Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRiResim

nOt: Azîz Hocam Münir DERMÂN kaddesallahu sırrahu’nun elde mevcud ses kayıtları birbirinin devamı olarak kaydedilmemiş ve uzun zaman dilimlerinde ve çeşitli yerlerde alınmıştır. Ben, tüm ses kayıtlarını dinleyerek devamlarını bulup eklemeye çalıştım ki mânâ bütünlüğü olsun amaçladım.. Azîz ve Mürüvvetli Hocamın RÛHu ŞÂD ve MMeti VAR OLsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Resim

Muhteşem Mübârek Muazzam ve Mukaddes Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Sonsuz sınır ve İlmuLLAHça Salât ü SeLÂM Olsun ve de BİZe Şefâatı şeHÂdetimiz OLsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


SALÂVÂT-I ŞERÎFELERİMİZ

1. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:


Resim


TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


Resim

Resim


TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)




Resim


GÖZ ve GÖRMEK!.Resim

Azîz Cemâat!.
Vaaza başlamadan evvel, Kur’ÂN-ın her yeri güzeldir.
Bazen insan boş bulunur. Bir yeri insanı titretir, bir yeri yüzüne bir halâvet, bir sevinç verir.
İmam Efendi şimdi Mihrabiyye Duâsı okudu. O âyet indiği zaman, o âyet-i kerime o kısmı indiği zaman orada "zeheb" kelimesiyte "fıdda" kelimesi var. Zeheb, Arapçada altın demektir. Fıdda, gümüş demektir.

Hazreti Osman radiyallahu anhu Zinnur, Zinnureyn biliyorsunuz.
Ağlayarak Resûl-i Ekrem'in huzuruna geliyor.: “Yâ Resûlullah bende mi cehennemlikteyim?.” diyor.
Hz Osman’ın ön diş, kendi sakalları sarı idi hafif, gâyet yakışıklı.
Bu öndeki dişleri de altın kaplamaydı. O zaman altın kaplama varıdı, teeee Süleyman döneminden. Hazreti Süleyman devrinden..

Hatta içinizde kitab meraklısı varısa “Şir’atü’l- İslam” diye iki ciltlik bir kitab varıdır. Hocalar bilir bunu. Onun ikinci cildindedir der ki.: “Hazreti Osman’ın dişleri, sakalının renginnen birbirine benzerdi, parlardı!.” der. Altın yaptırmıştı iki dişi çürümüş de mübareğin.
Diyor ki Kur’ân-ı Kerimde “Fıddaya ve altına tapanlar!.” diyor.
Febeşşirua. Tebşir edilmiştirler onlar. “fe beşşirhum bi azâbin elîm!.
"Cehennemin en kuvvetli azâbıyla tebşir edilmiştir onlar" diyor. Yâni altına, fıddaya tapan adamlar demektir. Bunu tercüme ederken Türkçeye bu gün, "para peşinde koşan budalalar" demektir. Aha âyet-i kerime.
Benim dişlerim altın demiş. Acaba ben?.”
Yok demiş Yaa Osman, yok evlâdım!.”
Para peşinde koşan, altın peşinde koşan!.
ALLAH’ın her insan, Cenâb-ı ALLAH bedenine rûhu koyduktan sonra ne kadar rızkı var kendi Hazine-yi Humâyununu'nda ayırmıştır.
Efendim, Hasan efendi; 30 tâne deve, 15 koyun, 80 tâne inek, 300 kilo süt, 500 kilo yağ, şu kadar reçel bunları yemedikten sonra ölmeyecektir!.
Onun için ALLAH herkese nefes verdi mi, rızkını vermekle mükelleftir.
El rızkı A’lALLAH: Rızık dağıtıcı ALLAHtır. ALLAH’ın kefâleti altındasınız. Onun garantisi, Onun sigortası altındasınız, yaşayan adam.
Onun için rızık, ama efendim öteki börek yer, öteki tavuk yer..
Öteki piliç yer, öteki de zeytinnen ekmek yer. Ama şimdi zeytinnen ekmek de pahalı. Aç bırakmaz insanı.

Onun için efendim altın al yığ!. Bilmem ne yığ!. Küp derinlere!.
Aha şu Muttalib var ya!. Muttalib Köyü!. Türkiye'deki bütün altınları vagonlara doldursanız, 30 vagon etse, 28 vagonu oradadır..
Gömülüdür hep orada!. Muttalib Köyü!.
Kim ne derse desin oğlum!. Kim ne derse desin altına tapanlar bir gün hâk-i yeksan olur!. Âyet-i kerime ile sabittir..
İçinizde gençler göreceksiniz, biz ihtiyarlar çekip gideceğiz.
Muttalib Köyü'nün altı üstüne gelecektir, bu altın gömülü olduğu için..


Muttalib Köyü: Eskişehir Merkez ilçe Muttalip Köyü..

Onun için, “Efendim ben ölürsem çocuklarıma bi şiy!.
Sen nesin ki?.
Öyle düşünen adam ölmez, geberir!. Gebermeyle ölme arasında çok büyük fark vardır!.
Efendim apartuman yapayım. İşte çocuklarım var!.
Sen mi yarattın onları. Ona bir ahlâk ver. Terbiye ver. Fazilet ver.
Yalan söyleme. Midesine haram sokma. Bırak yetti. o kadar!. ALLAH onun rızkını her şeyini verir.

Onun için, islâmiyette birinin peşinden söylemek. Bundan sonra hased etmek. Mideye haram sokmak. İslâm değildir efendiler.
Hased etmek, onun çokta benim az.” ALLAH’ın takdirine isyan, şirk!. Gitti İslâmiyet!. “Hasan Efendi, felâna şöyle söyledi.”
ALLAH Settar-ı Uyûbdur, kabahatları bile kapatır. Onun ayıbını geldin buraya söyledin mi, orada onun yanında?. Buraya geldin, onun yanında yüzüne söyleyemedin, çünkü ALLAHordaydı. Buraya geldin ALLAH orda kaldı değil mi?. Her yerde hazır ve nazır değil mi?.
ALLAH’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu inkar ettin, ikinci küfür!.
Midene haram soktun. Şah damarından daha yakîn olan Makam-ı İlahî olan kalbine haram, ALLAH’ın sevmediği şeyleri soktun. İşte şirk bu, küfür bu!.
Onun için altına, bilmem fıddaya bilmem şuna. Şimdi gümüş, altın yok ya, paraya tapmayalım, tapmayalım!. İşte o kadar!. Onu daha deşersek hepimiz ağlayarak çıkarız buradan dışarı!.
Çünkü herkesin kendi hayatında, bu güne kadar geçmiş hayatında, küçük de olsa bazı edebsizleri vardır oğlum. Vardır, bi biçimsizlikleri vardır. O biçimsizlikleri yok etmeğe savaşın, yok etmeğe!.
Fırça var, Jet fabrikası var, benzin var, her şey var!.
Şuraya bir leke olsa insanın, onu sabunlan yıkar, kurutur çıkarır..
Bu İslâmın Elinde Cenâb-ı Peygamberin verdiği güzel bir fırçadır “Estağfirullah!. Estağfirullah!.Resûl-i Ekrem bile günde yetmiş defa “Estağfirullah!.” çekermiş. Üzerine konan tozlar yani.
Yap edebsizliği, hırsızlığı “Estağfirullah!. Estağfirullah!.” de!. Yok öyle kurnazlık!.
Otobüste birinin ayağına basarsınız;
Kusura bakmayın görmedim!.
Estağfirullah!.” der. O “Estağfirullah!.” cinsindendir.
Estağfirullah!.” demek: “Yâ RABbî, ben hata yaptım, farkına vardım, SEN bunu yok ediver!. Ne olur, benim kudretim yok!.” demektir.
Onun için bunlar: “Estağfiruullaaah!. Estağfiruullaaah!.
“Estağfirullah!. Estağfirullah!.”
Yok yok “Estağfirullah!.” da değil. “Estağfirillah!.” da değil.
Estağfurullah!.” ALLAH mağfiretini benim üzerime getirsin. Müstağfir addetsin, tövbe etmiş addetsin!.” demektir.
70 defa çekiver ne olur: “Estağfiruullaaah!. Estağfiruullaaah!.
Yoooo, köpekler çeker onu!.
Estağruluullaaah!.” çek, işte bu bunu fırçalar!.
Bir edebsizlik yaptın, leke, suyunan çıkmaz sabunnan, benzinlen çıkaracaksın. Öyle edebsizliklerde tövbe ile tövbe edersin.
Yâ RABbî, ben bir biçimsizlik yaptım aman!.
Bir de, iyice leş gibi iş yapmışsın!. O sabunnan çıkmaz, fırçaynan çıkmaz, benzinnen çıkmaz. Şurada Jet Fabrikaları var, islimilen yapıyor. 6 lira verirsin, gider onu ter temiz yapar gelir. Bi de böyle var!. Bunda da Tövbe-yi Nasuh derler!.
Yanına şâhid alırsın, aha buradaki adamı.: “Amuca ben bir edebsizlik yaptım. Aha sen şâhid ol!. Ben kendi kendime şâhid oluyorum ama sonra da kıvırıyorum kendime!.” der. “Ben bu gün tövbe edeceğim. Yapmayacağım!.” İşte Jet Fabrikasında temizlendi.
Birde o boyacıların yağlı pantolonları var, kovboy pantolonu gibi, yağlı, boyalı!. Onu jet Fabrikası temizler.
Bi de öyle edebsizlik vardır. O cehennemde temizlenir!. Cehennemde pırıl pırıl olur!.

Onun için hepimizin hatası vardır. Zâten insanlarda mâsiyet olması lâzım.
Mâsiyet “mim-ayn-sadde”. Arapçada bir nevi hatadır.
Hatasız kul olmaz. Hatasız kul oldu mu Kur’ÂN-ı Kerimde âyet var.
Eğer herkes doğru olaydı. “Ben edebsizlik yapacak bir cemâat halk ederdim!.Cenâb-ı ALLAH diyor.
Çünkü hasta olmazsa eczânedeki ilaçlar sarf edilmez..
İnsanda hafif mâsiyet olacak ki yalvaracaksın. Cenâb-ı ALLAH’ın mağfireti, Er RahmÂN Sıfatı bütün hepimizi gelsin yıkasın!.
Onun için insanlarda biraz mâsiyet bulunur..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Şimdi vaaza başlıyoruz.
Bu bitti, bu kadar, bu nasihattır!
Hani takvimlerin altında bir şeyler yazıyor bazen güzel sözler onun gibi bir lakırtı..
Bütün âlemleri yoktan var edip, sonsuz semâları masmavi nur ile dolduran ALLAH’a hamd ederim!
Ruhu Nur Âleminin ebedîliği içinde azîz olan ALLAH’ın muhterem Resûluna ve O’na inananlara salât ü selâm ederim.
İnnALLAHu lehu mülkü semâvati ve’l- ardı.
Ve mâliküm mindunillahin min veliyyun velâ nasîr.
Felillahi’r- RABBi’s -semâvati ve RABBi’l- ardı RABBi’l- âlemîn.
Felehu’l- Kibriyâ semâvatı ve’l- ardı ve hüve’l- AZÎZü’l- HAKÎM.
ALLAHümme ente’l- MENNÂN BEDİ’ü’s- semâvati ve’l- ârdı ze’l- CELÂLi ve’l- İKRAM.
Yâ HAYyu Yâ KAYYUM Yâ ALLAHu celle celâlihu..


Yâ İLaHî bizler âsi değiliz!. Hatalarımız vardır!.
Bunları mağfiret hazinelerini senin emrini yerine getirmek zevk-i şevkiyle aşkıyla toplanan bu kullarına saç Yâ İlahî!
Bizi yolumuzdan şaşırtma!
Bize sabır ihsân eyle, kuvvet ver!
Kanaat hasletlerimizi takviye eyle!
Bizi cehennem ateşinden koru!

SubhÂNeke yâ ALLÂM!
Taaleyke Yâ SELÂM! Ecirnâ min nâri biabdike Yâ Ecir!

Bu okuduğum son şeyde büyük bir duadır haaa!
Abdulkadir Geylanî’nin bu!
“SubhÂNeke Yâ ÂLLAM! Taaleyke Yâ SELÂM. Ecirnâ min nari biabdike Yâ Ecir!. “
Bütün ÜMMet-i MuhaMMed yerine Abdulkadir Geylanînin bu duâsıdır.

Azîz cemâat, hepimizin gözü var, burnu var, kulağı var, şunu var bunu var. Bu gün gözden bahsedelim göz.
Gözümüzle gördüğümüz bütün eşyâ, ne ki varsa burada.
Beni görüyorsun, yanımdakini görüyorsun, ağacı görüyorsun, câmiyi görüyorsun! Göğü, Yıldızı ne kadar gözünüzle gördüğünüz eşyâ.
Gördüğünüz eşyâlardan bu eşyâlardan zuhûr eden fiiller vardır.
Meselâ çiçekte koku vardır. Güneşte sıcaklık, renk vardır. Su da tad vardır. Şu vardır, bütün gördüğünüz eşyâdan çıkan fiilere ALLAH’ın sanatı derler.
Su’n-i İlahî derler, El Bedi Esmâsıyla yapılmış Su’n-i İlahî derler. Bakarsın ne güzel yaprak, ALLAH’ın Sanatı. Bir kuş görürsünüz. Güzel renkleri vardır, ALLAH’ın Sanatı. Bütün eşyâ insandan başka ne kadar şey varısa bundan zuhûr eden fiillere ALLAH’ın Sanatı derler.
Yalınız insandan zuhûra gelen fiillere de İlahî Kudret derler.
Onun için bütün, Cenâb-ı ALLAH kendi kudretini insanda tecellî ettirmiştir. Bütün Esmâ-i İlahî insanda vardır.
Ben burada elime bir odun alsam. Şurdakinin kafasına bir tâne vurdum mu, El Kahhâr Esmâ’mı kullanırım..
Bayılan bir adamı alırım, şurasını sıkarım, damarını bilmem ne ilaç veririm Eş Şâfi Esmâmı kullanırım.
Yaralı bir adam olur, acırım onu tutarım kolundan er RahmÂN Esmâmı kullanırım.
Onun için bütün eşyâdan verilen şeye ALLAH’ın sanatı, insandan tecellî eden fiillere de İlahî Kudret derler.
Onun için bu kudreti insan, elini kaldırdığı zaman ALLAH namına kaldırıyorsun, bu eli edebsizliğe nasıl götürürsün!.
Onun için, Cenâb-ı ALLAH kendi yerine bu işi yaptırdığı için seni bazı takayyudata koymuştur.
Şunu yapmayacaksın. Bunu yapmayacaksın. Çünkü ben bunları beğenmem!.” diyor.

Bir ev kiraladığın zaman: “Efendim bu evin şunu şöyle olacak, burası böyle olacak. Şu şöyle. Ben böyle isterim!.” Kontrat yapıyorsun.
Onun için içki içme diyor sana. Haram yeme diyor. Bilmem şunu yapma. Bunu yapma. Yapma oğlu yapma!.
Birde diyor ki bana.: “Ben sana görünmem!'' diyor. Benim yerlerim gaybtır diyor. Gayba inanacaksın. “yü'minune bil ğayb” Gayba inanacaksın. Peki gabya inandık.
Bu kitab zâten öyle başlıyor Kur’ÂN-ı Kerim. “Elif, lâm, mim. Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh, huden li’l- muttekîn . Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi
Bu kitab gayba inananların kitabıdır. Gayba inanıyor musun ağam?.“Gayb ne?.”
Âhirette kalkacağız en basiti bu, inanıyor musun?.
Yoo yooo yat uyu... İnanıyorum ya!.” öyle diyor.
Ben kalkacağım oğlum inanıyorum!.”
Hah!.” dedin mi, geldi kitabın içine.
yu’minûne bil gaybi” Gayba inananların kitabıdır..
Gayba inandı mı, işte namaz kılıyor, oruç tutuyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor. Bunları yapacaksın.
Çünkü, ben bunun. Güreşe gidecek adamı kampa sokarlar. Şunu yapmayacaksın. Bunu yiyeceksin. Sabah vaktinde kalkacaksın. İdman yapacaksın. İşte takla yapacaksın. Bilmem koşacaksın. Vücudunu hazır edeceksin.
Gayb âlemine huzuru İlahîyeye gitmek içinde şunları, şunları şunları, şunları, şunları yapacaksın. Mükellifiyettir. Şu, şu, şu yapılacak.
Şimdi Cenâb-ı ALLAH bi de acaba bu namazını kılıyor. Orucunu tutuyor. Namaz, şu bu hepsini yapıyor İsLâm, ona da anlattılar ki gayba inanacaksın, öldükten sonra dirilme var.
Acaba bu, şöyle mi, şüpheli mi inanıyor, şüphesiz mi inanıyor” diye seni tecrübe edecek.
Ne diyecek. Bir haram koyar ortaya. Şunu yapmayacaksın. Meselâ ne?
Domuz eti yemeyeceksin diyor. Besmelesiz kesilmiş hayvan yemeyeceksin” diyor.
Şimdi sen kendi kendine değiştir bunu.
Besmelesiz hayvanı kestik. Hayvan hastalıklı değil. Niye bu haram oluyor bana. Hayvan mı pisleniyor.”
Yooo. Hâşâ. Hayvana bi şey olmaz. Hayvan bütün temizliğini muhafaza olur. Sen edeb dışı çıktığın için sana cezâ, yemeyeceksin emridir!. Hayvana bir şey olmaz.
Domuz eti yemeyeceksin!” Öleceğini bilsen domuz eti helâl olur. Helâl olur sana.
Bir yerde mahpus kaldın, öleceğine kes ye domuzu. ALLAH’ın mahluku.
Yoo gine yemeyeceksin. O yarım midesine tapanlar içindir ye de kurtul!.
Mâdem ki senin rûhun Ye’d-i İlahîdedir. “Ben domuz eti yemeden de yaşarım.” Domuzun efendim domuzda trajin varımış, yok bilmem efendim dişisini kıskanmazmış. Bunlar safsata lakırtı.
Cenâb-ı ALLAH emre itaat ediyor mu bakıyor senin.
Bakalım şöyle diyebiliyor musun: “Yemeyeceğim efendim!.
Senin samimiyetini, inanma kudretini ölçmek için. Haramlar bunlardır. Bunları da yaptı mı mesele yok.

Onun için, “insandan zuhûr eden şeylere İlahî Kudret” diyoruz.
Biliyorsunuz Sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz mu’cize göstermek için âyet-i kerime var biliyorsunuz: “İkterebeti’s- sâatu ven şakka’l- kamer” Vaktaki vakit geldi, Kamer iyi bölündü.
Cebrâil geldi: “Yâ Resûlallah parmağınızı kamer’e doğru uzatın!.” dedi.
Resûlullah iki parmağını uzâttı böyle. Kudret-i İlahîyye Resûlullah’ın parmağında tecellî etti. Ve Kamer ikiye ayrıldı. Ayrıldı, buz gibi ayrıldı. “Nasıl ayrıldı, böyle mi?” Yok efendim aha bak böyle aha ayrıldı.
Böyle göründü yok, böyle ayrıldı sonra yine birleşti.
Kudret-i İlahîyye Resûlullah’ın parmaklarında.
Başka yerden gelebilirdi. Hayır, Resûlullah’ın parmaklarında.
Bütün kudret, Kudret-i İlahîye ALLAH’ın mahluku olan en afdal mahluku olan insan tecellî eder.
Onun için İlahî Kudret insandaki esmâların menevişlerinde görünür.
Sen kendi içini temizler, her işini ALLAH’ın istediği tarzda, Resûlün bildirdiği tarzda yaparsan, sendeki esmâlar bütün menevişleriyle yüzünde görünmeye başlar.
Er Rahmân Esmâsı zuhûr eden insan, bütün beşeriyetin ızdırabı karşısında acı duyar, göz yaşı dökmeye başlar.
Sallallahu aleyhi vessellem Uhud Harbinde mübârek sahabelerinin bir çoğu şehid olmuş. Sad İbnu Ebu Vakkas arkadan şeyi bırakmış.
Oradan okçulara.: “Durun burada!.” demiş.
Dinlememişler, birbirine girmiş, mübârek dişleri kırılmış, ağzından kan geliyor. Hazreti Hamza şehid olmuş. Bir avuç Müslüman, yetmiş kişi.
Ellerini kaldırmış: “Yâ RABBî!. Sen bunları affet! Bunlar ne yaptığını bilmiyorlar!.” diyor. Er RahmÂN Esmâsıyla tecellî ediyor!
Biz olsak : “ALLAH belâsını versin!.
İslâmda lânet, bedduâ yoktur, bedduâ yoktur, İsLâmda beddua yasaktır. “Niçin yasak?”
ALLAH’ın esmâlarını tecellî ettirmeye, onların menevişlerini ortaya çıkmağa me’mursun sen.

Meşhur İtalyan tarihçisi Bellini vardır. Bir de musikişinas Bellini vardır.
Sonra İngiliz Karlayl vardır. Tarihçi, Dinsiz bir herif.
Bu derki: “Ekselâns Resûl!” der Peygamber Efendimize.
Ekselâns, Hazret demek, Fıransızcası ekselâns. Hazreti Rasülun der. Ne getirdiği Kur’ân-ı Kerim, ne Şakkul mu’cizesi, ne şu, ne bu. Bunlara lüzum yok der. Peygamber olduğunu isbata şu kâfidir der. Bu harb esnasında her şeyi mahvolmuş gidiyor. O ellerini kaldırmış: “Yâ RABBî bunlar ne yaptığını bilmiyorlar. Sen bunları affet!”
Bunu insan söyleyemez diyor. İşte peygamber adam budur!.” diyor.


Resim

Vaaz.: Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
Halâvet.: Tatlılık. Şirin olmak.
Mükellef.: Bir şeyi yapmağa mecbur olan. Vazifeli. Muvazzaf. * Bir şeyi ödemeğe mecbur olan. * Mükemmel hazırlanmış, külfetle süslenmiş olan.
Hâk-i yeksan.: Toprakla bir.
Takayyud.: Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak.


Resim

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim--- “Ve kul li’l- mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evi’t- tıflillezîne lem yazharû alâ avrâti’n- nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhe’l- mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zâhir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (câriyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz ALLAH'a TÖVBE EDİN! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim--- “Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi TEVBETEN NASÛHÂ(nasûhan), asâ RABBukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah (meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne RABBENâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in KADÎR (kadîrun).: Ey iman edenler! ALLAH'a NASUH (Gönülden, samimi, kesin, gayet ciddî, müessir, öğütçü” TÖVBESİ ile tövbe edin! Umulur ki RABBiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün ALLAH, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar.: “RABBimiz, bizim nûrumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevâba çevir). Muhakkak ki SEN, herşeye KAADİRsin.” derler.” (Tahrîm 66/8)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim--- “Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min RAHMETİLLÂH (rahmetillâhi), innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- GAFÛRU’r- RAHÎM (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; GAFÛR'dur (mağfiret eden), RAHÎM'dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bütün âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd, 30)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gi bidir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd 30)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Vallahi ben günde yetmiş defâdan fazla ALLAH’tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim!.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan; Buhârî, Daavât 3. Ayricâ bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbni Mâce, Edeb 57)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Benim de kalbime gaflet çöküyor, ben de ALLAH’tan günde yüz sefer bağışlanma istiyorum!.” buyurmuştur.
(Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyâzu’s-Sâlihin Tercümesi: 7)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ey insanlar! ALLAH’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zirâ ben ona günde yüz defa tövbe ederim.” buyurmuştur.
(Egarr İbni Yesâr el–Müzenî radıyallahu anh’den; Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH, merhametli olanlara rahmetle muâmele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) RahmÂN'dan bir bağdır. Kim bunu korursa ALLAH onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, ALLAH da ondan (rahmet bağını) koparır!." buyurmuştur.
(Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anh’dan; Tirmizî, Birr 16, (1925); Ebu Davûd, Edeb 66, (4941)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz!." buyurmuştur.
(Cerir radıyallahu anh’dan; Buharî, Tevhid 2, Edeb 27; Müslim, Fedail 66, (2319); Tirmizî, Birr 16, (1923)



ALLAH celle celâlihu.:
Resim

er Rahmân celle celâlihu.:
Resim

er RahîM celle celâlihu.:
Resim

er RABB celle celâlihu.:
Resim

El Bedîü celle celâlihu.:
Resim

El Gaffâru celle celâlihu.:
Resim

El Gâfiru celle celâlihu.:
Resim

El Gâfuru celle celâlihu.:
Resim

El Kâdiru celle celâlihu.:
Resim

El Kadîru celle celâlihu.:
Resim

El Kahhâru celle celâlihu.:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için er Rahmân Esmâsı zuhur eden insan, bütün beşeriyetin ızdırabı karşısında acı duyar, göz yaşı döker.
Onun için bir hadis-i kudsî de diyor ki: “Bir memlekette ne kadar edebsizlik artarsa artsın, orada Allah için bir göz yaşı döken birisi bulunursa Cenâb-ı Allah o yaşın hürmetine bütün memleketi mağfiret, El Hafîz Esmâsıyla mağiret eder!” diyor..

Onun için, “Guliyet, Gulubet” buyurmuştur.
Hâluk insanlar olmasaydı, gök kubbesi devrilirdi başımıza.
““Evliyâi tahte kubâbi lâ ya’rifuhum ğayri
Allah’ın sevgili kulları olmasaydı, hepimiz perişan olurduk..

Onun için, Allah indinde kıymet kazanabilmek, yani sana senden yakîn olan Allah’ın Esmâlarını, vücudundaki Esmâlarını ortaya çıkarabilmek için Pota-i MuhaMMedi de Sallallahu aleyhi vesellemin de erimek lâzım. Bir potadır bu!. Hani kuyumcular içinde altın eritirler pota, bakır eritirler.
Bu da Resûlullah’ın bir potası vardır. Bu Pota-i MuhaMMedide erimek lâzımdır.
Pota-i MuhaMMediyye’de erimek demek, “Nur-u MuhaMMedi’ni bulup, kendi kalbindekini, kalbindeki ampülü yakabilmek”demektir..

Hepinizde Nur-u Resûlullah vardır. Bu potaya girebilmek için iman ile süslenmek lâzımdır.
Nasıl ki, bir tuz memlahası tasavvur edin, Tuz gölü, içine bir hayvan düşse her zerresi tuza ınkilab eder.
Koku yapmaz. Tuz hiçbir şeyi kokutmaz ve bozmaz da.
Memlaha-yı MuhaMMediyye Resûlullah’ın potasına düşen kimsenin bütün şekaveti, kesafeti derhal letâfete çevrilir..

Hazreti Ömer radyallahu anhu der ki: “ Ben Resûl-i Ekremin nazar-ı akdesi ile”.. “Nazar-i akdes” demek Resûlullah’ın mübârek iki âlemi gören gözü ile bir saniye göz göze gelmek demektir.
Nazar-ı akdesi ile karşı karşıya geldiğim zaman bütün şekavetim letâfete çevrildi!” der. “Ben ağlarım ara sıra der. Çünkü câhiliyet devrinde bir kızımı, küçük kızımı canlı canlı gömerlerdi. Götürdüm, mezara sokuyorum canlı canlı. O sakallarımı yakalıyor” diyor. Çamurlu elleriynen. “Ben depe depe soktum canlı canlı, kızımı öldürdüm!” diyor şeyde. “Ben eşkiyâydım diyor. Vaktaki Rasülün mübârek nazar-ı akdesi ile şey ettim Letâfete çevrildim!” diyor.
Hazreti Radiyallahu Teâlâ anhudur. Ötekiler Radiallahu anh tır.
Radiyallahu Teâlâ anhu âyet-i kerime ile “Allah ondan çok razıdır” demektir..

Eşkıyâ bir anda şey oluyor. Potada erimek lâzım. Hepimize nasib bu. Hepimiz mümkün. Vâcib. “Lâ İlâhe İllallah” diyen herkese vâcib bu.
Herkese mümkün! Kendini bul da ara! Kendinde bunlar kendinde, başka yerde değil.
Felân yerde Hoca Efendi var. Gideyim onun etrafında döneyim. Bana bir şey verir!””
Yok yok onlara gidersin. Açar şey kolanyasını, çoban kolanyasını: “Bu bilmem, bilmem nere kokuyor!” diye sana sunarlar. Böyle yobazlarınan uğraşma oğlum.
İçinde, içinde!. Kur’ân-ı Kerim aha bak buradan Kâbe görünür. Bu âleme Âlem-i İmkan derler.
Hazreti Resûlün nazar-ı akdesi ile dedim iltifata nâil olan mücrim hemen muhterem olur..

Hudeybiye müsalahası yapıldığı zaman: “Sizden bize İslam olur müşrik gelirse biz size göndereceğiz. Sizden bize gelirse biz göndermeyeceğiz!” diye bi şey yaptılar orda.
Bir Ebu Cendel isminde birisi çıktı ortaya, yolu kesmeye başladı. Müşriklerin gelmiyor şiye Şama gitsinler. Ebu Cendel. Nihâyet 40 kişi oluyorlar. Hüdeybiye müsalahası gereğince İslamlar, müşriklerden İslam olursa kabul ediyorlar. Resûlullah kabul ediyor. Yol kesiyorlar.
Bunlar geldiler kendileri bu işi düzelttiler sonra..

Bu arada, Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellemin’in mübârek kızlarından birisi Ümmü Gülsüm. Evli. Torun-u Rasül, Resûlullah’ın kızının yani karnında gebe çocuğuna.
Hicretten üç dört ay evvel. Hicret başlamadan aşağı yukarı bir buçuk ay evvel, Resûlullah Ümmü gülsümü evlendirmiştir.
Resûlullah’ın önüne çıkıyor kocası: “Bu kızı götürmeyeceksin!” diyor. “Ben bir yere gitmiyorum!” diyor.
Nihâyet Resûlullah hicretten sonra Ümmü Gülsüm, kaçıyor kızcağız Medine’ye. Yolda müşrikler yakalıyorlar bunu. Ümmü Gülsümü katlediyorlar, karnını yarıyorlar. Torunu Resûlullah’ı da param parça ediyorlar. Nakebe isminde bir herif!.
Resûlullah’a gidiyor haber. Mübârek gözlerinden yaşlar gelmeye başlıyor. Sahabe-yi Kirama diyor ki: “O Nakebe’yi bulduğunuz yerde katledin!.””
Aradan üç dört sene geçiyor, Nakebe dağlarda. Bir gün Medine’ye geliyor, çarşaf giymiş. Doğru Hazreti Ebu Bekir’e gidiyor, tanıyor bu.
Ya Eba Bekir! Ben İslam olacağım. Beni Huzur-u Risâlet penahiye götür!” diyor. Ebu Bekir halim bir zât-ı muhterem. Allah şefaatine nâil eylesin:“Ben yapamam diyor. Git emr-i Resûl vardır. Şimdi kılıcımı alır kafanı keserim senin!” diyor.
Hazreti Ali Efendimize gidiyor. Hazreti Ali diyor ki: “Buradan kuyruğunu kır, yoksa katlederim seni!” diyor.
Hazreti Osman’a gidiyor, o da: “Aman git!” diyor.
Hazreti Ömer’e zâten gidemez, görür görmez katledecek Ömer çünkü. Onun şakası makası yok, Allah’ın Zaptiye Nâzırı. Hiç, derhal kılıç şeyinde “hıkk!.” dedimi kafayı vurur, hiç şakası yok.

Bir arasını buluyor, Resûlullah’ı sahabeler otururken huzura giriveriyor bu Nakâbe hemen yüzünü açıyor.
Herkes Emr-i Resûl var ya. Resûlullah: “Ruuuh!” diyor.
Bu adamcağız arada: “Eşhedu En lâ İlâhe İllallah ve Eşhedu enne MuhaMMeden abduhu Resûlullahu!” diyor.. “Ya Resûlullah İslam oldum!” diyor. “Beni affeyle!” diyor. Ağlamaya başlıyor.
Cenâb-ı Sallallahu aleyhi vessellem gözlerinden yaşlar akıyor: “Ben affettim, Allah’ım da affetsin!” diyor.
Kızını param parça etmiş adam!.
Bu Er Rahmân Esmâsı peygamberlik derecesine gelen insanda olur.
Sende Rasülün ümmetisin, sende bunu böyle yapacaksın, bu hale getireceksin…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Âlem-i imkan. O halde bunları elde olabilmek için dine girmek lâzım.
Şimdi piyasada bir lakırtı vardır: “Din ne demektir efendim?””
Bu suale ehemmiyet verin azîz cemâat.!Birisi sorar: “Din ne demektir?””
Tek cevap şudur, bu salak cevabıdır o haaa.
“Din efendim namaz kılmak, oruç tutmak” diye cevap verirsiniz.
Ulan halbuki “namaz kılmak, oruç tutmak” dinin umdeleridir, din değildir.
“Ben biliyorum!” diye de bir çok zırıltılar ederler.
Namaz kılmaz, oruç tutmak din değildir, dinin umdeleridir.
Din, bizim bu âleme nereden geldiğimizi, ne gibi vazifelerle mükellef bulunduğumuzu, ve bu âlemden nereye gideceğimizi bildiren bir İlm-i Celîldir.
Bunların muallimleri vardır, dinin muallimleri hocaları.
Nasıl efendim coğrafya muallimi vardır. Bilmem efendim. Tabii ilimler muallimi, matemâtik muallimi olduğu gibi bu İlm-i Celîlin muallimlerine de enbiyâ ismi verilir.
Peygamberler. Peygamberler Allah’ı isbata değil, beyana, kelimat-i ilahîyeyi ilana gelmiştir.
Birisi: “Efendim bana Allah’ı isbat et.”
Ne münasebet. Allah muhtac-ı isbat değildir.
Sen ne oluyorsun ki aklına sokacağım da Allah’ı isbat edeceğim!”
Kepazeye bakın cemâat. Allah muhtac-ı isbat değildir.
Peygamberlerde Allah’ı isbat için gelmemiştirler. Allah’ın vahyini bize bildirmek için gelmiştir.
Çünkü biz ona tahammül değiliz.
Vahy-i ilahîyi alabilmek için tamamıyla temizlenmek lâzımdır.
Onu da Cenâb-ı Peygamber Efendimizi Allahu Zülcelâl muayyen bir terbiye, muayyen bir vücud, muayyen bir tolerans içinde yaratmıştır.
O kıvama geldikten sonra Cebrâil kendisine görünüyor ve vahiy getiriyor.
Niçin Cenâb-ı Allah’tan doğrudan doğruya vahiy gelmiyor?.
Çünkü Vücud-u Resûlda cesedtir, insan vücududur, tahammül edemez ona.
Onun için araya melek, Cebrâil isminde bir tanker koyuyor Cenâb-ı Allah.
O tanker gidiyor, Sıdretü’l- Münteha’ya, hortumuyla içini Vahi-yi İlahîyi dolduruyor.
Geliyor görünmeyen hortumunu Resûlullah’ın mübârek kalbine takıyor.
Ve Resûlullah’ın tahammül edeceği şekilde vahiy indiriyor.
Resûlullah da, bizim tahammül edeceğimiz şekle indiriyor onu, bize bildiriyor.
Onun için bu gün elimizde olan azîz cemâat Kur’ân-ı Kerim inme tarzındaki Kur’ân-ı Kerim değildir.
Meselâ birinci âyetten başla: “Bu gün biri indi, yarın o indi!”
Yooooo! Bakarsınız birinci sayfada 20 sene evvelin, sonra inmiş âyet gelir, bir sene inmiş âyet biraz sonra gelir.
Cenâb-ı Peygyamber Sûreleri bizim tahammül edeceğimiz hudud dahilinde tensib etmiştir. Elimizdeki Kur’ân-ı Kerim budur.
Yoksa o âyetleri indiği tarzda şey etse kimse okuyamaz, tahammül edemez, dünya mahvolur.
İşte bu âyet-i kerimelerin nereden nesinin geldiğini bazı insanlar bilirler. Bunlar Sırr-ı Kur’ân derler. Sırr-ı Kur’ân buradadır.
O işler çok karışık işlerdir. Biz Elhamı okuyalım kâfiii.
O halde Resûl-i Ekrem Efendimiz yani Peygamberler, Enbiyâların bilhassa bizim Peygamber Efendimizin iki cephesi vardır.
“Nasıl cephe?””
Bi evin bir sağ cephesi bir sol cephesi olduğu gibi Resûlullah’ın da 2 cephesi vardır.
Birisi Cephe-i Vilâyettir. İkincisi Cephe-i Nübüvvettir.
Cephe-i Vilâyet Hakka nazır olan cephesidir.
Yani Cenâb-ı Allah’a nazır olan cephesidir.
İkinci Cephe-i Nübevvet ise halka, bize kullara nazır olan kısmıdır.
Rasülun Hakk ile olan muamelesi gecedir.
Gece, Resûlullah halk ile meşgül değildir, Hakk ile meşgüldür.
Onun için Teheccüd namazı Efendimize farz emrolunmuştur.
Nebiye göre gece muamelesi, Hakktır.
Nebiye göre gündüz muamelesi, Halktır. Yani gündüz Halkla, biznen uğraşır.
Gece Hakkla uğraşır. Gecce hal-i münacattır.
Münacatın mahalli de, kürsüsü de salâttır biliyorsunuz, namazdır, Miracü’l Mü’mindir.
Gündüz hali, dâvet ve tebliğdir.
Tebliğin mahalli de neresi olursa, Allah’ın kullarıdır.
“Sen şunu şöyle yapacaksın, Ben Allah’ın Rasülüyüm, şu emri, şu emri şu emri!” halka getirmiştir.
Hakiki insanda olan bu Esmâların menevişleri ortaya çıkarsa melekten büyük olur insan. Melekler insanlara bile gıpta ederler.
Cebrâil bazen Meclis-i Resûlullah’a geldiği zaman, Cebrâil’in de bir güzelliği vardır.
Hiç görmedik bilmiyoruz, Resûlullah’ın târif ettiği.
Cebrâil’inde bir kendine güzelliği vardır.
Cebrâil Araplar nezdinde o zamanın en güzel, gâyet yakışıklı ve güzel bir erkeği vardı. Dihye radiyallahu anhu Sahabe-i kiramdan gâyet yakışıklıymış.
Cebrâil onun sûretine girip, ekseriyâ Meclis-i Resûle öyle gelirmiş. Sahabe kiram bunu bilirmiş.
Dihye radyallahu anhu kıskanıyor bakınız melek.
İnsandaki melâhata bakınız! İnsandaki letâfete bakınız!
Melek bile kendi sûretiynen o halin, şeyin Dihye radyallahu anhunun şekline giriyor, Resûlullah’ın huzuruna öyle geliyor. Ashab-ı Kiram onu bilirmiş.
Onun için insan insanlığının kıymetini bilin azîz cemâat!
Resûl-i Ekremi anlamağa çalışın! Bu güzellik sizde de var.
Peygamber Cephe-i Vilâyet-i ile bütün hakikatları bilir, görürdü. Cephe-i Vilâyet-iyle.
Meselâ; Beni 30 sene evvel birisi görse idi beni, siyah saçlı, eee bunun otuz sene sonra saçları beyazlaşacak, bilirsin değil mi? Bilinir...
Şimdi bak yapraklar açıyor. Bunlar bir gün birisi sorsa: “Bunların sonları ne olur?””
Bunlar sapsarı olur be birader dersin?
“Nerden biliyorsun? Haaaa.”
Bunun sarı olacağını biliyorsun değil mi? Değil mi?
Siyah saçın beyaz olacağını ama, bak daha bunlar yeşil iken sarı olacağını biliyorsun evvel. Çok iyi dikkat edin cemâat.
Bu yeşil yaprakların, bir gün sararacağını biliyorsun. Daha sararmamıştır.
Siyah bir saçın sonradan beyazlaşacağını, saçın siyah iken bildiğin gibi mi’racda da da Allahu lem yezel sessiz, sözsüz, sizsiz, bizsiz 90.000 kelimat konuşmuştur Resûlullahu Sallalahu Aleyhi Vessellemle.
Onun için nasıl bir yaprakların bir gün daha sararmadan bunun sararacağını bildiğin gibi Ebu Cehil avânesinin de iman etmeyeceğini Resûlullah böyle biliyordu.
Yani bu ağacın yaprakları şimdi yeşil, sararacağını nasıl daha sararmadan bildiğin gibi Resûlullah da Ebu Cehilin İslah olmayacağını bu yapraklar gibi biliyordu. Cephe-i Vilâyet-i ile biliyordu.
Nübüvvetin, nübüvvet tarafının da imanı kabul etmeyeceklerini, haaa Cehpe-i Vilâyetde Ebu Cehil’in İslamiyeti kabul etmeyeceğini bildiği halde nübüvvetin de imanı tebliğe me’mur olduğunu bildiği için burada durakladı: “Eee Yalınız tebliğ edeceğim bunu değil mi?
Ama bu herif kabul etmeyeceğini ben biliyorum bunun!””
Durakladı burda: “Ben niye beyhude buna şey edeyim.!”
O zaman bir âyet-i kerime indi.
“ Festekim kemâ umirte”
O zaman bir âyet-i kerime indi.
“Habibim sen nübivvet vazifene istikrar et! Onlar kabul etseler de etmeseler de imanı tebliğ ve devam et!” çıkıyor.

Onun için diğer bir âyette de onun altında.
“Yapılacak işlerde eshabınla müşavere et! Eshabınlan konuş harba mı gideceksin eshabınla konuş, Şunları mı yap!..”
Ama bakın Cenâb-ı Peygamber, Cephe-i Vileyatte her şeyin aslını biliyor.
Biliyor ama bu peygamberin bilmemezliği değildir. Bir nevi tenezzülüdür.
Sahabe de müşavere etmekle tenezzül etsinler diyedir.
Yoksa “Peygamberin başkalarının reyine ihtiyacı var” demek değildir.
Bu bir nevi ümmete, sahabesine Resûlullah’ın iltifatıdır.
Büyüğün küçüğe tenezzül ve merhameti gibi bir şeydir.
Kur’ân-ı Kerim de yok mu? Cenâb-ı Allah meleklerle müşavere ederek: “Ben insan yaratacağım” demiştir.
Meleklernen konuşmaya ihtiyacı mı var Cenâb-ı Allah’ın?
Hayır bunlar, saltanat-ı ilahîyyedir. Hâşâ Allah’ın meleklerle müşaveresi bir ihtiyaç değildir.

Onun için İslam, Hazreti Resûle anlamağa savaş.
“Efendim biliyorum Peygamber!””
Eeeee biliyorsun. Niye yaptın, onun hangisine benzettin.
“Efendim saç bırakacağım!.”
Saç bırakacaksan Resûlullah’ın bu memelerine, bu kulak memelerine kadardı mübârek saçları. Bırak öyle saçı.
Şimdi bir nevi saç çıktı bitıls saçı. Bitıls. Haydut saçı.
Bitıls, hâşâ sümme hâşâ pislik böceği var ya pisliklerde gezer.
Bitıls İngilizce o demektir. Pislik. Affedersiniz pislik böceği demektir.
Çünkü başka kendine lakırtı bulamamış da onu koymuştur.
Bitıls, pislik böceği demek İngilizce Türkçe mânâsı.
Ne bu haydut gibisin! Bırakacaksın güzel saç bırak omuzlarına kadar, tara onu!
Resûlullah’ın yaptığını, yalan söyleme her gün yıkan!
“Suyun kasesi bin altın olsa her gün yıkanınız!” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Bunu çölde söylüyor. Şurada üç metre kazsan su çıkıyor.
Evinizde her gün hamam günü vardır.
“Efendim Salı günleri hamama gideriz. Perşembe günü de çamaşır yıkarız.”
Öteki günler ne oluyor? Dedi kodu oluyor.
Her gün yıkan, her gün yıkan. Suya yağmur göl gibi akıyor.
Her gün yıkanır tepeden tırnağa tertemiz olursan yarın öldüğün zaman mahallenin hocası yakarken melekler de yıkar seni.
“Efendim ben, Salı günü hamama giderim!””
Eeee!..
“Hafta da bir defa da üstümü değiştiririm!””
“O arada ne oluyor?”
Her gün yıkan oğlum, her gün yıkan! Mümkünse her günde çamaşırını da değiştir!.
“Efendim benim çamaşırım!””
Derini değiştir derini, fırçala derini!
“Efendim her gün yıkanmada ne var?””
Her gün abdestli gezme de, ayak basma da ne varsa, onda da o vardır.
Bunlarda başka başka zevk vardır.
Yav torununu alırsın öpersin, çocuğunu alır öpersin, başka tad bulursun. Annenin elini alır öpersin, başka koku alırsın.
Sevdiğin bir büyüğün elini öpersin, başka koku alırsın. Sevgilini öpersin, bambaşka.
Cihaz aynı, makine aynı, dudak aynı. Zevkler değişiyor oğlum. Zevkler değişiyor!
Bunlar hepisi sende. Hepisi sende! Temizlen, temizlen!
Yarın ahirete intikal ettiğin zaman demir kaşağı ile bile temizlenemezsin. Burda temizlenmeye bak!
Allah cümlemize sevdiği ve razı olduğu yolları göstersin!
Ama göstermiş Cenâb-ı Peygamber...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için sizde azîz cemâat,
Bir işin bir mânevî tarafı vardır. Bir de zâhirî tarafı vardır. Bir de zâhirî tarafı.
Namaz meselâ namaz, Ta’dili ile yat kalk! Bu Şeriat Namazı.
Birde Kalb Namazı var. Onlarınan birbirini birleştirdi mi tamaaaaam. Mi’rac başlar o zaman.
Mânevî tarafı vardır dedik bir de zâhirî tarafı vardır.
Zâhiri tarafı, dar kafalılar için. Nasihat lakırtı dinlemeyenler için.
Mânevî tarafı ise anlayanlar için.
Cenâb-ı Peygamber diyor ki: “Bâde sufuhun sufuhu beyne sufuhu sufuhun.”
Namazda, namazda saflarınızı, burda saf, bildiğimiz dizi.
ama saf dizi, rükuya gittin zaman da dizidir oğlum!
Secdeye gittiğin zaman da dizidir oğlum! Yine aynı dizi, iniyor kalkıyor.
Beyne sufuhun, bu safların arasını bozanlar, açlık duranlar, imamdan evvel gidip kalkanlar, bunlar nasıl safların aralarını bozarsa, Allah’a kasem ederim ki Cenâb-ı Allah da onların kalblerinden kendisinin münasebetini aynı sûretle şey eder, kırar atar!” diyor. Bu namaz olmaz!


Bu gün ama iyi kıldınız namazı haaa. Ama ben bakmadım.
Câminin içinde insanın yüzüne sürülecek bir rahmet indi de ondan.
Aman cemâat aman cemâat!. Gel sizilen bir mukavele yapalım!..

Câminin içinde insanın yüzüne sürülecek bir rahmet indi de ondan.
Aman cemâat aman cemâat!. Gel sizinen bir mukavele yapalım, noter mukavelesi.
“Ne nasıl?”
İslami noter, var mısınız? Girebilir misiniz hesaba? Var mı, kendine güvenen var mı?..

“Bundan sonra her gün abdestli gezeceğiz. İnşallah’ısı yok!. Gece namazı kılacaksınız 2 rekat, fazla değil.. Ayda 3 gün oruç tutacaksınız.”
Girebiliyor musunuz hesaba? İnşallah’ısı yok.
Burada Allah’ın, mescididir burası. Burada tasarruf Allah’ındır. Var mı? Sıkı mı?..
Gel bi 40 gün benlen böyle bir bir şeye gir ondan sonra bak ben seni nereye götüreceğim! Bu şaka maka değil, para da alacak değilim.
Ondan sonra 40 günden sonra yarışa gireceğiz, at yarışına!.
“Nasıl at yarışı?””
Uyumamak at yarışı!
Ondan sonra bıkana kadar oruç tutacağız, 5 ay, 6 ay, 7 ay. Yorulanlar başlayacak kıvrılmaya.
Ondan sonra geride kalanlara gel bak neler yapacağız. Var mı?.
Yooook! Kolay değil bu işler oğlum!
Onun için halka minnet kapısını kapayınız, minnet etmeyiniz kimseye!
O zaman Hakk’ın iyilik kapısı açılır, minnet kapını örtersen!

Kader dalgalarına teslim olun azîz cemâat!
İnsanların durumunu ölçecek mânevî âletler vardır. Nasıl ki woltometreyi ölçüyor.
Bilmem efendim şunun gaz adedini ölçüyor.
Termometre sıcaklığı ölçüyor. Woltometre cereyanı ölçüyor.
Bilmem efendim manometre gazın kuvvetini ölçtüğü gibi insanlara da mâneviî âletler vardır. Bu kanunları bulmak lâzım.

