şey yenilip-yok edilip yerine yukarıda anlatılan ve insanın yararına olan on iki şey gelmediği sürece kula, Hakk Teâlâ’ya ulaşmak için yol yoktur.
Çünkü bu on iki çeşit şey hem mârifetin hem de imanın düşmanlarıdır.

Zâten akıl güvenlik görevlisinin şeytan güvenlik görevlisini yendiği sonucu ancak bunların aldığı sonuçlarla bilinip belli olur.

Şimdi bu Hâlin işaret odur ki, canın en çok sevip istediği Ruhanî İşrettir (hüviyyet ve mâhiyettir.)
Ruhanî İşret (hüviyyet ve mâhiyet) ise Hakk Teâlâ’dan gayrısının bağlarından kutulup serbest-hür oluş işaretidir.


Mezkür : Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)
Işrat : Şartlarını. Özelliklerini ve güzelliklerini.
Azade : f. Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim. Müberrâ.
Israh : Medet yetişmek, yardım gelmek.



Pes iy ‘azîz-imen!
Hak subhânahu ve ta’âlâ buyurur kim:
birisi bunun da’vîsin kıldı âhır helek oldı.
Evvel İblîs ‘alayhı’l-la’na oda söygendi; dotum didi
imdi Çalap ta’âlâ katın da güç yokdur
Dostı dostdan ayırmayam, didi; âhır İblîs’i od içinde kodi:


Şimdi Ey Azîzim!
Hakk Subhânahu ve Teâlâ buyurur ki:
Birileri bunu davasını etti sunuçta helak oldu:

Birincisi lânet ona olsun İblis ateşe dayandı-güvendi-yaslandı ateşe:
“Dostum!” dedi.
Allah Teâlâ katında güçlük çıkarmak-istenmeyen işi yapmak vs. olmadığı için:
“Dostu dosttan ayırmayayım!” buyurdu.
Ve İblisi’i de ebedi ateş içinde bıraktı…


وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
“Ve le kad ehazellahü misaka beni israil ve beasna minhümüsney üşera nekiyba ve kalellahü inni meaküm lein ekamtümüs salate ve ateytümüz zekate ve amentüm bi rusüli ve azzertümuhüm ve akradtümüllahe kardan hasenel le ükeffiranne anküm seyyiatiküm ve le üdhilenneküm cennatin tecri min tahtihel enhar fe men kefera ba'de zalike minkümfe kad dalle sevaes sebil : Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mâide 5/12)

قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ
“Kale ene hayrum minh halakteni min nariv ve halaktehu min tiyn : İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” (Sâd 38/76)

İkinci Fır’avn kıptîlara dostum didi, ‘âkıbat anları göre dururken gark oldı:

İkincisi Firavun Kıptilere: “ Dostum!” dedi.
Sonuçta onları ve onlar da görüp dururken buğuldu:


وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ
“Ve iz ferakna bikümül bahra fe enceynaküm ve ağrakna ale fir'avne ve entüm tenzurun : Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (Bakara 2/10)

Üçüncü Karun mâlına söygendi ‘âkıbat mâlıyıla helêk oldı:

Üçüncüsü Karun malına güvendi ve sonuçta malıyla birlikte mahv oldu:

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ المُنتَصِرِينَ
“Fe hasefna bihi ve bidarihil erda fe ma kane lehu min fietiy yensurunehu min dunillahi ve ma kane minel müntesirin : Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (Kasa 28/81)

Dördünci Muhammad Mustaf⠖‘alayhı’s-salâm – Allâhu ta’âlâ yakınlıgına ve dostluguna söygendi.
Pes Hak subhânahu dostı dostdan ayırmayam didi:

Dördüncüsü Muhammed Mustafâ Alayhi’s-selâm Allahu Teâlâ’nın yakınlıgına ve dostluguna dayanıp güvendi.
Hakk Subhânahu da:
“Dostu dosttan ayırmayayım!” buyurdu:


وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
“Ve minen nasi mey yettehizü min dunillahi endadey yühibbunehüm ke hubbillah, vellezine amenu eşeddü hubbel lillah, velev yerallezine zalemu iz yeravnel azabe ennel kuvvete lillahi cemiav ve ennellahe şedidül azab : İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara 2/165)
:
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



BÂB-I TÂSI’DOKUZUNCU BÖLÜM -1

Bu Bâb Tavhîdu’l – Ma’ârıf Bayân Kılur
وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
“Ve ilahüküm ilahüv vahid, la ilahe illa hüver rahmanür rahiym : İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara 2/163)
Ol pâdışâh-ı kadîm evvel bize birligin bildürdi:
Andan Pâdişâh-ı ‘âllam kullarına kendü valıgın bildürdi:



Bu bölüm Mâarif Tevhidi anlatır-açıklar.
“Ve ilahüküm ilahüv vahid, la ilahe illa hüver rahmanür rahiym : İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara 2/163)
Başlangıcı olmayan El Evvel Hakk Teâlâ bize birliğin bildirdi.
Ondan sonra Her şeyi hakkıyla bilen Padişah kullarına kendi varlığını bildirdi:

اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ
“Allahüllezi halekas semavati vel erda ve enzele mines semai maen fe ahrace bihi mines semerati rizkal leküm ve sehhara lekümül fülke li tecriye fil bahri bi emrih ve sehhara lekümül enha : (O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. (İbrahim 14/32)

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ مَا لَكُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
“Allahüllezi halekas semavati vel erda ve ma beynehüma fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arş ma leküm min dunihi miv veliyyiv ve la şefiy' efela tetezekkerun: Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?” (Secde 32/4)


Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Alâm : En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)


Andan sıfatın (sıbgatın) bildürdi:
Ondan sonra sıfatın (boyasın) bildirdi:

قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
“Kalu sübhaneke la ilme lena illa ma alemtena, inneke entel alimül hakim : Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara 2/32)


صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
“Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu abidun: Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara 2/138)

Sıbgatullah : Cenab-ı Hakk'ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. * Allah'ın dini.



Andan milketin bildürdi:
Ondan mülkiyetin bildirdi:

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
“E lem ta'lem ennellahe lehu mülküs semavati vel ard, ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasiyr : (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/107)



Anadan heybetin bildürdi:
Ondan heybetin bildirdi:

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
“Ve hüvel kahiru fevka ibadih ve hüvel hakimül habir : O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.” (En’âm 6/18)

Heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.



Andan ‘azamatın bildürdi:
Ondan azametin bildirdi:

يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِيَ أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
“La yüahizükümüllahü bil lağvi fi eymaniküm ve lakiy yüahizüküm bi ma kesebet kulubüküm, vallahu ğafurun halim : Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.” (Bakara 2/225)

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
“Lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve hüvel aliyyül aziym : Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yücedir, uludur.” (Şûrâ42/4)



Andan ızzatın bildürdi:
Ondan izzetin bildirdi:

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
“Men kane yüridül izzete fe lillahil izzetü cemia ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezine yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedid ve mekru ülaike hüve yebur : Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fatır 35/10)



Andan calâlın bildürdi:
Ondan celâlin bildirdi:

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
“Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram. : Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.” (Rahmân 55/78)

Andan nı’matın bildürdi:
Ondan nimetin bildirdi:

س وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
“Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dini min harac millete ebiküm ibrahim hüve semmakümül müslimine min kablü ve fi haza li yekuner rasulü şehiden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekiymüs salate ve atüz zekate va'tesimu billah hüve mevlaküm fe ni'mel mevla ve ni'men nesiyr : Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac 22/78)



Andan boşamagın bildürdi:
Ondan kulunun, kendinden gayrısından boşalmasını bildirdi:

وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Ve inne minhüm le feritkay yelvune elsinetehüm bil kitabi li tahsebuhü minel kitabi ve ma hüve minel kitab, ve yekulune hüve min indillahi ve ma hüve min indillah, ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya'lemun : Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmrân 3/4)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
“Ya eyyühellezine amenu la taktülüs sayde ve entüm hurram ve men katelehu minküm müteammiden fe ceazüm mislü ma katele minen neami yahkümü bihi zeva adlim minküm hedyem baliğal ka'beti ev keffaratün taamü mesakine ev adlü zalike siyamel li yezuka ve bale emrih afallahü amma selef ve men ade fe yentekimüllahü minh vallahü azizün züntikam : Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.” (Mâide 5/95)



Andan kendü lutfın bildürdi:
Ondan kendi lutfün bildirdi:

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
“Allahü latiyfüm bi ibadihi yerzüku mey yeşa' ve hüvel kaviyyül aziz : Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.” (Şûrâ 42/19)



Andan muhabbatın bildürdi:
Ondan muhabbetin bildirdi:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym : (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)



Andan nusratın bildürdi:
Ondan Nusretin bildirdi:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve le kad erselna min kablike rusülen ila kavmihim fe cauhüm bil beyyinati fentekamna minellezine ecramu ve kane hakkan aleyna nasrul mü'minin : Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. “ (Rûm 30/47)

Nusret : (Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.



Andan kısmatın bildürdi:

Ondan kısmetin bildirdi:

أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
“E hüm yaksimune rahmete rabbik nahnü kasemna beynahüm meiyşetehüm fil hayatid dünya ve rafa'na ba'dahüm fevka ba'din deracatil li yettehize ba'duhüm ba'dan suhriyya ve rahmetü rabbike hayrum mimma yecmeun : Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf 43/32)



Andan hasbatın bildürdi:
Ondan hasbîliğin bildirdi:

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
“Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel 'alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce'alallahu likulli şey'in kadren. : Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talâk 65/3)

Hasb : (Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * Dolayı, cihetiyle, gereğince.



Andan rahmatın bildürdi:
Ondan rahmetin bildirdi:

هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا
“Hüvellezi yüsalli aleyküm ve melaiketühu li yuhriceküm minez zulümati ilen nur ve kane bil mü'minine rahiyma : Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. “ (Ahzâb 33/43)



Andan hıkatın bildürdi:
Ondan hikmetin bildirdi:

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
“Yü'til hikmete mey yeşa', ve mey yü'tel hikmete fe kad utiye hayran kesira, ve ma yezzekkeru illa ülül elbab : Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 2/269)



Andan kullarına ‘ılim öğretmekliğin bildürdi:
Ondan kullarına ilim öğretmenliğin bildirdi:

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
“Kema erselna fiküm rasulem minküm yetlu aleyküm ayatina ve yüzekkiküm ve yüallimükümül kitabv vel hikmete ve yüallimüküm ma lem tekunu ta'lemun : Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara 2/151)



Peygamber hazratı alayhı’s-salâm buyurur kim:
‘İlim üçdür: Evvel âyât-ı beyyinâtdur; ikinci berkinmiş farîzadur; üçünci durmış sünnetdür, imdi her kim bu üç ‘ilimi bilse ol kimesne gey ulu kişidür.


Peygamber Hazreti alayhi’s-selâm buyurur ki:
“ İlim üçtür:
Birincisi : Bildirlen âyetlerdir.
İkincisi : Kesinleşmiş farzlar.
Üçüncüsü : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bize ulaşan doğru sünnetlerdir.
Şimdi herkim bu üç ilmi bilse o kimse hakkıyla ulu kişidir.


Âyât : Âyet. Eser. * Kimsenin inkâr edemiyeceği açık delil. Nişân. Alâmet. İşaret. * Menzil, mekân. * Kur'ân-ı Kerim'deki her bir cümle. Mânen uyanmağa, intibâha sebeb olan hâdise. (Kur'ân-ı Kerim'de 6666 âyet vardır.)
Beyyinat : (Beyyine. C.) Beyyineler. Bürhanlar.
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.



Andan Hak ta’âlâ delim dürlü nesneler bildürdi kim dile gelmez ve hısaba sıgmaz.
Pes ol pâdişâh-ı ‘âlam Tanrı zerreyi Kur’ân içinde bildürdi:


Ondan Hak Teâlâ bir çok türlü nesneler bildirdi ki dile gelmez ve hisaba sıgmaz.
Ve O âlemlerin padişahı Allah Teâlâ zerreyi Kur’ân içinde bildirdi:


وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
“Ve kalellesine keferu la te'tines saah kul bela ve rabbi le te'tiyenneküm alimil ğayb la ya'zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdi ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fi kitabim mübin : İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).” (Sebe’ 34/3)

Delim : Bir çok, fazlaca.



Pes imdi her ne kim bildürse cümlesine inanup şükr idüp minnet kılmak gerek andan kişi kendüyi dahı bilmek gerek.
Pes her kim kendüyi bilse bayık Tanrıyı dahı bile nitekm paygambâr alayhı’s-salâm buyurur:
"Kendi nefsini bilip öğrenen Rabbını hakkıyla bilir." (Matla’ul-İ'tikad s.40)


Allah Teâlâ her ne ki bildirse hepisine inanıp, şükredip, minnet etmek gerekir.
Bundan sonra da kişi kendini de bilmesi geretir.
Her kim ki kendini bilse gerçekten Rabb’ını da bilir.
Nitekim Peygamber alayhi’s-selâm buyurur:
“Kendi nefsini bilip öğrenen Rabbını hakkıyla bilir.”



Minnet : İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Bayık : Gerçek, meydanda.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)



Pes şöyle gerek kim:
(Kim kendinin fani olduğunu bilirse Rabbinin bakiliğini anlar.)
Muradınca kendüyi bile eyle degül kim biregü biregüyi bile; Fulândur ve fulân oglıdur ve fulân yirlidür, diye.
Pes eyle gerek kim ‘ilmile irdeye ve izleye, isteye ve gözleye ‘Arş’dan tâ tahta ‘s-sarâ’ya degin ne kim varısa kendüde bula.
Pes imdi ‘Arş’ıla Ferş arasında çok dürlü nesneler vardur; ille – âdamdan ulusı yokdur.
Ve hem cümle yaradılmış nesneden yoharu ‘Arş’dur.
Ve hem on sekin bin kandil ‘Arş’da asılıdur, degme bir kandilun ginligi yitmiş bu dünyeden artukdur.
Olar kim Çalap Tanrı’nun hazînalarıdur, on sekin bin ‘âlamdur.
Amma kamudan yokâru ‘Arş’dur; pes vucûd-ı insânda dahı cümleden yokaru başdur; ve cân hazînaları dahı başdadur.
Pes imdi uş ‘akıl ve ilhâm ve fehüm ve sevişmek ve ‘ışk-ı dîdar ve Ma’rıfat (dahı hazînalardur ve başda asılıdur.
Ma’rıfat) yalunuz bin ‘Arş gibidür.
Dahı (başda) asılı duranlar kim vardur, her birisi (dükeli) mülkden yiğdür.
Pes imdi baş ‘Arş’a benzer
Ve hem dünyede göğ var ve yir var pes imdi arka göğe benzer ve daban yire benzer.
Başı arka götürür ve arkayı daban götürür.
Pes ‘Arş’ı dahı göğ götürür ve göğü yir götürür ve göğden ne yagarsa yir anı götürür.
Ve hem ‘akıl aya benzer Ma’rıfat güne benzer , ‘ilim yılduzlara benzer.
Ve hem dünyede gün dogar ve uyagur ve lîkin Ma’rıfat kankı gönülde dogsa ayruk uyakmaz ve dahi Ma’rıfatı “adam ‘ilmi”nde bayân kılavuz inşa’a’llâhu ta’âlâ.


Şimdi şöyle gerek ki;
“Kim kendinin fani olduğunu bilirse Rabbinin bakiliğini anlar.”
Bunu kendi keyfince değil de sanki başka bir kimseymiş filandır, filanın oğludur ve filen memleketten birisi gibi kendini inceleyip bilmeli.
Pes öyle gerek kii ilmiyle irdeleye ve izleye, isteye ve gözleye.
Arş’tan toprağın altına-yerin dibine kadar her ne var ise ki kendinde bula.
Gerçek şu ki;
Arş ile Ferş arasında çok çeşitli şeyler vardır, ancak İnsandan ulusu-değerlisi yoktur.
Hâlbuki yaratılmış olan tüm nesnelerden de yukarıda-üsstte Arş vardır.
Arş’ta on sekiz bin kandil asılıdır.
Sıradan bir kandilin genişliği bu dünyadan yetmiş kat daha fazladır.
Onlar ki Çalap Hakk Teâlâ’nın hazineleri olup on sekiz bin âlemdir.
Ancak hepsinden yukarıda olan Arş’tır.
Hakikaten insan vücudunda da her oragandan yukarıda olan baştır.
Ve canın hazineleri de baştadır.
İşte-böylece akıl, ilham, fehim, sevişmek, Yâr aşkı, ve Mârifet de hazinelerdir başta asılıdır.
Mârifet yalnız başına bir Arş gibidir.
Bundan daha başka başta asılı olanların her birisi bütün mülklerden daha değerlidir.
İşte şimdi Baş Arş’a benzer.
Hem dünyada gök var yer var.
İnsanda arka göğe benzer taban yere benzer.
Başı arka götürür ve arkayı taban götürür-taşır.
Zaten ‘Arş’ı da gök götürür ve göğü yer götürür ve gökten ne yağarsa yer onu götürür-taşır.
Ve Akıl aya, Mârifet güneşe, ilim yıldızlara benzer.
Ve hem dünyada güneş doğar ve batar velâkin Mârifet hangi gönülde dogsa artık batmaz.
Biz Mârifeti İnşâllah İnsan İlminde anlatır-açıklarız.


Biregü : Bir kimse.
Tahta ‘s-sarâ : Toprağın altı.
Ferş : Yer. Yeryüzü. * Döşeme. Döşeyiş.
Ginligi : Genişliği.
Artuk : Fazla.
Fehüm : Fehem. (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
Işk-ı dîdar : Görülen gül yüzün aşkı.
Dükeli : Dügeli. Bütün, hepsi.
Uyakmak : Batmak. Gurûb etmek.



Ve hem yidi kat gög var uş ten dahı yidi katdur evvel deridur ve etdür ve kandur ve damardur ve sinirdur ve sünükdür ve ilikdur. İşte bunlar yidi kat göğe benzer.
Ve hem dünyede bulut var ve yağmur var
Pes kaygu buluda benzer göz yaşı yağmura benzer.
Ve hem dünyede dağlar var pes âdamda dahı sünük başları dağlara benzer.
Ve hem dünyede yidi deniz vardur, gark idici;
Pes tende dahı yidi deniz vardur gark idici.
Evvel , göz görmekden gark eyler
İkinci dil söylemekden gark eyler
Üçünci kulak işitmekden gark eyler
Dördünci kursak eritmekden gark eyler
Altıncı renc ölümile gark eyler
Yedinci sevdâ cününlik birle gark eyler


Kâinâtta yedi kat gök var.
Şimdi insan tebi-bedeni de yedi kattır.
Birincisi deridir.
Diğerleriyse Ettir, kandır, damardır, sinirdir, kemiktir, iliktir.
İşte bunlar yedi kat göğe benzer.
Ve hem dünyada bulut var ve yağmur var.
İnsanda da kaygı-tasa buluta benzer.
Göz yaşı yağmura benzer.
Ve hem dünyada dağlar var.
Pes insanda dahi kemik başları dağlara benzer.
Ve hem dünyada yedi deniz vardır, gark edici-boğucu.
Pes tende dahi yedi deniz vardır edici-boğucu.
Birincisi, göz görmekden gark eyler.
İkincisi dil söylemekden gark eyler.
Üçüncüsü kulak işitmekden gark eyler.
Dördüncüsü kursak-mide eritmekden-sindirmekten gark eyler.
Altıncısı ağrı-sıkıntı ölüm ile gark eyler.
Yedincisi sevdâ delilik ile birlikte gark eyler.


Uş : İşte, şimdi.
Sünük : Süngek, süngük. Kemik.
Kursak : Mide, karın.
Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım.
Sevda : f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. * Hırs. Tama. * Heves, istek. *Siyah. * Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. * Gam. Keder, Sıkıntı.
Cününlik : Delilik, cinnet. Delirmek. * Çok olmak. * Otun uzaması.



Ve hem dünyede ırmaklar var pes göz yaşı ırmaklara benzer.
Ve hem dünyede köyler var ammâ andâmlar böylere benzer.
Ve hem dünyede agaçlar var pes barmaklar agaçlara benzer;
Ve hem dünyede otlar var, ilgüler var ammâ kıllar otlara benzer ve kollar ilgülere benzer.
Ve hem dünyede dört dürlü su var.
Evvel sâfî su ikinci acı su, üçünci kavî su dördünci yiyir su pes tende dahı dört dürlü su var.
Evvel agız suyu ki datlıdur; ikinci göz suyu ki acıdur; üçünci burun suyı ki kavîdur, dördünci kulak süni yiyirdur.


Ve hem dünyada ırmaklar var ve göz yaşı ırmaklara benzer.
Ve hem dünyada köyler var, andâmlar-bedenler köylere benzer.
Ve hem dünyada agaçlar var, parmaklar ağaçlara benzer;
Ve hem dünyada otlar var, ılgınlar var, kıllar otlara benzer ve kollar ılgınlara benzer.

Ve hem dünyada dört türlü su var.
Birincisisâfî su.
İkincisi acı su.
Üçüncüsü kavî-sağlam-sıhhatli su.
Dördüncüsü kokan su.
Pes tende dahi dört dürlü su var.
Birincisi agız suyu ki tatlıdır.
İkincisi göz suyu ki acıdur.
Üçüncüsü burun suyı ki kavîdir.
Dördüncüsü kulak kiri ki kokuludur.



Andâm : Endam. f. Beden. Vücud. * Vücudun tenasübü. Vücudun görünüşü. * Letafet. İntizam ve üslub.
İlgü : Ilgın. Bozkırda yetişen bodur çalılar.
Kavî : Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. * Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.
Yiyir : Yıyır. Kokan. Kokulu.


Ve hem dünyede dört dürlü od var:
Ve hem dünyada dört dürlü ateş var:

Evvel daş odı:Birincisi taş ateşi :

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
“Fe illem tef'alu ve len tef'alu fettekun naralleti vekudühen nasü vel hicarah, üiddet lil kafirin : Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 2/24)


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

BÂB-I ÂŞIR

ONUNCU BÖLÜM

Bu Bâb Âdam ‘Alayhı’s-Salâm Sıfâtın Bayân Kılur
Habarda şöyle gelmişdür kim:
Biz Âdam ‘alayhı’s-salâm’ün zürriyetinden yayılduk.
Nitekim Ebu’l-fazl Ca’far-ı Sâdık razıya’llahu ‘anhu eydür kim:
Hak subhânahu ve ta’âlâ kaçan kim âdamı yaratmak diledi, firiştelere bildürdi:


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
(Bakara 2/30)

Bu bölüm Âdem aleyhisselam’ın sıfatını anlatır.
Haberde şöyle gelmiştir ki:
Biz Âdem aleyhisselam’ın zürriyetinden yayıldık.
Nitekim Ebu’l-fazl Ca’far-ı Sâdık radiya’llahu anhu der ki:
“Hakk Subhânehu ve Teâlâ ne zaman ki Âdem aleyhisselam’ı yaratmak diledi, meleklere bildirdi:


“Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tec'alü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima', ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kale inni a'lemü ma la ta'lemun : Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)


Zürriyet : Soy, nesil, döl, kuşak.
Kaçan kim : Ne zaman ki.
Firişte : Melekler.


Ve hem Âdamun özin Medîna doprağından yaratdı, Başını Beytü’l-makdıs dopragından yaratdı, yüzünü Ka’ba dopragından yaratdıkulagını Tûr-ı Sîna dopragınan yaratdı, gözlerini Beyt’ül-harâm dopragınan yaratdı anlını Medîne’nün Magrib’den yanası dopragından yaratdı, agzını Medîna’nın maşrık’dan yanası dopragından yaratdı, burnunı Dimaşk dopragından yaratdı, dudaklarını Berberiye dopragından yaratdı, sakalını uçmak dopragından yaratdı,
dilini Buhâra dopragından yaratdı, dişlerini Horazm dopragınan yaratdı, boynını Çin mülki dopragından yaratdı, kollarını Yemen dopragından yaratdı, sağ elini Mısır dopragından yaratdı, sol elini Pârs dopragından yaratdı, dırnaklarını Hıtây dopragından yaratdı, barmaklarını Sistân dopragından yaratdı; göğsini Irak dopragından yaratdı, karnını Hûzistan dopragından yaratdı, arkasını Hemedân dopragından yaratdı, zekerini Hindüstân dopragından yaratdı, hayâlarını Kostantınıyya dopragından yaratdı, oyluklarını Türkistân dopragından yaratdı, dizlerini Kırım dopragından yaratdı, incüklerini Antalûs dopragından yaratdı, dopuklarını Rûm dopragından yaratdı, Ayaklarını Firengistân dopragından yaratdı;
Ve dahı hadîs ile vârıd olmışdur:
Kâle'n-Nebiyyü aleyhisselâm: "Mâ halakallahu âdeme sittetin levnâ mine't-türabi velev halakahu min türabin vâhiidin fekâne'n-nâsü alâ suretin vâhidetin ve vasfin vâhidin lem ya'rif ehadün ehaden"
Ma’nîsi budur kim:
Allâh tabâraka ve ta’âlâ Âdam’ı altmış dürlü doprakdan yaratdı; ve eger bir dürlü doprakdan yaratsa Âdamîlar dükelisi bir sûratda ve (bir dürlü) olalarıdı, ve hem biribirin bilmeyenleridi dimek olur.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ Âdam’un başun kudrat nurıla, (bezedi) ve gözlerini ‘ıbrat nûrıla bezedi anlını sücüd nurıla bezedi, dilini zikir nurıla bezedi; dişlerini Muhammad-ı Mustafâ nurıla bezedi; dudaklarını tesbîh nurıla bezedi; süksünini kuvvet nûrıla bezedi, engini hıl’at nûrıla bezedi, arkasını ginlik nûrıla bezedi, göğsüni ‘ilim nûrıla bezedi, karnını (hılım)
nûrıla bezedi, bilini ‘ızzat nûrıla bezedi sitrini amânat nûrıla bezedi; oylugını emr u nehiy nûrıla bezedi, yagırnını hoşnudlık nûrıla bezedi, dizini rukû’ nûrıla bezedi, ayagını tâ’at nûrıla bezedi, topukların savk nûrıla bezedi, dalagını üns nûrıla bezedi, ellerini sahâvat nûrıla bezedi, dırnagını şafâ’at nûrıla bezedi, gönlini şafâ’at nûrıla bezedive hem îmân nûrıla bezedi sıgadı, ta’zîm nûrıla düzetdi vaslat nûrıla götürdi ve hem Âdam’un dopragını ‘Azrâ’il eline virdi, rahmat suyıla yogurdı ve Ma’rıfat suyıla suvardı.
Ve Âdam’ı Mekke ile Yemen Ta’if arasında yaratdı.



Ve hem Âdem aleyhisselam’ın;
Özünü Medîne toprağından yarattı,
Başını Beytü’l-Makdis toprağından yarattı,
Yüzünü Kâbe toprağından yarattı
Kulagını Tûr-ı Sîna Toprağından yarattı,
Gözlerini Beyt’ül-harâm Toprağından yarattı
Anlını Medîne’nün batı tarafı toprağından yarattı,
Agzını Medîne’nin doğu tarafı toprağından yarattı,
Burnunı Şam toprağından yarattı,
Dudaklarını Berberiye-Cezayir toprağından yarattı,
Sakalını cennet toprağından yarattı,
Dilini Buhâra toprağından yarattı,
Dişlerini Harzem topragından yarattı,
Boynunu Çin mülkü toprağından yarattı,
Kollarını Yemen toprağından yarattı,
Sağ elini Mısır toprağından yarattı,
Sol elini Pârs-İran toprağından yarattı,
Tırnaklarını Hıtây toprağından yarattı,
Parmaklarını Sistân toprağından yarattı;
Göğsünü Irak toprağından yarattı,
Karnını Hûzistan toprağından yarattı,
Arkasını Hemedân toprağından yarattı,
Zekerini-erkeklik organını Hindistân toprağından yarattı, Hayâlarını Kostantınıyya-Doğu Bizans toprağından yarattı, Oyluklarını Türkistân toprağından yarattı,
Dizlerini Kırım toprağından yarattı,
İnciklerini Endülüs toprağından yarattı,
Topuklarını Rûm toprağından yarattı,
Ayaklarını Firengistân toprağından yarattı;
Ve dahı hadîs ile vârıd olmışdur:
Mânâsı budur ki:
“Allâh Tebâreke ve Teâlâ Âdem aleyhisselam’ı altmış türlü topraktan yarattı; ve eger bir türlü topraktan yaratsa İnsanların hepisi bir sûretde ve (bir türlü) olurlardı, ve böyle olunca biribirlerini bilemezlerdi-tanıyamazlardı. birini diğerinden ayırt etmek mümkün olmazdı.” demek olur.

Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ Âdem aleyhisselam’ın;
Başını kudret nuruyla, (bezedi-süsledi ) ve
Gözlerini ibret nûruyla bezedi-süsledi -süsledi
Anlını secde nuruyla bezedi-süsledi ,
Dilini zikir nuruyla bezedi-süsledi ;
Dişlerini Muhammed-i Mustafâ nuruyla bezedi-süsledi ;
Dudaklarını tesbîh nuruyla bezedi-süsledi ;
Ensesini kuvvet nûruyla bezedi-süsledi ,
Eynini hıl’at nûruyla bezedi-süsledi ,
Arkasını genişlik-rahatlık nûruyla bezedi-süsledi ,
Göğsüni ilim nûruyla bezedi-süsledi ,
Karnını hilim-yumuşaklık nûruyla bezedi-süsledi ,
Belini izzet nûruyla bezedi-süsledi
Sadrını emânet nûruyla bezedi-süsledi ;
Oylugunu emir ve yasak nûruyla bezedi-süsledi ,
Yagırnını hoşnudluk nûruyla bezedi-süsledi ,
Dizini rukû’ nûruyla bezedi-süsledi ,
Ayagını tâ’at nûruyla bezedi-süsledi ,
Topuklarını şevk nûruyla bezedi-süsledi ,
Dalagını üns-yakınlık nûruyla bezedi-süsledi ,
Ellerini sehâvat nûruyla bezedi-süsledi ,
Tırnağını şefâat nûruyla bezedi-süsledi ,
Gönlünü şefâat nûruyla bezedi-süsledi ve hem îmân nûruyla bezedi-süsledi sıgadı, ta’zîm nûruyla düzeltti, vuslat nûruyla götürdü.
Ve hem Âdem aleyhisselam’ın toprağını Azrâ’il eline verdi, rahmet suyıla yogurdu ve Ma’rifet suyıla suladı.
Ve Âdem aleyhisselam’ı Mekke ile Yemen Ta’if arasında yarattı.


Beytü’l-makdıs : Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır. * İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.
Horazm : Harzem. Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
Maşrık : Meşrık. Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.
Magrib : (Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
Hıtây : Hatay.
Sistân : Asyada bir memleket.
Hûzistan : Asyada bir memleket.
Antalûs : Endülüs. İspanya.
Firengistân : f. Avrupa, garb âlemi, batı memleketleri.
Süksün : Boyun kökü, ense.
Engin : Eynin, sırt, beden.
Sitr : Sadr, bağır, sîne, göğüs.
Sahâvat : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.
Sıgamak : Sıvazlamak. Elleriyle mesh etmek.
Suvarmak : Sulamak.


Pes Hak subhânahu ve ta’âlâ eydür:
Âdamı doprakdan yaratdum, dir:


Pes Hakk Subhânehu ve Teâlâ buyurur:
“Âdemi toprakdan yarattım” der:
الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ
“Ellezi ahsene külle şey'in halekahu ve bedee halkal insani min tiyn : O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” (Secde 32/7)

Ve hem sulâladan yaratdum, dir:
Ve hem: “Çamurdan yarattım” der:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
“Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tiyn : Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.” (Mü’minun 23/12)

Ya’ni bir nesneyi sıkub şırnagından çıkana sulâla dirler.
Yani bir şeyi sıkıp, oluğundan akana sulâla derler.

Andan kodular bir zamân yadı yiyidi hama’ın mesnûn oldu:
Orada bir zamân bıraktılar hamülesi koktu kara balçık oldu:قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve le kad halaknel insane min salsalim min hameim mesnun : (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.” (Hicr 36 /33)

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
“İnna halaknel'insane min nutfetin emşacin nebteliyhi fece'alnahu semiy'an basiyra. : Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

Andan kurıdı ve yarıldı, ke’l-fahhâr oldı:
Ondan sonra kurudu ve yarıldı, pişmiş çamur-tuğla oldu:
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
“Halekal'insane min salsalin kelfahhari. : Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” ( Rahmân 55/14)

Sırnag : Sıkılanın aktığı ülük-oluk, huni ağzı gibi.
Yiyimek : Kokmak.

Evvel dopragıdı andan sûrat bagladı andan das das yarıldı; hısâbsuz yıllar yatdı;
Andan ‘Azâzil geçüb giderken yolı ol araya ugradı,
Âdam’un kalıbına gözi duş oldı, belilendi, ürkdi girü üstüne geldi, biraz vakt baktı, ‘acabladı, mütehayyır oldı, sundı elile gögsini kakdı; küp küp ötdi, eyitdi kim:
“İlâhi Seyyidî ve Mavlâyı! Bunun içi kovugımış, bundan hiç hayr gelmeye!” didi.
Pes Pâdişâh-ı ‘âlam, Tanrıdan nidâ geldi, eyitdi kim:
“Ya ‘Azâzil ‘ol kokdugun gögüs benüm hanînamdur, kendü kudratumla dolduram” didi.
Çün kim Hak subhânahu ve ta’âlâ hazratı dedi ki Âdam’al rûh nafh ide rûha emr eyledi, ba’zılar eydürler:
Hak ta’âlâ hazratı’nun emrile ruh, Âdam’un burnundan dimâgı içine girdi, iki yüz yıl mıkdârı çölendi; andan gözlerine indi; ol dem Âdam ‘alayhı’s-salâm yatdugı yirden gözin açup, kendini doprak ile balçık gördi.
Andan rûh kulaklarına indi; feriştelerün tesbîhların işitdi:
Andan rûh azgına ve diline indi ol dem Âdam ‘alayhı’s-salâm ‘ats itdi ya’ni ahsurdı ve başın yirden yokaru kaldurdı eyitdi kim:
(Elhamdulillâhi rabbi’l -‘âlemîn ‘alâ külli hâlin)
ya’nî şükür ol Tanrı’ya kim ‘âlamları bisleyicidür, her hâl üzere dimek olur.
Pes sûratdan evvel harakat ahsurmakdur ve hem evvel dile gelen kelime budur.
Andan ol kâdir-ı kün-fe-yekün’den icâbat geldi:
(Yerhamüke rabbüke yâ Âdem)
didi; ya’nî Çalab’undan sana rahmat olsun ya Âdam, dimek olur.
Andan Allahu ta’âlâ eyitdi kim:
“Yâ Âdam! ‘Izzum calâlum hakkıyıçün seni bu kelime içun yaratdım” didi.
Andan rûh Âdam’un gögsine ve beline indi; aşağısı balçık iken Âdam ‘alayhı’s-salâm kalkub oturmak diledi, nitekim Kur’ân-ı ‘azîmında buyurur:

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً
“Ve yed'ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula : İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ 17/11)


İlk önce toprak idi ondan sonra sûrete büründü-göründü, ondan sonra dilim dilim yarıldı; hisâbsız-çok yıllar yattı;
Ondan sonra İblis-şeytan geçip giderken yolu oraya ugradı.
Âdem aleyhisselam’ın kalıbına gözü takıldı, irkildi, ürkdü.
Geri üstüne geldi, biraz vakit-bir müdddet baktı, şaşırdı, hayret etti, uzattı eliyle gögsnü kaktı:
“Güp güp!”öttü. dedi ki:
“İlâhi Seyyidm ve Mavlâm! Bunun içi kovukmuş-boşmuş, bundan hiç hayır gelmez!” dedi.
Pes Pâdişâh-ı âlem, Hakk’tan nidâ geldi, buyurdu ki:
“Ey Azâzil ol ittiğin-kaktığın gögüs benim hânem-evimdir, kendi kudretimle doldururum” dedi.

Çün kim Hakk Subhânehu ve Teâlâ Hazratı dedi ki:
Âdem’e rûh üfüre, rûha emr eyledi.
Bazıları derler:
Hakk Teâlâ Hazreti’nin emri ile ruh, Âdem’in burnundan dimâgı içine girdi, iki yüz yıl mikdârı çölendi-bekledi; ondan sonra gözlerine indi.
O zaman Âdem aleyhisselam yattığı yerden gözünü açup, kendini toprak ile balçık gördü.

Ondan sonra rûh kulaklarına indi; meleklerin tesbîhlerini işitti:

Ondan sonra rûh ağzına ve diline indi o zaman Âdem aleyhisselam ats etti yani aksırdı-hapşırdı ve başını yerden yukarı kaldırdı dedi ki:
“Elhamdulillâhi rabbi’l -‘âlemîn ‘alâ külli hâlin!”
Ya’nî:
“Şükür o âlemlerin Rabbı Allah’a ki âlemleri besleyicidir, her hâl üzere!” demek olur.
Pes insan bedeni ile yaptığı hareketlerden önceki ilk haraket aksırmakdır ve hem ilk önce dile gelen kelime budur.

Ondan sonra ol Kâdir-ı kün-fe-yekün’den icâbet-kabul karşılığı geldi:
“Yerhamüke rabbüke Ey Âdem!) dedi;
Ya’ni:
“Çalab’ından sana rahmet olsun ey Âdem!” demek olur.
Ondan sonra Allahu Teâlâ buyurdu ki:
“Ey Âdem! İzzetim celâlim hakkı için seni bu kelime için yarattım!” buyurdu.
Ondan sonra rûh, Âdem’in gögsüne ve beline indi;
Aşağısı balçık iken Âdem aleyhisselam kalkıp oturmak istedi, nitekim Kur’ân-ı Azîminde buyurur:

“Ve yed'ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula : İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ 17/11)




Das das yarıldı : Şak şak yarıldı, dilim dilim oldu.
Azazil : Şeytanın cennette bulunduğu esnadaki adıdır.
Acablamak : Şaşırmak.
Mütehayyır : Hayrette kalmak.
Hanîna : Hâne, ev.
Nafh etmek : Nefh etmek. Üfürmek.
Duş oldı : Takıldı, aniden gördü.
Çölenmek : Beklemek.
Ats itmek : Aksırmak
Ahsurmak : Aksırmak.
Kâdir-ı kün-fe-yekün : Kün-fe-yekün “Ol!” demeye ve oldurmya Kâdir olan gücü yeten.


Andan rûh Âdam’ın karnına indi, Âdam acıkdı ta’âm arzu kıldı.
Andan rûh Âdam’un bedeninün dükeli a’zâsına yayıldı; tamâm yirlü yirine yirleşti; et, kan, damar, sinir peydâ oldı.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ firiştelere buyurdı; Âdam’ı rızâ suyıla yudılar; ululugıla görklük tâcın başına urdılar, ve kerâmat hıl’atın eğnine giyürdiler; ve yücelik kürsisi üzerine oturddılar ve hem halîfa adın ad kodılar.
Ve hem yirde ve gökde halîfasın didiler.
Pes Hak Hak subhânahu ve ta’âlâ kendü lutfıyıla uçmak içinde hazînamsın didi; vılâyat menşûrun virdi ve cümle nesnelerün adların öğretdi:

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
(Bakara 2/31)



Ondan sonra rûh Âdem’in karnına indi, Âdem acıkdı ta’âm arzu etti.
Ondan sonra rûh Âdem’in bedeninin bütün organlarına yayıldı; tamâm yerli yerine yerleşti; et, kan, damar, sinir peydâ oldu.
Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ meleklere buyurdu; Âdem’i rızâ suyuyla yudular; ululukla görklük tâcın başına giydirdiler, ve kerâmet kaftanın sırtına giydirdiler; ve yücelik tahtı üzerine oturttular ve hem “halîfe” adın ad kodular.
Ve hem:
“Yerde ve gökde halîfesin!” dediler.
Pes Hak Hakk Subhânehu ve Teâlâ kendi lutfüyle:
“Cennet içinde hazînemsin!” dedi;
Vilâyet beratın-fermanın verdi ve cümle nesnelerin-şeylerin isimlerini öğretti:

“Ve alleme ademel esmae külleha sümme aradahüm alel melaiketi fe kale embiuni bi esmai haülai in küntüm sadikiyn : Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara 2/31)


Ta’âm : Yemek. Yenilen şey.
Peyda : f. Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
Görklü : Görklü : heybetli, görülmeye değer.
Vilayet : Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk
muhabbet
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



BÂB-I HÂDI-‘AŞAR
ON BİRİNCİ BÖLÜM

Bu bâb Âdam’un Sıfatun Bayân İder
İmdi ‘azız-ı men!
Habarda şöyle gelmişdür kim:
Hak subhânahu ve ta’âlâ Âdam’un sol eyeğüsinden Havvâ’yı yaratdı, yine Âdam’a yar kıldı.
Doksan karın oglan doğurdu:
On oglı ve on kızı kaldı, isimleri bunlardur:
Veheme ve Vedd ve Suv⒠ve Yaguş ve Ya’ük ve Nesr ve Abdu’n-nasîr ve Hâbil ve Kâbil ve Şît.
Ve kîle: İnne'ş-Şîte vülide min batnin vâhidin.
Pes Âdam varlıgın Şît’e virdi doksan oglı ve doksan kızı oldı.
Bu macmû’-ı halâyıklar bulardan yayıldılar.


يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Ya eyyühen nasütteku rabbekümüllezi halekaküm min nefsiv vahidetiv ve haleka minha zevcelna ve besse minhüma ricalen kesirav ve nisaa, vettekullahellezi tesaelune bihi vel erham innellahe kane aleyküm rakiyba : Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)

Bu bölüm Âdem aleyhisselam’ın sıfatını açıklar-anlatır.
Şimdi Azîzim!
Haberde şöyle gelmişdir ki:
Hakk Subhânehu ve Teâlâ, Âdem aleyhisselam’ın sol eye kemiğinden Havvâ anamızı yarattı ve yine Âdem aleyhisselam’a yâr kıldı.
Doksan karın oglan doğurdu.
On oglu ve on kızı kaldı, isimleri şunlardır:
Veheme ve Vedd ve Suv⒠ve Yaguş ve Ya’ük ve Nesr ve Abdu’n-nasîr ve Hâbil ve Kâbil ve Şît.
وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا
“Ve kalu la tezerune alihetekum ve la tezerunne vedden ve la suva'an ve la yeğuse ve ye'uka ve naren. : Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!” (Nuh 71/23)
Ve denilir ki : Şit bir batından doğdu.
Âdem aleyhisselam varlıgını Şît’e verdi.
Doksan oglu ve doksan kızı oldu.
Şu mevcud olan tüm insanlar bunlardan yayıldılar.


Macmû’ : Mecmu’. Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
Halâyık : Cariye, hizmetçi.


Pes Hak subhânahu ve ta’âlâ eydür:
Âdam’ı dopraktan yaratdum ve hem (neslini) nutfadan yaratdum, dir:


Hakk Subhânehu ve Teâlâ buyurur:
“Âdem’i topraktan yarattım ve hem neslini nutfeden yarattım” der:



وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
“Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tiyn. Sümme cealnahü nutfeten fi kararim mekin. Sümme halaknen nutfete alekaten fe halaknel alekate mudğaten fe halaknel mudğate izamen fe kesevnel izame lahmen sümme enşe'nahü halkan ahar fe tebarakellahü ahsenül halikiyn : Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mü’minun 23/12,13,14)

Nutfa : Nutfe. Duru ve sâfi su. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş su.


Ve dahı er suyına nutfa dirler ve ‘avrat suyına emşac dirler:
Ve dahı erkek suyuna nutfe-meni derler ve kadın suyuna emşac derler:


إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
“İnna halaknel'insane min nutfetin emşacin nebteliyhi fece'alnahu semiy'an basiyra. : Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

Avrat : (Averât) (Avret. C.) Kadınlar. * Gizli yerler. * Mahrem zamanlar.
Emşac : (Meşc. C.) Nutfenin vasfı. Karışık. Dağınık


Nakıldur kim:
(Burada lafız ve manaca bulunamayan bir hadis var)
Andan erile ‘avrat suyı birikür , ‘Arşdan bir yil eser, gelür ana gögsine dokunur, ol iki su tü dibine ya’nı kıllar dibine dagılur andan girü ana rahmine iner.


Nakildir ki:
Erkek hanımına yaklaşınca ondan bir su, hanımından da bir su çıkar. Allah iki meleğe bunları karıştırmasını emreder, onlar da: "Ya Rabbi bu iki nutfeden insan yaratmak istiyor musun?" diye sorarlar. Allah Teâlâ da: "Yaratacağım ey meleklerim!" buyurur.
Ondan erkek ile kadın suyu birikir ,
Arşdan bir yel eser, gelir ana gögsüne dokunur,
Ol iki su tüy dibine yani kılların dibine dagılır ondan sonra ana rahmine iner.



فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ
خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ
يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ
“Felyenzuril'insanü mimme hulika. Hulika min main dafikin. Yahrücü min beynissulbi vetteraibi. : İnsan neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar.” (Târık 86/5,6,7)

Tü : Tüy. Kıl.


Anadan Allâhu ta’âlânun farmânı birle iki ferişteler varurlar ol kulun sinlesi yirinden bir avuc doprak alurlar getürürler; ol iki suya karışdururlar ve hem yogururlar ve hem kırık gün sag elleriyle depredürler, ‘alâka olur.
Andan sol ellerine alurlar kırk gün yine depredürler muzga olur:
Sümme yuhavviluha ilâ keffeti'l- yumnâ
Ya’nî yine sag ellerine alurlar depredürler.
Yine kırk gün andan şöyle korlar, durur tâ haddî saklarlar yigirmi güne degin et, kan, damar, sünük olur.
Hâliyâ sözden terk yok.
Cümle endâmlar öndin, evvel bünyâd yan sünüklerin yaradurlar ve hem öldükten sonra yan sünüklerin doprak giç yir.
İkinci gün tekbîr barmagın yaradurlar sag kolıyıla.
Pes üçünci gün başın yaradurlar sol koluyıla.
Dördünci gün sol ayagın yaradurlar.
Bişinci gün sag ayagın yaradurlar.
Altıncı gün üçyüz altmış altı damarın yaradurlar;
Pes yarusı deprenür yarusı deprenmez,
zîre yarusında kan olur ve yarusında yil olur.
Kaçan kim ol deprenmez damarı deprense sayrulık olur;
Ve eger ol deprenen damarı sâkın olsa ol kimse ölür.
Yidinci gün yidi yüz kırk pâra sünüklerin yaradurlar
Sekizinci gün yüz bin yigirmi dört bin kılların yaradurlar.
(Dokuzıncı gün) Hak subhânahu ve ta’âlâ dört firişte viribir
Birisi ecelin yazar; ve birisi şakîlıgın ve bed-bahtlıgın (ve hem) sâlıhlıgın ve nîk-bahıtlıgın yazar; ve birisi rızkın yazar; ve birisi başına gelecek vâkı’aları yazar.
Onıncı gün cân girür.


Ondan sonra Allâhu Teâlâ’nın farmânıyla beraber iki melek varırlar o kulun mezar yerinden bir avuc toprak alırlar getirirler; o iki suya karışdırırlar ve hem yogururlar ve hem kırık gün sag elleriyle depreşdirirler, alâka olur.
Ondan sonra sol ellerine alırlar kırk gün yine depreşdirirler mudga olur:
Sonra onu sağ aucu içine tahvil eder.

Yani yine sag ellerine alırlar depreşdirirler.
Yine kırk gün ondan sonra şöyle korlar bekletirler.
Yigirmi güne kadar böylece durur ve saklarlar böylece et, kan, damar, kemik olur.
Hâliyâ sözden terk yok.
Cümle endâmlardan-vücudun görünüşünden önce, ilk temel organ olarak yan kemiklerini yaratırlar.
Onun için öldükten sonra yan kemiklerini toprak geç yer-çürütür.
İkinci gün tekbîr parmagın yaratırlar sag koluyla beraber.
Üçüncü gün başını yaratırlar sol koluyla beraber.
Dördüncü gün sol ayağını yaratırlar.
Bişinci gün sag ayağını yaratırlar.
Altıncı gün üçyüz altmış altı damarını yaratırlar;
Bu damarların yarısı deprenir yarısı deprenmez,
Zira yarısında kan olur ve yarısında yel-hava olur.
Ne zaman ki o deprenmez damarları deprense hastalık olur;
Ve eger o deprenen damarları sâkin olsa o kimse ölür.
Yedinci gün yedi yüz kırk parça kemiklerini yaratırlar.
Sekizinci gün yüz bin yirmi dört bin kıllarını yaratırlar.
Dokuzuncu gün Hakk Subhânehu ve Teâlâ dört melek gönderir
birisi ecelini yazar.
Birisi de şakîligin ve kötübahtlıgını ve hemde sâlihligini ve iiybahıtlıgını yazar.
Birisi rızkını yazar; ve biriside başına gelecek olayları yazar.
Onuncu gün cân bedene girer.


Sinle : Mezarlık.
Alâka : Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.
Muzga : Mudga. Et parçası, bir çiğnem et.
Depreşmek : Yeniden ortaya çıkmak, nüksetmek.
Sünük : Kemik.
Endâm : f. Beden. Vücud. * Vücudun tenasübü. Vücudun görünüşü. * Letafet. İntizam ve üslub.
Bünyâd : f. Temel, esas. Yapı, binâ.
Sayrulık :Hastalık.
Bed : f. Fenâ. Kötü. Çirkin. Yaramaz. şer. şeni'.
Nîk : f. İyi, güzel, hoş.


Ancan çün kim biş ay tamâm olsa nakıldur kim:
"İzâ dehale'r-ruhu yeteharreku'l-veledü fî rahmi ümmehu"

Ya’nî kaçan kim cân girse oglan ana rahmında harakete gelür, deprenür.
Andan Hak subhânahu ve ta’âlâ ana bagrını oglana mıhrab buyurur; secde kılur; ve ol secde barakâtında anası degme nesne yemez olur.
Zîre kim bu işler ve bu ululıklar ve bu ‘azamatler âdama cânıla ‘alıl geldi, ol gün menşûrun, ol kulı Çalap Tanrı tamâm eyledi.
Ammâ bunda üç ma’nî var; bu üç ma’nî kimde kim olursa ‘aklı tamâmdur; kimde kim olmazsa ‘aklı yokdur; ve hem cânı uyur ve lîkin bu üç ma’nî ki kula ta’allukdur; evvel kendüyi bilmek ikinci dapu kılmak üçünci kabrı yurt kılmak; pes bu didüklerüm devletlü kişilere deger.
Dahı bir ma’nıda devlet edep ve ‘akıl ve latîf hü(dur) vu üç nesne aldugı kimesneler gey (baht) ulu kişilerdür nitekim Rasûlu’llâh hazratı buyurur:
Kâle'n- Nebiyyü aleyhisselâm : El akulu mîzanullahi fi'l-ardi (kaynaklarkda olmayan bir hadis)
ma’nîsi budur kim:
‘Akıl yir yüzinde Tanrı ta’âlâ’nun tarâzusıdur.
Pes yir yüzinde ‘akıl tarâzusından yiğ nesne yokdur; zîre kim her eyü nesneyi bilen ve buyuran ‘akıldur.


Ondan sonra o vakit ki beş ay tamam olunca nakildir ki:
"Ruh bedene girdiğinde çocuk annasinin karnunda hareket eder"

Yani ne zaman ki can girse oğlan ana rahminde harakete gelir, deprenir.

Ondan sonra Hakk Subhânehu ve Teâlâ ana bağrını oğlana mihrab buyurur; secde kılar; ve o secde bereketinden dolayı anası sıradan şeyleri yemez olur.
Zira ki bu işler ve bu ululuklar ve bu azametler adama canıyla beraber geldi o gün fermanla.
O kulu Çalap Tanrı tamam eyledi.

Amma bunda üç mânâ vardır:
Bu üç mânâ kimde ki olursa aklı tamamdır.
kimde ki olmazsa aklı yoktur ve hem de cânı uyur.
ve lâkin bu üç mânâ ki kulla alâkalıdır.
İl önce kendni bilmek.
İkincisi gereği gib kulluk yapmak.
Üçüncsü kabri gerçek ve son yurt kılmak.
Bu dediklerim devletli kişilere değer.
Onlar için olabilecek şeydir.
Daha bir mânâsı da; devlet edep ve akıl ve güzel huydur.
Bu üç şeyi benimseyip alan kimseler çok iyi bahtlı ulu kişilerdir. Nitekim Rasûlullâh Hazreti buyurur ki:
Peygamber aleyhisselâm : "Akıl Allah'ın yer yüzündeki ölçüsüdür." (kaynaklarkda olmayan bir hadis)
Mânâsı şudur ki:
“Akıl yer yüzünde Hakk Subhânehu ve Teâlâ’nın terâzisidir.”
Yer yüzünde akıl terâzisinden yiğ-hafif nesne yoktur.
Şundandır ki her iyi şeyi bilen ve buyuran akıldır.


Mıhrab : Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. * Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. * Evin şerefli yüksek yeri, çardak. * Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. * Mc: Harb âleti. * Orman. * Melikin hususi makamı. * Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. * Ümit bağlanan yer.
Menşûr : (Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş. * İşleri dağınık. Perişan. * Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı. * Bayrak.
Ta’alluk : Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünya alâkası. * Sevme.


İmdi iy ‘azız-ı men!
‘akıl dört dürlü nûrdandur.
Evvel ay nûrından, ikinci gün nûrından; üçünci sıdratu’l-münteha nûrından dördünci ‘Arş nûrından.
Pes anunçün sûrat içinde ‘akıl sultândur ve gönül içinde râhatlıkdur; ve hem âdama bunca ululık bunca nûr, bunca kerâmat bunca hıl’at kim Tanrı ta’âlâ virdi dükelisi ‘akıl berekâtındandur.
Pes imdi her kimin kim gönlinde ‘akıl nûrı varısa hoş eger yogısa kendüye dahı hayrı yok ve hem Çalap ta’âlâ katında dahı yiri yok.

وَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
(Mâide 5/10)

habarda şöyle gelmişdür kim:
Çalap celle calâluh üç dürlü karanulıgı üç dürlü nesneyile aydın kıldı:
Evvel: Dünye karanulıgın ay, gün yıldızlar nûrıla yadın kıldı.
(İkinci…………………………………)
(Üçünci……………………..)
Ve hem âdamı dahı üç dürlü karanlıkdan yaratdı ve yine üç dürü nesneyile aydın kıldı:
Evvel: Çar’anâsır karanulıgın yaratdı: ‘akıl nûrıla aydın kıldı
İkinci: Cehil karanulıgından yaratdı ‘ilim nûrıla aydın kıldı.
Üçünci: Nefis karanulıgında yaratdı Ma’rıfat nûrıla aydın kıldı.

هُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ عَلَى عَبْدِهِ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَإِنَّ اللَّهَ بِكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
(Hadîd 57/9)


Şimdi ey Azîzim!
Akıl dört türlü nûrdandır.
Birincisi ay nûrundan.
ikincisi güneş nûrundan.
Üçüncüsü sidretü’l-münteha nûrundan.
Dördüncüsü Arş nûrundan.
İşte onun için sûret-beden içinde akıl sultândır ve gönül içinde râhatlıktır.
Ve hem insana bunca ululuk bunca nûr, bunca kerâmet bunca hil’at ki Hakk Subhânehu ve Teâlâ verdi tümü de akıl bereketindendir.
Böylece her kimin ki gönlünde akıl nûru varı ise hoş.
Eger yok ise kendine dahi hayrı yoktur
Ve hem Çalap Teâlâ katında dahi yeri yoktur.

“Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina ülaike ashabül cehiym : İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar cehennemliklerdir.” (Mâide 5/10)

Haberde şöyle gelmişdir ki:
Çalap celle calâluh üç türlü karanlığı üç türlü şey ile aydın kıldı:
Birincisi: Dünye karanlığını ay, güneş yıldızların nûruyla aydın kıldı.
İkincisi: …………………………………
Üçüncüsü: ……………………………..
Ve hem insanı dahi üç türlü karanlıkdan yarattı-geçirdi ve yine üç türlü şey ile aydın kıldı:
Birincisi: dört unsur karanlığını yarattı, akıl nûruyla aydın kıldı.
İkincis: Cehil karanlığından yarattı ilim nûruyla aydın kıldı.
Üçüncüsü: Nefis karanlığından yarattı Mârifet nûruyla aydın kıldı.


“Huvelleziy yunezzilu 'ala 'abdihi ayiten beyyinatin liyuhricekum minezzilimati ilennuri ve innallahe bikum lereufun rahiymun. : Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Hadîd 57/9)

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
“Halekaküm min nefsiv vahidetin sümme ceale minha zevceha ve enzele leküm minel en'ami zemaniyete ezvac yahlükuküm fi bütuni ümmehatiküm halkam mim ba'di halkin fi zulümatin selas zalikümüllahü rabbüküm lehül mülk la ilahe illa hu fe enna tusrafun : Allah sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?” (Zümer 39/6)

Çar’anâsır : Dört unsur. Toprak-Su-Ateş-Hava.


Pes imdi Ma’rıfat güne benzer ve ‘akıl aya benzer ve ‘ilim ılduza benzer.
Ve hem ay, gün dogar dolınur ve hem ‘ilim dahı okınur ve lîkin degme kez hâtırlarda kalmaz ve lîkin Ma’rıfat her kimün kim gönlünde olsa tâ haddi ölüp sine varınca hâtırından gitmez; bel kim sinde dahı fâ’ıdası ola.
Ol ‘ârıflar sultânı muhakkıklar arslanı ve maşayyıhlar mürşidi seyydî Sa’dad-dîn rahmatu’llâhı ‘alayh buyurur kim:

Yir yüzi etüm tenüm
Akar su kanum benüm
Tahkîk burcudan dogdı
Uyakmaz benüm günüm.

Pes imdi güneş dünde bie buruçdan dogar; kalan buruçlar mahrûm kalurlar. Amm⠑akıllı gönüllerde üçyüzaltmış altı buruc vardur; ve Ma’rıfat güneşi dahı her gün bir buruçdan dogar; kalan buruçlar mahrûm kalur sanman.
Zîre vücüdde sekiz rahmânî kal’a vardur degme bir kal’anun yüz bin burcı vardur, Ma’rıfat güneşi cümlesinün üstine müvekkeldür dükeli burca irer hergîz bir buruc mahrûm kalmaz.
Her çend kim gün gökde dogar nûrı yire dokunur ve ‘ilmin ma’rıfatlu gönüllerün nûrı Arş’dan dahı öte diger.


Pes imdi Mârifet güneşe benzer ve akıl aya benzer ve ilim yıldıza benzer.
Ve hem ay, güneş doğar dolunur ve hem ilim dahi okunur.
Ve lâkin dçuğu kez hâtırlarda kalmaz.
ve lâkin Mârifet her kimin ki gönlünde olsa, tâ ki ölüp de mezara varıncaya kadar hâtırından çıkmaz.
Belki mezarda bile fâydası olur.
Ol ârıfler sultânı muhakkikler arslanı ve meşayyıhlar mürşidi seyydî Sadeddîn rahmatu’llâhı alayh buyurur ki:

Yer yüzü etim tenim
Akar su kanum benim
Tahkîk burcudan dogdu
Batmaz benim güneşim.

Pes imdi güneş günde bir burçtan doğar kalan burçlar mahrûm kalırlar.
Ammâ akıllı gönüllerde üç yüz altmış altı burç vardır.
Ve Mârifet güneşi dahi her gün bir burçtan dogar da kalan burçlar mahrûm kalır sanmayın.
Zira vücudda sekiz rahmânî kale vardır sıradan bir kalenin yüz bin burcu vardır.
Mârifet güneşi cümlesinin üstüne müvekkeldir bütün burçlara ulaşır hiçbir suretle bir burç mahrûm kalmaz.
Her kadar ki güneş gökte doğar nûru yere dokunur.
Ve ilmin Mârifetli gönüllerin nûru Arş’tan dahi öte gider.


Muhakkık : Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan. * Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.
Uyakmak : batmak, gurub etmek.
Buruç : Burc. Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi. * Tek hisar kule, kale çıkıntısı. * Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Hergîz : f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.
Çend : f. Kaç tâne? Ne kadar? * Birkaç. Üç-beş gibi adet. * Herhangi bir şeyin yüzde biri.

:
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Cevapla

“►Hacı Bektaşı Veli◄” sayfasına dön