ZAMANINIZ KALDI MI
Gönderilme zamanı: 03 Ağu 2008, 21:43
ZAMANINIZ KALDI MI
Doğan Cüceloğlu' nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:
Ben: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katılımcılardan Biri: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.
B: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar
insanında başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:
K: Ölüm.
B: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan
tek şeydir.
Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra
gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların tümünün
başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim
ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim
belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır.
Şu şekilde devam ederim:
Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
K:Hayır
B:Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?
K:Var.
B:Yarın?
K:Evet.
B: 30 yıl sonra?
K: Olabilir.
B: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz?
Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle
hiç bakmamışlardır.
Sözümü sürdürürüm:
B: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah
evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir?
Var mıdır böyle bir garanti?
K: Yoktur hocam.
B: Peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve
evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar.
K: Hocam konuyu değiştirsek?
B: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam
edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam
birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz,
o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz?
Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
K: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
B: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın,gözlerinizi
kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin
gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz?
Aynı iletişim mi olurdu?
Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz?
Aynı konular, tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı?
Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son
görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder
miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız?
Ona yüreğinizin taa derininden gelen bir "seni gerçekten çok seviyorum"
demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz?
Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Burada bazı katılımcıların ağladığı olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından
bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
B: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz
biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından
daha önemli, hangilerinde
"şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?"
diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz.
Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı?
Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?
Doğan Cüceloğlu' nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:
Ben: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katılımcılardan Biri: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.
B: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar
insanında başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:
K: Ölüm.
B: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan
tek şeydir.
Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra
gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların tümünün
başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim
ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim
belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır.
Şu şekilde devam ederim:
Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
K:Hayır
B:Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?
K:Var.
B:Yarın?
K:Evet.
B: 30 yıl sonra?
K: Olabilir.
B: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz?
Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle
hiç bakmamışlardır.
Sözümü sürdürürüm:
B: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah
evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir?
Var mıdır böyle bir garanti?
K: Yoktur hocam.
B: Peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve
evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar.
K: Hocam konuyu değiştirsek?
B: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam
edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam
birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz,
o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz?
Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
K: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
B: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın,gözlerinizi
kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin
gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz?
Aynı iletişim mi olurdu?
Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz?
Aynı konular, tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı?
Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son
görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder
miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız?
Ona yüreğinizin taa derininden gelen bir "seni gerçekten çok seviyorum"
demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz?
Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Burada bazı katılımcıların ağladığı olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından
bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
B: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz
biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından
daha önemli, hangilerinde
"şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?"
diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz.
Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı?
Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?