SU AB-I HAYATTIR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

SU AB-I HAYATTIR

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

SU AB-I HAYATTIR
SELİM GÜRBÜZER
Hiç kuşkusuz su ab-ı hayattır. Bikere her canlının kana kanasıya su içmesi ab-ı hayat bir nimet olduğunu teyit ediyor zaten. Hele Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da suyun petrolden daha pahalı biçilmez bir nimet olduğunu düşündüğümüzde kendiliğinden gerçekten de ab-ı hayat bir memba olduğu ortaya çıkmış olur. Hele birde suyun hem yeryüzündeki ısı sıcaklığını sabit ve dengede tutacak derecede sahasında özgül ısıya sahip yegâne tek kaynak memba olması yönüyle hem de vücudumuzun 2/3’sini oluşturması yönüyle de baktığımızda önemi daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkmış olur. Hatta daha da yetmedi bizatihi ısı dengesini dünyanın hemen her sathında eşit ayarda tutacak derecede şimdiye kadar böylesi özgül ısı skalasına sahip herhangi bir maddenin keşfedilmemiş olması bile önemini ortaya koymaya yeten bir durumdur. Nitekim su yoğunluğu ölçüldüğünde +4 santigrat dereceye endekslendiği görülecektir. Bu demektir ki suyun üst kısımları soğumaya yüz tutmuş olsa da altta kalan kısımları 4 santigrat derecenin altına düşmeyecektir. İşte böylesi su endeksi denkleminde kışın buz tabakalarının altında yüzen canlıların suyun yüzeyindeki don olaylarından herhangi bir surette etkilenmeksizin normal hayatlarını sürdürebiliyor olmaları yaratılış mucizesini ortaya koyan mühim bir hadisedir. Yüce Allah (c.c), besbellidir ki halk ettiği sıvılar arasında bunu en iyi icra edecek ve aynı zamanda ısı dengesini ayarlayacak misyonu suyun omuzlarına yüklemiştir. Malumunuz bilhassa yazın o güneşin yakıp kavurucu sıcaklıklarına maruz kalan deniz yüzeyindeki suyun buharlaşmasıyla birlikte atmosfere yükselen su molekülleri yoğunlaşaraktan gök kubbede süblimleşip tüm canlılar için hem serinletici bulut şemsiyesi olmakta hem de süblimleşme halinin şimşek çakmaları eşliğinde yağışa dönüşüp tüm yeryüzü sathı için bereket ve rahmet kaynağı olmaktadır. Böylece gök kubbede oluşan bulutlar sayesinde dünyamızın ısı dengesi sağlandığı gibi bu arada insanoğlu da yağan rahmet yağmurundan kendisi için ab-ı hayat olarak addettiği can suyuna kavuşaraktan istifade etmiş olur.
Şu bir gerçek hayatiyetin sürdürebilirliği açısından dünyamızın tabii olduğu güneş sistemi içerisinde kendisine en uygun koordinat aralıklar içerisinde yörüngesinde sapmaksızın döngüsünü deva ettirmesinin elzem şart olduğu gibi yine hayatın sürdürebilirliği açısından güneşten gelen kararlı ışınların dünya gezegenimiz üzerinde hiçbir şekilde kesintiye uğramaması da en elzem şarttır. Bilindiği üzere hayatın başlangıcında güneşin kararsız ultraviyole ışınlarına maruz kalan ilkel türden canlılar söz konusu zararlı ışınlardan korunmak adına adeta su altına saklanarak hayatını idame ettirmeye çalışıyorlardı. Ta ki bu durum atmosferde ozon tabakasının oluşumuna dek sürdü de diyebiliriz. Kuvvetle ihtimaldir ki ozon tabakasının oluşumuyla birlikte hayat denen iksir sudan karaya doğru kayıp ivme kazanmış olmasıdır. Nitekim bu kuvvetli ihtimal durumu güçlendirecek dayanağımız ise hiç kuşkusuz Kur’an’da “Kâfir olanlar görmezler mi ki gerçekten de göklerle yer birdi de biz onları ayırdık ve her şeyi, sudan yarattık, hala mı inanmazlar?” (Enbiya, 30) diye beyan buyrulan ayette geçen hayatın ilk evvela sudan halk edildiğine dair işaret edilen husustur. Kur’an’da yine ab-ı hayat suyun varlığına dayanak teşkil eden hususta ise Yüce Allah (c.c) ; “Sudan insanı yaratan ve onu bir soy ve hısımlık sahibi kılan O’dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir.” (Furkan, 54) diye beyan buyurmak suretiyle işaret etmekte.
Evet, hayata dair işaret edilen ayetlerin mana ve ruhundan da anlaşıldığı üzere su gerçekten de ab-ı hayattır. Ancak şu da var ki, su gibi bir ab-ı hayat bir nimeti sadece laf olsun babından önemini ortaya koymak yetmez, moleküler yönden de analizini yapıp önemini ortaya koymak gerekir. Nitekim meseleye bilimsel yönden baktığımızda bu noktada suyun bileşimi nedir sorusu ister istemez insan aklını kurcalayan bir husus olacaktır. Bakınız her ne kadar teorik olarak 2 hidrojen atomuyla bir oksijen atomunun birleşmesinden su (H2O) molekülünün meydana geldiğini biliyor olsak da pratikte bir bakıyorsunuz ikisini bir araya getirdiğimizde hiçte su molekülünü meydana getirmenin kolay olmadığı gözlemleriz. Derken acaba ne yapmalı ki, tabiatta var olduğu şekliyle su oluşturulabilsin sorusu aklımıza düşmekte? Elbette ki bu sorunun cevabı bizatihi suyu oluşturan bileşenlerin yapısında gizli. Madem öyle, hem oksijeni hem de hidrojeni ilk etapta laboratuvar şartlarında bir şekilde reaksiyona girdirmek gerekir ki işin sırrı çözülebilsin. Ama nasıl? Hiç kuşkusuz bu iş için hafif bir kıvılcım ya da bir ateş çakmakla veya dışarıdan verilecek olan bir katalizör enerjiyle hemen her iki molekülünde kimyasal reaksiyona girmesine yetecektir. Böylece laboratuvar şartlarında analize tabii tutulacak olan her iki maddenin de kimyasal reaksiyona girdirilmesiyle birlikte işin mahiyetinin de anlaşılmasını beraberinde getirecektir. Bu demek oluyor ki, kimyasal reaksiyona girecek olan ister suyu oluşturan moleküller olsun ister bir başka maddeyi oluşturacak daha başka farklı moleküller olsun hiç fark etmez sonuçta elde edilecek maddenin birleştirilme veya ayrıştırılma işlemlerini gerçekleştirebilmek için mutlaka dışarıdan bir aktivasyon enerjisine tabii tutmak gerekir ki işin sırrı çözülebilsin. Hem nasıl ki nur topu bir çocuğun sağ salim dünyaya gelmesi için anne karnında belirli aşamalar geçirildikten sonra doğum hadisesi gerçekleşiyorsa, aynen öyle de ab-ı hayat suyunda meydana gelmesi içinde bir takım aşamalardan geçmesi gerekmektedir. Dahası tıpkı bu durum dünyaya gelmekte olan nur topu bebeğin embriyonik tüm gelişim evrelerine benzer bir şekilde aynen ab-ı hayat can suyunun oluşumu içinde bir takım aşamalardan geçme zorunluluğu söz konusudur. Ancak her oluşum bilindiği üzere hemen öyle birden bire oluşuvermiyor, illa ki ab-ı hayat için ilk etapta aktivasyon enerjisinin devreye girmesi ön şart olarak karşımıza çıkmakta. Bu enerji olmadan ne kimyasal reaksiyon başlatmak mümkün ne de başlatılmış olan reaksiyonun hızlandırılması mümkün. Mesela birçok hayati olaylarda kimyasal reaksiyonların cereyan edebilmesi için canlıyı meydana getiren hücrelerin arasına katalizör görevi üstlenmiş enzimler konumlandırılmıştır. İşte bu enzim örneğinden hareketle aslında su için de canlı cansız hemen her varlık için başlı başına bir katalizör rolü üstlenmiş önemli bir ab-ı hayat kaynağıdır diyebiliriz. Hele bilhassa canlı hücrelerin yapısını her yönüyle incelendiğinde su moleküllerinin bulunmadığı, yani açıkta kalan hemen hemen hiçbir hücre yok gibidir dersek yeridir. Zira susuz hayat asla düşünülemez. Hem kaldı ki canlı hücreler içerisinde büyük oranlarda su olmalı ki; ATP (Adenozin trifosfat) molekülleriyle kontak kurulabilsin. Nitekim su molekülleriyle reaksiyona giren ATP molekülünün ikinci ve üçüncü fosfat bağlarının koptuğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bir fosfat grubunu kaybeden ATP, ADP (Adenizon difosfat) molekülü adını alır. Şayet ADP molekülü de bir fosfat grubu kaybına uğrarsa nihayetinde tek fosfatlı AMP (Adenozin monofosfat) adını alır. Bu arada unutmayalım ki katalizörlük görevi sadece suya has bir özellik değil elbet, bir takım protein içeren maddelerde pekâlâ katalizör görevi ifa edebilir durumdadırlar. Örnek mi? İşte bu misyonu yüklenmiş enzimler bunun en bariz örneğini teşkil eder. Zaten bir kısım protein molekülleri böylesi bir görev ifa ettiği içindir ki kendilerinden her daim enzim olarak söz ettirmişlerdir.
Amerika’da özellikle Vincent Joseph Schaefer tarafından yapılan bir çalışmayla su zerreleri molekül bakımdan ne kadar çok küçük çapta, ne kadar saf ve temiz olursa bir o kadar da eksi (-) 40 santigrat derece altında donmadıklarını gözlemlemiştir. Böylece kendisi General Electric Araştırma Laboratuvarında bir araştırmacı gözüyle Schaefer Berkshire Dağlarındaki bulutları kuru buzla tohumlayaraktan yapısını değiştirir de. Bu demektir ki su taneciklerini sıfır santigrat derecede donmasının arkasında yatan ana neden unsur su zerrelerinin kirli olmasının yanı sıra aynı zamanda su zerrelerinin büyük çapta olmasıyla alakalı bir durumdur. Bilindiği üzere su buharının atmosferde difüzyon sonucu yoğunlaşmasıyla birlikte bulutlar oluşmaktadır. Ancak bu yoğunlaşma sıradan bir yoğunlaşma değil, tam aksine bu iş için tam tekmil yoğunlaştırıcı çekirdeklere de ihtiyaç vardır. Ve bu ihtiyacı büyük ölçüde okyanus tuzları ile kirli su zerreciklerinin karşıladığı belirlenmiştir. Söz konusu tuz ve kirli zerrecikler bir şekilde atmosferde su buharına karışmak suretiyle bulut taneciklerini (çekirdekle- katı cisimler) üretmiş olurlar. Derken bulutlaşan zerreler önce donma çekirdeği (yoğunlaşma çekirdekleri) etrafında yoğunlaşmaya başlar, sonrasında ise yoğunlaşan bulut damlacıklarının (buz kristallerinin) kendi aralarında çarpışması sonucu daha da büyüyen zerrelere dönüşerekten dünyamız için rahmet yağmuru olurlar. Öyle ki rahmet yağmurları yeryüzüne yaklaştıkça havanın kaldırma kuvveti sayesinde denge kazanıp bir uçağın piste inişini andırır bir şekilde yumuşak iniş yaparak yağışını gerçekleştirirler. Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususta “Gökten bir ölçüye göre su indiren O’dur. Biz onunla ölü bir beldeye hayat verdik, işte sizde böyle tekrar çıkarılacaksınız” (Zuhruf suresi-ayet 11) diye beyan buyurmaktadır.
Malumunuz yeryüzü sıcaklığı 0 santigrat veya 0 santigrat sıcaklığın altında ise kar tanecikleri şeklinde düşecektir. Keza havanın kaldırma kuvveti olmasa hızla yere düşen yağmur damlaları tüm bitkileri tırpanlayacaktı. Tabii bu arada hiç kuşkusuz bizim çatılarda, camlarda bundan payını alıp incinecektik. Yani bu demek oluyor ki; yağmurun inişine ince bir ayar çekilip limit hızı denen terminal matematiksel hesap söz konusudur. Bu yüzden Fizikçiler tabiatta cereyan eden bu olayı denge hız formülü ile izah etmeye çalışmışlardır. Bilindiği üzere normal şartlarda tüm cisimler yer çekim kuvveti etkisiyle hız kazanıp düşerlerken su damlacıkların bu kuralı sanki iptal edercesine tam aksine sabit hızla iniş sergilemeleriyle dikkatleri üzerine çekmekte. Hem de pür dikkate şayan bir şekilde aklı karaya vurdururcasına insanı hayrette bırakmakta. Bu yüzden yukarıda da zikrettiğimiz gibi Rabbü’l Âlemin; “O gökten yağmuru bir ölçüye göre indirir” (Zuhruf, 11) diye beyan buyurmaktadır.
Evet, hiç şüphe yoktur ki yeryüzüne inen yağmur ölü bir belde bile olsa oraya hayat verebiliyor. Nasıl ki toprak yağmurla hayat buluyorsa aynen öyle de kıyamet günü gelip çattığında da Rabbü’l âleminin ‘Dirilin, kalkın’ emri fermanıyla Sur üflendiğinde yeniden diriliş bulacağımız muhakkak. Nitekim Yüce Allah kulları için nüzul eylediği ayetlerinde bu üfürüşü kullarına şöyle bildirir;
-“Sonra Sur’a ikinci kez üfürülür, birde bakarsın ki herkes kabrinden kalkmış ne olacağını bekliyor” (Zümer 68),
-“Hepinize ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. O zaman size: Ey İnsan işte bu, senin yan çizip kaçmakta olduğun şeydir” ” (Kâf, 19),
- “O gün herkes, yanında bir sürücü ve birde şahitle beraber gelir” (Kâf, 21),
-“Celalim hakkı için (denir) sen bundan bir gaflette idin. Şimdi senden perdeni açtık, artık bu gün gözün keskindir” (Kâf, 22).
Hâsıl-ı kelam kıyamet günü ‘Haydi olun (kün)’ emri ile tüm beşer saniye geçmeksizin bir su misali dirilecektir elbet. Çünkü su ve su zerreleri birer ab-ı hayattır.
Vesselam. Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön