Kul İhvani KÂRİA SÛRESİ ŞERHi
Gönderilme zamanı: 12 Nis 2008, 11:35
KÂRİA SÛRESİ : 101. Sûre :
اَلْقَارِعَةُ
---''El kariah. '' "Kâria!" : şiddetle vuran, var gücüyle yüklenen, felâket kapısını çalan apaçık büyük belâ, kıyâmet. (Kâria 101 / 1)
مَا الْقَارِعَةُ
---''Mel kariah.''
"Nedir Kâria!" : onun ne olduğunu biliyor musun? (insan hafsalası alır mı sanıyorsun?) (Kâria 101 / 2)
وَمَا اَدْرٰیكَ مَا الْقَارِعَةُ
--- ''Ve ma edrake mel kariah.: Ve nedir sana Kâria'yı bildiren?" İnsana idrak ettirecek şey nedir, o müthiş paniği? (Kâria 101 / 3)
Kâria : kıyâmetin isimlerinden biri olduğunda ittifak vardır. Mesele şu ki o gün insan aklının bildiği, tanıdığı, yaşadığı ve tasavvur ettiği tüm sistem bir sur sayhası ve gürültüsü ile alt üst olmuştur.
Herşey yerle bir olmuştur. Çılgın çarpışmalarla un ufak oluş yürekleri ağza getirecek bir dehşet sergiliyor.
İnsan aklının, vehminin ve zannının ötesinde insan takdirinden uzaktır.
يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ
--- ''Yevme yekunun nasu kelferaşil mebsûs. :O gün insanlar çırpınıp yayılan pervâneler gibi olacak."Ateşe düşmüş kelebekler gibi çırpınan, rastgele kaçışmaya çalışan insanlar... Kırılmış bir tesbih tanelerinin beton üstünde dağılıp saçılması gibi mebsüs insanlar... (Kâria 101 / 4)
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ
---''Ve tekunul cibalu kel'ihnil menfûş. : Dağlar atılmış (didilmiş) renkli (rengarenk) yünler gibi olacak!" (Kâria 101 / 5)
Âyet-i celileye "Benlik dağları"hikmetiyle bakıp, "Nûh (aleyhi's-selâm)'ın oğlunun sığındığı Ben Dağı gibi"desek...
Nefsin "Ben Dağı"nın, yedi renginin ortaya didik didik döküldüğü zâhir-bâtın, dış-iç, diye bir şeyin kalmadığı gün desek, zevkolur...
Ne var ki ileri gidersek taşa tutarlar!
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ
---''Ve tekunul cibalu kel'ihnil menfûş.: İşte kimin tartıları ağır gelirse..." (Kâria 101 / 6)
Tartıları ağır basana gelince :
Mevâzin : "mevzûn"un çoğulu alınırsa; kıymet ve değeri olan ameli sâlihâlar.
"El mîzân"ın çoğulu alınırsa; teraziler olup ikisi de aynı yere çıkar ki hakk ve hayr ağır, bâtıl ve şer olanlar hafif gelecektir.
فَهُوَ فٖى عٖيشَةٍ رَاضِيَةٍ
---''Fe huve fi îşetir radiyeh. : Artık o, hoşnut (razı olacağı) bir yaşayıştadır." (Kâria 101/7)
İşte onlar, gerçek ve ebedî rıza hayatına kavuşurlar.
--- "Şüphesiz ki ashabe'l-cennet o gün fakihe meşgalesi içindedirler." (Yâsîn 36/55)
Diğerleri korkunç hâller içinde iken cennet ashabı (sahibi) olmaya hak edenler, hasat (fakihe,olgunluklar) la meşgul olurlar.
Ektiklerini biçiyorlar, diktiklerini topluyorlar. Harman ve hasat zamanı, bağ ve bostan bozumu...
Kemâlât meyvelerini devşirme mevsimi!
İşte "işetin Raziyeh...." : rıza yaşayışı...
Bir nefs râziyyeten sırrına erdiyse, merzîyyeten meyvelerini topluyor...
وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازٖينُهُ
--- ''Ve emma men haffet mevazinuh.: Tartıları hafif gelene (kimseye) gelince " (Kâria 101 /8)
Seyyiâtı, hasenâtından fazla çıkana gelince :
فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌ
---''Fe ummuhu haviyeh.: Artık onun anası "Hâviye"dir." (Kâria 101 /9)
Onu saracak ana kucağı hâviyedir ve anası ağlamış demektir. Anasından emdiği son kez burnundan gelecektir. Yaşarken onun anası hevâsı idi. Âhirette de hevâ cehennemi olacaktır.
وَمَا اَدْرٰیكَ مَا هِيَهْ
---''Ve ma edrake mahiyeh.: Onun mâhiyetini sana bildiren nedir?" (Kâria 101 /10)
Hâviyenin; hûviyeti ve mâhiyetini her aklı olup "insan sûretindeyim" diyen oturup kendi nefsinde uzunca düşünsün.
Ve unutmasın ki ALLAH Tealâ; hâşâ, cennet ve cehennem diye tesisler kurmuş, donatmış ve hazır edip bekliyor değil...
Herkes nurunu da narını da burada ekiyor orada biçiyor...
Ya da çıkan canının içinde götürüyor!
Hayat oyun değil dostlar! Keşke olsaydı ama, oyun değil! Bizlerde oyuncu değiliz!
نَارٌ حَامِيَةٌ
---''Narun hamiyeh.: Kızgın ateş!" (Kâria 101 /11)
Hami : görüp gözeten, sahib çıkan.
Muhami : avukat. Artık onu âhirette himâye eden; kendisinin, dünya hayatında koruyucusu ve samimî dostu ve avukatı olduğu hevâ-heves ve cehâleti, cehennemi olur.
Herşey sırayla...
İşte böylesine akıl fikir eremez bir kıyâmet günü...
Hoş, insanın aklı, neye doğru dürüst erdi ya...
Doğuma mı, ölüme mi, ağlayana mı, gülene mi?
(Kul İhvani, Muhammedi Tasavvuf'tan)
اَلْقَارِعَةُ
---''El kariah. '' "Kâria!" : şiddetle vuran, var gücüyle yüklenen, felâket kapısını çalan apaçık büyük belâ, kıyâmet. (Kâria 101 / 1)
مَا الْقَارِعَةُ
---''Mel kariah.''
"Nedir Kâria!" : onun ne olduğunu biliyor musun? (insan hafsalası alır mı sanıyorsun?) (Kâria 101 / 2)
وَمَا اَدْرٰیكَ مَا الْقَارِعَةُ
--- ''Ve ma edrake mel kariah.: Ve nedir sana Kâria'yı bildiren?" İnsana idrak ettirecek şey nedir, o müthiş paniği? (Kâria 101 / 3)
Kâria : kıyâmetin isimlerinden biri olduğunda ittifak vardır. Mesele şu ki o gün insan aklının bildiği, tanıdığı, yaşadığı ve tasavvur ettiği tüm sistem bir sur sayhası ve gürültüsü ile alt üst olmuştur.
Herşey yerle bir olmuştur. Çılgın çarpışmalarla un ufak oluş yürekleri ağza getirecek bir dehşet sergiliyor.
İnsan aklının, vehminin ve zannının ötesinde insan takdirinden uzaktır.
يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ
--- ''Yevme yekunun nasu kelferaşil mebsûs. :O gün insanlar çırpınıp yayılan pervâneler gibi olacak."Ateşe düşmüş kelebekler gibi çırpınan, rastgele kaçışmaya çalışan insanlar... Kırılmış bir tesbih tanelerinin beton üstünde dağılıp saçılması gibi mebsüs insanlar... (Kâria 101 / 4)
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ
---''Ve tekunul cibalu kel'ihnil menfûş. : Dağlar atılmış (didilmiş) renkli (rengarenk) yünler gibi olacak!" (Kâria 101 / 5)
Âyet-i celileye "Benlik dağları"hikmetiyle bakıp, "Nûh (aleyhi's-selâm)'ın oğlunun sığındığı Ben Dağı gibi"desek...
Nefsin "Ben Dağı"nın, yedi renginin ortaya didik didik döküldüğü zâhir-bâtın, dış-iç, diye bir şeyin kalmadığı gün desek, zevkolur...
Ne var ki ileri gidersek taşa tutarlar!
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ
---''Ve tekunul cibalu kel'ihnil menfûş.: İşte kimin tartıları ağır gelirse..." (Kâria 101 / 6)
Tartıları ağır basana gelince :
Mevâzin : "mevzûn"un çoğulu alınırsa; kıymet ve değeri olan ameli sâlihâlar.
"El mîzân"ın çoğulu alınırsa; teraziler olup ikisi de aynı yere çıkar ki hakk ve hayr ağır, bâtıl ve şer olanlar hafif gelecektir.
فَهُوَ فٖى عٖيشَةٍ رَاضِيَةٍ
---''Fe huve fi îşetir radiyeh. : Artık o, hoşnut (razı olacağı) bir yaşayıştadır." (Kâria 101/7)
İşte onlar, gerçek ve ebedî rıza hayatına kavuşurlar.
--- "Şüphesiz ki ashabe'l-cennet o gün fakihe meşgalesi içindedirler." (Yâsîn 36/55)
Diğerleri korkunç hâller içinde iken cennet ashabı (sahibi) olmaya hak edenler, hasat (fakihe,olgunluklar) la meşgul olurlar.
Ektiklerini biçiyorlar, diktiklerini topluyorlar. Harman ve hasat zamanı, bağ ve bostan bozumu...
Kemâlât meyvelerini devşirme mevsimi!
İşte "işetin Raziyeh...." : rıza yaşayışı...
Bir nefs râziyyeten sırrına erdiyse, merzîyyeten meyvelerini topluyor...
وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازٖينُهُ
--- ''Ve emma men haffet mevazinuh.: Tartıları hafif gelene (kimseye) gelince " (Kâria 101 /8)
Seyyiâtı, hasenâtından fazla çıkana gelince :
فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌ
---''Fe ummuhu haviyeh.: Artık onun anası "Hâviye"dir." (Kâria 101 /9)
Onu saracak ana kucağı hâviyedir ve anası ağlamış demektir. Anasından emdiği son kez burnundan gelecektir. Yaşarken onun anası hevâsı idi. Âhirette de hevâ cehennemi olacaktır.
وَمَا اَدْرٰیكَ مَا هِيَهْ
---''Ve ma edrake mahiyeh.: Onun mâhiyetini sana bildiren nedir?" (Kâria 101 /10)
Hâviyenin; hûviyeti ve mâhiyetini her aklı olup "insan sûretindeyim" diyen oturup kendi nefsinde uzunca düşünsün.
Ve unutmasın ki ALLAH Tealâ; hâşâ, cennet ve cehennem diye tesisler kurmuş, donatmış ve hazır edip bekliyor değil...
Herkes nurunu da narını da burada ekiyor orada biçiyor...
Ya da çıkan canının içinde götürüyor!
Hayat oyun değil dostlar! Keşke olsaydı ama, oyun değil! Bizlerde oyuncu değiliz!
نَارٌ حَامِيَةٌ
---''Narun hamiyeh.: Kızgın ateş!" (Kâria 101 /11)
Hami : görüp gözeten, sahib çıkan.
Muhami : avukat. Artık onu âhirette himâye eden; kendisinin, dünya hayatında koruyucusu ve samimî dostu ve avukatı olduğu hevâ-heves ve cehâleti, cehennemi olur.
Herşey sırayla...
İşte böylesine akıl fikir eremez bir kıyâmet günü...
Hoş, insanın aklı, neye doğru dürüst erdi ya...
Doğuma mı, ölüme mi, ağlayana mı, gülene mi?
(Kul İhvani, Muhammedi Tasavvuf'tan)