“İnküntüm tühübbuna rahmeti ferhamu halkiii!””
Bir hadis-i kudsîde: “Rahmetime mazhar olmak isterseniz yarattıklarıma şefkat ve mârifetle muamele ediniz!” diyor.
Efendim fâredir, ezme bırak, başkası ezsin!
Sinek öldürme, başkası öldürsün. Sokma içeri. Sokma içeri!
Bunu böyle yaparsan ulan bu benlen ahbabdır diye senin evine de girmez fâre.
Efendim: “Küllüm muzırrın yüktelun!” buyurmuş Cenâb-ı Peygamber.
Haaaaa!. “Bütün mızırları öldürün!””
İçindeki muzırı öldür içindeki muzırı! Karıncanın sana bir zararı yok.
Dar kafalılar işi biliyorsun. “Eeeeh! güp güp güp!..””
İçindeki muzırları öldür, içindeki mızırları!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Onun için müşfik olmak lâzımdır.
Çok fakir ve topal, yaşlı 67-68 yaşında bir çobancağız.
Şehrin koyunlarını. Koyun sahibleri de çok hiddetli herifler.
“Koyunun kaybolur baba!.”
“Bacağını kırarım!” diyor zâlim herifler.
Götürmüş koyunları. Belâlı bir herifinde bir koyunu varımış.
Üstüne de böyle bir boya vurmuş ki Herif: “Aman bunu kaybetmeyesin!. Keserim adamı!” diyor.
Koyun sürüden kaçmış. Bizim topal Ahmed de peşine haydi .
Koş babam. Bir saat koşmuş. Koyun koşuyor.
Gelmiş koyunda yorulmuş. Koyun orda bu Ahmedi bekliyor. “Haaa Haaa Haaa!..””
Biraz kendine gelmiş, ayağa kalkıyor koyunda kalkıyo
Üç saat koyunun peşinde!. Artık o Ahmed ağa şeyi unutmuş o Derebeyini berebeyini.
“Ne olursa olsun!” demiş. Şimdi bir daha gitmiş..
Artık adım atamıyor Ahmed ağa: “Haaa Haaa Haaa!..””
Biraz sonra yine kalkmış derken bir çukurun içinde yuvarlanır.
Sarmaş dolaş olduğu derken yakalayıvermiş koyunu..
Bak siz bile kızdınız!
Koyuna ne yapmış, siz olsanız keserdiniz. Yahutta iki tâne yumruk vururdunuz.
Ahmed ağa öyle yapmamış, bakmış böyle: “Ha mübârek demiş. Hem kendini yordun, hem ben yoruldum!” demiş, öpmeğe başlamış.
Gördün mü Allah’ın es Sabûr Esmâsını. Aha bu hepimizde var!.

Giderken efendim kızıyor Muttalib şurdan, pazara geliyorlar.
Ben Pazar günleri boş bulunursam giderim pazarlarda neler oluyor oğlum. Ahaaaaaaaa. Bi gidin de!..
Siz yalnız gidip, tavuk, yumurtaya bakıyorsunuz.
Orda gelen heriflerin tiplerine bakın neler konuşuyorlar.
Allah’ı unutmuşlar, Peygamber’i unutmuşlar. Dünya da var mıymış yoğumuş! Ölecek miyiz ölmeyecek mi?. Hiç onları düşünen yok. Al-ver. Bir hırstır gidiyor.
Oradan âhiret görünüyor, cehennem görünüyor.
Gidin de seyredin bakın, gidin de seyredin!
Pazar yerlerine ara sıra, gezin, neler var orda.
Eşşeğe kızıyor, eşşek pislemiş orda. “Allah belânı versin!””
Ulan abdestin yok. Güsulün yok be hayvan!.
Hayvanın yanında, o pislik içinde Allah’ın ismi ağza alınır mı yahuuu.. Sonra "Hacı efendi!."
Biraz sonra “nasılsın?” diyorsun ona cebinden çıkarıyor. Kutusunu ahh iki parfüm sıkıyor!..
Başkalarının kokularına bakma, kendindeki kokuyu çıkar ortaya!.
Cenâb-ı Allah bir hadis-i kudsî de diyor ki: “Oruçlunun ağzının kokusu reyhandan daha güzel kokar!” diyor.
Ağzını şöyle yap, amaaann diş kokusundan!
O Nasıl ki yüzünü aynada görürsün, aynada.
O kokunu alacak bir ayna bulursan sendeki kokuyu da bulursun.
“Ama efendim bu kokuyu bize öğret!””
Öğretiyim size oğlum, ama tımarhânenin yoluna gitmek ister misin?
Kendinde bu kadar güzel koku olduğunu şey ettin mi çıldırırsın oğlum!
Öküzler, kendi etinin güzel olduğunu bilseydi, kendi kendini yerlerdi.
Bunlar hep sende var, temizlen temizlen!
Kur’ân-ı Kerimde bir âyet-i kerime vardır.
“ulâike humu’l- muflihûn”” Bu kadar değil mi?
“ulâike humu’l- muflihûn "” bunu hepimiz biliyorsunuz.
Bunun mânâsının içine dalında neler vardır.
“Onlar felâh bulacaktırlar!” diyor.
Ne felâh bulacaklar taayyün etmiyor diyor Cenâb-ı Allah.
Neden felâh bulacaklar? “ulâike humu’l- muflihûn "”
Neden felâh bulacakları gizlidir bu âyet-i kerimede.

Bu âyet-i kerime çok mühümdür haaa!
“ulâike humu’l- muflihûn”” kelimesini Nafcivanî Ni’metullahî Hazreti h,içbir tefsilat şey etmeden meâl-i Kur’ân-ı Kerimi yazmıştır.
Buna 60 sayfa ayırmıştır.
İbnü’l- Nakkaş 60 ciltlik Kur’ân tefsiri yapmıştır. Şu “ulaike hümul müflufu” a 3 cilt ayırmıştır. Ulaike!
Meşhur İbnü’l- Nakkaş 701 de yaşamıştır. Hicrî 701. İbnü’l- Nakkaş.
Niye “ulâike humu’l- muflihûn” da, ne felâh bulacaklarını Allah söylemiyor.
Elbette herkesin istediğini bulsun diye, Allah âdildir.
“ulâike humu’l- muflihûn” neyimiş bu?.
Bir kısmı saadet-i ebedîyye arzu etti: “Allah benden bir şey sormasın!””
Bir kısmı: “Ateşten beni Allah korusun!.” der
Bir kısmı Rıza-yi İlahîyyenin peşine koşar.
Bir kısmı ruyet ister “Vucûhun yevme izin İlâ rabbihâ nâzıreh”
Alnım temizlensin de Cemâl-i İlahîyyeye mazhar olayım, göreyim.
El müfluhun. “ulâike humu’l- muflihûn ”
Neye felâh bulacaklar, neden kurtulacaklar, neden felâh bulacaklar?
Bu da taayyün edilmemiş!. Yine cevabı şu;
“Ey menfi ruhlu, mu’teriz, paraya tapan, her şeyi inkar eden! Sen cehennemde felâh bulacaksın! Müfluhun!
Ey Sâlih Kul, sen de cennette felâh bulacaksın!
Ey Âlim Kul, sen de Rıza-i İlahîde felâh bulacaksın!
Ey Âşık Kul, sen de Ru’yet-i İlahî de felâh bulacaksın!” demektir.

“ulâike humu’l- muflihûn!”."
Hem o tarafa neye felâh bulacakları, ney edecekleri meçhul bu âyette. Onun için Allah âdil olduğu için sen, sen, sen!.
Cehenneme girmekte bi hüner ağam! Cehenneme girmekte bir hüner!
Herkesi de cehenneme sokmazlar, insanı sokarlar, insanı!
Makarr-ı İlahî olan, sana şah damarından daha yakîn olan, bu vücudda iken Cenab-ı Allah’ın makarrını dediği sûrette şey etmedin!
Onun için kıymet veriyor Cenâb-ı Allah sana.
Onun için kıymet veriyor, cehenneme sokuyor!
Cenâb-ı Allah yine her yerde hazır ve nazır olduğu için, O’nun Hayy Esmâsının kıymeti ile cehennem ateşine tahammül ediyorsun.
Yana yana temizleniyorsun!
Onun için, nasıl ki altının içine bakır karışır. Bakırı ayırmak için nuhası, yakarsın onu bakır ayrılır.
Bu edebsizlikte ayırmak için senden cehenneme gideceksin.
O halde cehenneme gitmek demek Cenâb-ı Allah senden bir şey bekliyor, sende biraz altın var.
“Şunun nuhasını, bakırını ayırıyım da, altın geri kalsın!””
Yoksa saf bakırı kuyumcu sokmaz şeye potaya! Beyhude ateşini sarf etmez.
Cehenneme girmekte hünerdir ağalar! Cehenneme girmekte hüner yaa!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Onun için Allah bir edebsizliğin neticesi seni cehenneme sokarsa, tahammülü de O verecektir.
Demek ki sana kıymet vermiş: “Bu benim kulumdur ama edebsiz kulum, bi temizlensin hele!. Kulluktan çıktı mı!””
Onlara, hayvanlara niye yok cennet-cehennem.
Sokakta yemediği haltlar yok hayvanların.
Aslan adamı parçalar, o ötekinnen zinâ eder!
Hiç kimse bakmaz hiç kimse bi şey söylemez.
Sokakta at, bi tekme atar herifi öldürür.
Ata mahkeme? At mahkemesi yoktur.
Hayvanlar birbirlerini ısırırlar, boğarlar, ne polis tutar onları, zabıt tutar. Ne götürürler mahkemeye, hapishâneleri yoktur.
O halde kıymet vermiyor Allah onlara, insana verdiği kadar.
Ama efendim onların da ince tarafları var oğlum! Çok derinde, dedim ya size çıldırırız hepimiz!.
Salih'in buzağısı, Süleyman asleyhisselâmın Hüthütü.
Yemlina, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayuş ve köpeklerinin ismi Kıtmir.
Ashabi’l- Kehf’in Kıtmiri, köpeği. Bunlar cennetliktir!
“Hani dirilme yoktu?.””
Onları karıştırma, tımarhânelik olursun!. Onlar başka işler, dar kafalı işi değil o!.

Onun için, bu hakiki yoldan yürüyenlerde bir âyet-i kerime:
“innehu lâ ye’yesu min revhillâhi ille-’l kavmu-’l kâfirûn”
“Bana inananlar için de ye’s yoktur!” diyor Cenâb-ı Allah.
Haramdır yeis onlara. Hakiki Allah'a inananlar içinde ye’s yoktur, keder yoktur.
“Niye yok?””
Allah’ın rızasında! “Allah’ın dediği olur!” diyor herif.
“Efendim felân gün öldüm, kolum koptu!””
“Heeet herif!. Verdi, aldı!. Benim nem var. Haramdır!” diyor. “

Bir Hıristiyan papazı, Afrika çöllerine gidiyor.
Kulağında burnunda halkası olan, insan eti yiyen yamyamlara, Mesih’in Hazreti İsâ’nın muhabbetini aşılamak için bir papaz kafilesi gidiyor. Herifi şiş yapıyorlar yamyamlar.
10 sene sonra ikinci kafile gidiyor onu döner yapıyorlar.
En nihâyetinde gidiyor bu yamyamlara, Hıristiyan yapıyor bunları.
Uğraşıyor adam. Mesih’in Dinini aşılamak için.
Bizde, ulemâ senelerce enfiye çekmiştir, yardakçılık etmiştir, bunlar hakikat maalesef!. Ulemâ dediğimiz herifler.

Bir İngiliz büyük ictimâiyyatçısı var, 5-6 sene evvel öldü, Bernard Shaw diye bir adam. Müthiş bir zekâsı var kafasında.
Çok bu ahlâksızlığa düşman bir adamdır.
Dünyada rezâlete ahlaksızlığı önleyebilmek için yegâne çare kendisinin kitabı bu!.
“Hazreti MuhaMMedin getirdiği dindir!” diye bağırıyor İngiltere’de. “Dünyayı saran bu rezâleti ancak bununla önlenebilir!” diyor Bernard Shaw!.
Asırlardır bizim ulemâmız yardakçılık etmiştir.
Bazıları söylemek istemişler, sözleriyle amelleri olmadığı için, bir iş yapamamışlar.

“İstisnâlar var efendim!”
İstisnâ kaideye girmez efendim, istisnâ kaideye girmez!
Nâfiz bir nazarla bakacak olursak, kabahat; yarım midesine düşkün, para peşinde koşan, hoca kılıklı, ne olduğu meçhul, zavallı cerrciler yapmıştır bunu. Bu hakikattir efendiler!.
Almış eline koskoca: “Aman Amuca, şunu yapma cehennemi girdin. Aman şunu yapma cehenneme girdin!””
Ağzını açamaz oldun!. Cennetin anahtarı herifin cebinde, bilet kesiyor!.
Ulemâmızdadır kabahat efendim, bu hale bizi sokan bunlardır!.
“Ver para, al para. Gittin-geldin. Gittin-geldin!..”

Size bir hakiki bir hekaye anlatayım.
Yalınız, benim bir doktor arkadaşım, sınıf arkadaşım, Allah rahmet eylesin 2 sene evvel vefât etti.
Bunlar aslen Gürcistan’dan gelmedirler, Eskişehir’de otururlar.
Bundan 50 sene evvel babası bu da küçük çocuk Eskişehir’e gelmişler.
Eskişehir o zaman küçük on bin nüfuslu bir yer.
Etrafı hep orman, Ramazan ayı gelmiş.
Gelen zât da Hoca Efendi haaa!
Kısa boylu, fevkelâde zeki bir adam, oranın müftüsüne gitmiş.
Kendi mübârek ağzından dinledim. Allah rahmet eylesin.
Babası da bundan 16 sene evvel vefât etti.

“Gittim Müftü Efendiye Doktor oğlum!” diyor. “Hocayım, bir cerr yapayım, fakir muhacir geldik!” dedim.
Müftü Efendi bana bir kağıt verdi, bir 2 de jandarma kattı. Şu yukarı ki köylerden birine gönderdi, kalktık gittik. Bana yolda dediler ki:
“Bu köyde namaz kılmazlar ağam!” dediler.
“Sen beyhude gidiyorsun, para da vermezler!””
“Eeee gidelim bakalım!. gittik.”
diyor. Akşam üzeri vardık oraya.
Yarında ramazan, bu gece teravih namazı başlıyor.
Jandarmanın te’siriyle abdestli, abdestsiz câmiye millet doldu diyor. Bu olmuş hakikat.

“Giydik sarığı cübbeyi diyor. Geçtik. Yassıyı kıldık!” diyor.
“Ondan sonra teravih namazinâ, jandarmalarda bekliyor dışarıda” diyor. O zaman odun var!..
“Allahu ekber!” dedik. Kıl babam ulan. Kıl babam. Kıl babam!..
Oldu diyor saat 11 buçuk. Gece, 11 buçuk.
Ben de yoruldum diyor. Ondan sonra
“Esselâmün aleyküm!” Dua ettik. Millet dağılacak.
“Azîz cemâat dedim diyor. "Ben bu gün yorgunum" dedim diyor. Atmış rekat namaz kıldık. 60 rekat!.””
Yani üç günlük teravih kıldırmış, bu olmuş bir hakikat.
Demiş:
“Azîz cemâat ben bu gün yorgunum demiş. Anca 60 rekat kıldırabildim.Yarın inşallah 120 rekat kıldırmağa başlarım!” demiş, dağılmışlar. Bu olmuş buu..
Gittim diyor. Bana bir oda şey ettiler diyor. Oğlum diyor saat 3 te diyor. Daha sahura var diyor.

“Tak tak tak” fenerinen geldiler. Muhtar heyet ricâya geldiler.
“Hoca efendi demişler. Biz senden memnunuz demişler. Çok teşekkür ederiz ama demişler Müftü Efendinin haberi yoktu. Siz, gelmeden biz bir ay evvel biz İzmir’den bir hocayı pehlemiştik demiş.
Şimdi gece yarısı da o geldi ayıp olacak!
Yoksa hoca moca yok haaa!.. Herifler namaz kılmamak için yapıyorlar bu işi.
“Hoca efendi geldi. Sen yabancı değilsin. Burda kalsan sana 2 mecidiye veririz biz!””
Mecidiye o zaman iyi para haaaa! Mecidiye para.
“Biz demiş 20 altın topladık. Şunu al da, sen başka köye git!.””
“Aldım cebime koydum yirmi altını!” diyor. “Ertesi gün geldim aşağıya!” diyor.
Eskiden cer böyle idi, şimdi cerr tuhaf bişey.
Başkasından midene bi şey sokarken islamı, islamı ve ruhun safiyetini zedeler oğlum, safiyetini zedeler!

Cenâb-ı Peygamber buyuruyor bir hadiste ki:
“En hayırsızlar namazdan çalanlardır!” diyor. En hayırsız insan namazdan!
Namazdan nasıl çalınır?
Gittin secdeye: “Subhâneee rabbiyel alâaaa, Subhâneee rabbiyel alâaa, Subhâneee rabbiyel alâaa. Allahuekber!””
Çalıyorum şimdi: “Subhâne rabbiyel alâ, Subhâne rabbiyel alâ, Subhâne rabbiyel alâ. Subhâne rabbiyel alâaaaa, Subhâne rabbiyel alâaaaa, Subhâne rabbiyel alâaaaa bitti. Allahuekber!”
Rüku’ya gittin: “Subhâne rabbiyel aziiiiim, Subhâne rabbiyel aziiiiim, Subhâne rabbiyel aziiiiim!” Bitti.
“Semi’allahu limen hamide. Rabbene lekel hamd. Allahuekber!”

“Subahallahî rabbiyel azim, subhânallahî rabbi, Subhânallahî. Semi’allahulimen. Allahu ekber!”
Bu namazdan çalma değil, aşırma derler buna, kangasterlik derler.
Çalmanın da bir usülü var!.
…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Şimdi çocuk doğar, yürümeğe başlar, işte evde yürüyo, daha mekteb çağı. O kendi kendine: “Ulan bi büyüsem de adam olsam!” der. Delikanlı olur.”
Daha büyürse: “Hele bir evlensem, yuva kursam!” der.
Meslek edinir, bilmem ne olur, me’mur olur felân, subay olur, emekli olur.
“Acaba ne zaman rahat edeceğim?” der kendi kendine.
Bu zincirleme düşüncelerin, geçmiş günlere dalar bu.
“Ben şunu yaptım, şunu yaptım, şunu yaptım.” Üzerinden soğuk bir rüzgar esmeğe başlar.
Her bi şeyin elden nasıl kaçtığını o zaman anlar insan!
İşte en geç insanın anladığı hayat denilen, muamma budur oğlum! Onun için gününüzü geçirmeyin!
“Efendim şunu yapayım da bunun üzerine şunu koyayım da ondan sonra bi!””
Yok yok yok oğlum! Yarın yaşayacağın nereden mâlum, kim garanti etti seni, kim garanti etti?
Onun için biran evvel aklımızı başımıza. Şimdiye kadar da zâten aklımızı başımıza almadıysak şimdiden sonra bir şey olmaz!.
“Nasıl olmaz?””
“Efendim ben şimdiye kadar dalâlette gezdim.”
Oğlum dalâlette, nerde gezersen gez!. Hazreti Ömer ne dedi ki?.
40 küsur yaşındayken eşkiyâydı. Resûlullah’ın nazar-ı akdesi ile karşı karşıya geldi, muhterem oldu.
Her gün bakın haa!. Nazar-ı akdesi ilahî Resûlullah..


Sakın terki edebden kûy-ü mahbubu Hüda’dır bu,
Nazargâh-ı ilahîdir, Makam-ı Mustafa’dır bu..


Her gün Resûlullahu sallallahu aleyhi ve sellem mukaddes ravzasına ilahî nazar ediyor.
Sen salavat-ı şerife getirirsen sana da o nazarı intikal eder. Ahaa secde!.
Ama; namazdan çalma, hırsızlık etme, aşırma, adam akıllı namaz kıl!
Buna devam eder, abdestli gezer, gece namazı kılar, geceler, ayın 3 günü oruç tutarsan, Allah bir sıfır kor önüne! Koydu mu 30 günün oruçlu geçer oğlum, 30 günün oruçlu.
Her gece teheccüd namazına kalkarsan kadir gecesini sen bulamazsın o seni bulur!
Kadir gecesini aramışlar bulamamışlar. Kadir gecesi seni bulsun baaari!
365 gün teheccüd namazına kalktı mı kadir gecesi seni bulur.
Artık o hesabına girer senin haberin olmaz.
Sen illâ onu bulacaksın! Gece bulunmaz, gece seni bulur.
İçinizi temizle, yalan söyleme, haram yeme!.

Ondan sonra bu 40 güne devam ettikten sonra gel, sana bir şey söyleyeceğim kulağına onu oku sahabe olursun, Sahabe, Sahabe!.
“Ulan bu devirde sahabe olur mu?.””
Olur yaaa!.. Sahabe de var bu devirde, tabiin de var!
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem rüyana girdin mi sahabe olursun.
Çünkü O rüyaya girdi mi, hakiki Resûlullah sallallahu aleyhi vessellemin’in yüzünü görmüşsündür.
Görmüş birisi meselâ kimseye söylemeyecek!.
Seni de birisi görürse o sahabe.
Sen sahabesin, o da habersiz tabiin olur.
Zâten tabiin-nen sahabeler dünyada eksik olduğu zaman, kıyamet kopar.
Kadr ü kıymetinizi azîz müslümanlar bilin!
Kadr ü kıymetinizi bilin!. Kadr ü kıymetinizi bilin!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »


İçinizde olan, size şah damarınızdan daha yakin olan Cenâb-ı Allah.
“ve le zikrullâhi ekber” diyor âyet-i kerimede.
En büyük zikir Allah’ın zikridir.
Onu bazıları “ve le zikrullâhi ekber”” en büyük zikir, Allah’ın zikridir.
Gâyet tabi Allahtan başka kimi zikredeceksin. “ve le zikrullâhi ekber” ”
Sana şah damarından daha yakîn olan, seninle gören, seninle işiten, kalbinin çarpması esnasında kendi ismi şey eden Allahla beraber zikretmeye başlarsın o zaman. Temizlersen kendini, temizlersen kendini!
Bak şu boş şerit doldurdu içini, şimdi lakırtı ediyor orda.
Sen de içindeki şeriti doldur oğlum, şeriti doldur!..
Sende içindeki şeriti doldur oğlum. Şeriti doldur.
Allah cümlemize tuttuğumuz yoldan ayırmasın!.



Âmin!
Esselâtü vesselâmü aleyke Ya Seyidî Ya Resûlullah!
huzbiyedî kad dâkat hilleti edrikni yâ Resûlullah!.
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
Allahümme entel Mennânü Bediü’s- semâvâti ve’l- ard! Ze’l-Celâli ve’l-İkram!
Yâ Hayyu! Yâ Kayyumu! Yâ Allahu celle celâlihu!..


Yâ Rabbî biz âsi değiliz!
Hatalarımız vardır, mağfiret hazinelerini açarak bu hatalarımızı yok eyle Yâ Rabbî!
Kusurlarımızı affeyle Yâ Rabbî!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbî!
Memleketimizi her türlü âfat-ı belâiye, âfat-ı semâviye, âfat-ı maraziyeden masun kıl Yâ Rabbî!
Ordumuzu tutacağı işlerde mansur u muzaffer eyle Yâ Rabbî!
Hükümet büyüklerimize kuvveti ihsan eyle Yâ Rabbî!
Memleketimizi her türlü belâdan masun kıl Yâ Rabbî!
Midemize, evimize helâl lokma nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbî!
Son nefesimizde ki buyurun: “Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne muhaMMeden abduhu ve resûluhu!” kelimesi ile ruh teslim etmek nasib ü müyesser eyle Yâ Rabbî!
Yarın âhirete intikal ettiğimiz zaman mezarda iltifat melekleriynen bize iltifat nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Huzuruna geldiğimiz zaman Resûl-i Ekremin mübârek yüzünü görmek ve mübârek elinden öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Bizi affeyle, cehennem azabından masun kıl Yâ Rabbî!
Lillahil fâtiha!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Ravza-i Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Kibriyâ: Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
arazi
Afat: Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. Mc: Son derece güzel.
Mihrab: Câmide imamın namaz kılarken cemâatin önünde durduğu yer. Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. Evin şerefli yüksek yeri, çardak. Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. Mc: Harb âleti. Orman. Melikin hususi makamı. Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. Ümit bağlanan yer.
Hazine-yi Humayun: Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının mânevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli gani’met, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.) (O.T.D.S.)
Kefâlet: Kefil olarak. Kefillik sûretiyle.
Zinnur: Nurlu, ışıklı. Parlak. Bahtiyar.
Zinnureyn: "İki nur sâhibi" meâlinde cihar-ı yar-ı güzinden Hazreti Osman'ın (RADİYALLAHU ANHU) lâkabı. (Hazret-i Resul-ü Ekrem (aleyhisselâm) ile iki kat akrabalığı dolayısiyle) (Bak: Osman RADİYALLAHU ANHU)
Settar: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Uyub: (Ayıb. C.) Ayıblar, kusurlar.
Estağfirullah: Cenâb-ı Hak'tan kusurumun örtülmesini dilerim. Allah (celle celâlihu) kusurumu efvetsin (mealinde, kusurunu anlayan bir müslümanın duâsı. Hürmet veya ikramlara karşı tevâzu maksadı ile de söylenmektedir.) (Bak: İstiğfar)
Mâsiyet: İtaatsizlik, günah, isyan.
Âsi: Çok isyan eden, çok isyancı.
Şâfi: Hastaya şifa veren (Allah. celle celâlihu). Yeter görünen, kifâyet eden.
Rahmân: Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız ni’metler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
Kahhar: Galib-i Mutlak ve her an kahretmeğe muktedir olan Allah (celle celâlihu) Hak Celle ve A'lâ'nın esmâ ve sıfâtındandır.
Bedi: (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. Garib. Acib. Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. Beğenilen. Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.
Su’n-i İlahî: Cenab-ı Hakk'ın san'atı, eseri.
Settar:Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Takayyud: Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak. Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak. Dikkatli davranmak.
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey. (Bak: Ahbar-ı gayb)(Demek Cenab-ı Hakk'ın gâyet büyük ve mükemmel bir rahmeti, re'feti ve şefkati, gaybı bildirmemektedir. Bilhassa masum hayvanlar hakkında daha tamdır. Demek sefihâne lezzette sen hayvanlara yetişemezsin. Binler derece aşağı düşersin! Çünki, hayvana nisbeten gaybi olan şeyleri senin aklın görüyor. Elemini alıyor. Setr-i gaybda bulunan istirahat-ı tammeden bilkülliye mahrumsun. S.)
Mükellifiyet: Teklif eden. Vazife veren. İş veren. Zorluğa sevkeden.
Safsata: Hezeyan, yalan, uydurma. Zâhirde doğru, hakikatte yanlış ve yalan olan kıyas. (Bak: Dimağ)
Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. Allah'ın (celle celâlihu) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Masum: Günahsız, suçsuz.
İltifat: Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır.
Zeval: Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması
Fıdda: Gümüş.
Zeheb: Altın.
Hâk-i yeksan: Yerle bir. Dümdüz.
Makarr: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht.
Makarr-ı İlahî: İlahî makam.
Afdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Meneviş: Hare. Bazı nesne, canlı, göz vb.nde dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler, meneviş, dalgır.
Hazret: (Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh. * Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; "Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri" gibi.
Mu’cize: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerâmetten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine aid bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir
Zuhur: Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.
Beşeriyet: İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
Mağiret: (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Pota: f. Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
Memlaha: (Milh. den) Tuz çıkarılan yer. Tuzla.
Şekavet: Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. * Haydutluk, eşkiyalık.
Kesafet: Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. * Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
Letâfet: Hoşluk, lâtiflik. * Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. * Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Akdes: En kudsî. En mübârek.
Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Yobaz:Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse) mecaz Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse) halk ağzında Kaba saba, inceliksiz (kimse).
Müsalaha: (Sulh. dan) Barışma. Anlaşma. Güvenlik.
Penahi: f. Sığınma.
Zaptiye: Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
Umde: İnanılacak şey. * Prensip, temel fikir. * Dostluk. Güvenilecek yer veya kimse. * Kavim veya kabilenin muteber ve mu'temedi olan. Reis. Serasker.
Kelimat: (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, sözler.
Muhtac-ı isbat: İspat etmeye muhtaç olan.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Sıdretü’l- Münteha: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihâyet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.
Tensib: Uygun görmek. Münasib kılmak.
Muamele: (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
İslah: İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek. (Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. S.)
Müşavere: Bir iş hususunda iki veya daha fazla kimseler arasındaki konuşma ve danışma. İstişare etme. (Bir kavim müşaverede bulundu mu rüşd ü salâha nâil olur. Hadis meâli)
Tenezzül: Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle.
Ümmet: Cemâat, kavim, taife. * Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye. * Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka dâvet ettiği cemâat. * Bir dille konuşan millet. * Arkasına düşülecek bir cemâat veya tarikat.
Ta’dil: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ: "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.
Mukavele: Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek. * Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt.
Tasarruf: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Minnet: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Sabûr: f. Çok sabır gösteren, çok sabreden.
Hırs: Aç gözlülük. Tamahkârlık. * Kızgınlık. * Şiddetli istek, arzu. * Azgınlık.
Makarr: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht.
Nuhas: Bakır. Bakır para. * Kızgın mâden. * Kıtr. Ateş. Tunç ve demir döğülürken sıçrayan şerâre. * Dumansız alev. * Bir şeyin aslı. * Tütün.
Ye’s: Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.
Mesih: Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. * İsâ Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsâ Mesih" denmiştir.
Ulemâ: (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
Cerr: Dilenmek. Kendine doğru çekmek. Çekmek. Cezb. * Para almak. * Uçurum. * Kale hendeği.
Mecidiye: Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.
Safiyet: Saflık, hâlislik, temizlik.
Dalâlet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. * Şaşkınlık
Akdes: En kudsî. En mübârek.
Nazar: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.
Teheccüd: Gece uyanıp namaz kılmak. Gece namazı. (Bu namaz, nâfile namazların en çok sevablısıdır.)

Resim

SAKIN TERK-i EDEBDEN

Şair Nâbî, Sultan IV. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar.
Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır.
Vakit gecedir, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir.
Fakat kafiledeki Eyüblü Rami Mehmet Paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir.
Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere'ye girmektedir.
Ravza-yı Mutahhara'nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır.
Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
Nâbî dikkat eder, okunan, kendi kasidesidir.
Hemen minarenin kapısına koşar.
Müezzine: “ALLAH aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?”
Müezzin şöyle cevab verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi gördüm. Bana dedi ki: “Yâ müezzin kalk yatma!. Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et!.”” buyurdu. Ben de hemen kalktım abdest aldım: Peygamberimizin iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir?” diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum!”"
Nâbî: “Resûlullah benim için ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.
İşte o kaside:

Naat..

Sakın terki- edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bû..

Felekte mâh-ı nev Bâbu's- Selâm'ın sîne-çâkidir
Bunun kandîli cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bû..

Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu..

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu..

Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-i kudsîyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu ..

Nâbî


AÇIKLAMASI:

Burası ALLAH’ın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı hakkın nazar buyurduğu Ravza-i Nebidir.
Bu gökteki yeni ay Bâbü’s- Selâm Kapısı’nın yüreği yanık âşığıdır.
Ayın kandili Cevza Yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, ALLAH celle celâlihu Sevgilisi’nin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir.
Ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.
Bu toprağın ziyâsından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı.
Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı.
Çünkü bu toprak gözlere şifâ veren sürmedir.
Bu dergâha edeb ölçülerini gözeterek gir!
Çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecellî ettiği bir yerdir!..

Âşık Nâbî ( 05.12.1641)- (21.12.1711)

Kendisi de ilim öğrenmek için Şeyh Yakup Halife'ye teslim edilidi.
Yakup Halife ona kuzularını gütmekle görevlendirdi.
Birkaç günlük çobanlık ederken; içinden kendi kendine: “Ben kuzu gütmeye mi, çobanlık etmeye mi geldim? Bir an önce İstanbul'a gidip de ilmi irfan öğreneyim” diye soruyordu.

Mânevî yönüyle bunu gören hocası Yakup Halife bir gün onu yanına çağırır.
Hocası: “Yavrum Yusuf! Seni İstanbul'a göndermek istiyorum!” der.
“Hocam İstanbul kim ben kimim? Bu kadar okumuş, ilerlemiş talebelerin varken..””
“Yavrum, sen ilmi doğuştan almışsın! Yusuf gözlerinle gözlerime bak!” dedi ve bilmesi gerekenleri de transfer ediverdi.

24 yaşında İstanbul'a geldi. Kendisini himaye eden Musahib Mustafa Paşa'nın ölümü üzerine İstanbul'dan ayrıldı. Haleb'e gitti. Burada 25 yıl kadar kaldı.
Rahat bir hayat yaşadı. 1710'da tekrar İstanbul'a döndü. Çeşitli devlet me’murluklarında bulundu. İstanbul'da öldü.
Döneminde üstad bir şâir olarak kabul gördü. Nâbî, didaktik şiire önem verdi.
Hikemî tarzın edebiyatımızdaki üstadıdır. Sağlam bir tekniği ve kusursuz bir dili vardır. Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir.

ESERLERİ:
Yayımlanmış Dîvân'ından başka bir Farsça Dîvânçe'si,
Hayriyye, Hayrabad ve Surnâme adlarında üç mesnevisi bulunmaktadır.

Şâir Nâbi, (d.1641, Urfa - ö. 1712, İstanbul), ünlü Dîvân edebiyatı şairi.

1641 senesinde, Şanlıurfa'da doğan Yusuf Nâbi yokluk ve sefâlet içinde yaşayarak büyümüş, 24 yaşındayken de İstanbul'a gitmiştir. Burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. Paşa vefat edince ise Halep'e gider. İstanbul'da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. Bunun da etkisiyle, Halep'te geçirdiği yıllarda (yaklaşık 25 yıl) devletin sağladığı imkânlarla rahat bir hayat sürdürmüştür. Eserlerinin çoğunu Halep'te geçirdiği bu yıllarda kaleme almıştır. Daha sonra arasının da iyi olduğu Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca Nâbi'yi yanına aldı. Bu dönemlerde Nâbi Darphâne Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde bulundu. Ayricâ, bazı kaynaklara göre Nâbi aynı zamanda çok güzel bir sese sahibti ve müzik konusunda da fazlasıyla başarılı idi. "Seyid Nuh" ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir. Nâbi, İstanbul'da 1712 yılında vefat etti. Kabri Karacaahmed Mezarlığı'nda Miskinler Tekkesi'ne giden yolun sol kenarında olup, II. Mahmut ve II. Abdülhamit tarafından tamir ettirildi. Nabi bazı kaynaklara göre espirliydi.
Nâbi Osmanlı'nın duraklama devrinde yaşamış bir şairdi, idare ve toplumdaki bozukluklara şâhid oldu.
Nâbi'nin ünlü Hayriye'sinin yazma nüshalarından birinin ilk iki sayfası
Çevresindeki bu negatif olgular onu didaktik şiir yazmaya itmiş, eserlerinde devleti, toplumu ve sosyal hayatı eleştirmesine neden olmuştur. Ona göre şiir hayatın, karşılaşılan sorunların ve günlük hayatın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insanî konulardan izole edilmemelidir. Bu yüzden şiirleri hayat ile alâkalı, çözümler üretmeye çalışan, yer yer nasihatta bulunan bir şairdir. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istemesindendir belki de, kullandığı dil yalın ve süssüzdür.
"Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre, İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere."
Na ve bi kelimeleri Farsça ve Arapça'da 'yok' manasına gelmektedir. Bu beyitte Nabî mahlasının oluşumunu belirtmektedir. Nâbi bazı kaynaklara göre ispirliydi.

Başlıca Eserleri:
• Dîvân
• Hayriye
• Hayrabâd
• Tuhfetü'l Haremeyn
• Surname
• Fatihnâme-i Kâmaniçe
• Zeyl-i Siyer-i Veysi


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ragime enfü raculin zükürtü indehu felem yusallî aleyye: yanında adım zikrolunup da bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 100;İ.Ahmed II/254)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud Harbinde düşmanları için: "ALLAH'ım! Kavmimi hidâyete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar" diye dua etmiştir.
(Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 314)

Bütün çalışmalara rağmen İslamiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ya Rabbi! Devs kabilesine hidâyet eyle de onları bizim saflarımıza kat!" diye dua etmiştir.
(Tecrid-i Sarih Tercumesi, VIII, 344)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan; Buhârî, Daavât 3. Ayricâ bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbni Mâce, Edeb 57)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benim de kalbime gaflet çöküyor, ben de Allah’tan günde yüz sefer bağışlanma istiyorum.” buyurmuştur.
(Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 7)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allah’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim.” buyurmuştur.
(Egarr İbni Yesâr el–Müzenî radıyallahu anh’den; Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semada bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahman'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır." buyurmuştur.
(Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anh’dan; Tirmizi, Birr 16, (1925); Ebu Davud, Edeb 66, (4941)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz." buyurmuştur.
(Cerir radıyallahu anh’dan; Buhari, Tevhid 2, Edeb 27; Müslim, Fedail 66, (2319); Tirmizi, Birr 16, (1923)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Küllün muzırrın yuktelun: Her zarar veren (hâşâratı) öldürün!”
(Hadis-i Şerif)

ـ4938 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللَّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُول اللَّهِ #: خَمْسٌ مِنَ الدّوَابِّ كُلُّهُنَّ فَاسِقٌ، يُقْتَلْنَ في الْحِلِّ وَالحَرَمِ: الغُرَابُ، وَالْحِدَأةُ، وَالعَقْرَبُ، وَالْفَأرَةُ، وَالْكَلْبُ الْعَقُورُ[. أخرجه الستة.ولمسلم في رواية قالت: أمَرَ رَسولُ اللَّهِ # بقتل خمسِ فَوَاسِقَ في الْحِلِّ وَالحَرَمِ، وَأبدل أبو داود في رواية له عن أبي هريرة، مكان الغراب: الحية.»وقيلَ هذه« الحيوانات خمس فواسق على سبيل استعارة لخبثها
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Hayvanlardan beş tânesi vardır ki bunların herbiri fasıktır (zararlıdır). Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, akrep, sıçan, kelb-i akur (yırtıcılar)." Buyurdu.
(Aişe radıyallâhu anhâ dan; Buharî, Bed'u'l-Halk 16, Cezau's-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, (1198); Muvatta, Hacc 90, (1, 357); Tirmizî, Hacc 21, (837); Nesâî, Hacc 113, (5, 208)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: "Bu köpek de benim gibi susamış" deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti." buyurunca Rasûlullah'ın yanındakilerden bâzıları: "Yâ Rasûlullah! Yâni bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi var?" dediler.
Aleyhi's-salâtu ve's-selâm: "Evet! Her "yaş ciğer" (sahibi) için bir ücret vardır" buyurdu."
(Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’dan; Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, (2244); Muvatta, Sıfatu'n Nebi 23, (2, 929-930); Ebû Dâvud, Cihâd 47, (2550)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Fâhişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrâfında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu."
(Müslim, Tevbe 155, (2245)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı."
(İbnu Ömer radıyallâhu anhumâ ‘dan; Buhârî, Bed'u'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dört hayvanın öldürülmesini yasakladı: "Karınca, arı, hüdhüd, surad (sarı ve yeşil renkli ağaçkakan kuşu)."
(Ebu Davud, Edeb 176, (5267)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem : “Namazdan çalanlar hırsızlık bakımından insanların kötüsüdür” buyurmuştu. Ashab-ı Kiram: “Ya Resûlallah, insan namazdan nasıl çalar?” diye sorunca, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Namazda rükû ve secdeyi tam olarak yapmazsa namazdan çalmış olur!” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned,3/56)

Resim

Âl-i İmrân 3/14,91; Kehf 18/31; Hac 22/23; Fatır 35/33; Zuhrûf suresi 43/53,71 ve;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm: Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele.” (Tevbe 9/34)

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ
İkterebetis sâatu ven şakkal kamer: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)

الم
Elif, lâm, mim: Elif. Lâm. Mîm.” (Bakra 2/1)

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn: O kitab (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakra 2/2)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn: Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakra 2/3)

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr: O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hûd 11/112)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MÜNÂFıK..

Azîz cemâat hepiniz Müslümansınız.
Fakat içimizde münafıklar var, münafıklar var!
“Nerden biliyorsun?””
Ben doktorum, hem insanın iç doktoruyum, hem de mânevîyat doktoruyum! Allah bu hassayı verdi bana. Aha buradan aşağıya inemeyim!..

Cenâb-ı Peygamberin elimizdeki hadisler, hadis-i şerifleri, insanlara birer mânevî âlettir, insanları ölçer.
Âyet-i Kerimenin birinde diyor ki: “Fe veylun li'l- musallîn. Ellezîne hum an salâtihim sâhû. Ellezîne hum yurâûn. Ve yemneûne'l- mâûn.””
Vay haline o namaz kılan münafıkların!.
Hâlâ namazda imamdan evvel secdeye gidenler var bunlar münafıktır oğlum!. Namaz kılmasınlar. Namaz kılmasınlar. Namaz kılmasınlar!.
Aha ikinci bir hadis: “Bir insanın ki bir uzvunda Cenâb-ı Allah bir sakatlık vermiştir. Yarısı münafıktır onun!””
Aha demin çıkan Hacı Efendi!.
Bülbülnen bülbülnen karga yan yana gelmişler.
Gelmiş Hazret-i Halvanî’ye demişler: “Bülbülnen karga yan yana!”” “
“Yok oğlum! Yok!” demiş yok! .
“Efendim aha gel, gidelim bakalım!””
Gitmiş Bakmışlar ki bülbül de topal karga da topal.
Muhakkak bir taraflarından benzerleri vardır.
Vallahi billahi, Resûlullah’ın şefaatından mahrum kalayım ki münafıktır o!.
O halde sizin bilmediğiniz bir şey biliyorum..

Git evinde kıl, git evinde kıl! Senin arkandaki genç kılan adamın namazını bozma!.
İşte ikisi de kaçtı, ikisi de kaçtı o münafıkların! İsterse mahkemeye gitsin söylesin!.
Buradaki benim kanunum, ben insanların yaptığı kanunlara cevap veremem, Allah’ın yaptığı kanunlara cevap veririm.
İmamdan evvel kafasını koyan münafıktır, bitti bu kadar!. Fetvâsı bu, istediğine sor!
Bu lakırtıyı da dünyada bir yerde bulamazsın. Bakın nasıl kaçar o münafık!.
Etmeyin Müslümanlar etmeyin, âhiret yakıııın!.
Hiç biriniz yaşadığınız sene kadar daha yaşayamayacaksınız.

Bir insanın uzvunda bir noksanlık var mıdır, münafıktır. Topallıyor mu münafık!.
“Neresi münafık, herif evliyâ!””
Cesedi münafık!.
Allah’ın lakırtısı bu, benim lakırtım değil.
Muhakkak bir edebsizliği vardır. Cenâb-ı Allah o sakatlığı vermiştir ona.
Ondan intiba’ edip de kendi edebsizliğini düzeltmesi için.
Gözümü kör oldu, muhakkak bir edebsizliği vardır.
Âyet-i kerimeynen, Resûlullah’ın hadisi ile, bilmem efendime söyleyim hadis-i kudsîyle sabittir.
Bir yerine sakatlık verdi mi muhakkak o uzvunun bir edebsizliği vardır. Bütün hastalıklar bir İhtar-ı Rahmanîdir.
“El emrazı hedayayı min azzi ve celle li’l- abidin.””
Bütün hastalıklar maddî-mânevî hastalıklar, Allah’ın bir hediyesidir.
Hediye demek “al şunu da ağzını kapa, edeb, edebli ol!.” demektir.
Edebli ol demek kuluna acıdığı için yaptığı edebsizlikten kurtulsun diye yapmıştır.
Onun için bir insan hasta mıdır edebsizdir.
Bütün şeker hastalıkları oburlarda olur oğlum, hayvan gibi yiyenlerde olur.
Ben 30 senelik hekimim, sizin hiç hekimliknen alâkanız yok.
Bilmem efendim felân yerinden olan, felân yerinden olan.
Her hastalığın bir mânevî sebebi vardır..

Onun için azîz müslümanlar şurda bir avuç yoğuz.
Kıldığımız namazı Huzur-u Rabbânide kabul edilecek, O’nun hoşuna gidecek şekilde şey etmek lâzım.
Allah’ın hoşuna gitmezse bir iş olmaz, olmaz!
Bari bilmiyorsun namazı kapının eşiğinin orada kıl, öne kılanlar geçsin!.
Sonra bunları gençler yapmıyor haaa!
Gençler yapmıyor, mezara ayağı yanaşanlar yapıyor, mezara ayağı.

“Amann efendim neler söylüyorsunuz?””
Söyleyeceğim efendim, söyleyeceğim!.
İsterseniz üzerime hücum edin, ne yaparsanız yapın, söyleyeceğim!.
Çünkü âhiret yakındır!. Şurada ben üç dört kişiye lakırtı söylüyorum!.
Bunlar zannetmeyiniz böyle haa haa lakırtı, bel kemiğinden söylüyorum. Bunların mesûliyet-i mânevîyesi vardır.. "Söyledin de niye yapmadın. Söyledin de onları niye kamçılamadın!."
İster gücenin Müslümanlar, ister gücenmeyin!.
Ya efendice namaz kılın, yahut câmiyi terk edin!.
Bura Allah’ın câmisi, Allah’ın huzuru.
Kepazelik, hokkabazlık, mukallitlik, tiyatro meydanı değildir. Ya kıl, ya kılma!.
Kılmamak daha iyi böyle kılacağına. Yanında kılacak halis bir müslümanın da namazını bozma!.
“Mesellü’l ümmeti kemesellü’l- matatr. La yüzri evvele’l- hayrül ümmi’l- hayr..””
Cenâb-ı Peygamber diyor ki: “Benim ümmetim yağmur gibidir” diyor.
Ama hangi ümmet?.
“Fe veylun lil musallîn. Ellezîne hum an salâtihim sâhûn” ”
Peygamberin getirdiği Kur’ân-ı Kerimdeki namazı kılanlar.
Böyle soytarı ümmet olmaz! Hokkabaz ümmet olmaz!
Öyle: “Lâ ilâhe İllallah!” diyen kurtuldu, kurtuldu. Hııııı!.Hııııı!.”
“Lâ İlâhe İllallah” nasıl denir onu soruyor.
Herif 70 sene: “Lâ İlâhe İlâhe İllallah"” için nasıl diyeceğim diye uğraşıyor.
“Lâ İlâhe İllallah. Kul Lâ İlâhe İllallah!””
Tamam işte. Hacca gitti tertemiz oldu herifi çamaşır makinesinden çıkardık gel bura!”
Geldi temizlendi, böyle namaz kıldı. Pisliği gene kendi üstüne.
Yok efendim yok böyle kolay iş değil bunlar. Böyle kolay iş olsaydı biz evliyâ olurduk.
“Benim ümmetim yağmur gibidir. Önü mü sonu mu hayırlıdır bilinmez!” diyor.
Yağmur bekleriz ni’met diye, bir sel gelir berbat eder ortalığı.
Önü mü, sonu mu belli değil!
Burada bütün ümmeti musavî tutuyor Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için azîz cemâat!
Ben namaz kılıyorum, postu kurtardım!”
Yooo yoooo yooo!. Post kurtulmaz güvelenir post!.
Böyle namaz kılınmaz efendiler!.
Azîz cemâat, kılınmaz böyle namaz!.
Efendim: “semi’allahulimenhamideh!””
Yavv şu kırılası belini, niye indiriyorsun be birâder!.
İmam Efendi güzel durmuş şeye, Huzur-u İlâhiyeye.
“Allahuekber!.” desin bekle!.
Yoooo!. İniyor, iniyor, iniyor, iniyor, tam belini büküyor, ayaklarını.. ondan sonra imam efendi: “Allahuekber!.””

Bu.. öküz nasıl akşam geldi mi şehrin haricinden evini beller gider..
Bu da, öküz gibi namaz kılıyor, kendinde değil!.
“Alışmışım efendim!.””
Maşaallahu Tealâ!.”
“Alışmışım!.””

Bunların namazları olmaz!. Vallahi de olmaz!. Billahi de olmaz!.
40 senelik kıldığım gece namazları, oruçlar, sabah namazları hebâen mensurâ gitsin ki, vallahi de olmaz, billahi de olmaz!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Eşşşek gibi kılıyor, eşşşek gibi çıkıyor azîz cemâat!
Niye?. üzüntü ile söylüyorum?.
O halde bir şey biliyorum oğlum, bir şey biliyorum.
Bir adama: “Aman yeme şunu gardaşım yeme!””
Zehir olduğunu biliyorsun da onun için!
İçimize girmesin böyle münafıklar, girmesin!
Bunların topunu atarız dışarı!
“Ama efendin ben vatandaştır karışmam!””
Amaaaa, benimde başka türlü usulüm var oğlum!
Onun öteki ayağını da kırarım evvelâllah!.
“Nasıl kırarsın?.””
İki gün sonra gör bakın nasıl kırılıyor efendim, iki gün say bu günden başla, bir, iki, nasıl kırılıyor, herif câmiye nasıl gelmiyor gör!.

Vaaz efendi söylemedi mi, söyledi mi duy bakalım. Yapmadığım işi yaparım!.
Ben burada babamın sevabına yahut öteden beri para dilenerek, dilenmek için yapmıyorum!.
Ümmet-i MuhaMMedi, din kardeşim, bişey öğrensin diye yapıyorum.
İster ister, ister istemez. Ben böyle yobaz bilmem!.
“Ver gelsin bilmem ne olsun. Apartuman yapacağım, hanımlara bez, şeye para toplayıcısından!.” değilim oğlum!
İstersem 35 gün yemek yemem Allah doyurur!. Midesine düşkün bir adam değilim!.
Sizin hayırınız için söylüyorum efendim, hayırınız için.
Hepiniz doğrusunuz biliyorum ama, üzerlerinize konan o sinekler için söylüyorum. Allah belâlarını versin! Bitti bu kadar!..
Buradan söylenen beddua da tutar insanı!..
Benim namazımı, şu adamcağızın namazını, şu sarı sakallı beyaz adamın namazını bozmaya kimsenin hakkı selâhiyeti yoktur.
Bak nasıl kaçtılar zibidi herifler!
Bir tânesi de o arkasında gizliydi, ya kaçtı ya orda oturuyor!. Soytarı kılıklı herifler.
Vallahi billahi dövme zamanında olaydı, katlederlerdi Ömer onu câminin içinde!.
“Ama Ömerler eskidi!”
Eskimemiştir oğlum, her devirde Hazreti Ömer vardır, kılıcı yoktur ama lakırtısı vardır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz cemâat!.
Allah’ın zikredildiği yerde, Kur’ân okunduğu zaman ilahî tecellî vaki’ olunur. Fakat O görünmez. Görünmekten münezzehtir.
Yani görünmekten münezzehtir demek: “Ben görünmek istemiyorum!” değiiiiiil!.
İslam Dininde görünmekten münezzehtir.
Cenâb-ı Allah görünmekten münezzehtir.
Cenâb-ı Allah uykudan münezzehtir.
Cenâb-ı Allah yemekten münezzehtir, yani yemez, içmez, uyumaz münezzehtir.
Tenzih etmiştir kendini, kurtarmıştır.
Yani “onun üzerine toz konduramayız” demek.
Kur’ân okunduğu zaman ilahî tecellî vaki’ olur, İlahî tecellî iner.
Görünmeyen Rahmet Yağmuru iner demektir..
Fakat bu görünmez, görünmekten münezzehtir.
Yani “Ben görünmeyeceğim!””
-Hayııııır!..
“Bizim onu görecek kudretimiz yoktur!” demektir.
“Sizin Onu görecek kudretiniz yoktur” demek ki..
Gayb, görülmeyen demek değildir.
“"Ellezîne yu’minûne bil gaybi” Gayba inanıyoruz hepimiz.
Görünmeyen değildir, görülemeyendir, görülemeyen.
Görülmeyen oldu mu, demek ki yok demektir. Ben görmüyorum, yok!.
Görülemeyen demek bizim Onu görmeye kudretimiz yok demektir.

Kur’ân okundu şimdi.
İçinizden salavat-ı şerife çekenler var şimdi. İçinizde güzel Müslümanlar var.
Rahmet iniyor bu câmiye, görünmekten münezzehtir.
“Peki bunu görecek âlet yok mudur?””
Vardııır. Nasıl yoktur, öyle âlet. Bunu görmek için, kendin âlet.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Miknatıs, şurada da demir parçaları, nohut, bulgur şu bu vardır.
Pirinç de var, bildiğimiz yemek pirinci değil.
O pirinç denilen hani şu şeylerin bir kuru o değil o. Şamdanlar felân o.
Miknatisi getirdiğin zaman yalınız oradan demiri çeker, ötekilerine dokunmaz.
İnsanda da böyle bir miknatisî hassa vardır. Cenâb-ı Allah vermiş insana, onunan bu görünür.
Televizyonun makinası olmasa havadan resim geliyor ama görmüyorsun, burdan geçti mi görüyorsun, değil mi?
Televizyon var, radyo gibi, Ankara’dan adam konuşuyor Reis-i Cumhur, onun elektriği, sesi, gücü alınıyor, havaya çıkıyor, gidiyor, havada dağılıyor görünmeyen dalgalar.
“Hani görmüyoruz biz!. Geliyor makinanın anteninden içeri girip perdesine aksetti mi görünmeye başlıyor. O halde görünmekten münezzehtir” denileni görecek âlet var.
Televizyon var, o televizyonu işletmek için pil lâzım pil!
“Nerde satılır o pil?.””
O pili alabilmek için oğlum haramı bırakmak lâzım, midene haram sokmayacaksın, haramı bırakmak farzdır.
Şirk yolunu bırakmak da farzdır.
Çok dikkat buyurun, haramı bırakmak farzdır.
Şunu yapma diyor değil mi?. Hınzır eti yeme. Zinâ yapma. Yalan söyleme. Haram mı bunlar?. Riba yapma. Haram mı?.
O halde haramı yapmamak farzdır.
Çünkü emr olunuyor, yapmayacaksın haaaa!.
Şirkin yolunu bırakmak da farzdır.
Farz denilen şeye çok dikkat edin Müslümanlar, Çok dikkat edin lakırtılara!.
Farz yapılması mecburî değildir, farzın yapılması mecburî değildir, Allah rızasına kavuşmak isteyenlere mecburîdir.
Çünkü insan inkara kadar serbest bırakılmıştır.
Nefes almak mecburîdir, tut burnunu bakıyım, mecburîdir.
“Dindâr olacaksın” mecburî değildir, ister ol, ister olma!. İnkar da edebilirsin Allah serbest bırakmış.
O halde haramı bırakmak farzdır, şirki bırakmaz da farzdır.
O halde görünmeyeni görmeye şey etmek için bu farzın bir tânesini mecburî değil, televizyondaki şeyi görebilmek için, midene haram sokmayacaksın.
Haram nasıl ki, haramı bırakmak farzsa, farzsa.
“Niye farz?””
Allah’ın rızasına kavuşmak için haram diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Bunu yapmayın, yapmayın!”
Allah’ın rızasına kavuşmak için.”
O halde sendeki televizyona kavuşmak için mecburîyet yok.
Rıza, O’nun rızasına O’nun Miknatisiyetini elde etmek için ne yapacaksın?”
Midene haram sokmayacaksın!.
“Efendim helâl diyorum!.””
Hangi helâl diyorsun?. Helâl yiyen öyle namaz kılmaz oğlum!.
Kokmuş et yemeyenin, kokmuş et yemeyenin helâl ile alâkası yoktur. Kokmuş et yemeyen uşkuru elinde helâdan çıkmaz işte.
Haram giriyor içine, haram haram haram!.
Haramı çektiğin zaman imam “Allahuekber!.” de dese, “Semi’allahu!.” dese de dese üç gün böyle kıyamda kalırız.
Haram, haramı boşalt!. Mânevî rahmet indiğini o zaman televizyonunnan görürsün.
Arapçada bir söz vardır: “Bâtın hazinelerinin anahtarı boş midelilere verilmiştir!.” Boş midelilere, mideni çok doldurma!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz cemâat;
Mideyi boş bırakmak için, cünüp kalmayınız! Abdestli geziniz!
Bu lakırtıların mânâsı çok incedir. İnce olmasına rağmen büyük kurtuluş caddelerinin sebebleridir.
Bunlar insanları kurtarır, işte asıl İhlas bunda gizlidir.
“Efendim nasıl gizlidir.Her zaman abdestli gezmede ihlas gizliymiş? Herife bak ne lakırtı ediyor! İhlas gizliymiş. Nasıl gizli?””
Suuuus Sus dinle beni!.
Her an abdestli gezen adam, her an ye’d-i kudretinde olduğunuzu, Allah’ın ye’d-i kudrette olduğunu ceseden ikrar ediyorsun.
“Ya Rabbi belki bir saniye sonra ben ölürüm!” demektir.
Cesedini temiz tutuyorsun gelecek Azrâile: “Ben hazırım!” demek her an. İşte ihlas bu..
“Efendim ben rapor aldım. Felân günü felân saatte buluşalım da Emirdaği’na gidelim!.””
Kimden aldın bunu, bunda ihlas yok!
İhlas, yarım saat sonrasını düşünmez! Ne olacağımız meçhuldur.
Şurdan hepimiz evimize gidebilecek miyiz bakalım akşam üzeri.
Bir zelzele olur hepisi çöktüğü gibi hepimiz altında kalırız.
Onun için denize kendini bırak.
“Efendim burası çökse, Maazallah!””
Niye Mâazallah diyorsun, ölümden korkuyorsun. Bu da şirke gider oğlum!.
Biz söyleriz ama, korkumuz olduğu için..
Hakiki ilim, maraşallık mertebesine çıkmış adam Mâazallah felân yok! Bırakmış kendini, Hazreti İbrahîm’i nâr’a atacakları zaman Cebrâil gelmiş: “Ya İbrahîm!””
“Neee. O, istedi atıyorlar bana ne?” demiş.
Mancılıknan attıkları zaman, naaaar gül bahçesi oluverdi.
“Aman şurda şu var!” dedin mi gittin. Zâten onu der demez, gittin.
Allaha sığınmak kolay iş değildir.
“Başkalarının dâima kusurunu dile dolayan, onlara çok lânet eden, fenâ söz söyleyen Mü’min değildir!” diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Başkalarının da Efendim bizim komşu Emine hanım var ya!.””
“Eeee. Neymiş?”
“Efendim, felânca adanman gezdi. Mehmet efendi de felâncaya şöyle baktı. Şu hanım şunun için lakırtı söyledi. Felân bey felân için söyledi!.” Dâima kusurunu dile dolayan.
“Efendim kusur değil bu!””
Oğlum şimdi kusursuz adam yok, hep yaptığımız işler kusur, hep kusur! Onun için bu hadis bugün içindir.
Onlara çok lânet eden, fenâ söz söyleyen Mü’min değildir.
Herif eşşeğine kızıyor Pazar yerine giderken. O gün otomobil çıktı önüne öküzlerinen gidiyor herif: “Allah belânı versin!” dedi.
Afedersiniz öküz de pislik ediyor. Buyur, kelâma bak!.
Biz abdestsiz almağa.. ağzımıza almayalım diye cehdediyoruz.
Herif hayvan abdest ederken: “Allah belânı versin!” diyor. Sanki ahbab olmuş O’nunan.

İkinci bir hadiste diyor ki: “Kim ki benim sünnetimden uzak durursa Benden, Benim ümmetimden değildir! Kim ki benim sünnetimden uzak durursa Benden, benim ümmetimden değildir!” diyor..

Azîz cemâat,
Buradaki sünnet, namazın abdestlerin sünnetleri değil haaa!
Dikkat ediniz, cehâlet içinde kalmayınız!.
Namazın sünnetleri değil, abdesttin sünnetleri değiiiil!.
“Neymiş Cenâb-ı Peygamberin sünnetleri?””
Erken kalkar erken yatarmış. Helâl rızık yermiş. Yerde otururmuş. Ağzını yıkarmış. Yalan söylemezmiş. Hased etmezmiş. Dedikodu yapmazmış. Hergün yıkanırmış. Fakirlere yardım edermiş. Kahkaha ile gülmezmiş, tebessüm edermiş. Yalanı yok, dolanı yok. Faziletli, herkese elini uzâtırmış! İşte sünnet bu! Sünnet bu!.
Rahmetenlil âlemin kadrosuna, torbasına giren neyi varsa sünnet o!. “Efendim namaz? Abdest alırken ağzını Yıkadı.”
Heaaaa. Yıkadı, şöyle şöyle şöyle üç defa yapmamış!”
Yapmamış ne olmuş. Ne olmuş. Abdest aldı mı bu herif?. Aldı.. Niçin?.”
Allah’ın huzuruna gitmek için.
Oldu..
“Yok efendim şurası şöyle oldu da, şurası şöyle oldu!.””
İmam Efendi, fırçalanıncaya kadar abdest alıyor.
O abdesti mükemmel aldı mı sen korkma peşinde, hep mesûliyet onun üzerinde.
Baksana 40 senedir ne hale gelmiş zavallı adam, bembeyaz olmuş.
Bi de utanmadan onun arkasında ondan evvel secdeye gidiyor herif.
Sen abdestini yarım bile alsan, İmam Efendi merak etme.
Orada öyle bir insan korkar ki. Öyle bir korkar ki fırçayınan yıkar üstünü.
Onun abdesti kuvvetle oldu mu arkasına sığınıyorsun hiç sesini çıkarma, onunan kıl! Zâten o, senin yerine. Bedâva namaz kılmak oğlum, bedâva namaz kılmak!.
Bedâva namaz kıldığın halde bir de ondan evvel taklak çevirmektesin.
Bütün bıraktı, melâke-yi kiram geldi seni aldı, götürdü.
Ondan evvel secdeye gittin.
Bırakın bunu yav! Bırakın bunu azîz cemâat, bırakın bunu!..

Bedâva namaz kıldığın halde bi de, ondan evvel taklak çevirmek istiyorsun.
Bütün bıraktı melâike-i kiram geldi seni aldı, götürdü.
Ondan evvel secdeye gittin!.
Bırakın bunu yav!. Bırakın bunu azîz cemâat, bırakın bunu!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için azîz cemâat!.
Mânevî âlemde seyre çıkmak isteyenler, fazilete kavuşmak arzusunda olanlar, Rasulî Ekreme yanaşmak kaygusunun çilesinde olanlar, koku, renk, temizlik, billurlaşmak, nurlaşmak isteyenler, hangi yolu ararlarsa arasınlar.
Hangi kitabı okurlarsa okusunlar, hangi büyüğe, yaşlıya sorarsa sorsunlar, hangi hocaya sorarsa sorsunlar.
Evvelâ onlara: “Nefsini kır, nefsini terbiye et, riyâzât yap, çileye gir,
mürşid bul!” gibi bir çok nasihat ve tavsiyelerde bulunurlar.
“Efendim mürşid ara kendine!””
Eee nerde bu be yahu, bulalım!.”
Bu iş, ilim ile gafleti arasında dolaştığından halledilememiş görülür.
İnsanın ilmi ile gafleti arasında dolaştığından halledilememiş.
Halbuki bu evvelden halledilmiiiiş yolları bulunmuştur, nefsini kırmak için.
Bir hadis-i peygamberi de diyor ki: “Cennet nefsin sevmediği şeylerle çevrilmiştir.””
Cennet demek, huri, gılman, bilmem kaymaklı baklava, kızarmış tavuklar bunlar değil oğlum, bunlar değil! Allah’ın rızasına kavuşmak.
Sen saraya girdikten sonra “ne yiyeceğim?” diye kapıcıya söylenmez. Padişahın evinde herhalde senin eline kuru ekmek vermezler, edebli ol!.
Cennet, mânevî olğunluğun, rızaya kavuşmuşun huzur ve makamıdır.
Saray-ı İlahîyeye gittiğin zaman yatacağın odadır senin cennet.
Koskaca Allah’ın Sarayı, sen boş, bizim evlerimiz gibi bir kenevirinen bir tâne kilimli mi zannediyorsun?
Hapishânesine bile, cehennemine bile gitsen orda da güzel halılar vardır. Halı ama kızgın halı, çatal, yemek verecekse çatalı kızgın çatal.
Bu yanki soğuk çatal, SUyu buzlu, öteki bir tecellî bu taraftaki sıcak su.
Allah’ın ikramı her yerde ikramdır.
Mânevî tekâmül, pek az kimse son noktasına ulaşır..

Dokuların muayyen bir duruma gelmesi lâzımdır, ne demek bu?
Mürşid bulabilmek için, insan kendini temizleyebilmesi için insanların etinin dokuları, nasıl ki bu elbisenin dokuları, lifleri vardır.
İnsanların da etlerini, kemiklerini işleyen: “Hakemen nuzicet biyedihi hakemet sümmen tenzilet bin müntezidiyn. Febidat fesidat ve bumin aracat febuk tesidil ve bumin aracat””
Hakemen nuzicet; o ne. Hakemen nuzicet biyedini hakemet: O ne büyük nefistir ki, biyedini hakemet: kudretli bir el tarafından dokunmuş, öldürülmüş.
Hakemen nuzicet biyedihi hakemet sümmen tenzilet bin müntezidiyn. Febidat fesidat ve bumin aracat febuk tesidil ve bumin aracat”” Bunun sonuna baktığınız zamaaaan başını görürsünüz.
Başına baktığınız zaman sonunu görürsünüz. Bu insandır işte, bu insandır.
Onun için Allah’ın dokuduğu şu kemik, hücre, kan ne varsa hepisi doku.
Bu dokuların muayyen bir duruma gelmesi lâzımdır ki olgunluğa vasıl olabile insan.
Nasıl ki çocuk, tekâmüle geliyor. Büyüdüğü zaman bulüğa, ondan sonra her şey farz oluyor insana.
Muayyen bir hadde geldikten sonra çocuğa yemek verebiliyorsunuz. Ondan evvel midesi almaz, dişleri olacak, şu olacak.
O halde dokuların muayyen bir olgunluğa gelmesi lâzım.
Hastalandın, midesinde yara var adamın: “Şunu, şunu, şunu, şunu yemeyeceksin, iyi olabilmen için!””
Hakiki mânevî olgunluğa mazhar olabilmek içinde dokuların muayyen bir raddeye gelmesi lâzımdır. Bunun için de muayyen gıdaları almayacaksın!.

Nefsin kırmak hikayesini anlatıyoruz haaa!.
Muayyen gıdaları almayacaksın!
Bütün duyguların ve zekânın pürüzlerden kurtularak berrak bir hale gelmesi lâzımdır.
Nasıl ki alkol alanın kafası bulaşmağa başlar.
Fasulye yiyenin midesinde şişler gazlar oluşur.
Biber yiyenin midesi, basur memeleri fışkırır.
Fazla biberli, şunlu bunlu yiyenin böbrekleri bozulursa;
Dumanlı yerde bulunanın gözleri nasıl kan çanağına gelirse, biber yiyenin nasıl ağzı yanarsa.
Ateşe sokanın eli nasıl yanarsa, soğukta kalan nasıl titrerse, insanın vücudundaki de bunları yapmadıktan sonra mânevî olgunluğa vasıl olamaz.
Onun için Cenâb-ı Peygamber: “Cennet nefsin sevmediği şeylerle çevrilmiştir””
Nefsin sevdiği şeyi istemeyeceksin!
“Nedir efendim nefsin?”
Şimdiii, Efendim benim 500.000 lira param olsa, büyük bir apartumanım olsa, yatım olsa, otomobilim olsa, uşaklarım olsa, çiftliğim olsa, güzeeel cariyeler bilmem efendim hanımlarım-manımlarım, başıboş olsam.
Namaz nedir? Yalancılık, fazilet nedir?
Onu ona soksam onu ona ahaaaa ne güzel işte!.
Sevmeyen var mı parayı?. Sevmeyen var mı şunu, bunu?.
Zâten bunları sevmiş olmasa insan dünyada mânâ kalmaz.
Onun için nefsin sevdiği şeylerle çevrilmiştir cennet.
O halkayı kır içeriye gir!.
Daha pek iyi bilemediğimiz bir çok şartların sağlanması sâyesinde mümkündür.
İlahî Lütuf dediğimiz, Allah’ın bir lütfudur, bir hediyesidir dediğimiz “Cemiyet kanunlarında psikolojik şartın mühim rolü vardır” derler. Nedir?.
Ameliyat yapacaksın.
“Ne oluyor amuca?””
“Midende kanser var kesip alacağız””
“Aman Yâ Rabbî!””
“Sen duymayacaksın etme, amca!.”
“Ya ölürsem onun yüzünden.”
Hacı Efendi, geçende bir tâne yaptık, aldık midesini kurtuldu yatıyor daha.
Şey yapalım diyor Hacı Amca. Eee dedi “doktor bey ya” dedi.
Ya’sı-ma’sı yok ya, sen duymayacaksın bayıltacağız seni.
Eee niye korkuyorsun, neden korkuyorsun, ölümden mi?
“Yooo dedi. Ölürsek ölürüz.”
Hele hele eee işte oradan korkuyorsun. Onu niye doğru söylemiyorsun.
“Hee heee heee.”
Hele hele yatırdım masaya. Bayıltmadan evvel ayakları-mayakları bağladım.
Hacı amca ne haber? Başladı okuyama.
“Sen okumayı bırak ben okuyacağım, diyeceğim şimdi. Sen değil.
Kaldıracağım seni. Ama belli olmaz belki de ölürsün!.” dedim.
“Ama etme yahu!.””
Öyle düşünürsen geberirsin.
İnsan kritik devre geldi mi: “Aceb ölür müyüm?.
Ölümden korkmak, hemen kafasının içindeki hazineden bir hesabı vardır açılır o..
“Ulan bu hesabı daha ben edebsizlikleri kapayamadım. Ne olacağım!” demektir. Ölümden bundan korkar insan.
Hesabı temiz olan, ölüm zâten oğlum kalıp değiştirmektir.
Şudur, cesedin ve ruhun diyecek ki: “Ben bu cesedde artık oturamam.
Ben bu evden çıkacağım. Çünkü mahalle doldu edebsizlerinen eeee bir de şurda bir umumi helâ açtılar. Pencereyi açamıyorum. Pis koku geliyor! “Ev değiştirmektir” ölüm.
“Evet öyle!” diyorsunuz ama ha biraz sonra öleceğiz desek: “Aman ulan dur bir eve haber vereyim!” dersiniz.
Psikolojik şartın mühim rolü vardır.
İşte hani deriz ya: “Allah şifâ versin hastalara. Allah şifâ!””
İşte ihsan eder lafzı Allah şifâ.
İhsan eder lafzı psikolojik şarttır.
“Korkma amca sen.”” Yok canım.
“Hiç bir şey duymayacaksın.””
Halbuki herif bağıracak odada.
Hiç temim işte onun ruhiyatını kandıracaksın.
Bu psikolojik şarta girdi mi insan. İhsanı İlahîdir işte onlar.
İşte dokularını bu hale getirmek lâzım.
Ameliyat olacağın bir iki gün evvelden midesini yıkarsın, müsil verirsin, temiz olur mide.
Midesini açtığın zaman yemeklerle karşılaşmayasın.
Onun için madde ruhtan dolayı âşikâr, ruh madde yüzünden zâhir olmuştur. “Ne demek bu?”
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için Madde ruhdan dolayı âşikâr, Ruh madde yüzünden zâhir olmuştur. Ne demek bu?
Madde şu et, et ruhdan dolayı âşikârdır, canlı olduğumuz için âşikârdır, yoksa canlı olmazsak toprak olurduk.
Ruh, madde yüzünden zâhir olmuştur, cesedimiz olmayaydı ruhumuz buraya girmezdi. Ruhsuz madde olmaz. Maddesiz de ruh bilinmez, görünmez, tanınmaz.
O halde madde, elimiznen tuttuğumuz madde, vahdetin bu kesret âleminde başı, sonu olmayan yüzüne karşı tutulmuş bir ayna gibidir.
Onun için büyüğün biri demiş: “Ben bir katrayım fakat bende umman gizlidir!” demiş, hikaye bu.

Kâmil insan işte bu raddeye gelmiştir. Nefsini bilmek kâmil insana mahsusdur. “Aradığın kendindedir” sırrına varmıştır.
Onun için: “Nefsini bilen Allah’ını bilmiştir!” diyor Cenâb-ı Peygamber Sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz Hazretleri.
Allah sana senden daha yakındır. Şah damarından daha yakîn.
Bunu kendi bildiriyor, ben söylemiyorum.
“Ben diyor şah damarınızdan daha yakinim size!” Cenâb-ı Allah söylüyor.
O halde “Allah nerededir?” diye ondan nişan aramaktan utanç duymak lâzımdır. Utanmak lâzımdır.
Utanç duyduğun dakikada Allah’ı bulursun işte.
Her gözü olan bunu görür, ama neyi görmekte olduklarını bilmediğimizden göremeyiz.
Görülen her şey, Allah’ın tekliğinden başka bir şey değildir.
Ama neyi gördüklerini bilemediklerinden, zevk alamıyoruz.
Yakın yakın, yakın. Kim?
Yakın denilen şey Hakke’l- Yakîn Allahtır, Allah, Allah!.
Sen de sana yakin gelinceye kadar sen de, hepimiz de, “Allah bize yakîn gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.””
“Yani ne demek bu?.”
Kendi kendimize yaklaşalım ağam, kendi kendimize. Şah damarımızdan daha yakîn..

Şah damarımızdan daha yakin olana yanaşabilmek için onun için Cenâb-ı Peygamber diyor: “Benim sünnetimi bırakan Benim ümmetimden değildir.””
“Sünneti neyimiş?””
Yalan söylememek, faziletli olmak, Hased etmemek. Mideye haram sokmamak. Kimsenin aleyhinde, peşinden konuşmamak. Ulu’l- Emre itaat etmek. Herkesi sevebilmek, asıl mesele bu.
Her insanın en çirkin, en edebsiz insanın bile sevilecek başka tadı vardır, onu bulmağa çalışın!
İnsanlar, Paşa, Vali, Meb’us, Senatör, Doktor, Avukat, zengin, şu bu, paspasçı, yahut efendim çöpçü doğmazlar. Hepisi aynı doğarlar.
Dünyada onlara verilen rütbelerdir bunlar..
Bu iş, içten içe bir sonsuzlukla saklıdır. İçinden çıkmak çok güç bir iştir.
Onun için insanı müteâlâ etmek için iki yönden müteâlâ edilebilir.
Biri; cesedi, okkaya gelen, tartıma gelen, aynada görülen, tutulan, cismanî, dış görünüşü, maddî hali. Bu hususta herkes eşittir.
Senin de iki kulağın var, benim de onun da. Bizim de, hepimiz aynı.
Kalbimiz sol tarafımızda. İki tâne böbreğimiz var. İşte iki.
Efendim bazen de şimdi biri itiraz eder.
“Felânca gazetede gördüm, birinin dört tâne böbreği varmış?”
Eeee insanlar içinde hayvaniyet timsali olarak mİsâller vardır.
İnsanların da hayvanat bahçesi vardır, orada o da bulunsun., onlarnan uğraşmayın.

Bi de ruhanî tarafı vardır insanın. Dış kalıbın ötekisindeki halı.
Oradaki hususî bir hal başlar orada. Orası senen benim gözüm bir, kulağımız bir, sen Paşasın tüm general. Ben de teğmenim. Arada fark var.
Sen hacısın, ben değilim. Şimdi sen oruçlusun, ben oruçlu değilim.
Sen 60 senedir namaz kılıyorsunuz, ben 10 senedir namaz kılıyorum.
O her gün gün aşırı bir gün oruç tutuyor, bir gün oruç tutmuyor, ben Ramazandan ramazana tutuyorum. Mertebe değişiyor.
“Âlimin uykusu, câhilin ettiği ibâdetten hayırlıdır” diyor.
“Âlimin uykusu câhilin ettiği ibâdetten hayırlıdır.””
“Ne demek yavvv?”
Ben şimdi meselâ âlim değilim ya, size nazaran bir iki kitab okumuşum.
Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler. Biz Abdurrahman Çelebi olalım.
Ben uyacağım, ehe “hırı, hurru, harı hurru” bunu hesap edecekler.
Benim uyumam, şurdaki bilmem ne Efendimin namazından hayırlıymış böyle saçma iş olur mu yavvv!.
Gece yemek yiyeceğim ben midem dolacak “hırrı harı, hırı.”
Neyimiş âlim efendi uyuyor, hırıltısı ibâdet oluyor.
Öteki adam, çöpçü Mehmet Efendi kalkmış namaz kılıyor, onunki değil. Yok öyle iş yok!
“Peki bu hadis ne?”
Hadis bu: “Âlimin uykusu câhilin ettiği ibâdetinden hayırlıdır.””
O halde deminki o namaz kılan herif kıldı gitti. Onun ibâdeti.
Demek ki ben uyusam, yahut İmam Efendi uyusa bizim uykumuz ondan daha iyi.
Bizim hesabımıza geçiyor onun nakıs nakıs çetelesine berbat geçiyor, bu hadise göre.
Buradaki âlim ağam: “tevhid nuru ile içini nur eden, sonra da harfsiz, sözsüz sır diliyile ile tevhid Esmâsına devam eden zât” demektir. Asıl insan budur.
Burdaki âlim o, ilmihali bilip, bilmem efendim, geldi Tekke Câmisi’nde vaaz etti. Bilmem efendim Kurşunlu'da şurada burada .
Yooo yooo yooo! Bu âlim değil oğlum!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için Cenâb-ı Allah hadis-i kudsîde buyuruyor ki:
“El insâne sırrî ve ene sırra””
“Ben insanın sırrıyım, İnsan da Benim sırrım!” diyor.

İnsan öyle bir sırlı bir şey yarattım ki Ben sırdır bunu kimse anlayamaz, bir âlet.
El insâne sırrî; insan Benim sırrımdır. Sırrî, Benim sırrım.
Ve ene sırra; Bende onun sırrıyım.
İnsanı kimse anlayamadığı gibi, Beni de kimse anlayamaz.
İnsan da Beni anlayamaz. İkimiz sır yaratıldık.
Ne o Beni anlıyor. Beni bilemez. Fakat Benim sırrımdır o.
Sırrı olduğu için yan yana şah damarından daha yakın sana.

“Bâtın ilmi, sırlarımdan bir sırdır” yine hadis-i kudsî
“Onu kullarımın kalbine koydum. Benden gayrı o hali bilen olmaz!” diyor Cenâb-ı Allah.
Bir hadiste de diyor ki: “Kulumun zannına göreyim, Beni aradığı an onunlayım. İçinden anarsa Zât’ımda anarım onu!” diyor. “Bir topluluk içinde anarsa daha hayırlı bir cemâat içinde anarım!” diyor kulumu.
Bunların hepisi tefekkürî ilmidir.
Onun için bir hadisi kudsî de diyor ki: “Bir anlık tefekkür bir yıllık ibâdetten hayırlıdır!””
Ne demek burdaki tefekkür? Bir anlık!.
Semâya bak: “Subhânallah. Bu ne yav. Milyonlarca sene gidiyor. Işık senesi de sonu gelmiyor!” Tefekkür Allah’ı şeydir.
İşte bir anlık tefekkür bir yıllık ibâdetten hayırlıdır Cenâb-ı peygamber.

İkinci hadiste: “Bir anlık tefekkür bir yıllık ibâdetten!”
Bir an için: “Aman Ya Rabbî Subhanallah!””
Onun için Cenâb-ı Peygamber her gün göğe bakarmış: “Subhanallahulâzim Ya Hayyum Ya Kayyum!” dermiş.
İşte bu an. Bir anlık tefekkür bir yıllık ibâdetten ibarettir.
Şu lakırtıyı söylemektir. “Subhanallahulâzım! Ya Hayyum! Ya Kayyum!””Göğe, bir yere, maviliğe dik gözünü söyle bu lakırtıyı.
“Bir anlık bunu söylemek, bir yıllık ibâdet hayırlıdır” diyor Cenâb-ı Peygamber söylüyor!
Ben söylemiyorum, Victor Hugo söylemiyor, Göthe’nin sözü değil, Bismark’ın sözü değil bu. Rasulullahu Sallallahu aleyhi ve sellemimizin hadisi.
İkinci hadis: “Bir anlık tefekkür yetmiş yıllık ibâdetten hayırlıdır!” diyor. Birincisi: “Bir anlık tefekkür bir yıllık ibâdetten hayırlıdır!” diyor.
Yani semâya bakıp: “Subhânallahulâzim Ya Hayyum Ya Kayyum!”
Bu nedir Ya Rabbî aklım almıyor?””Acz içinde olmak.
Şunu abdestli iken şöyle bir an işte bir an hııh deyinceye kadar.
Bir yıllık ibâdetten hayırlıdır diyor Cenâb-ı Peygamber.
İkinci hadiste: “Bir anlık tefekkür 70 yıl ibâdetten hayırlıdır” diyor.

Üçünçü bir hadiste: “Bir anlık bir tefekkür 1.000 yıllık ibâdetten hayırlıdır!” diyor.
“Lâ havle velâ kuvvete illa billahîl aliyyülâzım!”
Bir anlık tefekkür azîz cemâat iyi hıfzediniz lütfen,
“Bir anlık tefekkür bir yıllık ibâdetten hayırlıdır.”
Bir anlık tefekkür 70 yıllık ibâdeten hayırlıdır.”
Bir anlık tefekkür 1.000 yıllık ibâdetten hayırlıdır”” buyurur Cenâb-ı Allah üç hadiste.

Hepisi bir ANlık. Biri bir yıllık, biri yetmiş yıllık, biri bin yıllık ibâdetten.
“Ulan bu ne güzel iş.” Haaaaa şimdi bunları izâh edelim.
Bir kimse bazı hikmet taşıyan işleri düşünür, onun bir parçasından bir çok parçalar olduğunu onlardan da dahi ince şeyler hüsule geldiğini düşünürse, buna tefekkür derler.
Şöyle bir bakıp “cık cık.”
Giderken şöyle baktık ki bir küçücük bir kurtcuknan.
“Allah Allah” toz kadar yav! Yemyeşil bir şey, parlak!
Sekiz tâne bir tarafta ayağı var, sekiz tâne bir tarafta.
Allah Allah! Bunun ayakları var, mafsalları var, gözü var, burnu var, kulağı var, burnu var, gidiyor. Şöyle tükürüknen tutmağa gelmez ölecek!..” İşte bu bir nevi tefekkürdür bu.
“Ya Rabbî bunun mafsalı var, ayağı var, parmağı var. Sinir gidiyor oraya kan gidiyor. Ayaklarını yürütüyor. Gözü var. Kulağı var.”
Onun kalbi var beeee işliyor. Kulağının içindeki bütün teferruatlar var, akıl almıyor! İşte buna tefekkür derler.

İşte bu tefekkür, bir yıllık ibâdete bedeldir anlaşıldı mı?
Bir yıllık ibâdete bedeldir. Anlıyoruz değil mi, anlamamak.
Anlayın ki ikincisinde daha berbat olacağız. Üçüncüsünde aklımız kaçacak!
Bi daha anlatayım!..
“Nedir bu amuca bu şeyler, şu darı tânesi gibi?””
“Oğlum bunlar şey böceği, ipek böceği.””
“Nedir bu yav bu?”” Senin nene gerek.”
Amuca almış tut yapraklarını koymuş, bunları koymuş üzerine her gün gidiyor.
Bende gelip bakıyorum. “Ne olacak hanı amuca?”
Yok canım bunlar darı. Oğlum bekle.
Üçüncü günü baktık ki darılar açılmağa başladı. Vay anasına!
İçinden bir şey çıktı böyle. Beyazım tırak, git gide ikinci gün yeşillendi, uzandı uzandı.
Üçüncü gün dedi ki: “Amuca bunlar nerden?”
“Oğlum deminkiler.””
“Yok canım sen!””
“Yok Vallahî deminkiler. O iki gün evvel gördüğün.”
Baktık ki dutun üzerinde yürüyor hem de delerek yürüyor.
Bir de dallar mallar baktık ki bu böcekler hepisi şöyle tırtıllı şeyler oldu. Nah bu kadar, yem yeşil.
Bir gün de baktık. “Cıııık.” “Ne yapıyorlar bunlar?””
Zikrediyorlar!”Ağzından bir iplik: “Allah! Allah! Allah! Allah!” derken derken derken, derken bembeyaz kozalar oldu.…

Ağzından bir iplik: “Allah Allah, Allah Allah!””
Derken derken derken, derken bembeyaz kozalar oldu.
Ne oldu? Vay anasına yav.
“Darı tânesinden çıktı bunlar bilmem ne! Yavv Allah’ın hikmetine bak!”
İşte bu düşünce var ya bu hüsnü düşünce, bir yıllık ibâdetten hayırlıdır. Kim ne derse desin.
Aha deminki herifin kılan, kıldığı namaz var ya onun 15.000 yıllık öyle namazdan böyle bir karıncayı düşünmek daha iyi. Aha hadis işte.
Bu mistir Franklin veyahut Çörçil’in sözü değil. Hazreti Resûlü Ekrem’in sözü, hadisi.
İşte bu tefekkür azîz cemâat 1 YILlık ibâdetten hayırlıdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Şimdi ikincisinde bir ANlık tefekkür gine.
Gine şöyle tefekkür, 70 yıllık ibâdetten hayırlıymış.
“Nasıl olur?””
Her kim. Hepimiz ibâdet ediyoruz. Cemâat namız kılıyoruz yavv.
Kimisi maçta, kimisi sinemâda, kimisi tavla atıyor.
Kimisi: “Yarın ulan felân evi soyalım!” diyor.
Ötekisi senedi kırarsak felâncadan aşıramayız. Bono bilmem ne.
Kıyamet dünya birbirine karışıyor. Sizde şurada câminin içinde.
Her kim yaptığı ibâdetini düşünür onların hikmetlerine karşı irfan duygusu taşırsa.
“Ne demek bu?””
Ben Allah’ın rızası için namaz kılıyorum, Cennet cehennem için değil.
Faziletli olacağım, doğru olacağım. Yarın Huzur-u İlahîyeye gittiğim zaman Resûlullah’ın elini öpeceğim,
Bana: “Hayy mübârek ümmetimden Mehmet bey yahut Hasan Bey!” diyecek. “Beni memnun ettin Allah’ın huzurunda gel kollarımın altına!””
Bunu tefekkür etmek. Allah’ın rızasını şey etti.
Yaptığın ibâdetin neticesinde Allah rızasına, Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem yüzünü güldüreceğini düşünürsen bu tefekkür, diyor Cenâb-ı Peygamber 70 yıllık ibâdete bedeldir.
Gece herkes uyuyor. Kalktın bir de, açtın pencereyi havada serin.
Postunu da koydun: “Allah rızası için iki rekat teheccüd namazı kılmaya niyet eyledim. Döndüm Kâbe’ye durdum Huzur-u İlahîyeye: “Allahuekber!””
Daha namaza başlamadan evvel, gece uyandım, ben bu gece teheccüd namazı kılacağım. Bitti! 2 rekat bitti oğlum.
“Elhamdulillahi Rabbil âlemin! Çok şükür Ya Rabbî, Elhamdulillah, Sen kabul et! Sen beni cehenneminde çok yakma!””
Bu da şeydir haaaaa! Bu lakırtı da Arapçadır.
“Yâ Rabbî sen beni. Yani ben cehennemlik miyim değil miyim bilmiyorum ama Yâ Rabbî eğer girersem çok yakma!””gibi.
“Ulan bişeyin yok senin girecek değilsin!” der O, anladın mı?
Biraz dua edip de gözünden yaş geldi mi, bi de semâya bak: “Aman Yâ Rabbî! Herkes uyuyor beni kaldırdın Yâ Rabbî!””
İşte bu tefekkür yok mu 70 yıl oğlum, 70 YIL.
Hele bir gece de devam ettiğin zaman böyle her gece kalkabilirsen Kadir Gecesini bulursun.
Kadir Gecesini bulmazsın, Kadir Gecesi seni bulur.
“İnnâ enzelnâhu fî leyletil kadr. Ve mâ edrâke mâ leyletul kadr. Leyletul kadri hayrun min elfi şehr. Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr””
“1.000 geceden, yıldan hayırlıdır” diyor işte.
Kadir Gecesi seni bulur haberin olmadan.
İşte bu da, 70 yıllık ibâdete bedel olan düşüncedir.
Üçüncüsünde bir ANlık tefekkür 1.000 yıllık tefekküre, 1.000 yıllık ibâdetten hayırlıdır buyrulması, her kim ilahî mârifeti düşünür, Allah’a karşı tam irfan duygusuna sahib olmayı dileyerek bunun yaptığı tefekkür de bin yıllık ibâdete bedeldir. Asıl irfan işte ilim budur.

Yoksa: “Vır vır vır vır. Şu şöyleydi, bu böyleydi!”
Orucun farzları şudur. Namazın farzları budur. Bizim konuştuğumuz gibi.
İşte öyle âlim olursa insan onun uykusu, hırıltısı ötekisinin ibâdetinden hayırlıdır. Yanii, tevhid hâli demektir.
Sana senden yakîn olan Cenâb-ı Allahla BİR-likte.
Bu hale gelen Allah’ın, bu hale gelende Allah’ın sevdiği kokulardan Reyhan Kokusu belli olmağa başlar insanda ki, bunlar Sıddıkiyn Zümresinde vardır.
Allah cümlemize böyle insanlara sürünmek nasib-i müyesser eylesin!. Âminn!.

Gine bir Hadis-i Peygamberi de diyor ki: “İbadet gösterişsiz olmalı!””
Yapılan ibâdetten dünyada kâr beklememek lâzımdır. Bunlara çok dikkat eden insan şirkten kurtulur.
Yine Peygamber Efendimiz: “Her kim ki, 40 gününü ihlâs ile sabahlarsa hikmet kaynakları kalbinden akmağa başlar” diyor.
“Eğer akmazsa diyor. Benim canımı ye’di kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki ruhaniyetimle onun yanına gelirim” diyor Cenâb-ı Peygamber. Ben söylemiyorum.
“Her kim ki 40 gününü ihlas ile sabahlarsa hikmet kaynakları kalbinden diline akar!” diyor o kulumun diyor.
“Eğer bu akmazsa diyor Benim cesedimi, ruhumu Ye’d-i Kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki o ümmetimin hangi zaman ve mekanda olursa yanına gelirim!””

Mü’minün Muheymin var. “mû’minul muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir”” âyet-i kerime. “Mü’min ve Müheymin.”
“Mü’min Mü’minin aynasıdır” hadisi vardır. “Mü’min Mü’minin aynasıdır.””
“Ben Hacı Efendinin bakacağım nuranî yüzüne onun gibi olmağa çalışacağım!”
O da bana bakacak, benim gibi olmağa çalışacak! “Mü’min Mü’minin aynası.””
Birincisi Mü’min yani Mü’min ve Müheymin var ya kelimesi Mü’min.
Birinci Mü’min kulun kalbidir. İkinci Mü’min ise ALLah’tır.
“mû’minul muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir”
Onun için insanın yüzünde Allah tecellî eder görebilirsen.
“Ben kulumla görürüm, kulumla işitirim!””Allah görüyor.
Onun için “Mü’min Mü’minin aynasıdır” demek, hakiki Mü’minin gözünde Allah’ı görür..

Onun için azîz cemâat!
(Vakit var mı daha. Geliyor mu vakit?)
İnsan vücudunun en ince mimarisi, hücrelerin dizilişinde gizlidir.
Yani mikroskopla insanın vücudunu tetkik etseniz o kadar güzel bir diziliş vardır ki mühendisler, ressamlar gibi..…
Bir kar tânesini, mikroskobun altında tetkik edin, muntazam müseddesler, muhammesler, tirigonal şeyler vardır.
Müselles, muhammes bunlar dörtlü, beşli, sekizli şeylerdir.
İç içe fevkalade güzel şekiller halinde kar bile düşer.
Hatta 14.cü asırda Abehuy isminde bir papaz kristaloğrafi diye, kristaloğrafiyi kurmuştur. İlk kitabı o yazmıştır.
Yani bir cisim donduğu zaman, yahut incimad ettiği zaman muayyen kristaller şeklinde tebeyyün eder.
Meselâ insan kanına en çok benzeyen köpek kanıdır. Bir yerde kan lekesinin köpek kanı mıdır, insan kanı mıdır anlaması için onu mikroskop altına getirdiğiniz zaman, köpeğin kanının içinde emin, emin, Emin Efendi değil Emin Billurları vardır. Profosör Hemin’in bulduğu billurlar vardır, şöyle muayyen şekilde. O halde köpek kanıdır o.
Onun için her şeyin bir kristaloğrafisi, bir toplanma dizilişi vardır.
Bu dizilişlerin en güzeli, en gizlisi insan vücudundadır.
Hayat, maddenin anasırından ziyade diziliş âhengindendir.
Bu dağılış Allah’ın tecellî titreşiminden ibarettir.
Onun için bakın bir yeriniz kesiliyor derhal dokuyor orayı.
Kalbiniz işliyor. Kulaklarınıza şeyler geliyor.
Soğuk dalgalarını hissediyorsunuz, sıcak dalgalarını hissediyorsunuz.
Bunlar Allah’ın tecellîyatının insan vücudundaki titreşiminden ibarettir.
O halde bir kemik parçası, âhengi bozulmuş bir molekül yığınından başka bir şey değildir. Kemik parçası. Bu sistemden ayrılmış, titreşimi kaybolmuş bir kemikten ibarettir.
Bu ahenk tekrar bir tecellîye bağlıdır.
Mezardan çıkardın kemiği: “Yahu bu adam Hasan efendinin bacağı ben biliyorum bunu. Ne güzel bacağı vardı. Ne güzeldi, şimdi bak kemik oldu!””
Değiiiiiil. Cenâb-ı Allah’ın Hayy Esmâsının titreşimi kalmadı o kemikte. Kalmadığı için toprağa gitti. Bunun tekrar eski hale gelmesi için, onun bir titreşime, içine bir Tecellî-yi İlahînin, bir kuvvetin girmesine lâzımdır ki şey etsin.
Akümülatör bitti, tekrar dolduracaksın. Götüreceksin cereyana takacaksın. “Cırrrrrrr” dolacak.
Allah istediği zaman bu âhengi var ve yok edebilir.
Senin vücudundaki bu âhengi, güzel çalışmayı istediği dakika da yok eder, istediği dakika da var eder. İşte “mahşer” dediğimiz şey.
Allah’ın arz enerjisinden, arzın üstünden vasıtasız olarak yenileme emrini vermesinden ibarettir. Arza yenileme emri verecek.
İnsan vücudunda beyin ve hücreden maada bir mânâ cevheri de vardır.
Bu anlattığım hikayenin tahlil raporunu okumak ister misiniz?
Er Rahmân Suresi vardır Kur’ân-ı Kerimde. Onu okuyun. Onun tefsirini okuyun, tercümesini okuyun.
İnsan vücudunun analizi, raporu Er Rahmân Sûresi’ndedir.
İnsan bedeni ve maddesi, çok dikkat edin azîz cemâat, insanın maddesi ve bedeni bir radyo cihazı gibidir.
İster cereyanlı radyo olsun. İster transistörlü radyo, ister pilli radyo olsun. İnsan beyni de bu cihazın elektrik tesİsâtıdıri çok dikkat edin!
Asıl radyoya verici cihazda konuşan spiker nasıl hassasını veriyorsa.
Şimdi efendim bak şu radyo, insan. Bak! Sesim oraya kadar gidiyor. Oradaki seste benim sesimin hassası var mı?
Benim sesimi tanıyan bunu “Vaiz Efendi konuşuyor” der mi?
Der değil mi?.
Nasıl ki hassa buradan oraya gidiyor. Çok dikkat edin azîz cemâat!
Bak işte Allah bunu icad etti ki bunu anlatmak için. Nasıl gidiyorsa insanın bu asıl radyoya verici cihazda konuşan spiker, nasıl ki ben verici cihazdan konuşuyorum, oradan söylüyor.
Nasıl hassamı veriyorsam o sese, büyük yaratıcı Allahu Celle Celâlehu verici radyo ile âleme hitab ediyor. Âleme hitab ediyor. Hepimizin içinde.
İnsan alıcı radyo cihazı, insanın alıcı radyo. Sinir sistemi, beyin, alıcı radyoyu işleten elektrik radyo dalgaları nedir bu, ruh işte aha bak!
Bu radyonun transistör cereyanı ruh, içimizde.
İnsana insan vasfını veren ruh olduğu gibi, radyoya radyo vasfını veren de bu elektrik dalgalarıdır.
Zâhiren radyo maddi, madde cihazı ile elektrik cereyanından ibarettir.
Aha bu bunun gibi aynı, elektrik.
Halbuki Mütekellim-i Ahad konuşmadığı müddetçe radyo câmiddir.
Şimdi ben konuşmasam burada radyo duruyor orda.
Hepimizin evinde radyosu var. Ankara radyosu konuşmasa, başka dalga alamasa radyo ne olacak. Radyonun zâten istediği kadar içinde pili olsun..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »


O halde, essen büyük İslam Velileri Ruhun ebedîliğini ancak Allah izafette buyurmuşturlar. “Ruh Allah’tandır” demiştirler.
Onun için bundan 1380 küsur sene evvel.
Ve yes’elûneke anir rûh, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ
“El ruhi min emri Rabbî yeseluneke anil ruhi.”
Sana Ya Resûlum! “Ve yes’elûneke anir rûh” ruhtan, ruhu değil.
Ordaki an, ruhtan sorarlarsa, “kulir rûhu min emri rabbî”
âyet-i kerime.
Senden ruhtan sorarlarsa: “kulir rûhu min emri rabbî” ” Allah’ımın emrindendir buyurur. Şey.
Pırlanta sözünü 1380 küsür sene evvel Cenâb-ı Peygamber söylemiş.
Bu pırlanta söz bu güne kadar, madde göz ve kulağı idrak edemiyordu.
Şu radyo mİsâli bize gösteriyor ki, spikeri konuşan emre taalluk eden radyo, radyodur.
Elest Meclisinde âleme hitaba başlayan kâinâtın benzeri olmayan spikeri KûN emri ile bütün alıcı radyolara yolladığı Rahmân Esmâsı, Rahmân Esmâsından titreşiminden ibaret olan bütün ruh halindeki dalgaları bu alıcı olan vücudumuza ulaşınca diğer varlıklara bu radyo sesinin önünde secde emri çıktı. Hep böyle!
Ankara’dan emir veriliyor “ışıklarınızı söndürün, ışıklarınızı söndürün!
Radyo akımı var” dendi mi hep ışıklar söndürüyoruz.
Cenâb-ı Allah radyo Spiker-i Azam, ruhlar vücuda girdi mi meleklere emir veriyor: “Secde ediniz, secde ediniz, secde ediniz!””
Hepinizin kulağına söylüyor. Haydiiiii melekler hepisi secde etmeğe başladı.
Mantıklı şeytan, bir demir parçası gibi radyonun konuştuğunu görünce, çünki insan, Âdem orda.
Meleklere ses geliyor: “Secde edin, secde edin!”” Ses, ulan nerden geliyor.
Mantıklı şeytan dedi ki: “Ulan dedi, bu karşımdaki radyo bu konuşuyor!””
Meselâ şimdi radyodan konuşsa Reis-i Cumhur dese ki: “Şöyle şöyle yapın!””
“Ulan bu bir ses bunun Reis-i Cumhur olduğunu nerden bileyim?”
O sesi: “Ne biçim bu. Kim söylüyor bunu?” dedi.
“Ben buna secde etmem!” diye çıktı mantıkla.
Spikeri görmüyor: “O da kimmiş dedi. Ben buna secde edeceğim!”dedi.”
Spikeri gören ve bütün radyolardan çıkan seslerin TEK SES olduğunu sezen Muhiddin-i Arabi Hazretleri.
Spikeri gören ve bütün radyolardan seslerin tek ses olduğunu anlayan Muhiddin-i Arabi Fususunda müessir ile müessiril fih kelimesini kullanır. Vahdet ederek vahdet-i vücud ifade etmiştir.
İşte radyo onu ifade ediyor.
Bu ikinci radyo cihazının yani kırılırsa bu radyolar, radyolar vaiz olur. Hepimiz radyolarımızı kırarsak ses gelmez Ankara Radyosu kalır.
İşte şu radyosuz, spikeri dinlersen: “Benim radyom yoktur. Yalınız spiker vardır!” dersen.
İşte o zaman bunu birisi duymuş: “Ben yoğum!” demiş.
“Ene’l- Hakk!” demiş Hallac-ı Mansur kafasını vurmuşlar bunun üzerine.
“Bu radyo yoktur demiş, asıl Spiker vardır” demiş.
“Enel Hakk” demiş. Onun için “akrebu ileyhi min hablil verîd” Veridden daha yakındır Cenâb-ı Allah. 48:40

İşte onu bulmağa savaşmak lâzım.
İşte mahşer dediğimizde, ruhun bedene ba’asın Kur’ândan başka hiçbir retuş fikrine kapılmadan, dikkat buyurun mahşerde ruhun bedene ba’sını Kur’ânda başka hiçbir retuş fikrine kapılmadan İslam şöyle kabul eder.
Mukarrar olan gün gelince azîz Müslümanlar kâinâtın tek spikeri olan ALLAHHH, tekrar hitab edecek, yıllarca câmid kalmış, toprak altında kalmış radyo cihazı da tekrar ses verecektir.
“Neşriyât bitti” diye radyo yarın bir daha konuşmayacak demek ne ise Emir Âleminin ihtizazı olan ruh vücuddan ayrıldı diye bu beden dirilmeyecek demek aynı cehlin aynı yükseklik derecesidir.
Âlemlerin Fahri Ebedîsi, Elest Meclisinde, Allah’ın ilan ettiği aşk namelerinin 14 asır evvel Cebel-i Hira da başlayan plaktaki aksinden ibaret bu plak milyonlarca nusha olarak tab’ edilmiş ve Kur’ân halinde bizlere kadar gelmiştir:
“Ikra’bismi rabbikellezî halak” Allah’ın söylediği plak işte.
Aha bunu alınmış Hıra Dağında Kur’ân diye bize gelmiştir.
Ne büyük müjde! O büyük meclisin tazeleneceğini bize müjdeliyor.
Mü’minlere mahşer, eski Aşk Sohbetlerinin tekrar başlamasıdır.
Onun için öldüğümüz zaman hiçbir şeyden Mü’min korkmaz.
Tekrar o mahşerde toplanacağız. Cenâb-ı Sallallahu aleyhi ve sellem mübârek yüzünü görerek, bunlar tekrar sohbet edilecektir.
Onun için Müslüman ölümden korkmaaaaz!.
Ölümden korkmamak için, azîz müslümanlar abdestli geziniz!
Cünüb iken ne tırnağınızı, ne saçınızı, ne bir kılınızı, ne dişinizi ve ne de laf konuşunuz! Bunlar çok incedir!
Cünüb iken dünya kelâmı konuşmayınız! Çünkü Allah hesabına konuşuyorsunuz. Utanır insan!
Abdestli geziniz! Hased etmeyiniz kimseye! Yalan söylemeyiniz!
Açlıktan öleceğinizi bilsen bile şu bir avuçluk kursağa haram yemek sokmayınız!
Birbirlerinizi sevmeye çalışınız! Kimseye töhmet yapmayınız!
Hased etmeyiniz! Kimsenin peşinden konuşmayınız fenâ lakırtı!
Herkese güzel yüz, hayvana, çocuğa, ihtiyara itaatle ve şefkatle bakınız! Hepimiz bir gün öleceğiz, dünyada hiç kimse baki kalmayacaktır.
Onun için Cenâb-ı Peygambere inen en son âyetlerden birisi:
“Herkes ölecek! Yâ MuhaMMed Sende öleceksin.””
Hiç birimiz baki kalmayacağız. Onun için birbirimize girmeyelim! İyi geçinelim!
Şu toprak olacak midenin içine haram sokmayalım azîz cemâat!
Abdestli gezin! Yalan söylemeyin! Hased, hased etmeyin!
Gece namazı kılın! Ayda 2-3 gün oruç tutun!
Bunlar vücudu terbiye için büyük şeylerdir.
Büyüklerimize itaat edelim!
Allah cümlemizi islah eyleye!.
Âmiin!.

Allahümme salli ala MuhaMMedin ve ala ali MuhaMMed!.
Subhâneke Yâ Allam, Tealeyke Yâ Selâm!.
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!.
Allahümme entel Mennânü Bediü’s- semâvati velârd zel celâli vel ikram!.
Yâ Hayyu Yâ Kayyumu! Yâ Allahu celle celâlihu el hamdülillah!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Yâ Rabbî asi değiliz! Günahlarımız vardır! Sen bunları mağfiret suyunla yıka Yâ Rabbî!
Midemize haram lokma sokturma Yâ Rabbî!
Sıhati afiyet ihsan eyle Yâ Rabbî!
Memleketimizi her türlü afattan masun kıl Yâ Rabbî!
Yarın ahrete intikal ettiğimiz zaman bize mezarda kabir melekleriyle iltifat nasib eyle Yâ Rabbî!
Mahşerde Resûlullah’ın mübârek yüzünü güler yüzle bize göstermek, elini öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbî!
Her türlü afat-ı semâviye, afat-ı araziye afat-ı belâiyeden sen koru Yâ Rabbî!
Hastalarımıza devâ, dertlilerimize devâ ihsan eyle Yâ Rabbî!
Evimizi her türlü belâdan masun kıl! Memleketimizi düşman istilasından masun kıl Yâ Rabbî!
Ordumuza icâb ettiği zaman zafer nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Son nefeste buyurun: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhaMMeden abduhu ve resûlühü” kelimesi ile son nefesimizi vermek nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbî!
Bizi cehennem azabından koru!
Lillahi’l- Fâtiha!



Resim

Münafık: İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr. * Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyânet eden. * Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
Hassa: (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Fetvâ: Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.
İntiba: Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir. * Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak
Musavî: Eşit.
Hebâen mensura: Boşuna olarak. Faydasız yere dağılmış.
Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (celle celâlihu) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
Vaki’’: Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. * Geçmiş olan, geçen.
Münezzeh: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
Riba: Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir. * Faiz. * Muamelede meşru miktardan tecavüz. * Bir şeyin artması, çoğalması. * Verilen borç para veya mal karşılığında kâr isteyip zarara ortak olmamak sûretiyle hâsıl olan haram kazanç. (Bak: Faiz)
Mecburî: Zora tutulma. Mecburluk.
Ye’d: El. * Mc: Kuvvet, kudret, güç. * Yardım. * Vasıta. * Mülk.
Maazallah: Allaha sığındık. Allah korusun.
Mesûliyyet: Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş.
Karta: Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Umman: Büyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.
Yakîn: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirâyetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez.
Ayn-el yakîn: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirâyetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
Sünnet: Kanun, yol, âdet. * Siret-i hasene. * Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve mânevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir.
Ulu’l- Emr: İdareceiler.
Meb’us: Gönderilen. Ba's edilen. * Halk arasından seçilerek Millet Meclisine âzâ edilen. * Allah tarafından gönderilmiş olan. * Öldükten sonra diriltilen.
Müteâlâ: İnceleme.
Tefekkür: Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek
Kayyum: Başlangıç, nihâyet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (celle celâlihu). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak
Nevi: Nev'e aid, çeşit ile alâkalı.
Teferruat: Bir şeyin bütün incelikleri, ayrıntıları.
Sıddıkıyn: Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (RADİYALLAHU ANHU) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (RADİYALLAHU ANHU) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.
El Müheyminü: Korku ve hüzünden emânda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Mü'min: Îmân, emniyet ve emânın kaynağı ve vericisi olan, vâ'dinde sadık ve emîn olan, mutlak imân edilen, güvenilen, sığınılıp dayanılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Müselles: (Selâse. den) Üç, üçlü. Üçleştirilen. Üç köşeli olan. Üçgen.
Muhammes: Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş. * Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume. * Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden her biri. Beşgen.
Hassa: (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Ba’s: Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
Müseddes: Altı kısımdan meydana gelmiş. * Altılı. Altıgen.
İncimad: Donma. Buzlanma. Sertleşme.
Câmid: (Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız.
İzafet: İsnad etmek sûretiyle, isnad ederek, ona bağlıyarak.
Taalluk: Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Aid olma. * Dünya alâkası. * Sevme.
Mukarrar: Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.
Kursak: Mide. Karın.

Resim

Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar.” buyurdu.
(Buharî, Cihâd 134; Ebu Davud, Cenâiz 2, (3091)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
"Mü'min kişiye bir ağrı,
bir yorgunluk,
bir hastalık
bir üzüntü
hatta bir ufak tasa İsâbet edecek olsa,
Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur." buyurdu.
(Buharî, Marda 1; Müslim, Birr 52, (2573); Tirmizî, Cenâiz 1, (966).

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetim yağmur gibidir, sonu mu, yoksa başlangıcı mı hayırlıdır, bilinmez. Evveli ben, ortası Mehdi ve sonu Mesih olan bir ümmet, asla helâk olmaz.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: : “Ümmetim mübârek bir ümmettir, evveli mi yoksa sonu mu daha hayırlıdır bilinmez.” buyurmuştur.
(Ammâr b. Yasir radiyallahu anh’dan Kâmûzul-Ehâdîs s. 83, 1151. hadis. (İbn-i Asâkir, Amr b. Osmandan mürsel olarak); Kandehlevî Muhammed b. Yûsuf, Hayâtus-Sahâbe I-IV, Konya 1983, II, 599; Sübülüs-Selâm IV, 127; es-Savâikul-Muhrika s. 211.)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetim, evveli mi sonu mu daha hayırlıdır kesin bilinmeyen yağmur gibidir” buyurmuştur.
(Enes b. Malik radiyallahu anh’dan; Ebû Davud Teyalisi; Tirmizî; İbnü Mâce, Muhammed b. Yezid, Sunenü İbn-i Mâce I-II, İstanbul, ty. II, 1319, no: 3987; es-Savâikul-Muhrika s. 211, Sübülüs-Selâm IV, 127.)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetimin misâli yağmur misâlidir. Evveli mi, sonu mu daha hayırlıdır bilinmez.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anh’dan Ramuz El-Ehadis, shf 390 Ahmed Ziyauddin Gümüşhânevî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cehennem şehvetlerle, cennet de hoşa gitmeyen şeylerle çevrilmiştir.“ buyurmuştur.
(Buharî, Rikak, 11/274)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini tanıyan RASBBını tanımıştır.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ II/343 (2532)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Altı sınıf insana Allah lanet etmiş ve duaları Allah katında kabul olunan Nebîler de lânet etmişlerdir.
Bunlar şu kişilerdir:
1. Allah-ü Teâla'nın Kitabına herhangi birşey ekleyen.
2. Allah'ın takdirini (kaderini) yalanlayan.
3. Baskıyla (otorite ile), Allah'ın azîz kıldığını zelil, zelil kıldığını azîz kılan.
4. Allah-ü Teâla'nın haram kıldığı şeyleri helâlleştiren.
5. Allah'ın yakınlarıma yapılmasını haram kıldığı şeyi helâlleştiren.
6. Benim sünnetimi terk eden.." buyurmuştur.
(Beyhakî kendi senedi ile Hz. Aişe rad.a'dan; Bu hadisi Taberanî ve Hâkim de naklederek sahihtir dediler; Bkz: Tirmizî 2154, İbn Hibban, Es-Sahih 7/501, Taberanî, Mucemu'l-Evsat 2/398, El-Mucemu'l-Kebir 3/136, El-Hâkim, Mustedrek 1/36 ,2/525, 4/90; Heysemi, Mecmu'uz-Zevaid 1/176, 7/205, Es-Suyuti, Camiu's-Sağir 2/46)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ümmetim bozulduğu vakit, insanlara öyle bir zaman gelecek ki, o zaman benim sünnetime sarılmak, ateşin közünü tutmak kadar zor olacaktır." buyurmuştur.
(Hâkim, Tirmizî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimin zâlim bir kimseye: "Sen zâlimsin" demekten çekindiğini gördüğün zaman, onlara vedâ edilmiş demektir.” buyurmuştur.
(Taberanî, Hâkim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
نوم العالم خير من عبادة الجاهل”
“Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa (el-Mevdûatu’l-Kübrâ), Thk: Muhammed Lütfi es-Sabbâğ, 2. Baskı, Beyrut, 1986, s: 374, hadis no: 567.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“نوم العالم خير من عبادة الجاهل
:Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Türkiye Diyanet İşleri Yayn. Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH celle celâlihu: “ve’l insânü sirrî ve ene sirruhû: İnsan benim sırrım,bende insanın sırrıyım.” buyurdu.” buyurdu.
(İsmaîl Hakkı Bursevî, Ruhu'l- Beyân tefsiri c.3.s.8. (Beyrut))

Yani “Ben insanın sırrıyım, sırrım onun sırrındadır".
“Batın ilmi bir sırdır. Allah'ın sırlarından ve hikmetlerinden bir hikmettir. Onu dilediği kullarının kalbine koyar”
(İsmaîl Hakkı Bursevî, Ruhu'l- Beyân tefsiri Sûre-i Bakara, Âyet 269; Râmûzu'l-Ehâdis, Hadîs No: 3925.; Gazalî'nin İhyâsı'nda)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah Teala hazretleri şöyle buyurdu: "Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyimdir." buyurdu.
(Sahiheyn ve Tirmizî'de Ebu Hureyre'den; Buharî, Tevhid 35; Müslim, Zikr 1, (2675); Tirmizî, Zühd 51, (2389)

Müslim ve Tirmizî'nin rivâyetinde şu ziyade vardır: "O bana dua edince ben onunlayım."

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
ـ5850 ـ15ـ وفي رواية ‘بي داود والترمذي، عن أبى هريرة أيضاً قال: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ #: إنَّ حُسْنَ الظَّنِ بِاللَّهِ تَعالىَ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ[.
"Allah Teala hakkında hüsnüzan, güzel ibâdettendir." buyurdu.
(Tirmizî, Daavat 146, (3604); Ebu Davud, Edeb 89, (4993)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH celle celâlihu: "Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O , beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim."
(Buharî, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizî, Da'avat 142, (3598)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibâdetten daha hayırlıdır” buyurdu.
(Suyutî, Camiu’s-sağir, 2/127; Aclûnî, I/310)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ Bir saatlik tefekkür (hikmetli düşünüş ) 60 yıllık nâfile ibâdetten daha hayırlıdır. ” buyurdu.
(Türkiye Diyanet İşleri Yayn. Riyâzu’s-Salihin-Seçme Hadisler)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir saatlik tefekkür altmış senelik (nâfile) ibâdetten daha hayırlıdır." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I/370)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanlara) duyurmak için bir amel işleyeni, Allah (Kıyamet günü insanlar önünde) teşhir eder. Gösteriş için bir amel işleyeni, Allah (Kıyamet günü insanlar önünde) rezil eder.” buyurdu.
(Müslim 4/2289)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH celle celâlihu: “Ben, kendisine şirk koşulanların şirk’ten en çok mustağni olanıyım. Kim, bir amel işler de amelinde bana başkasını ortak koşarsa onu ve şirkini bırakırım.” buyurdu.” buyurdu.
(Müslim 2985)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim Allah rızası için 40 gün ihlâsla sabahlarsa, hikmet pınarları, onun kalbinden fışkırıp, diline akar hale gelir" buyurdu.
(İ.Ahmed, Müsned; Ebu Nuaym; Kudaî (Kenz, 3/24, 464)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’min mü’minin aynasıdır, mü’min mü’minin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder / zarardan-ziyandan korur ve arkasından da / gıyabında da elinden geldikçe onu savunur."
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Ebu Davud, Edeb, 49)

Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allahu Teâlâ şöyle ferman buyurdu: "Kim benim velî kuluma düşmanlık ederse ben de ona harb ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." buyurdu.
(Buhârî, Rikak 38.)

Resim

أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ
“”E raeytellezî yukezzibu bid dîn (dîne): Dini yalanlayanı gördün mü?”” (Mâûn 107/1)

فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ
“Fe zâlikellezî yedu ul yetîm (yetîme): İşte yetimi itip kakan”” (Mâûn 107/2)

وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ
“Ve lâ yahuddu alâ taâmi’l- miskin (miskîni): Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.” (Mâûn 107/3)

فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ
“Fe veylun li’l- musallin (musallîne): İşte (şu) namaz kılanların vay haline”” (Mâûn 107/4)

الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ
“Ellezîne hum an salâtihim sâhûn (sâhûne): Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar”” (Mâûn 107/5)

الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ
“Ellezîne hum yurâûn (yurâûne): Onlar gösteriş yapmaktadırlar”” (Mâûn 107/6)

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ
“Ve yemneûne’l- mâûn (mâûne): Ve 'ufacık bir yardımı (veya zekatı) da' engellemektedirler.”” (Mâûn 107/7)


الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
"Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûne's-salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne): Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan ALLAH yolunda harcarlar.”" (Bakara 2/3)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”” (Kaf 50/16)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn: Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.” (Hicr 15/99)

”
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
“İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l- kadr: Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.”” (Kadr 97/1)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
“Ve mâ edrâke mâ leyletu’l- kadr: Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?” (Kadr 97/2)

لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
“Leyletu’l- kadri hayrun min elfi şehr: Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.”” (Kadr 97/3)

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
“Tenezzelu’l- melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin: O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrâil), her iş için iner dururlar.”” (Kadr 97/4)

سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
“Selâmun, hiye hattâ matlaı’l- fecr: O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar” (Kadr 97/5)”


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes’elûneke ani’r- rûh (rûhı), kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.””
(İsrâ 17/85)


هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsus selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l –azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn: O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üsündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.””
(Haşr 59/23)


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”” (Kaf 50/16)

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
“Ikra’ bismi rabbikellezî halak: Oku O yaratan Rabbinin adıyla!.”” (Alak 96/1)

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
“İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn: (Ey MuhaMMed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.”” (Zümer 39/30)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

NÛR-u RESÛLULLAH
sallallahu aleyhi vesellem..


Azîz Cemâat!
Bütün âlemleri yoktan var edip ucu bucağı bulanmaz semâları masmavi bir nur ile dolduran ALLAH’a hamd ederim!
Mübârek ruhu nur âleminin ebedîliği içinde azîz olan ALLAH’ın Muhterem Resûlüne ve ona inanlara salât ü selâm ederim!.

“E lem ta’lem ennellâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard, ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr "

ALLAHümme entel Mennânü Bediü’s- semâvati velârd zel celâli vel ikram!.
Yâ Hayyu Yâ Kayyumu!.
Yâ ALLAHu celle celâlihu el hamdülillah!.

Yâ İlahî! Bizler asi değiliz, hatalarımız vardır, onları mağfiret hazinelerini, Senin emrini yerine getirmek sevk ve aşk ile toplanan bu kullarına saç Yâ İlahî!.
Bizi yolumuzdan şaşırtma.
Bize sabır ihsan eyle, kuvvet ver, kanaat hasletlerimizi takviye eyle!
Bizi Cehennem ateşinden koru Yâ Rabbî!.
Subhâneke Yâ Allam! Tealeyke Yâ Selâm!.
Ecirnâ mine’n- nâr ve bi affike Yâ Mücir!.

Azîz cemâat!
Kur’ân âyetlerine, yani ALLAH sözlerine ve Cenâb-ı sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin vilâyet cephesinden bize bildirdiği ki hadislerdir onlar, vilâyet cephesi demek peygamberlerin bir Cephe-yi Vilâyet bir de Cephe-yi Nübüvveti vardır.
Cephe-yi Nübüvvet, tebliğ cihetidir ki bunun yeri haktır bize bildirir.
Cephe-yi vilâyet ise doğrudan doğruya ALLAH ile olan muamelesidir.
Gündüz Resûlullah, Resûlullah’ı sallallahu Aleyhi Vessellem, Cenâb-ı ALLAH’ın radyo hoparlörüdür. Anladın mı şimdi?.
Cenâb-ı ALLAH, bütün kâinatla Resûlullah’ın kalbi mübârekinden konuşur.
Onun için MuhaMMedsiz sallallahu aleyhi vessellem ALLAH bilinmez.
ALLAH’a, Resûlullah çekip götürür bütün mahlukatı.
Aha burayı kapadı mı ses yok.
Onun için sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin, bütün kâinat yaratılmadan evvel Nur-u Resûlullah yaratılmıştır.
Cephe-i Vilâyet ile söylediği sözler hadisleridir. “Felân şu olacak!.” dedi mi olur.
Nasıl ki, şu küçük çocuğun bak saçları simsiyah, bunun bir gün süt beyaz olacağını biliyoruz biz. Ama tecrübemiz var.
İşte biz bir saçın siyah olmadan beyaz olacağımızı evvelden bildiğimiz gibi Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz de kendi Cephe-i Vilâyet bakımından geleceklerin hepsini bilir.
Onun için Resûlullahu sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin bütün hadisleri bir mübârek kendi devr-i saâdetlerine aiddir.
Yani devr-i saâdet cesed-i mübâreklerinde ruh-u muallâları bulunduğu zaman, bir de işte bizim insan lakırtımızla hayatta olduğu zamanda devr-i saâdetlerine aiddir..

Ondan sonra devr-i sadetlerinde kendi mübârek yüzünü görmüş olan tabiinin yüzünü görmüş olan tabiin devrine aiddir.
Ondan sonra da gelecek devirlere aiddir.
Öyle hadisler vardır ki bugün hadisler vazifelerini bitirmiştir.
Öyle hadisler vardır ki bugün daha mânâsını anlayamıyoruz, gelecek devreler içindir.
İşte bu hadisler ve Kur’ân âyetlerinde bildirildiğine göre her millet kendi nasîbini çeker.
Her millette, her ümmette, millet, ümmet, illet ne dersen de hepisi aynıdır bunların.
İllet de vardır. Bazen ümmet illet olur. Birbirimize illet olduk işte.
Her milletin ve her insanın bir sa’dı vardır buyurur. Saat değil sa’d. El el..
Bu elindeki kepçe dolmadan hasenatını ve belânı görmezsin.
“Efendim felân herif edebsizlik yaptı yaptı, yaptı, yaptı.
ALLAH’ta para verdi, verdi, verdi. Öteki adam gâyet iyi adam, ekmek bulup yiyemiyor bu ne biçim iş!.””
Hemen insan aklı bel kemiğinden, ALLAH adâletsiz hâşâ sümme hâşâ.
Sonra Efendim ALLAH seriü’l- hesabtır.
“Ne hesabı?.””
Ateşe elini sokar sokmaz elin yanar, sok elini çıkar, yarım saat sonra mı yanar elin yok.
ALLAH’ın kanunda bir hadise oldu mu derhal cezâsını, fenâlığını görürsün. Seriü’l- hesab!.
“Efendim bu herif bu kadar edebsizlik etti, etti, etti de dua ettik, beddua ettik. Bilmem ne ettik. Falân ettik. Herife bir şey olmadı yav!.””
Sa’dı daha dolmamıştır, sa’d.
Avucunun içi tamamıyle döndü mü herif böyle, böyle hale gelir “höööt!” derken gümler!. “Nereye gümüler?”
Ölmek yav bişey değil. Ölümden korkmayınız!
Öyle adam var sürünür. Nerde sürünür, âhirette sürünür.
Âhirette sürünmek, sokakta, tarlada şöyle dört ayak gitmekten daha beterdir.Âhiret sürünmesi berbattır.
“Efendim felân adam böyle yaptı yaptı yaptı. Canım böyle iş mi olur zengin herif, bilmem nerde. Ben açlıktan ölüyorum o namaz kılmıyor, ben namaz kılıyorum!.” ”Namazı zenginlik için kılmıyorsun.
“Efendim herif öldü!.””
Ölmek demek ölüm, vücudun yıkılması değildir efendim. ALLAH bir şeyi yıkmaz. Mahvetmesi demek değildir. Hâşâ sümme hâşâ..
ALLAH bir şeyi yarattı mı daha tekâmülünü yaratır.
“Ne?””
Buğday, küçücük buğday, büyüdü, büyüdü büyüdü gitgide tekâmül etti. Ne oldu?.”
Buğday oldu, harman oldu. Eee harman bitti. Mahvolmadı.
Harmanda, kendinin yabancıları çıktı içinden.
Geldi değirmene. Un oldu, hamur oldu, ateşe girdi. Azîz ni’met oldu.
“Eeee sonra yok!.””
Yedi kul onu! “Elhamdulillahi Rabbilâlemin. Çok şükür Yâ Rabbî!.””
Vücudunuzdaki Hayy Esmâsının devâmı için yemek yenir.
Her şey tekâmül eder, düşmez.
O halde ölüm mahvolmak demek değildir. Bir çözülmedir oğlum, çözülme, çözülme!.
Ölüm insanın Mânevî Benliğini halktan, ALLAH kendisine çekmesidir.
“Mânevî ben verdim alacağım. Gel oğlum bana!” dedi aldı. Ölüm bu!
Çünkü âyet-i kerimede: “Her şey Hakk’a döner!””
Külli şey’in Mü’min ehl-i turceun. Her şey ALLAH’a döner. ALLAH’tandır zâten, ALLAH’a döner..
Denizden buhar olur havaya çıkar. Bulut olur ve bize dökülür. Nehir olur?. Damla olur, yine iner deryaya gelir deniz olur..

Onun için ölüm bir çözülme, bir mahvolma değildir. Bir tekâmüldür, tekâmül.
İşte, böyle ümmetlerin içinde yine sallallahu aleyhi ve sellem Hadis-i şerifinde ve âyet-i kerimede:
“Ümmetler her an mahvolmağa meyyaldirler!.” diyor.
Her an, an, an!. An demek, bittiği gün.
Turfatu’l- ayn, göz kırpmak. Her an mahvolmağa şeydir.
Yani barut fıçısı, yanında da böyle bir ateş yeri var ama arkada düğmeye basmak lâzım..
“Booooom!.” diye berhava olması lâzım.
Heran insanlar mahvolmağa, perişan olmağa hazır vaziyettedirler. İçlerinden on milyon kişinin içinden bir tek kişi, o ANda Huzur-u Rabbanî de ise şu güzel yüzünüzdeki alnınızı süsleyen İslâmi Nur ile secdeye kapatmış ise içinden “ALLAH!.” diyor ise ara sıra Resûl-i Ekreme salâvat-ı şerife getiriyor ise.
“Resûl-i Ekreme salâvat-ı şerife getirmek ne demektir?””
Saçmalamayın!. Resûl-i Ekreme salâvat-ı şerife getirmek demek, insanda bulunan Nur-u Resûlullah’ın farkına varıp: “Hu hu hu!.” demektir. “Bende de var demektir Resûlullah’ın Nuru. Bağırıyorum aha varrr!.” demektir. Düğmeyi Resûlullah’a eklemek demektir.
“Allahümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ ali MuhaMMed. Bende de MuhaMMed Nuruuu var. Müslümanımmm, ALLAH’ı biliyorum!” demektir.
Onun için “Allahümme salli alâ muhaMMedin ve alâ ali MuhaMMed aha ben geliyorum.””
Yook öyle olmaz öyle!. Çeneden olmaz, buğazdan olmaz. Mideden bağırsaktan olmaz.
“Allahümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ ali MuhaMMed!””
Onun için Resûlu sallallahu aleyhi vesellemin imizin “Mim” ile başlayan mübârek ismi, aha orda var. Kur’ân-ı Kerim de bile bir yerde geçer. Kendi mübârek ismi. Cenâb-ı ALLAH bile Resûli sallallahu aleyhi ve sellem “Mim” harfi ile başlayan ismini böyle nazla söylüyor.
Diğer isimleri; Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, El Müddesir, El Müzemmil. 80 türlü isimnen Ahmed, Mahmud bir çok isimler mevcuddur.
Demek ki o “Mim” ile başlayan isimde bir SIRR var, bir sırr...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Onun için azîz cemâat, abdestli olmadığınız zamanda Resûlullah’ın mübârek ismini ağzınıza almayın!
“Resûli Ekrem Efendimiz Efendim, Peygamber Efendimiz, Efendimiz”” böyle deyin.
Sokakta da bir birine bazı Müslümanlar hemen yapışır eline: “Allahümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ ali MuhaMMed!””
Yanından bir iki ayaklı eşek geçer duyar onu. Ulan söyleme. Söyleme!.
“Merhaba amuca!” de. “Nasılsın ağam!” de.
İçinden elinin tuttuğu zaman, kanından Resûlullahlar birbirine yapışsın!.
Eczâneye gider “Selâmu aleyküm!” Helâya gider: “Selâmü aleyküm!””
Demeyin efendim! Şimdi hep gusülsüzlerle dolu dünya.
“Selâmün aleyküm!” kime dersin; abdestli Müslüman, secdeyi bilir.
Giderken sokakta gördüm ama ben diyeceğim Efendim “Selâmün aleyküm!””
Geçerken: “Selâmün aleyküm!” de geç!.
Kahveye girer “Selâmün aleyküm!” Hana girer “Selâmün aleyküm!”.
Otele girer...
Aha bugün efendim bu yalan mı?. Gelin gidelim, aha oturalım bakalım.
“Merhaba!” de yavv. “Günaydın!” de. “Nasılsın” de.
Bunları rezil etmeyin efendim!.
Ama şu demek değil: “Efendim, biz salâvat-ı şerife getirmeyelim mi?”
Ulan gündüz getireceğine gece herkes uyurken getir, kıymeti orda bunu. Gece!..

Onun için İslâmi tâbirleri, şunları bunları tezelzüle uğratmayın azîz cemâat!
Abdestli bak burada ölüm, dilimi dibinden koparsan Resûlullah’ın mübârek “Mim” ile başlayan ismini câmiden başka bir yerde söylemem.
“Resûl-i Ekrem Efendimiz, Peygamber Efendimiz, Hazreti Ekrem Efendimiz” böyle söylerim. Dilimi dibinden koparsanız söylemem.
Yağma mı var, ben sokakta bilmem gusülsüz herifin yahut şunun bunun herifin yanında Resûlullah’ın mübârek ismini konuşacağım.
Eşşeknen Muttalib’den herif geliyor. Aha şu Tahıl Pazarında geçen günü. Eşek gitmiyor. Kuyruğuna bişey mi kondu ne. “ALLAH belânı versin!” diye küt diye eşeğe şeyi vuruyor.
Ulan orasında bak hayvan pislikleri var.
Bura Tahıl Pazarı ve herif yaşlı idi herif dövecektim herifi: “Amuca dedim yahu şurada ALLAH’ın ismi anılır mı? Hem siz diyorsunuz ki biz Şeyhiz!. Hep bizden çıkar velîler."”
Aha şuradaki Muttalib. Git Muttalib’in içine giremezsin pislikten.
Oğlum İslâmiyet içte de vardır ama dıştan görünecek.
Ben anlamam bitli velî olmaz! Üstü başında pireli Velî olmaz!.
“Efendim felânca adam Velîymiş!””
Ne..? sümükleri akıyor bilmem ne, tebdili kıyâfet. Ne tebdili, ALLAH o vaziyete mi tebdil eder onu. Yırtık olabilir insanın üstü, ama gül kokar oğlum.
Sümüğü akıyor. Bilmem efendim kıçından solucanlar çıkmış, “efendim zamanın Kutbu” ALLAH, Velîsini öyle rezil etmez! Bunlara inanmayın!
“Dil ile ikrar kalb ile tasdik.” Kalb ile tasdik dil ile ikrar değil dikkat edelim.
Dil ile ikrar kalb ile tasdik. İlk defa ağıznan söyleyeceksin.
Yani görüşünden belli olacak, ondan sonra içini temizleyeceksin.
Onun için temizle!…
Haa işte bu vaziyette olan ümmetten biri hadiste, gece vakti şöyle:
“Yâ Rabbî Subhan!””Bütün eskişehir uyuyor. “Senin sel âfetinden, zelzeleden sen mahsun kıl Yâ Rabbî!” deyip de bi şey etti mi, Eskişehir hududuna değil Bulgar hududuna kadar onun duası kabul olunur.
Onun için aha şu bir avuç müslümanlar yok mu, şehrin sigortasıdır oğlum. Ötekiler kılmasın, cümbüş etsinler. Biz rahat sigorta biz.

Namazda da öyle. Namazda da hepimizin namazının İnd-i ilâhide sicile geçmesi için sigorta, doğrudan doğruya İmam Efendidir.
İmam Efendiye de aynen uyacaksın. İmam Efendiden evvel belini kırmayacaksın. İmam Efendiden evvel aşşağıda yer yok! Aşşağıda İmamla birlikte secdeye gidersen aşağıda mis kokusu var! İmamdan evvel gidersen aşağıda başka koku var. Onu burada söylemem, hayvanca olur o iş!
Onun için kıymetlerinizi, içinizdeki Nur-u Resûlullah’ın kıymetini bilin azîz cemâat!
sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd” “

“Secde yapanların alnında bir iz vardır” diyor, iz.
Bu aynada görünmez. Secdeye sürünüp de bazı pis halılardan geçen toprak şeyine de benzemez bu. Bu gözle görülmez oğlum! Onu gören görür!
Hepinizde var bu. Vallahi de var, Billahi de var. Ama kıymetini bilirsen!

İşte, böyle yapan bir ümmet hangi devirde yaşıyorsa, o Velîdir.
Eskişehirli bitek kişi olsa içimizde kâfidir.
Her vilâyette bi tâne olsa.
“Yahu bu kadar edebsiziz de ALLAH mahvetmiyor”!”
Yağma mı var ya bi tânesinin gözünden yaş gelir. Senin sözünü mü dinleyecek ALLAH.
Binlerce ampul yanıyor. Merkezdeki şey, dürbün dönerek, üç beş tâne ampul parçalanmış bir şey olmaz, merkeze bak sen!
Onun için kıymet-i islâmiyelerinizi bilin azîz cemâat. Onu, bir pırlanta gibi mübârek kalbinizde saklayın! O mübârek kalbte, aklınız ve kabiliyetiniz birleştiği zaman Resûlün Nuru başlar çarpmaya!
Çarptı mı, o zaman fitili aldın, fitili aldın!

Bu Nurun rengi yoktur.
Vurduğu yerde muhtelif renklerde görülebilir.
Nasıl ki bir billur alın elinize, billura güneş ziyası vurduğu zaman bu taraftan 7 tâne rengi görürsünüz.
Hani çocuklar oynar onlarınan, bazen de ebe kuşakları olur yağmurlu havalarda, işte güneş ziyası oraya vurdu mu renkler görülmeğe başlar.
Yahutta renk billurda görülüyor. Ya billur onu gösteriyor yahutta billurda görülüyor.
İnsanoğlu Ahsen-i takvim yaratılmıştır.
Bütün melekler emrine verilmiştir.
Cenâb-ı ALLAH insanı muhatab etmiştir. Kur’ân ona iniyor!
Hiç develere Kur’ân inmiş midir oğlum, deve peygamberi var mıdır?
Fillerin, öküzlerin var mıdır? İnsan, insan, oğlum!
ALLAH seninle konuşmak istemiş, o konuşmak için telefon ahizesi de Sallalahu Aleyhi Vessellem Efendimizdir.
“Efendim bizlen de konuşsun!””
Sen ilk defa, Resûlullah’ın santraline bağlan.
Voltaj çok büyük, biz onun şeyinden konuşamayız!
Bak bize 220 volta inerse bizim ampuller yanar.
Merkezde 20.000 volt darmadağın olursun.
Cenâb-ı sallallahu Aleyhi Vesselleme vahiy gelirken bile araya kul olmayan bir tanker-i mânevî koymuştur Cenâb-ı ALLAH.
Cebrâili koymuştur.
Cebrâil bir tanker, yani hanı gazyağı götürüyorlar tankerler var ya onun gibi bir tanker.
Gitmiş hortumunu, Sıdretü’l- Münteha’da Cenâb-ı ALLAH’ın, bilmediğimiz bir mekanında takmış hortumu vahiy dolmuş içine.
Gelmiş, Resûlulah’ın kalbi- mübârekine hortumu, gine görünmeyen hortumu takmış, onun manometresinden bakmış ne kadara tahammül eder diye o kadar vahiy vermiştir.
Yoksa hepisini birden indirirdi bir günde Kur’ân-ı Kerimi, ceste ceste..
“Lev enzelna hazelkur'âne 'alâ cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi.”

Biz Kur’ân-ı dağa indirseydik, dağ Kur’ânın ağırlık haşyetinden param parça olurdu.
Bir âyet-i kerimeyi getirdiği zaman Resûlullah’a Resûlullah başlarmış titremeye, devede iken deve çökermiş ağırlığından.
Bunlar saçma yalanlar değil!
Zâti Sungur lakırtıları değil oğlum bunlar!
Bu lakırtıları kafaya sokup kabul etmek en büyük hünerdir.
“Efendim benim aklım almıyor, tesadüfen!…Nasıl oldu da parmağını uzâttı kamer ikiye ayrıldı. Ellerini uzâtmış da parmaklarından su düşmüş, bu imkan haricinde!””
Sen zâten imkan haricindesin, hayvan sınıfındansın.
Buna inanabilmektir hüner. “Yüğminune bil gayb.”
Gayba inanmakta hüner vardır. Gayb, görülmeyen değildir, görülemeyendir.
Bizim gözümüzle görülemeyendir. Gayb, muhakkak vardır.
İnanmayan inanmasın, bir gün geberecek o da, görür aşağıda.
Heee heee aşağıda ne fazla numinalar var oğlum.
Hep aynı devirnen haşrolacağız. Bundan 100 seneki evvelkiynen senin işin yok. Geleceknen de yok.
Eskişehirdekiler Eskişehirde.
Komşun bak sen câmiye geliyorsun o “hale leleli!” ediyor. : “Herife bak, yobaz gidip-geliyor!””
Yarın yan yana kaldığın zaman: “Mehmed Efendi nasıldı oğlum?” diyeceksin. Keyif orada oğlum.
Keyfi bunun orada. İster cennete koysun.
“Nasıldı ağam?””
Şöyle bir durmadı mı işte keyf orada. Keyif o zaman başlar. Bak oğlum bak!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMÂN TeKMİL SoHBeTLeRi

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Onun için azîz cemâat, bundan ötesi sırdır. Rububiyet Sırrıdır.
İslâmiyette bir kâide vardır. “Rububiyet Sırrının ifşâsı küfürdür.”
Herkes tahammül edemez.
Yalınız bir şey söyleyeyim size aklınıznan mantığınızı böyle satranç oyunu gibi düşündürün. Neticede bir şey çıkar.
“Neyimiş bu?””
Ağlamak!. İnsan ağlar!. İnsan güler değil mi?.
İkisi zıt değil mi, birbirine değil mi?. Ağlamak başka, gülmek başka!.
Size bir şey söyleyeyim mi hiç biriniz farkında değilsiniz.
Ağlamakla gülmek ikisi de muhabbetten ileri gelir. Aynı çeşmeden gelir.
“Nasıl efendim?””
Ağlayan kimse sevdiğinden ayrıldığı için ağlar.
Sevdiği bir şey ortadan kalkar, istediği bir şey olmaz değil mi?
İşi olmaz, şunu olmaz ağlamağa başlar. O halde sevdiği bir şeyin kaybından dolayı ağlıyor. Değil mi? Öyle değil mi?”
“Ehhee öyle!””
Gülen bir kimse dahi sevdiğine kavuştuğu için gülüyor. İşi olmuştur. Yahut hoşuna gitmiştir. Onun için.
O halde ikisi de muhabbettendir ağlamakta şeyde.
O halde ağlamakla gülmek arasında bir şey gizli azîz cemâat, bir şey gizli..…
Ömründe ağlamalarını tartsan 8 batman, gülmelerini tartsan 8 batman, 16 batman 16.000 ton gülmeyle ağlaman “hebâan mensura” gitmişitir.
“heeheeyy!” heee.. “heeheeyy!” gitmişitir.
O halde ağlamakla gülmek arasında bir şey gizli azîz cemâat, onu ara bul!.
Bu lakırtı Müslümanlar, çok gizli bir sırrın anahtarıdır bu lakırtı!.
Aha söylediğim lakırtı çoook büyük bir sırr küpünün anahtarıdır.
“Ne anahtarıymış?”
O küpün içinde oğlum, karşınızdaki bir insanın durumunu ölçecek manevî âletler gizlidir orda!
“El Kahkahatü’l- mine’ş- şeytân el tebessüme min ALLAH celle celâlihu!” hadisi şerifi.
“Kah kah gülmek Şeytandandır” demiş Cenâb-ı Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz.
Tebüssüm ALLAH’tandır!.”
O halde ağlamakla gülmek arasında da bir şey var.. bu âletler orada olur!.
Hepimiz güleriz, hepimiz ağlarız!. Ama niye güleriz, niye ağlarız!. İkisi de muhabbetten..
Ağlayan adamda, bir şeyini kaybetmiştir..
Gülen adamda bir şey hoşuna gitmiştir o da muhabbettendir, hoşa gitmek muhabbetten gider.
Ağlamak da muhabbetin kırılmasından husule gelir mevzu’ aynı, birisi ön çifte birisi arka çifte, “çifte atmak” demektir bu..
Bak neler var insanlarda ama siz hiç farkında değilsiniz işin. Aha ben söylüyorum, daha neler var bunların içinde..

Onun için azîz cemaat, biribirinizi seviniiiz!
İnsanlar biribirini sevmek kadar güç iş yoktur.
“Efendim felân insan fenadır!”
Fenanın bile güzel bir tarafı vardır, o tadı bulmak gerek!
Dedelerimiz demiştir: “İylikle yılan bile kovuğundan çıkar!”
İnsanları, hayvaaları, nebatları seven insan, er Rahman Esmasının tecellisi kendisinde şey eder.. rahmetenlilâlemin grubuna girer!.

Onun için bunların mümessilleri, dünya yüzündeki repirezâtanları, ajentaları, daha yeni birçok lakırtılar çıktı o daha yenilerini ben bilmiyorum.
Benzin deposu işte ajanta, majanta.
Bunların ajentaları da, şu secdeye veya kimsenin beğenmediği şu secdeye baş koyanlarındır.
Hepimiz Resûlullah’ın getirdiği Dinin ajentalarısınız, mümessillerisiniz.
En büyük tanker Cebrâil aleyhi's-selâm, Resûllah’ın deposuna, o depodan da bize, bizde müşterilere satıyoruz.

Depodan benzin satın alamazsınız, Bayilerden alırsınız.
İşte İslamlar da secdeye başını koyanlar, Resûlullah’ın büyük kendisini ALLAH tarafından gönderilen o büyük ne ise işte o, onun mümessillerisinizdir.

Ara sıra tankerin boşandığı zaman, doldur onu!.
“Efendim namaz kılıyorum!””
Ehee Kılıyorsun bende biliyorum. Zâten burada işin yok.
Namaz kılıyorsan, tankerin içinin pis tutmamasını, pas tutmamasıdır bu.
Tanker bitmez suyu ama, bir gün biter. Doldurmak için herkes uyurken gece kalk gece. Gece de çok iş vardır.
“Gecede ne var be uyku?””
Uyku. Uyku da var yaaa. Bazısı uyuyamaz: “Doktor bey ben uyuyamıyorum?””
“”Eeeeee no oldu?.””
“Uyku ilâcı alacağım!.””
“Hay hay. İyi gelir bu kuvvetli. Daha kuvvetlisini vereyim!.”
“Nasıl?””
Çok iyi uyutuyor.
“Tamam tamam uyu!.”
”
O zâten uyanıklığa tahammül edemiyor.
Gaflet içinde. Gafletten biraz uyandı mı sıkılıyor oradan tekrar gaflet uykusuna gitmek için uyku ilâcı alıyor..
Gözünü güneşe bakarsan kamaşır, etrafını gözemezsin. Hemen siyah gözlük takmak lâzım.
Bakma sen o uyku ilâcı alanlara. “Siniri var bilmem ne!.””
Yok efendim böyle bir şey yok. İslamda böyle şey olmaz.
Sinir! Gelirler. “Oooooo ellerim tutuldu!” diyor. “Ne oldu?””
Kalbine bakarsın bir şey yok. Bir şey yok.
“Efendim ölüyor. Kuş gibi bağardı sabaha kadar!.””
Ulan bu kuş mu, hayvan mı?. Kuş gibi ise, git baytara söyle.
De ki: “Efendim bu kuş ötüyor!.” de.
Bunların hepisi saçma lakırtılar. Öyle şey olmaz.
İnsan hasta olur. Tansiyonu çıkar, kalbi bozulur. Bilmem ne olmuştur. Bilmem ne olur. Olur anladım.
“Efendim sinir geldi!.””
Gözlerini açarsın, yok!.

En çok hanımlarda olur haaaa. Bazı hanımlaşmış erkeklerde de vardır.
Ben 30 senedir seyrediyorum. Sinir hastalığı, yok sinir hastalığı diye bir şey yoktur.
Hatta bu edebsizlik, dünya tarihinde ilerliye ilerliye bir de Sinir Hastalıklara Mutahassıslığı icâd etmişler.
Ama sapıtmak başka oğlum!. O başka!.
“Yok efendim, sinirlendim. Fâreyi gördüm sinirlendim. Felâncayı gördüm!.””
Yok bir öyle bir şey. İslamda böyle şey olmaz.
İçi ALLAH diyene, hiçbir şey yanaşmaz!..
Resim
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Sohbetleri” sayfasına dön