KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim



KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta
=>GURBîYYEt<=>KURBîYYEt.:


==->MAVi KANAt KELEBEkLe,
GEÇmiş->Şu ÂN<-GELECEkLe,
BİZ BİR-İZ->KuR'ÂN HAZZLaRı,
HÂL-i HAZıR=>TEKk GERÇEkLe!.


ZEVK 10.672

BİLinmezLeR SAHRASI’nda=>SONsuz HAYyat SAHNESİ’nde,
KÖREBE OYUNu OYNAR==>HAM AKıL=>DURMAdan SORaR!.
AKıL AYNASI’n ARKASI’ndan=>KAYBoLuR->KENDİ SESİ’nde,
KURBîYYEtsiz=>GURBîYYEtte=->BOŞuna=>KENDİni YORaR!.


04.07.2023.. 04:07..
brsbrsm...tktktrstkkmizdmkmkhazzlrımızzz…


Resim

AKLımız BİR=->ESMÂULLAH,
REHBERimİZ=>RESÛLULLAH,
->NÛR-u EHL-i BEYt ALİ ŞAH,
Lî-VECHİLLAH=>SEBÎLİLLAH,
İNŞÂe ALLAH MÂŞâe ALLAH!.

Resim

GURBîYYEt<==İNSÂN==>KURBîYYEt..
AYNAnın ÖNÜnde<=SıRR=>AYNAnın ARKAsında..
ESFELîN <==HAYyAt==>İLLîYyîN..
bEN/Enâ<==İNSÂN/NAHNU==>BEN..


Resim

=>ŞEHÂDEttir=>SÖZün=->ÖZü,
YAŞAnmada==->YALAN LÂKİN!.
BAKaR>GÖRüR->GÖNüL GÖZü,
KÛN feye KÛN=>KÛN fe YAKîN!.


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ, ona şah damarından daha YAKINız.” (Kâf 50/16)

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
“(HerÂNnında ve o sırada) Biz o’na (her insÂNa) sizden daha YAKINız/AKREBiz; ancak görmezsiniz (ve farkında olmazsınız).” (Vâkı’a 56/85)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Ve Sana YAKÎN (yani ölüm) gelinceye kadar RABBine =>KULLuk ve İBÂDete (ve Kur’ÂNî İstikâmete) devam et (ve kurtul ki, Biz herkesi sonunda mutlaka hak ettiğine ulaştıracağız!)” (Hicr 15/99)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım =>Bana öyle bir imân ve YAKÎN ver ki =>Sonu küfür olmasın!”buyurmuştur.
(Tirmizî, “Duʿâʾ”, 30).

Resim K-R-B.:

KARîB.: Sülâlece ve soyca yakın olan. Sözlükte.: “Rahim veya Neseb Bağıyla birbirine bağlı AKRABALar” anlamındaki Zevi’l-Erhâm (tekili Zü’r-Rahim/Zî-Rahim) terkibi..
KARABe.: Kılıca kın yabmak. Kılıcı kına koymak.. Yakınlaşmak..Yakın OLmak..
KARîBe.: Cinsî temâsta bulunmak..
KARîBen.: Sülâlece ve Soyca yakın olan..
TaKRîB.: Yaklaştırma. Aşağı yukarı ve tahmin ile kat'i olmayan şey söyleme. Tahmin. Yolunu bulma..
TaKRiBen.: Tahminen. Yaklaşık olarak. Aşağı yukarı.
MüteKARîB.: (Kurb. dan) Yaklaşan, tekarüb eden. Birbirine yakın olan, gittikçe birbirine yaklaşan..
KaRRee.:Bir şeyi yaklaştırma..
İKtaReBe.:Yaklaşmak..
KuRB.: Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede/adımda ve kuvvette kullanılır.)
KurbÂN.: ALLAH'ın Rızası’nı kazanmağa sebeb olan şey. Etleri, fâkirlere barasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya SüNNet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan. * Bir maksad uğrunda fedâ olma.
KuRBet.: Yakınlık. * Fık: ALLAH'a manevî yakınlığa sebeb olan Amel-i Sâlih..
KURBîYYEt.: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak..
AKRABîYYEt.: Daha yakın oluş. Cenâb-ı HAKk’ın insana olan yakınlığı..
AKRaBa.: Aralarında Soyca, Nesebce yakınlık olanlar. Yakınlar..
AKReB.: En yakın. Daha yakın. Ziyâde yakın..

Resim G-R-B.:

GaReBe.: Uzak OLmak, Kaybolmak. Güneş veyâ Yıldız batmak.
GaReBe.: SILâsından ayrı kalmak. Yabancı yerde yaşamak..
İGtaReBe.:ASıL Vatanından çakilib uzak olmak.
GaRîB.: Güneşin battığı yer..
MGRib.: Batı.. Güneşin battığı yer..
GâRîB.: (A, uzun okunur) Batan. Gurub eden..
GARîB.: Kimsesiz. Zavallı. Gurbette olan. Hayret verici. Tuhaf. ..
GARîBü’d-Diyâr.: Memleketin yabancısı..
GARîBÂN.: Soy Adı=>Sert.. Gönlü=>Yumuşak.. Barboros Sert CÂnımız gibi OLan..
GARîBÂNe.: f. GARîB gibi, GARîB kimselere yakışır şekilde, GARîBçesine.
GuRBet.: GARîBlik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el..
GuRBet-zede.: f. Memleketinden başka yerde bulunan, gurbete düşmüş olan..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta
=>GURBîYYEt<=>KURBîYYEt.:


===>MAVi KANAt KELEBEkLe,
GEÇmiş=>Şu ÂN<=GELECEkLe,
BİZ BİR-İZ=>KuR'ÂN HAZZLaRı,
HÂL-i HAZıR=>TEKk GERÇEkLe!.


ZEVK 10.672

BİLinmezLeR SAHRASI’nda=>SONsuz HAYyat SAHNESİ’nde,
KÖREBE OYUNu OYNAR==>HAM AKıL=>DURMAdan SORaR!.
AKıL AYNASI’n ARKASI’ndan=>KAYBoLuR->KENDİ SESİ’nde,
KURBîYYEtsiz=>GURBîYYEtte=->BOŞuna=>KENDİni YORaR!.


04.07.2023.. 04:07..
brsbrsm...tktktrstkkmizdmkmkhazzlrımızzz…


Resim

AKLımız BİR=->ESMÂULLAH,
REHBERimİZ=>RESÛLULLAH,
->NÛR-u EHL-i BEYt ALİ ŞAH,
Lî-VECHİLLAH=>SEBÎLİLLAH,
İNŞÂe ALLAH>MÂŞâe ALLAH!.

Resim

GURBîYYEt<==İNSÂN==>KURBîYYEt..
Resim
AYNAnın ÖNÜnde<=SıRR=>AYNAnın ARKAsında..
Resim
ESFELîN <==HAYyAt==>İLLîYyîN..
Resim
bEN/Enâ<==İNSÂN/NAHNU==>BEN..


Resim

=>ŞEHÂDEttir=>SÖZün=->ÖZü,
YAŞAnmada==->YALAN LÂKİN!.
BAKaR>GÖRüR->GÖNüL GÖZü,
KÛN feye KÛN=>KÛN fe YAKîN!.


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ, ona şah damarından daha YAKINız.” (Kâf 50/16)

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
“(HerÂNnında ve o sırada) Biz o’na (her insÂNa) sizden daha YAKINız/AKREBiz; ancak görmezsiniz (ve farkında olmazsınız).” (Vâkı’a 56/85)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Ve Sana YAKÎN (yani ölüm) gelinceye kadar RABBine =>KULLuk ve İBÂDete (ve Kur’ÂNî İstikâmete) devam et (ve kurtul ki, Biz herkesi sonunda mutlaka hak ettiğine ulaştıracağız!)” (Hicr 15/99)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım =>Bana öyle bir imân ve YAKÎN ver ki =>Sonu küfür olmasın!” buyurmuştur.
(Tirmizî, “Duʿâʾ”, 30)


Resim K-R-B.:

KARîB.: Sülâlece ve soyca yakın olan. Sözlükte.: “Rahim veya Neseb Bağıyla birbirine bağlı AKRABALar” anlamındaki Zevi’l-Erhâm (tekili Zü’r-Rahim/Zî-Rahim) terkibi..
KARABe.: Kılıca kın yabmak. Kılıcı kına koymak.. Yakınlaşmak..Yakın OLmak..
KARîBe.: Cinsî temâsta bulunmak..
KARîBen.: Sülâlece ve Soyca yakın olan..
TaKRîB.: Yaklaştırma. Aşağı yukarı ve tahmin ile kat'i olmayan şey söyleme. Tahmin. Yolunu bulma..
TaKRiBen.: Tahminen. Yaklaşık olarak. Aşağı yukarı.
MüteKARîB.: (Kurb. dan) Yaklaşan, tekarüb eden. Birbirine yakın olan, gittikçe birbirine yaklaşan..
KaRRee.: Bir şeyi yaklaştırma..
İKtaReBe.: Yaklaşmak..
KuRB.: Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede/adımda ve kuvvette kullanılır.)
KurbÂN.: ALLAH'ın Rızası’nı kazanmağa sebeb olan şey. Etleri, fâkirlere barasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya SüNNet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan. * Bir maksad uğrunda fedâ olma.
KuRBet.: Yakınlık. * Fık: ALLAH'a manevî yakınlığa sebeb olan Amel-i Sâlih..
KURBîYYEt.: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak..
AKRABîYYEt.: Daha yakın oluş. Cenâb-ı HAKk’ın insana olan yakınlığı..
AKRaBa.: Aralarında Soyca, Nesebce yakınlık olanlar. Yakınlar..
AKReB.: En yakın. Daha yakın. Ziyâde yakın..


