Bize NE oldu???

Gençlerimizin Şiir, Hikaye ve diğer Konu çalışmaları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
garib
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 28 Ağu 2007, 02:00

Bize NE oldu???

Mesaj gönderen garib »



Altı asır adalet bayrağını kıtalarda dalgalandıran bir milletin evladı olarak soruyorum bize ne oldu? Yediği üzüm salkımının ücretini dalına asan bir geçmişin sahibi nasıl olduda hortumcu oldu şaşırmadınız mı?Üç kıtaya yedi düvele özgürlük tüllendiren aynı bahçede cami-havra-kilise inşa edilmesine hoşgörü ve şefkat yağdıran bir geçmişten nasılolduda namaz kılmanın suç olduğu bir nihayete varabildik?
Ne oldu bize söyler misiniz? Elbette cevabını o büyük mazinin küllerinde arayacağız. Ki o koca imparatorluğun yükselme ve çöküş devrine gözattığımızda bu günkü halimizin ve ızdırabımızın şifasını ve reçetesini bulacağız elbette şüphem yok. Fatih Sultan Mehmed ve terbiyesini aldığı Akşemseddin ve yine Domaniç'te Hayme Ananın evladına o kocahükümdara öğütleri ve yine Şeyh Edebalinin nasihatlerine bu günlerde ne kadarda muhtacız. Bunları tefekkür ettikçe bize ne oldu sorusunun cevabı acı acı beynimde zonkluyor. Maalesef ülkemizde ne özelde nede resmi olarak bu nasihat ve terbiyeyi verecek tam anlamıyla bir kurum yok. Olanlara da irtica yaftasını yapıştırıp kapılarına kilit vuruyoruz. Elbette tasavvuf adına çıkan sahtekârlar, kalpazanlar var tabi paranın kalpazanı olduğu gibi. Fakat asırlarca tasavvuf terbiyesiyle yetişen milletimiz Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bektaşi Veliler ve onların yetiştirdiği nesiller sayesinde dünyaya hükmetmişler. Ve her devirde Mevlanalar vardır. Sizi fazla yormadan bir büyük erenin bizlere ve bilhassa şahsıma ve nefsime kabul ettiğim nasihatlerine kulak verelim:Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN'ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et. Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap.Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB'in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur, O kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK'ın rızası aranmalıdır.İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET'e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya. Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç de ahiret azığını toplamakta acele et...Sabırlı kulların bu dünya daçektiği cefa, Yüce Allah'ın (C.C) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O'nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca "Kahraman" lakâbıyla gezen, onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.Ey evlad, önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını... Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın? Size gereken,Yüce Yaratanı sevmek ve O'ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak... Bunlar "Kalp" le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyor musun? ... Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu? ... İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok... Kapı önünde "TEVHİD", içeriye girince"ŞİRK", yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında,kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde. Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim.Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O'na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O'nun eteğini bırakmayalım.Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın.Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH'a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN'ındır. O'nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN'dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır.Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Buduygu sana yeter."ALLAH'tan (C.C) başka ilah yoktur," dediğinde bir "DAVA" peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip,sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS'lıolmak gerekir.Hiçbir söz amelsiz ve ihlâssız kabul edilmez. Kâinatın Efendisinin (S.A.V) yolu İHLAS'tan ibarettir. Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin. Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur.HAK'la çekişme, nefsin için O'nu kötüleme, malın azaldı diye O'nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O'nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, enbüyük hüküm senin mi yoksa O'nun mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O'mu? Merhametin O'nunkinden fazla mı? Sen ve bütün yaratıklar O'nun kuludur. Her şeyde yalnız O'nun hükmü geçer bunu sakınunutma.YARATAN'ın rızasına erme yolunda yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş temenni ile yürünmez. Hele içibaşka dışı başka birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya çıkarsa felaket o zaman başlar. Eğer bu hallerin azı sende varsa hemen tevbe et ve tevbeni bozma. Tevbe etmekten ziyade, tevbeyi bozmamak esas hünerdir.Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH'a (C.C) karşı büyüklük satmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su.Sonrası ne olacak malum...Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık.Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı? Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın.Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa... Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) "En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır," buyruğunu hiç duymadın mı?Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman?Yüce ALLAH'ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O'ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O'nu HAK tarafına çağırman nerede?Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap... Doğruluk olmadan bilginin sana neyararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur.Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler,iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı budüşünceler? Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlarolacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı vecezası da sana kalacak. Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve senin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar.Yaratan hayatı sana emanet olarak verdi, O'nun rızası yolundayaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütünbunları YARATICININ rızasına uygun yolda kullan.Ey evlad, ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkine,bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler.Yüce ALLAH'tan (C.C) başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır. Yakında bütün güvendiklerin yok olur kullarla aranaçılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne vururlar senikapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan yardımına koşan olmaz. Bütün bunlara sebeb Hak'tan başkasına güvenmiş olman, O'nun nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır.Yüce ALLAH'ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma.Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İRESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çokpişman olacaksın ama çok geç...Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla...
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

...Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla...

sevgiyle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
garib
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 28 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen garib »

Allah razı olsun kardeşim okuma zahmetinde bulunduğunuz için...
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

garip kardeşim,

İslamla var olmuş ve yaşamış büyük bir milletin,
bu günkü evlatlarının ibret verici halini gözler önüne sermişsin.
Bırakın ibadeti, itikadın-inancın temeli çürütülmekte.
Din adına neler yapılmakta cahillerce..
Dinsizlik adına ise Dinimiz, bu dinin çocuklarına yıktırtılmaya planlar yapılıyor..
Geçmişin köprüleri toptan yıkılmış gibi..
Gelcek ise sadece Para Putuna hedeflenmiş...
Bu gün ise toz duman içinde..

Devlette ADALET kalmış mı?
Millette MERHAMET kalmış mı?
De ki KIYAMET kopmuş..

Bu türlü kargaşa içinde bir İslam Âlemi ve Ülkemiz varken.
BİZler Hacca giden karınca misali:
"Safımız bilinsin ve varamasak da bu yolda ölürüz!" dercesine,
Şeriat-ı Garrada Hasbi Hizmeti sadece Allah cc için yapmaktayız şükür..

Problemi bilmekte herkes çözümde ise darmadağın..
Oysa;
Kur'ân-ı Kerimimiz ortada ve çocuk bile anlamakta şükür..
Resûlullah sallahu aleyhi vesellemin sünneti de..
Hak Erenlerin Edeb Yolu da..

Ortak Paydamız bunlardı..
Resûlullah sallahu aleyhi vesellemin,
Şuuru-Nuru-Süruru ve Onuru içinde;
Geçmişe TEVBE BİZ-BİRliğimiz
Geleceğe DUÂ BİZ-BİRliğimiz
Şu ana RIZA BİZ-BİRliğimiz
Son ana ŞEHÂDET BİZ-BİRliğimizi hasbi Hizmete dönüştürürsek,
İnşaallah İlim-Edeb-İrfan-Erkanda gençlerimize SU vermiş oluruz..

size candan teşekkür eder muhabbet sunarım..
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Değerli kardeşim emeğine yüreğine sağlık...
Bize ne oldu... altı yedi asır dünyada adaletin temsilcisi iken...
Neden bu hale geldik...

Çok şeyler söylenebilir, çok yorumlar yapılabilinir bu konuda...
Ancak asıl alacağımız dersi alabildik mi bu olanlardan...
Maalesef hayır... daha da beter oluyor gittikçe...

Üzüldüğümüz; Dünyaya hükmeden bir saltanatın yıkılışı değil...
O saltanatın kuruluşundaki İMAN ve ALLAH için CİHAD duygusunun kayboluşudur bizi üzen... Eksikliğini hissettiğimiz budur... Hayatın maddi yönü yön verir olmuştur insan davranışlarına...

Hz. Ali (kv) savaş esnasında karşı taraftan birisini yere yatırmış tam kılıcı sallayacakken... O kimse yüzüne tükürdüğünde durmuştur ve öldürmekten vazgeçmiştir... Sebebi sorulduğunda ise ; Seni Allah için öldürecektim... Ancak sen yüzüme tükürünce artık yaptığım şey nefsim için olurdu... demiştir...

İşte asıl mesele burdadır... Allah için yapılan şeyler unutulmuş ve tam tersine nefs için olan şeyler ön plana geçmiştir... Böyle olunca yaşanılan durumlar kaçınılmazdır...

Ve izlenecek yol da... aktardığınız nasihatlerde çok açık olarak izah edilmiştir... İnşallah kalpler yine Allah için iş yapar olsun...

Sevgi ve selamlar...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »

garib kardeşim ;

Bu Mübarek Bayram gününde güzel bir bayram hediyesi oldu bu bizim için.

Emeğinize sağlık.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

garip kardeşim çok güzel ifadelerle anlatmışsınız çok teşekür eder yenilerini bekleriz İNŞAALLAH!

Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla...
Fincan Takımı

Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar:

- "Eski gazeteniz var mı bayan?"

Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi.

- "İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.

Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu...

Erkek çocuğu bana döndü :

- "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu.

- "Zengin mi? Yo hayır!" diye yanıtlarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı.

Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve

- "Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi.

Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.

Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı.

Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi...

Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini.

Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu...
Birazcık sıcacık SEVGİ ile her şey hallediliverecekken! Allah c.c'unun hepimize bahşettiği bunca nimeti idrak edemeyişimiz baş edilmez sorunlara sebeb olmaktadır.
Rabbım cümlemizin yardımcısı olsun
Resim
Aynur_34

Mesaj gönderen Aynur_34 »

s.a

Biz kuran islamı yaşamıyoruz...
Kuranlar evlerin duvarlarına aştırılmış kuran bize biz kurana bakıyoruz açıp okuyup Anlamak gelmiyor içimizden Adet islamı yaşıyoruz...
Kuran öksüz kalmış kimsenin haberi yok...
birileri afrikaya gitmiş siz incili alın gözünüzü kapatın adamlar gözlerini açınca toprak onlarda incilde bizim garip Afrikalılarda kalmış...
Bize ne oldu biz...bunu anlamak için kuranı duvara astıran aman dokunmayın çarpar diyen zihniyeti sorgulamak lazım...
bizim dinimize artık Amerika ve Avrupa birliği karar veriyor deforme oluyoruz...
ılımlı İslam palavraları ile beyinlerimiz uyuşturuluyor malesef Allah cc nın gönderdiği orijinal İslam dışarı çıkarılıp Alimlerin İslamı biliyorum bize kuranı duvara astıranların ILIMLI İSLAM dedikleri bir inanış biçimine sürükleniyoruz...
Kuran para kazanma aracı olmuş...
inanç sömürü aracı olmuş...
BİZE NE OLMUŞ DEĞİL BİZE ÇOK ŞEY OLMUŞ BİZ HALA AYAKTA UYUYORUZ.....
Kullanıcı avatarı
nafile
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 169
Kayıt: 02 Kas 2008, 02:00

Mesaj gönderen nafile »

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır
Okumaktan mani ne, kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilemedin, ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme, çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen, abes yere yelmektir
Dört kitabın manisi, bellidir bir elif te
Sen elif dersin hoca, manisi ne demektir


****

Müslümanlar zamane yatlı oldu
Helal yenmez, haram kıymetli oldu
Fakirler miskinlikten çekti elin
Gönüller yıkıben heybetli oldu

****

Bu gurbet diyarda , bir garip hissettim ...
Gündüz mektepteydik.
İnsan maddesinin içine girmeye niyetlendik.
Bir selam verdik evvelinde.
Suçladık neye şaştıysak ahirinde.
"işte çocuklar,bunlar ÇOKLUKLAR...
şu olmasa bu olmaz...bu olmazsa hiç olmaz...
mümkün değil...sonra çocuklar, ne yaparsanız yapın nafiledir.
şu a maddesi yok mu şu a maddesi hep O'dur kabahatli..."dediler.
Aklettik,naklettik...(??!!)
HOCAYI Sessiz sessiz D/İNLEDİK...
Bir şeyler demedik sormadık, izin vermedi diyemedik...
HOCAm gitti
Biz hala dinlemeye ve bol bol dinlenmeye devam ediyorduk

selamlar
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

Eskiden BİRileri vardı.
VARdılar ama YOKtular.
Şeriat Tarikat Ma'rifet Hakikat derlerdi....
Bir vakit dahi namaz borcu olanları almazlardı dergâhlarına, tekkelerine.
Vermezlerdi virdleri çileleri....
Şeriatın her rüknü temâm ise, yatırırlardı istihâreye.
Çıkarsa ne ala.Çıkmazsa başka kapıya.Kapı kapı dolaşıp dünyâ turuna çıkan tâlibler vardı.
Evet Tâlibler...
"Aşığa bağdat sorulmaz ne demekti bilir misiniz?Bu taliblerin gönlü dolunca HAKK celle ve ala aşkıyla Erenler aşkıyla, Şuan Şehidlerin kanlarıyla sulanmış, cesedleriyle tütsülenmiş, Tekbir sedâlarıyla uğultulanmış, Pîrânın şehri Bağdat'a giderlerdi.Yürüyerek, yalın ayak, bir keşkülle, bir teberle, bir asayla.
Soranlara "bağdata ne kadar var?" "birazdan varırız" derlerdi bin günlük yol olsada..
O erenler alıdılarsa Tarikata,
sokarlardı hemen bir çileye-erbaûne-kırklığa.
40 zeytin ilk gün, oruç tutulacak, devamlı virdler evrâdlar eksiksiz okunacak, ufacık, kapısna bile zor igilebilen bir odada olucak, iftar ve sahur için sadece kırk zeytin, artık iftarda ne kadarını sahurda ne kadarını yersen.Her gün sayı bir düşücek, en son gün, evet en son gün, sâdece bir zeytin.İster yarısını sahur yarısını iftardas ye.İster 4de 1ini sahurde 4de 3ünü iftarda ye.Senin tercihin.
İnerdi böylece nefse darbe üstüne darbe, inerdi....
Sonra başlanırdı tarikat derslerine.Tarikat nefsi katl demekti.
Bazen olnurdu bir Abdal üstte yırtık abalarla.
Kırıldımı nefs, kırıldımı açılırdı nice sırlar, söylenip şatahat, böylece Hakk azze ve celle ederdi seni nâstan pinhan-muhtefi-gizli.
Şimdi nerde tarikat nerde sûfî?
Şer'iat, Ya'ni İslâm evet İSlâm hakkın dîni Muhammed ALeyhisselâmın dîni yok birçok tende, hatta ve hatta sînede!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/118-119kr.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Bu kadar ümitsiz olmak , bu kadar yeise düşmek niye?
ALLAH dostları, duası kabul olanlar, mazlumlar, garipler, misafirler, duaları geri çevrilmiyeceği HZ RESULALLAH SAV tarafından bildirilen anneler babalar, beli bükük ihtiyarlar, mazlum sabi çocuklar ne güne duruyor?
Kara kayadaki kara karıncanın rızkını sayısını asla şaşırmadan yollayan, REZZAK'I RAHMAN ve RAHİM, kafirede müminede ruhundan üflemedi mi?
Halil'irahman ibrahim a.s sofrasından kovduğu mecusi için Rabbisinden azar almadımı?

Bişri Hafi gibi bir zat'ı muhterem, akşamdan sarhoş yatıp sabaha evliya kalkmadımı yatağından?
HZ MEVLANAnın başına elini sürdüğü bir günahkar kadın onun en sadık müridelerinden olmadımı?
Hekimoğlu İsmail ağabeyin dediği gibi: Ayasofya'da ecnebi kadınlarla türk kadınlar birbirinden hiç ayrılmıyor diyen birine, buraya bakarak hüküm verme.
Ne kadınlar varki saçının bir telini bile göremezsin.
Sen merak etme yeryüzünde herşey dengededir.
Belli yerlere bakıp, memlekette mümin kalmadı demek pek adaletli olmasa gerek.
Kaldıki bir mümin bin kafire bedeldir.

Belden aşağısı yırtmaçlı bir etek giyip, veya sonderece dar bir pantolon giyip üstüne baş örtüsü takan bir bayanın, belden aşağısını tenkit edeceğime, nekadar güzelki, modern bir hanım tesettüre girmeye çalışıyor diye sevinmek daha yerinde olmazmı?
Kaldıki bu yollardan geçmiş biri olarak (2 yıl dekolte beş vakit namaz kıldık, daha sonra etek boylarını ve kollarımızı uzattık, daha sonra başörtüsü taktık daha daha sonra makyaj yapmayı ve sigara içmeyi bıraktık ve bu böyle uzar gider. halen de nefsani olan şeylerden bırakmaya devam ettiklerimiz var. ALLAHCC ebeden ve daima razı olsun bizi ilk halimizle bir evliya kadın gibi karşılayan, o mübarek ALLAH CC dostundan..)

Eskidan bendenizde çok kızardım, günahkarları gördükçe.
Şimdilerde onlar için çok üzülüyor ve hidayetleri için dua ediyorum.
Zamanla çok ağladığım bile oluyor..

Sakın beni cibali baba gibi, "dokunmayın gavurcuklarıma" diyen bir meczup sanmayın.
Sadece yaşadıklarını, geldiği yerleri ve atladığı engebeleri, yandığı ateşleri, unutmayan, daima arkasına bakıp ders almaya çalışan aciz bir kulum işte.

Yaşamanın güzelliğini, dertlerin çekilebilirliğini, her şerde bir hayır gizlidir
sırrınca, pozitif olmaya çalışarak buldum.

Herşeyi görüp gözeten HAYYUM ve KAYYUM olan Rabbimiz Allah cc neylerse güzel eyler.
Kainatın sahibine hamd ve şükürler olsun.
Bizleri tenezzül edip yarattığı için....
GÖZLERİNİZDEN ÖPERİM CANLARIM....
A.E.O
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Gülizar Ana yüreğine selamet, gönlün ve ömrün NUR-U MİM dolsun taşsın inşaallah..
Rıza bulasın inşaallah...
Ellerinizden öperim...

BİZe düşen Muhammedi Merhamet - Muhabbet - Hasbi hizmet için gayret...
Himmet Hakk Dostlarından...
Şefaat Rasulullah s.a.v. Efendimizden...
Hidayet Allahü zül Celalimizden...

Taşlayıp haşlasaydık eşimin 50 yaşındaki yakını ilk kez başını secdeye koyabilir namaza başlayabilirmiydi bilemiyorum...
Sözlü anlatırız, olmadı Hâl diliyle anlatırız daha da elden DUA etmek gelir ki bizim aynı halde olmadığımız için Rabbimize Hamd etmemiz gerekir...
Kimin ibret sahnesinde kimin hikmet sahnesinde oynadığına gelin beraber bakalım:


İmâm-ı Azam Ebu Hanife (radiyallahu anhu) Efendimiz;
Ulu İmâm, ömrünün son yıllarında geceleri evinde, eser bırakmaya çalışıyor;
Durmadan yazıyor ve ümmet-i Muhammed'e hasbî hizmete çabalıyor...
Ancak bir kimse var ki her akşam hava karardı mı, meyhâneye gidiyor, küpünü şarapla doldurup imâmın penceresinin önüne dikilip başlıyor küfretmeye:
"Ey imâm, sana şöyle ederim, böyle ederim!" deyip ağzına geleni söylüyor...
Günler geçiyor, aylar geçiyor çıkıp da bu kimseye tek kelime söylemiyor ve söyletmiyor...
Ne var ki bir gün İmâmın etrafındakiler erken davranıp inzibatlara karakola çektiriyorlar...
Akşam oluyor zaman geçiyor ama kimse yok.
İmâm bekleyip, gelmeyince dışarı çıkıyor ve çocuklara :
"Çocuklar benim bülbül gelmedi nerde kaldı?..." diye sorunca çocuklar:
"Dede, ona karakolda falaka dayağı atıyorlar" deyince yalın ayak, baş kabak koşuyor karakola...
Varsa ki dayak deminde ve canhıraş bağırıyor ama çâresiz...
İmâm-ı Azam:
"Neden dövüyorsunuz, ben şikâyet ettim mi, size ne? Bırakın adamımı!..." deyince bırakıyorlar.
Tabiki İmâm-ı Azam bu, fetvâ sahibi. İtiraz edilemezdi.
İmâm çıkıyor, adam da çıkıyor karakoldan...
Çıkıyor çıkmasına da, hemen meyhâneye koşuyor yarım kalan küpünü şarapla doldurup her zamanki yerine,
İmâm-ı Azam'ın penceresinin önüne; dikilip, verip veriştiriyor içeriye makas görmemiş küfürlerle...
Yaşlı ve yorgun imâmımız yavaş yavaş geliyor arkadan, baksa ki hâl bu hâl; ellerini bağlayıp kıyamda beklemeye başlıyor...
Biraz sonra adamcağız dönüp de bu hâlini görünce:
"Sen ne biçim insansın, ben sana neler söylüyorum; sen ise, gelip beni kurtarıyorsun ve şimdi ise kıyam duruyorsun!" deyince İmâm-ı Azam:
"Sen benim efendimsin, velîyy-i nimetimsin, ben sana bakar da seni böyle, beni böyle kılan RABB'ime şükrederim...
Seni ibret sahnesinde, beni ise hikmet sahnesinde oynatana hamd ederim!...Ben sana bakar da saçlarımı tararım!..." der. İşte o zaman bizim sarhoşun içindeki şarab, gözlerinden boşanmaya başlar. Ayaklarına kapanıp af diler...
İmâmımız ise "Kalk oğlum kalk uyandığına şükredelim affın kapısı ALLAH (celle celâluhu)'nundur!..." demiştir...


Muhammedi MuhabbetlerimİZle.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

CAN ANKA KUŞUM
BU ANLATIMA CEVABIM İNANIRMISIN BİLMEM GÖZLERİMDEN AKAN YAŞLAR OLDU...
ALLAH CC RAZI OLSUN CÜMLENİZDEN İNŞALLAH
...


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

SAYIN NUR-YE HANIMIN FİNCAN TAKIMI HİKAYESİNİ OKUDUĞUM ZAMAN İÇİM NASIL CIZ EDİP YÜREĞİMDEN YAŞLAR AKTI BİLİRMİSİNİZ EY CANLAR

BİR GENÇ KADINI HATIRLATTI BANA SABIR YOLUNUN DİKENLİ YOLLARINDA ÇIPLAK AYAKLA YÜRÜYEN HER BATAN DİKENİN NEFSİNİN TAM ORTA YERİNE HANÇER MİSALİ BATIRAN BİR KADIN

BİR ZAMANLAR ULTRA LUKS KONUTLARDA OTURURKEN GÜN GELİP BAŞINI SOKACAĞI BİR ÇATIDAN BİLE MAHRUM KALMIŞTI.İŞTE ÖYLE GÜNLERDEN BİRİNDE BİR HACI TEYZE İLE UZAKDAN UZAĞA SEVGİ BESLERLER BİR-BİR-LERİNE HACI TEYZE EVİNİN KAPISINI AÇAR O GENÇ KADINA ASLINDA ARALADIĞI YÜREĞİNİN KAPISIDIR.DUALAR HAZIRLAMIŞTIR ONLARI VERECEKTİR.

GENÇ KADIN İÇERİ ADIM ATMADAN ÖNCE EVİN O SICAK KOKUSU VAR DIR HANİ İNSANI SARAN NEREYE GİDERSE GİTSİN HEP EVİNİ ÖZLER YA *** İŞTE O KOKUYU BÜTÜN HÜCRELERİNE ŞÖYLE BİR ÇEKTİ. İÇİNDE KELEBEKLER UÇUŞMAYA BAŞLADI

HER GÜN EVİMİZE GİRİP ÇIKARIZ AMA HİÇ FARKETMEYİZ BİR GÜNCÜK SADECE BİR GÜNCÜK OLMADIĞINI DÜŞÜNÜN NE YAPARDINIZ VE SONRA YUVANIZLA NASIL HASRETLE KUCAKLAŞIRDINIZ RABBİNİZE ŞÜKRAN DA BULUNURDUNUZ.

HACI TEYZE OCAĞIN ÜSTÜNE BİR DEMLİK KOYDU VE AÇTI KURAN-I KERİMİNİ YA-SİN SÜRESİNİ OKUMAYA BAŞLADI İÇERİYE BİR RAYIHA YAYILMAYA BAŞLAMIŞTI GENÇ KADIN TATLI BİR RÜYADA GİBİYDİ

DIŞARIDA LAPA LAPA KAR YAĞIYORDU UZUN ZAMAN OLMUŞTU BİR PENCERENİN ARKASINDAN HAKKIN BEYAZ RAHMETİNİ SEYRETMEYELİ

HACI TEYZE DEMLİKDEN FİNCANLARA İÇİNDEKİ ÖZÜ-NÜ SÜZERCESİNE MİS GİBİ TARÇIN-I DOLDURUVERDİ

GENÇ KADININ YÜREĞİNDEKİ YAŞLAR ÇOŞARAK YANAKLARINDAN SÜZÜLMEYE BAŞLADI FİNCANDAKİ TARÇINA KARIŞTI

ŞİMDİ NE ZAMAN BİR TARÇIN KOKUSU DUYSA GEÇTİĞİ YOLLARI HATIRLAR DOSTLARI HATIRLAR VE HAKK-IN ONU NE KADAR SEVDİĞİNİ BİR DAHA BİR DAHA HATIRLAR


ZENGİNLİK NEDİR ŞİMDİ BİLİRMİSİNİZ O GENÇ KADIN İÇİN HER ŞEYDİR SOFRASINDAKİ EKMEK BAŞINDAKİ ÇATI AİLESİNİN BİRLİĞİDİR ATTIĞI HER ADIMDA ALDIĞI HER NEFES DE YAŞAR ZENGİNLİĞİ

DUALAR EDERKEN BİR KELEBEĞİN SÜZÜLÜP İÇERİ GİRMESİ BİLE ZENGİNLİK ONUN İÇİN

ETRAFIMIZA BAK-A-KALMA-YALIM LÜTFEN BAKALIM VE DE GÖRELİM

ELİMİZDE Kİ HER ŞEYİ TEKRAR GÖZDEN GEÇİRELİM VE NE KADAR ŞANSLI OLDUGUMUZU BİR KEZ DAHA ANLAYALIM

KOKULAR İNSANIN HAYATINDA NE ÇOK İZLER BIRAKIYOR
HERBİRİMİZDE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ ZAMAN KOKULARIN ALTINDA YATAN NE YAŞANMIŞLIKLAR ÇIKAR.


BİZE NE OLDU ...?

BİZ BİZ OLMAKDAN ÇIKTIK ÇÜNKÜ

KENDİ KOKUMUZU UNUTTUK BAŞKA KOKULAR PEŞİNE DÜŞTÜK

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Süreyya CANım, ÇİLE ÇÖLÜ çilesiz geçilmez!.. TARÇIN KOKUsunu İÇimizde hissettik.
HAS-ATınız HAYR OLsun NUR BULun İNŞAALLAH!....
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
İradem yok benim, ben benden geçtim,
AŞKla doldu kalbim,gül tenden geçtim,
Gerçek DOSTu buldum,sevenden geçtim,
Bana ne OLdu ki, YARenler DOSTlar?

Zevklerim değişti,tersdim düz OLdum,
Mevsimler değişti,yazdım güz OLdum,
Şah nefsim değişti,BENdim BİZ OLdum.
Bana ne OLdu ki, YARenler DOSTlar?

Evvel dikdi başım,önüme düştü,
ZamAN derlenip ANıma düştü,
İki kolum güçsüz yanıma düştü,
Bana ne OLdu ki, YARenler DOSTlar?

HAKK kapısından hep,helalden aşım,
Hiç kurumaz OLdu , gözümde yaşım,
Dik duramaz OLdu,secdede başım,
Bana ne OLdu ki YARenler DOSTlar?

AŞKtan AŞKa düştüm, feryadım bitmez,
Bir sevda ki sorma, başımdan gitmez,
Yanarım ateşte , dumanım tütmez,
Bana ne OLdu YARenler ,DOSTlar?

Yarin güzel gülzar, derdin ne güzel,
Dilinde hep hakk var, virdin ne güzel,
HAKK la ANın HANın, yurdun ne güzel,
Bana ne oldu YARenler , DOSTlar?
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

nur-ye yazdı: Süreyya CANım, ÇİLE ÇÖLÜ çilesiz geçilmez!.. TARÇIN KOKUsunu İÇimizde hissettik.
HAS-ATınız HAYR OLsun NUR BULun İNŞAALLAH!....
Resim

süreyya hanım hayatımızın dönüm noktaları vardı. Ve o dönüşlerde UNUTULMAYANLAR!

HACI TEYZE DEMLİKDEN FİNCANLARA İÇİNDEKİ ÖZÜ-NÜ SÜZERCESİNE MİS GİBİ TARÇIN-I DOLDURUVERDİ

GENÇ KADININ YÜREĞİNDEKİ YAŞLAR ÇOŞARAK YANAKLARINDAN SÜZÜLMEYE BAŞLADI FİNCANDAKİ TARÇINA KARIŞTI



Ne güzel ifadeler sizlerle olmaktan çok mutluyum ellerinize sağlık..


Şifalı Bitkiler kitablarında der ki; Tarçın İksirleri vucudda ki curufları temizler... CURUFlarımızdan temizlenmek dileğiyle.... Sevgiyle kalınız....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

İstanbul’da sel felaketinin dehşeti ekranlara yansırken, bir takım görüntüler yürekleri burktu.


Onlar, felaket bölgesinin akbabalarıydı... Ölü soyuculardı... İnsanlar canlarının derdine düşmüşken, felaket bölgesine doluşan yağmacılar, hiç utanmadan sele kapılan eşyaları kapıp evlerine götürdüler. Bazıları araçlarının bagajlarını doldurdu. Bazıları da at arabalarını yükledi.


İKİTELLİ’yi dün yalnızca sel felaketi vurmadı. Felaketin korkunç yüzünden de beter insanlık adına utandıran manzaralar vardı. Sular çekilmeye başlamıştı. Canını kurtaranlar mallarının derdine düşmüştü. İşte bu sırada adeta leş kargaları gibi felaket bölgesine doluşan yağmacılar ne bulduysa çalıp kaçtı. 10 kişinin hayatını kaybettiği TIR garajında sel sularının çekilmesinden sonra TIR’lardan, evlerden, fabrikalardan çevreye saçılan mallar, utanç verici bir yağmaya uğradı. Sularda yüzen, çamurlara gömülen mallar çevredeki yağmacılar tarafından kapışıldı. Bir TIR’ın taşıdığı mallar arasında bulunan kılıflar içinde av tüfekleri de kapanın elinde kaldı. Daha sonra polisler tüfekleri vatandaşlardan tek tek topladı.

Plazmaları da götürdüler

Hürriyet Medya Towers’ın karşısında bulunan EVKUR alışveriş mağazasının ana deposu da sel suları ile yıkılınca milyonlarca liralık malzeme sel sularıyla ortalığa saçılmıştı. Plazma televizyonlar, yemek takımları, tabaklar, elektrikli ev eşyalarının bulunduğu bulunduğu yüzlerce çeşit malzeme çevredekilerin yağmasına uğradı. Otomobillerle gelip kırılan tabakları ayıklayıp, çeşitli malzemeleri bagajlarına yükleyi/p gidenler bile oldu. Yağmanın büyümesi üzerine olay yerine sevkedilen polisler
``Bu halka, bu yakışmaz’’ diye bağırarak çevredekileri dağıtıp, bir kısım malzemeyi geri aldı. Yağmaya karışanlar polislerin gelmesiyle eşyaların etrafından uzaklaştı. Bölgeye sevkedilen çevik kuvvet ekipleri, yağmanın önlenmesi için devriye gezdi



BİR GAZETE SAYFASINDAN YAPTIĞIM BU ALINTIDA
BENİM GARİBİME GİDEN YAPILAN YORUMLAR OLMUŞ VE BU YORUMLARIN AŞAĞI YUKARI AYNISINIDA ÇALIŞTIĞIM İŞ ORTAMINDA DUYUNCA

GERÇEKTEN BİZE NE OLDU DİYE HAYKIRMAK İSTEDİM

YAPILAN YORUMLAR ŞÖYLE : İNSANLARI BU DURUMA DÜŞÜRENLER UTANSIN --- HÜKÜMET UTANSIN---ÇARESİZLİK---İŞSİZLİK

EĞER İÇİNDE ALLAH KORKUSU VE SEVDASI YOK İSE SAPLANMIŞSAN O TIPKI O SEL SULARININ ÇAMURLARI GİBİ DÜNYA MALINA
YAZIKLAR OLSUN

NİCE KAVİMLER GELDİ GEÇTİ BU DÜNYA ÜZERİNDEN ÇAMUR KOKUYORSUN BE HEY ÖLÜMLÜ ÇAMURUN İÇİNDEN AYIKLADIKLARINLA CEHENNEME KENDİ ATEŞİNİ GÖTÜRDÜĞÜNÜ BİLMEZMİSİN

HANİ DEĞERLERİMİZ NER DE KALDI BİZDE Kİ İMECE GERÇEĞİ
ŞİMDİ İMECE USULÜ TALAN YAPIYORUZ TALAN


BU TALANLARIN İŞSİZLİKLE YADA AÇLIKLA NE ALAKASI VAR YA DA TALAN MI OLMASI LAZIM İŞKEMBELERDEKİ BU HARAM LOKMALARIN YERİ Mİ VAR HER AÇ KALAN TALAN MI YAPTI HIRSIZLIK MI YAPTI YA DA YAPMASI MI LAZIM

BÖYLE GEÇMİŞİ OLAN ECDADIN NESİLLERİ BÖYLE OLMAMALI

UYANIN BİR MİLLET ÇÖKÜYOR
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Zulfikar
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 10
Kayıt: 20 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen Zulfikar »

Dünden beri Gönül Terazim bozuldu düzen tutmuyor, kendimden, insanlığımdan ve herşeyden "UTANDIM", MİLLETİM ACINACAK HALDE ve ben hiç bir kelime edemeden utanıyorum, aynı duyguyu 17 Ağustos Depremi sonrasında da görmüştük...

Allah adına (tövbe haşa) karar vericiler çıkmış, O'nun adına yargılayıcılar çıkmış ve O'nun sevgisinden gafil sırtlanlar çıkmış...


Ya Rab bizi doğru yola ilet ve bizi o yolda daim et..

Yoksa biz kaybedenlerden olacağız...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/zlfkr.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Atalarımız böyle âdil idi

İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlı askerleri, Bizans hapishanelerini kontrol ettiler. En ücra bir mahzende üç papaz buldular. Alıp Fatih Sultan Mehmed Han’a götürdüler. Sultan, onlara hapsedilmelerinin sebebini sordu. Papazlar, “Biz, Bizans’ın en ileri gelen papazları idik. İmparatorun zulüm ve işkencelerinden, yaptığı rezalet ve sefahetten dolayı kendisini ikaz edip, sonunun yakın olduğunu söyledik. O da, bize kızdı zindanlara attırdı” dediler.

Fatih Sultan Mehmed Han, papazların ellerine serbest dolaşma belgesi verip, memleketini gezip görmelerini, Osmanlı Devleti hakkında kendisine görüşlerini bildirmelerini istedi.

Papazlar, İstanbul’da bir çarşıya girip, sabahın erken vaktinde bir şeyler almak istediler. Siftah yapan bir dükkandan, komşuları siftah yapmadan ikinci bir şey alamadılar.

Anadolu’ya geçtiler dolaşırken, ezan okunmaya başladı. Kimse dükkanını kapatmaya bile lüzum görmeden camiye gittiler. Hiç kimse, bir başkasının malına, canına, ırzına, namusuna zarar vermeyi aklından bile geçirmiyordu.

Papazlar, bütün bu hadiselerden dolayı şaşkına döndü. Kaç şehir dolaştıkları halde, bir mahkemeye tesadüf edemediler. Her kasabada kâdı var, fakat dava yoktu. Hırsızlık yok, katillik yok, namussuzluk yok, eşkıyalık ve dolandırıcılık yok, kötülük yoktu. Birkaç ay dolaştıktan sonra, şehrin birinde bir mahkemenin olacağını haber alıp, oraya koştular.

“En sonunda Osmanlının aksak yönünü yakalıyacağız” deyip, dinleyici olarak içeri girdiler. Davalı ve davacı geldi. Kâdı yerine geçip meseleyi dinledi.

Adamlardan biri anlattı: “Efendim, bendeniz bu din kardeşimin tarlasını arzu ettiği fiyat üzerinden satın aldım. Birkaç sene ekip kaldırdım. Fakat bu sene çift sürerken, sabanımın demirine bir şey takıldı. Kazıp çıkardım. İçi altın dolu bir küptü. Küpü götürüp, daha önce tarlayı satın aldığım bu kardeşime vermek istedim. O kabul etmedi: ‘Ben tarlamı, altı ve üstüyle birlikte sattım. Onun ekip kaldırdığında bir hakkım olmadığı gibi, toprağın altında da bir hakkım olamaz’ dedi.”

Üç papaz, altın küpünün kimin olacağına dair mahkemeyi ibretle seyrediyorlardı. Tarlanın yeni sahibi çıkarttığı altın küpünü eski sahibine vermek istiyor, “Toprağın altında küpün varlığından haberdar olsaydı, bana orayı satmazdı” diyordu.
Eski sahibi ise, “Efendim, durum kardeşimin anlattığı gibi vâki oldu. Ancak, bendeniz ona, o tarlayı, altı ve üstüyle birlikte sattım. Onun ekip kaldırdığında bir hakkım olmadığı gibi, toprağın altında da bir hakkım olamaz. Senelerdir ben o tarlayı sürerim, benim nasibim olsaydı ben bulurdum” diyordu.

Kâdı efendi, bu iki müslüman arasında hüküm vermekte güçlük çekmedi. Çünkü, birinin temiz ve saliha bir kızı, diğerinin de salih bir oğlu vardı. (Bu gençleri evlendirelim, bu küp altın da onların düğün hediyesi olsun) diye teklif yaptı. Onlar da kabul ettiler. Davayı böylece halletmiş oldu. Papazlar da şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez bir halde oradan ayrıldılar.

Papazlar, Anadolu seyahatlerine devam ettiler... Yine bir gün, bir mahkemeye şahit oldular. Kâdı efendi, davacıya söz verdi. O da meseleyi şöyle anlattı: “Bir hafta önce bu kardeşimden bir at satın aldım. Evime götürüp bakımını yaptım. Ancak birkaç gün sonra at rahatsızlandı. Atın daha önceden hasta olması mümkün olabileceği gibi, ben aldıktan sonra da hastalanması mümkün idi. Atı satın aldığım arkadaşa bir şey diyemedim. Gelip durumu size arz edeyim ki, aramızı bulasınız diye düşündüm. Ancak o gün sizi bulamadım. Siz şehir dışına gitmiştiniz. Siz geri gelmeden de at öldü. Hükmünüzü talep ederim.”

Kâdı efendi düşündü. At ölmüş, onlar arasında dava bitmişti. Suç kendisinindi. Atı satanı suçlayamazdı. Çünkü atın durumu ortaya çıkmamıştı. Öbürü de vaktinde müracaatını yapmıştı. Tek eksik taraf; kendisinin şehirde, vazife yerinde bulunmaması idi. O halde atın ücretini o ödemeliydi. Atın fiyatını öğrenip, kendi cebinden bedelini verdi.

Böyle âdil bir kâdı efendinin ve böyle âdil bir mahkemenin mevcudiyetini akıllarına sığdıramayan Bizans papazlarının, hayretlerinden ağızları açık kaldı...

“Anadolu’da bu kadar dolaştığımız yeter” deyip, İstanbul’a dönen papazlar, İstanbul Kâdısı Hızır Bey’in huzurunda, Padişah Fatih Sultan Mehmed Han ile, bir Hıristiyan arasında bir davanın görüleceğini duydular.

Koca Osmanlı Devleti’nin Sultanı, çağ açıp çağ kapayan İstanbul Fatihi Sultan Mehmed Han ile bir hıristiyan mimar, Kâdı Hızır Bey’in karşısında ayakta bekliyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Han, vazifesine ihanet eden Hıristiyan mimarı mahkemesiz cezalandırmış, Hıristiyan mimar da, Kâdı Hızır Bey’e şikayet etmişti.

Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmed Han’ı haksız bulup aynı şekilde Sultanın da cezalandırılmasına hükmetti. Eğer mimar rıza gösterirse, diyetle kurtulabilecekti. Hıristiyan mimar, bu adalet karşısında ne yapacağını şaşırdı. Oracıkta, Kelime-i şehadet getirip müslüman oldu...

Papazlar, fetihden sonraki İstanbul hayatını da çok merak ediyorlardı. Müslümanların oturdukları, yeni yeni yerleşmekte oldukları mahallelere gittiler. Onların tam bir teslimiyet ve sükunetle işlerini yaptıklarını tam bir temizlik ve titizlikle eşyalarını yerleştirdiklerini gördüler. İstanbul bambaşka olmuş, sanki, birkaç ay önceki Bizans gitmiş, yerine gökten bir İstanbul inmişti.

Padişah tarafından Osmanlı ülkesini gezip görmekle vazifelendirilen papazlar, İstanbul’daki Hıristiyan mahallelerini de görmeden edemediler. Bugünkü Fatih Camii’nin doğu taraflarına ve Fener’e doğru gittiler. Hıristiyanlar bile değişmiş, sokaklardaki pislik azalmıştı. Kimse kimseye zulmetmeye cesaret edemiyordu. Kâdı Hızır beyin, Padişaha bile ceza vermekten çekinmemesi onları korkutmuştu. Herkes sessiz, sakin işine devam ediyor, eskisi gibi içip içip, sokaklarda, nârâlar atamıyorlardı. Kimseyi rahatsız edemiyorlardı. Hıristiyanların en fakirine bile ev verilmiş, kimse aç ve açıkta bırakılmamıştı. İstanbul’da herkes huzur içerisinde idi.

Papazlar, bütün bunları gezip gördükten sonra, birkaç gün dinlenip düşündüler, izin isteyip padişahın huzuruna çıktılar. Gördüklerini bir bir arz edip; “Bu millet ve devlet, böyle giderse, kıyamete kadar devam eder” dediler. “Böyle bir ahlak ve yaşayışa sahip olan insanların dini, elbette Allahü teâlânın hak dinidir” deyip, Kelime-i şehadet getirip müslüman olmakla şereflendiler.
Resim
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

Resim

BİZE NE OLDU!
NE İDİK, NE OLDUK..!


Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.

Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası''nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: " Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."

İtibarlıydık: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası''nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılar la alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.

Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa''ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür."

Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700''lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu''ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."

Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740''ların Türkiye''si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul''da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830''ların İstanbul''unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul''da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."

Ubicini, Dr. Brayer''i şöyle doğruluyor; "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu''nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880''lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa''nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."

Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi''yle meşhur Du Loir''un 1650''lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.

Hayata karşı saygılıydık:
Bu konuda dilerseniz Elisee Recus''u dinleyelim, bize 1880''lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9)

Hayırseverdik: Comte de Marsigli''yi tekrar dinleyelim: "Yazın İstanbul''dan Sofya''ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâ ne hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler.

İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler."

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar...

Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."

"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk''e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. baktı ve şu cevabı verdi: ''Allah''ın rızasını tahsile [kazanmaya] yarar.''"

Ne dersiniz?

Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı.

İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru:

"Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir?

Nasıl kaybettik?

Nasıl buluruz?"

Neler yapmamız gerekiyor?

Bize düşen görevler neler?
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

Resim



Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum..!

Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?Bir ferman yayımlamıştı;
Bu günden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste, meydanda
Türkçeden başka dil konuşulmaya diye,Hatırlayanınız var mı?
Dolanın yurdun dört bir yanını,Çarşıyı, pazarı köyü, şehri Fermana uyanınız var mı?

Nutkum tutuldu, şaşırdım merak ettim,
Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
Gösteri adamının showman, radyo sunucusunun discjokey,
Hanımağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkânın store, bakkalın market, torbasının poşet,
Mağazanın süper, hiper, gros market,
Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

İlân tahtasının billboard, sayı tabelâsının skorboard,
Bilgi alışının birifing, bildirgenin deklârasyon,
Merakın uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı,
Beldelerin girişinde wellcome,
Çıkışında, good-bye okuyanınız var mı?

Korumanın, muhafızın body-guard,
Sanat ve meslek pirlerinin, duayen,
İtibarın, saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı?
Sekinin, alanın platform, merkezin center,
Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?

İş hanımızı plâza, bedestenimizi galleria,
Sergi yerlerimizi center room, show room,
Büyük şehirlerimizi, mega kent diye gezeniniz var mı?

Yol üstü lokantamızın fast-food,
Yemek çeşitlerimizin mönü olduğu yerlerde,
Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı?

İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre,
Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmağa sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesireyi, kır gezintisini picnic,Bilgisayarı computer,
Hava yastığını air-bag,Pekâlayı, oluru okey diye söyleyeniniz var mı?
Çarpıcı, önemli haberler flash haber,Yaşa, varol sevinçleri, oley oley,
Yıldızları star diye seyredeniniz var mı?

Vırvırık dağının tepesindeki köyde,Cafe-show levhasının altında,
Acının da acısı, nes-kaaave içeniniz var mı?
Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
Özün, el diline özendiğine içi yananınız var mı?

Masallarımızı, tekerlemelerimizi, atasözlerimizi unuttuk,
Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik.
Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?

Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum,
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı....
Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanınız var mı?

Şair:Yusuf YANÇ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Cevapla

“►Gençlik Köşesi◄” sayfasına dön