EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXIII

إنَّما يُذكَّرُ من يَجُوْزُ عليه الإغْفالُ ، و إنَّما يُنَبَّهُ منْ يُمْكِنُ منهُ الإهْمالُ

Ancak gaflet edebilecek olana hatırlatılır
ve sencak ihmal edecek olana tembih edilir.


Bu cümle: talebin terki edeb olabileceğine delil gibidir.
Çünkü taleb de gaflet olabileceğini müş'irdir. Tembih etmek ise ihmalin vuku’unu göstermektedir.
Bunların cümlesinden Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri münezzehtir.
İşte bu illetlere binaen talebin terkini edebe muvafık görmüşlerdir.


Müş'ir : İş'ar eden, haber veren, bildiren.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXIV

وُرُودُ الفاقاتِ أعْيادُ المُرِيدينَ

Yoksullukların gelişi müridlerin bayramlarıdır.

Bayramlar meserretle halka avdet eden sevinç
günleridir ve bu sevinçlerde halk muhteliftir.
Bir kısmının sevinci nefsin isteklerine kavuşmasiyledir ki umumîyetle Müslümanların hâli böyledir.
Bir kısmının dahi meserret ve ferahı nefsin hoşlana­caklarının bulunmamasıdır ki, has olan mürid­lerin hâlleridir.
Bunların işleri güçleri kalblerine murad ile sırlarını ağyarın bulantılarından tasfiye etmektir.
Ve bu hâli yoksulluğun türlüsiyle kendi­lerini kahredecek şiddetli fakr mertebesini buluş­lariyle hâsıl olmaktadır.
Bunları öyle bir hâlde görürsün ki fakrı gınâya ve şiddeti rızaya ve zilleti izzete ve marazı sıhhate tercih ederler.
Çünkü bu durumda öyle bir rikkat ve halavet duyarlar ki, kadir ve kıyınetini ancak kendileri bilirler.
Bunların fakru fâkası arttıkça Mevlâlarına kurbiyyetleri o nisbette artmaktadır.



Meserret : Sevinç. şenlik. Sürur.
Avdet : Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu'.
Maraz : Hastalık, illet, dert. Belâ.
Kurbiyyet : Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXV

رُبّما وجَدْتَ مِنَ الْمزِيدِ في الْفاقاتِ ما لا تَجِدُهُ في الصَّومِ والصَّلاةِ

İhtiyaç ve yoksullukların artmasında bulabileceğini olabilir ki oruç ve namazda bulamazsın.

İhtiyaç ve fâkaların gelişlerinde mürid için kalbin sâfiyeti ve serirenin tahareti gibi birçok ziyâdelikler olabilir ki, onları oruç ve namazda bulamazsın. Çünkü evvelce geçen hikmetlerde denildiği gibi oruç ve namazda nefsin şehvet ve hevası olabilir.
Bu yolda âfetlerin sızmasından emniyet hasıl olmaz.
Tezkiyenin de faydası olamaz.
Fâkaların gelişleri böyle değildir.
Çünkü heva ve şehvete her hâlde münafidir.


Serire : (C.: Serâir) Gizli şey, gizli sır. Gizli hal veya fikir. * Yatak.
Taharet : Temizlik. Nezafet. Temizlenmek. * Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir.
Tezkiye : Doğruluğuna şehadet etmek. * Zekât vermek. * Zekât almak. * Pak ve temiz etmek. * Övmek, medhetmek. * Birisinin durumu hakkında soruşturmak.
Münafi : Zıt, uymaz, aksi, aykırı. Mugayir ve muhalif olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXVI

الْفاقاتُ بُسُطُ المواهِبِ

İhtiyaç ve fakru fâka:
Bağışların yayılış sergileridir.


İhtiyaç ve fâkalar: Sâliki Hak Teâlâ'nın
huzurunda bulundurur ve doğruluğun döşeğinde oturtur.
Böyle mukaddes bir hengamede Rabbanî nefehatın ve Rahmanî büyük bağışlarla tecellîyatın zevk ve şevkini ancak orada bulunmuş olanlar bilirler..


Hengame : f. Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata.
Nefehat : (Nefha. C.) Esintiler. Üfürmeler.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXVII

إنْ أردْتَ وُرُودَ المواهِبِ عليكَ ، صَحِّحِ الفقْرَ و الفاقَةَ لديكَ : إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء

Eğer üzerine bağışların gelişlerini istersen kendi yanında fakru fâkayı gerçekleştir.
Sadakalar ancak fakir olanlar içindir.


إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

“Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/60)

Bu cümlenin müeddası şimdi söylediği gibidir. Akabinde âyetin zikredilmesi bediî bir işareti haizdir ve fakru fâkanın gerçekleştirilmesi ubu­diyetin evsâfiyle tahakkuk etmektir ki, bu müteakib hikmette gelecektir.
Müellifin istişhad eylediği âyetin Sofiye mesleğine göre fakirin doğruluğu sadakayı verenden almasıdır.
Verene müteveccih olup elinde sadaka bulunandan alması değildir.
Şu hâlde hakikatte veren Hak Teâlâ'dır.
Çünkü sadakaları onlara vermeyi emreylemiştir. Haktan kabul ederse himmetinin yüksekliğiyle fakrında doğru bir fakirdir.
Vasıtalardan kabul edecek kimse ise himmetinin düşüklüğü ile beraber görünüş itibariyle sûrî bir fakir demektir.


Müedda : (Edâ. dan) Mânâ, anlam, mefhum, kavram. * Eda olunmuş.
Evsâf : (Vasf. C.) Vasıflar, sıfatlar.
müteakib : Sıra ile, birbiri arkasından gelen.
İstişhad : Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. * Şehid olmak.
Müteveccih :Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Sûrî : Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXVIII


تحقَّقْ بأوْصافِكَ يُمِدَّكَ بأوْصافِهِ . تحقَّقْ بِذُلِّكَ يُمِدَّكَ بِعِزِّهِ . تحقَّقْ بِعَجْزِكَ يُمِدَّكَ بِقُدْرَتِهِ . تحقَّقْ بِضَعْفِكَ يُمِدَّكَ بِح,ْلِهِ وَ قُوَّتِهِ

Kendi beşerîyet vasıfların ile gerçekleş ki Hak Teâlâ ilâhî vasıflariyle sana imdad etsin.
Zilletin ve aczin ve za'fın ile gerçekleşir isen O kendi ilâhî vasıfları, izzi ve kudreti ve havl ve kuvveti ile sana imdad edecektir.


Bu hikmet: İhtiyaç ve yoksulluk ile bunların
karşılıkları olan ihsan ve bağışların münasebet­lerini göstermektedir.
Şâzelî, taifesinin büyük üstadı Ebu’l- Hasan Ali Şâzelî Ubudiyyetin doğ­ruluğu hakkında diyor ki : “Fakr u acze mülâzemetle Allah için zillette bulunmaktır.”
Bu vasıfların ezdadı Rububiyetin mukaddes sıfatlarıdır.
Bunlara göre sana ne?
Sen hemen beşerî vasıfiarın ile tahakkuk etmeğe çalış.
Ya Ganî Ya Allah! Sen’den gayri fakirin kimi var? dediğin zaman onu hazır bulmuş olursun.
Hikmetler müellifinin sözlerindeki konular büyük üstad Ebu’l- Hasan Şâzelî’nin min­hacı üzere cereyan etmektedir.


Za'f :Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.
İzz : Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Alikadir olmak. Kavi. Şerif. Azim.
Ezdad : Zıdlar. Mukabil ve muhalif olan şeyler. Birbirinin tersi veya zıddı olanlar.
Min­hac : Meslek. Yol. Açık ve belli yol. * f. Büyük ve işlek cadde.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXIX

رُبّما رُزِقَ الكَرامةَ منْ لمْ تكْمُلُ لَهُ الاسْتِقامَةُ .

İstikametle tekemmül etmiyen kerametle rızıklanmış olabilir.

Hakiki keramet ancak istikametin husul bul­muş ve kemâle ermiş olmasiyledir.
Bunun da merci’i ikidir.
Biri Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine imanın sıhhati ve Hatemü’n- Nebiyyin'e zâhir ve bâtında iktida ve tebaiyettir.
Kula vacib olan ancak bunlara vasıl olmak için çalışmaktır.
Âdet­lerin harikası mânâsına gelen keramet ise muhak­kiklerin nazarında ibrete şayan değildir. Çünkü istikamette tekemmül etmiyenlerde de görülür.
Şâzelî erenlerinden Ebu’l- Abbas-i Mürsî :
“Bir adam yürür iken yol dürülüp de kendini Mekke'de yahut diğer memleketlerde bulsa mühim bir iş görmüş değildir.
Asıl ehemmiyetli iş nefsin vasıflarını dürüp tayy etmektir ki, bu kendini Rabbin huzu­
runda bulmaktır.”
Ebu Muhammed Mürteiş'e : “Filan; zât su üzerinde yürüyor!” diyorlar.
“Nefsin hevasına muhalif olan kimse benim nazarımda daha büyük­tür!” buyuruyor.


Merci’ : Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
İktida : Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek.
Tebaiyet : Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme.
Şayan : f. Münasib, lâyık, yaraşır.
Tayy : Bükmek, sarmak, dürmek. * Kaldırmak. * Geçmek. * Açmak. * Çıkarmak. Bir haberi ketmetmek. Kasten açtırmak. * Atlama, üzerinden geçme.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXX


مِنْ عَلامَةِ الحقَّ لك في الشَّيْءِ إقامَتُهُ إيَّاكَ فيهِ مَعَ حُصُولِ النَّتتاءِجِ .

Hak Teâlâ'nın seni bir şeyde ikame edib durdurması âlimetlerinden biri o durumda neticelerin hasıl olmasıdır.

Kulun kendi kendine bir amel, yahut bir hâl ve durumda bulunuşunun itibarı yoktur.
İbret ancak Hakkın seni bulundurduğu durumda olmakla beraber neticelerinin hasıl olmasındadır.
Hak Teâlâ'nın kulunu durdurduğu tecrid ve esbab durumlarına ait hikmetlerin ikincisi :


ان إقامتِكَ التجريد مع إقامةِ اللِّه إيَّاكَ في الأسباب

Hikmetinde tafsil edilmiş idi.
Buradaki hikmet aynı ikinci hikmetteki durumları andırıyor.
Hak Teâlâ herhangi bir şeyde kulunu durduruyorsa o durumda devam ettirerek netice­lerini in'am etmesidir.
Bu sûrette iltizamı icâb eden edebler ve tutumlar vardır ki tecrid ve esbab bahislerinde gösterilmiş idi.


İkame : Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
Tecrid : Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. * Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek. * Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi. * Soyma, soyulma.
Esbab : (Sebeb. C.) Sebebler. Bir şeye vâsıta olanlar. Sebeb olanlar.
İn'am : Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. (Bak: Nimet)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXI

من عبَّرَ منْ بِساطِ إحْسانِهِ أصْمَتَتْهُ الإساءَةُ ، و من عبَّرَ منْ بِساطِ إحْسانِ اﷲ إليهِ لمْ يَصْمُتْ إذا أساءَ .

Kendi iyilikleri ve taâtleri dolayısiyle dilleri açılıp nasihatlerde bulunanlar bir mâsiyette bulunacak olurlarsa mâsiyet kendilerini susturur ve Allahu Teâlâ'nın ihsâniyle dili açılarak nasihat ve mevizalarda bulunanları herhangi bir mâsiyetin vuku’u sustura­maz.

Kendi nefsinin iyiliğini gören ve ilâhî tâatlere devam eden kimse dili açılıp da Allah’ın kullarına va'zederken kendisinden bir kötülük vuku’ bulacak olursa hacâlet ve utancından sıkılarak susmuş olur
B u yol teklif ehlinin yoludur.
Bunlar kendilerinden Allah’a doğru giden iyi ve kötü amellerine bakan kimselerdir.
Allahu Teâlâ'nın ihsanını görünce nefsinin iyiliklerinden gaib olup görmiyen­le dilleri açılır.
Her iki hâlette dillerin açılışlarınd­a bir fark yoktur. Vahdâniyet ve Kayyumiyyet müşahedesi her iki hâlette dilin cür'etini mucib olmaktadır.
Bu yol dahi târif ehlinin yoludur.
Hak Teâlâ'dan kendilerine gelen ilhamlara bakan kimselerdir.


Hâlet : Suret. Hâl. Keyfiyet.
Meviza : Mev'ize. Öğüt. Nasihat. * Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.
Mâsiyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Hacâlet : Utanma. Utanç.
Kayyumiyyet : Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu, dâimî mevcudiyeti, bâkiliği. (Bak: Kayyum)
Cür'et :Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.
Mucib : (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXII

تَسْبقُ أنْوَارُ الحُكَماءِؤ أقْوَاالَهُمْ ، فَحيْثُ صارَ التَّنْوِيرُ وَصَلَ التَّعْبِيرُ

Hükâmanın nurları sözlerinden daha ileri geçer. Nurlandırmak nereye varırsa tâbiri bu bakıma göredir.

Hukema: Hâkim kelimesinin cem’idir.
Hik­meti bilenler demektir.
Mukaddes kitabımızda :


يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيراً وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُوا الأَلْبَابِ

Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 2/269)

“Ve kime hikmet verilmiş ise ona birçok hayır verilmiştir.” buyu­ruluyor.
Şu hâlde Hukema, Allah'ı ârif olanlar bilenler demektir.
Kendilerine mensub olan nurlar Allah hakkındaki bilgilerinin nurları ve yakîn kuvvetleridir.
Bütün işler: Şeriki olmyan Allah'ın kudreti elindedir. Allah'ın kullarını irşad etmek ve Allah'ın izniyle kendilerine nasihatlerde bulunmak diledikleri zaman gönüllerinin nurları iftikar ve iltica ile Allah'a doğru ilerlemeye başlar.
Kullarına hikmet sözleri söylendikçe kalblerinde kabul ve istidat yaratması niyazında bulunurlar.
Hak Teâlâ bu niyazlarını kabul eder.
Hikmet sözleriyle tekellüm ettikçe Hukema esrarının nurları kalblerinde yerleştiği için ölü bir yerin coşkun yağmur sularını telâkki ettiği gibi telâkki etmekle fayda ve tam bir menfaat bulurlar. Hukemanın Allah'ı ârif olup bilmeleri Allah korkusundan ileri gelmektedir.
Rivâyet edilen eserlerde :


راس الحكمة مخافةاﷲ

“Hikmetin başı Allah kurkusudur” şerefli hadisi varid olmuştur.
Mukaddes kitabımızda :

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ

İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.” (Fatır 35/28)

“Allah'ın kullarından ancak bilgin kimseler Allah'tan korkarlar.” buyu­ruluyor.
Allah'tan havf ve haşyeti mucib olan bilgi
Allah'ı bilmektir.
Şu hâlde hukema Allah'ı bilen kimseler demektir. Her ne kadar diğer resmi bilgi­lerde zayıf ve başkaları gibi dilleri dönmez ise de Hak ve hakikat bilgisi bunlardadır.


Tekellüm : (C.: Tekellümât) Konuşmak. Söylemek.
Hukema : (Hakîm. C.) Âlimler. Çok bilgili kimseler.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXIII

كُلُّ كلامٍ يَبْرُزُ و عليهِ كِسْوَةُ القَلْبِ الَّذِي منهُ برزَ

Açıklanan herhangi bir söz onu açıklamış olan kalbin kisvesi üzerindedir.

İnsanın dili kalbinin tercümanıdır.
Kalb, saf ve ağyarın bulantılarından temizlenmiş olursa üzerine manevî nurlar işrak eder ve o nisbette dilin tercümanlığı ile nuranî sözler söylemeğe başlar.
Bu sözler işitenlerin kulaklarına girince kalblerindeki bağlar açılır.
Hakk’ın nidasını işi­tirler ve icâbet ederler.
Hafız Ebu Ukaym, Said bin Asım'dan rivâyetle şöyle anlatır: “Kadılardan bir zât tabiînden Muhammed ibni Vâsı’ın mecli­sine yakın bir yerde halka vaiz ve nasihat esnasın­da havf ve haşyetle titriyen kalbler ve göz yaşı döken gözleri ve tüyleri ürperten ve damarları çekilen derileri görmüyorum!” der. Muhammed ibni Vâsı, bu vaize hitaben: “Söylemekte olduğun hâllerin senin sözlerinden neş'et eylediğini görü­yorum.
İlâhî bir zikir bir kalbden nasıl çıkarsa çıktığı gibi diğer bir kalbe girer!” demiştir.
Hikmetlerin müellifi Tacüddin Atâullah, Şazelî taifesinin eren­lerinden Ebu’l- Abbas-i Mürsî'den feyz alan azizler­dendir.

Tacüddin Atâullah’ın kadri ne kadar yüksek olduğu üstadı Ebu’l-'abbas-i Mürsî'nin şehâdet­leriyle anlaşılmaktadır.
Letaif-ül-Minen eserinde diyor ki : “Üstadımızın şakirdlerinden bir arkadaşa, üstadımızın gönlünde bulunmaklığı çok özlü­yorum demiştim. Arkadaşım bu arzumu üstadı­mıza söylemiş, huzuruna girdiğimde: “Şeyhinizin gönlünde bulunmayı istemeyiniz, belki şeyhini­zin sizin kalbinizde bulunmasına çalışınız, şeyhi­niz kalbinizde ne kadar bulunursa siz de şeyhi­nizin kalbinde o nisbette bulunmuş olursunuz!” buyurdular.
“Daha sonra ne olmak istersin?” dedi, şöyle şöyle olursun diyerek birtakım mertebeler saydı.
Bunlardan yalnız bir cümleyi hatırlıyorum.
“Azim bir hâl sahibi olacaksın!” buyurmuş idi.”
Üstadın oğlu Cemâlüddin diyor ki :
“Atâullah'ı fıkıh ilminde en ileriye geçirmek istediklerini pederime söyledim.
Biz onu tasavvufta en ileri makama geçireceğiz dediler.”


