
NECAŞÎ'nin Hz. CÂFER'in CEVAPLAYIŞI.:
Ümmü Seleme Vâlidemiz anlatıyor ki: “Muhacirler Necaşî'nin yanına vardıkları zaman, Necaşî, daha önceden kendi din adamlarını da yanına çağırmıştı. Onlar, Necaşî'nin çevresinde Mushaflarını yaymış, açmış bulunuyorlardı.
Necaşî, Muhacirlere.: “Siz, ne benim dinime, ne de şu milletlerden hiçbirinin dinine girmediğinize göre, sizin kavimlerinizden ayrılarak tutmuş olduğunuz bu din nasıl bir dindir?” diye sordu.
Muhacirler adına, Câfer b. Ebi Talib.: “Ey hükümdar!” dedi.
“Biz Câhiliye halkından bir kavim idik.
Putlara tapardık.
Ölmüş hayvan eti yerdik.
Bütün kötülükleri yapardık.
Akrabalarımızla ilgilerimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik.
Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik.
İçimizden güçlü olan, güçsüz, zayıf olanı yerdi.
ALLAHu zü’L-CELÂL bize kendimizden, soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezâhetini bildiğimiz Resûlü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik.
O peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın ALLAHtan başka tapageldiğimiz, taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak ALLAH'ın birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibâdet etmeye davet etti. Yine o peygamber.:
Doğru söylemeyi,
Emâneti sahibine vermeyi,
Akraba haklarını gözetmeyi,
Komşulara iyi davranmayı,
Haramlardan uzak,
Kan dökmekten geri durmamızı bize emretti.
Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden,
Yalan söylemekten,
Yetim malı yemekten,
İffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten de men ve nehy etti.
Ayrıca.:
Hiçbir şeyi kendisine eş ve ortak tutmaksızın, yalnız ALLAH'a ibâdet etmemizi,
Namaz kılmamızı,
Zekât vermemizi,
Oruç tutmamızı da bize emretti.
Biz onu doğruladık ve ona iman ettik.
ALLAH tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk.
Bir ve Tek olan ALLAH'a ibâdet ettik, O'na hiçbir şeyi şirk koşmadık.
O'nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını helâl olarak kabul ettik.
Bunun üzerine, kavmimiz bize düşman kesildi.
Bizi dinimizden döndürmek, ALLAHu zü’L-CELÂL’e ibâdetten vazgeçirip puflara taptırmak, öteden beri helâlleştirip serbestçe işleyegeldiğimiz kötülükleri tekrar işletmek için, bizi işkenceden işkenceye uğrattılar.
Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle dinimiz arasına gerildikleri ve tazyiklerini arttırdıkları zaman, biz senin ülkene çıkmak, sığınmak zorunda kaldık.
Seni başkalarına tercih ile, senin korurluğun ve komşuluğunda bulunmayı arzu ettik.
Ey hükümdar! Biz senin yanında hiçbir zulme uğramayacağımızı umuyoruz!"
Necaşî.: “ALLAH tarafından peygamberinizin getirip sizlere bildirdiği şeylerden, senin yanında birşey var mı?” diye sordu.
Câfer.: “Evet! Var.” dedi.
Necaşî.: “Onu bana oku!” dedi.
Câfer, Meryem Sûresinin baş tarafından, Yahyâ ve İsâ aleyhisselâmların doğumları ile ilgili âyetleri [1-35] okuyunca, vALLAHi Necaşî o kadar ağladı ki, (akan gözyaşlarından) sakalı ıslandı.
Necaşî'nin din adamları da, okunan âyetleri dinledikleri zaman, ağladılar ve hatta onların mushafları da gözyaşlarından ıslandı.
Bundan sonra, Necaşî, Mekke'den gelen iki Kureyşîye.:
“Bu (dinlediğim şey), İsâ'ya gelmiş olanla muhakkak aynı yerden çıkıyordur! Siz ikiniz, gidin artık! Hayır! VALLAHi ben onları size ne teslim ederim, ne de onlara dokunulur!” dedi.
İki elçi, Necaşî'nin yanından dışarı çıktıkları zaman, Amr b. Âs.:
“VALLAHi, ben yarın Necaşî'nin yanına gidip onlar hakkında söyleyeceğim şeyle onların köklerini kazıtacağım!” dedi.
Abdullah b. Ebi Rebia ise.: “Sen böyle birşey yapma! Onlar bize muhalif olsalar da, aramızda onlarla akrabalık var!” dedi.
Amr b. Âs.: “VALLAHi, Necaşî'ye, bunların İsâ b. Meryem'in bir kul olduğunu iddia ettiklerini haber vereceğim!” dedi.
Ertesi gün, Necaşî'nin yanına gidip.: “Ey hükümdar! Onlar İsâ b. Meryem hakkında çok büyük, ağır bir söz söylüyorlar! Onları çağır da, onun hakkında ne söylediklerini onlara bir sor” dedi.
Bunun üzerine, Necaşî, bu hususu sormak için onları tekrar yanına çağırdı.
Muhacirler toplandılar. Birbirlerine.: “Necaşî size İsâ b. Meryem hakkında sorduğunda, ne söyleyeceksiniz?” diye sordular ve.: “VALLAHi, onun hakkında ALLAH'ın dediklerini ve Peygamberimizin bize bildirdiklerini söyleriz. İşin sonu ne olursa olsun!” dediler.
Muhacirler Necaşî'nin yanına vardıkları zaman, Necaşî onlara.: “Söyleyin bakalım; Meryem oğlu İsâ hakkında ne söylüyorsunuz?” diye sordu.
Câfer b. Ebi Talib, ona.: “Biz, onun hakkında, Peygamberimizin bildirdiklerini söylüyoruz. O, diyor ki.:
“İsâ ALLAH'ın kulu, resûlü, Ruh'u ve O'nun dünyadan ve erden geçerek ALLAH'a bağlanmış bir kız olan Meryem'e ilka eylediği Kelimesidir.” deyince, Necaşî, elini yere uzatıp oradan bir çöp aldıktan sonra.: “VALLAHi, İsâ b. Meryem de, senin söylediğinden başka birşey değildir! Arada, şu çöp kadar bile fark yoktur!” dedi.
Necaşî bunu söylediği zaman, çevresindeki kumandanlar homurdanmaya başladılar. Necaşî, kumandanlara.:
“VALLAHi, siz homurdansanız da, gerçek olan budur!” dedi. Muhacirlere de.:
“Gidiniz! Sizler, benim ülkemde, tamamıyla emniyet içindesiniz!
Size söven, dil uzatan kimse cezâlandırılacaktır!
Size söven, dil uzatan kimse cezâlandırılacaktır!
Size söven, dil uzatan kimse cezâlandırılacaktır!
Ben, sizden birinize, bir dağ altın karşılığında bile, eziyet etmek istemem!
Getirdikleri hediyeleri de şu iki adama geri verin! Benim onlara ihtiyacım yok!.
VALLAHi, ALLAH bana saltanatımı geri verdiği zaman benden rüşvet almadı ki, ben bu hususta rüşvet alayım!” dedi.
Bunun üzerine, Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebi Rebia, getirdikleri hediyeleri geri verilerek, suçlanmış ve reddedilmiş bir halde Necaşî'nin yanından çıkıp gittiler. Muhacirler de, Necaşî'nin ülkesinde, en iyi yurtta ve en iyi koruyucunun yanında kaldılar.[171]
Hz. Ebu BEKİR'in HİCRET İÇİN YOLA ÇIKIŞI ve GERİ ÇEVRİLİŞİ.:
Hz. Ebu Bekir; Müslümanların müşrik kavim ve kabileleri arasında[172] türlü işkencelere uğratıldıklarını[173] ve Mekke'de işkenceler altında yaşamanın günden güne güçleştiğini, ağırlaştığını gördüğü zaman, hicret etmek üzere
Peygamberimiz aleyhisselâmdan izin istemiş ve kendisine izin verilince de,[174] Habeş Ülkesine yapılan ikinci hicrete dahil olmak üzere dayısının oğlu Haris b. Halid ile birlikte Mekke'den ayrılıp[175] Habeş Ülkesine doğru gitmişti.[176]
Bir-iki gün gittikten sonra,[177] Birku'l-Gımad Mevkiine erişince,[178] Kare Kabilesinin ulu kişisi İbnu'd-Dagmne ile karşılaştı.
İbn Dagmne.: “Ey Ebu Bekir! Nereye gitmek istiyorsun?.” diye sordu.
Hz. Ebu Bekir.: “Beni (Mekke'den) kavmim çıkardı,[179] bana ezâ ve cefa yaptılar. Beni sıkıştırdıkça sıkıştırdılar.[180] Ben de yeryüzünde biraz gezip dolaşmak ve RABBime serbestçe ibâdet etmek istiyorum!” dedi.
İbn Dagmne.: “Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir zât ne yurdundan çıkar, ne de çıkarılır.[181]
Bu nasıl olur?! VALLAHi, sen kavmini, kabileni zinetlendirirsin! İyilik işlersin[182] Sen kimsenin kazandırmayacağını kazandırırsın![183] Akrabayı, görür gözetirsin! İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın!
Konuğu ağırlarsın![184] Hak yolunda zuhur eden hadiselerde halka yardım edersin![185] Geri dön![186] Sen benim himâyemdesin![187] Ben senin koruyucunum![188] Haydi, dön de, kendi yurdunda RaBBine ibâdet et!” dedi.[189]
Hz. Ebu Bekir, yoldaşı Haris b. Halid için.: “Yanımda, kabilemden şu zât var!?” dedi.
İbn Dagmne.: “Bırak onu! O yüzünün doğrusuna gitsin! Sen de, ev halkının yanına dön!” dedi.
Haris b. Halid.: “Senin geri dönüp gitmen sana helâldir! Sen dön, git! Ben de, arkadaşlarımla birlikte, yüzümün doğrusuna giderim!” dedi. Habeş yolculuğuna devam edip gitti.[190]
Hz. Ebu Bekir de İbn Dagmne ile birlikte döndü.[191]
Mekke'ye girince, İbn Dagmne.: “Ey Kureyş cemâatı! Ben Ebu Kuhâfe'nin oğlunu himâyeme aldım! Ona hiç kimse dokunmayacak, ancak iyilik edecektir!” dedi.[192]
O akşam[193] Kureyş eşrafı arasında dolaşarak, onlara da.: “Ebu Bekir gibi bir zât ne yurdundan çıkar, ne de çıkarılır.
Siz hiç kimsenin kazandırmayacağını kazandıran, akrabayı görüp gözeten, işini görmekten âciz olanların yükünü taşıyan, konuğu ağırlayan, hak yolunda zuhur eden hadiselerde halka yardım eden bir adamı nasıl çıkarırsınız?!” diyerek
çıkıştı.[194]
Kureyş Müşrikleri İbn Dagmne'nin Hz. Ebu Bekir hakkındaki himâyesini reddetmediler,[195] yerine getirdiler.[196] Hz. Ebu Bekir'e işkence etmekten vazgeçtiler.[197] Emân verdiler.[198]
Fakat, İbn Dagmne'ye.: “Ebu Bekir'e söyle! O RABBine ibâdetini evinin içinde yapsın! Orada istediği kadar namaz kılsın, Kur’ÂN okusun! Evinden başka yerde açıktan namaz kılıp Kur’ÂN okuyup da bizi rahatsız etmesin![199] Çünkü, biz onun kadınlarımızı ve çocuklarımızı meftun etmesinden korkarız!” dediler.
İbn Dagmne, müşriklerin bu isteklerini Hz. Ebu Bekir'e söyledi.[200] Hz. Ebu Bekir de öyle yaptı.[201]
Namazını açıkta kılmadı. Kur’ÂN-ı Kerîm'i de evinden başka yerde okumadı.[202]
Sonradan kendisinde bir fikir değişikliği olup, evinin önünde bir namazgâh yaptı.[203] Orada namaz kılmaya, Kur’ÂN okumaya başladı.[204]
Hz. Ebu Bekir'in evi Cumah Oğullarının mahallesinde idi.[205] Hz. Ebu Bekir yufka yürekli olup,[206] Kur’ÂN-ı Kerîm'i okurken ağlamaklı olur,[207] ağlar durur, gözünün yaşını tutamazdı.[208]
Kur’ÂN-ı Kerîm okurken, müşriklerin çocukları, kadınları onun başına dikilir, yığılır, ona bakışırlar, meftun olurlardı.[209]
Bu hali Kureyş Müşriklerinin eşrafını korkuttu. Onlar İbn Dagmne'ye haber saldılar. İbn Dagmne yanlarına gelince,[210]
ona.: “Ey İbn Dagmne![211] Biz Ebu Bekir hakkında RABBine evinde ibâdet etmek şart ile himâye ve sıyanetine müsaade etmiştik.Ebu Bekir ise bu haddi tecavüz ederek evinin önünde bir namzgâh yapmış, içinde açıktan namaz kılmaya, Kur’ÂN okumaya başlamıştır. Doğrusu, biz kadınlarımızın ve çocuklarımızın dinlerinden döndürülmelerinden korkuyoruz!
Sen Ebu Bekir'i bundan men et! Eğer buna yanaşmaz, ille de namaz ve kıraatim ilân etmek isterse, kendisine verdiğin emân ve himâye sözünü sana iâde etmesini iste! Gerçekten, biz, sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin görüyoruz. Fakat, Ebu Bekir'in açıktan ibâdet etmesine de söz vermiş değiliz” dediler.
Bunun üzerine İbn Dagmne Hz. Ebu Bekir'in yanına varıp.:[212] “Ey Ebu Bekir! Ben sana kavmini rahatsız edesin diye himâye taahhüdünde bulunmadım! Onlar, senin şu yerinde bulunmandan, asla hoşlanmamakta ve senden rahatsız olmaktadırlar! Sen evinin içine gir de, istediğini evinin içinde yap![213] Ey Ebu Bekir! Benim sana ne üzerinde söz vermiş olduğumu pekâlâ bilirsin! Şimdi sen ya o şarta göre hareket edersin, ya da senin üzerindeki himâye taahhüdümü bana iâde edersin! Ben bir kimseye vermiş olduğum himâye taahhüdümü bozduğumu Arapların işitmesini istemem!” dedi.[214]
Hz. Ebu Bekir.: “Ben senin üzerimdeki himâye taahhüdünü sana iâde edip de ALLAH'ın himâyesiyle yetineyim mi?” diye sordu.
İbn Dagmne.: “Evet! Himâye taahhüdümü bana iâde et!” dedi.[215]
Hz. Ebu Bekir.: “Ey İbn Dagmne! Ben artık senin himâyeni sana iâde ediyorum. Ben ALLAHu zü’L-CELÂL’in ve Resûlünün himâyesine razıyım!” dedi.[216]
Bunun üzerine, İbn Dagmne.: “Ey Kureyşliler! Ebu Kuhâfe'nin oğlu himâye taahhüdümü bana iâde etmiş,
benim işim bitmiştir! Artık, sizin işiniz adamınızladır!” dedi.[217]
Hz. Ebu Bekir Kâbe'ye giderken, Kureyş Müşriklerinden bir beyinsiz, Hz. Ebu Bekir'in başına toprak saçtı.
O sırada, Velid b. Mugîre veya Âs b. Vâil ile karşılaşınca, ona.: “Şu beyinsizin yaptığını göremiyor musun?” diyerek yakındı.
Fakat, o müşrik.: “Bunu sen başına kendin getirdin!” dedi.
Hz. Ebu Bekir, başından toprağı silkelerken.: “Ey RaBBim! Sen ne kadar da Halîm'sin! Ey RaBBim! Sen ne kadar da Halîm'sin! Ey RaBBim! Sen ne kadar da Halîm'sin!” diyordu.[218]
*
**
****
DiP NOTLAR.:
[171] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 357-362, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 202-203, c. 4, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 247-250, Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe, c. 2, s. 301-304, Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 191-192, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 72-75, Heysemî, Mecma, c. 6, s. 25-27, Diyarbekrî,Hamis, c. 1, s. 290-291. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/40-43.
[172] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 205.
[173] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 385, Buhârî, Sahih, c. 4, s.2 54, Muhibbü't-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 82, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319.
[174] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 12, Muhibbül-Taberî, Rıyâdu'nnadrâ, c. 1, s. 82,, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c.1,s.319.
[175] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 205.
[176] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 385, Buhârî, c. 5, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 205, Muhibbül-Taberî, c. 1, s. 81, E bu'l-Fidâ,c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319.
[177] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 12, Muhibbü't-Taberî, c. 1,s.81, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 94,Halebî, İnsanu'l-uyûn, c. 1, s. 484.
[178] Abdurrezzak, c. 5, s. 385, Buhârî, c. 4, s.2 54, Muhibbü't-Taberî, c. 1, s. 81, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319, Halebî, c.1, s. 484.
[179] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 12, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 385-386, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 254, Belâzurî,Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 205-206, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 81-82, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'nnihâye, c. 3, s. 94,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 319, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 484.
[180] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 12, Ebu'l-Fidâ, c.3, s. 94, Halebî, c. 1,s.484.
[181] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Muhibbü'tTaberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c.1, s. 31 9, Halebî, c.1, s. 484.
[182] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 12, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 1 2, Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 206, Muhibbüt-Taberî,c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319, Halebî, c. 1, s. 484.
[184] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 206, Muhibbü't-Taberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319, Halebî, c. 1, s. 484.
[185] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 1 2, Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 206, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319, Halebî, c. 1, s. 484.
[186] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 12, Belâzurî, c. 1, s. 206, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94.
[187] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 12, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94.
[188] Abdurrezzak, c.5,s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 206, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319, Halebî, c.1, s. 484.
[189] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4,s. 254, Muhibbüt-Taberî, c.1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, c. 1, s. 319,Halebî, c.1, s. 484.
[190] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 206.
[191] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 12, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 386, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 254, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 94, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 319, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 1, s. 484.
[192] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 12-13, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94.
[193] Buhârî, Sahih, c. 4, s. 254, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 94.
[194] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 206, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Halebî, c. 1, s. 484.
[195] Buhârî, c. 4, s. 254, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94, Halebî, c. 1, s. 484.
[196] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Belâzurî, c.1, s. 206, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 82.
[197] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 13, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94.
[198] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 82.
[199] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Ebu Nuaym, Hilyetü'levliyâ, c. 1, s. 29, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 94-95.
[200] Buhârî, Sahih, c. 4, s. 254, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Halebî, c. 1, s. 484.
[201] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Ebu Nuaym, c. 1,s.29, Muhibbüt-Taberî, c. 1,s.82.
[202] Buhârî, c. 4, s.2 54, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Diyarbekrî, c. 1, s. 319, Halebî, c. 1, s. 484.
[203] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Belâzurî, c. 1, s. 206, Ebu Nuaym, c. 1, s. 29, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s.82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Diyarbekrî, c. 1, s. 391, Halebî, c. 1, s. 484.
[204] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 13, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 386, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 254, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 206, Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evüyâ, c. 1, s. 29, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 95, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 71, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 319, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 484.
[205] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 13, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95.
[206] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 13, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 178.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 13.
[208] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Ebu Nuaym, c. 1, s. 30, Muhibbü't-Taberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.95, Kastalâni, c. 1, s. 71, Diyarbekrî, c. 1, s. 320, Halebî, c. 1, s. 484.
[209] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 1 3, Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254, Ebu Nuaym, c. 1, s. 29-30, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 82, Kastalâni, c. 1, s. 71, Diyarbekrî, c. 1, s. 320.
[210] Abdurrezzak, c. 5, s. 386, Buhârî, c. 4, s. 254-255, Bel âzu rf, c. 1, s. 206, Ebu Nuaym, c. 1, s. 30, Muhibbüt-Taberî c.1,s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Kastalâni, c. 1, s. 71, Diyarbekrî, c. 1, s. 320, Halebî, c. 1, s. 484.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 13.
[212] Abdurrezzak, c. 5, s. 386-387, Buhârî, c. 4, s. 254-255, Muhibbü't- Taberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Kastalâni, c.1, s. 71, Diyarbekrî, c. 1, s. 320, Halebî, c. 1, s. 484-485.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 13.
[214] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 387, Buhârî, Sahih, c. 4, s.255, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 206, Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliyâ, c. 1, s. 30, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 95. Kastalâni, Mevâhib, c. 1, s. 71, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 485.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 13.
[216] Abdurrezzak, c. 5, s. 387, Buhârî, c. 4, s. 255, Belâzurî, s. 206, Ebu Nuaym, c. 1, s. 30, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Kastalâni, Mevâhib, c. 1, s. 71, Diyarbekrî, c. 1, s. 320, Halebî, c. 1, s. 485.
[217] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 13.
[218] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 13, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 95, Halebî, c. 1, s. 485. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/43-48..