Resim G-R-B.:

GaReBe.: Uzak OLmak, Kaybolmak. Güneş veyâ Yıldız batmak.
GaReBe.: SILâsından ayrı kalmak. Yabancı yerde yaşamak..
İGtaReBe.: ASıL Vatanından çakilib uzak olmak.
GaRîB.: Güneşin battığı yer..
MaGRib.: Batı.. Güneşin battığı yer..
GâRîB.: (A, uzun okunur) Batan. Gurub eden..
GARîB.: Kimsesiz. Zavallı. Gurbette olan. Hayret verici. Tuhaf. ..
GARîBü’d-Diyâr.: Memleketin yabancısı..
GARîBÂN.: Soy Adı=>Sert.. Gönlü=>Yumuşak.. Barboros Sert CÂnımız gibi OLan..
GARîBÂNe.: f. GARîB gibi, GARîB kimselere yakışır şekilde, GARîBçesine.
GuRBet.: GARîBlik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el..
GuRBet-zede.: f. Memleketinden başka yerde bulunan, gurbete düşmüş olan..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Arabça “GARÂBEt/GURBEt” kökünden türeyen ”GARîB” kelimesi sözlükte =>“Yurdundan uzak kalan; kendi cinsi arasında eşi ve benzeri bulunmayan, tek ve nâdir olan; bilinmeyen, mübhem ve kabalı olan” anlamlarına gelir.
Az kullanılması sebebiyle mânası sözlüklere başvurulmadan bilinemeyen kelimelere “GARîB”, kelime veya sözdeki bu duruma da “GARÂBEt” adı verilir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم : بَدَأَ الإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ كَمَا بَدَأَ غَرِيبًا فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ
“Bedee’l- İslâmu GARîBen ve seye’udu kemâ bedee GARîBen. Fetûbâ li’l-GUREBÂ.: İslâm GARÎB başladı, (ileride) başladığı gibi GARîB olacaktır. Ne mutlu GARîBLERE!” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, İman 232; Tirmizî, İman 13; İbn Mâce, Fiten 15; Dârimî, Rikak 42; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 184, 398; II, 177, 222, 389; IV, 73.)

Elmalılı Hamdi Yazır Merhumun ifâdesiyle.: ”İslâm’ın istikbâli gece değil gündüzdür. Sönük değil, barlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirib tekrar uyandırmak içindir. Bu mânâ ma’ruf bir hadîs-i şerîf ile şöyle beyân buyurulmuştur.:
“ İslâm GARîB olarak başladı, (ileride) yine başladığı hâle dönecektir. GARîBlere ne mutlu!” Yani.: “İslâm GARîB olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi GARîB olarak tekrar başlayacak (yahud zuhur edecek) ne mutlu o GARîBlere!” demektir. Hadisin sonundaki “fetûbâ”, onun inzar için değil, tebşir için sevk buyrulduğunu gösterir."

(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, V, 3713.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, birgün hasırın üzerinde uyumuş ve hasır, mübârek vücûdunda izler bırakmıştı.
Bunun üzerine.: “Hasırla aranıza birşeyler serseydik!” diyen sahâbîlere:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim Dünyâ ile ne işim var? Ben, Dünyâda YOLculuğu esnâsında bir ağaç altında gölgelenen, sonra da oradan geçib giden bir YOLcu gibiyim.” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Zühd, 3; İbn-i Hanbel, I, 391)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem birgün elini Ömer radıyallâhu anh’ın omuzuna koyarak bu âlemdeki gel-geçliği ifâde etmek üzere.: “Dünyâda ya GARîB bir insan gibi, ya da bir YOLcu gibi oL!” buyurmuştur.
(Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25)

İçinde bulunduğu şartlar altında zor bir hayat geçiren dindâr Müslümanlar da GARîB sayılır. “Güç şartlar altında sıkıntılı bir hayat yaşamak” anlamına gelen “GARîBLik” bu sebeble fazilet kabul edilmiştir. Nitekim;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ÜMMetimin fesada gittiği zamanda kim Benim SüNNetime sarılsa ona yüz şehîd sevâbı vardır.” buyurmuştur.
(İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duâfâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, DîNinin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıb Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’den; Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “O günlerde iyi bir iş yaban kimse, başka zamanlarda o işin aynısını yabanın alacağı ecrin, sevâbın elli katını alacağını” müjdelemiştir.
(Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Toblum bozulduğu zaman SÜNNetime sarılan kimse elinde ateş tutan insan gibidir” buyurmuştur.
(Müsned, II, 39, 55).

Ebü’l-Hasan es-Subeyhî.:
GARîB =>Vatanında iken ondan uzak olan kişidir.
GARîB =>Kendi meşrebinde olmayanlar arasında kalan kişidir.”
(Lâmiî, s. 213)

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre.:
A‘yân-ı Sâbitelerini bilen ve kendi aslî vatanlarından hiçbir zaman ayrılmayan Kâmil Ârifler için GuRBet söz konusu olmaz. Çünkü onlar HAKk’ın kendilerine AYNA olduğunu, sûretlerinin O’nda zuhur ettiğini bilirler.. (el-Fütûhât, II, 529).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîB, GuRBette, ALLAH YOLUndaki mücâhid gibidir. GARîBlere ikram ediniz. Çünkü, Kıyamette onların şefaat hakkı vardır. Umulur ki onların şefaati sebebi ile kurtulursunuz.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîB, hastalandığı zaman, sağına, soluna, önüne, arkasına bakıb da tanıdık birini görmediği vakit, ALLAHu TeALÂ onun günahlarını mağfiret eder.” buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîB iken ölen şehîddir.” buyurmuştur.
İ. Asakir

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBe yardım eden CeNNeti hak eder.” buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin, doğduğu yerin dışında, GARîB olarak ölmesi ni’mettir.” buyurmuştur.
(Taberanî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBlerin dost ve yardımcısı ALLAH ve RESÛLÜdür.” buyurmuştur.
(Tirmizî.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBLer, çoğunlukta az olan Sâlihlerdir. Bunları sevmeyen, sevenden çoktur.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeALÂ buyuruyor ki.: “Büyüklenmeyen, gününü ALLAH’ı ANmakla geçiren, (ALLAH’ın razı olduğu işleri yaban) günahta ısrar etmeyib istigfar eden, aç doyuran, GARîBi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, DUÂ ederlerse, DUÂ larını kabul ederim.” buyurmuştur.
(Darekutnî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min, dünyada GARîBdir.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir zaman gelir, SüNNetim unutulur, bid'atler yayılır. SüNNete uyanlar GARîB olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, Avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar!.” buyurmuştur.
(İMAMZÂDE, Muhammed b. Ebû Bekir, Şirʿatü’l-İslâm adlı eseriyle tanınan Hanefî fâkihi)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GuRBette iken ölen şehîddir." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Cenâiz, 61).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Toblum bozulduğu zaman SüNNete sarılan kimse, elinde ateş tutan insan gibidir." buyurmuştur.
(İ. Ahmaed, Müsned, 2/39, 55).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBler kimlerdir?” sorusuna, “ “Kavm ve kabilelerinden (İslâm adına) ayrılıb uzaklaşanlardır.” buyurmuştur.
(Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ten; Tirmizî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBler kimlerdir?” sorusuna, “Halkın benden sonra SüNNetimden bozduklarını düzeltmeye, diriltmeye çalışanlar.” buyurmuştur.
(Amr b. Avf radıyallahu anh’ten; Tirmizî).

Muaviye.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (bir gün) aramızda doğrulup.:
“Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i Kitab, yetmiş iki millete (dine) bölündü. Bu ÜMMet ise yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri CeNNettedir. Bu da Cemâattir.”
buyurmuştur.
(Ebu Davud, SüNNet 1).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İsrâiloğullarının başına gelen şeyler, aynıyla ÜMMetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan alenî olarak Annesine gelen (Annesiyle zinâ eden) olmuşsa, ÜMMetimden de bu çirkin işi mutlaka yaban olacaktır. Nitekim, İsrâiloğulları yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ÜMMetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hebsi ateştedir.”
“Bu fırka hangisidir?” diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim ve Ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!”
buyurmuştur.
(İbnu Amr İbni'l-As radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, İman 18).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim semâ uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semâda dört barmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta ALLAH'a secde için alnını koymuş bir melek vardır. ALLAH'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az GÜLer, çok AĞLArdınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belânızı defetmesi için) ALLAH'a yalvar yakar olurdunuz!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190.)).

Ebu Zerr (radıyallâhu anh ilâve etti.: “Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.”

Ebu Saîd el-Hudrî radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler/kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takib edeceksiniz.” buyurdu..
(Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler) sorduk.:
“Ya Resûlullah! (İzlerini takib edeceğimiz bu tobluluklar) Yahûdiler ve Hristiyanlar mı olacak?”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ya başka kimler olacaktı?”
buyurdu.
(Buharî, Enbiyâ 50; Müslim, İlm 6).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ÜMMetim kendisinden önceki Ümmet Tobluluklarının bir kısmını karış karış, arşın arşın izlemedikçe kıyamet kopmayacaktır.” Buyurunca,
Sahâbîler tarafından soruldu.: “Arkaları sıra gidilecek olan bu tobluluklar Farslılar ve Rumlar (İranlılar ve Doğu Bizanslılar) mı olacak Yâ Resûlallah!”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanları onlar temsil etmiyorlar mı? (Elbet onlar olacaklar.)”
buyurmuştur.
(Feyzül-Kadîr 6/261 Hn. 7224).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem üç defa.: “Ne mutlu GARîBLere! Ne mutlu GARîBLere! Ne mutlu GARîBLere!.” diye buyurdu.
"Kim bu GARîBLer Yâ Resûlullah? ”diye sordular?
Sevgili Beygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: ”Kötü insanların çok olduğu bir zamandaki Sâlih İnsanlardır. Onlara isyân edenler itâat edenlerden daha çoktur.” buyurdu.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6650.)

Sevgili Beygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah b. Mes’ud’un.: GARîBler kimlerdir?” sorusuna,
"Kavm ve Kabîlelerinden İslâm adına uzaklaşanlardır” cevâbını vermiştir. (Çakan, İ. Lütfi, Hadislerle Gerçekler, 389.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a en SEVimli olan şey GARîBlerdir.”
"GARîBler kimdir?” diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ”Dinlerini korumak için kaçanlardır. ALLAH onları kıyâmet günü Îsâ (aleyhisselâm) ile berâber haşredecektir.”
buyurmuştur.
(Abdullah b. Ömer radiyallahu anhu’den; Ahmed b. Hanbel, Kitabuz-Zühd, 809.).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBLer dörttür.:
1-) Zâlimin göğsündeki Kur’ÂN,
2-) İçinde namaz kılınmayan Mescid,
3-) Bir evdeki okunmayan Mushaf,
4-) Kötü kimseler arasında bulunan Sâlih Kişi.”
buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bu dünyâda dört tâne GARîB vardır.
1-) Zâlimin hâfızasındaki Kur’ÂN,
2-) İçinde namaz kılınmayan Mescid,
3-) Kur’ÂN okunmayan evdeki Mushaf,
4-) Günahkâr bir topluluğun içindeki Sâlih Kişi.”
buyurmuştur.
(Suyutî, Camius-Sağir, 5773).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBler azdır. =>SâLiHLerdir.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 7072.).

[img]httbs://www.muhammedinur.com/bhotos/ubload/2021 ... 59aedc.gif[/img]

DüNYâ GuRBeti’nden=>UKBâ SILAsına..
=>SIRR-ı NAHNU=>BİZ BİR-İZ’i..
GuRBette<=>KuRBet YAŞA!.mak..
Tarikat-ı MuhaMMedîyye’de=>Seyr-ü-SüLûk.:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mutü kable en temutu.: ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669).

Benden bana yakınsın,
CâNdan da SEVgilisin,
Ya ben SENİ isteyü,
Kande varayım MEVLÂ?.


Yûnus EMRE kaddesallahu sırrahu..

[img]httbs://www.muhammedinur.com/bhotos/ubload/2021 ... 1f384e.gif[/img]

Dünyâ metâ’’ı aldatıcıdır.:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâl hâyâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) Kıyamet Günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve CeNNete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve Dünyâ Hayatı, aldatıcı metâ’’dan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)

Dünyâ geçici ve değersizdir.:

اللّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاء وَيَقَدِرُ وَفَرِحُواْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ مَتَاعٌ
“ALLAHu yebsutu’r- rızka li men yeşâu ve yakdir (yakdiru), ve ferihû bi’l- hayâtid dunyâ, ve mal hayâtu’d- dunyâ fî’l- âhıreti illâ metâ’u (metâun).: ALLAH, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Onlar, dünya hayatı ile sevinirler (ferahlanırlar). Dünya hayatı, âhiret hayatı yanında (geçici) bir metâ’dan başka bir şey değildir.” (Ra’d 13/26)

Dünyayı Âhirete tercih etmek Dalâlet Ehline mahsustur.:

وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilâ’n- nâsi yevme’l- haccı’l- ekberi ennallâhe berîun mine’l- muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm (elîmin).: Ve büyük hac (Haccu’l- ekber) günü, ALLAH'tan ve O'nun resûlünden insanlara bir bildiridir (ilândır). Muhakkak ki; ALLAH ve O'nun RESÛLü, müşriklerden berîdir (uzaktır). Bundan sonra eğer tövbe ederseniz, artık o (tövbe etmeniz) sizin için daha hayırlıdır ve eğer yüz çevirirseniz, siz ALLAH'ı aciz bırakamayacağınızı biliniz. Ve kâfir kimseleri elîm bir azab ile uyar (ikaz et)." (İbrahîm 14/3)

Sâdıklarla beraber olunuz.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).: Ey imân edenler! ALLAH'a karşı takvâ s3ahibi olun ve Sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe 9/119)

ALLAH TeALÂ mü’minlerin (yegâne ve hakiki) DOSTudur.:

اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ile’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t- tâgûtu yuhricûnehum mine’n- nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: ALLAH, imân edenlerin Velîsi/Dostudur, onları (onların nefslerinin kalblerini) zulmetten nûra çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalblerini) nûrdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, Ateş Ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.” (Bakara 2/157)

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
“Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman.: “Biz ALLAH'a âidiz ve sonunda O'na döneceğiz.” derler.// Sabrederek mücâdeleye devam edenler, başlarına bir musibet, bir belâ geldiği zaman.: “Biz İlâhî Kaza’ya rıza için yaratılmış kullarız. Sonunda yine ALLAH’ın Huzuru’na vararak hesaba çekileceğiz!” diyenlerdir.” (Bakara 2/156)

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
“Tusebbihu lehu’s- semâvâtu’s- seb’u ve’l- ardu ve men fîhinn (fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûren).: 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (ALLAH'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; HALÎM'dir, GAFÛR'dur (mağfiret edendir).” (İsrâ 17/44)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Arabça “GARÂBEt/GURBEt” kökünden türeyen ”GARîB” kelimesi sözlükte =>“Yurdundan uzak kalan; kendi cinsi arasında eşi ve benzeri bulunmayan, tek ve nâdir olan; bilinmeyen, mübhem ve kabalı olan” anlamlarına gelir.
Az kullanılması sebebiyle mânası sözlüklere başvurulmadan bilinemeyen kelimelere “GARîB”, kelime veya sözdeki bu duruma da “GARÂBEt” adı verilir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم : بَدَأَ الإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ كَمَا بَدَأَ غَرِيبًا فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ
“Bedee’l- İslâmu GARîBen ve seye’udu kemâ bedee GARîBen. Fetûbâ li’l-GUREBÂ.: İslâm GARÎB başladı, (ileride) başladığı gibi GARîB olacaktır. Ne mutlu GARîBLERE!” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, İman 232; Tirmizî, İman 13; İbn Mâce, Fiten 15; Dârimî, Rikak 42; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 184, 398; II, 177, 222, 389; IV, 73.)

Elmalılı Hamdi Yazır Merhumun ifâdesiyle.: ”İslâm’ın istikbâli gece değil gündüzdür. Sönük değil, barlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirib tekrar uyandırmak içindir. Bu mânâ ma’ruf bir hadîs-i şerîf ile şöyle beyân buyurulmuştur.:
“ İslâm GARîB olarak başladı, (ileride) yine başladığı hâle dönecektir. GARîBlere ne mutlu!” Yani.: “İslâm GARîB olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi GARîB olarak tekrar başlayacak (yahud zuhur edecek) ne mutlu o GARîBlere!” demektir. Hadisin sonundaki “fetûbâ”, onun inzar için değil, tebşir için sevk buyrulduğunu gösterir."

(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, V, 3713.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, birgün hasırın üzerinde uyumuş ve hasır, mübârek vücûdunda izler bırakmıştı.
Bunun üzerine.: “Hasırla aranıza birşeyler serseydik!” diyen sahâbîlere:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim Dünyâ ile ne işim var? Ben, Dünyâda YOLculuğu esnâsında bir ağaç altında gölgelenen, sonra da oradan geçib giden bir YOLcu gibiyim.” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Zühd, 3; İbn-i Hanbel, I, 391)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem birgün elini Ömer radıyallâhu anh’ın omuzuna koyarak bu âlemdeki gel-geçliği ifâde etmek üzere.: “Dünyâda ya GARîB bir insan gibi, ya da bir YOLcu gibi oL!” buyurmuştur.
(Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25)

İçinde bulunduğu şartlar altında zor bir hayat geçiren dindâr Müslümanlar da GARîB sayılır. “Güç şartlar altında sıkıntılı bir hayat yaşamak” anlamına gelen “GARîBLik” bu sebeble fazilet kabul edilmiştir. Nitekim;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ÜMMetimin fesada gittiği zamanda kim Benim SüNNetime sarılsa ona yüz şehîd sevâbı vardır.” buyurmuştur.
(İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duâfâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, DîNinin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıb Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’den; Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “O günlerde iyi bir iş yaban kimse, başka zamanlarda o işin aynısını yabanın alacağı ecrin, sevâbın elli katını alacağını” müjdelemiştir.
(Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Toblum bozulduğu zaman SÜNNetime sarılan kimse elinde ateş tutan insan gibidir” buyurmuştur.
(Müsned, II, 39, 55).

Ebü’l-Hasan es-Subeyhî.:
GARîB =>Vatanında iken ondan uzak olan kişidir.
GARîB =>Kendi meşrebinde olmayanlar arasında kalan kişidir.”
(Lâmiî, s. 213)

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre.:
A‘yân-ı Sâbitelerini bilen ve kendi aslî vatanlarından hiçbir zaman ayrılmayan Kâmil Ârifler için GuRBet söz konusu olmaz. Çünkü onlar HAKk’ın kendilerine AYNA olduğunu, sûretlerinin O’nda zuhur ettiğini bilirler.. (el-Fütûhât, II, 529).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîB, GuRBette, ALLAH YOLUndaki mücâhid gibidir. GARîBlere ikram ediniz. Çünkü, Kıyamette onların şefaat hakkı vardır. Umulur ki onların şefaati sebebi ile kurtulursunuz.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîB, hastalandığı zaman, sağına, soluna, önüne, arkasına bakıb da tanıdık birini görmediği vakit, ALLAHu TeALÂ onun günahlarını mağfiret eder.” buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîB iken ölen şehîddir.” buyurmuştur.
İ. Asakir

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBe yardım eden CeNNeti hak eder.” buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin, doğduğu yerin dışında, GARîB olarak ölmesi ni’mettir.” buyurmuştur.
(Taberanî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBlerin dost ve yardımcısı ALLAH ve RESÛLÜdür.” buyurmuştur.
(Tirmizî.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBLer, çoğunlukta az olan Sâlihlerdir. Bunları sevmeyen, sevenden çoktur.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeALÂ buyuruyor ki.: “Büyüklenmeyen, gününü ALLAH’ı ANmakla geçiren, (ALLAH’ın razı olduğu işleri yaban) günahta ısrar etmeyib istigfar eden, aç doyuran, GARîBi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, DUÂ ederlerse, DUÂ larını kabul ederim.” buyurmuştur.
(Darekutnî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min, dünyada GARîBdir.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir zaman gelir, SüNNetim unutulur, bid'atler yayılır. SüNNete uyanlar GARîB olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, Avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar!.” buyurmuştur.
(İMAMZÂDE, Muhammed b. Ebû Bekir, Şirʿatü’l-İslâm adlı eseriyle tanınan Hanefî fâkihi)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GuRBette iken ölen şehîddir." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Cenâiz, 61).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Toblum bozulduğu zaman SüNNete sarılan kimse, elinde ateş tutan insan gibidir." buyurmuştur.
(İ. Ahmaed, Müsned, 2/39, 55).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBler kimlerdir?” sorusuna, “ “Kavm ve kabilelerinden (İslâm adına) ayrılıb uzaklaşanlardır.” buyurmuştur.
(Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ten; Tirmizî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBler kimlerdir?” sorusuna, “Halkın benden sonra SüNNetimden bozduklarını düzeltmeye, diriltmeye çalışanlar.” buyurmuştur.
(Amr b. Avf radıyallahu anh’ten; Tirmizî).

Muaviye.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (bir gün) aramızda doğrulup.:
“Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i Kitab, yetmiş iki millete (dine) bölündü. Bu ÜMMet ise yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri CeNNettedir. Bu da Cemâattir.”
buyurmuştur.
(Ebu Davud, SüNNet 1).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İsrâiloğullarının başına gelen şeyler, aynıyla ÜMMetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan alenî olarak Annesine gelen (Annesiyle zinâ eden) olmuşsa, ÜMMetimden de bu çirkin işi mutlaka yaban olacaktır. Nitekim, İsrâiloğulları yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ÜMMetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hebsi ateştedir.”
“Bu fırka hangisidir?” diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim ve Ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!”
buyurmuştur.
(İbnu Amr İbni'l-As radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, İman 18).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim semâ uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semâda dört barmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta ALLAH'a secde için alnını koymuş bir melek vardır. ALLAH'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az GÜLer, çok AĞLArdınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belânızı defetmesi için) ALLAH'a yalvar yakar olurdunuz!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190.)).

Ebu Zerr (radıyallâhu anh ilâve etti.: “Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.”

Ebu Saîd el-Hudrî radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler/kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takib edeceksiniz.” buyurdu..
(Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler) sorduk.:
“Ya Resûlullah! (İzlerini takib edeceğimiz bu tobluluklar) Yahûdiler ve Hristiyanlar mı olacak?”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ya başka kimler olacaktı?”
buyurdu.
(Buharî, Enbiyâ 50; Müslim, İlm 6).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ÜMMetim kendisinden önceki Ümmet Tobluluklarının bir kısmını karış karış, arşın arşın izlemedikçe kıyamet kopmayacaktır.” Buyurunca,
Sahâbîler tarafından soruldu.: “Arkaları sıra gidilecek olan bu tobluluklar Farslılar ve Rumlar (İranlılar ve Doğu Bizanslılar) mı olacak Yâ Resûlallah!”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanları onlar temsil etmiyorlar mı? (Elbet onlar olacaklar.)”
buyurmuştur.
(Feyzül-Kadîr 6/261 Hn. 7224).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem üç defa.: “Ne mutlu GARîBLere! Ne mutlu GARîBLere! Ne mutlu GARîBLere!.” diye buyurdu.
"Kim bu GARîBLer Yâ Resûlullah? ”diye sordular?
Sevgili Beygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: ”Kötü insanların çok olduğu bir zamandaki Sâlih İnsanlardır. Onlara isyân edenler itâat edenlerden daha çoktur.” buyurdu.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6650.)

Sevgili Beygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah b. Mes’ud’un.: GARîBler kimlerdir?” sorusuna,
"Kavm ve Kabîlelerinden İslâm adına uzaklaşanlardır” cevâbını vermiştir. (Çakan, İ. Lütfi, Hadislerle Gerçekler, 389.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a en SEVimli olan şey GARîBlerdir.”
"GARîBler kimdir?” diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ”Dinlerini korumak için kaçanlardır. ALLAH onları kıyâmet günü Îsâ (aleyhisselâm) ile berâber haşredecektir.”
buyurmuştur.
(Abdullah b. Ömer radiyallahu anhu’den; Ahmed b. Hanbel, Kitabuz-Zühd, 809.).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBLer dörttür.:
1-) Zâlimin göğsündeki Kur’ÂN,
2-) İçinde namaz kılınmayan Mescid,
3-) Bir evdeki okunmayan Mushaf,
4-) Kötü kimseler arasında bulunan Sâlih Kişi.”
buyurmuştur.
(Deylemî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bu dünyâda dört tâne GARîB vardır.
1-) Zâlimin hâfızasındaki Kur’ÂN,
2-) İçinde namaz kılınmayan Mescid,
3-) Kur’ÂN okunmayan evdeki Mushaf,
4-) Günahkâr bir topluluğun içindeki Sâlih Kişi.”
buyurmuştur.
(Suyutî, Camius-Sağir, 5773).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:GARîBler azdır. =>SâLiHLerdir.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 7072.).

Resim

DüNYâ GuRBeti’nden=>UKBâ SILAsına..
=>SIRR-ı NAHNU=>BİZ BİR-İZ’i..
GuRBette<=>KuRBet YAŞA!.mak..
Tarikat-ı MuhaMMedîyye’de=>Seyr-ü-SüLûk.:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mutü kable en temutu.: ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669).

Benden bana yakınsın,
CâNdan da SEVgilisin,
Ya ben SENİ isteyü,
Kande varayım MEVLÂ?.


Yûnus EMRE kaddesallahu sırrahu..

Resim

Dünyâ metâ’’ı aldatıcıdır.:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâl hâyâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) Kıyamet Günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve CeNNete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve Dünyâ Hayatı, aldatıcı metâ’’dan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)

Dünyâ geçici ve değersizdir.:

اللّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاء وَيَقَدِرُ وَفَرِحُواْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ مَتَاعٌ
“ALLAHu yebsutu’r- rızka li men yeşâu ve yakdir (yakdiru), ve ferihû bi’l- hayâtid dunyâ, ve mal hayâtu’d- dunyâ fî’l- âhıreti illâ metâ’u (metâun).: ALLAH, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Onlar, dünya hayatı ile sevinirler (ferahlanırlar). Dünya hayatı, âhiret hayatı yanında (geçici) bir metâ’dan başka bir şey değildir.” (Ra’d 13/26)

Dünyayı Âhirete tercih etmek Dalâlet Ehline mahsustur.:

وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilâ’n- nâsi yevme’l- haccı’l- ekberi ennallâhe berîun mine’l- muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm (elîmin).: Ve büyük hac (Haccu’l- ekber) günü, ALLAH'tan ve O'nun resûlünden insanlara bir bildiridir (ilândır). Muhakkak ki; ALLAH ve O'nun RESÛLü, müşriklerden berîdir (uzaktır). Bundan sonra eğer tövbe ederseniz, artık o (tövbe etmeniz) sizin için daha hayırlıdır ve eğer yüz çevirirseniz, siz ALLAH'ı aciz bırakamayacağınızı biliniz. Ve kâfir kimseleri elîm bir azab ile uyar (ikaz et)." (İbrahîm 14/3)

Sâdıklarla beraber olunuz.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).: Ey imân edenler! ALLAH'a karşı takvâ s3ahibi olun ve Sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe 9/119)

ALLAH TeALÂ mü’minlerin (yegâne ve hakiki) DOSTudur.:

اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ile’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t- tâgûtu yuhricûnehum mine’n- nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: ALLAH, imân edenlerin Velîsi/Dostudur, onları (onların nefslerinin kalblerini) zulmetten nûra çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalblerini) nûrdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, Ateş Ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.” (Bakara 2/157)

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
“Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman.: “Biz ALLAH'a âidiz ve sonunda O'na döneceğiz.” derler.// Sabrederek mücâdeleye devam edenler, başlarına bir musibet, bir belâ geldiği zaman.: “Biz İlâhî Kaza’ya rıza için yaratılmış kullarız. Sonunda yine ALLAH’ın Huzuru’na vararak hesaba çekileceğiz!” diyenlerdir.” (Bakara 2/156)

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
“Tusebbihu lehu’s- semâvâtu’s- seb’u ve’l- ardu ve men fîhinn (fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûren).: 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (ALLAH'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; HALÎM'dir, GAFÛR'dur (mağfiret edendir).” (İsrâ 17/44)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

K-R-B.. FiiLi ve TüREVLeri Kur'ÂN-ı Kerîmimizde bek çok Âyet-i CeLîLe’de geçmektedir.:

** Akrabin.: akrabalara, yakınlara OLarak.:
Bakara 2/180,215; Nisâ 4/7,33,135; Şu’arâ 26/214..

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin fe li’l- vâlideyni ve’l- AKRABîne ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebnis sebîl (sebîli), ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: Sana (ALLAH yolunda) ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki.: “Hayır olarak ne infâk ederseniz (ALLAH YoLunda verirseniz) işte o, anne-baba, AKRABALAR, yetimler, yoksullar ve (yolda kalmış) yolcular içindir. Ve hayır olarak ne yabarsanız, o takdirde muhakkak ki ALLAH, onu en iyi BİLendir.” (Bakara 2/215)

لِّلرِّجَالِ نَصيِبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ أَوْ كَثُرَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا
“Lir ricâli nasîbun mimmâ terake’l- vâlidâni ve’l- AKRABûne, ve li’n- nisâi nasîbun mimmâ terake’l- vâlidâni ve’l- akrabûne mimmâ kalle minhu ev kesur (kesura). Nasîben mefrûdâ (mefrûdan).: Ana-baba ve yakın AKRABALarın geriye bıraktığından (mirasından) erkekler için bir bay vardır. Ve kadınlar için de, ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) bir bay vardır. Ondan (bırakılanlardan) az veya çok farz kılınmış bir baydır.” (Nisâ 4/7)

وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
“Ve enzir aşîreteke’l- AKREBin (akrebîne).: (Öncelikle) En yakın hısımlarını (yakın AKRABAnı-aşîretini) uyar.” (Şu’arâ 26/214)

** Takrabuhunnne.: Kadınlara yaklaşma..:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
“Ve yes’elûneke ani’l- mahîd (mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilû’n- nisâe fî’l- mahîdi, ve lâ tAKRABûhunne hattâ yathurn (yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh (emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbut tevvâbîne ve yuhibbu’l- mutetahhirîn (mutetahhirîne).: Sana hayz halinden (kadınların belirli günlerinden) soruyorlar. De ki.: “O bir ezâdır. Bu yüzden hayz zamanında (belirli günlerinde) kadınlardan (cinsel olarak) uzak durun ve temizleninceye kadar onlara YAKLAŞmayın. Temizlendikleri zaman ise artık ALLAH'ın emrettiği yerden onlarla biraraya gelin. Muhakkak ki ALLAH, tevvabin olanları (tövbe edenleri) sever ve temizlenenleri sever.” (Bakara 2/222)

** Akrab.: Daha yakın, en yakın.:
Nahl 16/77; İsrâ 17/57; Kehf 18/24,81; Kâf 50/16; Vâkı’a 56/85; Beled 90/15..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ, ona şah damarından daha YAKINız.” (Kâf 50/16)

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
“Ve nahnu AKREBu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn (tubsirûne).: (O anda) BİZ ona sizden daha YAKINız, ama göremezsiniz.” (Vâkı’a 56/85)

يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
“Yetîmen zâ mAKRABeh (makrabetin).: YAKINlık sâhibi (AKRABa) olan yetimi.” (Beled 90/15)

** Takraba.:yaklaşma..
A’râf 7/19; Tevbe 9/28; Yûsuf 12/60; İsrâ 17/32..

وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ
“Ve yâ âdemuskun ente ve zevcuke’l- cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ tAKREBâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn (zâlimîne).: Ve ey Âdem! Sen ve zevcen cennette yerleşin (oturun) sonra da, dilediğiniz yerden yeyin. Ve bu ağaca YAKLAŞmayın. O zaman (yaklaşırsanız ikiniz) zalimlerden olursunuz.” (A’râf 7/19)

وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً
“Ve lâ tAKREBû’z- zinâ innehu kâne fâhışeh (fâhışeten), ve sâe sebîlâ (sebîlen).: Ve zinâya YAKLAŞmayın! Çünkü o, fuhuş (hayasızlık) ve kötü bir yoldur.” (İsrâ 17/32)

** Kurbâ.: Akraba, yakınlar..
Bakara 2/83,177; Nisâ 4/8; Mâide 5/106; En’âm 6/152; Enfâl 8/41; Tevbe 9/113; Nahl 16/95; İsrâ 17/26; Nûr 24/22; Rûm 30/38; Fâtır 35/18; Şûrâ 42/23; Haşr 59/7..

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
“Leyse’l- birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ve’n- nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- KURBÂ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebnes sebîli, ve’s- sâilîne ve fî’r- rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âte’z- zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fî’l- be’sâi ve’d- darrâi ve hîne’l- be’s (be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrâr kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, ALLAH'a, yevmi’l- âhire (ALLAH'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab'a ve beygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, AKRABALara (yakınlık sahiblerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (ALLAH'a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefâ edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekîlerdir (takvâ sâhibi olanlardır).” (Bakara 2/177)

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
“Mâ kâne li’n- nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû li’l- muşrikîne ve lev kânû ulî KURBÂ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbu’l- cahîm (cahîmi).: Bir nebînin ve imân eden kimselerin, müşrikler için, cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra YAKINLarı bile olsa mağfiret dilemeleri olmaz (uygun değildir).” (Tevbe 9/113)

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve lâ ye’teli ulu’l- fadlı minkum ves seati en yu’tû uli’l- KURBÂ ve’l- mesâkîne ve’l- muhâcirîne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), ve’l- ya’fû ve’l- yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve sizden (içinizden) fazilet ve servet sâhibi olanlar, YAKINLarına, miskinlere, ALLAH yolunda hicret edenlere vermeye karşı (vermemeye) yemin etmesinler. Ve artık affetsinler ve hoşgörsünler. ALLAH'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Ve ALLAH, Gafûr'dur (mağfiret edendir) Rahîm'dir (Rahmet Nûru gönderendir).” (Nûr 24/22)

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
“Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecren ille’l- meveddete fî’l- KURBÂ ve men yakterif hasenete’n- nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innellâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte ALLAH'ın, imân eden ve iyi işler yaban kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden AKRABALık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şübhesiz ALLAH bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/23)

مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehli’l- kurâ fe lillâhi ve li’r- resûli ve lizî’l- KURBÂ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli key lâ yekûne dûleten beyne’l- agniyâi minkum, ve mâ âtâkumu’r- resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: ALLAH'ın o şehir halkının (malından), resûlüne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen ganimet), artık ALLAH'ın, beygamberinin, ona YAKINLığı olanların, yetimlerin ve yoksulların ve yolcularındır. (Bu) içinizden zengin olanların arasında elden ele dolaşan bir mal (servet) olmaması içindir. Ve resûl, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o takdirde ondan vazgeçin. ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH, ikaâbı (azbı) şiddetli olandır.” (Haşr 59/7)

** Kurbe.: ALLAHa yakınlık =>Tevbe 9/99..

وَمِنَ الأَعْرَابِ مَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنفِقُ قُرُبَاتٍ عِندَ اللّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ أَلا إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَّهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فِي رَحْمَتِهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve mine’l- a'râbî men yu'minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve yettehızu mâ yunfiku KURUBÂtin indallâhi ve salavâti’r- resul (resûli), e lâ innehâ kurbetun lehum, se yudhıluhumullâhu fî rahmetihî, innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar ALLAH'a ve âhiret gününe imân eder ve infak ettiğini ALLAH katında bir YAKINLaşmaya ve elçinin DUÂ ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. ALLAH da onları kendi Rahmetine sokacaktır. Şübhesiz ALLAH, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tevbe 9/99)

** KurbÂN.:

الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلاَّ نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىَ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ قُلْ قَدْ جَاءكُمْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
“Ellezîne kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ bi kurbânin te’kuluhu’n- nâr (nâru), kul kad câekum rusulun min kablî bi’l- beyyinâti ve billezî kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkîn (sâdıkîne).: Onlar, "Muhakkak ki ALLAH.: “bize ateşin yiyeceği bir KURBÂN’ı getirinceye kadar, hiçbir Resûl'e“ îmân etmememiz için bize ahdetti" dediler. Onlara de ki.: "Benden önce Resûller, beyyînelerle ve sizin söylediğiniz o şey ile size gelmişlerdi. Eğer siz sâdıklar (doğru söyleyenler) iseniz, o hâlde onları niçin öldürdünüz. Onlar.: "Muhakkak ki ALLAH.: “Bize ateşin yiyeceği bir KURBÂN’ı getirinceye kadar, hiçbir Resûl'e“ îmân etmememiz için bize ahdetti" dediler. Onlara de ki.: "Benden önce Resûller, beyyînelerle ve sizin söylediğiniz o şey ile size gelmişlerdi. Eğer siz sâdıklar (doğru söyleyenler) iseniz, o halde onları niçin öldürdünüz.” (Âl-i İmrân 3/183)

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ
“Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bi’l- hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehâdihimâ ve lem yutekabbe’l- minel âhar (âhari) kâle le aktulennek (aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu mine’l- muttekîn (muttekîne).: Ve onlara Âdem'in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, ALLAH'a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (KURBÂN) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. (KURBÂN’ı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da.: “ALLAH sadece takvâ sâhiblerinden kabul eder.” dedi.” (Mâide 5/27)

** Karîb.: Yakın OLuş..
Bakara 2/186,214; Nisâ 4/17,77; A’râf 7/56; Tevbe 9/42; Hûd 11/61,64,81; Ra’d 13/31; İbrahîm 14/44; İsrâ 17/51; Enbiyâ 21/109; Ahzâb 33/63; Sebe’ 34/50,51; Şûrâ 42/17; Fetih 48/18,27; Kâf 50/41.

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî KARÎB (karîbun) ucîbu da’vete’d- dâi izâ deâni, fe’l- yestecîbû lî ve’l- yu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).: Ve kullarım sana, BENden sorduğu zaman, muhakkak ki BEN, (onlara) yakınım. BANA DUÂ edilince, DUÂ edenin DUÂsına (dâvetine) icâbet ederim. O halde onlar da BANA (BENim dâvetime) icâbet etsinler ve BANA imân etsinler (BANA ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).” (Bakara 2/215) (Bakara 2/186)

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
“Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ (sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh (gayruhu), huve enşeekum mine’l- ardı vesta'merekum fîhâ festâgfirûhu summe tûbû ileyh (ileyhi), inne RABBî KARÎBun mucîb (mucîbun).: Ve Semûd Kavmine, onların kardeşi Sâlih (aleyhisselâm) şöyle dedi.: “Ey kavmim! ALLAH'a kul olun. Sizin için O'ndan başka İLÂH yoktur. Sizi arzdan yaratan ve orada, size imar ettiren O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret isteyin. Sonra O'na tövbe edin (ALLAH'a yönelin). Benim RABBim muhakkak ki yakındır, (DUÂlara) icâbet edendir.” (Hûd 11/61)

قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
“Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye RABBî, innehu semîun KARÎB (karîbun).: De ki.: "Eğer dalâlette olursam, o zaman sadece kendi nefsim üzerine (sebebiyle) olurum. Eğer hidâyete erersem, o takdirde bu RABBimin bana vahyi sebebiyledir. Muhakkak ki O; en iyi işiten ve EN YAKIN olandır." (Sebe’ 34/50)

وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ
“Vestemi’ yevme yunâdi’l- munâdi min mekânin KARÎB (karîbin).: Çağırıcının, YAKIN bir yerden çağrıda bulunacağı güne kulak ver;” (Kâf 50/41)

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî KARÎB (karîbun) ucîbu da’vete’d- dâi izâ deâni, fe’l- yestecîbû lî ve’l- yu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).: Ve kullarım sana, BENden sorduğu zaman, muhakkak ki BEN, (onlara) YAKINım. Bana DUÂ edilince, DUÂ edenin DUÂsına (dâvetine) icâbet ederim. O halde onlar da BANA (BENim dâvetime) icâbet etsinler ve BANA imân etsinler (BANA ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).” (Bakara 2/186)

وَمِنَ الأَعْرَابِ مَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنفِقُ قُرُبَاتٍ عِندَ اللّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ أَلا إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَّهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فِي رَحْمَتِهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve mine’l- a'râbî men yu'minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve yettehızu mâ yunfiku KURUBÂtin indallâhi ve salavâti’r- resul (resûli), e lâ innehâ KURBETun lehum, se yudhıluhumullâhu fî rahmetihî, innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedevîlerden öyleleri de vardır ki, onlar ALLAH'a ve âhiret gününe imân eder ve infak ettiğini ALLAH katında bir YAKINLAŞmaya ve elçinin DUÂ ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir YAKINLAŞmadır. ALLAH da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şübhesiz ALLAH, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tevbe 9/99)

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
“Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ (sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh (gayruhu), huve enşeekum mine’l- ardı vesta'merekum fîhâ festâgfirûhu summe tûbû ileyh (ileyhi), inne RABBî KARÎBun mucîb (mucîbun).: Ve Semûd Kavmine, onların kardeşi Sâlih (aleyhisselâm) şöyle dedi.: “Ey kavmim! ALLAH'a kul olun. Sizin için O'ndan başka İLÂH yoktur. Sizi arzdan yaratan ve orada, size imar ettiren O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret isteyin. Sonra O'na tövbe edin (ALLAH'a yönelin). Benim RABBim muhakkak ki yakındır, (DUÂlara) icâbet edendir.” (Hûd 11/61)

قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
“Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye RABBî, innehu semîun KARÎB (karîbun).: De ki: "Eğer dalâlette olursam, o zaman sadece kendi nefsim üzerine (sebebiyle) olurum. Eğer hidâyete erersem, o takdirde bu RABBimin bana vahyi sebebiyledir. Muhakkak ki O; en iyi işiten ve EN YAKIN olandır." (Sebe’ 34/50)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BiZ, ona şah damarından DAHA YAKINIZ.” (Kâf 50/16)

وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ
“Vestemi’ yevme yunâdi’l- munâdi min mekânin KARÎB (karîbin).: Çağırıcının, YAKIN bir yerden çağrıda bulunacağı güne kulak ver;” (Kâf 50/41)

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
“Ve nahnu AKREBu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn (tubsirûne).: (O anda) BİZ ona sizden daha YAKINız, ama göremezsiniz.” (Vâkı’a 56/85)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMULLAH’ta-RESÛLULLAH’ta GURB-KURB.:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

YAKÎN

اليقين


YAKÎN =>Sözlükte “sabit olmak, durulmak, sükûnete kavuşmak” anlamındaki “YAKN” kökünden türeyen “YAKÎN”, terim olarak “doğruluğunda şüphe bulunmayan, vâkıaya uygun bilgi, sabit ve kesin inanış, kanaat (itikad), şüphe ve tereddütten sonra ulaşılan kesinlik” anlamına gelir. Burada geçen “vâkıa’ya uygun” ifâdesiyle cehâlet, “sabit” ile taklid, “kesin” ile zan, “itikad” ile şüphe durumlarının tanım dışında bırakıldığı belirtilir (et-Taʿrîfât, “YAKÎN” md.; Tehânevî, II, 1547).
YAKÎN’i “önermenin isbatlanmasıyla zihnin rahatlaması” diye tanımlayanlar da vardır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ykn” md.; Kindî, I, 171).
Diğer bir tanıma göre YAKÎN tasdik ve inanca ulaştıran doğru bilgidir. Bu tür kesin bilgiye “Burhanî Bilgi” denilir.

YAKÎN kavramı Kur’ÂN-ı Kerîm’de 28 âyette yer almakta olub;
Bunların yirmisinde fiil kalıplarıyla “inançtaki kesinlik” belirtilmektedir.:

وَقَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ لَوْلاَ يُكَلِّمُنَا اللّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Bilgisizler (câhil ve gâfil kimseler): "ALLAH bizimle konuşuverse ya!..” veya “bize de (peygamberler gibi) bir âyet (mucize) gelse ya!.." demektedirler. Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Bunların kalbleri (nasıl da sapkınlıkta) birbirine benzedi. (Oysa) Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa âyetleri apaçık gösterdik. (Tabiattaki ve kâinattaki her şey zâten Cenâb-ı HAKkın yaratılış mu’cizesi ve harika sanat eserleridir.)” (Bakara 2/118)

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
“Vicdanları (nefislerindeki fıtrî duyguları da, elçinin dâvetini haklı bularak) tam kanaat getirip (kabul ettiği) halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları ( aleyhisselâm’ın çağrısını) inkâr ettiler. Artık Sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak (ve insanlara bildir).” (Neml 27/14)

Dört âyette YAKÎN çeşitli kelimelerle terkib oluşturur.:
Bunlardan “HAKKa’l-YAKÎN”, İslâm’ın İnanç Esaslarını asılsız sayıp haktan sabanları âhirette bekleyen kötü âkıbetin kesin gerçekliğini anlatmaktadır.:

إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ
“Muhakkak bu, kesinliğinden şüphe edilmeyen bir gerçektir. (HAKke’l-YAKÎN bir hakikattır, mutlak adaletin yerini bulacağı âhiret kaçınılmazdır.)” (Vâkıa 56/95)

وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ
“Ve şüphesiz O (Kur'ÂN-ı Kerîm), kesin bir gerçektir (HAKke’l-YAKÎN’dir).” (Hâkka 69/51)
İlme’l-YAKÎN” sadece bir âyette geçmekte ve burada insanların ölümü sürekli hatırlamaları durumunda boş şeylerle övünüp ebedî saadeti ihmal etmeyecekleri ifâde edilmektedir.:

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ
“Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle (İLMe’l-YAKÎNle âhireti ve akıbetini keşke) bilseydiniz!” (Tekâsür 102/5)

Aynı sûrenin yedinci âyetinde geçen “AYNe’l-YAKÎN” terkibi “gözlem yoluyla bilmek, YAKÎNen müşâhede etmek” mânasına gelir.:

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ
“Sonra onu, (zâten) gerçekten yakîn gözüyle (AYNe’-l YAKÎN) göreceksiniz.” (Tekâsür 102/7)

Bir âyette YAKÎN, yahudilerin Îsâ aleyhisselâm’ın ölümü hakkındaki hükümlerini kesin olarak değil tahmine dayanarak verdikleri belirtilmektedir.:

وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِن شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا
“Ve (onlar yalan yere.): "Biz, ALLAH’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsâ’yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (Yahudilere böyle bir cezâ verilmiştir.) Oysa Onu kesinlikle öldürmediler ve Onu asmadılar. Ama onlara (İsâ aleyhisselâm’ın) benzeri gösterildi. (İsâ aleyhisselâm’ı para karşılığı gammazlayan baş havarisinin yüz şekli İsâ aleyhisselâm’ın’a benzetildi ve çarmıha gerildi.) Gerçekten O’nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların boş bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Kesin olan gerçek şudur ki Onu (Yahudiler İsâ aleyhisselâm’ı) öldürememişlerdir. (İsâ aleyhisselâm’ın ruhu fevt edilip göklere yükseltilmiştir. Âhir zamanda tekrar geri gönderilecektir.)” (Nisâ 4/157)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de YAKÎN kavramı, “Kesinlikle Bilme” anlamında da kullanılmıştır.:

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
“Vicdanları (nefislerindeki fıtrî duyguları da, elçinin dâvetini haklı bularak) tam kanaat getirip (kabul ettiği) halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları (Mûsâ aleyhisselâm’ın çağrısını) inkâr ettiler. Artık Sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak (ve insanlara bildir).” (Neml 27/14)

İki âyette geçen “gerçekleşeceği kesin olarak bilinen” mânasındaki YAKÎN kelimesiyle ölümün kastedildiği bildirilmektedir.: (el-Hicr 15/99; el-Müddessir 74/47; krş. Şevkânî, II, 164; V, 384; Elmalılı, V, 3080; VIII, 5467)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Ve Sana YAKÎN (yani ölüm) gelinceye kadar RABBine kulluk ve ibâdete (ve Kur'ÂNî İstikâmete) devam et (ve kurtul ki, Biz herkesi sonunda mutlaka hak ettiğine ulaştıracağız!)” (Hicr 15/99)

حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ
“Sonunda YAKÎN (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bizi bitirdi (ecel bizi gâfil yakalayıverdi)." (Müddessir 74/47)

Hadis-i Şerîflerde yer alan YAKÎN kavramı “şüpheye düşmeden inanmak, bilmek” (meselâ bk. Müsned, V, 229, 366; Buhârî, “ʿİlim”, 24; “Enbiyâʾ”, 19; Ebû Dâvûd, “Salât”, 191),
Özellikle namazın rek‘atları, secdeleri, abdest organlarının yıkanması gibi durumlarda tereddüde düşülmesinden sonra “şüpheden sıyrılıp bir kanaate ulaşmak” (Müsned, II, 148; VI, 439; Müslim, “Mesâcid”, 88; Ebû Dâvûd, “Salât”, 191) anlamında kullanılmıştır.

Bir rivâyette Abdullah b. Mes‘ûd’un =>YAKÎN’i =>“Tam İmân” diye tanımladığı bildirilir. (Buhârî, “Îmân”, 1).
YAKÎNin dünyada insanlara verilen en faziletli şey olduğunu söyleyen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (Müsned, I, 3, 5, 7-9; Tirmizî, “Duʿâʾ”, 105; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 5) kendisine imân ve YAKÎN vermesi için ALLAH’a DUÂ etmiştir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım =>Bana öyle bir imân ve YAKÎN ver ki =>Sonu küfür olmasın!” buyurmuştur.
(Tirmizî, “Duâʾ”, 30).

Bazı hadislerde “YAKÎN” =>ÖLümün yalın gerçekliğini ifâde eder. (Müsned, II, 22; Müslim, “İmâre”, 125).

İslâm Düşünce Tarihinde YAKÎNin dereceleri Kur'ÂN-ı Kerîm’deki kullanımdan hareketle =>İlme’l-YAKÎN, Ayne’l-YAKÎN ve Hakka’l-YAKÎN şeklindeki üç İsim Tamlamasıyla üç kategoriye ayrılır.:
* Akıl, Nakil ve Haberle kazanılan BİLgiye =>İLME’L-YAKÎN;
* Dış Duyu, Dış Tecrübe ve Gözlemle ulaşılan bilgiye =>AYNE’L-YAKÎN adı verilir.
* Bu bilgi vasıtalarının ikisiyle birlikte ulaşılan ya da sezgiyle ve iç tecrübenin verdiği en üst düzeyde kesinlik taşıyan bilgiye de =>HAKKA’L-YAKÎN denilmiştir.

Tasavvufta YAKÎN =>Genelde, kalbde hâsıl olan ve şüphe ihtimali bulunmayan bilgi olarak görülmüştür. (Hücvîrî, s. 464, 625-626; Kuşeyrî, s. 85).
Sûfîler içinde YAKÎNi =>“Şübhenin ortadan kalkması, kalb gözü, müşâhede ve mutlak teslimiyet hali” şeklinde tanımlayanlar da vardır. (Kelâbâzî, s. 122-123).
Nefis ancak YAKÎNe ulaşmakla ya da YAKÎNe ulaşmaya doğru hareket etmekle sükûn bulur. İlim ve itminan arasında üstün bir makam olan YAKÎN imânın kalbe yerleşmesine benzetilmiştir.

YAKÎN.: “Bütün şüpheleri bertaraf edib gaybı tasdik etmek” anlamı taşıdığı için bütün hallerin en son mertebesidir. Bundan dolayı YAKÎNin neticesi sevinmek, münâcâtın tadını almak, illet ve töhmet taşıyan i’tirazların giderilmesi ve kalblerin YAKÎN hakikatlerini müşâhede etmesi sayesinde ALLAH TEÂLÂ’ya nazar ederek saflığa ulaşmaktır. Sûfîlere göre İlme’l-YAKÎN aklî ve naklî ilimleri delilleriyle bilen âlimlerin bilgi mertebesini, Ayne’l-YAKÎN ve Hakka’l-YAKÎN ise derecelerine göre mükâşefe ve müşâhedeye mazhar olan Peygamberlerle velîlerin ulaştığı bilgi mertebelerini teşkil eder. Bu konuda sûfîler farklı tasnif ve isimlendirmeler de yabmışlardır. YAKÎNin Haber, Delâlet ve Müşahede diye nitelenen üç derecesi bulunduğunu söyleyen Kuşeyrî.:
İLME’L-YAKÎNi =>Akıl Sâhiblerine,
AYNE’L-YAKÎNi =>İlim Erbâbına,
HAKKA’L-YAKÎNi de =>Mârifet Ehli dediği =>SÛFÎLere nisbet etmektedir (Kuşeyrî, er-Risâle, s. 85, 91).

İbnü’l-Arabî ise.:
İLME’L-YAKÎNi =>Delilin Verdiği Bilgi,
AYNE’L-YAKÎNi =>Müşahede ve Mükâşefe sonucunda elde edilen bilgi, HAKKA’L-YAKÎNi de =>İlimden hâsıl olan ve hakkı görme iradesini teşkil eden BİLgi diye açıklamıştır. (İbnü’l-Arabî, Istılâhât, s. 61).

İbnü’l-Arabî bunların dışında =>“Bütün varlıkta hakkı müşâhede etme” anlamında “HAKÎKATÜ’L-YAKÎN” adıyla bir mertebeden daha bahseder (İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, II, 495).

İbn Haldûn, sûfîlerin YAKÎN derecelerinden her birini sâlikin mertebelerinden Muhâdara, Mükâşefe ve Müşahede ile irtibatlandırdıklarını belirtir (İbn Haldûn, Şifâʾü’s-sâʾil, s. 45).

وَقَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ لَوْلاَ يُكَلِّمُنَا اللّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Bilgisizler (câhil ve gâfil kimseler): "ALLAH bizimle konuşuverse ya!..” veya “bize de (peygamberler gibi) bir âyet (mucize) gelse ya!.." demektedirler. Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Bunların kalbleri (nasıl da sapkınlıkta) birbirine benzedi. (Oysa) Biz, kesin bilgiyle/YAKÎN inanan bir topluluğa âyetleri apaçık gösterdik. (Tabiattaki ve kâinattaki her şey zâten Cenâb-ı HAKkın yaratılış mucizesi ve harika sanat eserleridir.)” (Bakara 2/118)

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ
“Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle (İlme’l- YAKîN ile âhireti ve akıbetini keşke) bilseydiniz!” (Tekâsür 102/5)

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ
“Sonra onu, (zâten) gerçekten yakîn gözüyle (AYNe’l YAKÎN) göreceksiniz.” (Tekâsür 102/7)

Kur'ÂN-ı Kerîm’e göre, insana âit Mükellefiyetler sıralamasının başında “İMÂN” yer alır. Bütün Peygamberlerin dâvetlerine önce imândan başlamaları, onsuz yapılan amellerin hiçbir değeri olmadığının bildirilmesi bu durumu açıkça ortaya koyar.. (mesela bkz. Mâide, 5/5; En’âm, 6/88; A’râf, 7/147; Kehf, 18/105.)
Bununla birlikte Kur'ÂN-ı Kerîm, delilsiz tasdike dayanan imânı yeterli görmeyerek onun bilgi temeli üzerine inşa edilmesini hedef olarak gösterir. İman ve bilgi arasındaki bu güçlü ilişkiyi bizlere YAKÎN kavramı ile sunar. İman Esaslarını kendi disiblinleri açısından konu edinen Kelam ve Tasavvuf Disiplinleri de YAKÎN konusu üzerinde önemle durmuştur. Özellikle Kur'ÂN-ı Kerîm’de YAKÎN kelimesinin yer aldığı =>“İlme’l-YAKÎN, Aynel-YAKÎN ve Hakke’l-YAKÎN” şeklindeki üç İsim Tamlaması, daha sonraları Tasavvufta çok kullanılan üç terim olmuştur..

Özellikle Kur'ÂN-ı Kerîm’de YAKÎN kelimesinin yer aldığı “İLMe’l-YAKÎN, AYNel-YAKÎN ve HAKke’l-YAKÎN

KÎN”.: Asla şüphe duyulmayan..

YAKÎN =>ÖLüm.:

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
“Vicdanları (nefislerindeki fıtrî duyguları da, Elçinin dâvetini haklı bularak) tam kanaat getirip (kabul ettiği) halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları (Mûsâ aleyhisselâm’ın çağrısını) inkâr ettiler. Artık Sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak (ve insanlara bildir).” (Neml 27/14)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Ve Sana YAKÎN (yani ölüm) gelinceye kadar RABBine kulluk ve ibadete (ve Kur’ÂNî İstikâmete) devâm et (ve kurtul ki, Biz herkesi sonunda mutlaka hak ettiğine ulaştıracağız!)” (Hicr 15/99)

حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ
“"Sonunda YAKÎN (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bizi bitirdi (ecel bizi gâfil yakalayıverdi)." (Müddessir 74/40)

Şuhudî İnkâr.:

Neml 27/14, Arâf 7/146, Enâm 6/7,112; Hicr 15/14,15..

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
“Vicdanları (nefislerindeki fıtrî duyguları da, elçinin dâvetini haklı bularak) tam kanaat getirip (kabul ettiği) halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları (Mûsâ aleyhisselâm’ın çağrısını) inkâr ettiler. Artık Sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak (ve insanlara bildir).” (Neml 27/14)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
“Böylece bütün Nebilere (ve Hakk Dava Elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka Dâvetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifâtlar yağdırırlar.) RABBin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk Dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!) (En'âm 6/112)

Not.: Kur'ÂN-ı Kerîm’de birçok âyette belirtildiği gibi, İNSÂNLaR;

1-) Ya HİZBULLAH =>ALLAH’ın Tarafgirleri, Destekçileri ve Ekibi olmaktadır.

وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
“Her kim ALLAH’ı, O’nun RESULÜ’nü ve (Kur'ÂN-ı Kerîm’e uyan ve İslam’ı uygulayan) mü’minleri veli edinir (onları sever ve seçerse), muhakkak (biliniz ki) galip gelecek olanlar, yalnız ALLAH’ın fırkasıdır. (Hakkın takipçileri ve tarafgirleri olan hizip ve ekip başarıya erişecektir.)” (Mâide 5/56) ,

2-) Ya da; Hizbüşşeytan =>Şeytanın Tâbileri, Destekçileri ve Ekibi olmaktadır.

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“(İşleri güçleri yalan olan ve bâtıla daldıkları halde kendi kendilerini hayırlı bir şey üzerinde sanan kimseleri) Onları şeytan kuşatmış (etkisi altına alıp ruhlarını kapsamış) ve kendilerine ALLAH’ı hatırlamayı (O’nun emir ve yasaklarına göre yaşamayı ve Zikrullahı) unutturmuş (durumdadır). İşte (haramlara ve hayırsız yollara düşen) bunlar Hizbüşşeytan’dır. Ve Şeytan’ın partisi (tarafgirleri, ekibi, takipçileri) mutlaka hüsrâna uğrayacaklardır.” (Mücâdele 58/19)

YAKÎN =>İmân Artışı.:

فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ
“İşte bundan dolayı, ALLAH’ın Ni’met ve Faziletiyle kendilerine hiçbir zarar ve kötülük dokunmaksızın bir inkılâba uğramış (ve zafere ulaşıp geri dönmeyi başarmış)lardı. Böylece ALLAH’ın Rızasına ve Rıdvanına uymuşlardı. Zirâ ALLAH, çok Büyük Üstünlük ve İyilik Sâhibidir. (Sadık kullarına sayısız ihsan ve ikramda bulunandır.)” (Âl-i İmrân 3/174)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
“(Gerçek) Mü’minler ancak o kimselerdir ki, ALLAH anıldığı zaman kalbleri ürpererek (Kur’ÂN’ın Hükmüne yönelir, hesabı ve azabı düşünüp kendilerine çekidüzen verirler). O’nun Âyetleri kendilerine okunduğunda (bu) onların imânlarını arttırıverir ve yalnızca RABBlerine tevekkül (ve teslimiyet) gösterip (her işlerinde ALLAH’a güvenirler).” (Enfâl 8/2)

وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
“(Herhangi) Bir sûre indirildiği (çeşitli konularla ilgili, ALLAH’ın âyetleri hatırlatılıp delil gösterildiği) zaman, (muhterem ve müttaki geçinen fâsık ve mün3afıkların) bir kısmı (mü’minlerle ve sâdık dava ehliyle alay ederek): “Bu (sûre ve âyetler) sizlerin hanginizin imânını artırdı? (Siz dünyanın realitelerini bırakıp bu âyetlerle mi kendinizi avutuyorsunuz!?)” derler. (Oysa) İmân edenlere gelince; (evet Kur’ÂNî sûreler ve âyetler) onların imânını (iz’ân ve irfanlarını) ziyâdeleştirir. Ve onlar (bu İlahî gerçeklerle) müjdelenip sevinirler (umutlanarak ferahlık hissetmektedirler).” (Tevbe 9/124)

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
“(Böylece) O (ALLAH celle celâlihu) imânlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin kalblerine sükûnet (huzur, itmin3an ve emniyet) indirdi (ve indirecektir). Göklerin ve yerin orduları (elbette) ALLAH’ındır. ALLAH (celle celâlihu) her şeyi (nasıl yapacağını en iyi) Bilendir; Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Fetih 48/4)

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ
“Biz o ateşin görevli me’murlarını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki; kendilerine kitab verilenler, şüpheden kurtulup kesin ve YAKÎN bilgiye varsın, imân edenlerin de imânları artsın; kendilerine kitap verilenler ve imân edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalblerinde bir hastalık olanlar ile kâfirler de şöyle desin.: "ALLAH, bu (gereksiz) örnekle neyi anlatmak istiyor ki?” İşte ALLAH, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidâyete erdirir. RABBinin (çok farklı hizmetlerle görevli milyarlarca manevî-melek-enerji) ordularını Kendisinden başka (hiç kimsenin) bilip (kavraması mümkün olmayacaktır). Bu (anlattıklarımız) ise, beşer (insan) için sadece bir zikir (öğüt ve hatırlatmadır).” (Bakara 2/118) (Zâriyât 51/20)

وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
“Yeryüzündeki şeylerde (bütün bitki ve hayvan türlerinde ve deniz ürünlerinde), kesin bir bilgiyle inanacak (ve aklını kullanacak) olanlar için âyetler (ve nice ibretler tezâhür ve tecellî etmiştir).” (Zâriyât 51/20)

وَفِي أَنفُسِكُمْ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
“Ve kendi nefislerinizde (bedenlerinizde ve vücut sistemlerinizde) de (ne harika hikmet ve ibretler gizlidir). Yine de (gerçeği) görmüyor musunuz?” (Zâriyât 51/21)

وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِن دَابَّةٍ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Sizin yaratılışınızda ve (ALLAH’ın) türetip-yaydığı (bütün) canlılarda, (aklını ve vicdanını kullanan ve) kesin bilgiyle inanan bir kavim için âyetler (ibret verici alâmetler) açıktır.” (Câsiye 45/4)


Resim

YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihu!.


Resim

Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et YAKÎNimize İnşâe ALLAH!..



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön