Mekke’nin tozlu yollarında,kavuran güneşin sıcağında Hira Dağına doğru saatlerdir yürüyordu,ne yoruluyor ne sıcaktan bunalıyordu,çünkü zihninde mekȃn ve zaman kavramlarıyla ilgili duyumlar yok olmuştu,hatta bedeninde beş duyusu çalışmıyor,sadece yüreği ile düşünüyor,kalbinden zikrediyor ve her nefesinde“ALLAH!”diyor,her görünende“Hu!”yu görüyordu… Düşündüğü Yüce Mevlâsıydı gördüğü her şey de yine O’nun yansımasıydı…
Hedefine az kalmıştı gelmişti Hira dağının eteklerine. Önünde taşlık,kayalık boz bir dağ yükseliyordu.Mevlâsı ile halvet olmaya,tepedeki mağaraya doğru tırmanmaya başlamıştı. Sanki bir dağ tepesine değil de Arş-ı Âlȃ'ya doğru yükseliyordu… Kayalara,taşlara basarak ilerledikçe her adımında ayağının altında dünyaya ait bir şeyler eziliyor yok oluyordu… Her adımda ayağını bastığı taşlarda dünyaya ait para,pul maddiyat,çoluk,çocuk,mahlȗkat,şehvet,istek,beklenti,emeller, gayeler, şanlar,şöhretler her bir kavram ezilip toz oluyor, yok oluyordu… Beden buharlaşıyor sadece ruh kalıyordu… Zaman mekȃn kalkıp gidiyor,kesret vahdete dönüyordu… Her bir nefesten çıkan“ALLAH!”zikri kȃinata yayılıyordu…
*
Tepeye çıktığında“Lȃtif”bir ruh halinde secdeye kapanıp Yüce Mevlâsına hamd ediyor şükrediyordu… Mağarada mutlak bir sessizlik içinde sadece her zerreden“Allah”zikri duyuluyordu…
Ve bir ünlem!..“İkra”!..Yüce Mevlâsından“Vahiy”geliyor,Kur’ân dilleniyordu… Abdullah oğlu Allah’ın kulu Muhammed canlı Kur’ân oluyordu,Şah-ı Resul oluyordu…
(DostEminderki;Övgülerden övgü beğen Seni öyle öveyim Sevgilerden sevgi beğen Seni öyle seveyim…)
RaBB’in ulu elçisisin
HaKK Yolunun rehberisin
Ahlâk sende örnek sensin
Şah-ı Resûl MuhaMMed’sin! sallallahualeyhivesellem…
İslam nedir bildirensin
Din yolunu gösterensin
Şeriatı öğretensin
Şah-ı Resûl MuhaMMed’sin! sallallahualeyhivesellem…
Seni seven tevhid etsin
Zikir etsin“ALLAH!”desin
Şefaat et rahmet gelsin
Şah-ı Resûl MuhaMMed’sin! sallallahualeyhivesellem…
El-Emînsin doğru sensin
Dost Eminin dostu sensin
Tebessüm et hicran dinsin
Şah-ı Resûl MuhaMMed’sin! sallallahualeyhivesellem…
Hatem-ül Enbiyâ bir nur kaynağı olarak parlıyordu… Zâten ALLAH celle celâluhu onun yani habibinin nuruyla yaratmıştı tüm kȃinatı,şimdi de Kur’ân Nuruyla mahlukatın nuruna nur katıyor ve“Nûrun alȃ Nûr“oluyordu…
Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Yâ Rasûlullah!..
''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin Abdikeve Nebiyyikeve Rasûlikeve Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi...''
Derdimin dermânı sensin Efendim
Her derdin ilacı sensin Efendim
ALLAH’ın Rasûlü sensin Efendim
Muhammed Mustafa sensin Efendim!
ALLAH'ın nûrusun dünyâya güneş
Benzemez kimseler olmaz sana eş
ALLAH’ın Nebîsi sensin Efendim
Muhammed Mustafa nursun Efendim!
Kȃinat seninle oldu müşerref
Ümmetinden olmak ne büyük şeref
ALLAH’ın Habîbi sensin Efendim
Muhammed Mustafa gülsün Efendim!
Kendini bilenler sana dost olur
Doğru yoldan gider felahı bulur
ALLAH’ın Velîsi sensin Efendim
Muhammed Mustafa birsin Efendim!
Ezelden ebede parlayan nursun
Dost Eminim ister şefaat bulsun
ALLAH’ın güzeli sensin Efendim
Muhammed Mustafa sensin Efendim!
sallallâhu aleyhi ve sellem…
***
Düşündün mü hiç, kuş uçmaz kervan geçmez Hira dağının tepesinde bir mağarada kulu Muhammed’e neler bahşetti Yüce ALLAH celle celâluhu… En olumsuz şartlardan Nebi’lerin en üstününü, Resul’lerin şahını, mȃna aleminin padişahını var etti… Düşünelim ve titreyelim…
Anla ki “O” isterse seni kendi yanına çeker de arş-ı ȃlada sana konaklar verir, senin vekilin, velîn, mâşukun olur, şaşar kalırsın… Seni Habibinin , ümmeti kılar, vârisi kılar… Ve sen her yanında “O” nu görür “O” na tapar “O” nun sevgili kulu olursun… O zaman dersin ki “Ey büyük RABBim ben bir hiçtim bana bu nimetleri layık gördün, hidayet verdin, aşkını taddırdın, arş-ı ȃlaya çıkardın, her zerrem titremekte sana şükretmekteyim, bu zevkten beni ayırma… Her nefeste Sen’sin bana can veren, nasip et ki kulluğumuzu tam yapalım, rızanı kazanalım, MuhaMMed’in güzel ümmeti içinde sana dönelim"
***
Ümmeti olmak ne büyük şereftir o MuhaMMed’in, o güzeller güzelinin…
O bizim rehberimizdir. Ömür denen sermâyemiz bitmeden onun attığı gibi adımlar atarak bizler de kendi Hira dağımıza çıkabiliyor muyuz?
O bize maddî mânevî rehberliğini yaptı, yapıyor, bizler ona layık üMMet olabiliyor muyuz?...
Aleyhi's-selâm…
Birdenbire kontak yaptı,sanki beni ceryan çarptı
Anladım ki ben bir hiçim aslındaysa ben her şeyim
Vücuttaki bir hücreyim tek vücut var ben dahilim
İşte böyle kontak yaptı,sanki beni ceryan çarptı…
“Hayy”olandır dâim diri kȃh Bȃtıni kȃh Zȃhiri “Bȃki”olan görüntüde olmuş tek tek birer fȃni
Fenȃ bulup ölür isen olursun sen dâim diri
Düşünürken kontak yaptı,sanki beni ceryan çarptı…
Canı sana veren O’dur“Ol!”diyerek oldurandır
Ruhundan da katan O’dur bu dünyaya gönderendir
Gönüldedir O’nun yeri kalemiyle yazdırandır
İçim coştu kontak yaptı,sanki beni ceryan çarptı
Rahmet geldi Arş-ı Âlȃdan gök boşaldı yağmur yağdı “Benliği yen çık aradan!”tek ummana sular aktı
Biz ummanda dalga olduk umman bizden bize baktı
Dost Emin der kontak yaptı,sanki beni ceryan çarptı…
Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Ya Rasûlullah!
''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin Abdikeve Nebiyyikeve Rasûlikeve Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ummetihi...''
Dâimen ebedenİn şâeALLAH. Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Ve'l-hamdu li'llâhi RABBi'l-âlemîn.
Kimsin sen düşündün mü hiç? Bedenin nelerden oluşmuş?
Analiz edilirse; toprak, su, hava, ateş yani anȃsır-ı erbaa
olduğunu anlarsın ama bu elementler yığınını canlandıran bir şey var sende…
“Ol” dedi yüce Tanrı hücre hücre çoğaldın ve sana ruhundan ruh verdi canlandın, can oldun…
O ruhtur seni sen yapan, yoksa ne farkın olur topraktan…
RABBin terbiye edecek seni kemȃle ereceksin ve dünyâdan zevȃl ile menşe’ine yâni O’na döneceksin…
“Ölmeden önce ölenler” burada da kemȃle ererler, O’nunla “Bir” olurlar…
Toprağa su eklenmiş çamurdandır heykeli
Ateşte pişmiş çamur hava canın nefesi
Anȃsır-ı erbaa şu insanın bedeni
İçinde ruh olmasa olur muydu önemi
Lütuf kerem O’ndandır ALLAH verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli...
*
Hamd-ü senâ O’nadır rûhundan ruh üfledi
O’ndan geldiği için insan oldu değerli
O verdi emâneti hem halife eyledi
Kendini bil ey insan O’ndan iste kemȃli
Lütuf kerem O’ndandır ALLAH verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli...
*
Şu hayâtı incele kim işliyor fiili
Bende bir şey var sanma düşünme sakın şirki
Sıfatlanmış burada idrȃk eyle tevhidi
Varlık birdir efendim kesrette gör vahdeti
Lütuf kerem O’ndandır ALLAH verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli...
*
İnsan denilen mahluk hem ȃladır hem deni
Kȃh hayvandan aşağı kȃh melekten ileri
ALLAHa kul olursan lütuf eder kemȃli
Kȃmil insan olanlar olur Hakkın zȃhiri
Lütuf kerem O’ndandır ALLAH verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli...
*
Dost Eminim diyor ki düşün de bil kendini
Ömür gelip geçmeden tanı yüce RABBini
Hiç olduğun unutma zikir kulun görevi
Zikrullahla aşka gir yaşa gerçek tevhidi
Lütuf kerem O’ndandır ALLAH verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli...
Zevȃl sözcüğü, yok olma, sona erme anlamına geliyor. Bu dünyaya gelen her mahlȗk fȃni olup zevȃle uğrayacaktır.
Kemȃle ulaşmış kȃmil insanlardan olmak istiyorsak Peygamberimizin tavsiyesine uyup “ölmeden ölen” yani varlığını Hakka veren, şirk-i hafi’den çıkan, hiç olduğunu bilerek zevȃlini burada yaşayanlardan olalım inşaallah…
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Mûtû kable en temûtû: Ölmeden önce ölünüz!” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)
Çok kıymetli dostemin hocam,
ne zaman bir düşünme hali içerisinde bocalasam,
aklım karışsa, kurcalansa, herşey zor görünse,
zorlar daha zor olup gözümde büyüse,
Canlar Can'ı, Can Sultan'ı, biricik Kulihvani hocamızın
Zevk, Şiir, Yazı ve Dersleri ile de aynı istikamette OL-AN şiirleriniz de,
Biz'e klavuzluk etmekte şükürler OL-sun.
Çoğu zaman, ders niteliğindeki bir şiir,
allak bullak düşüncelerime bir sükun ulaşmasına vesile olmakta,
Rabbi Teala daimen razı olsun.
Şiir'in dilindeki yapıcı-onarıcı-yatıştırıcı-sükunet verici-islah edici etkiden olsa gerek,
birçok şeyler daha kolay anlaşılabilmete şiir anlatımı ile.
.
Lakin yukarıdaki şiiri okuyunca düşündüklerimi izah etmek isterim,
Bu tarz ifadeleri okumakta ve bazen haddimi aşmak pahasına lafzen bende kullanmaktayım.
"Bilen KİM?- Bildiren KİM?"
tarzında kendimle de bu ifadelerle konuştuğum olmakta.
Ancak sanırım ben ASL'en şahidi olmadığım bu ifadeleri kullanmak ile yalancı şahitlik etmiş olmaktayım.
Çünkü sadece söz ile bilmekte olduğum,
öyle olduğuna ise artık şüphesizce inandığım için kullanmaktayım bu ifadeleri.
İşite işite, okuya okuya, artık bu ikilemlerin yapay ve
akla izah etmeye yönelik tabirler olduğuna da tam bir kanaat içerisindeyim.
Aslolanın İllaALLAH olduğunu ve varlığın ancak O var diye ve dilediği için mevcutmuş gibi hissedildiğini bilmekteyim.
Ancak dediğim gibi, bu benim için hiç delil ve isbat ve misal asla getiremeyeceğim,
hiç şahidi olmadığım bilginin sadece bilgi olarak bende mevcut olduğunu çok iyi bilmekteyim.
Ve bu sebeple de içim çok huzursuz ve rahatsız olmakta.
"Ne biliyorsun, neyin şahidisin ki,
bu kelimeleri sahiplenmektesin"diyorum kendi kendime.
Gören de sadece kelimeler benden çıktı diye, beni birşey biliyor sanacak,
Allah muhafaza yanıltmış olacağım kendimi ve herkesi.
Ancak hep söylediğim gibi,
Bu Her fiilin Faili'nin Rabbi Teala'mız olduğunun inşaallah şu aklım ile şahidi de olacağıma dair umudum hep var.
ve ancak umudum var şimdilik.
Siz değerli büyüklerimizin hizmetlerinin feyz-ü berekatı ile inşaallah bu Bizim de nasibimiz OL-sun.
Hakikat-ı İlahi, Biz'ler için bir iman ettiğimiz menzil,
bir Saklı cennet bahçesi,
Yolunu ancak İZ İZ'leyerek ve şifreleri çözerek bulacağımız vazgeçilmez kıymette bir hedef.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin ümmeti için müjdelemiş olduğu cennet de ancak budur sanırım.
Rabbim edep yoksunluğundan muhafaza buyursun inşaallah,
Haddimi aşmış olan sözler sarf etmiş olmamayı diliyorum Rabbimden,
her daim maksadımız hayr ve iyilik ise de,
uslubumuz ve sözlerimiz kendimiz gibi kaba ve kusurlu olmuş olabilir.
İçinde bulunduğumu hissettiğim durumu arz etmeye yönelikti sözlerim.
Rabbim ebeden daimen razı ve sonsuz memnun olsun inşaallah,
en başta Canımız Kulihvani hocamızdan ve siz büyüklerimizden.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine sonsuz salat ve selamımız olsun,
Muhabbet-i Muhammediye ile ebedi saadete Nail OL-AN bahtlı kullarından OL-alım Rabbimizin inşaallah.
Elhamdülillahirabbülalemin. İnşaallah ve Amin.
Her nimet Sen’den gelir lütfun keremin çoktur
Dilencinim ben Sen’in isteklerim pek çoktur
Subhanallah’tır ismin Sen’in eksiğin yoktur
Kulun ise bir kemter,eksik,kusurum çoktur
Eksiğimi gider et Sen’in rahmetin çoktur
Bu kemtere yardım et yanında yüzüm yoktur…
*
“Eksiğin kafadadır nefis ister dünyayı
Nefsini yenmez isen bulamazsın Mevlâyı
Mecnun olup dolaşma arama sen Leylâyı
Tevhide gir Hakk’ı bul bırak hatta ukbâyı…
*
Hamd ile şükür ile eyvallah dedin ise
Kalmaz hiçbir eksiklik tevhide girdin ise
Müsemma bir vücutta bir esma oldun ise
İkilikten kurtulup Bir’liğe vardın ise
Eksik meksik hiç olmaz her şey harika olur
Gönül Mevlâyı bulur aklın fikrin Hakk olur…
Özünden içeri bak,özünde birÖZvardır
OÖZ'ü görmek için,kalbinde bir göz vardır ÖZ'ünü bilirsen sen,her mevsimin bahardır
İnsan-ı KâmillerdeÖZ'ü gören göz vardır…
Küllenmiş bile olsa herkeste bir köz vardır
ÖZünden konuşanda nice güzel söz vardır
Dost Eminim düşün senÖZ'ünü göreceksin ÖZünden içeri bakÖZünde birÖZvardır…
“Ben kendimi beğeniyom, çok mu banal çok mu narsist
Bende her şey mevcut diyom, çok mu banal çok mu narsist
Beni sevin sayın diyom, çok mu banal çok mu narsist
Her şey egom için diyom, çok mu banal çok mu narsist!..
*
Akıllıyım hem zekiyim, çok mu banal çok mu narsist
Yakışıklı ve güzelim, çok mu banal çok mu narsist
Her bir şeyi çok biliyom, çok mu banal çok mu narsist
Aferini hak ediyom, çok mu banal çok mu narsist!..
*
Yemek hakkım içmek hakkım, çok mu banal çok mu narsist
Gezmek hakkım yatmak hakkım, çok mu banal çok mu narsist
Dünya zevki tatmak hakkım, çok mu banal çok mu narsist
Egom ile ben yaşıyom, çok mu banal çok mu narsist!..
*
Neden beni kınıyonuz, çok mu banal çok mu narsist
Ben hayvana benzemiyom, çok mu banal çok mu narsist
Hayvan böyle yapamıyo, çok mu banal çok mu narsist
Ben hayvandan ileriyim, çok mu banal çok mu narsist? ”
*
Dost Eminim bu ne haldir çoğu insan hayvan gibi
Görünse de insan gibi çoğu insan hayvan gibi
Sen onlardan uzakta dur çoğu insan hayvan gibi
Kur’ân dahi yazıyor ki çoğu insan hayvan gibi!..
***
Banal: Bayağı,sıradan., alalade, adi, pespaye. Narsist: Kendine tapinan kişi, işi ilerletmiş megaloman. kendine aşık olmak durumunun örneği insanlar.
Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Narsistik kişilik bozukluğu kendini mükemmel görmek, başkalarını düşünmemek ve başkaları tarafından yargılanmaya aşırı hassasiyet olarak tanımlanabilir. Sadece kendini düşünmek ve davranışlarının başkalarına olan etkisini umursamamak bu kişilerin en temel özellikleridir.
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf 7/179)
Bu şiiri doğrudan kendime aldım,
kendime yakıştırdım,
hatta pek bir memnun da oldum.
başım gözüm üzeri kabul ettim çok kıymetli dostemin hocam.
İnsanı alkışlayan, güya hayvanlığını örtmeye çalışır gibi yapıp gözüne sokan çok olduğu halde,
ikaz edip, bak aynaya gör kendini diyen neredeyse yok.
Allah razı olsun.
Birgün şifamızı da Yaratır Rabbimiz inşaallah,
ümit etmek de birşeydir der avunuruz bir süre daha.
Bakalım gerisi Allah kerim.
Saygı ve hürmetlerim ile selam ederim inşaallah.
Tevhid; görünen görünmeyen tüm varlığı Allah’ın Bir’liği içinde bir bütün olarak algılama, tefekkür ederek zevk içinde kendinin de o tek varlık içre bir var olduğunu keşfetmeye dayalı Bir’lik kavramını ifade etmektedir ki sen, ben, o, bu veya şu yok, sadece ve sadece “O” var demektir…
Tevhid düşüncesini özümsemek için kendini ayrı bir varlık olarak görmemek ve tanık olduğumuz her fiilin failinin, her sıfatın mevsufunun ve var oluşta sadece O’nun varlığını ( vücudunu ) görmek gerekir…
Mevsuf; nitelenmiş, nitelikleriyle belirlenmiş. (sıfat tamlamalarında) tamlanan demektir. Fenȃ mertebelerinde tevhid-i sıfat aşamasında “ Lâ mevsufe illâllah” anahtar bir anlayıştır.
İlâhî sıfatlar, zâtî ve sübutî olarak ayrılır.
Zâtî sıfatlar :
1- Vücud (Varlık)
2- Kıdem (Ezeli)
3- Bekâ (Ebedi)
4- Vahdaniyet (Bir olma )
5- Kıyam binefsihî (Varlığının Zât’ından olması )
6- Muhalefetün-lil-havâdis ( Zât’ının mahlukata benzememesi)
Sübutî sıfatlar:
İmam Eşarî’ye göre yedi tanedir.
1- Hayat
2- İlim
3- İrade
4- Kudret
5- Sem’ (işitme)
6- Basar (görme)
7- Kelâm Maturidî Mezhebine göre sekizinci bir sıfat olarak Tekvin (Yaratma, var etme) sıfatı da mevcutdur, ancak bu sıfatı “Kudret” sıfatı içinde kabul edenler vardır.
Allah’ın bütün güzel isimleri bu sıfatlardan birine dayanır.
***
Tevhid anlayışında Allah’tan gayrı olan hiçbir şey mevcud olamaz yani “mâsivâ” yoktur…
Bu konuya uygun bir şiirimi aşağıda sunuyorum,
MÂSİVÂ
Tek Sen varsın âlemde mâsivâ yok sen varsın
Fail Sen’sin fiilde mâsivâ yok sen varsın
Sıfatta mevsuf Sen’sin mâsivâ yok sen varsın
Tek Sen varsın âlemde mâsivâ yok sen varsın…
*
Fiilde fail Sen’sin her işi Sen yaparsın
Sonsuz esma görünür bilinen müsemmâsın
Canlı cansız mahlukta her an ayrı şandasın
Lâ faile illâllah mâsivâ yok sen varsın…
*
Başka yoktur âlemde mevsuf Sen’sin Sen varsın
Hayat, ilim, irade, kudret Sen’sin Sen varsın
Semi, basar, sıfatın kevni kelam Sen varsın
Görünen görünmeyen mâsivâ yok Sen varsın..
*
Dost Emin Sen’den gelir mahlukat yok Sen varsın
Varlık Sen’i gösterir ezel, ebed Sen varsın
Eşya göze perdedir içte dışta Sen varsın
Ârif olanlar bilir mâsivâ yok Sen varsın…
***
Bu yazıda tevhid yolunda tevhid- sıfat anlayışı ve “ Lâ mevsufe illâllah” kavramının zevki için birkaç açıklama yapılmıştır. Tasavvuf ilmi içinde bizimki bir küçük damladır. Nefsimize aldanıp da bizde bize ait ayrı bir şey olduğunu sananlardan olmayız inşallah…
MEVSUF
Tüm sıfat-ı sübutu insan kendinden sandı
Hayat, ilim, irade, kudret sanki ondandı
Semi, Basar ondaydı, kevni kelam sıfattı
Aklı O’na tuzaktı mevsuf olan Allah’tı
İnsan nefse aldandı akıl ermez bu işe
Gerçekten hayret bir şey şaştım kaldım bu işe…
*
Düşünsene ey insan sen kimsin ki sıfat ne
Ayrı bir varlık mısın olacak sıfat sende
Halk etti seni Hȃlık görünürsün Zȃhirde
Bȃtın, Zȃhir tek O var, tek O işler âlemde
İnsan nefse aldandı akıl ermez bu işe
Gerçekten hayret bir şey şaştım kaldım bu işe…
*
Dost Eminim biliyor, fiil, sıfat, Zât’ından
Bizde bir şey yok diyor, bizdeki de hep O’ndan
İnsanlar aldanıyor sanıyor sıfat ondan
Olmayan bir varlıkta bahsedilmez sıfattan
İnsan nefse aldandı akıl ermez bu işe
Gerçekten hayret bir şey şaştım kaldım bu işe…
Zȃhir Bȃtın tek O var
Her sıfatta tek O var
Âşık olmuş mâşuk var
AŞK içinde tektir O…
*
Dost Emin yine coştun
Titredin AŞKa düştün
Var olanla buluştun
Her şey Bir’dir tektir O..
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den hadis-i kudsi : " ALLAH celle celâluhu : " Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve bu yüzden âlemi yarattım. " buyurmuştur. (Aclunî, Keşfu’l- Hâfâ II, 132)
Hiçbir şey yok idi, ȃmȃ idi, tek var olan “O” idi… O’nun indinde ise her bir şey var idi, ayan-ı sabite halinde O sahib idi… Zuhura gelip bilinsinler istedi ve “Ol!” emriyle var kıldı her bir şeyi… Kenz-i mahfi açıldı ve hȃla açılır durur, güzellikler saçılır durur, görenler âşık olur, akıllar durur…
“Ol!” denince önce nur oldu ( Biz buna Muhammedin Nuru deriz..) ki bu enerji dalgası kapladı âlemleri… Bu dalgalardan mini minnacık partiküller oluştu ve sonra çeşit, çeşit özellikte, nitelikte, nicelikte atomlar var oldu… Bu atomlar duydu “Ol!” emrini de karışımlar, bileşimler oluşmaya başladı… Hareket hiç durmadı, hareketten ısı doğdu, ateşte birleşen atomlardan hava oldu uçtu gökte ve ayrı iki cins atomdan su doğdu, aktı durdu ve diğer birleşimlerden elementler oluştu, karıştı, toprak yeryüzüne yayıldı…
“Ol!” emri ile yine bu görünür âlemde canlılar oluştu ki önce tek hücreden başladı ama bölündü çoğaldılar, evrildiler, geliştiler. Peki can nasıl geldi dersen “Ol!” diyenden O’ndan geldi zirâ üflemişti ruhundan… O’nun emri ile ortamın şartları ve işleyen yasaları sonucunda cansızdan bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan beşere ve beşerden insana kadar bir evrim söz konusu idi..
İşte bu hayatı var eden ve daim diri olan El-Hayy diğer bir ismiyle hayat veren El-Muhyî’dir…
***
Peki gaye ne idi? Kur’ânda ne deniyor bakalım;
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
---“Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne): “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30 )
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu): Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (YâSîn 36/82)
Bu hayatın gayesi olan halife, İnsan-ı Kȃmildir ve o yer yüzünde zâhir olmuş Hakk’ın aynasıdır…
Hayat böylece ortaya çıktı ve halen “Ol!” dedikçe Allah, hayat sürmekte, hatta evren gibi genişleyerek sürmekte.. Evren için ikinci fazda büzüşme var diyorlar yani başlangıç noktasına geri dönüş… Şüphesiz O’ndan gedik yine O’na döneceğiz…
***
Tohumdan tohum çıkar
İlk tohum nerden çıkar
Ol demeseydi Hȃlık
Nasıl olurdu mahluk
İlk tohuma “ol!” dedi
Çiçekler meyve verdi
Tohumdan tohum geldi
Vahdete kesret dendi
İşte bunu bilenler
Kemâlâta ererler
Kemâlâta erenler
Menşe’ine dönerler…
İnd: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Âyan-ı Sabite: Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye. Partikül: bir fizik terimidir.bir maddenin veya enerjinin en küçük parçacığı olarak tanımlanabilir. Menşe’: (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.
El Hayy :
El Muhyî :
El Hâliku :
Meşhur “Küntü kenzen mahfî” Kudsî Hadisi..
---ALLAH celle celâluhu: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım” buyurur. (Aclunî,Keşfu'l-hafa II, 132)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)e soruluyor: RABBımız, gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi?
---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ''Üstünde ve altında hava bulunmayan bir amâ daydı.'' buyuruyor. (İbni Mâce, Mukaddime 13)
“Ol!” emriyle:
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu): Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (YâSîn 36/82)
üflemişti ruhundan:
ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ ---“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne): Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?” (Secde 32/9)
halen “Ol!” dedikçe:
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ ---“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin: Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır.”(Rahmân 55/29)
İrade; bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, istenç olarak tanımlanmakta. Ezelden ebede yapan çatan Hakk’ın iradesine “küllî irade” diyoruz. Ayrıca insanın yapma yetisine de “cüz’i irade” deniyor.
Yola çıkan sȃliklerde irade kavramı hakkında çelişkili düşünceler olabiliyor. “Cüz’i irade var mı? Var ise ne kadar?” gibi…
Kendimce şöyle bir formül düşündüm; cüz’i iradenin küllî iradeye oranı yani küllî iradedeki miktarı, kişiye özel esmanın toplam esmadaki miktarı kadardır diyebiliriz…
( cüz’i irade / küllî irade = kişisel esma / toplam esma )
Bu değerin sıfıra çok yakın olduğu açıktır…
Yine formüle göre düşünürsek; topluluk olarak edilen dualarda kişisel esma miktarı artacağından cüz’i iradenin, isteğin etkinliği de artacaktır, ne kadar kalabalık kişi aynı dilekte bulunursa cüz’i irade artışa geçer yani diğer bir ifade ile sinerjik etki oluşur… Diğer yandan Allah’ın velîlerinde normal bir kişiye göre daha etkili ve fazla miktarda esma zuhura geldiğinden onların cüz’i iradesinin etkisi de normalden fazla olur… Velîyullahta mevcut etkin esmanın niteliği itibariyle cüz’i iradeleri netice verir ki biz bunlara kerâmet diyoruz… Yani bu üstün kapasiteli velîlerin duası, dileğiyle bazı istekler yerine gelir, sonuç verir… Diğer bir ifadeyle o velîler senin için Hızır aleyhi's-selâm yerindedir…
Ancak tevhid ehli için işin doğrusu şu ki; fail Allah, mevsuf Allah ve mevcud Allah olduğu için cüz’i irade de yoktur… Tek O vardır ve sadece O’nun iradesi söz konusudur…
Topraktın yani cansız, hareketsiz bir elementler yığını… “Ol!” dedi yüce Tanrı ve sen hücre, hücre çoğaldın… Sana ruhundan ruh verdi sen o ruhunla can buldun, insan oldun… O ruhtur seni canlı kılan, insan yapan, bedenin tamamen yaratıldı topraktan… Akıl verdi, idrȃkini açtı ve seni terbiye etti Rabbin… Anladın ki ben O’nun ruhuyla mücehhez bir canlıyım… Sen kendinde ve tüm yaratılmışlarda O’nu gördün, O’nu bildin tevhide girdin, varlığı “Bir” ledin… O halde idrȃki açılmamış insanlar gibi “ ben şunu yaptım, ben şuna sahibim vb.” diyebilir misin, kendini ve diğer yaratıkları Allah’tan ayrı görebilir misin? Fiili, sıfatı kendine nisbet etmek şirke düşmek olur ki en büyük günahtır…
Dost Eminim boşa demez
Fenâ bulan şirke düşmez
Ne zaman ki benlik bitmez
Şirk-i hafî senden gitmez
Allah bizleri benliğinden çıkmış, tevhide girmiş, hakikate ermiş, mârifete ulaşmış âriflerden etsin inşallah… O zaman sen O’dan razı O senden razı olarak cennetine buyur eder ki o cennet hem burada hem oradadır… Razı olan Bir’dir, sen senden razı ol yeter, kim olduğunu bil yeter…
Hayatı ilmiyle var eden, iradesiyle yöneten kudret O’nundur… Nisbetler farklı görünse de kesrette Vahid-i Ahad O’dur… Bir tek irade vardır o da O’nundur…
Sevgili ne isterse ben de onu isterim
İstemek ne kelime irâdem yoktur benim
İrade hep O’nundur belki de murad benim
Sevgili ne isterse ben de onu isterim…
Allah dilemez ise dileyemez bir insan
Hakkın iradesine boyun eğmektir iman
Gerçekten mü’min isen hareketin hep Hakk’tan
Mürid O’dur murad O, irade gelir O’ndan…
Mutlak küllî irade Allah’ındır Dost Emin
“Bizde bir şey yok” diyen sufîler gerçek mü’min
Tevekkülle boyun eğ Hakk sana verir elin
Müridi ol kulluk et muradı ol Rabb’inin…
Belirli veya belirsiz bir zaman içinde bir şeyin oluşumunu ummak, istemek, gözetlemek, sabretmek bizim için o oluşumu beklemek olarak tanımlanabilir. Bekleme esnasında arzuladığımız bir sonucun olduğunu görme isteği ve bu sonuç olursa mutlu olacağımız umudu vardır. Yaşantımızda beklentiler değişir, yenilenir ve hiç bitmeden ömür boyu sürer gider. Çünkü kendi düşüncemize göre dünyalar kurar ve o beklentilerde tatmin ve mutlu olacağımız ve hayatı anlamlı kılacağımız sanılır…
Beklentilerin çıkışındaki kaynak ve sürükleyici temel güç, insanın benliği ( nefsi, egosu vb.. ) olmaktadır. Kendini ve dışındaki her muhatabını ayrı birer varlık olarak gören insan kendini diğerlerinden üstün kılmak için düşler kurar ve beklentileri bitmez…
Çocukken oyunlarda üstün olmayı, büyüklerden aferin almayı isterdik. Öğrenciyken derslerde başarılı olmayı, öğretmenin gözüne girmeyi, sınıfları geçmeyi düşünürdük. Sonra, başkalarına göre iyi bir meslek sahibi olmayı, çokça para kazanmayı, evlenmeyi, ev almayı, çocuk sahibi olmayı, vs. türlü şeyleri hayal ederek yaşadık, yaşlandık… İyi, kötü her istediğin ya oldu, ya kısmen oldu, ya da olmadı, yaş ilerleyince gördük ki, beklentiler hiç bitmiyor, beklediğin mutluluk, bir başka hayal ile ve hep geleceğe kalıyor…
Peki neden hep beklenti içinde huzursuz, mutsuz bir ömür tüketiyoruz? Çünkü yarına çıkabileceği bile şüpheli olan insan, bu ȃlemde küçük aklıyla işlerin kendi istediği gibi olmasını diliyor ve gerçeği görmemekte ısrar ediyor da ondan…
***
Güzel dostum, gerçekten huzuru ve mutluluğu yaşamak istiyorsan; önce şöyle fikren uzaya çıkıp gökcisimlerini, dünyayı düşün, yeryüzüne in etrafındaki canlıyı cansızı gözlemle, dokümanları topla makro, mikro yaratılmışları gör ve hayretle kendine sor ki bu yaratılmış düzeni kim var etti? Kim bu işleyişi sağlıyor? Bu düzenin yaratılıp aksamadan işlemesi için aklın alamayacağı bir ilim, kudret ve irade sahibi zorunlu olarak bir “Yaratan” , ( vacibü’l- vücud ) gerekiyor… İşte o “ALLAH celle celâluhu ” dur.. Ve o Bir’dir, doğmamış, doğurmamıştır, her şey O’na muhtaçtır… Bȃtın ( görünmeyen ) ȃlemde de Zȃhir ( görünen ) bu ȃlemde de tek O vardır… Yani tanımlanan her şey O’ndandır… Bu zȃhir ȃlemde sen ve dışındaki her şey fiiliyle, sıfatıyla, varlığıyla O’ndan zuhur etmiştir… Düzen O’nun düzeniyken sen kendini ayrı sanıp kendi nefsinle düşünüp düzenleme yapmak istersen aldanırsın, mutsuz olursun… Bu rüya ȃleminde yaptıklarından tatmin olmayı beklersen yardımı, inâyeti O’ndan bekliyeceksin!..
İNÂYET OLA
Huzuru dünyada kimse bulamaz
Taa ki Mevlâ’mızdan inâyet ola
Bir rüya içinde mutluluk olmaz
Ta ki Mevlâ’mızdan inâyet ola
*
Kimisi az bulur parayı pulu
Çalıp çırpmak için dener her yolu
Bulamaz yine de o mutluluğu
Açgöze Mevlâ’dan inâyet ola
*
Kimisi kusuru kadında arar
Başka bir hanıma aklını takar
Mutluluk adına eşini boşar
Şaşkına Mevlâ’dan inâyet ola…
*
Kimisi şarapla kafayı bulur
Dünyayı unutur beyni uyuşur
Geçince etkisi çok kötü olur
Sarhoşa Mevlâ’dan inâyet ola…
*
Dost Emin diyor ki huzur imanda
Muhammed dininde yani İslam’da
Başka huzur yoktur yalan dünyada
Mü’mine Mevlâ’dan inâyet ola…