ALİ SEZAİ KURTARAN
ALİ SEZAİ KURTARAN’ın HAYATI VE FİKİRLERİ.:
Ali Sezai Efendi 1867 yılında Maraş’ta doğmuş, babasının adı Hacı Ahmet, annesinin adı ise Fatma Hatun’dur. Baba tarafından bilinen ilk dedesi Emir Abdülcelil olup şecere ile Hazreti Hüseyin soyundan olduğu oğlu Halit tarafından belirtilmektedir. Beş yaşında, babasının vefâtı ile annesi ve eniştesinin gözetiminde büyümüştür. 17 yaşında Kadirî şeyhi Şakir Efendi’ye intisâb etmiş, 24 yaşında ise ilk icâzetini almıştır. Şakir Efendi 1894’te vefât edince, onun işâreti ile ders vermeye başlamıştır. 1919 yılında, Maraş’ın İşgali sırasında Fransızlara karşı mücâdele etmiş ve işgalin sona ermesine kadar savunmanın on komutanından biri olmuştur. 1924 yılında, Pazarcık İlçesi gezici öğretmenlik görevi verilmiş ve bu görevini 1926 yılına kadar devam ettirmiştir. Basımı yapılmamış çok sayıda eseri mevcuttur. Bunların bir kısmı dini, bir kısmı da tıp ve eczacılık konularını içermektedir. 1926 yılında Maraş merkez vâizliğine tâyin edilmiştir. 1937 yılında ölümüne kadar Ulu Câmii’ndeki bu görevini sürdürmüştür. Soyadı Kanunun çıkması ile Maraş Valisi Fahrettin Kiper'in tavsiyesi ile Ali Sezai Efendi, Kurtaran soyadını almıştır. Döneminin belediye başkanıyla düştüğü ihtilaf sebebiyle hapse atılmış ve hapisten çıktıktan kısa süre sonra da ölmüştür..
MARAŞI’n KURTULUŞUNDA AKTİF ROL ALAN BAZI DİN ÂLİMLERİ.:
Kurtuluş Savaşı’nın Maraş cephesindeki din adamlarından biri de Vezir Hoca lakabıyla anılan Müderris Mehmed (Alparslan) Efendi'dir. Maraş’ın işgale uğramasından sonra, Veziroğlu Mehmed Alpaslan'ın evinde bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda, Maraş'ın ileri gelenlerinden Veziroğlu Mehmet, Sandal Osman, Cerrahoğlu Zekeriya, Başkâtip Rıza, Karcı Hacı, Kocaoğlu Evliyâ, Veliefendioğlu Ziyâ ve Hocaoğlu Nuri'den oluşturulan 8 kişilik temsil grubunun, doğrudan Sivas Heyet-i Temsiliyesi ile ilişki kurması kararı alınmıştır..
Ali Sezai Efendi, kurtuluş mücâdelesinde manevî önderlik yapmış bir şahsîyettir. Şecere yönünden Hüseyin aleyhisselâm'ın soyundan gelmiştir. Bilinen ilk dedesi Emir Abdülcelil'dir. Onun oğlu Veli Mehmet, onun da oğlu Hacı Ahmet'tir. Ali Sezai Efendi, Hacı Ahmet Efendi'nin oğlu olup, annesi de Fatma Hanım’dır. 1867 yılında Şekerli Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Daha 5 yaşında iken babası ölmüş ve kız kardeşi Ayşe Hanımla öksüz kalmışlardır. Eniştesi Saraç İbrahim Efendi’nin bir ara Hatay'ın Akbez Kasabasına göçmesiyle, kendisi de birlikte giderek, oradaki Fransız okuluna bir müddet devam etmiş ve iyi derecede Fransızca öğrenmiştir. Kur’ÂN, dinî dersler ve diğer genel bilgileri o yörenin hoca efendilerinden öğrenmiştir.3
Ali Sezai Efendi, kendisinin derslerine devam eden öğrencilerinden, Hacı Mustafa Yardımedici ve Sofu Ökkeş Maraşlıoğlu gibi iki önemli kişiyi yetiştirmiştir.8
Ali Sezai'nin, dini ve ilmi kitapları ihtiva eden zengin bir kütüphanesi vardı. Ancak Maraş’ın Kurtuluş Mahallesi İsmail Namlı Sokak No: 20 deki tekkesindeki kütüphanesi, Kurtuluş Savaşı’nda işgal kuvvetleri tarafından, yakılmak suretiyle imha edilmiştir.
Ali Sezai Efendi, başta fıkıh olmak üzere, birçok dini ilmi Kadirî şeyhi Kalalı İmamzade Hacı Osman Efendi'den almış ve onun birçok yönünden istifâde etmiştir. Silsile şöyledir;1896 yılında Kalalı İmamzade Hacı Osman Efendi’den Kadirî icâzeti almıştır. Ali Sezai Efendiden hacı Mustafa Yardımedici, ondan da Hacı Galip Kuşçuoğlu’na şeyhlik intikal etmiştir.13 Şu anda Hacı Galip Hasan Kuşçuoğlu Kültür ve Eğitim Vakfı (Kuşçuoğlu Vakfı) adı altında faaliyet göstermektedirler.
HALİFELİĞİ.:
Ali Sezai Efendi üç ayrı tarikattan beş icâzet almış (2 Nakşibendî, 1 Kadirî, 2 Rifaî) ve Şeyh olmuştur.17 Ali Sezai Efendi, üç farklı tarikattan toplam beş icâzet almıştır. Bunlar:
1-) 17 yaşına geldiğinde Rifaî Şeyhi Şakir Efendi’ye mürid oldu ve bir müddet sohbetlerine devam etti. 1891 yılında 24 yaşında iken, Rifaî Şeyhliği onanmıştır. Böylece ilk kez şeyhlik unvanına kavuşmuş oldu.
2-) 25 yaşında 1892 yılında, Nakşibendî şeyhi Darendeli Hacı Mehmet Efendi'den Nakşibendî Şeyhliği icâzeti aldı.
3-) 26 yaşında, Urfalı Şeyh Mustafa Efendi’den, ikinci kez Nakşibendî icâzeti aldı.
4-) 29 yaşında, 1896 yılında, Kalalı imamı İmamzade Hacı Osman Efendi’den Kadirî icâzeti aldı. Fıkıh derslerini, bu alanda üne kavuşmuş bulunan, Şeyh Kalalı Osman Efendiden aldı. Ali Sezai Efendi haftanın altı günü, Hacı Osman Efendi’nin tekkesine gelmek suretiyle derslerine devam etmiştir.
5-) Son olarak 31 yaşında, 1898 yılında, Halep Nakibi Mehmet Ebülhüda Efendi ‘den ikinci kez Rifaî Şeyhliği icâzetini almıştır. “Rifaî şeyhliğini daha ön planda tutmuştur.”
Giydiği Rifaî kıyafetini oğlu Halit Kurtaran şu şekilde târif etmektedir.:
Başında 12 divrimli, koyu yeşil sarıklı ve tepesinde yuvarlak bir düğme bulunan taç (12 divrim Kelime-i Tevhid’in 12 harfini, tepedeki düğme ise ALLAH’ın birliğini simgelemektedir.) Sırtında, kol ve gövdesi geniş biçimde yapılmış yakasız, açık mavi çuhadan hayderiyesinin boyundan göğüs kısmına iki taraflı 12 dikiş indirilmiş olup her iki yanındaki 12 sayısı yine “Lâ ilahe illALLAH Muhammedün Rasulullah” ibâresinin harf sayısını simgelemektedir. Haydariye altında 3 etek zubun ve ayağına rogandan yapılmış kaluçlu potin giyerdi.18
ESERLERİ.:
Tekkesi milli mücâdele yıllarında, içerisindeki kütüphanesi ile birlikte yanmıştır.36
1-) Nasihat Risalesi:
2-) I.Dua Risalesi:
3-) II. Dua Risalesi:
4-) Kurtuluşun Günlüğü ve 13 eseri bilinmektedir..
HALİFELERİ.: Ali Sezai Efendi’nin gözetiminde seyr ü sülûkuna devam edip icâzet alarak hilafet mertebesine kadar ulaşan müridlerinden Hacı Mustafa Yardımedici ve Sofu Ökkeş Maraşlıoğlu onun önde gelen halifelerindendir..
a-) MUSTAFA YARDIMEDİCİ.:
Son devrin Kadirî şeyhlerinden Mustafa Yardımedici, Rumi 1315(M.1898) tarihinde dünyaya gelir. Babası Mustafa Sünnüoğlu, o daha 6 yaşındayken vefât eder. Gerek anne tarafı Hurşitoğulları, gerekse baba tarafı olan Sünnüoğulları Maraş'ın maruf zengin âilelerindendir. İki kız kardeşi ve Yemen harbinde şehid olan Hüseyin isminde bir erkek kardeşi vardır. Sülâlesi servet sahibi olan Mustafa Yardımedici, bu servetten pek faydalanamaz. Çocukluğu fakirlikle geçer. Fatma Hatun, çocuğunun yetişmesi için elinden geleni yapar. Mustafa 8 yaşından itibâren ulemâ meclisine toplantılara gider. Küçük yaşta çıraklığa başlar. Bu esnada Sofu Ökkeş isminde bir derviş, onu Ali Sezai Efendi ile tanıştırır. Annesinin tasvibi ve şeyhin de kabulüyle, Ali Sezai Efendi’nin manevî terbiyesine girer. 22 Mustafa Yardımedici, oğluna, şeyhinden bahsederken şunları nakleder.:
“Ben üstadımın hizmetini görürken bütün işlerini yapardım, çayını, suyunu verir, elbiselerini temizlerdim. Elinde 99 luk tespihiyle, dört köşe bir mindere otururdu. Bayramlarda ve mübârek gecelerde ziyârete gelenlere elini öptürür ve minderin altından onlara para dağıtırdı. Bir gün kendi kendime.: “Yahu bu minderin altında nasıl bir hazine vardır ki hiçbir zaman bitmiyor!.” dedim. Şeyhimin abdest tazelemeye çıktığı bir zamanda, minderi kaldırıverdim. Minderin altı bomboştu. Şeyhim abdestini alıp geldikten sonra ibâdetini yaptı, minderin üzerine oturdu ve zikrini yapmaya başladı. Ben dikkat kesilmiş ve minderden hiç gözümü ayırmıyordum. Biraz zaman ilerledikten sonra, elini öpmek için fakir fukaralar geldiler. Ben gözümü ondan hiç ayırmıyor, ne yapacak diye merak ediyordum. Âdeti üzerine elini minderin altına soktu ve eline gelen beş kuruş, on kuruş, yirmi beş kuruş ne varsa dağıttı. Şeyhim böyle birisiydi. Bir defasında da ikindi namazını kılmak için dergâha geldiğimde, şeyhimi oturur halde buldum. Biraz yorgun gibiydi. Hatta sakalında, yüzünde tozlar vardı.: “Acaba nerede çalıştı da geldi ?”diye içimden geçirdim. Bir ara şeyhim dışarı çıkınca, efendimin dertop olmuş pardösüsünü alarak, dışarıya çırpmaya gittim. Pardösüyü açınca birde gördüm ki sırt taraflarında leblebi delikleri gibi delikler mevcuttu. O sıralar, kurtuluş mücâdelesi şiddetle devam ediyordu. Demek ki benim şeyhime, düşman kurşunları hiç işlememişti.”
(Mehmet Davarcıoğlu, Emir Abdulcelilzade Ali Sezai Efendinin Hayatı ve Hizmetleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, (Yayımlanmamış Lisans Tezi), Ankara, 2002, s. 19. 23.)
Annesi tarafından dergâha teslim edilen Mustafa’ya, belli bir süre sonra Kadirî Tarikatından ders verilir. Kendisi böylece bu yolun müridi olmuş olur. Dergâhta yapılan toplantılar, sohbetler, onun için iyi bir fırsat oluşturur. Çıraklık yaptığı dükkândan, fırsat buldukça dergâha gelir, hem Hocasına hizmet etmekte hem de buranın manevî havasını teneffüs etmiştir. Bu hal, onun, Hocasına sadakatle bağlanmasını ve onun istek ve tavsiyelerine katıksız itaat etmesini sağlamış, manevî tekâmülünü hızlandırmıştır. Mustafa Yardımedici’nin, düzenli bir medrese hayatı olmamıştır. Kendisinin ilmi, büyük ölçüde şifahî kültüre dayanmakta olup, tanınmış birçok ilim erbabının sohbetlerine katılmıştır. Okuma yazmayı, mahalle mektebinden öğrenmiştir. Bu yıllarda, ayakkabı tamirciliği yaparak geçimini sağlamıştır. Askerlik dönüşü, dayısı kendisine bir dükkân açmış ve burada ayakkabı yapıp satmakta ve civar şehirlere de bunları götürüp, pazarlarda da satmıştır. Bir gün Adana’da bulunan Sami Efendi (Nakşî şeyhidir) Mustafa Yardımedici'yi evinde ağırlar ve ona Nakşî dersi verir. İsteyen olursa, onlara da Nakşî dersi verebileceğini söyler. O da Sami Efendi’ye Kadirî usulüne göre ihlâs dersi verir. Mustafa Yardımedici, 1953 yılında âilesiyle, Ankara'ya yerleşir. Ankara onun hayatında dönüm noktası olur. Daha önceleri (Maraş'ta) sessiz, münzevî bir hayat tercih eden Mustafa Yardımedici, burada sürekli halkın arasında bulunur.
Hocanın oğullarından Şerafettin, İbadullah Câmii imam hatibi olunca, bir gün onu ziyârete gelir ve buyurur ki.: "Oğlum, ben senin cemaatin arasında marangoz Galip Efendi adında birini arıyorum.” Galip (Kuşçu) Efendi, o yıllarda gençlik çağında olup, marangozluk yapmaktadır. Namaz vakitleri gelince, dükkânına yakın olan İbadullah Câmii’nde namazını kılmakta, sonra dükkânına gitmektedir. Galip Efendiyi namazı müteakip çağırırlar. Gelince, Mustafa Yardımedici Efendi’nin elini öper. Ona hitaben.: “Oğlum, Galip sen misin?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca.: "Ben seni yetiştirmek için Maraş'tan geldim." der ve beraberce çıkarlar. Bundan sonra Galip Efendi, Mustafa Yardımedici'nin evine sık sık gelmeye başlar. Hatta Mustafa Yardımedici, onun marangoz atölyesinin yanına, küçük bir ayakkabı dükkânı açar.
(Üsame Sert, Galibi Piri Hasan Galib Kuşçuoğlu Hayatı Eserleri ve Tasavvufî Fikirleri, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, (Yayımlanmamış Lisans Tezi), 2001, s. 18.)
Ankara yılları, onun halkla iç içe olduğu bir devre olmuştur. Sık sık devlet ricâliyle görüşüyor, onlara tavsiye ve telkinlerde bulunuyordu. “Manevîyat Ehli insanlarla, diğer insanları birbirinden ayıran en belirgin özellik nedir, diye sorulacak olursa, öncelikle, birincilerin teoriden ziyâde pratiğe dönük olmaları, cevabı verilebilir. Sufîler, çenelerinden çok ellerini çalıştırırlar, onlar masa başında oturup, hayatın, toplumun gerçeklerinden bigâne, teori üretmekle vakit geçirmezler. Bizzat toplumun içine girerek, toplumu yönlendirmekle vakit geçirirler. Sufî, insanların gönlünde, zihninde inkılâp yapan kişidir.”
(Muzaffer Yaman, Son Devir Kadirî Şeyhlerinden Mustafa Yardımedici ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, (Yayımlanmamış Lisans Tezi, Ankara), 1993, s. 28.)
O sürekli halkın içinde olduğu gibi, devrin siyasi ve bürokrat kişilikleriyle de birlikte olur, onlara dini ve Tasavvufî bilgiler verirdi. Zaman zaman, halkla devlet erkânı arasında aracılık yapar, ahalinin taleplerini gerekli mercilere taşır ve çözümü konusunda yardımcı olmalarını sağlardı.
(Davarcıoğlu, a.g.e., s. 21. 24)
Mustafa Yardımedici, dini ilimlerde meşhur zevatla da sık sık bir araya gelir ve uzun süren sohbetlerde bulunurlardı. En çok değer verdiği kişilerin başında da Hoca Sami Efendi gelirdi. Yine Onun görüştüğü kişiler arasında, Süleyman Efendi de olup, bir gün, Süleyman Efendi’nin Şehzade Paşa Câmii’ndeki ders halkasını ziyâret edince, Süleyman Efendi şöyle bir bakar ve talebelerine.: “Misafirimiz gelmiş bu günlük derse ara veriyoruz!.” Buyurarak beraberce eve giderler. Sohbet ederler. Yine Marmara Oteli’nde Said-i Nursî ile görüştüğü bilinmektedir. Kendisi, zamanın evliyâ ve ulemâsına yakınlık gösterip.: “Evliyâullahın hışmına uğramaktan herkes kaçınsın. Onların gönül cemilini mânen ve madden kimseler incitmesin. Sonra paramparça, perişan olurlar. ALLAHın huzuruna kara yüzle çıkarlar!.” 42 diye telkinde bulunurdu.
(Yaman, a.g.e. s. 22.)
Hocası Ali Sezai tarafından halifelik verilince, önceleri kendini pek göstermemiştir. Kendisindeki bu sıfatı saklamasının nedeni, tedbir için olsa gerektir. Çünkü o devirde, tasavvuf erbabına karşı menfi bir atmosfer hâkimdi. Dönemine bir ışık tutması adına, Gaziantepli Ali Rıza Erhan isimli, Tekke Câmii müezzini bir Kadirî dervişinin şu mısraları yeterlidir.:
“Birçok dervişi menfi ettiler, kimisini kestiler kimisini zindanlara bastılar, Medet ya Hazret-i Gavs-ı Geylanî gel seyreyle bize olan halleri. İçim kaynar, yaşlar geldi gözüme, bir ateş düşmüştür yanar özüme, Medet ya Hazret-i Gavs-ı Geylanî gel seyreyle bize olan halleri!.”43
(43 Cengiz Tosun, Ali Rıza Erhan’ın Hayatı, Edebi Şahsîyeti ve Dûvânı’nın İncelenmesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006, s. 245; Şair ve hattat olan Ali Rıza Erhan 1900 yılında Gaziantep’te doğmuştur. Doğduğu mahalledeki Akyol ve Tekke câmilerinde, müezzinlik ve imamlık yapmıştır. 1970 yılında Tekke câmiinden emekli olmuştur. Ali Rıza Erhan (Ali Hoca) Divanı adıyla, bir kitabı da 1983 yılında yayınlanmıştır.)
Mustafa Yardımedici, sünnete azami derecede bağlı olup, namazlarını, sâir hal ve hareketlerini, sünnete uydurmaya çalışırdı. Tasavvufla şeriatı ayırmaz, bütün hayatında şeri ölçüleri göz önünde bulundururdu. Kılık kıyafetine azami derecede önem verirdi. Gayet temiz ve şık giyinmeye dikkat ederdi. Ağırbaşlı ve otoriter bir yapısı vardı. Kendisi mizah sever bir yapıya sahipti. Onun şu cümlesi bu konudaki bakışını göstermektedir.: “Bizim nizami hayatımızın ana kaynağı, ALLAH ve RESÛLÜnün bizim gibilere emir ve tavsiye olarak gönderdiği, İlahî Hikmetlerin içindedir. ALLAHIN RESÛLÜ’nün yaşayış şekli, bize yeter, bunun dışında model aramaya gerek yoktur.”
44 44 (Yaman, a.g.e., s. 27. 25.)
En çok meşgul olduğu şey zikrullahtı. Günün beş saatini istirahat için ayırır, kalan süreyi de çalışmak veya ibâdetle geçirirdi. Çektiği bütün zikri, evradı 1001 ile tamamlardı. Bunu kendisine mânâ âleminde verdiklerini söylerdi. Bir defasında.: “Evladım beni şeyhimin vefâtından sonra yetiştirdiler, benimle çok ilgilendiler!.” diyerek üzerindeki mesûliyeti ifâde etmiştir. Kabir ziyâretlerine önem verdiği vaki idi. Ankara’da sık sık Hacı Bayram Veli’yi ziyâret eder, onunla mânen irtibatlı olduğunu ifâde ederdi. Bir keresinde Hacı Bayram Veli’ye kırılır ve onu ziyâret etmez. Oğlu Hacı Bayram Câmii’nde imam hatiptir. Öyle iken, bir türlü o câmiye gelmez. Ziyâret etmezdi. Bu kırgınlığın son bulduğunu beyan için yakınlarına.: “Neyse, yine gönlümü aldı.” buyurmuştur.
Bir gün mangalın bütün harlığıyla yandığı bir kış gecesi, çocukları etrafına toplar ve şu konuşmayı yapar.: “Evlatlarım, ben size bir hakikat anlatmak istiyorum. Görüyorsunuz ki halk arasında bir derviş düşmanlığı vardır. ALLAH’ı zikreden dervişlere ve ya onları idare eden şeyhlere cephe alma durumu vardır. Bu düşmanlık mesnedsiz ve yanlıştır. Doğru değildir. Tarikata bir nevi hayali bir müessese olarak bakılıyor. Dervişler tenkit ediliyor. Bakın evladım!.” Deyip bundan sonra, çocukların meraklı bakışları arasında, elini mangala uzatır, oradan bir ateş parçası alır, elinin ortasına koyar ve.: “Bakın çocuklar siz bu ateşten korkuyorsunuz, ateşin özelliği yakmaktır; ama ALLAH dilerse, ALLAH'tan izin alınırsa, ateş yakmayabilir, ona hâkim olabilirsiniz. Bir su gibi elinize ayağınıza serinlik verir. ALLAH TeÂLÂ bizim çektiğimiz bu esmâya mükâfat olarak bize bu burhanı vermiştir.” der ve ateşi yerine koyar.
4545 (Yaman, a.g.e., s. 25. 46 Sert, e.g.e., s. 32. 26)
Mustafa Yardımedici 1968 yılında, âilesiyle beraber hacca gider. Bu sırada üşütür. Yurda dönünce de rahatsızlanır. Gülhane Askeri Hastanesi’ne kaldırılır, kanser teşhisi konur ve ameliyatına karar verilir. Ancak yakınlarına.:” Evladım beni yaramayacaklar, ben ya bu gece ya da sabah RABBimin Huzuru’na, O’nun yarattığı şekilde varacağım!” der ve sabaha karşı vefât eder.
Mustafa Yardımedici, vefât etmeden önce oğullarını ve müridlerini başında toplamış, kendisinden sonra yerine geçecek halifenin, Galip Kuşçu olduğunu, mührün ona verilmesini istemiştir.46
Ankara dışında olan Galip Kuşçu’ya, bilâhare emânet tevdi edilir. Ankara'da faaliyetine devam etmektedir. Hüseyin Kara ismindeki müridine de halifelik verilmiş olup, ancak onun Ankara'da dergâh açmasına müsaade edilmemiştir. Ancak isterse, Ankara dışında dergâh açabileceği söylenmiştir..
b-) SOFU ÖKKEŞ MARAŞLIOĞLU.:
Sofu Ökkeş Efendi, alay ve tabur imamıydı. Kendisi emekli olmuştu, muska falan yazmaya başlamıştı. Ali Sezai Efendi'nin de asabı bozulmuş, tembih etmiş, yine yapınca.: “Bırakın Mustafa'mın eli altında toplanın!.” demiş. Hem görevde iken, hem de emekli olduktan sonra vefâtına kadar, dergâhın derslerini, Kanlıdere civarındaki evinde devam ettirmiştir. Sofu Ökkeş Efendi 16.02.1971 tarihinde rahmetli olunca, oğlu Abdullah Efendi dersleri devam ettirmiştir. Abdullah Efendi’nin de 01.02.1978 tarihinde ölümü ile yalnız kalan ve sayıları da azalan dergâhın dervişleri, diğer dergâhlara intisâb etmişlerdir.
47 47 a.g.e., s. 29. 48 a.g.e., s. 22. 27
c-) HASAN GALİP KUŞÇUOĞLU.:
1919 yılında, Çorum'da dünyaya geldi. Nesebi, Fatih devrinin astronomi âlimi Ali Kusçu'ya dayanır. Tasavvufî bir ortamda yetişti. Anne ve babası derviş olup, amcası Hacı Bekir Kuşçuoğlu, Nakşî ve Mevlevi Şeyhi idi. 19 yasında iken 7 tarikattan icâzetli Çorumlu Hacı Mustafa Anaç Efendi’nin, tek çocuğu Fatma Hanım’la evlendi. 7 kız ve 1 erkek çocuktan oluşan âilesinin geçimini, mobilya ustası ve tüccar olarak temin etti. 1950 yılında Ali Sezai Kurtaran’ın halifesi, Kadirî ve Rifaî şeyhi Maraşlı Hacı Mustafa Yardımedici’ye intisâb etti.48
Kendisine 1956 yılı beraat gecesinde irşad vazifesi (hilafet) verildi. Bir kaç ay sonra bu görev şeyhi tarafından kendisine tebliğ edildi. Bu tarihten itibâren vaaz, sohbet ve zikirleriyle insanların irşadı için çaba harcadı. Tasavvufî ve Dinî görüşlerini, yazmış olduğu eserlerde ve yapmış olduğu sohbetlerde dile getirmeye çalıştı. Ana gâyesi; insanların tasavvufu, hurafeye bid'ata kaçmadan, bilimsel, teknolojik ve sosyal gerçeklerle tenakuza düşmeden, kardeşlik içerisinde yaşamalarıdır.49
ALİ SEZAİ KURTARAN’ın TASAVVUFİ GÖRÜŞLERİ.:
“İslam, ALLAH’ın iradesine teslimiyettir. ALLAH yarattığı her şeyden kulunun istifâde etmesini ister. ALLAH kullarına kendisine karşı ibâdet etmek, oruç tutmak, hayır işlemek gibi vazifeler vermek suretiyle, ruh ile beden arasında ahenkli bir denge kurar. İslam bu suretle seçkin bir zümrenin değil, aynı zamanda bütün insanlığın dini olmuştur. İslam, cismanî olduğu kadar, ruhanî bir dindir. İslam, insan hayatının bütününü kapsayan bir sistemdir.4
ALİ SEZAİ KURTARAN’ın BAZı GÖRÜŞLERi.:
AŞKk.:
Aşk, aşırı derecedeki sevgi, muhabbet, yakınlık anlamlarına gelir. Sevene âşık, muhib; sevgiliye habib ve mahbûb denir. 74
Kur’ÂN ve hadiste de bu iki kavramın kullanıldığını görmekteyiz.7575 Maide, 5/54; Âl-i İmrân, 3/31.
Tasavvufta aşka, ALLAH’a vuslat yolunda, salikin elde etmesi gereken en önemli makam gözüyle bakılır.76
Sufîler, aşkı, ALLAH’ın yaratma dürtüsü olarak gösterirler. Onlara göre aşk, tanımlanamaz. Ancak aşkın etkilerini anlatmak mümkündür. Kâinatın sırrı aşktır. ALLAH Sevgisini uyandıran şey, her şeyden önce ALLAH’ın insanlara karşı duyduğu sevgidir. Eğer ALLAH, insanları zâten sevmemiş olsaydı, onların O’nu sevmeleri mümkün olmazdı. ALLAH insanları onlara olan sevgisinden yaratmıştır.77 76 (Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2006, s. 137.)
ALLAH’ı bilen O’nu sever. O’nun hakkındaki bilgisi arttıkça, sevgisi de artar. Sevginin kuvvetli olanına da aşk denir. Aşkın anlamı aşırı derecede sevgi demektir.
(Sezai Kurtaran, Nasihat Risalesi, s. 18; “O onları sever, onlar da O’nu severler”. Maide, 5/54. 63)
Bu sebeple Hz. Peygamber’e müşrikler, Hira Mağarası’na sık sık gitmesi ve ibâdet etmesi sebebiyle.: “Muhammed (kendi) RABBine âşık oldu.” ifâdesini kullanmışlardı. 7878 (Sezai Kurtaran, a.g.e., s. 18.)
ALLAH TeÂLÂ’yı seven tevhid emrine uyar, O’nun emir ve yasaklarına sıkıca bağlanır ve hükmüne teslim olur. ALLAH’ın kullarıyla kurduğu bağ, kulların ALLAH’a besledikleri muhabbetle farklı şekillerde oluşmaktadır.79 79 (a.g.e., s. 22.)
ALLAH Aşkı (sevgisi), bütün hal ve makamlara sirayet eder. ALLAH Aşkı, en son makam ve en üstün derecedir. Hak kendisini aşkla nitelemiş ve “Vedûd” diye isimlendirmiştir.80 80 (Uludağ, a.g.e., s. 60.)
Bu Muhabbet Makamına erişildikten sonra diğer makamlara ulaşmamak diye bir şey olmaz. Çünkü şevk, ünsiyet, rıza ve bu gibi makamlar muhabbetin meyvelerindendir. Muhabbetten önce gelen her makam (tövbe, sabır ve zühd) ise, muhabbetin ancak başlangıçlarından biridir.81 81 (Sezai Kurtaran, a.g.e., s. 17.)
Muhabbete (aşka) ulaşan kişide hayret, dehşet ve şahsî nitelikleri kaybetme vardır.8282 (a.g.e., s.21; Ferîdüddîn Attâr, Tezkiretü’l Evliyâ, Erkam Yayınları, İstanbul, 2007, s. 248-257.)
“Kulun kalbine doğan saygı hissi ALLAH Sevgisinin alâmetidir. ALLAH Aşkının alâmetlerinden biri de sevgiliyi çok zikretmektir. İki insan arasında yaşanan Mecazî Aşkta bile sevgiliyi düşünme, anma, görme istekleri oldukça yoğun yaşanır. Zikrullah, ALLAH TeÂLÂ’nın kulunu sevdiğinin bir delilidir. O, ALLAH’ın kuluna yaptığı en büyük lütuflardan biridir.”8383 (Sezai Kurtaran, Tasavvuf Risalesi, s. 73.)
“Kulun ALLAH celle celâlihu’ı sevdiğinin alâmetleri ve halleri kişiden kişiye değişebilir ve farklı anlamlarla, tezahürlerle ortaya çıkabilir. ALLAH’ın kuluna olan muhabbeti ise kuluna hayır dilemesi ve rahmet etmesiyle gerçekleşir. ALLAH sevdiği kuluna her türlü ni’meti ihsan eder, dünya ve âhiret sevâbı verir, Cehennemden onu emin kılar, günahtan korur, yüce haller ve yüksek makamlar ihsan eder.”8484 (Sezai Kurtaran, Nasihat Risalesi, s. 19.)
“Aşk ilâhîdir. Mecazîsi varsa da bu Mecazî Aşk vuslatla bittiği için hiç bir önem ve kıymeti yoktur. Aşk-ı İlâhi ise vuslatla arttığı için dünyadaki en kıymetli şeydir. Aşk-ı İlâhîyi elde etme yolunu ifâde eden pek çok sözü mevcuttur. Bunlardan ikisi şöyledir.: “Ya RABBi!. Ezel-i Bezminde bir damla ilim vermiştin. O damlayı ulaşmak için yanıp tutuştuğu ummana sen eriştir. ALLAH'tan AŞKInı isteyin. Kuru odun gibi olmayın. ALLAH'a aşk, ALLAH'a kulluk yapmadan elde edilmez ALLAH'a kulluk yapmadan.: “Ben ALLAH'a âşığım!.” diyorsa bir kişi; onun âşık olduğu, ALLAH değildir.”85 85 (Sezai Kurtaran, Tasavvuf Risalesi, s. 77. 64)
Bu dünyaya gelmeden önce insan; ALLAH'a büyük bir bağlılıkla ALLAH'ın.: “Elestü biRABBiküm?” hitabına “belâ!” demiş, ilk muhabbet hâsıl olmuştur ve O'nu sevmiştir. Aşk-ı İlâhiyi elde etmek, ALLAH'a ibâdetle vuku bulur. Bunun dışındaki âşıklık iddiaları kuru bir sözden başka bir şey değildir. İlâhi bir aşk vardır. Aşk ilâhîdir, ALLAH'a olan hayranlıktır aşk, O'nu idrak etmektir aşk, O'ndan korkmak, emri üzere yaşamaktır aşk, o anıldığı zaman, iç âleminden yaşlar fışkırmaktır aşk. İç âleminden dışarıya bazen vurur bazen vurmaz, çok zaman vurmaz. O gözyaşları pek sızmaz, pek enderdir, ALLAH orada da korur, riya olur diye göstermez gözyaşlarını, içine akıtır. İşte sonsuz rahmet-i ilâhi. Aşk, aşk-ı ilâhi, başka aşk yok.86
**
KADIN.:
İslam’dan önce kadın, hak ve özgürlükler konusunda kısıtlamalar yaşamıştır. İslam ile birlikte, pek çok hakka sahip olmuştur. Kur’ÂN, birçok yerde, mümin ve Müslüman erkeklerden, onlar ile aynı dini mükellefiyetleri paylaşan Mü’mine ve Müslimelerden de bahseder.103
“Tarih boyunca kadın bir hizmetçi, bir köle olarak görülmüş, bir eşya gibi alınıp satılmış, mülkiyet, miras gibi temel hak ve hürriyetlerden mahrum bırakılmış, insanca yaşamasına ve gelişmesine önem verilmemiştir. Oysa kadın bir taraftan annelik vasfıyla insan varlığına sebep olan, eş sıfatıyla dünya hayatının iniş ve çıkışlarında erkeğe yol arkadaşlığı yapandır. Kadınlar İslam dini ile tarih boyunca kavuşamadıkları hak ve özgürlüklere kavuşmuşlardır. İslam kadın hakları konusunda pek çok yenilik getirmiş, kadına hak ettiği değeri vermiştir. Sadece birkaç tanesini sayacak olursak; Yüce ALLAH Bakara 187. Âyett.: “Onlar sizin elbisenizdir, siz de onların elbisesisiniz.” buyurarak bu konuyu oldukça açık kılmıştır. Zira ALLAH katında kadın ile erkek eşittir, kadın ve erkek bir bütünün iki parçası gibidir. Erkeklerin kadınlara sevgi ve şefkat göstermeleri emredilmiş, kadınların da erkekler gibi ilim öğrenmeleri farz olarak görülmüştür.”104
İslam tasavvufunun başlangıcına gidecek olursak, Rabiatü’l-Adeviyye ilk karşımıza çıkacak olan sufîdir. ALLAH korkusunun ve zühdün yoğun bir şekilde yaşandığı dönemde, ALLAH aşkını ve ümidi ilk dillendiren sufî, Rabia’dır.105
Örtünme ile ilgili âyetler,106 toplumda kadının korunması, incitilmemesi ve neslin devamının sağlanabilmesi için bir gerekliliktir. İnsanların huzurlu bir şekilde yaşayabilmeleri ve âile kavramının devam edebilmesi için kadın ve erkeğin örtünme ile ilgili hükümlere riayet etmesi gerekir. Bu ayetler insanların maddi ve manevî menfaatlerini sağlamayı amaçlar. Kadınların haklarını kısıtlamayın.107 “Kadın hürmete ve sevgiye lâyık kılınmıştır. Erkek gibi bazı hallere mukavim ve tahammülü olamaz. ALLAH emrinin hilafına hareket etmedikçe, kadınlarla alakalı olarak müstakil bir bölüm açmıştır. Rahmet-i İlahî kadınlar için daha hoşgörülü, ferahlatılmış ihsan edilmiş olup, erkeklerin hayatlarında maddi ve manevî ilahî imtihanları kadınlara tanınan müsamahalı teklifata eş değer olmayıp, kadın maddi ve manevî yapısı ile erkeğe eşdeğer yaratılmamıştır. Kadınlara bahşedilen rahmeti ilahî, erkeğe nazaran daha iltimaslı kılınmıştır. Fakat her şey maksada ve hikmete mebnî yaratıldığı değeri taşır. Noksanlık gibi görmemek gerekli olup, yaratılan her şey yaratıldığı değeri ile değerlidir. Birini diğerine karıştırma zulüm olur. Bu hikmeti bilmek kadına karşı vazifemizi idrak, Hazret-i ALLAH'a karşı edebdir. Tertibi Tanzim-i İlâhiyi, kulluk vecibesini yerine getirmek kastı ile bilmek edebdir.”108
“Kadının en yüksek makamı hatunluktur. Kadından şeyh olmaz. Kadından şeyh olamayacağı meselesi, kadının değerinin tartışılmasıyla ilgili değildir. Kadın muhteremdir, hatundur. Kadının öyle durumları vardır ki ona da, erkek varamaz.
Kadını Makam-ı Velâyette imiş gibi muameleye tabi kılmak kadına ezâdır. Kadın cemaate namaz kıldırmak için imam olamaz. Az çok inanan insan kerahetli icraata iltifat etmez. Peygamberimiz Efendimizi hanımlarından, Efendimizin manevî vazifesine ve yaşantısına herkesten daha çok vâkıf, ilmi, irfanı müsaid, Hazret-i Aişe (radiyallahu anha) Vâlidemiz, çok müşkül durumda kaldığı halde, imamet iddiasında bulunamadı. Zîra manevî vazifeler; Ricâl-i Gayb ve Kırklar Meclisi ricâlden müteşekkil olup, kadın bu mecliste vazifeli olmamıştır.” demiştir..