Kisve : Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
İşrak : Güneş doğmak. Işıklandırmak. Parlatmak. * Güneşlik yere dahil olmak. * Mc: Kalbe mânaların doğması.
Neş'et : Meydana gelmek, vücuda gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi olmak. Yetişmek, ileri gelmek. * Çıkmak. Kaynak olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXIV

مَنْ أُذِنَ لهُ في التَّعْبِيرِ فُهِمَتْ في مَسامعِ الخَلْقِ عِبارَتُهُ ، و جُلِّيَتْ إليهمْ إشارتُهُ

Her kime hakikatlere dair söz söylemeğe izin verilirse söylediği sözleri halkın gönüllerinde anlaşılmış ve işaretleri açıklanmış olur.

Sulehadan Ahmed-ül-Kassar'a diyorlar ki: “Seleflerimiz eshab ve tabiînin sözleri bizim sözle­
rimizden daha ziyâde faydalı olması nedendir?”
Cevabında: “Seleflerimiz İslamın izzeti ve nüfusun necatı ve Rahman'ın rızası için söylerler idi.
Bizler ise kendi nefsimizin izzeti ve dünya ve halkın hoşlarına gidecek sözler söyleriz demiştir.”


Suleha : (Sâlih. C.) Salihler. Salâhiyetli, günah işlemeyen iyi insanlar. İlim ve amelde, ibâdet, taat ve takvâda terakki ve teâli eden büyük zâtlar.
Selef : (Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan. * Yerine geçilen. * Önde olmak, ileri geçmek. * Eski adam.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXV

رُبَّما برزَتِ اللحقاءِقُ مكْسُوفَةَ الأنْوارِ ، إذا لم يُؤْذَنُ لكَ فيها بالإظْهارِ

Senin için açıklanmasına izin veril­memiş olan hakikatlerin nurları tutulmuş olarak zuhur edebilir.

Lâzım gelen vasıfları istikmal etmiyen sâlike Rabbanî hakikatlerden bir şeyin izharına izin verilmez.
Mezun olmayan izhar edecek olursa ağyarın rüyeti zulmetinden nurları tutulmuş olarak zuhur eder. İşitenlerin kulakları bu nuru kararmış sözleri dinlemez ve kalbleri inkar eder.
Tacüddin-i Atâ'nın üstadı Ebu’l- Abbas-i Mürsî: “Bir hakikate dair iki kimse söz söylerken birinden kabul ve diğerinden reddedilir diyor.”


Mezun : İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.
Rüyet : Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. * Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek. * Araştırmak.
Zulmet : Karanlık. * Mc: Sıkıntı.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXVI

عِبارَاتُهُمْ إمَّا لِفَيَضَانِ وُجْدٍ ، أوْ لِقصْدِ هِدايَةِ مُرِيدٍ . فالأوَلُ حالُ السَّالِكِينَ ، وَالثَّانِي حالُ أرْبابِ المُكْنَةِ و المُحَقِّقِينَ


Hak yolu erenlerinin ifâdeleri ya bir vecdin coşkunluğu yahut bir müride gösterilecek yolun doğruluğu içindir.
Evvelkisi sâliklerin ve ikincisi temkin erbabı muhakkiklerin hâlleridir.


Şuhudî bilgilerin ve gaybi emirlerin mütalâasindan neşet eden tâbir ancak iki mânânın biriyle olabilir.
Ya bir vecdin galebe ve feyezanı ile olur ki bunda vecdedenler mazurdurlar ve bu hâl hidâyet ehli sâliklerin hâlidir.
Yahut müridin hidâyeti kasdı içindir ki, irşad ve hidâyeti tazammun ettiği cihetle irşada memur olanların iltizam etmeleri icâbeder.
Bu hâl de temkin ehli muhakiklerin hâlidir.


Şuhudî : Keşfe ve görmeğe dair. Görünebilir olana ait ve mensub.
Mütalâ : Bir işi etraflıca düşünmek, okumak, tetkik etmek.
Vecd : Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
Feyezan : f. Suyun çok olup taşması, çoşması. * Bolluk, fazlalık, feyiz.
Mazur : Özürlü. Özrü olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXVII

العِبارَاتُ قُوتٌ لِعَاءِلَةِ الْمُسْتَمِعِينَ ، و ليْس لكَ إلَّا ما أنتَ لهُ آكِلٌ

İbareler dinliyenlerin gıdasıdır.
Senin için ancak yiyebileceğinden başka bir şey yoktur.


Mev’iza ve hikmetleri işitip dinliyenler fakru ihtiyaç ile muttasıftırlar.
Bunlar onların gıdalarıdır.
Bu gıdalar muhtelif olduklarından birine yarıyan gıda diğerine yaramaz olabilir.
Bir âlimden yahut âriften ve bu yolun sâliklerinden birinden işittiğin bir ibareden faydalanamaz isen sana yarıyacak bir gıda olmadığını bilmelisin.
Sana yaramaz da baş­kalarına yarıyabilir.
İşitilen herhangi bir mânânın işitenin hâliyle mütenasib olması gerektir.


İbare : Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. Parağraf. * İbretli ders veren söz. (Bak: İbaret)
Muttasıf : İttisâf eden. İyi veya kötü bir sıfatla tarif edilen. Vasıflanmış, vasfı mevcut olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXVIII

رُبَّما عَبَّرَ عَنِ المقامِ مَنِ اسْتَشْرفَ عليهِ ، و رُبَّما عَبَّرَ عَنْهُ مَنْ وصلَ إليهِ ، وذلكَ مُلْتَبِسٌ صاحبِ بَصِيرَةٍ .


Herhangi bir makamdan tâbirde bulunan zât o makamı henüz uzaktan görmüş olabileceği gibi o makama ermiş bulunanlardan dahi olabilir.
Bu hâl ancak basiret sahibinden başkalarını iltibasa düşürür.


Yakın makamlardan bir makama eren o makamı henüz uzakta görüp de içinde bulunmakla tahakkuk etmiyen dahi tâbirde bulunabilir.
Basireti olmıyanın iltibasa düşeceği bellidir.
basiret sahi­bine ise gizli kalacak bir şey yoktur. Çünkü söylenen sözlerde asıl bâtıni söz söyliyeni görür ve kemâl ile noksanı bilir.
Konuşunuz ne olduğunuz anlaşılır denilmiştir.


İltibas : Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. * Tereddüt. Şüphe.
Tahakkuk : Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CLXXXIX

لا ينْبغِي للِسَّالِكِ أنْ يُعَبَّرَ عَنْ وارِداةِهِ ، فإنَّ ذلك يُقِلُّ عَمَلَها في قلْبهِ ، و يَمْنَعُهُ وجودَ الصِّدْقِ مَعَ رَبِّهِ .


Sâlik için ilâhî vâridatına dair tâbirde bulunmak gerekmez.
Çünkü onun tesiri kalbinde azalır ve Rabbi
Teâlâ'ya karşı olan doğruluğuna mâni olur.


Sâlikin ilâhî varidatına dair kendi ihtiyariyle tâbirde bulunması doğru değildir.
Bunları gizlemeli ve kimseye duyurmamalıdır. Ancak kendini irşad edene söyliyebilir.
Çünkü ilâhî vâridatın söylen­mesinde nefsi bir lezet ve inşirah bulur.
Bu sebeble vâridatın kalbte yapacağı güzel tesirler azalmağa başlar.


Sâlik : (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden. * Bir tarikat yolunda olan.
Varidat : (Vâride. C.) Kâr, gelir. * Vârid olan. Bir kimseye veya hazineye ait gelir ve paralar. * Hatıra gelen, içe doğan.
İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CXC

لا تَمُدَنَّ يدكَ إلى الأخْذِ مِنَ الخَلاءِقِ إلَّا أنْ تَرى أنَّ المُعْطِيَ فيهِمْ مَوْلاكَ ، فإذا كُنْتَ كذالكَ فَخُذْ ما وَافَقَكَ العِلْمُ


Halktan birine bir şey almak için elini uzâtma! Ancak verenin Mevlân olduğunu görüyor isen ilmin ve bilginin muvaffâkati üzerine elini uzatıp alabilirsin.

Bu tecerrüd ehli sâlikler için halkın yardımı ile kendilerine verilecekleri alabilmek hususunda hâllerini tatbik edecekleri büyük bir kaidedir. Hikmetlerin müellifi bu kaideyi gâyet veciz ve bediî bir sûrette zikreylediğinden biraz tafsili herhâlde istifâdeyi mucib olacaktır.
Mâlum olduğu üzere kulların mutad olan rızıkları iki kısma münkasımdir.
Bir kısmı ticaretler ve sanatlar gibi esbab ile elde edilen rızıklardır.
Diğer kısmı hiçbir çalışma olmadan halkın yardımlariyle hasıl olan rızıklardır.
Bu kısımların biri esbab ve diğeri tecrid tarikiyle vuku’ bulmaktadır.
Her iki kısmın başlı başına âdab ve ahkâmı vardır. Esbab kısmına ait âdab ve ahkâmdan müellif bahsetmemiştir.
Bu kısmın âdab ve ahkâmı fıkıh ilminde tafsil edilmiştir.
Müellif yalnız Tecrid kısmında bahsetmek­
tedir ve Tecrid kısmı ahkâmını iki mühim şart
ile icmal eylemiş ve bunları halktan yardım olabilmek için alınmasının sahih olacağına şart etmiştir.
Bunun şartı: Verenin ancak Mevlâsı Hak Teâlâ olduğunu görmesidir.
Alan için bunun şart edil­mesi tevhidin tahkikinden ve tecridin tahlisinden hâlinin muktazası olduğu içindir.
Bu sûretle sâlik kanaat ve tevekkül makamına sahib olur ve rızkın endişesi kalbinden çıkar ve halk ile hiçbir alâkası kalmaz.
Bu vasıflar ile muttasıf olmazsa halkın kölesi olur. Kalbi her zaman bunlar ile uğraşır ve tamahı ve halkın ellerindeki nimetiere rağbeti artar.
Bu sebeblerden dolayı büyük günahlara ve kalbin mâsiyetlerine ve nifâk ve riyâ gibi çirkin sıfatlara tutulur
.


Tecerrüd : Soyunma, çıplak olma. * Evli olmama. * Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma. * İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme. * Herşeyden boş olma. (Bak: Mücahede)
Veciz : Kısa, öz, derli toplu. Muhtasar olup mufassal olmayan. * Az sözle çok mâna ifâdesi.
Bediî : (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. * Garib. Acib. * Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. * Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. * Beğenilen. * Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. * Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.
Mutad : Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
Münkasım : (Kısım. dan) Bölünen, kısım kısım ayrılan, taksim edilen.
İcmal : Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek. * Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
Tamah : (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
Resim
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen sdemir »

''Israrla dilediğin halde bağışların gecikmesi seni umutsuzluğa düşürmemelidir.
Çünkü ALLAH (c.c.) duaların kabul olunacağına söz vermiştir.
Ancak kabul edeceği dilek senin kendin için beğendiğin değil,
O’nun senin için beğeneceği olacaktır.
Ve kabul, senin istediğin zaman değil,
O’nun istediği zaman olacaktır.''


İbn Ataullah İskenderî
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen sdemir »

Umut (reca) kapılarının açılmasını istediğin zaman Allah’tan (c.c.) sana gelen nimetleri hatırla.
Korku (havf) kapılarının açılmasını istediğin zaman ise, senden O’na gidenlere bak.


İbn Ataullah İskenderî (k.s.)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen sdemir »

ALLAH’ın (c.c.) bakışları seni kuşatıyorken, halkın bakışını nasıl önemsiyorsun.
Halkın yönelişini bir yana bırak.
Hakkın yönelişini görmeye çalış.



İbn Ataullah İskenderî (k.s.)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CXCI

رُبَّما اسْتحْيا العَارِفُ أنْ يَرْفَعَ حاجةَهُ إلى مَوْلاهُ لِاكْتِفاءِهِ بِمَشِيْءَتِهِ ، فكيْفَ لا يَسْتتحْيِي أنْ يَرْفَعَها إلى خَلِقَتِهِ ؟

Ârifin Mevlâsı Hak Teâlâ maişetine kâfi olduğu için Hacetini Mevlâsına arz etmekten utanabilir.
Hacetin halka bildirmekte Haktan nasıl hayâ etmesin?


Taleb ve dileğin terki edeb icâbıdır.
Ârif ve Muhakkikler Allah'a karşı dilekte bulunmaktan hayâ eder.
Hele halktan bir dilekte bulunacak
olurlarsa Hak Teâlâ'dan nasıl hayâ etmemezlikte bulunabilider?
Sehl bin Abdullah-i Tüsterî : “Gece ve gündüzün her anlarında Hak Teâlâ her nefsi ve her kalbi görmektedir. Kendinden gayrine hangisinin bir dileği olduğunu görürse İblis'i ona musallat eder!” buyurmuştur.


Musallat : Rahatsız eden. Tasallut eden. Sataşan.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CXCII

إذا التَبَسَ عليك أمْرانِ فانْظُرْ أُْقَلَهُما على النَّفْسِ فاتَّبِعْهُ ، فإنَّهُ لا يُْقُلُ عليها إلَّا ما كانَ حقَّاً .


Yapacağın iki işten hangisini yapacağına dair iltibasa düşersen nefsine hangisinin ağır geleceğini düşünüp anlayınca o işi yap, çünkü ancak hak olan nefse ağır gelir.

Nefisler itibariyle iki işten birini yapmak için en doğru mizan budur.
Çünkü nefisler bilgi­sizlik ve oburluk tabiatiyle daima hoşlanacakları istekler peşindedirler. Hakların ifâsından kaçarlar, münasib olmayan işlere doğru koşarlar.
Yapılacak işlerden hangisinin yapılması daha evlâ olduğunu tâyin etmek için diğer daha ince bir mizan o işi işlerken ölüm hâlinin gelmiş ve ölmek üzere bulunmuş olduğunu takdir etmektir.
Böyle bir takdir içinde herhangi bir iş ve hâl kalacak ve kaçmıyacak olursa o iş ve hâl haktır. Çünkü ölüm haktır.
Hak gelince hak olan her iş ve hâl yerinde sâbit olarak kalır, bâtıl ise münhezim olup kaçar
.


Münhezim : Hezimete uğramış, bozguna uğrayan, inhizam eden. * Bozgun.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CXCIII

من علامةِ اتَّباع الهوى المسارَعَةُ إلى نوافِلِ الخيراتِ ، والتكاسِلُ عن القيامِ بالواجبانِ


Küçük hayırlı işlerde bulunmağa çalışarak üzerine vâcib olanları yerine getirebilmekte tembellik etmek nefsin hevâsına uymak alâmetlerindendir.

Bu hikmet: Bâtılın hafifliğini ve hakkın ağırlığını gösterecek sûretlerdendir.
Ekseri halkın hâli böyledir.
Tövbekâr bir adamın farz ve vâcib gibi işlenmesi
ağır olmayan Sünnet ve müstehabba müteâlik hafif işlere doğru koşmakta olduğunu görürsün.
Bununla beraber Hakk’ın ve halkın zimmetinde kalan haklarının ifâsında tembellik etmektedir.
Bunun asıl sebebi kendilerini aldatan nefislerinin riyâzâtile iştigal etmediklerindendir.
Muhammed bin Ebi’l- Verd : “Nasın helâki iki türlü gidiştedir; Nafile bir işle uğraşıp bir farzı terk
etmek ve kalbin bir azim ve cezmi olmadan vücudu ve azaları ile ibâdette bulunmaktır!” demiştir.



Müstehab : Sevilmiş şey. Yapılması sevaplı olan. * Fık: Peygamber efendimizin (A.S.M.) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vacibin dışındaki sevaplı iş, sevap olduğu bilinen iş. Nafile, mendub, fazilet, tatavvu, edeb namları da verilir.
Müteaâllik : Alâkalı. Bir yere bağlı, bir şeye mensub.
Cezm : (Cezim) Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak. * Kesmek. * Niyet. Tahmin. Takdir. * İlzam. * İcâbe.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: EL-HİKEMܒL-ATÂİYYE (Tâcüddîn Atâullah İskenderî ks)

Mesaj gönderen nur-ye »

HİKMET : CXCIV

قَيَّدَ الطاعاتِ بأعْيانِ الأوقاتِ كيلا يمْنَعَكَ عنها وجودُ التَّسْويفِ ، ووَسَّعَ عليك الوقتَ كي تبقى لك حِصَّةُ الاخنيارِ


Hak Teâlâ taâtleri muayyen vakitlere bağladı. Sonra yaparım diyerek tesvifin sana engel olmaması için de vakti genişletti.

Arabçada Tesvif kelimesi sevfe lafzından tasrif edilmiştir.
Sevfe lafzı daha sonra ve ileride gibi anlamlara delâlet edâtıdır.
Hak Teâlâ'nın emreylediği tâatleri muayyen vakitlere bağlamış olmasının iki büyük nimeti vardır.
Birisi muayyen bir zamana bağlanmış olduğundan tâatı vaktinde ifâ ederek sevabmı kazanmaktır.
Böyle yapmamış olsaydı sonra yaparım diyerek geri bırakırdın ve sevabı kaçırmış olurdun.
İkincisi tâatin vaktini genişletmiş olmasıdır. İstediğin gibi sükun ve huzur ile taâti yerine getirebilmek ve hiçbir sıkıntı ve darlığa uğramamaktır.
Bunlar Hak Teâlâ'nın büyük nimetleridir.


Tesvif : (Sevf. den) (C.: Tesvifât) Sebepsiz olarak atlatma, geciktirme.
Tasrif : İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak. * Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek. * Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimelere tebdil eylemek. Meselâ: Türkçe'de bir fiilin tasrifi: Hal sigasına göre: Gelmek fiilinin şekli: Geliyorum, geliyorsun, geliyor, geliyoruz, geliyorsunuz, geliyorlar gibi.
Delâlet : Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek. * İşaret.
Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön