KANIKSAMAK-ALIŞMAK

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

KANIKSAMAK-ALIŞMAK

Mesaj gönderen Gariban »

KANIKSAMAK-ALIŞMAK

ZEVK 4375

MuHaMMeDiNuR GeNÇLeri!. SALL-a->VuSL-at VERR-iLeceK
SÖZü VARdır RABB-ımızın!. SıRR ->SeYRÂN-a SERR-iLeceK
SıRAT OL!.un ceheNNeme!. ceNNet ->N’ûR-u MîM MeRRkezi
MuHaMMeDî YüRek-Lerde ->“KûN” KUR'ÂN-ı ->DİRR-iLeceK!..
26.02.11. 16.44

Kul İhvÂNi
ÂN-da ->Kur'ÂN-da..


Kanıksamak diye bir kelime vardır, Türk Dil Kurumu’nun bu husustaki açıklaması şu dur:
“Çok tekrarlama sebebiyle etkilenmez olmak, alışmak.”

Aslında bu kelime genelde negatif cümlelerde kullanılır genelde, yâni olumsuz bir şeyi umursamamak mânâsında fakat biz burada sözlük anlamına bakarsak alışmak , insan algısı için alışılmışlık , sıradanlık gibi anlamlara da geçit görmekteyiz.
Aslında bu açıklama hakikaten K-AN diye şiirlerimizde bahsettiğimiz Kevniyetteki bu tekrarlara Şe-enullah’taki OLuşlara yönelik olarak baktığımızda ANlatmak istediklerimizi çok güzel ifâde etmektedir diye düşünüyorum.

Öylesine kanıksamışız ki hayatı, doğduğumuzdan beri tekrar tekrar gördüğümüz her şeyi kanıksamışız. Bu tekrarların içinde farklı bir şey görsek, onu “tekrar” algımıza oturtana kadar yeni olarak ifâde ediyoruz ve zamanla kanıksadığımızda ise bizim için sıradanlaşıyor. Yeni diye ifâde ettiğimiz her şey ise hafızalarımızın ANI kısımlarından hatırlayamadığımız ve ilk defa olarak değişik diye algıladığımız şeyler.

Yahut tekrarı az olanlar daha değerli oluyor bizim için. Meselâ her gün açık büfe 60 çeşit yemek yese kişi, evdeki tek tip yemeği takdir etmiyor ve 60 çeşidi her gün gittiği restaurantta bulsa 61. farklı seçeneği gözleri arıyor. Bu durumda nefsin doyumsuzluğu, alışıla gelmiş olanlardan farklılık arayışı ile kendini gösteriyor. Bu ise kişiyi şükürsüzlüğe, mutsuzluğa ve aç gözlülüğe götürmektedir. Hâlbu ki hayat şükredilmesi gereken şeylerle dolu, saysak bitiremeyiz.
Ne mi diyorum?.

Diyorum ki, her gün gök yüzünün derin maviliğinden tenimize vuran Güneş’in ziyâsı , bize uzayın nâmütenâhiliğinden, 149 miyon 600 bin km uzaklıktan ulaşan bir yolcu gibi. Güneşin içindeki tepkimelerden doğmuş bize ulaşmış bir yolcu. Bu yolcuyu öyle kanıksamışız ki örneğin, Güneş’i gökte her gün göre göre öyle kanıksamışız ki, artık takdir edemiyor, şükrünü yapamıyoruz. Çünkü her “AN” gelip duruyor, onu artık doğal bir olay, sıradan bir hadise, avcumuzun içinde bir garanti olarak hafızalarımıza kaydetmişiz, yahut o herkesin ortak malı olduğu için nefisler kendi namına onu sahiplenmekten bir avantaj sağlayamıyor, ve çok kişi şükür de etmiyor. Hâlbu ki şükür ni’meti arttırıcıdır şükredebilmek için ona farklı açılardan baksak o bizim için daimâ yeni bir Güneş ve Güneş Işığı olur.

Aldığımız hava, içtiğimiz su da böyle. Bizim için özel olmaktan çıkmışlar artık. Bu sıradanlığın içinde boğuluyoruz. Ya da onları takdir etmemiz için yoklukları yada azlıkları veya çoklukları gerekmekte. Sonbahar olması lâzım ki, derilerimiz hafif esen rüzgarla ürperirken Güneş’ten gelen ışık huzmesi bulutların arasından bir yol bulsun ve teninizi hafif ısıtsın ve: “bu ne güzel sıcaklık hissi İÇim ısındı” diyelim. İnsan değerli şeylerin kıymetini zâten kaybedince anlamakta. Yağmur yağmayıp kuraklık olsun, bir damla suya hasret kalsın, o zaman kıymet zuhur etmekte.
Su deyince, şükre ve kanıksamaya da değinince aşağıdaki âyetler geldi aklıma :

أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ
"E fe raeytumu’l- mâellezî teşrebûn (teşrebûne).:
Ayrıca siz, o içiyor olduğunuz suyu gördünüz mü?” (Vâkıa 56/ 68)

أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ
"E entum enzeltumûhu mine’l- muzni em nahnu’l- munzilûn (munzilûne).:
Onu (suyu) bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?” (Vâkıa 56/ 69)

لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
"Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn (teşkurûne).:
Eğer dileseydik, onu acı kılardık (yapardık), öyle ise (niçin) hâlâ şükretmiyorsunuz?” (Vâkıa 56/ 70)

Daha önceki yazılarımızda bahsetmiştik El-Adl esmâsı denge ve düzen esmâsıdır, tabiatın işleyişindeki denge insanlar için i’tidal iken insanlara rahmet iken zahmet olabilecek bir duruma da getirilebilir. Bu kişilerin şükürsüzlükleri için cezâ olabilir. Hocamın sözleri geliyor aklıma : “Bir yağmur geliyor, rahmet mi yoksa zahmet mi!?.” diye…

Bazı şeyleri sıradanlıktan çıkarmak için özelleştirmek için onları farklı açılardan görmek gerekir. Bu hususlarda bir ressam, bir şâir ne harika gÖZle bakar hayata. Mısralarından ve tuvâllerinden güneş hep farklı farklı ışır. Bu onların hal diliyle şükrüdür. Gözlerinden yaşamdan sürekli tad aldıklarını ve şükrettiklerini okursunuz âdeta.

Güneşe geri dönelim. Güneşten gelen bu ışık hüzmesinin size gelirken uzay boşluğunda aldığı yolu, yaptığı yolu düşünün yahut ona dokunduğunuzda Güneş’e dokunduğunuzu hissedin çünkü oradan geliyor tâze tâze hem de öyle hızlı ki. Işık saniyede 300 bin km. yol almakta. Bu durumda size ulaşması yaklaşık 8 dakika zamandır. Yani 8 dakika önce Güneşten gelen bir yolcuyu ağırlıyorsunuz teniniz de. Güneş diyorum yahu Güneş. O yolcu gelmese hep karanlıkta kalırsınız. Ortalık buz olur donarsınız. Dünyanız zehir zıkkım olur. Karanlıkta yüzünüzü bile göremezsiniz. O zaman bu Güneş sıradan olmaktan çıkar belki.

Peki ya sıradanlık ve kanıksamak günahlar için olursa, bu da önemli bir durum. İnsanlar bu kanıksama işini bu alanda da yapıyorlar. Mesela toplum içinde bazı işlenen suçların kabul görmesi ile toplum hafızasına bazı günahlar normalmiş gibi kaydedilmekte ve zamanla toplumca kanıksanmaktadırlar. Ayıp diye algılananlar zamanla aleni yapılır hâle geliyor.
Münir Derman Hocamın bir sözü geliyor aklıma:

Bu günkü devirde utanmak diye bir şey yok...
“Utanmak” dan “Utanan” bir devirdeyiz.
Yani utanmayı utanç sayan bir sürü...
Lût Kavmi bile utanarak tarihten silindi.
Şimdi yeni dünya nesli, Lût Kavmi kimdir bilmiyor ki...
“Utanma, hicâb” Kelimesi utanarak lügat kitaplarına gizlenmiştir.
Arasan bile Lûgatlarda yoktur.
Garip...
Fakat doğrudur.
Arayın isterseniz...


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle (buğz etsin); bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim)

Bu hadiste "münkeri kanıksamayın , hata ve yanlışları düzeltin" denmektedir.

Yine Münir Derman Hocamızın bir başka sözünde kanıksamayı bu sefer pozitif olarak görüyoruz, diyor ki havanın kışın aşırı soğumasını ve yazın çok ısınmasını nasıl doğal bir hadise olarak sayıyorsak, başa gelen bazı belâları ve çileleri de öyle kabul etmek lazım. Bu durumda sabır göstermemiz gereken bazı bela ve zorluklara, test icabı gelip giden alışılmış bir şeymiş gibi bakmak, onların bizi yıpratmamasına ve onlara karşı daha kavi olmamıza sebep vermekte ve yolculuğumuzu kolaylaştırmaktadır.

Fakat bu kanıksama işi yanlış kullanılırsa, bunu ibâdetlere de uyguluyor insanlar, örneğin namaz içinden mânâsı çıkarılarak , özü silinerek araba kullanmak gibi günlük bir yat kalk rutinine dönüyor, ne dediğini bile bilmiyor çok insan ve bunun böyle yapılması gerektiğini artık kanıksamış bir halde , ölene kadar böyle sürdürüyor. Hacca gidiyor meselâ, Hacc yaptı geldi zannediyor. Bakın burada zannetmek kelimesini kullandık , kanıksama kelimesini incelerken bir den “ZANN” kelimesi çıktı. Kanıksamak kişide zann oluşturuyor demek ki. Zann’da gözde bariyer oluşturuyor, perde yapıyor. Bu kelimeyi de çok işleriz şiirlerimizde , âyetleri hadisleri örnek gösteririz. Zaman zannı deriz v.s. v.s.

Bunca cümlelerin ortasında anlatmaya çabaladığımı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ne güzel anlatmış ve Hocamız Kul İhvÂNi bunu bir zevkinin açıklamasına şu şekilde işlemiş:

Yağmurlar hep BİRiBİRine benzer GaRiB-ÂN cÂN… “RaBBımızın en son yarattığı Nedir?” diye soran AYŞE ANAmıza, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sırtındaki RiDasını sıyırıp omzundaki yağan yağmurun BİR DAMLAsını göstererek: “Bak Hümeyrâm işte bu DAMLa!” buyurdu. Dün, Bugün ve Yarın BENZER sanılır YAĞmur.. Oysa Her ÂN-ın YAĞmurudur OL-ÂN..

Demem o ki azizim, ALLAH her AN yeni yaratıyor küllî şey’i. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:

Bir adam: "Ya Resûlullah, Allah'a hangi amel daha sevimlidir?" diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyan" cevabını verdi. "Yolculuğa bitirip tekrar başlamak nedir?" diye ikinci sefer sorunca: "Kur'ÂN'ı başından sonuna okur, bitirdikçe yeniden başlar" cevâbını verdi.
Ravi: İbnu Abbas
Kaynak: Tirmizî, Kıraat 4,2949


O zaman “Bugün başka şeyler demek lâzım” diyen Rumî (kaddesallahu sırrahu)’nun anlattığı da bu değil mi? Kur'ÂN bu gün yeni açılımlar yapmalı ve ilim terakki etmeli her dâim. Şu kanıksama işini artık bıraksak hep yeniye terakki etsek, yılan gibi deri değiştirsek sürekli ve tâze dokunsak hayata ve her şeye. Çürük Zannlarımızdan kurtulsak. “Ben Kur’ÂN-ı okuyorum, ben yapıyorum”u bıraksak da Kur’ÂN bizi okusa artık. Mânâlar açılsa yüreğimiz de güneş gibi, gül gibi de, şükr etsek her dâim. Eş Şekür’ün şükrü tecellî etse kalblerimizde, inşâe ALLAH..

Es Selâm ve Sevgiyle..
garibAN
08.09.2017

Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön