KELÂMULLAH’ta RASÛLULLAH’ta=>KALB ve AKıL

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KELÂMULLAH’ta RASÛLULLAH’ta=>KALB ve AKıL

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KELÂMULLAH’ta RASÛLULLAH’ta=>KALB ve AKIL

İNSÂN=>KALB ve AKIL ki=>VİCDÂN..

KALB DENiLEN=->ZÂHiR YÜZü,
FUAD==>BÂTıN YÖNü==>ÖZü!.
DÖDÜReN=>GECE<>GÜNDÜZü,
ALLAH<>RASÛLuLLAH=>SÖZü!.


ZEVK 10.772

“OLsun! OLmasın!.”=>OLAN’ı=>ZıTLaR ZEVKİnin KUMPAS’ı,
==>MAKSEM YOKUŞU’na BENZeR=>YAŞAnan HAYAt RAMPASı,
ANA RAHMİ’nde ÇALIŞaN,
SON NEFESte SESi SUSaN,
YUMRuk KaDAR>KALB DENiLeN=>CÂN POMPAsı>KAN POMPASı!.


30.12.2023.. 16:29
brsbrsm.. tktktrstkkmdcevlânımızzz..


İÇİMde BiR=->DELi RÜZGÂR,
==>EStikçe ESER=->İÇİM’de!.
NÂZ-NiYÂZ BULuR->İNtiZÂR,
YOkLaR HEP OLuR HİÇimde!.
İÇiM-DIŞım=->MESt BİÇimde!.

=>KUL İHVÂNİm ===>şU İŞE BAKk,
=>BiR ÖMüR=->KALBLe YAŞAMaKk,
=>BİZ BİR-İZ==>NAHNU SIRRI’nda,
HAKktan HAKkta HAKkLa EL HAKk!.


Resim

Resim İNSÂN.:

Azîz Kardeşlerimiz,
Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerimizde =>İNSÂN=>AKIL=>VİCDÂN=>KALB..
Konularını zevk edelim İnşâe ALLAHu TeALÂ..

İnsÂN Kavramının iştikakı/türeyenleri olarak bütün güvenilir lügatlerde insÂNın "Enes" maddesinden türediği vurgulanmıştır.(Bûşalta, 2009: 24).
Diğer bir görüşe göre “insÂN” kelimesi “Üns” masdarı ile irtibatlandırılmıştır. “Alışmak, uyum sağlamak” anlamına gelen “üns”, Türkçe’de “ünsiyet” olarak kullanılmaktadır. “Teennüs”, “insÂN olmak” manasına gelirken “isti’nas” “cana yakın olma, vahşî hayvanın evcilleşmesi” anlamını taşımaktadır. Nitekim “enes”kelimesi de vahşetin karşıtıdır.. (Kutluer, DİA, "İnsÂN" mad.)

Günlük kullanımda “Ünsiyet Etmek” şeklinde deyim olarak kullanılan bu mefhum: Yakınlık kurup dostluk etmek, anlamlarına gelmektedir. İnsÂN, ruhunda ünsiyet taşıyan bir varlıktır. Nitekim insÂNdaki bu ünsiyete dikkat çeken bir rivâyette;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kendisi cehennem ateşine ve cehennem ateşi de kendisine haram olan kişiyi size bildireyim mi? =>Cana yakın, yumuşak huylu, kolaylaştırıcı kimse.” buyurmuştur.
(Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme” 45)



Resim

Resim AKIL.:

İÇinde YAŞAmakta Olduğumuz şu ŞEHÂDEt ÂLEMi-CÂNLaR CİHÂNInda,
KİŞİnin =>KENDİni ve HeR ŞEYyi YARATAN ancak Yarattığı Bir ŞEYy’e benzemeyip =>(Put) OLmaktan münezzeh RABBısı TeALÂyı =>BİLip-BULup-OLup-YAŞAmasın SeBeB ve soNUÇu İNSÂNı YUTAN TÜMM ESMÂuLLAH.. ve’s-SELÂM..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “KİŞİyi ayakta tutan AKLIdır. AKLI OLmayanın =>DİNi de yoktur!.” buyurmuştur.
(Süyûtî, El-Câmi'us-Sağir Min Ahadisi'l-Beşiri'n-Nezir, 4: 528 (H. No:6159)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
"AKILLı Kişi =>Nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır.
Âciz (Aklını geliştirip kullanmayan) Kişi de =>Nefsini duygularına tâbi kılan ve ALLAH’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır!.”
buyurmuştur.
(Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den; Tirmizî, Kıyâmet 25. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 31)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsÂNlar AHMAKLığı ile =>Günahkârlardan daha büyük hatalara düşerler. İnsÂNların yarın Kıyamet Gününde Mertebeleri =>AKILLarı Nisbetindedir.” buyurmuştur.
(İhyâ-ı Ulum, Gazalî, 1/211)

Enes radiyallahu anhu.: “Biri Resûlullah’ın Huzurunda birisini övdü. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bu Adamın AKLı nasıldır?" diye sordu.
Sahabeler cevab verdi.: “Yâ Resûlullah!. Biz bu Adamın iyiliklerinden ve ibâdetlerinden bahsediyoruz. Siz AKLını mı soruyorsunuz?” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“İnsÂNlar aHMAKLığı ile =>Günahkârlardan daha büyük hatalara düşerler. İnsÂNların yarın Kıyamet Gününde Mertebeleri =>AKILLarı Nisbetindedir.”
buyurdu.
(İhya-ı Ulum, Gazali, 1/211)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsÂN =>AKLı gibi, hidâyete eriştiren ve felâketten kurtaran bir şey kazanmadı. İşitmediniz mi, fâcirler CeheNNeme atıldıklarında.: “Biz AKLımızı kullanmış olsaydık bu CeheNNeme düşmezdik.” diye pişmanlık gösterisinde bulunacaklardır." buyurmuştur.
(Maverdî, Ebu’l-Hasen Ali bn. Muhammed, Edebü’d-Din ve’d-Dünya (Beyrut-Lübnan, 1979), s. 2)

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ
“Ve: “Eğer biz işitmiş veya AKIL etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.// (Keşke) “Eğer biz (gerçekleri) dinleyip duyan ve AKIL edip anlayan kimseler olsaydık, (şimdi) bu azgın ateşe girenlerin arasında bulunmazdık” diyerek (hayıflanacaklardır).” (Mülk 67/10)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İşlerin asıl değeri sonUÇlarına göre ölçülür.” buyurmuştur.
(Buhârî, Kader 5; Rikâk 33; Tirmizî, Kader 4.)

“Ey insÂNoğlu, seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenâsib kılan, istediği şekilde terkib eden, çok cömert olan RABBine karşı seni aldatan nedir?”

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ
“Ey İnsÂN! Kerim olan RABBine karşı seni aldatan (mağrur kılan) nedir?// Ey İnsÂN, “Sonsuz Kerem Sâhibi olan RABBin”e karşı seni ne(ler, kimler, hangi ni’metler ve yetkiler) aldatıp gururlandırmıştı? (Hangi Şeytanî odaklar ve hangi imkân ve iğvalarla sizi kandırıp Hakk’tan ve Hayırdan caydırmıştı?)” (İnfitâr 82/6)

الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
“O (senin RABBin) ki, seni yarattı, sonra seni sevvâ etti (seviyeledi-dizayn etti), sonra da düzen üzere seni dengeli, sağlıklı kıldı.// Ki O (RABBin) seni (hiç yoktan) yarattı, “sana bir düzen içinde biçim verdi” (ve donattı) ve seni bir i’tidal üzere kıldı (dengeni koruyacak şekilde ayarladı)” (İnfitâr 82/7)

فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ
“Dilediği sûrette (şekilde) seni terkib etti (farklı genetik şifreleri biraraya getirip (her İnsÂNa) farklı sûretler verdi).// Dilediği bir sûrette (ve en güzel şekilde) seni tertib etti (organlarını uyarladı).” (İnfitâr 82/8)

نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kullarıma haber ver. Muhakkak ki; BEN GAFÛR'um (mağfiret edenim) ve RAHÎM'im (rahmet edenim, Rahmet NÛRu gönderenim).// (Ey Resûlüm!) Haber ver kullarıma ki; şüphesiz BEN, (evet) BEN (iman ve itaat ehli kullarımı) Bağışlayanım, Esirgeyip (Koruyanım. Elbette mü’min, müstakim ve mücâhid kullarım cennetime sokulacaktır.)” (Hicr 15/49)

وَ أَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمَ
“Ve muhakkak ki; BENİM azâbım; o, elîm (çok acı) bir azâbtır.// (Ancak) Ve şüphesiz azâbım da; o çok acı (ve alçaltıcı) bir azâbtır.” (Hicr 15/50)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH ile aldanmak =>Günah işleyip dururken bağışlanma ummak”tır.” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, 136.)

Bu durumdakiler şu âyeti hatırlamalıdırlar.:

وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ
“Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. ALLAH'a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki ALLAH'ın Rahmeti muhsinlere yakındır.//Yeryüzünde (ve ülkenizde): Islahından (Hakka dayalı bir nizama ve intizama sokulmasından) sonra, sakın bozgunculuk (fesad) çıkarmayın (Adil bir düzeni bırakıp bâtıl sistemlerin peşine takılmayın); O’na korkarak ve umut taşıyarak DUÂ edin. Doğrusu ALLAH’ın Rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (Â’raf 7/56)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun! Ve her nefs, yarın için ne takdim ettiğine baksın! Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr 59/18)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH ile aldanmak, günah işleyip dururken bağışlanma ummaktır.” buyurmuştur.
( Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, 136)

Bu durumdakiler şu âyeti hatırlamalıdırlar.:

وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ
“Ve işte RABBiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helâka sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden oldunuz.: “İşte bu sizin zannınız (kof kuruntularınız idi); RABBiniz hakkında beslediğiniz (bu asılsız ve İslam’sız) zannınız sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayan kimseler olarak sabahlayıp (mahşere geldiniz).” (Fussılet 41/23)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: AKILLı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de, nefsini hevasının peşine takan ve ALLAH’tan temennide bulunan kimsedir.”buyurmuştur.
(Tirmizî, “Kıyamet” 26, (2461))

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, iki kişi arasında bir hükümde bulunmuştu. Hasımlar ayrıldıkları vakit, aleyhine hükmedilen kimse.: "Hasbiyallahu ve ni'melvekil (ALLAH bana yeterlidir, O ne iyi vekildir)!" dedi. (Bu sözü işiten) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH TeALÂ Hazretleri aczi levmediyor (kötülüyor). Fakat sana AKILLılık/keys düşer. Ama bir şey sana galebe çalacak olursa o zaman.: "Hasbiyallahu ve ni'melvekil" de!." buyurdu.
(Ebu Davud, “Akdiye” 28).

Yine Kur’ÂN’da: "Doğrusu size RABBiniz tarafından basîretler (idrak kabiliyetleri) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendine, kim de kör olursa zararı kendinedir. (De ki:) "Ben üzerinize bekçi değilim."

قَدْ جَاءكُم بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ
“Gerçek şu ki; size RABBinizden (O’nun kâinattaki zuhuratını ve Kur’ÂN’ın Hakikatini anlayıp kavrayacak) basîretler (yaratılış gerçeğini gösteren belgeler) gelmiştir. Kim (hikmet ve ibretle bakıp) basiretle görürse, kendi lehinedir; kim de (tabiat kanunlarındaki ve Kur’ÂNî Kurallardaki gerçeklere karşı) kör davranıp (görmek istemezse) bu da kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde bir bekçi (zorla imana getirici) değilim." (En’âm 6/104)

Kur’ÂN’da: "Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken ALLAH sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, KALBler verdi."

وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
ALLAH, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (yetenekleri) ve (idrak etmek için) gönüller verdi.” (Nahl 16/78)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’den; Buhârî, “Tefsîr” (Rûm) 2; Müslim, “Kader” 22)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta RASÛLULLAH’ta=>KALB ve AKıL

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

VİCDÂN.:

VeCeDe.: AŞKk, muHABBet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir Aşk Hâli. * Yüksek heyecan. İştiyâkın galebesi..
VeCD-ÂLuD.: f. Vecd veren haller. Manevî coşkunlukla beraber olan hal..
VeCD-EFZâ.: f. Vecdi artıran, heyecanı çoğaltan..
VİCDÂN.: İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan Manevî His. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * İnanç. * Şuur. * Bâtın ile Hakkı tanımak. * Din.


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Müftüler sana fetvâ verseler de =>Sen yine KALBine danış!” buyurmuştur.
(Müsned, IV, 194, 224; Dârimî, “Büyûʿ”, 3)

VİCDÂN =>Sözlükte “bulmak, zenginleşmek, sevmek, üzülmek, öfkelenmek” anlamlarındaki “VECD” kökünden masdar olan “VİCDÂN” ve aynı kökten “VÜCDÂN”, “CİDE” gibi kelimeler =>“bolluk, rahatlık, zenginlik”, “VECD” ise =>“üzüntü”, ayrıca “SEVgi” mânasına gelir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vcd” md.; Lisânü’l-ʿArab, “vcd” md.).

Terim olarak VİCDÂN İnsÂNın içinde bulunan Ahlâkî Otorite, Ahlâkî Değerler ve Eylemler hakkında Hüküm verme ve Yargılama yeteneğini ifâde eder. Yine aynı kökten “VÂCİD” (zengin) hadislerde esmâ-i hüsnâ arasında zikredilir (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10). Klasik İslâm mantığında iç duyularla kavranan açık önermeler için “VİCDÂNİYYÂT” terimi kullanılır (et-Taʿrîfât, “Vicdâniyyât” md.; Ahmed Cevdet Paşa, s. 120; Cemîl Salîbâ, II, 557)

Kur’ân-ı Kerîm’de “VİCDÂN” kelimesi geçmemekle birlikte birçok âyette İnsÂNda bulunan ve onun İradî Fiillerini Ahlâk Ölçülerine göre denetleyen, iyilik yapmaktan sevinç, kötülük yapmaktan ıstırap duyan bir Ahlâkî Melekeden söz edildiği, TÖVBEnin de böyle bir VİCDÂNî hesaplaşmanın ürünü sayıldığı görülür.:

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوَءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً
“ALLAH’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe; ancak cehâlet nedeniyle (bilmeden ve câhiliye düzeninin teşvikiyle) kötülük yapanların, sonra da yakın bir süreçte hemen ardından tevbe edenlerin(kidir). İşte ALLAH, böylelerinin tevbelerini kabul eder. ALLAH, Bilendir, Hüküm ve Hikmet Sâhibi olandır.” (Nisâ 4/17)

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
“(Yoksa) Ne, (bir sürü) kötülükleri yapıp-edip de, (sonra) onlardan birine ölüm gelip çatınca.: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenlerin; ne de kâfir olarak ölenlerin tevbesi (geçerli) değildir. Böyleleri için acı bir azâb hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/18)

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“(Çalmayı meslek haline getiren ve 10 dirhem=iki koyun fiyatından fazla çalıveren) Hırsız erkek ve hırsız kadının, (haksız) kazandıklarına bir karşılık ve ALLAH’tan ’tekrarını önleyen etkin caydırıcı bir cezâ’ olmak üzere; onların ellerini (bu kötülüklerden) kesin (ıslah edici tedbirler geliştirin). ALLAH Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet Sâhibidir.” (Mâide 5/38)

فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ancak kim (hırsızlık, haksızlık ve ahlâksızlık gibi) işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz ALLAH onun tevbesini kabul edicidir. (Samimi bir pişmanlıkla artık ıslah olduğuna ve hırsızlık huyundan uzaklaştığına kanaat getiren devlet de onu bağışlayıverir.) Muhakkak ALLAH, Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Mâide 5/39)

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُواْ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Sonra (buna rağmen); şüphesiz RABBin, (gerçekten) cehâlet sonucu (bilmeden) kötülük işleyen, sonra tevbe eden ve bunun ardından ıslah olup kendini düzeltenleri (kabul edecektir.) Şüphesiz RABBin bundan sonra Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Nahl 16/119)
(meselâ bk. en-Nisâ 4/17-18; el-Mâide 5/38-39; en-Nahl 16/119).

Kur’ÂN’da İnsÂNın Psikolojik Yapısıyla ilgili olarak en çok geçen kelimelerden nefis, VİCDÂNın tesirini de içine alan geniş bir anlama sâhibdir. İnsanın Kişiliğini ve Benliğini meydana getiren, bütün yeteneklerinin merkezi olan ve çeşitli mertebelerden teşekkül eden Nefsin Benmerkezci ve Hazcı Durumuna =>“Nefs-i Emmâre”

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“(Yoksa) Ben (böbürlenip) nefsimi temize çıkaramam (böyle bir düşünce peşinde değilim). Çünkü -RABBimin kendisini esirgediği dışında- gerçekten (her insandaki) nefis var gücüyle kötülüğü emredicidir. Şüphesiz, benim RABBim, Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Yûsuf 12/53)

Kendini Sorgulama ve Değerlendirme Boyutuna =>“Nefs-i Levvâme”

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
“Ve yine (keyfine ve şeytani dürtülere kapılarak düşünce ve davranışlarını kontrol altına alamayıp kötülüğe kaymaları, böylece ibâdet ve hizmetten kaytarmaları nedeniyle) sürekli ve çok içtenlikli (olarak) kendini kınayıp duran (VİCDÂNını uyaran) nefse (sorumlu ve şuurlu kimseye) de kasem ederim (ki: Hataları, günahları ve haksızlıkları nedeniyle; pişmanlık duyarak ve VİCDÂNına kulak asarak kendisini suçlayıp sorumlu tutan kimseler, doğru istikâmettedir ve bu tavır kişisel olgunlaşmanın ilk basamağı ve işâretidir.)” (Kıyâme 75/2)

Dinî ve Ahlâkî Değerlerle tam uyumlu en Üst Basamağına da =>“Nefs-i Mutmâinne” denmiştir.

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
“(Mü’min, müstakim ve mücahdt kimselere ise:) Ey mutmâin (tatmin bulmuş ve huzura kavuşmuş) nefis! (Mutlu ve kutlu kişi,)” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
“(Haydi, ALLAH’ı) Razı etmiş, (sen de) hoşnut ve memnun edilmiş olarak, RABBine dön! (ve artık,)” (Fecr 89/28)

Kur’ÂN’a göre nefis, VİCDÂNî boyutu sâyesinde kendini denetleme ve buna göre ödül veya cezâ verme yetkisine sâhibdir.:

فَرَجَعُوا إِلَى أَنفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنتُمُ الظَّالِمُونَ
“(İbrhîm, cansız ve kendilerini korumaktan bile aciz putlara tapınmanın ahmaklık olduğunu hatırlatınca) Bunun üzerine (kavmi) kendi VİCDÂNlarına (nefislerinin ön yargısız manevî tartılarına) başvurdular da; “Gerçek şu ki, zâlim olanlar (asıl) sizlersiniz (bizleriz)” diyerek (kafaları dank etmeye başlamıştı).” (Enbiyâ 21/64)

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
VİCDÂNları (nefislerindeki fıtri duyguları da, elçinin dâvetini haklı bularak) tam kanaat getirip (kabul ettiği) halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları (Mûsâ aleyhisselâm’ın çağrısını) inkâr ettiler. Artık Sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak (ve insanlara bildir).” (Neml 27/14)

Nefsin iyilik ve kötülükleri ayırt edebilecek şekilde yaratıldığını, nefsini arındıranın ebedî kurtuluşa ereceğini, onu kirletenin ise ziyâna uğrayacağını ifade eden âyetlerdeki (Şems 91/7-10) NEFS kelimesi de VİCDÂNı hatırlatmaktadır.:

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
“(İnsan olarak yaratılan her) Nefse ve ona “bir düzen içinde biçim verene/SEViyeleyen.”
Sonra da (her nefse) fücurunu (imani ve ahlâki düşüklüklerini) ve takvâsını (küfür ve kötülükten sakınma çarelerini) ilham edip (öğreten yüce RABBe yemin olsun ki).
Onu (nefsinin kötü arzu ve alışkanlıklarını) temizleyip terbiye eden felâha (huzura ve kurtuluşa) erişmiştir.”
(Şems 91/7-10)

İradelerini iyilik yolunda kullananların kalbleri sekînet, sebat, iç tatmin, gönül huzuru gibi mânevî hazlarla ödüllendirilmektedir.:

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Hani bir zaman İbrahîm: "RABBim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (ALLAH ona.:Yoksa) “İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (elbette inanıyorum), ancak KALBimin tatmin olması için (bunu istiyorum)” cevabını verdi. (Cenâb-ı HAKk ise.:) "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları (kendine) çağır. (Göreceksin ki) Sana koşarak geleceklerdir. Bil ki, şüphesiz ALLAH, Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet Sâhibidir" buyurmuşlardı.” (Bakara 2/260)

وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“ALLAH bunu (melekler ve manevî güçlerle yardımı) size ancak bir müjde olsun ve KALBleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. (Yoksa) "Yardım ve zafer" (nusret) ancak, Üstün ve Güçlü, Hüküm ve Hikmet S3ahibi olan ALLAH’a aittir. (O’nun indindedir.)” (Âl-i İmrân 3/126)

قَالُواْ نُرِيدُ أَن نَّأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ أَن قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِدِينَ
“Bu sefer (Havariler): "Ondan yemek istiyoruz ki, KALBlerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilip (vesveseden kurtulalım) ve buna şâhidlerden olalım" demişlerdi.” (Mâide 5/113)

İnsanın hakkı benimsemeye yatkın olan tabiatını belirten “FITRAT” kelimesi en saf haliyle VİCDÂNı da içine alan bir içerik taşımaktadır.:

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Bu nedenle Sen yüzünü (ve yönünü) tam bir teslimiyetle Hakk Dîn’e çevir; ALLAH’ın (beşer tabiatına uygun olarak gönderdiği) Fıtrat Dînine (ve İslam düzenine) dön ki, (Cenâb-ı HAKk) insanları ona göre (fıtrat dinine, doğal ve sosyal dengelere uygun şekilde) yaratmıştır. ALLAH’ın yaratması (ve kanun koyması) değiştirilemez. (Çünkü fıtrat esaslarına aykırılık felaketlere yol açacaktır.) İşte dimdik ayakta duran (Hakk) DÎn budur. Fakat insanların çoğu (gerçeği) bilmezler (ve öğrenmek istemezler, bu yüzden hidayetten mahrum kalmışlardır).” (Rûm 30/30)

Hadislerde VİCDÂN kavramına daha çok KALB kelimesi etrafında temas edilir. Ahlâkî Yeteneklerin Merkezi sayılan KALB (Buhârî, “Îmân”, 39; İbn Mâce, “Fiten”, 14) temiz yaratılmakla birlikte günahlarla kirletilebilir (Müslim, “Îmân”, 231; Müsned, V, 386, 405). Güzel işlerin kalbe huzur verdiğini, kötü davranışların onu rahatsız ettiğini bildiren hadisler (Müsned, IV, 182, 227, 228; Müslim, “Birr”, 14-15) İnsÂNın fıtraten temiz bir VİCDÂNa sâhib olduğuna işaret eder.

Abdullah b. Ömer radiyallahu anhu.: “Kul KALBini rahatsız eden fiilleri terketmedikçe takvânın hakikatine eremez!” sözüyle (Buhârî, “Îmân”, 1) dindârlıkla VİCDÂN Huzuru arasındaki ilişkiyi vurgulamıştır.
Tövbeyi kısaca “pişmanlık ve af dileme” şeklinde tanımlayan hadis (Müsned, VI, 264; ayrıca bk. İbn Mâce, “Zühd”, 30; Müsned, I, 376, 423, 433) VİCDÂNî Yargılamanın dindeki önemini belirtir.
Yine bir hadiste KALBin Ahlâkî Tesirinin beden hareketlerini yönlendirdiği (Müslim, “Müsâḳāt”, 107), bu sebeble ALLAH’ın İnsÂN varlığında en çok itibar ettiği unsurun KALB olduğu bildirilmiştir (Müsned, II, 285; Müslim, “Birr”, 32; İbn Mâce, “Zühd”, 9).
Diğer bir hadise göre iyilik yapan kişinin SEVİNÇ, kötülük yapanın ÜZÜNTÜ duyması onun inancının bir göstergesidir.. (Müsned, I, 398; V, 251-252; Tirmizî, “Tefsîrü’l-KurʾÂN”, 2/35).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta RASÛLULLAH’ta=>KALB ve AKıL

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

===>KALB.:


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH, sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak KALBlerinize ve Amellerinize bakar!." buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’den; M6543 Müslim, Birr, 34)

İnsÂNdaki bu organa “KALB” denildiği gibi =>İnsÂNın manevî yapısını tümleyeninde yer alan bir birime de KALB denilmektedir. Buna KALB denilmesiyle ilgili olarak şu izah yapılmaktadır.:
Sözlükte “bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek” gibi anlamlara gelen KALB kelimesi (Cevherî, “klb” mad.; Lisânü’l-Arab, “klb” mad.) vücudda kan dolaşımını sağlayan ORGANın adıdır. KALB Organı insÂNdaki kirli kanı dışarı ve temizini de içeri alma fonksiyonu sebebiyle böyle isimlendirilmesi yanında insÂNdaki duygusal değişim ve dönüşüm hallerini de kaynaklık eden birime aynı isim verilmiştir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: KALB'e KALB denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasındandır. KALBin misâli çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misâli gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” buyurmuştur. (İbn Hanbel, IV, 409.)

رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
“RABBimiz, bizi hidâyete erdirdikten sonra, bir daha KALBlerimizi caydırma (ayaklarımızı kaydırma), bize Katından Rahmet ve İnâyet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan SENsin SEN.” (Âl-i İmrân 3/8)

Şehr b. Havşeb radiyallahu anhu, Ümmü Seleme’ye (radiyallahu anha).: "Ey mü’minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, senin yanındayken en çok hangi DUÂyı ederdi?" dedim.
Ümmü Seleme (radiyallahu anha).: "Onun çoğunlukla ettiği DUÂ şuydu.: "Ey KALBleri çeviren (ALLAH’ım)! Benim KALBimi DÎNin üzere sabit kıl!."

Ben kendisine.: "Yâ Resûlullah!.: " Ey KALBleri çeviren (ALLAH’ım)! Benim KALBimi DÎNin üzere sabit kıl!." diye neden çok DUÂ ediyorsun?" dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ey Ümmü Seleme! Hiçbir İnsÂN yoktur ki KALBi ALLAH’ın iki parmağı arasında olmasın. O, dilediği (kulunun KALBini) istikâmet üzere kılar, dilediğini ise saptırır!." buyurdu.
(T3522 Tirmizî, Deavât, 89)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kul bir günah işlediği zaman KALBinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tevbeve istiğfar ettiği zaman KALBi parlatılır. Günaha devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm KALBini kaplar. ALLAH’ın, (Kitabı’nda), "Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları KALBlerini paslandırmıştır." diye anlattığı pas işte budur." buyurdu.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’den; T3334 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
“Hayır ve asla! Gerçek şu ki, onların işleyip kazandıkları (kötülükler nedeniyle) KALBleri üzerinde (günahlar) pas bağlamış (ve ruhları kararmış)tır.” (Mutaffifîn 83/14)

Amr b. Âs radiyallahu anhu.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Âdemoğlunun KALBinden bütün (arzu) vâdilerine (uzanan) yollar vardır. ALLAH (cc), KALBini bütün bu yollara açmış olan kişiyi bunların hangisinde helâk ettiğini önemsemez, fakat kim ALLAH’a (cc) güvenirse ALLAH celle celâlihu onu (arzularının) keşmekeşliğinden kurtarır." buyurdu.
(İM4166 İbn Mâce, Zühd, 14)

Resim KALB =>Öyle bir şeydir ki bir yüzden diğer yüze çevrilebilendir. Ahlâkın değişimi ve insÂNın değişimi gibi. Nitekim.:

“Hepiniz dönüp dolaşıp O’na varacaksınız”.:

يُعَذِّبُُ مَن يَشَاء وَيَرْحَمُ مَن يَشَاء وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ
“(ALLAH inkârcı ve isyancı kullarından) Dilediğini azâblandırır, (iman ve istikamet ehlinden) dilediğine de merhamet buyuracaktır. (Hepiniz sonunda) O’na çevrilip-götürüleceksiniz. (Öyle ise sığınılacak başka makam aramak akılsızca bir çabadır.)" (Ankebût 29/21)

Âyetinde bu görülmektedir. İnkılab ise insırâf ile eş anlamlı olan “yüzünü çevirmek” yani diğer tarafı çevirmek veya ters tarafı ortaya koymak manasındadır.
İnsÂNdaki bu organın KALB olarak isimlendirilmesinin sebebi ise.: “Çokça değişim ve dönüşüm yapmasından” dolayıdır.
Ayrıca KALB =>Dinî ve Tasavvufî bağlamda bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibâret olan KALBle bir ilişkisi olmakla birlikte ondan ayrı olan bu anlamdaki KALBe “RABBânî Latife” ve “İlâhî Cevher” de denir. (Uludağ, DİA, "KALB" mad.).

Resim KALB =>Manevî Cephenin yani RÛHun ana birimidir. Bu birimden diğer tüm birimlere olumlu ve olumsuz etkiler ulaşmaktadır. Yani insÂN RÛHunun ÖZü, Kaynağı ve Pınarı burasıdır.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “…Bilin ki! Vücûdda öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücûd iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücûd bozulur. Bilin ki! O, KALBdir.” buyurmaktadır.
(Buhârî, “Îmân” 39).

Resim KALB =>Bir Mübareze/Kavga Meydanıdır. Burada Melek ve Şeytanın yani bunlardan neşet eden İlham ve Vesvesenin mücâdele ve kavga yeridir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Âdemoğluna, Şeytan da Melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması, kötülüğe yönlendirmek ve hakkı yalanlatmak şeklindedir. Meleğin yaklaşması ise iyiliğe yönlendirmek ve hakkı doğrulatmak şeklindedir. Kim böyle (meleğin telkinini) hissederse bunun ALLAH"tan olduğunu bilsin ve ALLAH’a hamdetsin. Kim de diğerini (Şeytanın vesvesesini) hissederse, taşlanmış ve kovulmuş Şeytandan ALLAH’a sığınsın!.” buyurmuştur.
(Abdullah b. Mes’ûd radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Kur’ÂN ve Hadisler Işığında İnsÂNiyet Mefhumu 91 “Tefsîru’l-Kur’ÂN” 2)

Resim KALB =>Sürekli ve değişim ve dönüşüm halinde bir yapıdır. KALBin değişkenlik ya da halden hale girmesi (bk. Tirmizî, “Deavât” 89) onun en temel özelliğidir.
KALBdeki bu hızlı ve ÂNî değişimin kaynağı olarak hem onun kendi yaratılışından ileri gelmekte hem de;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: KALBler =>ALLAH’ın iki parmağı arasındadır.” buyurmuştur.
(Müslim, “Kader” 17; İbn Mâce, “Mukaddime” 13; Tirmizî, “Daʿavât” 89, “Kader” 7)

ALLAH celle celâlihu dilediğinde de bu değiştirmeyi aniden yapabilmekte ve hidâyet dediğimiz doğru yola sevk edebilmektedir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem diğer bir hadisinde KALBin değişken yapısını tencerede kaynayan su benzetmesiyle açıklamaktadır.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Âdemoğlunun KALBi =>(ateşin üzerindeki) Tencere gibi kaynayan bir şeydir, sürekli değişir.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, 6/4)

KALB o kadar değişkendir ki;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim KALBim de perdelenir ve =>Ben her gün yüz defa ALLAH’tan bağışlanma dilerim!.” buyurmuştur.
(Müslim, “Zikir” 41).

Resim KALB =>Dış unsurların tesirine açık ve etkilenir bir yapıdadır. Bu bağlamda baktığımızda KALBin =>Ölüm, Paslanma, Körelme, Kasvetlenme.:

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
“(Buna rağmen) Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları (İsrailoğullarını) lânetledik ve KALBlerini kaskatı kıldık (VİCDÂNlarını kararttık). Onlar, (ALLAH’ın Kitabındaki ve resmi evraklardaki) kelimeleri konuldukları yerlerden (İlahî Hedef ve Hikmetlerinden) saptırıp çarpıtmaktadırlar. (Yahudiler ve onlara benzeyen bel’am tipli âlimler; Kur’ÂNî kelime ve kavramları da yanlış yorumlayarak dinde tahrifat yapmakta, haksız kazanç peşinde koşmaktadırlar. Maalesef) Kendilerine hatırlatılan şeyden (uyarılardan yararlanıp) hisse kapmayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan (Yahudilerin hâin takımından) sürekli ihânet görüp durursun. Yine de onları (kazanmak ve daha da azdırmamak için) affet, (hazımsız ve saygısız tavırlarına) aldırış etme. Şüphesiz ALLAH, muhsinleri (iyilik sâhiblerini) sever (ve sâhib çıkacaktır).” (Mâide 5/13)

فَلَوْلا إِذْ جَاءهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُواْ وَلَكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
“Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? (Ne olurdu hiç olmazsa bu tür ikaz ve belâlarımız geldiği zaman bari hatalarını bilip, tevbe ederekboyun eğseler ve Bize dönselerdi!..) Amma velâkin onların KALBleri katılaşmış ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterip (azdırmıştı).” (En‘âm 6/43)

Resim KALB =>Mühürlenme.:

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ
“(Bile bile inkâr, itiraz ve isyan ettiklerinden dolayı) ALLAH, onların KALBlerini ve kulaklarını mühürlemiştir; ve gözlerinin üzerine de perde (çekmiştir). Ve büyük azap onlar içindir.” (Bakara 2/7)

تِلْكَ الْقُرَى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَآئِهَا وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ مِن قَبْلُ كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللّهُ عَلَىَ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ
“İşte bu ülkeler (ve kavimlerle ilgili), Sana onların haberlerinden (ve tarihi hadiselerinden) aktarmalar yapıyoruz. Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden (peşinen) yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte ALLAH, inkâr edenlerin KALBlerini böyle damgalayıp (hidâyetlerini karartırdı.)” (A‘râf 7/101)

وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِندِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ
“(Ey Nebîm!) Onlardan (münafıklardan) kimi gelip Seni dinler (gibi davranmaktadır). Hatta ki yanından çıkıp gittikleri zaman, (Ehl-i Kitaptan olup kendilerine biraz) ilim verilenlere: "O (adam) biraz önce ne söyledi? Ne demek istedi?" (diye sorup alay konusu yapmaktadırlar.) İşte onlar var ya; ALLAH onların KALBlerini mühürlemiş durumdadır ve onlar kendi hevâ ve arzularına uymuşlardır.” (MuhaMMed 47/16)

Resim KALB =>Nokta Nokta Siyahlanma ve Kaplanma, Perdelenme.:

وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا حَتَّى إِذَا جَآؤُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَآ إِلاَّ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ
“Onlardan (niyeti ve tıyneti bozuk olanlardan) Sana kulak verip (aktardığın âyetleri ve hadisleri) dinleyenler de vardır; oysa Biz, Onu (Kur’ÂN’ı) kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) KALBleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, artık bütün âyetleri (mucize ve delilleri) görseler (bile), yine de Ona inanmayacaklardır. Öyle ki, o inkâr edecek olanlar Sana geldiklerinde, Seninle tartışmaya girerek (Kur’ÂN’ın haber ve hükümleri için): "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" diyerek (küfre sapmaktadırlar).” (En‘âm 6/25)

Resim KALB =>Gerçeği Algılayamama.:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“Andolsun, cinn ve İnsÂNlardan (küfre, kötülüğe ve nankörlüğe sapan) birçoğunu cehennemlik (olarak) yetiştirip (ve fırsat verip) çıkardık ki; onların KALBleri vardır, bununla (gerçeği) kavrayıp anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla (ibret alarak) görüp bakmazlar. Kulakları vardır, bununla işitip (hakikati) duymazlar. Bunlar, hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar, (yaratılış amacından ve ahiret hazırlığından) gâfil olanlardır.” (A‘râf 7/179)

رَضُواْ بِأَن يَكُونُواْ مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لاَ يَفْقَهُونَ
“(Münafıklar cihaddan ve din yolunda sorumluluktan kaçarak) Geri kalıp (evinde oturanlarla) birlikte olmayı uygun bulmuşlardır. Onların KALBleri mühürlenip damgalanmıştır, (bundan dolayı artık onlar “Hayat; iman ve cihaddır” gerçeğini) anlayamaz ve kavrayamaz (olmuşlardır).” (Tevbe 9/87)

إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ أَغْنِيَاء رَضُواْ بِأَن يَكُونُواْ مَعَ الْخَوَالِفِ وَطَبَعَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
“Ancak yol (suç ve sorumluluk), kesinlikle o kimseler aleyhinedir ki; zengin (ve sağlıklı) oldukları halde (cihada katılmamak ve kaytarmak için) Senden izin isteyip (bahane uydururlar) ve bunlar (riskten ve zahmetten kaçıp) geride kalanlar (kadınlar ve sakatlar)la birlikte bulunmaya razı olurlar. ALLAH, onların KALBlerine mühür basmıştır, bundan dolayı da artık onlar bilmeyen (ve akıl erdirmeyen kimseler olup kalmışlardır).” (Tevbe 9/93)

Ve =>Arzu-İstek Üretme gibi halleri bulunmaktadır.

Resim KALB =>Sekinet, İtminan, Sebat, Huzur Ve Nurlanma durumlarına mazhar olabilmektedir.:

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Hani bir zaman İbrahim: "RABBim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (ALLAH ona:Yoksa) “İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (elbette inanıyorum), ancak KALBimin tatmin olması için (bunu istiyorum)” cevabını verdi. (Cenab-ı Hakk ise:) "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları (kendine) çağır. (Göreceksin ki) Sana koşarak geleceklerdir. Bil ki, şüphesiz ALLAH, Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir" buyurmuşlardı.” (Bakara 2/260)

وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
ALLAH bunu (melekler ve manevi güçlerle yardımı) size ancak bir müjde olsun ve KALBleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. (Yoksa) "Yardım ve zafer" (nusret) ancak, Üstün ve Güçlü, Hüküm ve Hikmet sahibi olan ALLAH’a aittir. (O’nun indindedir.)” (Âl-i İmrân 3/126)

قَالُواْ نُرِيدُ أَن نَّأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ أَن قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِدِينَ
“Bu sefer (Havariler): "Ondan yemek istiyoruz ki, KALBlerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilip (vesveseden kurtulalım) ve buna şahitlerden olalım" demişlerdi.” (Mâide 5/113)

وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“(Aslında) ALLAH bunu, sadece bir müjde olması ve KALBlerinizin tatmin bulması için yapmıştı; (yoksa) ALLAH’ın katından başkasında nusret (zafer ve yardım) yoktur. Hiç şüphesiz ALLAH Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Enfâl 8/10)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“(Hidâyeti ve istikameti bulan) Şunlardır ki, onlar (tam ve sağlam) iman etmişlerdir ve KALBleri ALLAH’ın zikriyle itminana (huzur ve sükûnete) erişmiştir. Şunu kesinlikle biliniz ki KALBler ancak ALLAHı zikretmekle (O’nu devamlı hatırlayıverip, emir ve yasak çizgisinde hareket etmekle ve sürekli Kur’ÂN-ı Kerim’i ve mealini okuyup düşünmekle) mutmain olup (huzur iklimine ve Hakke’l-yakin -kesin iman- derecesine yetişir.)” (Ra‘d 13/28)

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
“(Böylece) O (ALLAH) imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin KALBlerine sükûnet (huzur, itminan ve emniyet) indirdi (ve indirecektir). Göklerin ve yerin orduları (elbette) ALLAH’ındır. ALLAH her şeyi (nasıl yapacağını en iyi) Bilendir; Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Feth 48/4)

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا
"(Böylece) O (ALLAH) imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin KALBlerine sükûnet (huzur, itminan ve emniyet) indirdi (ve indirecektir). Göklerin ve yerin orduları (elbette) ALLAH’ındır.ALLAH her şeyi (nasıl yapacağını en iyi) Bilendir; Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Feth 48/18)

Resim KALB =>Kendi içindeki böylesi durumu yanında diğer KALBlere Karşı Kırılma, Kaynaşma, Merhametli Olma, Şefkatli ve İnsaflı OLma Özelliği de bulunmaktadır.:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“(Eğer gerçekten iman ediyorsanız) ALLAH’ın ipine (Kur’ÂN hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, KALBlerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’ÂNve Resulüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, ALLAH size âyetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân 3/103)

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Sonra onların peşinden ve izleri (eserleri) üzerinde elçilerimizi (yine) birbiri ardınca yollayıverdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; Ona İncil’i verdik ve Ona tâbi (ve talebe) olanların KALBlerinde şefkat ve merhamet duyguları yerleştirdik. (Hristiyanların sonradan bir bid’at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak (güya) ALLAH’ın rızasını aramak için (kendileri uydurup türetmişlerdi), ama buna da gerektiği gibi riâyet etmemişlerdi. Bununla birlikte onlardan iman edenlere (yine de) ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olan (Hakk yoldan çıkan) kimselerdi.” (Hadîd 57/27)

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
ALLAH’ın İzni olmaksızın, hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmeyecektir. Ve her kim ALLAH’a (böyle) iman (ve itaat) ederse, onun KALBini hidâyete (ve gerçek huzura) yöneltecektir. ALLAH, her şeyi (hakkıyla) Bilendir.” (Tegâbün 64/11)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta RASÛLULLAH’ta=>KALB ve AKıL

Mesaj gönderen kulihvani »




Resim KALB =>İnsÂNdaki Temel İnsÂNî Prensiplerin özünde münderiç/içinde bulunduğu mahaldir.

Esed Kabilesine mensub Vâbisa b. Ma’bed’in(öl. h 60) naklettiğine göre;
"Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana.: “İyilik ve Kötülüğü(n ne olduğunu) sormaya mı geldin?” buyurdu.
“Evet”dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, parmaklarını birleştirip göğsüne vurarak üç defa.: “Kendine danış, KALBine danış ey Vâbisa!.” Buyurdu (ve devam etti).:“İyilik, GÖNLü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir. Kötülük ise insÂNlar sana fetvâ verseler (onaylasalar) bile, GÖNLü(nü) huzursuz eden ve iç(in)de bir kuşku bırakan şeydir.” buyurdu.

(Dârimî, “Büyû” 2)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de;
“Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz?”

قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“(Hz. Salih:) “Ey kavmim! Neden iyilikten önce kötülük konusunda acele ediyorsunuz? (Düşmanca hırsları ve hınçları bırakıp) ALLAH’tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki (rahmet olunup) esirgenirsiniz” demişti.” (Neml 27/46)

İslâmî Kaynaklarda =>İnsÂN Tabiatında Ahlâkî Şuura Sâhib bir yeteneğin bulunduğu kaydedilmekte, buna literatürde “VİCDÂN” denilmektedir.

Resim =>VİCDÂN .: “Canlının kendisinde meydana gelen Bütün Psikolojik Etkinlikleri algılamasını sağlayan ŞUUR HâLi”,
AHLÂKî VİCDÂN ise.: “insÂNa mahsus olup onun Niyet ve Eylemlerini Ahlâkî Ölçülere göre değerlendiren Denetleme Sistemi” diye tanımlanmıştır. (Demir, DİA, "VİCDÂN" mad.)

Resim KALB =>Manevî bir cüzdan sûretinde içerisinde birçok Latife ve Bâtınî Hassenin buluduğu özel bir yapıdır.
Kur’ÂN-ı Kerîm’de ve Hadis-i ŞerîfLlerde;

Resim =>FUÂD.:

وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“(Ey Resulüm!) Sana (geçmiş) elçilerin haberlerinden (doğru) kıssaların (ve ibretli vak’aların) hepsini aktarıyoruz. Ki onunla KALBini (imanda) sabit ve sağlam kılıyoruz. Bununla Sana Hakk (ve hikmet öğretilmiştir) ve mü’minlere de bir öğüt ve uyarı gelmiştir.” (Hûd 11/120)

Resim =>SADR.:

هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“(Ey mü’minler!) Sizler, işte böylesiniz; (hâlâ) onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler (ve düşmanlık güderler). Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar (münafıklar ise sadece) sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler (ama Kur’ÂN’ın bazı şeriat hükümlerini inkâr ve itiraz ederler), kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırıverirler. De ki: "Kin ve öfkenizle geberin!" Şüphesiz ALLAH, gönüllerin özünde saklı duranı Bilendir.” (Âl-i İmrân 3/119)

ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَى طَآئِفَةً مِّنكُمْ وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Sonra (o yenilgi ve) kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, (rahatlamak ve o şaşkınlığı atlatmak üzere tatlı) bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. (Sizden KALBleri hastalıklı) Bir grubu da, nefisleri can derdine düşürmüştü; ALLAH’a karşı haksız yere cahiliye zannıyla (kötü) zanlara kapılarak: “Bu işten bize ne var ki? (Cihada katıldık da ne kazandık?)” diyorlardı. De ki: “Şüphesiz işin (takdirin) tümü ALLAH’ındır.” Onlar (münafıklar), Sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, “Bu işten bize (hayırlı) bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik” diye (sızlanıyorlardı). De ki: “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri (ölüp mezârı boylayacakları) yerlere gidecekti. (Kimse ölümden kaçamazdı. Bunu) ALLAH, sizi deneyip sinelerinizdeki (nifak ve itirazı yoklayıp açığa çıkarmak) ve KALBlerinizdeki (kötü duyguları) arındırmak için (yaptı). ALLAH, göğüslerin-gönüllerin özünde (saklı) olanı bilip durandır.” (Âl-i İmrân 3/154)

Resim =>LÜBB.:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Sana Kitabı-Kur’ÂN’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’ÂN’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem âyetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) KALBlerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, manası kapalı olan) müteşabih âyetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak ALLAH bilir... İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: “Biz ona inandık, tümü RABBimizin katındandır" derler. (Ve müteşabih -kapalı- âyetlere ise; Kur’ÂN’ın sarih hükümlerine ve Resulüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zaten temiz akıl sâhiblerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardı ardına geliş deveranında (Dünya’nın kendisinin ve Güneş’in etrafında dolaşmasında) temiz akıl sâhibleri için gerçekten âyetler vardır.” (Âl-i İmrân 3/190)

[Not.: Tüm evrende, Samanyolu Galaksimizde, Güneş Sisteminde ve özellikle Yaşadığımız Yeryüzünde.:
a-) Birbirine uzaklık ve yakınlıkları,
b-) Ulaşım süratleri ve yörünge ayarları,
c-) Çevrelerini kuşatan GAZ’ların miktarı ve oranları,
d-) Evrenin sürekli ve sistemli genişleme hızı konularındaki.:
1-) Muhteşem ve Mükemmel bir “DENGE”,
2-) Muazzam ve Muntazam bir “DÜZEN”,
3-) Yüksek derecede makul ve mantıklı bir ‘DETAY ve DİSİPLİN’ bulunmaktadır.

Bu durum: Kâinatın, Dünya’nın ve Tabiatın;
A-) Sınırsız bir Kudret ve İlim (Hikmet) Sâhibi (ALLAH celle celâlihu) tarafından yaratıldığını,
B-) Bu yaratılışın sonsuz bir akıl, kusursuz bir plan ve sorunsuz bir takdirle varlığa çıkarıldığını,
C-) Ve her ÂN atom zerrelerinden yıldız kürrelerine kadar her şeyin ve tüm detayları ile ALLAH’ın Yönetimi (El-Vâliy) ve Denetimi (Er-Râgıb) altında bulunduklarını; Aklen, İlmen ve Teknolojikmen ortaya koymaktadır ki, bu hassas dengelerde çok az bir değişme durumunda bile; artık Hayat, Tabiat ve Kâinat olmayacaktır. Öyle ise elbette bu Kâinatın üstün bir Yaratıcısı vardır ve bize Kendini tanıtmak üzere Peygamber ve Kitap yollamıştır. Kur’ÂN’ın bütün Kuralları ve Haber Buyurdukları da hepsi Hakk’tır ve mutlaka çıkacaktır.]

Resim =>NÜHÂ.:

كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
“(Yeryüzünde bitirdiğimiz ekin ve meyvelerden) Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz, bunda (çirkinlik ve kötülükten nehyeden) VİCDÂN ve sağduyu sâhibleri için elbette âyetler vardır.” (Tâhâ 20/54)

أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
“Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları (bunlardan ders ve ibret alarak) doğruya yöneltip yola getirmeye yeterli olmadı mı? (Oysa bugün kendileri) Onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sâhibleri için âyetler vardır.” (Tâhâ 20/128)

Gibi terimler bir yönüyle KALBin bir işlevine temâs etmektedirler.
Aynı şekilde insÂNdaki bu KALBin tek olduğu.:

مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
“ALLAH, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki KALB kılmamış (iki gönül yaratmamıştır. İmanla beraber inkârın ve nifakın bir KALBte barışık bulunması imkânsızdır). Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunup “Artık bana annem gibisin” diyerek boşadığınız) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmamıştır; (başkalarından edindiğiniz) evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymamıştır. Bunlar sadece sizin ağzınızla söylediğiniz (boş laflardır. Her konuda elbette) Hakkı söyleyen ve (doğru olan) yola yöneltip-ileten ise ancak ALLAH’tır.” (Ahzâb 33/4)

Resim KALB =>Başka bir örneğinin olmadığı, bu KALBin Vücudun MERKEZ NOKTASI olduğu vurgulanmaktadır
(Buhârî, “Îmân” 39).

Ayrıca Resim KALB =>İman Mahallidir, Tasdik Merkezidir; (bk. el-Hucurât 49/7, Kur’ÂN ve Hadisler Işığında İnsÂNiyet Mefhumu 93 14; el-Mücâdile 58/22, tasdik merkezidir(bk. Buhârî, “İlim” 33, 39) ve takvâ mahallidir(bk. el-Hac 22/32; İbn Hanbel, 5/71,379).

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى الْقُلُوبِ
“İşte böyle; kim ALLAH’ın şiarlarını (İslam’ın alâmet-i fârikalarını) ta’zim eder (büyük tanıyıp saygı gösterirse), şüphesiz bu, KALBlerin takvasındandır.” (Hac 22/32)

[Not: Şeâir (şiârlar); Ezân, iki bayram (Ramazan ve Kurban), Hacc ve Umredeki bazı davranışlar, tesettür ve türban gibi İslam’ı hatırlatan alâmet ve simgeler olup, bunların ismini değiştirmek, mahiyetini dejenere etmek, örneğin bayramları tatil ve eğlenceye çevirmek; veya bunların mânâ ve maksadını sezip nefret ve hakarete yönelmek ise, fasıklık hatta zındıklık alâmeti sayılmıştır.]

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
“Ve bilin ki ALLAH’ın Resulü (Sünneti, hayat sistemi ve Nebevi prensipleriyle her zaman) içinizdedir. Eğer O, birçok işlerde sizin (keyfinize ve nefsi beklentilerinize) uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak ALLAH size imanı sevdirdi, onu KALBlerinizde süsleyip-çekici kılıverdi ve size inkârı, fıskı ve isyanı (Hakk davadan kopmayı) çirkin gösterdi. İşte onlar, (imanı ve İslam’ı seven, inkârı ve isyanı çirkin gören Müslümanlar) Hakk yolu bulmuş (irşad olmuş) kimselerdir.” (Hucurât 49/7)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“ALLAH’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavmi (kesimi ve kişileri); ALLAH’a ve Resulüne başkaldıran, (Âyet ve Hadislere dayalı İslam düzenine ve Müslüman ülkelere düşman olup savaş açan) kimselerle bir sevgi (ve işbirliği) içinde asla bulamazsın; velev ki, bu (zalim ve hain çevreler), isterse kendi babaları (olsun), ister çocukları (olsun), ister kardeşleri (veya tarikat-cemâat ihvanı olsun), isterse aşiretleri (partileri, müttefikleri) olsun, (yine de şuurlu mü’minler asla zalimlerin ve hainlerin başarısını arzulamaz, destek çıkmaz ve saygı duymazlar. Çünkü, ülkede faizi, fuhşu, içki ve uyuşturucuyu, kumarı ve şans oyunlarını yürütenlere, Siyonist Yahudi ve Hristiyan merkezlerin güdümüne girenlere “meveddet”=benimseyip desteklemek ve sevgi göstermek imana ve İnsÂNlığa aykırıdır); işte bunlar (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine samimi ve nasipli) kimselerdir ki, (ALLAH) KALBlerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları Kendinden (İlahi izzet ve inâyetinden) bir ruh (ve şuur) ile desteklemiştir. (Ahirette de) Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada süresiz kalacaklardır. ALLAH onlardan razıdır, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar, (Kur’ÂN nizamına karşı çıkanlarla KALBi alâkalarını koparanlar) ALLAH’ın hizbi (partisi, takipçisi, ekibi ve taraftarları)dır. Dikkat edin (kesinlikle bilin ve bekleyin) ki; şüphesiz ALLAH’ın fırkası olanlar, felaha ulaşacak (dünyada zafer ve devlete, ahirette ise cennet ve saadete kavuşacak)lardır." (Mücâdile 58/22)

Resim KALB =>Bir Karar, Kabul ve Onay Makamıdır. İnsÂN, AKILLı bir varlıktır, ancak son kararı DUYGULarı verir..

Resim KALB =>Manevî Bir Bünye gibidir, beslenme ve ihtiyacı olan bir yapıdır. KALBin canlı bir organizma gibidir. Bu canlı organizmanın nasıl bir takım temel ihtiyaçları bulunuyorsa, KALBin de benzer ihtiyaçları bulunmaktadır.
Bunların başında zikir gelmektedir. Resûlü Ekrem Efendimiz ALLAH’ın Kitabı’ndan nasibini almamış bir insÂNı, içinde hiç kimsenin oturmadığı viran bir eve benzetmiştir. (bk. Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ÂN” 18).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: KALBinde Kur’ÂN’dan bir miktar bulunmayan kimse =>HARAB EV gibidir.” buyurmuştur.
(İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan; Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ÂN 18. Ayrıca bk. Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 1; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 223)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Kur’ÂN okunan evin hayrı artar; oturanları sıkmaz. Böyle evlere Melekler toplanır, Şeytanlar uzaklaşır. İçinde Kur’ÂN okunmayan ev oturanlara dar gelir; böyle evlerin hayır ve bereketi az olur; Melekler uzaklaşır; Şeytanlar üşüşür. İçinde Kur’ÂN okunan, anlam ve yorumuyla meşgul olunan ev, yıldızların yeryüzünü aydınlattığı gibi, Semâ Ehli için aydınlatılır.” buyurmuştur.
(Darimî, Sünen, II/429-430; Heysemî, Mecma'üz-Zevaid, VII/171)

Sahâbe-i Kirâmdan Abdullah b. Mes’ûd, KALBin olgunlaşması ve dimağların İlâhî Kelâmla dolması için Kur’ÂN okumaya teşvik etmiş.: KALBlerinizi onunla (Kur’ÂN ile) mâmur kılın.” buyurmuştur.
(Dârimî, “Fedâilü’l-Kur’ÂN” 4)

Resim KALB =>İlahî Tecellînin zuhur ettiği yerdir. Cebrâil aleyhisselâm, Kur’ÂN’ı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’inKALBine indirmiştir.:

قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“De ki, her kim (herhangi bir şekilde) Cebrail’e düşmanlık eder (ve onu incitecek söz ve davranışlar sergiler) ise, iyi bilsin ki; ALLAH’ın izniyle, kendinden öncekileri tasdik edici ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak Senin KALBine de Kur’ÂN’ı O indirmiştir. (Bu nedenle vahye ve Cebrail’e düşmanlıkla, ALLAH’a iman bir arada barınmayacaktır.)” (Bakara 2/97)

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
“Onu (Kur’ÂN’ı) Ruh-ûl Emin (Hz. Cebrail Resulüllah’a) getirmiştir.” (Şuarâ 26/193)

عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
“(Bu Kur’ÂN; halkı) Uyarıcılardan olman için, Senin KALBinin üzerine (vahyedilmiştir).” (Şuarâ 26/194)

Resim KALBde => İlâhî Güzellikler tecelli eder, insÂNın aklen kabul ettiği şeyler, iman ve ihsan boyasıyla boyanarak duygu boyutuna burada aktarılır. “ALLAH her kimi doğruya erdirmek isterse onun gönlünü İslâm’a açar.”

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
“ALLAH, kimi (layık görüp) hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (gönlünü) İslam’a açar; (ibadet ve hizmet yoluna sokar.) Kimi de (müstahak olduğundan) saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar (Kur’ÂN’ı anlamaya karşı ilgisiz ve sevgisiz kalır). ALLAH, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik ve gayretsizlik (hamiyetsizlik ve haysiyetsizlik) çökertir.” (En’âm 6/125)

Âyetinin nüktesiyle bu hâl insÂNı mekanik bir varlık olmaktan çıkararak onu olaylar karşısında ürperen, korku ve ümit sarmalı içinde gelgitler yaşayan bir varlık hâline dönüştürür. (Heyet 2013: 3/60).

Onuncusu; KALBin gerçekte birçok hali bulunmaktadır. Hal ise iç ve dış etkilerden dolayı KALBte ortaya çıkan yeni durum ve bu yeni durumun tezâhürü olan KALBin amelleridir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem dört çeşit KALB olduğunu haber vermekte ve bu KALBlerden şöyle bahsetmektedir.: “Dört çeşit KALB vardır. Kandil gibi parıl parıl parlayan pürüzsüz KALB, kılıflara sarılmış KALB, tersine dönmüş KALB ve sadece dış yüzeyden ibaret KALB! Parıl parıl parlayan KALB müminin KALBidir. Onun kandilinde nur asla eksik olmaz. Kılıflı KALB kâfirin KALBidir. Tersine dönmüş KALB hakikati tanıyıp sonra inkâr eden münafığın KALBidir. Sadece dış yüzeyden ibaret KALB ise içinde Abdullah Servet Yılmaz 94 iman ve nifak bulunan bir KALBtir. Bu KALBteki iman, temiz suyla beslenen bir bitki gibi, nifak ise irin ve kanla beslenen bir yara gibidir. Artık hangi özellik diğerine baskınsa KALBte o galip gelir.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, 3/17)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Size verdiği nimetlerden ötürü ALLAH’ı sevin. ALLAH’ı sevdiğim için beni sevin; beni sevdiğiniz için de ailemi sevin.”
(Tirmizî, “Menâkıb” 31)
Buyuran Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ALLAH’ı sevmenin ve O’na olan imanın gereği kendisinin sevilmesini istemiştir. (Heyet 2013: 3/78).
Aynı şekilde Kur’ÂN-ı Kerîm’de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, Ümmetine olan sevgisi şöyle anlatılır.: “Andolsun size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.”

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Andolsun ki size kendi içinizden; (her türlü) sıkıntıya düşmeniz (ve zorluk çekmeniz) Onun gücüne gidip izzeti nefsine dokunan, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Elçi gelmiştir.” (Tevbe 9/128)

Hz. Âişe radiyallahu anha’den naklen gelen rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in: “Melekler nurdan yaratıldı. Cinler dumanlı alevden, ateşden yaratıldılar. Âdem ise size anlatılandan yaratıldı.” buyurduğu görülmektedir.
(Müslim, "Zühd ve’r-Rekâik" 10).

Hakikatte tüm bu varlıkların yaratılış maddeleri zikredilmektedir, ancak ruhları ve hayatiyet kaynaklarının ortak oldukları görülmektedir.

Ebu Hureyre radiyallahu anhu’den nakledildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur.: “Ruhlar, bir araya gelmiş topluluklardır. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz ayrılır.” (Müslim, “Birr” 159)

Ebu Hureyre radiyallahu anhu’den nakledilmektedir.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: “Yâ Resûlullah dedik, senin yanında iken KALBlerimiz manevîyatta rikkate gelip inceliyor, dünyaya karşı alâkamız kesiliyor ve ahireti sanki görmüş gibi oluyoruz. Yanınızdan ayrılınca ailemizle ünsiyet edip çocuklarımızı kokladık mı, önceki halimizi inkâr ediyoruz, bunun sebebi nedir?"
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu cevâbı verdi.: “Eğer siz, ayrıldıktan sonra da yanımdaki halinizi devam ettirseydiniz, melekler sizi evlerinizde ziyaret eder, yollarda sizinle müsafahada bulunurdu. Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, ALLAH sizi toptan yokeder, günah işleyip istiğfar edecek yeni bir mahlûk yaratır ve onları mağfiret ederdi." buyurdu.
(Tirmizî, “Cennet” 2; İbnu Mace, “Siyam” 48).

“Firavun, "Sizin RABBiniz de kimmiş ey Mûsâ?" dedi. Mûsâ.: "Bizim RABBimiz her şeye özüyle ve biçimiyle varlık veren, sonra da işin yolunu yordamını gösterendir" diye cevap verdi.”

قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى
“(Ona gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında ise Firavun onlara:) "Siz ikinizin RABBi de kim ey Mûsâ?" demişti.” (Tâhâ 20/49)

قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
“(O da:) “RABBimiz her şeye yaratılışını (varlığının icabını, fıtrat kanunlarını ve yaşam koşullarını) veren ve sonra hidayet (hayır ve hizmet) yolunu Gösterendir” yanıtını vermişti.” (Tâhâ 20/50)

İnsÂNın etkileşime açık oluşuna temâs eden bir rivâyette;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insÂNlar gibidir. Misk sâhibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın.” (Buhârî, Kur’ÂN ve Hadisler Işığında İnsÂNiyet Mefhumu 105 “Büyû” 38, “Zebâih” 31; Müslim, “Birr” 146).

İnsÂNdaki =>Hayal, Tasavvur ve diğer RÛHanî Bileşenlerde Mekan ve Zaman sınırını aşan hususlar bulunmaktadır. İnsÂNın RÛH yönüyle yol katettiğine işâret eden bir rivâyette;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kulun RABBine en yakın olduğu ÂN =>SECDEye varmış olduğu ÂNdır.” buyurmuştur.
(Müslim, “Ṣalât” 215; Nesâî, “Daʿavât” 118).

RÛHLarın =>Mekan ve Zaman sınırlarını aştığına işâret eden benzer bir diğer rivâyette şöyle geçmektedir;

Resûl-i Ekrem, Bedir Gazvesi’nde katledilen müşriklere ait cesedlerin yanına giderek onlara.: “RABBinizin size önceden haber verdiği acı sonucu tattınız mı?” diye hitap edince,
Hz. Ömer radiyallahu anhu.: “Ruhları bulunmayan cesedlere mi hitab ediyorsun?” diye sormuş,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: “Onlara söylediğimi siz duyamazsınız ama onlar duyar” buyurmuştur.
(Buhârî, “Meġâzî”, 8; Müslim, “Cenâiz”, 26, “Cennet”, 76).

insÂN-insÂN, insÂN-hayvan, insÂN-Nesne arasında bir çekim, irtibat, bağ, sevgi ve daha başka hususlar olduğunu göstermektedir. İnsÂNın bu yönüne temâs eden rivâyetlerin birinde;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir Müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsulatından bir kuş veya insÂN veya hayvan yiyecek olsa, bu onun için bir sadaka olur.” diye bildirilmektedir.
(Buharî, “Edeb” 27; Müslim, “Müsâkat” 12; Tirmizî, “Ahkam” 40).

İnsÂNın kainattaki varlık ve eşyayla olan münasebetine delâlet eden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den gelen şu rivâyet dikkat çekicidir:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Uhud öyle bir Dağdır ki biz onu severiz, o da bizi sever.” buyurmuştur.
(Buhârî, “Cihad” 71, 74, “Enbiya” 8, 27, “Et'ime” 28, “Da'avât “36, “İ'tisâm” 16; Müslim, “Hacc” 504; Muvatta, “Câmî” 10(2/889)).

Mesela âyet-i kerimede “..Öyle taşlar var ki, Allah'ın korkusundan yuvarlanır” buyurulmuştur.

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“(Ey Beni İsrail ve tüm nankör ve hain kimseler!) Bundan sonra KALBleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı (kesildi). Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan (kendiliğinden akan) ırmaklar kaynamaktadır, öyleleri vardır ki (kırılıp) yarılır da, ondan sular çıkıp fışkırır, öyleleri de vardır ki ALLAH korkusuyla (aşağıya) yuvarlanır. ALLAH (ne tabiattaki olaylardan ne de sizin) yaptıklarınızdan gâfil (habersiz) değildir.” (Bakara 2/74)

Resûlullah'ın avucunda taşların tesbih etmesi, câmideki kuru hurma kütüğünün Firak-ı Nebî sebebiyle inleyerek ağlaması gibi...
Câbir radıyallahu anhu.: Mescid-i Nebevî’de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in hutbe okurken dayandığı bir kütük vardı. Mescide minber konulduğu (artık Resûlullah hutbesini orada okumaya başladığı) zaman bu kütüğün, doğumu yaklaşmış deve gibi inlediğini duyduk. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem minberden indi, elini kütüğün üzerine koyunca sesi kesildi.” buyurmuştur.
(Buhârî, Menâkıb 25)
Bir başka rivâyet şöyledir.: “Cuma günü gelip de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem minberin üzerine oturunca, yanında Resûlullah’ın hutbe okuduğu hurma kütüğü ikiye bölünüyormuş gibi haykırdı.”
(Buhârî, Büyû‘ 32)

Bir başka rivâyet şöyledir.: “Kütük, çocuk gibi bağırdı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem aşağı inerek onu tutup kucakladı. Kütük de teskin edilmeye çalışılan bir çocuk gibi yavaş yavaş sükûnet buldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dinlediği zikirden mahrum kaldığı için ağladı”
buyurdu.
(Buhârî, Menâkıb 25)

Kezâ âyette “kafirin ölümünde arz ve semânın ağlamadığı” ifâde edilir.

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
“(Firavun ve adamları öyle zalimdi ki) Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı (herkes helak edilmelerine sevindi) ve onlar(ın azabı da) ertelenmedi.” (Duhan 44/29)

İnsÂN kavramının iştikakı olarak bütün güvenilir lügatlerde insÂNın "Enes" maddesinden türediği vurgulanmıştır (Bûşalta, 2009: 24). Diğer bir görüşe göre “insÂN” kelimesi “üns” masdarı ile irtibatlandırılmıştır. “Alışmak, uyum sağlamak” anlamına gelen “üns”, Türkçe’de ünsiyet olarak kullanılmaktadır. “Teennüs”, “insÂN olmak” manasına gelirken “isti’nas” “cana yakın olma, vahşî hayvanın evcilleşmesi” anlamını taşımaktadır. Nitekim “enes”kelimesi de vahşetin karşıtıdır(Kutluer, DİA, "İnsÂN" mad.).

Günlük kullanımda “Ünsiyet Etmek” şeklinde deyim olarak kullanılan bu mefhum: Yakınlık kurup dostluk etmek, anlamlarına gelmektedir. İnsÂN, ruhunda ünsiyet taşıyan bir varlıktır. Nitekim insÂNdaki bu ünsiyete dikkat çeken bir rivâyette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kendisi cehennem ateşine ve cehennem ateşi de kendisine haram olan kişiyi size bildireyim mi? Cana yakın, yumuşak huylu, kolaylaştırıcı kimse.” (Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme” 45)


Resim

YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihu!.


Resim

Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et AKIL ve KALBLeRimize İnşâe ALLAH!..



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön