Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

FîL SÛRESİ SOHBETİ
03.11.2009


ResimFîl Sûresi



EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselatü vesselamı aleyke Ya Rasûlallah Sallallahu Aleyhi vesellem istecartü;
''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn

Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (MahMudiyyeti) ve
Rasûlike (AhMediyyeti) ve
Nebîyyi’l-ÜMMîyyi (HaBîBiyyeti) ve alâ âlihi, ve sahbihi ve Ehl-i Beytihi ve ÜMMetihi... ''
Yâ Rabbü’l- âlemin ALLAH celle celâlihu!. Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem. Yâ EhL-i Beyt aleyhumusselâm!.

Euzu biLLâhis- Semil- Âlimi mineş- şeytânir- racîm min hemezitihi ve nefhai ve nefsihi..
Bismillâhirrahmânirrahîm..

Euzu bike Rabbî en yahdurunu
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdulillâhirrabbül- âlemin..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize getirilen salâvâtların câmiâlarından birinin yazarı İbni Hacerü’l- Heytemîdir. Diğer benzer isimli hafız ise, İbni Hacerü’l- Askalanîdir.. Hafızlarından İmâm Heytemî salâvâtları toplamıştır cem’ etmiştir en seçilenleri.. Çünkü bunlar namazlarda okunmuştur.. “ALLAHümmü salli – ALLAHümme bârik” diye isim almıştır..

İşte MuhaMMedîNÛR Sitemizin YILDIZı olan bunların birincisine göz atalım SALL-ı Salâvâtımızı ANLAma BAKımından..

Ve Sohbet usûLüne UYaLım inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Bu yol RAhmedli Siirtli Hoca’mın yoluydu, sohbete dâima salâvâtla başlardı.. Yıllarca birlikte sohbet ettik, dâima Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi baş tacı ederdi.. Sohbete salâvâtla girer ve salâvâtla çıkardı.. Derdi ki: “O’nsuz hiçbir şey yok, din adına hiçbir şey yok!. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemsiz düşünülemez!. çünkü ki O, bizim insan olarak, akıl olarak varlık sebebimizdir, veliy-yi ni’metimizdir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!.”


İŞte GÜLce SALÂVÂT-I ŞERÎFELerimİZ:

İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:


Resim

TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


Resim

Resim

TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


ALLAHümme salli
ALLAHım, saLL et, iki lütuftan bizi de sahibdâr kıl, bizi de sahib kıl, bizi de hisselendir, paylandır, bağla!.

alâ seyyidinâ ve mevLânâ MuhaMMedîn
Kime bağlasın?. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ki O, abdike KULundur, zâhir âleminde.. ve Nebîyyîke Nebîyyindir, BİLElik NURundur bâtının âleminde.. ve Resûlike âhirinde Rasûlündür.. netice olarak Rasûlündür, İrsâl edicindir, KULLarını geri götürücündür.. ve'n Nebîyyi’l- üMMiyyi O, bizim için evvelde a’mâ’dan BİLElik haberi getiren “ANA”dır “ÜMM” dür.. tÜMM kâinât onun ÜMMetidir.. Aslında var edilen her “KüLLî ŞEY”, ceNNet dahi onun ÜMMetidir ki var edildiği için.. bir ananın çocukları gibidir.. ceNNet kelimesindeki NÛR NûNLarı, ÜMM kelimesinden ürer.. “ÜMMi”yyi sâdece câhil sanan câhiller, körlüklerinden dolayı kendilerinin câhil olduklarını bilemezler.. onun için de, bir Arapça profösörüne sorsanız: “Mâdem öyle de neden “ÜMMet” diyoruz?” deseniz ekeler kekeler durur artık.. çünkü o alışılmış, kalıplara uyar.. “Ümmî kime denir?”deseniz hemen cevab verir: “câhillere denir!.” Der.. ve “İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey bilmiyordu da hepsini ALLAH celle celâlihu’dan aldı da..”
Sanki aklınca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi büyütüyor Zannedersin ki.. akılsız peygamber arıyor hâşâ!. MuhaMMed aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâm’a akılı yakıştırmıyor serseri!.
Hâlbuki “küllî şey”in sonu ona varır.. hiç bir nefis kemâl bulmaz ki, Nefs-i MuhaMMed aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâmı bulmadan!.
Hiç bir Akıl, Akl-ı MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşmadan, kemâl bulmuş, Kâmil Akıl, Silm Akıl, Selim Akıl değildir!.
Hiçbir Ruh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin tâhir Ruhunu bulmadan emîn olunan ruh değildir!.
Zâten Ruh dediğimiz aslında NEFSin KemÂLî HÂLidirki, “Ruhî bir NEFİS”tir ve o, dışarda bir şeydir, dış çemberlerdedir.. Merkezî bir nefis değildir.. yâni, bir merkez gibi düşünün iç içe.. henüz olmamıştır daha.. ne zaman olur?. dönmeyen sahaya girdiği zaman olur.. bir dönen çark düşünün yüz metre çapında olsun, içinde doksan dokuz tane daireler çizin ve mil dönmeyecektir.. birinci daire diyelim ki bir metre yol aldığında, dıştaki nokta çevre kadar yol alacaktır.. ne zaman hiç yol alamaz?. merkeze geldiği zaman alamaz..Oradaysa bütün dönenleri seyreder, tıpkı “KÂBE” gibi olur ve kâinât onun etrafında tAVaf döner.. İŞte o dönenin döndüreni “NÛR-u MîM MİLİ”dir, “HabLi’L- Verîd”dir..


ŞAHDAMARdan YAKÎN -> cÂNÂN-a >İNANır:

HaBLi'l- VERîD: KûN feyeKÛN OLUŞumu-TEK İP-Bağ.. KİMlik-kİŞiliğin tek ÖZü ve nAKLin AKRABası >AKIL İPi.. HaBL, ip demektir arapçada.. VERîD: Vâridatın-OLUŞların tümünü Toplayan TEKtir.. kırmızı GÜLe de denir.. toplar damar da denmesi bundandır..

Resim

“HaBLi’l- VERîD”:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---''Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min HABLi’l- VERÎDi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

Çünkü onu da döndüren, ondan da Ona AKREBa-Yakın OL-Ândır.. RABBu’L- ÂLEMîn ki.. “Şey”Likten apayrı bir şey O.. enerji gibidir O.. gözükemez gaibtir. Ki, olduğu halde gözükmeyen-gaibdir, bir şeye benzetilemeyendir benzeyemeyendir.. AKLen değil AKLa NAKLen ANLAşılaBİLendir..

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---“Fâtıru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve mine’l- en’âmi ezvâcâ (ezvâcen), yezreukum fîh (fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huve’s- semîu’l- basîr (basîru).: O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.”
(Şûrâ 42/11)

SÖZle Şekille anlatılamayan ve anlaşılamayandır.. çünkü bunları halk edenelHALÎK ALLAH celle celâlihudur.. Bunların içinde olsa o da, yaratık olur.. olamaz ki ZÂTen.. “İLLâ OLacaksın!” da diyemeyiz ki: “Ey Ressam sen de yarattığın resmin içine gir, yoksa öldüreceğiz seni!.” Diyemeyiz.. Desek de, giremez ZÂTen.. girmez, olamaz demek istiyorum!.

Bu hususu çok iyi anlamamız lâzım, Nebîyyü’l- ÜMMîyyi..
Bu BİZim, EvveL-Âhir-Zâhir_Bâtın Salâvâtımızdır biliyorsunuz..
Biz de GÜNLük MuhaMMedî ViRDLerimzde-Derslerimizde Hadis-i şerif olan bu salâvâtı çekeriz..


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kim ki benim üzerime Cuma günü 80 defa Salâvât getirirse ALLAH onun 80 yıllık günâhını bağışlar”” Ashâbı Güzin soruyor: “Yâ Rasûlullah! Bu nasıl bir salâvâttır?”” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAHumme salli âlâ MuhaMMed’in abdike ve nebîyyike ve rasûlike ve’n- nebîyyi’l-ummiyyi” salâvâtını (bir oturuşta 80 kere) okur.”” buyurmuştur.
(Hâkim-i Tirmizî, Nevâdirü’l- Usûl)

Seksen yıllık keffâre/günahtan arınma sebebidir..pek çok hadis-i şerifler vardır.. ancak mânâ, maddede gerçekten yerini bulursa tâbi ki..
Çekilen salâvât, MuhaMMedîyet-MahMudiyet AhMediyet-HaBiBiyette yerini bulursa, doğru dostdoğru oturursa.. Dört âlemin dördü de cem’ olursa bu TAHKÎK TEVHİD olur..
“Lâ İLâhe İLLaLLaH” olur.. “ALLAHümme Salli alâ MuhaMMed” olur..
tÜMM DÖRTLer “TEK-BİR”Lenir.. “BİR”lenir çünkü, “RESÛLî SEVİYE”lenir demek istiyorum..


Buradaki “Abdike” de “Nebîyyike” de “Rasûluke” de “Nebîyyi’l- ÜMMiyyike” de MuhaMMed aleyhi’s- selâmdır..
Bunu iyice ANLAmak için, tıpkı: “Ana karnındaki çocuk, doğmuş çocuk-BeBe, on sekiz yaşındaki çocuk, atmış yaşındaki adam hepsi de Hâlim Kök!” demem gibidir ve AŞAMALardır..

Ama öyle mi bu KemâLât oluşumu?. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in cellî ettirişi, bu Azamet ve Kudretini sergileyişi ve şâhid tutuşu, şâhid oluşu..

ve alâ alî seyyidinâ MuhaMMedîn
Ve MuhaMMed aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâm’ın ÂL’ine de.. Kimdir ÂL’i?. A’yÂN-ı Sabite-de Lütfiyetine sahib çıkanlardır.. evet, O’nun kanını taşımak şereftir, canını taşımak şereftir, dinini taşımak şereftir!.
Doğrudur ama, taşımamazlık da, şerefsizliktir..
Bakınız veiyice ANLAyınız lütfen kardeşlerim!. Ebu Cehil de kanındandır, Hamza radiyALLAHu anhu da!. “AYNı cÂNda kAN değil ki bU!.” bu demek istiyorum!.

Ki, “alî”.. öyle bir lütfullahtır ki, öyle bir yüceliktir ki bu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin inancında, imanında, âmelinde ahlâkında ve hallerinde cem’ olanlar “abdike” de iman edecek, “nebîyyike” de âmel edecek yâni, şeriatta iman edecek, tarikatta âmel edecek, “Rasûluke” de ahlâku’l- huluku’l- azîm olacak.. Ahlâkullah, Kur'ÂN-ı Kerîm Ahlâkı olacak.. yâni, AhLâkullah olacak, ALLAHın ahlâkı olacak.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin hulukuyla, halk ediliş tavır ve tarzıyla dosdoğru yaratılışı gibi dosdoğru olduğu zaman bu “rasûluke” yerine oturur gönüllerde.. ve Nebîy-yi ÜMMiyyike, Hakikat-ı MuhaMMedîyeyi yaşadığı zaman olur!.
İnsanların ya da, her zerrenin temelinde ne vardır?. Nur-u Mim vardır!. Nur-u Mim nedir?. Hakikat-ı Ahmedîyedir..El Ehad olan ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Bilinemezlik Hakikatından BİLineBİLirliğe çeken Ahmed aleyhi’s- selâmdır..

Onun için akıl, hamd eder.. Bu bukadarını anladığı için akıl hamd eder ki, zâten o kadarını anlamalıdır.. Aksitakdirde direk vahiy olur akıl.. herkes, herkes AYNı olur.. bir tek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaratılır yâni NÛR yaratılır iş biter.. “bir Şey”den “bir Şey” olmaz!. iLLâ “İkİ Şey” lâzım ki, seyredelim.. bir şey ne yapacak?. Tek el ne yapacak?. Tek elin sesi olmaz!. İşte bu, bunlar burada gözükmekte.. onu demek istiyorum..
Ve “alî”, âilesine ki hâni o şerefli, o essiz âilesi.. hâni diyorum ya.. ben bâzen coşunca: “Hakikat-ı Havva, Hakikat-ı Hacer, Hakikat-ı Meryemi Hakikat-ı Hâdeme-Hizmetçi olarak, Hakikat-ı Hatice aleyha’s- SeLÂM olarak; Kâbe’nin yere basan dört ayağında, masanın ayakları gibi gördüm!.” felân diyorum ya!.

Ancak, doğru diyorum tâbi.. HARAMa hörmeti gördüm.. Âli değil mi bunlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in?.. Evet, evet ÂLİdir-ÂİLEsidir!. Çünkü, bak biraz sonra gelecek hemen


ve ezvâcihi Ve zevcelerine.. veche.. içerdeki vechi görüyorsunuz.. zevç, veche sahib oluştur.. “tüm kâinâtın kıblesi Kâbe olduğu gibi, bütün insanlığın kıblesi” desem şimdi kıyamet kopar!. Çünkü, biz hazırız da, millet hazır değil anlamıyorlar.. çünkü anlamıyorlar.. ALLAH celle celâlihu “HaYat”ı, El Hayy tarlasından üretirki, “Hayy Tarlası” kadındır, zevçtir.. çünkü.. yâni.. Fatmatü’z- Zehrâ vâlidemizi arıyorsan, tarlası Hatice vâlidemizdir ve olmazsa olmazıdır!.. Ve elbette asla, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kendisi doğuracak değil kiKIZını-NESL-i CeDÎDini..
Bunun için, bu hayvansal düşüncelerden ki,

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi BELHUM eDALLUn ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. ONLAR HAYVANLAR GİBİDİR. HATTA DAHA ÇOK DALÂLETTE-dirler-Sapıktırlar.. İşte onlar, onlar gâfillerdir.”
(A’râf 7/179)

“BELHUM eDALLUn” lardan, “fî DALL”-Dalalet içinden kurtularak “fî SALL” SeLÂMet içinde ALLAHu zü’L- CeLÂLin zâhir ve bâtın lütuflarına sahib olmuş bir sall içinde düşündüğümüz zaman..
Bu dindâr gözüken, petrol yeşili giyinen, zaman zaman coşan, zaman zaman azgınlaşan akılsızların zannettiği gibi hayvanlardan da aşağı bir şehvet çukuru ve uçurumundan bahsetmiyoruz biz!.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in 99 esmâsının “ALLAH”” açmasından bahsediyoruz!. “Tecellî”nin şimdi şu ÂN, fiilen olmakta olduğundan bahsediyoruz!. Her ÂN olduğundan bahsediyoruz ediyoruz ki, ALLAH celle celâlihu Tekvin Sıfatını, Yaratma Sıfatını, TEVHİD Tarlasında yapar ki bu YARATma Sıfatı sâdece ve tek “KADIN RAHMi”dir..
Muhiddini Arabî BaBam, yıllar önce: “Bütün Hakk Esmâları kadın kapısından çıkar!.” dediği için bir ton dayak yemiştir ve ölmeden önce seksen kere seksen dayak atmışlardır.. öyle diyor “seksek kere seksen vurdular, sen nasıl dersin böyle!.” Diye.. “Hakk Esmâları kadın kapısından çıkar!. demekle ne demek istedin, söyle bakalım?.”

MuhaMMedî SEVİYEsizlik oldu mu, hiç fark etmez.. Yükseklik ve Alçaklık Şey-t-ÂN’a aittir.. “MuhaMMedî SEVİYE”yi kuramadığımız müddetçe katiyyen doğruyu bulamayız!. Asla bulamayız ALLAH korusun!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

ve ezvâcihi Ve zevcelerine..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin zevceleri annelerimizle dört kızıyla sınırlayalım mı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kadınlarını.. Kıyâmete kadar gelecek ÜMMetlerine ne diyelim?.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hiç kız kardeşi olmadı, erkek kardeşi de olmadı ,hiç kardeşi olmadı zâten.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gelini de olmadı..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin annesi vardı, eşleri vardı, kızları vardı bir de kendisi vardı.. Dörttü yâni.. Şunu demek istiyorum bütün kadın olarak yaratılanlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Nûr-u MîMin mıknatıs gibi bir bölümüdür.. Dikkat edilecek husus burada, kulların tercihleriyle kaybedilenler Hizbuşşeytan ve de kazanılanlar Hizbullahtır.. Bizim anlamaya, anlatmaya, yaşamaya ve yaşatmaya çalıştığımız bizim davamız değildir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kendi DAVAsıdır.. Lâ İLâhe İLLaLLaH bizim dâvetimiz değildir.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Tebliği Tenziri Tebşiri ve Teşhidi Şahid oluşu DÂVETi kendisine âittir ve Kur'ÂN-ı Kerîmdedir.. Hatta bizim duâmız bile duâ ederiz ki, EhL-i Beyt aleyhumusselâmın ve Hakk Erenlerinin duâsının içerisine girsin.. Bu kadarı olmayanlarda; Ehl-i Dava, Ehl-i Dâvet, Ehl-i Duâ sahibiyiz diyorlarsa..


Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâti’l-mü’minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

Onlar da; Denaat Ehli, Dünya Ehli, Alçaklık Ehlidirler hiç kusura bakmasınlar!. Bunu şunun için söylüyorum ki, “ve ezvâcihi ümmühâti’l-mü’minîne” müminlerin anneleri olan Kur’ÂN-ı Kerîmle sabit Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin zevcelerine de salât ü selâm olsun, sılamız olsun, kavuşmamız olsun!.
Hangi kadınmış ki, islâm dininde değil bütün kâinâtta olsun da, Fatmatü’z- Zehrâ aleyha's- selâm’a derc edilmiş olan Nübüvvet-i MuhaMMedîye yâni fiilî Nebîyyiliği.. Hayatta durmadan kullandığımız Nübüvvet Ceryanını, Nebîyyilik Ceryanını el ÂNda kullanmaktayız!. EhL-i Beyt aleyhumu's- selâmın mânâsını dosdoğru anlayış o kadar önemli ki.. BAĞLantı olmadan bu İlahî NÛRa nasıl sahib olacak mış, nerden olacakmış?.
Neden yaşamıyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin oğulları ve diğer kızlarının oğulları.. tüm erkek çocukları tümü neden yok oluyor?.
Sıarat-ı Mutakîm YOLu neden Fatmatü’z- Zehrâ Vâlidemizden yürüyor?. Hilafet-i MuhaMMedî aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâm.. İmam-ı MuhaMMedî aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâm nasıl oluyor da Fatmatü’z- Zehrâ aleyhasselâm vâlidemiz kanalıyla yürüyor?.
Orada Âli kerremallahu vechehu Efendimizin oluşu başka bir şeydir..
Kablo gibidir içindeki cereyan Fatmatu’z- Zehrâ aleyhasselâm Vâlidemizin nurudur, nübüvet nurudur çünkü o; can ister, ten ister, kan ister ve her şeyi ister!.İşte O, Fatmatü’z- Zehrâ validemizdir!.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kan zerresini taşıyan, can zerresine taşıyan, her zerresini taşıyan!.
Bu ise, SEVİYE-lenmektir, kıyas değildir, benim dediğim anlamak bakımındandır!. Tamlayandır birbirinin olmazsa olmazları dır Âli kerremallahu vechehu ile Fatmatu’z- Zehrâ aleyhiasselâm Vâlidemiz..
Bunu çok iyi anlamamız lâzım!..

Bakınız
ve zürriyetihi..
Öyle zerreleri ki kıyâmete kadar sürecek, tüm özellik ve güzelliklerini taşıyarak.. zürriyet budur.. hiçbir fire vermeden ALLAHın izni ve inayetiyle İnşâe ALLAH!.
Öyle temiz, öyle pâk, ALLAH celle celâlihunun koruduğu!.


ALLAH celle celâlihu Nurunu korur.:


يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Resim---“Yurîdûne li yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).: Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile.”
(Saffât 61/8)

ALLAH celle celâlihu dinini korur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---“Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilûs sâlihâti leyestahlifennehum fil ardı kemestahlefellezîne min kablihim, ve leyumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnâ(emnen), ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â(şey’en), ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).: Allah, sizden imân edenlere ve salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi mutlaka onları da halife kılacağını ve onlara, onlar için razı olduğu dînlerini mutlaka sağlamlaştıracağını ve korkularından sonra (korkularını) mutlaka güvenliğe çevireceğini vaadetti. Bana kul olurlar, hiçbir şeyle (Bana) şirk koşmazlar. Bundan sonra kim inkâr ederse, işte onlar, onlar fasıklardır.”
(Nûr 24/55)

Din nedir ki?. Ne buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem din neymiş?.
size Kur’ÂN-ı Kerîmi ve Ehli Beytimi bırakıyorum umarım ki haklarında iyi davranırsınız..


Resim---Zeyd b. Erkam (radiyallahu anhu) anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. Allah’a hamd, sena ve zikirden sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın Kitabı’dır. Onda nur ve hidayet vardır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım.”

(Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9.)

Hadisleri biliyorsunuz.. başka din mi var?. Bizim için yok, eksikleri var tamamlayalım yok, öyle bir dinimiz yok bizim şükür, eksiği felân bırakta anlamaya çalışıyoruz!.
İşte “zürriyetihi” böyle.. böyle sanki elimizdeki bir metre telin her zerresi gibi zürriyet.. bizimkiler de öyledir.. bir nohutta öyledir.. her şey de öyledir..Bu Hayatta ürüyorsa hakk, hüve ve hayy tecellîsi de vardır.. Üremiyorsa hakk ve hüve tecellîsi vardır.. Ürüyorsa Rabbul Âleminin Abdidir, Rabb tecellî etmiştir.. Haktır, hakk tecellî etmiştir.. hüviyeti vardır El Huu tecellî etmiştir.. ve El Hayy tecellî etmişse Haydır.. Dördü bir arada ise bu AKLen-NAKLenTEVHİDtir..
Zâten insan kılığında ise, aklı var ise tevhide mecburdur, tevhide mükelleftir..

ve zürriyetihi ve ehlibeytihi
“Zürriyetihi” dedi niye “ehl-i beytihi” diyor?. Ehl nedir?. Ehil, helâl diyoruz, hall diyoruz nedir ehl?
Lütfullah hüviyetini taşıyan demektir.. Lâm hüviyetini taşıyandır dâima.. canım bunda ne var yâni mâdem ki bir gezegendir, işte Ayda bir gezegendir, Merkür, Venüs, Starün, Uranüs de bir gezegendir..
Gezegen de, o zaman hepsine “Güneş” diyelim!. Değil öyle değil..


ehli beytihi ve sahbihi Kur'ÂN-ı Kerîme sahib çıkanlara olsun, ne zaman?. Her zaman.. Nerde?. Her yerde.. Hangi halde?. Her halde.. O gün, bu gün, her gün.. ne kadar?. Dîama..

Bezm-i elest ile kıyâmetin ne farkı var?.
Akıl; izafi, geçici, iğreti olarak serbest bırakılmışsa ve kendi özünden kendi Naklini, Vasl-ı Vedûd vahyini.. kendi vicdanında ki Nûr-u MîMden ki, Nurullahtan duyacaksa.. Nurullahtan duyup, Nûr-u MîMe uyacaksa.. bu kadar akıl verilmişse, bundan doğal ne var, bundan doğru ne var, şaşılacak ne var?.
Bunda şaşıyor muyuz?. Yeni doğmuş bir kilo iki kilo çocuğa bakıpta “ALLAH ALLAH bu çocukta da yarın yüz kilo iki yüz kilo olacak!” diye şaşıyor muyuz.. Bununda çocukları olacak diye şaşıyor muyuz?. Niye şaşalım!. Sabah güneş doğacak diye mi şaşalım?. Sünnetullah; ALLAHu zü’L- CeLÂL’in tavrı, tarzı, stili bu, yaptığı bu!. Bunu iyi anlayalım diye söylüyorum!.


ve sahbihi ve sahabesi ne demek?.
Sahabe “habbe”ye sahib çıkandır.. Habbe nedir?. Habbe iki tane “be” nin Hakikatıdır.. “be” nedir?. altı noktalı harftir.. elifin yatmışıdır.. altına bir nokta almışıdır.. uzanmış bir eliftir, medde olmuştur.. eee bunun hepsini bilsek ne olur, bir şeye yaramaz ki!. bir şeye yarar mı, sabaha kadar kitab bitirsem ben, mükemmel de bilsem, bütün soruları da cevaplasam doktor mu olurum?.
Hayır!. Neden?. usulsüzlük vusûlsüzlüktendir.. Doktor olmanın usûlü bu değil ki.. O vuslata ereyim diye her şey yolunca yürünür ve 6 yıl okullarda okunur!. Onun için papağan gibi, teyb gibi konuşup duranlar vardır.. Canı cereyansızlar vardır, nursuzlar vardır da nurdan bahseder, boş bahseder.. “keasfin me’kûl: yenilmiş ekin yaprağı” gibi çitlenmiş bir çekirdeğin kabuğu gibi konuşuyor..
“bir çuval var bende, al ek tarlana yeni sene bin katı alırsın!.” Diyor.. tek bir tane yok çuvalında, ne dolusu..
Onun için yazık oluyor ya!. Onlara yazık olmuyor, onlara ALLAH kimseyi düşürmesin!. Öyle bir tecelli, öyle bir kader vermesin ki, bir yere zikkeli bir hayvan gibi afedersiniz dört nala koşuyor aldığı bir metre yol yok!. sadece çizdiği bir daire.. basit daire ve çemberde kısır döngü.. dolap beygiri gibi dön dön dur aynı yerde, hiç yol yok!.


ve sahbihi
O zor günlerde Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme candan yürekten sahib çıkan ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin de sahib çıktığı HABBetuLLAH Sahibleri radiyallahu anhum..

Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

Hanif İsLÂMın Bânisi İbrahîm aleyhisselâm’a ve O’nun ÂL’ine-LutfuLLAHta BULuşan ve TÜMM ÂLemLeri Kapsayan ÜMMetinin ZÂTuLLAH’a SALLi gibi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ASLımıza-SILAmıza ULAŞımı BİZede Nasib-i müyesser kıl yâ RABBenâ!.

İnneke Hamîdun Mecîd.
Yâ RABBenâ!. Şüphesiz ki SENsin “Hamd”e LÂzım, Lâyık olan ve MuhaMMedî MâSiVâyı her ÂN Yeniden MevCÛD kılıp İCÂD eden, VARından VAR Eden..

Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîm’e ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîm’e fi’l-âlemîn İnneke Hamîdun Mecîd.

Hanif İsLÂMın Bânisi İbrahîm aleyhisselâm’a ve O’nun ÂL’ine-LutfuLLAHta BULuşmayı BEREKETLi KILışı TÜMM ÂLemLeri Kapsayan ve ÜMMetinin ZÂTuLLAH’a SALLi nin bereket kaynağı oluşu gibi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ASLımıza-SILAmıza ULAŞımı BİZede Nasib-i müyesser kıl yâ RABBenâ!.

ASLında sanal MevCÛDat SON-uçtaNÛRuLLAHtır ve ZÂTuLLAH değildir..
Şükür tüm Yaratıkların Fıtrî BİZliğidir.. HAMD ise AKLı olup Ubudiyyetle mükellef olan insanlar ve cinlerdir..
EL HAMD, mutlak anlamda ALLAHu zü’L- CeLÂL’e mahsusken;
MuhaMMed-MahMûd-AhMed ÂLEMLerinde AKLaNAKLen Yansımaları yaşanır Şeriat-Tarikat-Mârifet ÂLeMLerinde..

El HAMd.. BiRRi TAKVâ Bereketidir.. ve her ÂN Şe’ÂNuLLAHta yeniden MevCÛD Oluşa ŞehÂDEt ŞefÂatı Şerefidir ve’s- SeLÂM!.


El Bâriü:
Resim

El Bârru:
Resim

El Mecîdü:
Resim

El Mâcidü:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Hâlbuki hayat yoldur.. her nefes şimdinin nefesidir ve önceki, ötekisi gitti.. bir daha gelmeyecek.. yırtıp yırtıp savurduğumuz takvim yaprakları asla geri gelmeyenlerdir..
Onun için akıllı akıllar, ALLAHın izni ve inâyetiyle anlar nedir ehl-i nefs!. Nefsine ehil olan nedir, ehil nedir?. Ehl-i yabanî nedir?. Ehil nedir ne demek?.
Beytin-Evin ehli ne demek, evin vahşisi ne demek hangi ev bu?.


فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ
Resim---“Fel ya’budû Rabbe hâze’l- beyt (beyti).: Artık bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine kul olsunlar.”
(Kureyş 106/3)


fe.. derhal şu evin Rabbine ibadet et!.
Fel ya’budû
hemen etsinler şu evin, şu evin şu.. şu herkes kendine göstersin bakalım şu ev diye.. en yakın evi göstersin.. o ev kendisi.. kendi Kalb Kâbe’si.. işte şu evin sahibine.. ibadet etsinler.. işte bu evin ehli böyle bir ehl-i beyttir.. bu öyle bir ehli beyttir.. ehlin nefstir, nefsindir amma hangi nefs?. Emmare olmuş, levvâme olmuş, mulhime olmuş, radiyeten merdiyeten olmuş.. safiyeten sîn sînesinde yaşamış.. kâmiletenin kemâl etmiş.. ve nefs-i akdes olmuş, kudsi nefis olmuş.. böyle bir nefistir.. İşte, selâmda yok olan nefistir.. böyle bir ehl-i beytten bahsediyoruz..
ve Ehlü’n- Nefis, Ehlu’l- Kalb.. ya da Ehl-i Pîr, pîr ehli..
Ehl-i Rasûl.. Ehlullah nedir?. Ehl-i Abdullah nedir?. Ehl-i Evliyaullah nedir?. Ehl-i Rasûlullah Ehlullah nedir?.
Hepsi haktır.. Bunlar Hizbullahtır.. Ehlullah ve Ehl-i Şeytan vardır.. İki ŞEYlikte kalıp onun Firavunluğunu yapanlarda Hizbuşşeytandır..
Bunun İmtihanı için varız zâten.. o muyuz bumuyuz diye?.

Bunu da zevk edelim yâ ALLAH Bismillah!.
Şimdi Salı sohbetlerimiz böyle gidiyor.. ALLAHın izniyle üç şekilde gideceğiz..
Önce salâvât şimdi Derbentli ile ilgili aklımda kaldığı bir şey söyleyeceğim onunla çünkü neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için bizim allame-yi cihan değil allame-yi allâm olmamız ve allame-yi Rasûlullah olmamız önemli olan..
Onun için Derbentli den kısaca bahsedeceğim Gariban can..
dün gece güzel bir rüya görmüştü bende dedim ki akşam sohbette anlat..
çok ilginç bir rüya çünkü söylerseniz birlikte bir zevk ederiz ve Fil sûresine inşâe ALLAH bir daha gireceğiz..

Evet Yâ Rabbenâ!
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme âline, ezvâcine, annelerimiz olan eşlerine, mü’minlerin anneleri olan eşlerine ve zürriyetine, ondan gelen tüm zerrelerine ve ehl-i beytine, kıyâmete kadar; canının, kanının, dininin imanının ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Nurunu bedenen de taşıyan ALLAH dostları ehl-i beyt aleyhisselâma.. ve her zaman Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme sahib çıkanlarına ve sahib çıktıklarına ashabına, şimdi de, her zaman her yerde her zaman sahib çıkanlara.. neyle sahib çıkacak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, övmekle mi?. ALLAHu zü’L- CeLÂL zâten övmüş RAhmetenli’l- Âlemin kılmış daha ne diyecek.. şu kimse ne diyor muş?. yalvarmakla mı, neyine yalvaralım kendisi merhamettir zâten!. Biz SALL etmekle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bir şey etmiş değiliz.. biz sâdece Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme tercihimizi ortaya koyuyoruz biz.. bize ne farzdır ne vâcibtir görünürde.. ama hakikatta Cuma namazı gibi farzı ayndır Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme Hasbî Hizmet etmek.. Çünkü bu gün bütün İslam âleminin tek perişanlık kaynağı budur..
ALLAHın izniyle benim vicdanım, inâncımın tümünün sonucunda gördü ki tek kaynak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bağlantısıdır..
Kopmamasıdır her şey yerli yerince duruyor.. bütün insanlar, Kur’ÂN-ı Kerîmi çocuklar dahi okuyabiliyor, haram mı helâl mi herkes biliyor, bilmeyen yok ne eksik?.
Cereyan eksik çalışmıyor makineler.. hiçbir makine ALLAH korusun..
Başka makine çalışıyor şeytan makineleri çalışıyor.. çünkü boşluk yoktur ya o çalışır ya da bu çalışır.. bu hayat böyledir ya Hizbullahtır ya Hizbuşşeytandır.. Üçüncüsü yoktur aklı olana, katiyen yoktur.. aradaki delilere, çocuklara ve belli sınırın altında kalanlaradır.. Rüşd yaşına giren herkes, bilsin bilmesin, istesin istemesin, yağmur yağacak ıslanacaktır.. ıslanıyor desin hiç önemli değildir.. uyusun uyumasın ne halt ederse etsin bu açıktır.. bunlar zâhir bâtın evvel âhir böyledir.. bunu katiyen doğru anlayalım inşâe ALLAH..
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi; yakin
BİLmeden BULmadan OLmadan biz; ancak ve ancak şeytanı YAŞArız ALLAH korusun!. İşte onun için zâten çokları vardır gazete kağıdı gibidir yanar geçer!. Neden?. Harika bilir, hatta bulur ama olamaz.. olamaz!.
Bir yerde prizi BİLmek ve prizin yerini BULmak, fişin prizde OLması mıdır?. Kaldı ki olsa bile hidâyet ALLAHu zü’L- CeLÂLdendir.. Nurullahı verecek O dur.. yâni İslam Dini, dâima teslimiyet üzerine kurulmuştur.. Teslim olmayana istikamet haramdır.. çünkü yasaktır, hürmetsizliktir.. yâni hâşâ bu doğru değildir, buna hakkı yoktur..


Nasıl salât olsun nasıl bir SALL olsun.. kemâ.. ke, gibi.. mâ, o şey gibidir ki hani var ya örneği varya.. öyle ki.. kemâ salleyte sen salletmiştin alâ seydinâ ibrahîme, hani İbrahîme, Ebu Rahîm’e.. Rahmetenli’l- âleminin dedesine-babasına İbrahîm aleyhi’s- selâma bağlamıştın ya.. Zâhiren MuhaMMed aleyhi’s- selâm’a tüm Hanif Dinini.. ve ala âli seydinâ İbrahîme ve İbrahîm aleyhisselâmın âline.. kim âli?. takip edenleri.. takip edenleri.. küfredenleri değil!.
Ne diyor Nuh aleyhiselâm ALLAHu zü’L- CeLÂL’e..
“Hani sen benim ehli beytimi koruyacaktın, bana söz vermiştin.. bak oğlum boğuldu!.” deyince..



“cÂHiLLik Etme!.” >ihvÂNim!.
“NÛH-u >OĞLundan GEÇ!”-iyor!.:


Nuh aleyhi's-selâm: “Hani sen bana söz verdiydin ya Rabbi ehlimi koruyacaktın, oğlumu garkettin”
ALLAHu zü’l- CeLÂL: “Cahillik etme o senin ehlin değil senden gözüktü şeklinden belinden geldi yoluna gelmedi o senin”

وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Resim---“Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va'dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn(hâkimîne): Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."

(Hûd 11/45)

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلاَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ
Resim---“Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(ehlike), innehu amelun gayru salih(salihin), fe lâ tes'elni mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innî eızuke en tekûne minel câhilîn(câhilîne): Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”

(Hûd 11/46)

“câhillik etme o senin oğlun felân değil”.. buyuruyor..

Ne buyuruyor câhillerden olma, o senin belinden geldi yolundan gelmedi.. ve biliyorsunuz Nuh aleyhisselâm tevbe istiğfar ediyor ALLAHu zü’L- CeLÂL’in peygamberi.. neden yapıyor bunu?. gözümüzü açalım diye.. GÖZümüzü açalım diye, SÖZümüzü açalım diye, ÖZümüzü açalım diye, BİZimizi açalım diye.. AÇalım da, bir bulalım diye ALLAHın izni ve inayetiyle..

ve âli âli seydine fil âlemin nerede, neredeymiş bu SALL?.. ÂLEMîn.. ayn, lâm, mimdeymiş.. âlemdeymiş.. zâten, “rahmetenli’l- âlemin”de bu değil miydi?.. elif, lâm, mim’in.. “elif”in “ayn”laşması değil miydi?. bu iş öyleydi.. onun için rahmetenli’l- âlemindi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.. ayn âleminde, ayna âleminde öyle idi.. Elif lâm mim âleminde nasıldı Nebîyyü’l- Ümmîydi, Habibullahtı..

İnneke şüphesiz ki sen, gerçekten sen hakikaten SEN
hamidun mecîdsin.. SEN hamde değersin, hamd SEN in hakkındır.. ve SEN MuhaMMedî Hakikatın yaratıcısısın.. bakın “hamîd”e bakın.. hemede.. medd, uzamaktır.. medde, sonsuz uzamaktır.. madde, müddet hep bu köktendir.. Dini MuhaMMedîyenin yanında devamlı devamlılık söz konusudur kâinâtta, yaratıklarda ilk noktanın sürekliliğidir bu.. İlk nokta üzerinde olmaktadır.. Zâten ÂN dediğimiz, VAR OLuş, YOK OLuş.. MECİDsin.. nedir Mecîd.. Cûd yapan, CÛD nedir?. Cevâd-CeVvâd.. Çok çok ihsan eden. Çok cömert. Cömertliktir.. Dâimiyeti cana, cisme ve cihana çekmektir, CÛD vermektir, mev CÛD kılmaktır.. Vâcibu’l- VüCÛD’un yansımasıdır, gölgesidir..

Aklı anlatmak için, o yandan bu yandan kıvranıp duruyoruz.. Akla diyoruz ki: “Kardeşim bak bu gölgenin aslı vardır, gölge faslıdır.. nerde buluşuruz?.” diye gölge.. ben de diyorum ki: “Neden diyor Kur’ÂN-ı Kerîmde “ayaklarımızı sabit kıl!” diye:


وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---“Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi.”
(Âl-i İmrân 3/147)

sebbit akdâmenâdediğimiz, çocuklar ana karnında, başları yukarda yaşarlar dokuz ay.. doğacakları zaman fıtrî bir hareketle, ne anne ne de herhangi bir insan müdahele etmeden başlar aşağıya çevrilir ve baştan doğar, ayaklar içerde kalır ve en son “ ve sebbit akdâmenâ” “Rahimîyette ayaklarımız sabit kalsın” anlamında anlıyorum ben.. Ve mezâra da başlar girer önce..

Akdemenâ, kâdemlerimizi sabit kıl!. yâni gölgeyle aslın ara kesiti dâima ayaktır.. gerçi herkesin gözü kafasındadır da, o nefis ile ilgilidir..

En büyük hizmetçi ALLAHu zü’L- CeLÂLdir.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, sonra ALLAH Dostları ve sonra kendini bilenler..
Kendini bilmeyenler de Nefsen Kraldır.. ne edelim bu âlemde köle de olacak kral da olacak.. ama çöl de herkes kum tanesidir..

Ayşe ile konuşuyorduk Gülle.. ama çöl, bir tek tanedir.. çölde herkes kum tanesidir.. ama çöl bir tek tanedir ve Nûr-u MîMden ibârettir.. Mim, kendini kapatan harflerdendir ve Nun gibidir, Vav gibidir..
Ne kadar etrafında dolaşsan da, paralel ayna gibidir.. siz hiç gördünüz mü paralel aynayı?. ben gördüm, sonsuz kendinizi görürsünüz ikisinde de.. akıllı berberler arkaya ve öne aynalar koyarlar da, baktığınızda kendinizi sayamazsınız.. çünkü gözünüz eremez artık.. işte mim böyle bir iştir.. paralel doğrular nerede kesişirler?. “Sonsuzda kesişirler!.” diyor akıl!. Aslında “kesişemezler!.” diyecek ama kıvırtıyor.. dese ne demese ne oraya varamıyor ki!?.

İşte bu gölge ile aslın hikayesi, bu mevCÛD OLuş, MeCÎD OLuş, iCÂD Ediş, CÛDa getiriş, MâCÎD oluş..


El MâCÎD celle celâlihu..:

Resim

El MeCÎD celle celâlihu..:


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


Şüphesiz ki sen hamdu vüCÛDa getirensin, aklı yaratansın!.
Öyle bir yaratış ki.. Senin akıl buzun erirse, nakil suyun olacaktır inşâe ALLAH!.
Haydi bakalım bir rAhmet bulun buyuruyorsun Yâ RaBBu’l- Âlemin!.
Ve buyuruyorsun ki, RAhmedenli’l- Âlemin ki MuhaMMed aleyhi’s- selâmdır.. “eee artık benim aklımda ahmaklık yapmasın başka rAhmet arayacağına en büyük rAhmeti bulmuş zâten!.” diyorum BİZ BİR-İZ adına inşâe ALLAH!.

Salât-ü-Selâm Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme olsun, sonsuz sınırsız ilmullah kadar olsun!. Evvel, âhir, zâhir, bâtın olsun!. Ebeden dâim olsun!.
ALLAHu zü’L- CeLÂL bizi adâletiyle değil, merhametiyle karşılasın yarlıgasın!. ve bizi rAhmetenli’l- âlemine bağışlasın!.
Kalan ömrümüzün dakikalarını saniyelerini dahi Hasbî Hizmette harcatmak nâsib etsin!. Bize SALL sıhati versin!. Bizi şeytan ve şeytanlaşmışlardan korusun!. İÇimizde DIŞımızda, içimizden üfüren, dışımızdan kaynayan, nerden gelirse gelsin bütün bunlardan, İKİ ŞEYlikten TevhiduLLAHa sığındırsın!. ve TevhiduLLAHta var etsin inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Evet şimdi diyeceğim şey.. ilki ben tâbi bakıyorum.. ben de bir bakarım ya büyük insanlar hayran kaldığım insanlar vardır Fahrettin Razî Efendimiz gibi Elmalılı Hocam gibi.. tefsir okurken onlara hayran kalırdım.. çok zeki yerleri görürler.. mayalarımız benzer.. ve öyle Nesimî gibi Genceli Nizamî gibi.. aklımda kalanlar Fuzulî gibi.. hiç giremedik ve girmiyoruz çoktandır.. çok sevdiğim halde Yunus Emremiz gibi.. hele eski yazılarla, eski orijinal diliyle.. sitemizde eski yazılan şiirlerini görüyorsunuz o’nun.. apayrı bir kokusu, ayrı bir zevki vardır ki, ekmek kokusu gibi, bebek kokusu gibi.. Çok değişiktir Yunus Emre kaddesallahu sırrahu’nun tavrı ve tarzı..
Bu nedenle ben bi on beş yirmi tane, o civarlarda bir şiir yazdım ama yayınlayamadım henüz.. Yunus, bizim Yunus yâni..
Onu diyorum köyden köye gezen Yunus, bu gün olsaydı dilenci sanılırdı.. Tıpkı bizim Âşık Cemâl gibi sokaklarda ilahi söyleseydi, dönüp bakıp “para mı istiyor!” diye bakarlardı ham insanlar..
Yaşadığı devirde öyle doğal ki, ardıç ağacı gibi.. ALLAHu zü’L- CeLÂLe âit ormandaki kuşlar gibi.. HaKk’ın yiğit âşıkları, gerçek âşıklar!. Onların seslerini göklerde ve SÎNelerde koruyan ALLAH celle celâlihudur.. Nefeslerini koruyan onlardır işte!.

Bunların yanında nice insanlar kamyon dolusu eserler yazmışlardır Mezheb savaşlarında.. İçlerinde çok kıymetli olanlarda vardır İbni Kayyum gibi felân ayıklanması gerekir..
Bazı şeyleri ters gitti.. İbni Hazım, Endülüsteki Muhiddini Arabî kaddesallahu sırrahu’dan önceki bazı düşüncelerinden dolayı tekfir-kâfirlik damgası yemiştir. Reddediyoruz, eski kafayı silip okunması, ayıklanması gereken çok büyüklerimiz var ve çok kıymetli.. Ama hep biz Türkiye’nin siyasî hayatı gibi afedersiniz sığırca düşünmüşüzdür!.
Kuş beyinli “akıllılık edelim de, İsrâil’i devlet olarak hemen tanıyıverelim!”
Tanıdık.. ne oldu?. hâlâ kölelikten kurtulamadı Filistin Müslümanları..

Bunlara sebeb onları gördüğümüzde, onların binlerce eserini okurken Yunus Emre’nin bir tek sözü, tasavvufun tümünü sizin elinize atılan bir can simidi gibidir ve, sizi alır MuhaMMedü’l- Emin Gemisine çıkarı verir!. Tuttuğunuz bir ip gibi oluverir!. çünkü o, sizin Yedi Zarınızı deler geçer içeriye, mermi gibi.. O, bir nefestir, maddî mânevî..

İşte ALLAH Dostları da böyle idi böyle!. hâlâ da böyleler!. görünüşte çeşitli hallerde olabilirler, fakat sözlerine çok dikkat etmeniz lâzım!. sizin feleğinizi şaşırtırlar, harmanınızı ateşe verirler de, bağdaş kurar seyrederler, cayır cayır yakarlar ki, sizi kurtaralar!.
O kadar yükten, o kadar yanlışlıktan, şaşkınlıktan, taşgınlıktan, azgınlıktan kurtarırlar sizi!..

Bunlardan birisi de benim hayatımda Derbentli idi işte.. 1965 yılında lise de okurken Adana da bir yaz tatilinde Hasan Dağına çıkmıştım yaylamıza.. Ordan dönerken ormanın içinden çıkıp geldiğini bu gün gibi hatırlıyorum, başında siyah bir yünden örme takke ve çok ince bir yeşil sarık sarılıydı.. tâbii ki daha gençti, fakat yüzü çok öfkeli bir insan gibiydi.. yüzüne bakıldığında korkutucuydu.. yâni ters gibi şeyli insandı.. ormanın içinden çıktı geldi.. durdurdu bizi “nere gidiyorsunuz?.” Dedi.. “Karaören’e gidiyoruz!.” Dedik. “Ben de oraya gideceğim Molla Memmedi göreceğim!.” Dedi.. yanımdaki yaşlıllar dediler ki: “Bak şu genç onun yiğeni!. bana dedi ki: “Çek ulan eşşeği kayaya!.” Ki binebilsin!. bizim o zaman afedersiniz kuvvetli bir hayvanımız vardı, katır gibi yâni..
Bende üzerindeyim.. kayaya çekeyim ki, binecek yâni.. ben mecburen çektim o da geldi atladı arkaya.. birlikte beraber gidiyoruz köye kadar.. hiçbir şey konuştuğunu hatırlamıyorum.. yarım saat kırkbeş dakika yürünmüştür.. ama ses hiç yok.. bir şey sorsalar dahi cevâb yok!. Benim duyduğum ise, sâdece bir titreşim var.. devamlı titreşim var.. yâni işte o bedeni meselâ ben şahsen elde edemedim.. nasıl oluyor da bedenen, nefsen, kalben, ruhen bir ZikruLLAH oluyor.. vibratör gibi bir titreşim içinde olabiliyor insan vücudu fiilen.. yalnız bu, durdurulamayan bir hareket.. hareke ve hareket.. tıpkı atomun durmadan döndüğü gibi güzellik içerisinde..
Köye girdik bizim eve kadar geldik.. Hoca Baba Amcamla komşuyduk biz.. Amcamın evine kadar geldi ve indi eşekten.. ama ben o gece yatsı namazından sonra zikir olacağını anlamıştım.. çünkü onun gelişi hiç te normal birşey değil idi.. Hoca Amcama böyle insanlar gelirdi de o gecelerde Halaka-yı Zikirler olurdu.. ellerinde kudümleriyle, çarpanalarıyla beş altı kişi böyle akşama yakın geldi mi misafir olarak anlardık ki, yatsı namazından sonra herkes dağılınca kalanlarla zikir olacak.. Bizim Hacı Mahmutla da biz bunu hiç kaçırmazdık..

İşte o gece yatsıda da muhteşem bir zikir oldu ki muazzam..
Bu âdete “BÂB Aziz” Filmindeki hani var ya o, çadırın içindeki, ordaki oynayan hanımı dışarı çıkarın, yerine Çolak Rasim Emmiyi koyun, Derbentli’yi de etrafına pervÂNe yapın!. ve kudüm verin birinin eline!. kudüm dediğimiz, sini büyüklüğünde bir def ki, değişik bir def.. bir başkasına çarpana, demir disk, ellere takılı ritim içerisinde vuruluyor, mehterde de var.. onlar ve birisi ki, yanık bir sesle ilâhiler okuyor.. bu dönüşler, halaka-yı zikirler, eller kenetli ve bu ritmik raksın görüntüsü içerdeki sesler sanki, ağızlardan değil de ruhlardan çıkıyorcasına harika..

İşte ben o rahmetli Rasim Amcanın o zikirdeki pervane dönüşünü ömrüm boyunca unutamadım zâten.. çünkü onun sol kolu çolaktı, ağzı da çarpılmış gibiydi.. doğuştanmış.. zaman zaman salyası akardı böylee.. seyrek sakallı idi.. Şemsi Tebrizî’ye pek benzeyen bir insandı.. Onların her ikisini de aynen gördüm çünkü.. görmüştüm yâni.. ve Çolak Emmim Şemsî Meşrebli bir insandı zâten.. yıllar sonra yakazada, Kâbe’de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin imâm olduğu ve bütün insanların orda farz namazı kılınacak gibi beklediği bir ortamda.. bir müezzin nidâ etti ki: “AŞK Namazı kılınacaaaaak!.” diye Türkçe olarak, üç kere arka arkaya çok güçlü bir sesle bağırdı.. yedi kişi kalktık çeşitli saflerdan.. ötekiler, diğer insanlar olduğu yere oturdu..
Kalkanlardan birisi bana çok yakındı ve Müezziindi ve Rasim Amca idi.. O kadar mutlu oldum ki analatılmaz yaşanmadan..
Bu YEDi kişi, olduğu yerden duruyordu namaza.. gidip de ön safta değil.. nerede kalkmışsa oarada uyuyordu İmam Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme.. o yedi kişi bulunduğu yerlerden uydu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme.. Rasim Amca da çok arkada idi.. çünkü yakındık yâni.. olduğu yerden ayaklarıyla zıplıyordu Neş’esinden..

Demek ki gerçek İlahî Aşka mazhar oluş, fiilen bu hayatta oluyor ki o zaman çoktan ölmüştü.. bunu gördüğümde burada oluyordu.. ki aynen devam ediyor ve ölmüyorlar yâni..

İşte Derbentli’yi o gece görmüştüm ilk defa.. yâni o gün görmüştüm hayatım da..
Seneler sonra tekrar çıkıp geldiğinde: “görevli olarak geldim, Diyaribekir’den Tersuza geldim!.” Diyor..Diyarbakırdan Tarsus’a yâni.. “Tersuz’dan Aksaray’a görevli geldim!.” der, getirdiği paltosunu Ulu Câminin önündeki dut ağacına asardı.. “bu benim evim-damım” derdi.. çünkü paltoyu görünce anlardık ki o gelmiş.. üç dört ay kalır ve bir gün palto yoksa artık gitmiş demekti..
Hiç kimsenin evinde kalmaz, bir tek kuruş veremezsiniz, bir lokma yediremezsiniz.. zâten selâm bile veremezsiniz ki, bu kadar ketum, bu kadar içeri dönüktü..

İnsanlarla konuştuğu oluyordu Amcamlarla felan.. Halen yaşayan Amaratlı Mehmet Çabuk amca var, halen yaşıyor.. Hacı Osman Efendi Babalarla felân görüşürdü.. onlarla zaman zaman görüşürdü..
Ama genellikle, halk arasında felân kimseyle konuştuğunu göremezdiniz.. Söyleyeceği şeyleri çok net, açık, anlaşılır bir şekilde, gösteriyle fiilen gösteriyle yapar ve asla unutamazdınız!.

Ben yeni mezun Yüksek Mühendis olduğum için, altına param yetmediği için gümüşten bir rozet yaptırmıştım yakama.. O’nun yüzünden Ulu Irmağa atmak zorunda kalmıştım da, bir daha da, hayatımda rozet takmadım asla.. Mecbur kalınca da inşaat yüksek mühendisiyim felân demedim.. yutturmuştu bana o kelimeyi çünkü.. bin cilt kitab okutarak değil, bir çift sözle..

İşte duymak ve uymak, sahib çıkmak budur!.
Çünkü Derbentli bana sahib çıkmıştı ki, o dönemde, o zamanlarda akıl fikir ermeyen bir hayatın içindeydim.. Maddî mânevî hiç kimsenin düşünemeyeceği, ayarlayamayacağı, anlayamayacağı bir başlangıçtı bu!. Hani çile çekirdeği “çattt!.” der ya.. siz hiç “çattt!.” sesi duydunuz mu İÇinizden.. daha ondan sonra içindeki havaya fırlar yakaryıkar herŞEYini.. ne fark eder?.
Ha çile çekirdeği patlamış, ha da atom bombası patlamış.. KÛN feye KÛN bu işte.. bu Hakk Kâmil Yüreğinde olduğu zaman kemâl verir, yoksa avara kasnak, boş teneke hiçbir netice alınmaz ALLAH korusun!.

Hayâlî bir inânçla hayâlî bir Rabb, hayâlî bir Abd oyunu sürer gider, kısır döngü de yalama olmuş cıvata-somun gibi, binlerce çevirsiniz bir diş attıramazsınız, çünkü yalamadır..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

O zamanlar ben keramet diye bir şeye inanmıyorum, diye içimdekini bildiği için Derbentli Deli Hasan Babam kaddesallahu sırrahu, köpek sürüsünün içinde şehri dolaştırmıştır.. tüm insanlara göstermek kaydı ile.. şu Anda Aksarayda yaşayan, hâlâ yaşayan şâhid olan insanlara..
Çünkü ne diyor: “Senin aklını un ederiz, fırına sokar, ekmek eder pişiririz yeriz.. aklına hayaline gelmedik şey hâline getiririz!.” Diyor..
aklını diyor aklını.. onun için biz kendi kaderlerimizde, ALLAHu zü’L- CeLÂLe duâ ederiz ki: “Yaşadığımız sürece inşeallah; ALLAHu zü’L- CeLÂL’in, Kur’ÂN-ı Kerîmin, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, Ehli beyt aleyhisselâmın, Evliyaullah kaddasallahu sırrahumun ve de, kendi insanlığımızın kadir ve kıymetini bilen, şerefini haysiyetini bilen ve öyle kullanan ALLAH dostlarıyla ALLAHu zü’L- CeLÂL haşır neşir etsin bizi, bizle bile etsin!.”
O zaman ben, sen, o olmayız BİZ oluruz.. BİZ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde BİLE isek, zâten “BİZ”iz diyorum, bunu anlatmak söylemek için..

İşte Derbentli’min öğretim ve eğitimdeki görevi, çok basit gibi gelirdi ilk başta.. fakat o yıllar içerisinde sayısız olaylarla, sayısız olaylarla sizin kumar zarı gibi, tavla zarı gibi olan ki ben de bu çok bârizdi aşırı açıktı yâni çok gözde ve okuduğum için ve o zamanlar hiç kimse okumadığı için çok şey gözüken, herkesin el üstünde tuttuğu bir insan olmanın da getirdiği gençliğin ve her şeyin verdiği şeylerle köşeli bir insan!. ZÂR gibi.. attın mı yek duruyor tek duruyor.. bir rakam okuyorsun üstünde yâni bunu âdeta deniz kenarındaki hiçbir köşesi olmayan binlerce hani yassı taşlar vardır ya çeşitli boylarda çakıllar, mercimek gibidir hepsi.. duman etmiştir onu dalgalar, öyle çaktırmadan, öyle yavaş, öyle sessiz, öyle uzun zamanda ki bilyeye çevirmiştir!.
Kötü mü olmuş?. Hayır, hayır daha önce altı yüzümüz sekiz köşemiz on iki ayrıtımız vardı Kâbe gibi HaYyat ZÂRı gibi..

Çok şükür şimdi yüzsüz yaptı RABbım TeÂLÂ.. sokakta birisine “iki yüzlüsün sen!” desen kavga eder..
gerçek bir Âşığa “yüzsüzsün seb!.” desen senin elini öper teşekkür eder.. ama ince bir ayrıntısı vardır ki; Derbentli, bilye gibi her noktası ayak her noktası baştır, her noktası “BİZ BİR” ve “TEK”tir.. AYRı bir noktasını asla bulamazsınız..
Onun için varya Kur'ÂN-ı Kerîmimizde SıFırda SONsuzLuk;


وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Resim ---"Ve lillahi’l- meşriku ve’l- mağribu fe eynema tuvellu fe semme vechullah, innallahe vasiun alîm: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir. "
(Bakara 2/115)

MUHİT: hareketli.
MERKEZ:sükût-sabit..

Nereye dönerseniz ALLAH celle celâlihu vechi ordadır..
İşte bu böyledir onun için diyordu Derbentli: “Çobanoğul, aslına sahib çık, aslına sahib çık, nesline sahib çık!.”der de böyle tek tek sayardı parmaklarıyla..
“Asıl asmaz bal kokmaz, kokarsa yağ kokar.. Onunda aslı ayrandır..” Efendim “Eşek sütünden pindir olmaz.. İt kılından kendir olmaz!.”
İnsan aslını takip edecek de, aslı nedir?. Falan oğlu falan oluşu mu?.
Ben onu bunu bilmem kimin oğlu olduğunu felan..
İstersen Nuh aleyhisselâmın oğlu olsun küfre düşebilmekte Sünnetullahta KULLuk İmtihanında.. asıl olan o değildir.. asıl insanın yaradılışındaki “Hakikat-ı MuhaMMedîye”sidir ki, kendinin ASLı Nurullahtır..
yâni şunu demek istiyorum ki; HaKk ÂŞıkLar BİLip-BULup-OLup YAŞAamaktadırlar ki; ASLı >Nurullah, NESLi >Nûr-u MîMdir..

İşte bunu anladığımızda; ben, sen, o, hepimiz.. BİZler onun için BİZler hepimiz..
“Elif demeyi bilir misin Baba?” derdim Derbentliye de: “Hayır, hayır, hayır ben harfi marfi bilmem, hiç görmedim, anlamam!.” Derdi..

Amma çok iyi bilirdi bir kere.. yanında “ALLAH!.” deseniz ya da, bir araba fren yapsa yanında “Huuuuu!.” Ya benziyen ses duysa âniden havaya fırlardı.. Çünkü Zikir SEViyesi Huuu Esmâsında idi, Kadirî Tarikatı Silsilesinde en yüce en son esmâ Huuuu Esmâsıdır..
Ben bunu Ricâl-i Gayb olan, Sâlih Baba kaddesallahu sırrahu da çoook yaşamışımdır çokkk.. yanında biri “Heeeeeee!” dese hemen “Huuuu!.”yu basar yâni mecburen basar..
İşte onlar “Huu!.” delisidirler ve okudukları okullar Ehlullah ve Evliyaullah okullları.. Ehlullah ve Ehli Beyt ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem okullarıydı..

Bizler, Sadakatta Samimiyette Sabırda ve SeLÂMette ALLAHu zü’L- CeLÂL’in emrettiği gibi onları İzlersek, dosdoğru islersek, birbirimizin BEDENen bütün uzuvları gibi, NEFSen tüm özellik ve güzellikleri gibi, KALBen saf ve safiyetleri gibi, RUHen RaBBimizi BİLdikleri gibi;
BİLişir, BULuşur, OLuşur ve de YAŞAyarak HAKk’ın Şâhidi olarak kaderlerimizi, kadarı kadar şâhid olarak yaşayarak, geçer gideriz bu Âlemden hayr ile inşâ ALLAHu TeÂLÂ!.
Bu bir kendi başına bir kaderdir, bizlerin kaderidir kendi kaderlerimizdir.. Siirtli Hocam insanlara beni işaret ederek “BİZi bir araya getirdiği için Rabbul âlemine sonsuz şükrediyorum biliyor musun Abdüllatifff!” derdi sık sık..
Bu da güzel bir şeydir ALLAHu zü’L- CeLÂL’in yolunda, emrinde ve muradında BİZ BİR olmak.. ne kadar muhteşem bir şeydir, hârika bir şeydir.. zâten BİZde-MuhaMMedî MeLÂMette, bilenimiz bilmeyenimiz olamaz.. BiZ İkİlik şeytanlığında yokuz.. BİZ de bilen bilmeyen olmaz seviyelenmek esastır.. seviyelenmeyen vardır.. biz seviyelenmek için varız ne yapalım işte.. ben yayınlayamadım bir resim vardı şu bizim MecNÛN genç Yunus Emre ile çekilmiş aksarayda.. tâbi ben ufacık tefecik bir insanım.. Yunus Emre de orta boylu, Barbaros da maşaallah iki metre.. hoş bir resim, tam bir çizgi çizseniz yukarıdan aşağıya üçgen elde ediyorsunuz bir açı elde ediyorsunuz Barbaros boyunun birazını bana ver değil ya bu.. bizim hakta ve hayırda neyimiz varsa Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde “BİZBİR-İZ”dir..
Ancak bâtılda ve şerde oluşumuz şahsî bizim yüz karalarımızdır, yüzümüzdeki isler pislerdir.. ki, bunu silmek benim yüzümdekini silmek isesana düşer Barboros.. bu yoldaki Sadakatın Sabrın ve MuhaMMedî OLuşun gereğidir.. hep beraber duâda onun için diyoruz;
“BİZim geçmişe tevbelerimizi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin tövbelerinde istiğfarlarında bile et Yâ Rabbi!.” Diye..
“Uuâlaramızı bir et! Rızalarımızı bir et!. şehâdetimizi bir et, iki şehâdetli kılma!. Bizi yalancı durumuna düşürme bizi yardım et!.”
diye yalvarıp duruyoruz neden?.
Derbentli’den bahsettim bu gün şunun için ki,
İnsanlar birilerinin peşine takılıp gidiyor ağzı laf yapıyor diye..

Hulusîciler isim ona lâyık değil ama Hulusiciler var ya şu adam... şunlar bunlar gibi bir takım insanlar maşa olmuş; Dünya Kiliseler Birliğinin, İslam Dinini yıkmak için ve genç beyinleri tam içerden çökertmek için.. “Fırını, fırıncının çocuklarına yıktıracak” bir metodla bir yıkım mühendisliğiyle çağlara sığmayan İngiliz Oyunuyla konuşabilir, çok şey söyleyebilir, akıl fikir ermeyen maddî deliller ileri sürebilir..
Ancakk, ama bir Derbentli kaddesallahu sırrahu çıkar der ki: “Bırak git bree oğlum bütün zerrenin anası Nûr-u MuhaMMeddir!. Sen hangi zerreden bahsediyorsun geç orayı.. yoksa kurana mı inanmıyorsun?. yoksa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme mi inanmıyorsun?.” gibi keser atar..
Evet benim bu konuda diyeceğin var mı evet Barbaros can..


Barbaros:
Hocam ne diyeyim Derbentliyle birlikte olan sizdiniz siz anlatıyorsunuz yaşadıklarınızı bizlerde buradan yaşıyoruz hamd olsun gözlerim doldu dinlerken o karelerinizde beraber oturup seyrediyorummuşum veya bende yaşıyormuşum gibi yâni öyle bir zevk benim de içimi kaplayıverdi..
Bu bir güzelliktir böyle bir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden gelen bir güzelliktir.. böyle verilmiş siz bu insanlarla yaşamışsınız, birlikte olmuşsunuz ve bu hoş ortamların içerisinde sürekli bulunmuşsunuz.. bizim için bir güzelliktir bunu sizden dinlemek aynı o kareleri sanki oradaymışımız gibi dinlemek bizim için de ben dinlerken duygulandım hocam!.


Kulihvani:
Teşekkür ederim.. şimdi tâbi bizim Yunus Emre aksarayda insanlar derler ki “Bu delinin teki, deli, akılsız bir çocuk işte!.”
Ama orda beraber yaşayanlar şu anda burdayız.. biz biliyoruz ki akılsız felân değildi.. neye göre akıllı neye göre akılsız.. yâni yaşadığımız olaylar çünkü biz teknik insanlarız neyin nasıl olacağını görecek insanlarız.. ordan oraya hiçbir ilişki olmadan hiçbir sebeb olmadan bunlar tüm bize hizmettir ve gerçekten içinde yaşadığımız Mânâ Âleminin de bu âlem gibi içinde olduğunu aynen; BİLemeyişimiz, BULamaylışımız OLamayışımız ve YAŞAyamayışımız mâalesef içinde bulunduğumuz bu kısır döngülerden dolayıdır.. bunlardan zaman içinde kurtuldukça inşâe ALLAH ALLAHu zü’L- CeLÂL karşılaştıracaktır BİLİŞtirip BULUŞturup OLUŞturup YAŞATacaktır inşâe ALLAH.. Buyurun rüyanızı anlatın istiyorsanız o üç özelliğe bakalım ve Fil Sûresine geçelim inşâe ALLAH..


Barbaros : İnşallah hocam Bu sabah namazından sonra idi öyle bir yattım uzandım.. ondan sonra böyle bir köye gelmişiz.. o köye sanki ya ordan bir yere gidecekmişiz ama, gitmediğimize göre oraya gelmişiz.. biz sanki ziyaretçiyimişiz de, orada oranın muhtarı veya turu düzenleyen kişi orada görevli kişi insanlarla böyle konuşma yapıyor.. yâni annemle otobüsten inmişiz elimde de bilet var.. yâni fakat biz şeyliyimişiz yâni o biletin üzerinde Doktor Derman yazıyor yâni Doktor Derman yazıyor imtiyazlıymışız yâni.. sanki orada tanıyormuşuz o kişiyi de, onun özel misafiriymişiz gibi.. yâni öyle bir hisle içimde orda onun ismiylen konuşuyoruz, ediyoruz, bakıyoruz o zamanda şey ediyor o kişi, bizi alıyor götörüyor.. orda çıkarıyor bir tomar para elinde.. yâni sanki her biri kağıt para, her biri ikiyüzlira yeni çıkan ikiyüzlira gibi kahverengi böyle kağıt paralar, böyle çok bir sürü yâni böyle onları toparlamış böyle onları verecek bize.. “aaa diyorum ben durup dururken bize para veriyor biz bu parayı hakketmedik!.” yâni “anne alma!.” diyeceğim anneme.. “sen bu parayı niye alıyorsun ya haramdır, şey yapmadık, hak etmediğimiz şeyleri veya ne yaptık ki bu şeyleri bize veriyorsun parayı bize veriyorsun?” diye adamı sorguluyorum.. ama o da elimi açıyor elime koyuyor paraları sonra alıyorum o düşünce ile içimde bir sıkıntı ile yâni sonra o paraların altına para ile birlikte iki şey daha veriyor o birisi ince böyle köylerde şey yaparlar meyvelerden kurutupta ince kağıt gibi pestil yaparlar pestil kızılcık pestili olur sonra sıcak suya felân karıştırınca hoşaf olur böyle kaselerin içine babaannem yapar böyle öylece bir pestil fakat pestil de içinde patik şeklinde yâni sanki eliniz veya ayağınız içine girebilir yâni içi boş böyle patik işi boş yâni böyle ama o pestilmiş yâni bakıyorum böyle elime bir de birtane zannediyorum bir veya iki kurumuş incir yâni kurumuş incir kurumeyişçilerde satılan kurumuş incir kahverengi kurumuş yâni bende inciri severim yâni bakıyorum orda yemeyi düşünüyorum o inciri sonra otel odası gibi köy odası gibi bir yere gelmişiz orda duruyorduk masanın üzerine onların hepsini koyuyorum.. öyle onlara bakıyorum o incire bakarken uyandım yâni sonra gerisini hatırlamıyorum yâni böyle bir rüyaydı yâni Hocam.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Kulihvani : Hayır olsun yâni rüyaları biliyorsunuz eee.. biz pek girmiyoruz misal âlemi diye.. olayların olmadan önceki bir âlemi var.. gerçekten var bunu Bediuzzaman Hazretleri de anlatmıştı.. bir çokları anlatmıştı fakat bence bizim teknik aklımızın, şu andaki aklımızın sahasına girmiyor o.. belki doğrusu, bana açılım yapılmadığı için ben orayı tam bilmiyorum ve o şekilde gitmiyorum.. orada olan şeyler fiiliyata geçiyor sonra..

Ama kendim yaşadım da.. bazı rüyalar gördüm arkasından bazı olaylar yaşadım ki yaşarken daha olmamış.. bir yere meselâ ben buraya gelmiştim.. bir yere giriyoruz içerisinde iki oda daha var, ikincisinde efendim resim asılı gidip resmi orada bulduk.. yâni hiç bilmediğin yere dosdoğru girip resmi alıyorsun!.. bunlar böyle.. böyle ama, ben Sinop’a hiç gitmemişim.. ilk defa gidiyorum.. yâni oraya ilk defa gidiyorum Sinop’u benim görmem dünyada düşünülemez.. ama bir olay yaşıyorsun önceden yakaz halinde.. o olayı aynen, oraya gittiğinde aynen yaşıyorsun.. diyorsun ki: “aaa ben bunu yaşadım.. işte fiilen yaşadım.. yalınız önceden yaşadım!.”
Bunu fiilen gördüğünüzü de hatırlıyorsunuz.. buna “Misal Âlemi” deniliyor ve doğrudur da.. bilemiyorum ama bazı rüyalar doğrudan doğruya yaşanıyor, çıkıyor, mümkündür..

Ebu Bekr İbnu'l-Arabî şöyle der: "Rüya, Cenâb-ı Hakk'ın melek veya şeytan vasıtasıyla, insanın kalb ve şuuruna hakikat veya kinâye olarak koyduğu ruhî idraklerdir. Bunlar ya açıktır ya da karmakarışık şeylerdir. Rüyanın uyanık haldeki benzeri, zihne gelen hatıralardır. Zîra bunlar bazan belli bir maksada uygun olarak intizâm dahilinde zihne doğar, bazan da intizâmsız ve karmakarışık şekilde hayale dökülürler."

Bir başka izâha göre: "Allah, melek vasıtasıyla, uyuyanın idrak mahalline (şuur, kalb) görülen şeyleri atar. Bu atılanlar orada duygularla algılanan suretlere bürünür. Bunlar bazan haricen mevcut olmamakla birlikte aklen idrak edilen ma'kul mânalarının misalleridir. Bu görülenler, her iki halde de mübeşşir (iyinin habercisi) veya münzir (kötünün habercisi) olabilirler."

Ayrıca rüya: "Olmuş veya olacaklar için Allah'ın alem kıldığı şeyin hayalde teşekkül eden misâllerinin uyku esnasında enfüsî olarak idrâk edilmesidir" diye de târif edilmiştir.


Rüya Bakımından İnsanlar Üç Kısımdır:

İslâm âlimleri, bu mevzuda buyurtulan olan hadisleri değerlendirerek insanları üç gruba ayırırlar:
1- Peygamberler: Bunların rüyalarının hepsi doğrudur. Bazan da tâbir gerektiren şeyler görebilirler.
2- Sâlihler: Bunların rüyaları çoğunluk itibarıyla doğrudur. Bunlar da bazan tâbire muhtaç olmayacak açıklıkta görürler.
3- Diğer insanlar: Bunlar, doğru ve doğru olmayan her ikisini de görürler. Bunlar üç kısımdır.
a) Mestur (hâli kapalı) olanlar: Bunların rüyaları halleriyle muvazi gider.
b) Fâsıklar: "Bunların rüyası çoğunlukla edğâs (karışık, mânasız) dır. Doğru kısmı pek azdır.
c) Kâfirler: Bunların rüyasında sıdk iyice azdır.
Bu duruma: "Rüyaca en doğruları, sözce en doğrularıdır" hadisi işaret eder.


Mü'minin Rüyası:
Ebu Bekr İbnu'l-Arabî der ki: "Salih mü'minin rüyası, nübüvvetin cüzü olduğu söylenen rüyadır. Mü'minin "sâlih" olması demek, istikamet ve nizâm üzere olması demektir... Buna göre, fâsıkın rüyası peygamberliğin cüzlerinden sayılmaz. Mamafih en uzak cüzü sayılır diyen de olmuştur. Fakat kâfirin rüyası hiçbir surette sayılmaz.
Kurtubî der ki: "Sâdık ve sâlih mü'min, hâli, peygamberlerin haline uyan ve bu sebeple peygamberlere ikram edilmiş olan "gayba ıttılâ"ın bir neviyle kendisine ikram olunmuş bulunan kimsedir. Kâfir, fâsık ve karışık kimseye gelince, bunların rüyası bazan sâdık bile olsa nübüvvetten sayılmaz. Bunların rüyasındaki sıdk (doğruluk) yalancının bazan doğru söylemesine benzer. Gaybdan haber veren herkesin sözü peygamberliğin cüzlerinden sayılmaz, kâhin, falcı, müneccim ve benzerlerinin sözü gibi."


Rüya Üç Kısımdır:
Bazılarınca mevkuf, bazılarınca merfu olarak rivâyet edilen bir kısım hadislere göre rüyalar üç kısımdır:
1- Hak rüya: Bu, hadislerde "rüyayı sâliha", "rüyayı sâdıka", "rüyayı hasene" gibi farklı kelimelerle ifade edilmiştir. Bu isimlerle zikredilen rüyalar, edğâs'tan uzak ve halistirler. Bu, kişinin mazhar olacağı yakın bir hayrın habercisidir. Bu sebeple Allah'tan büşra (müjde) kabul edilmiştir.
2- Kişinin nefsine konuştuğu rüya: Bu kişinin uyanık halde zihninden geçen vehimlerin tesiriyle gördüğü rüyadır.
3-Şeytanın üzüntü verdiği rüya: Hoşa gitmeyen, can sıkıcı rüyalar buraya girer.
Bu üç kısma, İbnu Hacer dört kısım daha ekleyerek 7'ye çıkarır. Mamafih bunları da yukarıdakilerden birine dahil ederek üçü asıl kabul etmek mümkündür.

4- Hadisu'n nefs: Nefsin konuşması, yani arzuların te'siriyle görülen rüya.
5- Şeytanın eğlenmesi: Hadiste, "Şeytan birinizle rüyada eğlenirse bunu başkasına anlatmayın" denmiştir.
6- Uyanıkken yapmaya alıştığını rüyada görmek : Belli saatlerde yemeyi itiyad edinen o saatte uyursa, kendini yemek yer görmesi gibi.
7- Edğâs: (Karışık, yalancı rüyalar).
,
Resim---Ubâde tu'bnu's-Sâmit radıyallahu anhu: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e Cenâb-ı Hakk'ın şu âyeti hakkında sordum:
لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).: Onlara müjde var dünyâ yaşayışında da, âhirette de. Allah'ın sözlerinin değişmesine imkân yok. Budur en büyük kurtuluş ve saâdet."
(Yûnus 10/64).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu cevabı verdi: "Burada kastedilen müjde, sâlih rüyâdır. Mü'min kul onu görür veya kendisine gösterilir." buyurdu.
(Tirmizi, Rü'ya 3, (2276)

Yorum yapanın ehli olması gerek.. siz de, gönlünüzün yakın olduğu ehli olan birisiyle bunu konuşun.. yoksa yordurmayın, yanlış yorumlar aynen çıkar diye.. hatta Âişe radiyallahu anha Vâlidemizden.. bir kadın gelmiş işte “kocam rüyamda öldü” youmunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme soracak ama orada yok.. kadın böyle deyip gidiyor.. bir gün sonra geliyor yine “kocam rüyamda öldü” diyor ama, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem evde yok, gidiyor.. üçüncü gelişinde Aişe vâlidemiz diyor ki: “O zaman kocan şimdi ölmüştür!” diyor.. ve biraz sonra selâ veriliyor ki adam ölmüş..
ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Âişe radiyallahu anha Vâlidemize diyor ki: “Neden öyle yoruyorsun o rüyayı ki, aynen zuhur etti!.
Yâni rüyayı yanlışa yormamak da gerekiyor, dikkat edilmesi gerekiyor.. iyi görülmesi gerekiyor ve gönül güzelliği içerisinde olması gerekiyor..

Ama biz, birbirimize çok yakın olduğumuz için, can-ciğer olduğumuz için hamd olsun biz yormaktan ziyâde zevk ediyoruz..
Benim acizâne gördüğüm kadarıyla Münir Derman Hocam zâten kendisi söylüyor büyük yeminler ederek: “Kırklardanım, yedilerdenim!.” şuyum buyum zaman zaman kükrüyor “öyleyim tâbi öküz!.” diyor..
Doğrudur ve hakikaten de öyle yaşıyor zâten kendi hayatında da öyle yaşıyor.. 4 üniversite bitirmiştir kendisi 2 Fransada, Türkiye da tıp bitirmiştir el Ezhere gitmiştir Mısır’da..
Çok ilginç bir hayat yaşamıştır Erzurum tarafında şey kasaba doktorluğu yapmıştır.. Sonra cerrah olarak çok hizmet etmiştir o çağlarda kopan bacağı üç buçuk saat sonra.. kendisinin söylediğini söylüyorum üç buçuk saat sonra takabildiği için yerine ve o bacak çalıştığı için, gazetelerde yayın çıktığı için; Rusya, Amerika ve Almanya dan teklif almıştır.. Almanya yı kabul ettiği için 10 yıl Almanya da kalmıştır profösör olarak ders vermiştir..

1970 lerde bizim dağlardan çoban olarak gönderdiğimiz insanların şu anda Aksarayda birkaç apartmanları var, bir sürü..Halbuki Münir Hocam orada, Almanyada profosördü, çok mazbut bir hayat yaşardı.. biliyorsunuz sırtında bir gömlek.. paltosunun olduğunu hiç duymadım..
Sorarız gelirse Feridun Beye sorarız, deriz “var mıydı?.”
O biliyor çünkü sanıyorum ki yoktu.. öyle basit gözüken ama çok müthiş bir hayat yaşamış bir insan.. Celâlli.. “Kimlere giderdi kazancı?” dediğiniz de.. Münir Hocamın Kızının bana söylediği: “Bana adına kayıtlı bir telefondan başka ne bıraktı?. bir de kitablar kaldı.. onlardan ben bastırarak para kazanıyorum!. gel gör evimi ne haldeyim?. zengin mi sanıyorsun beni!.” gibi sözler söyledi..
“İşte oturduğum birinci katta bir ev gelip kendi de oturmadı” dedi..
Hocam, otel odalarında gelip geçti de kazancını ne yaptı?. O “ne yaptı?”yı yarın mahşerde bütün kâinât görecek.. Bütün insanlık Münir Derman Hocamın ne yaptığını yâni, yetimin öksüzün ne olduğunu, kimin yardımcıları olduğunu..
Ne demek kırklardan yedilerden;
EBDÂL olmak, EBRÂR olmak, AHYâR, AHRâR olmak!.
Ne demek bunlar ve kim bu kimseler şu ÂNda Hayatta..
Şu aklıncadinci, sokak soytarılarının, milletin sırtında din baronları gibi şişmeleri mi?..

hatta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin buyurduğu hadisler çokçadır..
bir beldede bir yetim ağlıyorsa rAhmet, zAhmet olarak inecektir oraya zAhmed olarak inecektir.. rAhmet inecek değil, zAhmet zâlimleri mahvedecek ALLAH korusun!.

Münir Derman Hocam elbette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem DUYar ve Uyardı Hayatında;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle (işaret ve orta parmağını göstererek) yan yana bulunacağız." Buyurdu.
(Müslim)

Resim---Ebü Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız."
Hadisin ravisi Mâlik İbni Enes, -Peygamber aleyhisselam'ın yaptığı gibi- işâret parmağıyla orta parmağını gösterdi.

(Müslim, Zühd 42)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır." Buyurdu.
(Ahmed ibni Hanbel)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teala onu mutlaka cennete koyar". Buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sofralarında yetim bulunduran kimselerin sofrasına şeytan asla yaklaşamaz." Buyurdu.
(Taberânî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kalbinin yumuşamasını ve hacetinin görülmesini sever misin? Yetime merhamet et, onun başını oksa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar ve hacetine erişirsin." Buyurdu.
(Ravi: Hz. Ebud Derda (ra)

Münir Derman Hocamın elbette çok değişik yönleri var..
Biz bekliyoruz ALLAHın izniyle, onun sohbetleri bir tamamlansın.. yeni kasetler inşâe ALLAH gelecek.. görmedik gâliba yakında gelecek.. başka eserleri de gelecek inşâe ALLAH.. ALLAHın izniyle her şey gelecek..
daha doğrusu çünkü o bir Münir Derman.. bir dermÂN Sistemidir..
Bizim önümüzdeki şifrelerdir, açılış noktalarımızdır.. BİZden BİZe BİZim MuhaMMedî Hasbî Hizmetçimizdir.. yâni onu biliriz hamd olsun!.

Dolayısıyla Münir Derman Hocamın biletin üzerinde adının yazması haktırBarboros.. ve harika bir şeydir güzel bir şeydir hepimizde netice olarak o çölde yolcularız yâni.. hepimiz öyleyiz!.
Uyuyanlar, uyur gezerler ve sarhoşlar dahi öyleyiz!.. Sadece onlar farkında değiller.. sâdece sizin şahsınız bir kişi olarak “şöylesiniz böylesiniz” ya da “bana böyle demenin bir manası yoktur!. BİZ BİR-İZ, bir bütünüz , birimizde ne varsa hepimizde de o vardır.. yoksa hepimizde de yoktur.. Biz ReSÛLî SEVİYEliyiz çünkü.. BİLeşik kaplar gibi.. “BİZ BİR-İZ” kupkuru lafınan, sözünen, demeynen değil!.
ALLAHu zü’L- CeLÂL katında şöyleyiz, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde böyleyiz hamd olsun!.

Sözümüz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözüdür..
Onu diyorum onun için: “Ya Barbaros ne kadar şöylesin böylesin!” demenin senin açından bir değerinin olmadığını biliyorum.. çünkü, seviye bakımından hepimiz böyleyiz.. MuhaMMedî BİRLik isteriz ki, sabaha kadar namaz kılıp hepimiz öyleyiz zâten, ya da birimiz durmadan Kur’ÂN okusun sevâblarımızın hepsi hepsi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Havzasında Ravzasında BİRikir ve BİRdir..

Burada bizim kardeşlerimizin ALLAHın izni ve inayetiyle; İmanda Âmelde Ahlâkta ve Halde gittikçe MuhaMMedî seviyelerini sıfırlamaları,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme Sırr-ı Sıfırda uLaşmaları muhteşem bir şey değil mi?.
Elbette çok Muhteşem, çok Mübarek, çok Muazzam ve çok Mukaddes.. Çünkü bu özellikler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin özelliğidir.. BİZ, ne kadar yaklaşırsak o kadar O’ndayız demektir.. O’nda olmak ise bir Emrullahtır.. yalınız olmak Şeytanın emrinde oluştur.. Dolayısıyla size benim acizâne anladığım kadarıyla nakt olarak takdim edilen üç âlemden.. biliyorsunuz üç âlemden.. biz üç âlemi yaşarız.. elimizde olan birincisi Zâhir Âlemi, Dünya.. İkicisi Din Âlemi ve üçüncüsü Âhiret Âlemi..
Bunlar bizim Zâhirimiz Bâtınımız Âhirimizdir..
Şeriatımız Tarikatımız Marifetimizdir Hakikatımızı hakk biliriz..
Biz onu ölçüp biçemeyiz.. İmanımızı, Âmelimizi, Ahlâkımızı biz yaparız ama HALLerimizi ALLAH celle celâlihu bilir.. Onu O bilir..
İşte Kulluk İmtihânı gereği burada para olarak verilen şey, dünyadır!. Dünya hayatıdır.. her şey, ne varsa dünyada onlardır..

ve inşâe ALLAH Hakkın ve Hayrın hizmetinde şu ana kadar olduğu gibi bundan sonra da olur inşâe ALLAH..
bu DÜnyâ, Kesret-Çokluk Torbasıdır..
Dinde ise, binlerce “yap ve yapma!” emri vardır!.

Bana deseniz ki: “TÎNin-İncirin üstüne bir kelime yaz!.”
“Lâ İLâhe İLLaLLaH MuhaMMeder Rasûlullah!.” Yazarım!.

Çünkü bütün İsLÂN Dini, bu incirin çekirdeğine toplanıverir.. bir tek, TEK-BİR ZeRReye girer dinin bütün emirleri ve yasakları!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

bu TEVHİD Kelimesini BULaBİLmek içindir bunca İmtihÂN ÇiLLeLerimİZZ..
Basit gibi gözüken, girişte hiçbir şart koşmayan, girerken kendisi şart olan çıkarken de mutlaka kendisi şarttır yalınızca, hiçbir şartı yoktur girerken.. kâfir olan da girer herkes de girer.. bu kelimeyi kabul eden girer ve girdiği anda işlem başlar.. yüzlerce yap ve yapma.. Sonuç söyle, son sözünü, bırak sözünü neticeyi söyle, “Lâ İLâhe İLLaLLaH” var mı, yok mu?. yoksa yaptıklarını şeytana yapmışsın buyur.. yâni ikilikte kalmış onun için diyorum demin dedim sözü, Sadıklık Samimiyet ve Sabır açısından Resûlullah sallallahu aleyhi veselleminin sözünde olan ALLAH Dostlarının ellerinde ellerimiz olsun ki, YeduLLAHta olsun inşâe ALLAH.. Yedullah olsun yed-i RasûliLLâh olsun inşâe ALLAH diye.. çünkü o çok önemli demek ki “incir” “tin” mânâ, bâtın âlemindeki güzellik olarak verilmiş.. pestil nedir? pestil şudur, pestil şecerenin özüdür diyelim ki 20 kilo meyveden bir kilo pestil elde edilir.. ama isterseniz ondan kırk kilo şerbet yapabilirsiniz.. O özün özüdür, hakikattir yâni.. ve bu da âhiret alemine âittir gibi.. benim yorum olarak değil, zevk olarak söylediğim ya da yorum olarak dediğim bu.. bu üçü verilmiş işte.. bu sizin için dünyada sadakat, dinde samimiyet ihlas ve âhiret için sabır sahibi olmak, sabretmek sonuç bu olacak.. bundan eminim demek.. bütün bu CEM’dir ve güzelliktir.. ben sohbette bunu söyleyelimden kastım güzel bir örnek rüya olduğu için.. bunları ALLAHa çok şükür çok yaşadık, yıllar önce gördük yıllar sonra aynen, söyleleni bize söyleleni fiilen kendi yaşatılanlar olmuştur.. eksiklerimizi tamamlayarak şu da var mıydı orda şöyle oldu muydu diye bende şaşıp şaşıp kalmışımdır.. “sen ordamıydın?” diye o kadar açık söylüyorlar.. bunlar öyle uydur kaydır işler değil, doğru işler ve sebeb.. ne sebeb, teşviktir.. teşviktir ki, bu yolun bahşişidir.. bu yolun bu kadar zAhmetini, bu kadar şeylerin bir hayal olmadığını, hakikata gittikçe insanların MuhaMMedî Hakikata yaklaştığını, ALLAHu zü’L- CeLÂL, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ikramen, kerem olarak ikram etmektedirler ve güzel şeylerdir.. inşâe ALLAH, ALLAHu zü’L- CeLÂL bizi hakta ve hayırda BİZ ve BİR eder ALLAHın izni ve inâyetiyle çok güzeldi ALLAH hakta ve hayrda kılsın.. Münir Hocam gerçekten hizmeti çok seven ve karşılığını da veren bir insandır çok çok.. evet şimdi tâbi kimin sesi var bilmiyorum ama hâlim can nasılsın iyi misin can kardeşim..


Hâlim can: ALLAH razı olsun hocam iyiyiz Garibanın rüyası hayır olsun inşâe ALLAH.. torpilliyim diyemiyo işte burada duruyo onda bilet varmış gidemiyo torpilliyim diyemiyor açıkçası.. şeyi Garibanla geçen konuşurken Kâfirun Sûresinde ikinci âyete bakıyordum ben Garibana dedim burada sanki şey var dedim o da aynı şeyi düşünüyormuş bana diyecek miş de orda ya abudu diyor ya hocam sanki “lâ ilâhe” deyişimizin şeyi gibi eee düzeltmesi ona nazire gibi bir şey var orda.. hani siz “lâ ilâhe” diyorsunuz asıl lâ orda halktır, kuldur.. “kul yoktur” der gibi sâdece ibret edilen vardır gibi.. kendi kendimizce özetliyoruz şeyleri yâni içimizde bu şeyler anlamlar doğuyor.. bildiğimizden felân değil de şimdi böyle söylesen şey olacak nerden çıkarıyorsun felân.. öyle Hocam işte düşünüyoruz.. sürekli düşünüyoruz bir taraftan şey gibi oldu yâni kişiliğimizin bir parçası gibi oldu normal dükkanın arasında seslenen olmasa bir bakıyorum otamatiğe bağlamış gibi kafa gönül o tarafa gidiyor şey olunca.. demin siz konuşurken ben de bir yandan zevk yazıyordum aklım kendi başında kalınca teyit edeni de kendi nakile kavuşuncaya kadar öyle olunca biz birbirimize muhtacız.. yâni demin sizin buyurduğunuz gibi Gariban böyle, Ahmed şöyle, iyi kötü meselesi değil de şeyimizi görebilmek için birbirimizi görebilmek için, doğru mu yanlış mı hangi gidişatımızın “iLLâ” birbirimizden seslendirmesi açısından birbirimize muhtacız biz sürekli muhabbet.. sohbet bunun için çok gerekli diye düşünüyorum.. çünkü ben kendi kendime kaldığımda şeysiz her telden çalıyor hal içinde gün oluyor doğruyu görüyor, gün oluyor yanlışı da çok zor gibi görmeye başlıyor, akıntı nereye doğru şey yaparsa alıyor götürüyor o.. bu yüzden Hocam rüyalarımızda birbirimize yol gösteriyor ilham oluyor ben bu sohbetlerin hepimize çok şey kattığına inanıyorum şeyden çok işin ilmi bilgilendirmesinden çok, bu birlikteliğin mânevî birlikteliğin asıl asıl bereketin o olduğuna inanıyorum inşâe ALLAH.. ALLAH daha bereketli kılsın artırsın inşâe ALLAH nâsiblenelim Hocam..

Kulihvani : İnşâe ALLAH Hâlim can tâbi bizim hâlimce yazılarımız hep birbirimize hizmetlerdir.. bakın “yakin gelinceye kadar hakka ibadet”le emr olunan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemmdir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor ki yakin gelinceye kadar ibâdet edeceksin..


وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!”
(Hicr 15/99)

Yâni son ana kadar bu İşş.. bir kenara çekilip de: “ben şuyum buyum!.” diye hükmedenler artık kısır kalmışlardır, atıl kalmışlardır, tekümmüllerini durdurmuşlardır.. çünkü onlar diyorlar ki: “ben şuyum!.” diye “bENLikleri”ne hükmediyorlar.. hâlbuki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Sıart-ı Mustakîm YOLu öyle değildir.. EhL-i Beyt aleyhumusselâm’ın ve İZLeyen ALLAH Dostlarının da YOLu öyle değildir katiyyen..
Biz aynı ANda, ayni geminin içinde giden insanlarız.. Bizim kendimizin yürümesi söz konusu değil, gemi yürüyor zâten.. onun için ben Hâlim’den ne öğreniyorum gerçekten ALLAH bilir.. ya da, bir yazıdan ALLAHu zü’L- CeLÂL bilir..
çünkü neden öğrendiğim yüzdü, yüz.. yâni öğrenmek zorundayım zâten öğreneceğim.. ben de gelişeceğim.. sen de öğrenerek gelişeceksin, biz gelişeceğiz ki, bize olarak ALLAHu zü’L- CeLÂL’in emrettiği hâlde olalım..

Hepimiz onun için de zâten.. ben ALLAH için, ALLAHa hamdu senâ olsun, sonsuz onur duyuyorum gerçekten, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına şeref duyuyorum kardeşlerimizin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize böyle candan yaklaşmaları tam bir tekemmül..
Çünkü bunlar yazılanlar HAKk’a İnanıp Hayrı İŞLemekte bir İZ bir Eser olarak geride kalması lâzım.. şan şöhret değil sadece ve yalınız MuhaMmedî bir İZ-Eser olarak..

Meselâ ne büyüklerimiz geçmişlerdir eser verememiştir.. Hacı Osman Efendiden kalan hiçbir şey yoktur yâni yazık.. Siirtli Hocama eğer ben son zamanında yetişmeseydim ve o ses kayıt CD leri olmayacaktı, kitabları olmayacaktı.. o kadar, kırk elli senelik emek boşuna geçmiş gitmiş olacaktı ve çok üzülecektim ardından hamd olsun MuhaMmedî Hasbî Hizmetçisi oldumm.. yani bunlarda bir kayıptı ve mutlaka gerideki NESLe bir eser kalmalıydı.. Çok şükür kalıyor da neticede.. siz Hâlim Can bakın kaç zevk yazmışsınızdır ve binlerce olmuştur ve binlercesine her birine bir kitab yazılır ya da on tanesini getir bir kitab yazılır.. yâni basit gibi gözüküyor bir tane zevki açın bu günkü son zevki açın, yazın bakayım ne anlatıyor ne diyor.. anlatımda elli tane âyet bulursunuz, elli tane hadis koyarsınız buraya..
Bu bir uydurma kaydırma meselesi değildir, anlayış meselesidir.. Hazmdır… geçen kime diyordum bilmiyorum biz Yörük olduğumuz için murdar hayvanla mısmıl hayvanın farkı vardır, murdar hayvanlar köpek kedi vs.ler eti parçalayarak yerler.. birazını alır gerisini atarlar, ama mısmıl hayvanlar koyun gibiler otlar, otlar ve arkaca yatar.. yediklerini tekrar çıkarır, geviş getirir ve hazıma gönderir.. işte bu mesele HAKk ÂŞIKLıktır.. bu MuhaMMedîliktir..
İşte bu MuhaMMedîler, her gördüğü Hakk ve Hayr olanı alır, HAZM eder ve HİZMete SUNar.. En sonunda geride ise, mezar taşlarımız kalır.. yâni Gariban yazarlar, Hâlim Kök yazarlar, KulihvÂNi yazarlar.. Yazsınlar onların bir önemi yok!. Ama bir şey var ki, BİZ hepimİZ Kevserde BİR-İZ bunu BİLsinler.. Yalnız öyle de yazdırırız ALLAHın izniyle İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!. Bu ise MuhaMmedî bir Güzellik ve Özelliktir ve çok güzeldir İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!. ALLAHın izni ve inayetiyle..
Biz gerçekten Gaznevî Hazretlerinin müridini ziyârete gittiğimizde.. yâni Bedir Muhtardaki zemzem suyunu çıkaran o zâtı.. Zemzem suyunu çıkaran Gaznevî Hazretlerinin Aksaraydaki kabrini ararkan.. Orda Enver Amcayla tanıştık.. videosunu felân da almıştık hani.. adamcağız coştu moştu hoş bir insandı.. bize orayı gösteren insan..

Hacı Bektaşı Velî Hazretlerine gittiğimizde orda da başka bir Enver Amcayla karşılaştık.. Üç oluklu çeşmede..

Ladikli Ahmed Ağa kaddesallahu sırrahuda da, Ramazan Amcayla karşılaştık biliyotdunuz.. Onlar da çok ilginç insanlardı.. bu insanlar sıradan değildi yâni.. Hatta Hâlim Can’a bir de ekmek aldırmıştı ki, nâsib ve rızık çok ilginç bir şey ve güzeldir yâni.. siz bir daha ekmek alacak Ramazan bulamazsınız tâki Ladik’e gitsek olur mu acaba?. Ama onu bulamayız.. İşte o bir torba ay çekirdeğini katiyyen ne kuyunun başına koyabilirsiniz ne de alıp o cebine koyabilir.. “bu çekirdek herhalde bana âit” dedi aldı ve koydu cebine.. Yâni bütün bunlar bir güzelliktir..

ALLAHın izni ve inâyetiyle İnşâe ALLAHu TeÂLÂ biz şimdi
Fîl Sûresine bir bakalım.. çünkü SALL Sohbetleri genellikle SALLama Sohbetler.. Ama yine de Kur'ÂN-ı Kerîmden bir sûre işleyelim..
Çünkü bu son on sûre benim anladığım kadarıyla yedi vech üzeredir, yedi yönlüdür.. Fâtiha dâhil yâni bu on sûre.. Çünkü çok kısa sûrelerdir bunlar..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Fîl Sûresi 5 âyetlik bir sûre.. Mekkî.. tâbi ilk zamanda geldiği için hâliyle Mekkî ve çok ilginç bir sûre.. Yemende güçlü bir devlet var Mekke’de bir devlet felân da yok henüz.. herhangi bir ordu da yok ki, herhangi bir devlet yok.. Yörük çadırı gibi.. herhangi gibi bir oba gibi oturmuşlar öyle.. bir teşkilat felân yok.. Mekke’ye saldırmak için bir sebeb de yok yâni.. orada bir altın yığını varmış git onu alalım ya da bir mani’ oluyormuş onlardan intikam alalım gibi hiç sebeb yok.. kavga yok.. ama Ebrehe taa Yemen’den kalkıp Kâbe’ye yıkmak için Mekke’ye geliyor..

Burada çok önemli bir şey var hased..

Hased: Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak..

Çok iyi anlamamız lâzım hased, ne biçim bir şey ki, ne gibi ve neyi yaptırabiliyor bu hasedin temelinde var.. İkincisi bu sûre Kâinâtın Kâbe’sine bu denli yapılan bir saldırıyla insanın KALBine yapılan bir saldırıyı aynen birebir temsil etmektedir.. aynısı işlemler şu anda herkes tarafından kendi içinde yapılmaktadır.. bu sûrede garib ve çok ilginç kelimeler görüyoruz.. yâni fil ve fiil aynı kelimedir.. çektiğiniz anda fiil olur kısalttığınız anda fil olur.. fiil ve fil aynı kelimelerdir yâni Arapça yazarsanız başka yazamazsınız zâten.. Fil engüçlü hayvanca şartlarda yenilmezdir.. aslan vs. beş para.. cümlenin içinde kullanırken anlarsınız ki fiilden bahsediyor filden bahsetmiyor..

أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ
Resim---“E lem tere keyfe feale rabbuke bi ashâbi’l- fîl (fîli).: Senin Rabbin fil sahiplerine neler yaptı, görmedin mi (bilmiyor musun)?”
(Fîl 105/1)

Ashâbi’l- Fîl.. “o fiil-âmel sahiblerini görmüyor musun?” deseydi ne diyecektik!.
“E lem tere keyfe feale rabbuke bi ashâbi’l- fîl”
buradaki çekerlidir fil değil fiildir.. bunu da diğerlerinde de böyledir..
Fe cealehum keasfin me’kûl
İnsan kendi özündeki enfusundekini a’yân-ı Sâbiteye çıkardı mı, ne kalır geriye?. kabuk kalır.. çekirdeği, kabak çekirdeğini çıkardınız değil mi içindekini ne kalır?. a’yânı attınız yâni, ÖZü çıkardınız ne kalır?. kabuk kalır “keasfin me’kûl” me’kûl, yemek fiili.. ÖZü yenmiş bir kabuk gibi.. yâni özü yenmiş kabuk mu arıyorsunuz tonlarca bulursunuz sokaklarda.. ÖZsüzler ÖZü ÖLÜler.. ÖZü uyur gezerler.. ÖZü sarhoşlar..
Amma ÖZden UYANan çekirdekler ise kabak tarlası oldu, binlerce tohum verdi binlerce, tırlarla taşı istersen.. Yâni bu sûre böyle ciddi gibi gördüm aslında yedili olduğuna inanıyorum ama ben onları bilemiyorum.. bilemiyorumdan kasdım, şöyle burada bu kadar kısa yâni ben hep şöyle söylüyorum Kur’ÂN-ı Kerîmi dörde bölsem, baş kısımları hep özellikle Bakara ve diğerleri İslâmın İMANla ilgili, âmelle, ahlâkla ilgili.. son kısımları ise, Hakikat-ı MuhaMMedîye ile ilgili ki, çok kısa ve net, fakat çok muazzam şeyler toplayan sûreler.. ki, Kevser Sûresi ki İhlas Sûresi üçer âyet gibi gelir.. hadis vardır üçte biridir Kur’ÂNın diye:


Resim---Ebu Saîd radiyallahu anhu'nun rivâyet ettiğine göre: Bir adam, bir başka adamın “Kul Huvellahu ehad”i okuduğunu ve devamlı tekrar ettiğini işitmişti. Sabah olduğunda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’e geldi ve durumu ona iletti. Adam sanki az görebiliyordu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ki: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; bu, (İhlas Sûresi) Kur’an’ın üçte birine denktir.” buyurdu.
(Ebu Saîd radiyallahu anhu'dan Buhârî, 6643 numaralı hadis)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizden birinizin, bir gecede Kur’ân’ın üçte birini okumaya gücü yetmezmi?” buyurunca Sahabe de: “Nasıl yani üçte birini okumak?” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kul huvellahu ehad, Kur’an’ın üçte birine denktir.” buyurdu.

(Ebu’d-Derdâ radiyallahu anhu'dan Müslim, 811 numaralı hadis)

Gekten çok bütün mühtevayı toplayabilen sûrelerden birisidir.
Şöyle bir göz atalım inşâe ALLAH birlikte.. E lem tera keyfe feale rabbüke bi ashabil fil
Muhatab hepsinde olduğu gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem muhatabtır Kur’ÂN-ı Kerîme tebliğci O dur.. Tenzir etmektedir Emrullahı tebliğ ettiğini.. yâni tebşir etmektedir, müjdelemektedir ve tebşir olmaktadır, şâhid olmaktadır tebliğine.. Teslim, tebliğ ve tenzirine.. Teslim olanlar, tebşir ve teşhidine de istikamet edecekler.. Müjdelemesi ve şâhid olacağı şey nedir?. teslim oldun mu?. Oldum.. gemi kalkıyordur artık müjdeliyorum ki ve şâhid oldum ki
Eşhedu en lâ ilâhe illallahı göstereceğim size buyuran Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

Türkçe Arapçanın tersi tercümede olduğu için söylüyorum.. Arapça yazarsanız tersten gidersiniz.. Rasûlu toplayın ALLAHa gidersiniz demek istiyorum.. Mecbursunuz, dürün bükün kaybolur gider oraya.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem irsal edicidir o bakımdan söylüyorum.
E lem.. “e” soru işaretidir “lem” olumsuzluk.. elem değil mi? tera görmedin mi sen? görmedin mi bu olay önceden olmuş bir olay sana bildiririm ki, biz diyoruz ki sen buna inân ki değil sen bizzât görmedin mi bunu..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem MuhaMMed aleyhi’s- selâm olarak doğduktan sonra Rasûlullah olmuş değil.. Nurundan kâinât yaratılandır.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin “rahmetenlil âlemin” oluşu doğduğu gün başlamamıştır, kâinât doğduğu gün başlamıştır..
Bunu neden insanlar anlamıyor ben hayret ediyorum.. Kur’ÂN-ı Kerîmi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemle başlatıyor.. sanki ondan önce İslam yokmuş, din yokmuş Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yeni bir şey getirmiş.. birisi çıkmış bir şey söylüyor gibi.. bunu Müslüman olarak anlamamalarına ben hayretler ediyorum.. okumuyor Kur’ÂN-ı Kerîmi çünkü, bağlantıları kuramıyor.. sanki herkes gelmiş kendi başına bir din kurmuş gibi.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Sünnetullahını takib edemiyor.. Âdem aleyhisselâm gelmiş sonra da peygamber olanlar gelmiş gibi.. öyle değil, hiç de öyle değil.. bir milim iğne ucu kadar boşluk kalmaksızın birbirine göbek bağıyla bağlı bunlar.. her şey dinde böyle, evvel de böyle, âhirde böyle, zâhirde böyle, bâtında böyle inşâe ALLAH..


“E lem tere” görmedin mi, sen de gördün ya hani.. “keyfe” keyfiyeti nasıl olduğunu, içindekinin KÛNa gelişidir.. keyfe biliyorsunuz keyif, biz nasıl deriz biz keyfin kendisi nasıl demektir zâten keyfenin kendisi nasılsın demek nasılsın.. nasılsın gibi olur Türkçe keyfiyet keyflendin mi, keyfine gitti mi bütün hoşluk hâlinin hoşluğa yorulması.. burada ise keyfe, nasıl, neler ne hallere soktuğu herkes kendi içindekini kevne nasıl çıkardı, “feale” fiili işledi.. “rabbüke” senin Rabbin fâil yâni.. gördün ya fâil olarak senin Rabbın ne filer işledi.. kime?. “bi ashâbi’l- fîl” O sahiblerine ki neyin sahibine? el fil..sanki fiilin sahiblerine.. fil sahiblerine neler etti.. feaele fiil neler yaptı faele fiil aynı kelimedir.. fiil kökünden feale özne yapmıştır.. fiil bildiğimiz fil sahibleri bir de zevk edebiliriz ki rahatça fiil sahiblerine bura belli Ebrehenin ordusu geldi orda bir fil vardı ismi Mamuttu beyazdı bir taneydi ordunun önünde giderdi o yürüdü mü ordu da.. öyle inanırlardı ki onlar onun dediği doğrudur bütün ordu arkasından gelirdi, önüne hiç kimse duramazdı.. ondan güçlü bir şey yoktu.. çünkü o yenilemezdi.. Özellikleri hadislerde var, anlatılanlar var, tefsirlerde çokça var okuyabiliriz.. bu sorun değil hepimiz yarın buluruz okuruz yâni bütün tefsirlerde var..
Ama burada başka bir şey var..
“E lem tere keyfe feale rabbuke bi ashâbi’l- fîl” sen görmedin mi şu fiili yapanı Rabbüke senin Rabbin ne yaptı bu fiillerine sahib çıkana senin Rabbin ne yaptı gördün ya, görmedin mi, görmüyor musun, şu ÂNda, şimdi de aynı fiillerine sahib çıkanlar.. Bu fiil bu fil Kâbe’ye saldıran ordunun önündeki bu fil sanki ham AKIL gibi, ya da ham aklın içine girdiği NEFİS gibi aynen.. tek yönlülüğü düşkünlüğü her türlü RUH da dâhil BEDEN KALB bütün azaları ve her şeyi peşinden götürüşü, ondan başka haklının olmayışı..
Bütün özelliklerini düşündüğümüz zaman edepsiz.. bir akıl bilgili olabilir ilimli olabilir ama edepsizden bahsediyoruz, irfansız edepsiz erkansız.. erkansız edepsiz irfansız ilim sahibi olabilir çok bilgili olabilir her şey olabilir fakat usul bilemediği için vüsul bulamaz.. böyle bir açık şey var.. onun için fiiline güveniyor zâten.. onun için MuhaMMedî Mihenge vurmuyor, Şeriat-ı Garrayı takip etmiyor, kendi kendi ne diyorsa öyledir.. olmuş olmamış ilgilendirmiyor onu..

Yâni buna dikkat edelim diye söylüyorum.. fiillerine sahib çıkanlara Rabbinin ne işler ettiğini görmedin mi onların keyfiyetine ne halde olduğunu sen gördün, görmüşsündür yani..
Burada bu olay, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemden çok önceleri olmuştur.. Aişe radiyallahu anha vâlidemizden sanıyorum, hadisler vardır onlardan kırk elli sene önce olmuş sanıyorum..
Ordan kör insanları gördüğünü, o savaşa katılanları gördüğünü söylüyor ki görmeleri mümkün.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin dedesi Abdulmuttâlib, tâbi o zaman varlıklı bir insan, çok güçlü, kuvvetli, yakışıklı da bir insan ve develeri olan bir insan.. Ebrehe onun develerini özellikle onun deve sürüsüne el koyuyor.. çünkü itibarlı olan odur Kâbe’de o âiledir daha doğrusu âile seçkin bir âiledir.. yâni Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin âilesi seçkin bir âiledir.. korunan bir âiledir ALLAHu zü’L- CeLÂL lütfü kerem etmiştir.. develeri el konup alınınca biliyorsunuz Abdulmuttâlib, gidiyor diyor ki: “Ben develerimi almaya geldim niye diyor bana zulmediyorsunuz benim develerimi alıkoyuyorsunuz!.” o da diyor ki: “Ben Kâbe’yi yıkmaya geldim diyor sende aldırmıyorsun devenin peşine düştün bu ne iş?.” deyince diyor ki: “Ben develerin sahibiyim Kâbe’nin sahibi değilim ki.. ben develerimi korurum Kâbe’nin, O Evin sahibi kimse onu korur!.”

Ben de biliyorsunuz hacca gittiğimde öyle demiştim: “Ya Rabbi şu neidiği belirsiz keçi sakallı Kral SENin EVİnin üzerine saray yapmış ve gölgelemiş.. üst katında namaz kılarken karşımıza o geliyor.. SEN de Evini koru bu Kralın evini yıkmak için torunumun torunumun torunlarına vasiyet bırakırım ki, yıkılırken gidin bir tuğla da siz koparın!.” Diye..
Çünkü KABetULLAH’a zülüm olmuş diye söylüyorum.. zülm edilmiş Kâbe’ye.. Kâbe’ bir nohut tanesi gibi kalmış avucun içinde.. yüz kat iki yüz kat bilmiyorum bu kadar çok katlı hâlâ devam ediyor 50 metre ötesinde bir de adını TEVHİD Oteli koymamışlar mı!.. adı da TEVHİD Oteli heyyy yâ Rabbim!. ben ne deyim sana..

Yâni hani var yayok İhlas Bankası yok Asya Bankası, el bereket hâşâ!.. hani var ya yakında kuracak adam Kur’ÂN Bankası diye..
Aynı sistem Şeytan Sistemi orda da devam ediyor..

Ne diyor Abdulmuttâlib “ben o evin sahibi ben değilim kendi evini kendisi korur!.”
Ama giderken Kâbe’nin kapısında tespit edilen duâsı nedir:

“ALLAHım!. Herkes kendisine helâl olan malını müdafaa eder artık Sen de kendi malını koru! bu gün puta tapanlar geldiler seni yıkacaklar sende şimdi senden taraf olan bize yardım et!
Onların “hac”ı bizim “hilâl”imizi yenmesin.. eğer Sen kendi evini korumazsan sen bilirsin.. bizi onların insafına terk etmiş olursun başka umacak kimsemiz yok!. bu onlara karşı Senin haremini koru!.”
Haramını değil, haremini yâni ırzını namusunu anlamında haramını demiyor haremini korumak tıpkı üzerine farz-ı ayın olan, farz-ı ayın Cuma namazı gibi farz-ı ayın bakın: “Sen koruyacaksan senin haremin çünkü!.
Diyor.. bu duâları ediyor ondan sonra onlarda böyle çölden geliyorlar tâbi ordu geliyor.. bakıyorlar ki gök yüzünde bir sivrisinek gibi böyle kaynaşan bir dönen bir sürü kuşlar görüyorlar..
Ne diyor Abdulmuttâlib: “vALLAHi ben böyle kuş görmedim bu Arap Ülkesinde Necid’li desem Tahâme’li değil.. Hicazlı değil Mekkeli değil bu ne biçim kuş bunlar!.” Diyor.. Her kuşun gagasında bir, iki ayağında iki üç taş taşıyor.. dikkat edin her kuş üç taş taşıyor.. ve her kuşun taşıdığı üç taş bir kişiye âit.. Sisteme çok dikkat edin.. bu yok efendim mercimekten küçüktü, şundan büyüktü.. gerçekte o, bu günkü misket bombalarıdır veya vebâ mikroplarıdır ne fark eder... bu günkü herkesin sicili yazılı üzerinde bu gün gönderilen bombalar mı felân.. onlar söylenebilir.. benim dediğim başka bir şey.. başka bir şey yâni.. bizim sâdece elimizde ayağımızda gözümüzde her türlü azamızla teslim oluyoruz ALLAHu zü’L- CeLÂLe değil mi?. Elbette tâbi hayatımızın her saniyesiyle teslim oluyoruz.. bütün bunların teslim olması lâzım.. ben bir yere gidiyorum, ayaklarım burada kalsın mı olacak yâni.. tümünün olmasında bu üç taş kullanılacaktı.. biri başta ikisi ayakta kullanılıyor.. işte bu taşların üzerinde her kişinin ismi yazılı.. bırakıdığında kendi o kişiyi direkt bulabiliyor.. Bu Ebrehe ilginç bir isim.. “Ebrehe”nin aslında ruh bileliği var yâni.. Ruh ne işi var insan bedeninde?. Ruhun Emr âleminden, kirletilemiyor çünkü cam gibi, içine bir şey yapamıyorsunuz, kirle giremiyorsunuz ki zâten dışından ancak isleyip-pisleyebiliyorsunuz o da cilâlandığında, silindiğinde pırıl pırıl oluyor.. Ruhta, içeriye giremiyorsunuz bir ampul gibi kirletebiliyorsunuz, sinek pisliği gibi ata ata 100 mumdu düştü 50 ye biraz daha düştü 10 muma.. tamamen boyadığındaysa.. içindekinde 100 mum elektrik var fakat ne çâre ki kendi kendine kirlete kirlete karanlığa soktu kapkaranlıkta kalakaldı ahmak..

Yâni buna çok dikkat etmek lâzım.. fiiller bu ampulün üzerindeki pislikler gibidir.. içindeki yine aynısıdır Firavunun hakk oluşu aslındadır fiilinde Firavunluktur.. buna dikkat edelim.. hep söylüyorum anlatamıyorum belki yâni siz görünüşte dersiniz ki Anka Kuşu gerçekten Beyefendi bir insandır hakikaten öyledir Âlican, iyidir, bir tanedir ancak, hırsızlık yaparsa hırsız Âlican olur.. Avcılık yapsa avcı Âlican olur.. Başka bir şey yapsa o iyilik yapar iyilikçi olur.. Bakın fiillerini görüyor musunuz, bakın üstüne elbise gibi ambalajca oturmakta.. ve hakikatta böyledir benim dikkat çekmek istediğim şey katiyen ampulün içindeki elektriğin iman gibi eksilmesi azalması söz konusu değil.. onun kullanmamaktan dolayı, yanlış kullanmaktan dolayı insan kendi eksiltip çıkartır buna dikkat çekmek istiyorum!.
Ebrehe, akıl erdiremiyor.. çünkü diyor ki: “Nasıl olur bu bir sürü kuş geliyor benim bütün insanların üzerine bırakıyor taşı tepesinden giriyor şeyinden çıkıp gidyor efendim.. ve param parça ediyor, yok ediyor bir orduyu!.”
Bırakın Kâbe’yi, Kâbe’ye daha yaklaşmadan yok oluyor, helâk oluyor mahvoluyor EBReHe Ordusu.. neyle oluyor?.
Bitirelim bakalım.. ondan sonra dönelim isterseniz..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ
Resim---“E lem yec’al keydehum fî tadlîl (tadlîlin).: Onların “tasarladıkları planlarını-tuzağı, hilesini” boşa çıkarmadı mı?”
(Fîl 105/2)

Lütfullahın AYNiyete geçişin CEM’idir ceale.. can ve cisime; bütün ni’metlerin, ona yüklenen esmâların, muazzam lütufların.. ni’metlerin yâni her türlü temini, devamlılığı ve sürekliliği.. bu sistemin muhteşemliği ceâle fiiliyle kullanılıyor.. “yaratmak-halaka” da buyururdu isterse burada ALLAHu Zü’L- CeLÂLimiz.. “yaptı-feala” buyururdu..
Ceâle fiili çok şeyi yüklenmiş bir fiildir.. yâni pek çok özellik taşıyan bir fiildir..

“E lem yec’al keydehum fî tadlîl” .. O, …madı mı.. kılmadı mı, yapmadı mı, etmedi mi, uygulamadı mı?.
Çeşitli bir operasyon fiili.. zâten “dalle” kullanıyor burada, boşa çıkarmadı mı diye tercüme edilmiş..
Onların keydlerini, hilelerini, tuzaklarını, kötülüklerini felân diye tercüme edilmiş.. Ama keyd başka.. söylenilenlerin de, onlarında isimleri-fiilleri vardı.. neden, niye tuzak kurmuşlar ki.. ne hileleri var ki?. tuzak mı kurmuşlar?. Orduyu almış adam, doğrudan doğruya doksan derece dikmiş geliyor!.
Burada keyd; düğüm çözülemeyen, kayan, kayd.. kayd, bildiğimiz kayda geçmek.. kayıtta kalmak, sözde kalmak..
ÖZe geçemeyiz.. eeeh çay içtik.. “ben şimdi biliyor musunuz yirmi bardak çak içtim!” diyorum.. ama doğru değil, emin olun çayın “çe” si bile yok ortada.. istediğim kadar yazayım bu bir kayıddır.. bu bir evet hiledir, yanlıştır, tuzaktır ve doğru değildir.. istediğini söyleyebilirsin diyorum ama ben diyorum ki: “Kayıdlı, kasıdlı, kalıplı, şekilli şemâilli ->buz” gibi bir şey dir.. doğrudan işe yaramaz, yenilip içilemez ki erimesi gerek.. bunu demek istiyorum.

Onların kayıdlarını “ceâle” içinde “cell”i teCELLîyi tercih ettikleri için “dall” içinde komadı mı?.
Bu kötü tercihlerini “dall” içine koymadı mı?. bu kaydlarının içerisine kendilerini kapatmadı mı?. hani bunlar “sall” edeceklerdi?!. Tam tersine Kâbe’ye, Kâbe’yi yıkmaya gidiyorlar.. Kendi İÇ KuLLuk Kâbe’lerini yıkmaya gidiyorlar!.
Bu nefis ve beden, şeytan işgâline girdiği anda, Hizbuşşeytanın tercihini kullandığı anda, gerçekten Hizbullahı yıkacaktır fiilen.. burada da yıkmaktadır adamlar.. adamları öldürmektedir.. şehirler yakılmaktadır.. Bu âlemdeyse, cennetler cehennemler fiilen işlenmektedir değil mi?.
Şu anda fiilen işleniyor..

İşte bu
“E lem yec’al keydehum fî tadlîl”i kendi nefsimizde düşündüğümüzde; görmedin mi ALLAH nasıl ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Şehâdet Şehri olan “ben”deki Dirilik Kâbe’si, bendeki KALBin Sahibinin başşehri.. bendeki kalbimin içindeki RÛHu, Er Rahmân Nefasını, daha doğrusu neden Er Rahmân nefhası da, er Rahîm nefhası değil?. Çünkü kalbin Bâtın yönüne bakan kapısı nedir?. Er Rahmândır.. Zâhir yönüne bakanın adı Er Rahîmdir.. İstediğin gibi düşün.. Er Rahîm oğlu Er Rahîmdir açıkcadır ve nettir.. İşte bu geridünyaya döndüğü anda öbür tarafa “dal”la gider.. öbür taraftan kastım Rahîm cephesini “ilâh” gördü mü ve “şehvetin şeytanlığı” burada çıkar ortaya.. ilâh gördü mü Hizbuşşeytan olur.. hâlbu ki bu bir geçiştir, sistemin gereği başlangıçtır vve asla sonuç değildir.. “MîM”den geçeceksen onun geçişi dönüşte “bismillâhirrahmânirrahîm” gibidir.. yönünü ALLAHa dönerek geçersin.. Kâbe’de, Kâbe’ye sırtını dönerek namaz kılınmadığı için söylüyorum bunu.. işte bu ters dönüş “dall” dır..
Doğru dönüş olsaydı “sall”dı.. yâni kendi SîNEsindeki, kendi RûHundaki, kendi şah damarından yakÎn olan “sall”ı bulacaktı..
Nasıl yapmış ALLAHu zü’L- CeLÂL bunu,

“E lem yec’al keydehum fî tadlîl”
Biz, onların keydlerini, Tadlil Tuzaklarını boşa çıkarmadık mı?. onların o keydlerini dalal içerisinde koymadık mı?. onların sapıklığa giden kaydlarını kendi tercihlerini yerle bir etmedik mi?.

ALLAHu zü’L- CeLÂL bunu nasıl yaptı;


وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ
Resim---“Ve ersele aleyhim tayren ebâbîl (ebâbîle).: Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi.”
(Fîl 105/3)

“Ve ersele” rüsul etti, sıla etti, indirdi, sall etti..
Bildiğimiz Selâmet Sallı.. İrsaldeki Resûl Sallı..

“Ve ersele aleyhim” onların AYNiyeti üzerine, onların ayniyetleri üzerine “tayren ebâbîl”.. tayran, teyyare gibi uçan demektir.. kuş de, ne dersen de.. Tuyur, kuşlar.. Tayran, uçan anlamındadır.. Teyyare de buradan gelmektedir.. zâten ebabil, efendim ebabile bir sürü diyelim.. sürü sürü, bölük bölük denmiş doğrudur.. ama Lütfullahın zâhir ve bâtın BİLEliğinin bize böyle gökten inişinin tam Türkçesidir bu.. ve nakilin ta kendisidir..
İşte bu böyle biri mıknatıs gibi çeker, öbürü de öyle koşar.. öyle BİLişip BULuşup OLuşurlarsa.. O dalalet yerle bir olur.. yâni güneş doğar.. güneş doğunca da artık “gece gitti gündüz geldi” demeye ancak akılsızlar uğraşır o işle.. bir şey demeye hacet yok!. zâten gece gittiyse gündüz gelmiştir mecburen zıtlar zevkinde..
O halde yâni şunu demek istiyorum,
“Ve ersele aleyhim tayren ebâbîl”.. bir önceki âyette “E lem yec’al keydehum fî tadlîl”
ALLAHu zü’L- CeLÂL tercihleri gereği, Dall etmiştir..Sall gitmiştir..
Çünkü Dall edince de, onu mahvettiği anda ikincisi SALL güneşi doğmuştur hemen arkasında.. Bunu buyuruyor zâten..


تَرْمِيهِم بِحِجَارَةٍ مِّن سِجِّيلٍ
Resim---“Termîhim bi hicâretin min siccîl (siccîlin).: Pişmiş sert tuğladan taşları, onların üzerine atıyorlardı (öyle ki).”
(Fîl 105/4)

“Termîhim” burada ram olmak vardır.. mutlaka tutkun olmak güdümlü mermiler gibi, proğramlı mermiler gibi.. termîhim, atmaktır.. mermi de bu fiilden gelmektedir.. remme fiilinden.. mermi, atılan demektir. zâten Türkçeye geçen mermi de böyledir.. Termîhim.. bunların mermileri neymiş, ne atıyorlar mış?.
“bi hicâretin min siccîl”
Bildiğimiz bizim “hacer” taş.. yâni hücreler, yâni hecirler.. Rububiyet Cem’inin Hakikatı.. İnsanan kendisindekindeki Rububiyet Sırrının cana ve cisme geçişi.. kime geçecekti yâni şah damarından delip de direk göğe mi fırlayacak?.. yâni bu sistemin neyidir ki, cana geçecek.. candan cisme geçecek.. cisimden de cihana geçecek..
Adam içinden diyor ki: “Şimdi kalkacağım!” diyor.. Kim diyor?. Bunu diyen diyor.. Sonra canı diyor, sonra cisme söylüyor, sonra cihana söylüyor ki: “bakın ben gidiyorum görüyormusunuz?” diye..

“min siccîl”.. siccilden, hicârelerler.. Cerr hakikatıyla.. yâni çekiş.. çekiş hakikatiyle ne yapıyor?. ramlar atıyor mermiler.. onları ram ettik.. bundan şunu anlıyorum ben acizâne.. bu akıl denilen şey bu nakil denilen şeye öyle âşık ki, bunların ikisininden daha âşık bu kâinâtta bir şey yok!. yâni bu denli birbirinden şey bunlar akıl ve nakıl, öyle birbirinin hasta âşığı..
Yâni
“Termîhim bi hicâretin min siccîl” buradaki ceâle fiiliyle buradaki siccilin ceâlesi aynı şeydir.. gelecekte olandır siccil “se” harfi Arapça da gelecek harfidir, “cek” harfidir.. yâni hangi fiilin başına “se” getirirseniz “cek” mânâsına gelir.. bir de “sevfe” vardır ikisi fiillerin başına geldimi “cek-cak” yapar onu..
Şimdi geleceğin kader taşlarıyla nasıl yerle bir ediyor aklın veya şeytanın adına, ya da nefsinin hevâ hevesinin adına..
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in, TevhiduLLAH için halkettiği İnsanın Kâbe’si olan kalbine şeytanı da peşine alarak ya da şeytanlaşmış İKİliklerin tümünü kendinde görerek “ben ilâhım sen kim oluyorsun?” diye nasıl kalbi param parça ediyor.. ALLAHa ulaşım noktasını, Berzah ara kesiti MuhaMMedî BULuşmayı kesmek için..
Zâten dikkat ederseniz ben sürekli hac’dan beri ne diyorum bu Arap Melikleri Kralları, bu sakallı sakalsız bu adi adamlar.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi kesmek istiyorlar.. çünkü biliyorlar ki ötekileri kesmeye gerek yok artık.. neden?.. çünkü kalb berzahtır MuhaMMed aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâmın makamıdır, son makamdır.. onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kapıda Abdullahtır Rahîmiyet Kapısında.. Rahmâniyet Kapısında Rasûlullahtır.. aleyhisselâm.. Onun için rabıta almak felân bana göre küfürdür.. onu bunu sokmak oraya buraya.. yâni Termihim bi hicaratin min siccil böyle mermi mermi Kur’ÂN-ı Kerîmin sûreleri gibi âyetleri gibi mermiler hâlinde hücreler hâlinde siccil.. anın kaderleri, tüm anların kaderleri gibi.. yağmur taneleri gibi, her an yağan şeyler hâlinde.. akıllar sürekli bombardıman altında.. ama bubombardıman yok etme anlamında değil, ceale fiili kullanılıyor, yaratmaktır aynı zamanda ceale..
bir çok âyetlerde unutmayın gelecek göreceksiniz yarattı diye tercüme edecekler mecburen, kıldı yaptı diyecekler.. basbayağı yarattı yâni “min siccîl” sicilden.. evet çamurdan yaratmış sertleşmiş çok sert nohut tanesi gibi söylenebilir zâhir bakımından bir şey demiyorum ben.. onların tefsirleri elimizde, mealleri elimizde görüyoruz yâni.. o günkü olayın bir masal olarak anlatılandan ziyâde ben şu anda benim aklım ve nefsim gerçekten vahşi bir hayvan gibi gözünden vurulabilen ancak dikkat edin FİL Hayvanı dâima gözünden vurulabiliyor.. öyle her şeyle posta koyuyor aslanmış şuymuş buymuş felân dinlediği yok, burnunun doğrultusuna gidiyor, dönemiyor artık.. tıpkı nefsin heva ve hevesi Firavunlaşmış bir nefsin ve onun Firavunlaşmış bir nefsin hani var ya, etrafında Haman gibi bir daha vardı adam Karun gibi yandaşları.. tüm akıl fikir vs. gibi şeyler öyle bir zorbalığın eline geçtiği zaman geriye dönüp Kâbe’yi yıkmaya kalkışıyor.. işte o zaman böyle bir aklın başına ne geliyor ALLAHu zü’L- CeLÂL’in lütfü keremiyle gökten mermiler gibi MuhaMMed aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâmın Nûr-u MîM Semâsından “Termîhim bi hicâretin min siccîl” yağmaya başlıyor!. Peki sonuç;

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَّأْكُولٍ
Resim---“Fe cealehum keasfin me’kûl(me’kûlin).: Böylece onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptılar.”
(Fîl 105/5)

“Fe cealehum” yaptı, öyle yaptı, o hale getirdi, yapıverdi, kılıverdi ediverki ki “keasfin”.. “ke” gibi Arapçada.. hangi ismin önüne ke getirirseniz onun gibi yapar ne derseniz meselâ hemen onu gibi yapar.. “ke kâlem” deseniz “kâlem gibi”.. “ke asfin me’kûl” .. yenilmiş asfın-ekin gibi yaptı.. “asfin me’kûl” yenilmiş, içilmiş yâni bildiğimiz “ekele” fiili yenmek, yemek yemek, yâni yenmiş-me’kul yenmiş bir asfa çevirdi.. asf dediğim gibi tanesi alınmış saman..işte efendim çekirdeği çitlersen özünü dışarı atarsan kalan çekirdekle hiç alakası olmayan posa gibidir..
Yâni ne acıdır ki insanlarda böyledir, şehâdetini tevhidini kaybetmiş insan yürekleri de bedenleri de her şeyleri de hışır gibi kalakalırlar.. bunun başka bir şeyi vardır “keasfin”in bizde.. Yörükler bilirler erkek toklu, adamın diyelim ki kırk tane erkek kuzusu var hepsi dişi değil ya.. peki bu erkek kuzular beslenirse süt vermezler.. eskiden o dağlarda yoz sürüleri olurdu para için bekletilirdi, kuzu iken satılmazdı.. çünkü kuzu kesimi yoktu sonradan çıktı bu kuzu kesimi kepâzeliği.. onlar dağlarda etlenir.. dağdan ikinci sene öveç toklu olur öveç olur daöyle satılırdı.. bir yıllık toklu iken hayvan ergenliğe erdiği için ete gitsin diye kısırlaştırılırdı..
İşte bu hayvan yumurtalıklarındaki üreme kanallarını, ya makineyla kıstırarak kopartırlar ya da döverek yaparlardı ki daha erkeklik yoktu..
İşte bu da keasfundur.. artık ondan türeme olmaz.. buradaki dikkatinizi çektiğim şey şu
“ke asfin me’kûl” olmuş bir akıl nedir?. Şeytanlığı ezilmiş bir akıl MuhaMMedî akıldır hak olan da budur..
Çok özür dilerim yâni bunu anlatmaya çalışıyorum.. dönemez ki dönsün!.

Yâni bundan çekirdeğin içini almışsın sen!. daha ne çekirdek yetiştireceksin ki, o iş ondan alınmış!. yâni ÖZ alınmış..

“Fe cealehum keasfin me’kûl”

İşte böyle bir Fiil Sûresidir bu FîL Sûremiz..
Fiillerin-Amellerin ne kadar önemli olduğunu, yâni siz istediğiniz kadar inanın, en güzeli inanın, fiilen yapmak zorundasınız!. Yaparken ne ile yaparsınız?. Aklınızla yaparsınız!. Aklınız Ebrehe’nin Fili gibi kafayı dikerse Şeytana ne olacak?. “Kâbe’ni yıkacağım!” derse çâre ne?.
Bunu yapar mı?. Kesinlikle yapar, öyle yaratıldığı için yapar!. KuLLuk İmtihÂNı bu!.
Zâten tüm haberlere bakıyorsunuz.. her askere bir taş var.. “peki Beyaz Fil’e ne oldu?” diyorsunuz.. O Fil kardeşim.. asker değildi ki!. Fil, simge idi, akıldı.. yâni hepsinin kullandığı şeydi, bileşke gibiydi yâni.. bir sürü bileşen var, oklar var.. hani biliyorsunuz matematikte bileşen kuvvetlerin tümünü toplarsın BİLEŞKEyi bir tane vektör çizersin de, hepsini temsil eder!. O artık 5 özelliği bildirir sana tümünü; Başlangıç-Bitiş Noktasını, Doğrultusunu, Yönünü ve nekadarlığını ki, her şeyini..
Bunlar teknik olarak kendi yönünde doğrultusunda başlangıç bitiş noktasında kaydırarak getirilir.. sonunda TEKBİR BİLEŞKE hepsinin her şeyini tâyin ve temsil eder.. artık özelliklerinin tümünün bileşkesidir..
İŞte bu SEViye, bizim bildiğimiz MuhaMMedî SEVİYEdir..
Yâni bu sistem kurulduğu için İSTİKAMET BULuyor, Rasûli Rotayı BULuyor..

Yâni burada Fil, nasıllık.. bu da ilginç burada “dall” en ağır şekilde kullanılıyor.. nasıl ki TEVHİDE SALL etmemiş bir din hayatı, Şeytana yönelik ise, SALLın yapamamış ise, yâni kendi Kalb Kâbe’sindekine tapamamış, şah damarından AKRABA-Yakın olana “ALLAHuekber!.” Diyememişse..
Diyememiş çünkü şah damarını bulamamış.. yâni MuhaMMed aleyhisselâtuvesselâmı bulamamış.. Kendi ÖZünde-İÇinde bulamamış ki DIŞında bulsun!.

Bunun tersi ne idi?. zâyi ediş Lütfullahları yitiriş.. Lütfullah ve Lütf-u MuhaMMed aleyhisselâmı.. Nurullahın içerdeki lâm Lütfullah lâmıdır dışındaki MuhaMMed aleyhi’s- selâmın lâmı dır.. İşte bu Lütfullah, bu Lânete çeviriliverir terse kullanıldı mı!.
Onun için Hizbuşşeytan çıkar ortaya..
MuhaMMed aleyhi’s- selâmın ni’metine nankörlüktür Şeytanlık!.
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in ni’metine nankörlüğü zâten yapamaz ki!.
Yâni ALLAHu zü’L- CeLÂL’e: “Ben senin ağzını kullanmıyorum!.” diyemez yâni: “Ekmeğini yemeyeceğim, suyunu içmeyeceğim!.” diyemez zâten.. Burada ahmaklığından hâşâ: “Ben senin Rasûlunü duymuyorum uymuyorum.. ya da duydum ve “kâlû semiğna ve aseyna” duydum ve isyan ediyorum!” der..
Bunun ise karşılığı ağırdır yalnız.. Celâle çapar!.
Onun için diyorum: “Bu Lütfullah, Lütfu MuhaMMette celâle dönüşüyor onun için celâl tehlikelidir, çift lâmlılar!” dediğim benim..
ALLAHu zü’L- CeLÂL da öyledir.. ALLAH beni affetsin de orda da öyledir yâni o esmâda onun için “celle celâlihu” diyoruz arkasından.. yâni onun tecellîler hep CeLÂL’inden olur.. gübreden gülü çıkarır.. “ben gübreyi sevmem!” diyemezsin.. “ben çocuk doğuracağım amma sancısız olacak!” diyemezsin.. Olmaz kardeşim SünnetuLLah var.. mümkün değil.. “Yok Yok olur!”. Diyorsan, olursa git ol!. nasıl olursa olsun.. naylon bir çocuk doğurursun, naylon bir gül elde edersin!.
Bu naylon güllükte çok kötü bir şeydir yalınız ALLAH korusun!. eyvah çekersin son nefeste yazık olur ALLAH korusun!.
Hayvanda da sapık DaLLun olursunn..


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi BELHUM eDALLUn ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. ONLAR HAYVANLAR GİBİDİR. HATTA DAHA ÇOK DALÂLETTE-dirler-Sapıktırlar.. İşte onlar, onlar gâfillerdir.”
(A’râf 7/179)

Bizim bu Beyaz Fil, en azından hayvan seviyesinde desek bile, güzel uyuşuyor dall bakımından diyorum..insan nefsi kendini ilâh kabul etti mi “benden güçlü kimse yok” dedi mi.. binlerce insan o gün.. ok mok tesir etmiyor.. çünkü ona göre “binlerce insan olsa tepelerim o gün” dedi mi insan aklı ve nefsi yanlışlıklar olur ALLAH korusun!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Burada benim başka söyleyebileceğim şey,
“Ve ersele aleyhim tayren ebâbîl”
Ebâbil Kuşları biliyorsunuz bunda da evet, tümünün temeli BİLElik Lütfullahıdır..
ALLAH celle celâlihu, lütfen yapmıştır bunları gerçekten.. Dâima Dâimî Tecellî buradan geliyor.. cellâ kelimesi buradan geliyor yâni iyiliktir.. rAHMettir hepsi.. tüm bunlar Lütfullahtır.. ALLAH celle celâlihu lütfen merhamet etmiştir, lütfen muhabbet etmiştir, lütfen yaratmıştır ve başka bir ANLAyış tarzı insan aklı için mümkün değildir.. lütufta düşünmek.. lütuf, letâfet.. bizim vereceğimiz bir değerlendirme yok.. acıdığı için yapmış, sevdiği için yapmış.. şunun için bunun için diyemeyiz.. bunu çözemeyiz demek istiyorum.. letâif gibidir çünkü herkesin gözünden başka gözükür bu.. herkesin letâifi değişiktir..

Düşünün bin tane renkli gözlük var.. Birbirinden farklı bin kişiye takıyoruz ve: “AYNı ŞEYy”e BAKınız!.” deyip ne GÖRdüklerini soruyoruz ki;
Biri diyor ki: “Ben yeşil görüyorum”.. öbürü diyor ki: “Ben kırmızı görüyorum”.. Aynı şeye baktıkları halde, türlü türlü görmek zorundadırlar.. böyledir.. ebâbilde böyle bir Lütfullahtır.. Zâhir ve Bâtın BİLEliğinin insanı, tayr olarak yâni Rububiyyet sırrından tarafı olarak gelişi, yâni benim payıma düşen Rububiyyet.. Rabb ALLAH celle celâlihu birdir, çünkü Rabbulâlemin'in her şeyi “TEK-BİR”dir.. Sırrı da bir dir, kendi ZÂTı da birdir.. Küllî ŞEY’i birdir.. İki değildir hâşâ..
Anlatım bakımından konuşuluyor: “ALLAHu zü’L- CeLÂL, şöyledir böyledir!” diye.
Biz ANLAyaBİLelim diye o sıfatlar kullanılıyor, bizim AKLen sıfatlarımızı kullanıyor..
Çünkü onu anlatabilmek için görür, duyar.. O zaman ben de görür duyarımm.. Yooo öyle değil.. başka nasıl kullanacaksın?. başka din mi kuracaksın?. yok bunun için ebâbil de de..

“Ve ersele aleyhim tayren ebâbîl” de;
BİLElik Lutfullahlarının KüLLî ŞEYyn üzerlerine gönderilişi burada Peygamber aleyhisselâmlara, peygamber sistemine sall olunanlara, mürselinlere.. Salâvâtullahi mürselin, kime inmişse.. Tümüne büyük bir gönderme vardır açıkça..
Burada siccil, kaydedilen sicil dosyaları vardır biliyorsunuz burada sicil çok ilginç bir kelimedir.. memurluk yapanlarınız bilir ki "sicil"ler tutulur her yıl.. bu her memur içindir.. âmir olmaz, memur olmaz bu şöyledir bu böyledir hatta özel hayatını bile araştırırlardı..
Yâni “kumar oynar, şöyle eder böyle eder”.. her şey araştırılır sicil defterinde.. bu, memurluk hayatı boyunca sürerdi.. Meselâ ben müdür olunca, çok sicil âmirliği yaptım.. yâni yazarsınız oraya, siciline işlersiniz..
“min siccilin” kader kütükleri şeklinde kaderlerini böyle yağdırdık tepelerine her ÂN..
Kaderi biliyorsunuz her an KÛN feyeKÛN gelir.. onun için kimse bu günün geçmişi ile insan tarafından yargılanamaz.. geleceği içinde yargılanamaz.. çünkü onlar o'nun değil..
gerçek saedece “şu ÂN”a şehâdet edilir.. “ÂN”a şehâdet edilir.. Öteki geçmiştir.. Bu da gelmemiştir..

Siccil, şu anda yağan yağmurun adıdır.. Zâtında ALLAH bilir doğruyu, en güzelini bilir Rabbımız.. geçmiş de gelecek de çok uzun zaman değildir.. insanlara anlatım bakımından böyledir akla.. akıl, kendisi de çok iyi bilir ki her ÂN yok edilip var edilen kendidir.. onun için efendim siccil bu kâfirlerin, Kâbe’yi yıkmaya gelenlerin kafa kağıtları gibi kader kütükleridir, imanlarıdır, Levh-i mahfuzlarıdır, âmel defterleridir.. “siccil” kelimesi de rastgele seçilmiş bir şey değildir.. yâni taş parçası da denebilirdi burada siccil, sicili bir ilâhi sicil.. hâşâ ALLAH geçmişini kaydetmiş de, geleceğini de.. öyle bir şey yok ALLAHu zü’L- CeLÂL tek iş yapar, bir iş yapar, geçmişi geleceği şu ÂNı olmaz.. Kader KaderuLLAH o kadar.. kader her ÂN’ın kaderi gelir ve o işi yaptırır.. her işin zamanı vardır âyeti de bu anlamdadır.:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلاً مِّن قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ
Resim---“Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeten, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh (iznillâhi), li kulli ecelin kitâb (kitâbun).: Andolsun, senden önce de özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere Rasuller görevlendirip gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamberin maddî bir mûcize getirmesi mümkün değildir. Her olayın gerçekleşme zamanının kaydı, her sonuçlanacak işin, her ömrün yazılı bir vâdesi-vakti (her hükmün oluşması için takdir edilmiş bir süre-her zamanın, bir kitabı) vardır.”
(Ra’d 13/38)

Zâten her işin zaman içinde bir vAKTi vardır, bu anlamdadır.. Tâbiî ki bizim konuşmalarımızı bu şekilde anlamamız lâzım.. zâten bana göre, ben öyle inanıyorum çünkü, ben Fil Sûresini: “Tarihte, birisi gelmiş Kâbe’yi yıkacakmış!” bu işle bitiremem" demek istiyorum..
Ben Fil Sûresini günde on kez okuyorum namazlarda Fiil Sûresini.. Ben fiilen namaz kılıyorum hayalen değil..
“keasfin me’kûl- yenilmiş ekin yaprağı gibi” halde namaz kılıyorum.. Ruhu çekilmiş, kalbi çekilmiş bir nefis ve bedenle namaz kılıyorum.. onu demek istiyorum!.
Kıble yoksa, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yoksa, Rabbulâlemin hiç yoksa.. Âdetâ bir robot gibi, heykel gibiysem.. onu söylüyorum!. onun için bilmem lâzım.. lâzım bana bu ebâbil ve siccil..
Bütün bunlar benim Lütfullah BİLEliklerim.. Siccil nedir?.
Siccil, bakın siccil, bizdeki Lutfullah cem’idir, sinemizdekidir, kaderimizdekidir, kendimizden de YAKÎN olan ALLAHu zü’L- CeLÂL, halk ederken kaderi yazar.. Hâşâ, yazıp da, sonradan postalamaz..
KENDİsi şahdamarımızdan da AKRABA-yakın olandır zâten.. Nerden nereye postalamak, göndermek!. Hangi gökten hangi yere?.
Tamam anladım buradakini kardeşim, bir kere düşün ALLAHu zü’L- CeLÂL Utaritte mi hâşâ!.
Güneşin arkasında mı da buraya atıyor!. Hayır hâşâ!. o değil anlam.. anlatmak için böyle söylemek zorundayız, başka nasıl söylenecek!. Peki şimdi ne diyelim.. Ama, Kur’ÂN-ı Kerîme baktığımız da, şah damarından yakın olan Rabbulâleminden böyle bir şey gelirse, ben buna “mermi” demem düpedüz “vahiy” derim.. “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Vahiy Semâsından bana gelen ilham” derim.. “Benim aklımı adam edecek şey!.” Derim.. “Can ceryanı!” derim.. “Bu benim kaderim siccilim” derim.. öyle diyor zâten.. “Bu benim SÎNEmdeki BİLElik BAĞIm” derim.. O zaman zâten ben benim ben 100 mumluğum, bakın benim markam ne bileyim ben Edison, benim markam Philips.. benim markamı boş ver de ceryan yok!.
Ceryan ne diyor bağlantı kurulduğunda ne diyor: “keasfin me’kûl” olur.. İKİ ŞEYLİK-ŞEYtÂNLığı içindeki TEKBİRLikTEVHİDi çekirdeği çıkmış olur.. ne kalır?. posa kalır!.Ne OLur?.. ŞEYtÂNı MüslümÂN OLur!. Neticede TEVHİD vurur çıkar.. zâten İNKÂR,İKRÂR TEVHİDinin ANAsıydı..
TEK-BİR böyledir Hâlim Can İKİlik içinde saklar TEKliği, vahdeti.. Bütün bu çekirdekler TEVHİDe GEBEdir!.

İnsan bile böyledir bakın, vücudunuzun tam ortasından geçen basbayağı sanki ikiye ayrılmış, simetrik yapıştırılmış gibi sınır çizgisii vardır bölünmüş gibi.. ve dış Zâhir organlar simetriktir.. antipottur daha doğrusu dâima.. dış antipottur da, iç katiyyen antipot değildir.. iç katiyen öyle değildir, böbrek bir taraftadır, dalak bir taraftadır.. İÇe hİÇ girmeyeceksin Bâtına!. Zâhire, dışarı çıktınız mı, sol ayağında ne varsa normal şartlarda sağ ayagında da o vardır.. Zıtlar âlemi bu kadar basit, ucuz ve rahattır zâhirde .. Ki, Lâ İLâhe İLLaLLaH diyebilelim.. Bâtındaki gibi olsa işin içinden nasıl çıkacaksın?.
“Sen atmadın ben attım!.” Buyuruyor, hadi çık bakalım İŞin içinden..

ALLAHu zü’l- CeLÂL’i senin: “sen atmadın Biz attık!” Fiili, BİZ yaptık çıkıverir karşına!.:


فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun).: Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.”
(Enfâl 8/17)

Resim---Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem : "RaBBımı RaBBımla tanıdım. Eğer RaBBımın yardımı olmasaydı Onu tanıyamazdım!' (bulamazdım.)" buyurmuştur.
(Gürüzânfer, Ehadis-i Mesnevî shf. 2)

Çıkamazsın bu HAM Akılla İŞin içinden..
Yâni zâhiri anlamla “iLLâ ben böyle yapacağım, mâdem ki, ikiydik kalbim burada.. ikinci kalbim nerde?. Dediğimde..” demek istiyorum ki, zorluklarla karşılaşırız.. bunu da düşünelim diye söylüyorum.. ben sesli düşünüyorum kusura bakmayın!. kesin doğru diye demiyorum, ben doğrusunu bilmem.. doğrusu yâni benim gönlümdekini söylüyorum.. birlikte zevk edelim istiyorum.. çünkü “asf” dediğim gibi “hasat sonundaki tohumu alınmış saman parçaları, kesek..”
Köylerde eskiden tandır yakmakta kullanılan yakacak olan şeydir..
Ama en doğrusu ve en güzeli de çitlenmiş bir kabak, ay çekirdeği düşünün ki kabuğu “ke-asfin, asf”dır..
Fiil içinizdeki sahib çıktığınız şeyin AYNa çıkışıdır.. hani diyordunuz ya “benim şimdi elimde bir kabak çekirdeği var” diyor Barbaros İngiltere'den.. “Hocam getireceğim, dikeceğiz ve binlerce kabak elde edeceğiz!. En iyisi ve doğrusu, ben buradan bir tır dolusu kabak getirmeyim de, bir tek çekirdek getireyim yeter!” diyor.. güzel..
Ya da diyor ki: “Ben o tek çekirdeği çatlattım!.” evet o zaman bitti o iş!. O çekirdeği ağzında çatlatmayacaktınn!.
Nerde çatlatacaktık?. Tarlada-Toprakta ki, bakacaktık kaç tane tohum fırlatıyor havaya “Lâ İLâhe İLLaLLaH”ımızı.. Budur “Lâ İLâhe çekirdeği”nin çat sesi “iLLâ” dır ki, bu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemmdirki SESi KÂiNÂT’a ->“ALLAH celle celâlihu”dur..
Zâten şahdamarından yakın olan kimdi?. Barbaros muydu?.

Gâliba dün konuşuyorduk da Hâlim Can diyordu: “Lâ İLâhe”yi böyle görüyorum.. yâni “Lâ İLâhe” bizim aklımızın İKİliğinin adıdır.. Fıtrîdir-Yaradılıştan böyledir.. Mıknatıs gibi..
Öyle güzel ki.. diyorum ya garib bir şeydir insan aklı.. kendini anlamaz.. ama biz bu Kur’ÂN-ı Kerîmde ve TevhiduLLAHda bunu net görürüz.. “Lâ İLâhe”nin İKİLİK olduğunu, aklın İnKÂRda-ŞEYtÂN-lık olduğunu.. Efendim Şehâvet olduğunu.. NEFsin, heva-heves-şehveti sâdece bir üreme kelimesi değildir.. aynı zamanda DALALET kelimesidir.. yanlışa gitti mi her şeyin gübresidir.. burnunuzu kapatırsanız gübreninpis kokusundan, yanlış kullandığınız için değerlendirmeleri kullanamadığınız için MuhaMMedî yolda olmadığınız içindir.. Lâzım ve LÂyık olduğu YER ve HÂLde
KULLandığınız ÂNda ise, ASLında GÜBREden, MuhaMMed aleyhisselâmın GÜLLerinin fışkırdığını görürsünüz!.
Yâni bu bölüm çok açıktır islâmda.. belki eski alışkanlıklar, eski bulaşıklar, eski kafalar ve eski düşünceler içerisinde baktığımız zaman yığılır yığılır kalırız!. Kendi ham akıllarına ve ürünü olan fiillerine güvenenler, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi hâşâ sollayıp geçenler, kendi fiillerini “ilâh” yapanlar..


أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---“E raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu, e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ (vekîlen).: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”
(Furkân 25/43)

İmanları ve âmellerini kendi kendilerine yapıp nefislerinin hEVÂsına tapanlar.. gerçekten “FİL ASHABI”dır.. FİİL ASHABIdırlar ki, başarabilselerdi Hizbuşşeytan olacaklardı..
Yâni kendi kalb bağlarını kesiyorlar, ulaşım bağlarını kesiyorlar!. Kesebilirler, çünkü tercih onların..
Bunu ancak hidayeti VEReBİLecek olan El HAdî Rabbulâlemin ALLAH celle celâlihu engelleyebilir..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben sadece tebliğ ediciyim, hidayet ve iman Allah'tandır. Ben sadece taksim ediciyim, rızık veren Allah'tır" buyurmuştur.
(C. Suyutî, Câmiü's-Sağir, 2:64)

El Hâdî celle celâlihu, Cenâb-ı Hakk’ın bir ismidir ki, “hidayeti yaratan, doğru yolu gösteren ve insanı o yolda muvaffak kılan” anlamını içerir..

İhdâ, Bir-Ehad olmakla beraber, insanın içindekini dışarıya çıkarmasına şâhidlik etmektir, yardım etmektir, “şu ilacı içersen şöyle olursun böyle yaparsın” demektir. Yoksa, onun yerine kendisi yerine içivermek değildir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL ilaç içmeden iyi eder mi?. Evet eder!. Yeniden yaratır eder..
Bize onu söylüyor ALLAHu zü’L- CeLÂL burada me’kul, ekl-edilmiş ek yenmiş özü alınmış, artık o işi yapamaz hale getirilmiş anlamındadır me’kul..
Bir şey daha vardır bakın bu kelime seçilmiştir, bu kelime eğer böyle yanlış “dalal”da kullanılmışsa, pisliğe dönüştürülmüş anlamı vardır.. onun için “dalal-sapıklık”la kullanılıyor..

Mâide Sûresinin 75 âyetinde;


مَّا الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَأُمُّهُ صِدِّيقَةٌ كَانَا يَأْكُلاَنِ الطَّعَامَ انظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ ثُمَّ انظُرْ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
Resim---“Mâ’l- mesîhubnu meryeme illâ resul (resûlun), kad halet min kablihi’r- rusul (rusulun) ve ummuhu sıddîkah (sıddîkatun) kânâ ye’kulâni’t- taâm (taâmi) unzur keyfe nubeyyinu lehumu’l- âyâti summenzur ennâ yu’fekûn (yu’fekûne).: Meryem oğlu Mesih (Hz. İsa) sadece bir Resûl'dür. Ondan önce de resûller (elçiler) gelip geçmiştir. Ve onun annesi sıddîktır (çok doğru ve iffetlidir). İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasıl açıklayıp beyan ediyoruz. Sonra da bak, nasıl (Allâh’tan) döndürülüyorlar.”
(Mâide 5/75)

O ikisi İsa aleyhi’s- selâm ve annesi Meryem aleyha’s- selâm, “o ikisi de yemek yerlerdi” âyeti.. evet onlarda sizin gibi mutfak ve tuvalet ehliydi.. demek ki “yemek yerlerdi” sözü, sâdece yemek yediklerini bildirmek değil.. burada da aynı şey “me’kul” da da var.. Çekirdeği yedi mi..ÖZ Ölmüştür geri kalan “keasfin me’kûl” ..
"Barbaros sen ordan bir kabak çekirdeği giterecektin, biz de ekecektik Hasan Dağının düzüne!."
Ne bileyim ben, binlerce tohum elde edecektik.. Sen tuttun yarım gram, şu kadarcık, ufacık çekirdeği yedin, bütün kabaklar öldü-gitti!.”
İşte, “me’kul”da böyle bir şey vardır.. geleceği engelleme vardır “keasfin me’kûl” da..
Oysa Toprağa DİKlip, hayra çalıştı mı harikâdır..
Düşünün bir şerrin, bâtılın, kötünün, eğrinin, çirkinin bâtınen yanlışın nasıl olduğunu!.
Bu şekilde yenilip yok edilmesi bir daha üreyemeyecek hâle getirilmesini!. EKilip Üremesi İKRÂR Çiçeği Oluşu muazzam bir şeydir!.
Ama ALLAH korusun tersi olursa, bu korkunç bir hatadır..
Burada ise, kötülüklerin yok edildiğini.. onun için “keasfin me’kûl”a çevirdik onları, bir daha bu işi yapamazlar, geri dönüşüm yolları kapandı artık!. Onlar oraya gidemezler anlamı da var!.

Benim söyleyeceklerim bu kadar inşâe ALLAH!.
Daha vaktimiz olursa yâni aklımıza gelen şeyleri yazarız ya da söyleriz Barbaros can, bir diyeceğin var mı canım?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


Barbaros:
Hocam diyecek şey çok bayağı güzel bir sûre.. sürekli de okuyoruz namazda da dediğiniz gibi yâni.. en etkin şeylerden birisi de o demin dediğim oldu yâni namazın içerisinde durup gafil olmak ve onlarca yaptığımız şeyin içerisinde ne bileyim kendi adıma konuşuyorum aklımızın elli bin yere seyri felân.. tam her şeyi toparladık doğru dürüst bir namaz kılamama hususu şimdi bununla ilgili ben bazı notlar almıştım kendim daha evvelden.. ama şimdi sizin yaptığımız konuşmalar esnasında başka şeyler de yerine oturuyor.. bazı düşündüklerimize de daha evvelden emin olamamıştım.. fil ashabı fil derken onu “âmeller diye düşünsek” dediniz fili fiil gibi aldınız.. fil sahiblerine fiili işleyen gibi.. oroda o idi idi illiyet diye düşünebiliriz yâni.. belki içteki kişinin içindeki sebeplere, o sebeblerin Yaratıcısını unutarak, o gördüğü ki kendi gördüğü bu sebeblerin hepsine sahib çıkıp, kendisini zillete düşürmüş olmanın getirdiği, böyle bir ashab olarak da düşünmek mümkün.. o zaman o üç taşla, kuşların attığı üç taşla o kişilerin hem Din, hem Dünya ve hem de Âhiretleri ki, sanki ÖZleri alınmış bir şekilde gidiyormuş gibi bir husus ortaya çıkıyor..
Şimdi ben bakarken burada “ebâbil” kelimesine birazcık değinmek istiyorum.. o “ebâbil” kelimesi bana ilginç görünüyor.. Niçin ilginç görünüyor?. Onun içerisinde “bâb” diye hem o “BİLE”lik harfleri olan “be” harfi var hemde, aynı zaman da “bâb” kelimesi kendi başına bir ilginç bir kelime.. Osmanlıca sözlükte baktığımız zaman “bâb” için; “kapı, kısım, mevzu’, fasıl, bölüm, başka kitab, sığınacak yer.” gibi bir takım mânâlar çıkmakta.. “bâbil” kelimesi ise; Bâbil, Bağdat yakınlarında Asurluların devrinde geçen bir yer.. Bâbilin asma bağçeleri, Bâbil kuleleri falan diye var yâni bu duymuşunuzdur.. Fakat orda “bâbil”in içerisinde “il” de “ye” harfi de var orda.. Çünkü “ebâbil” kelimesinin içerisinde bir “ye” harfi var o da geçmekte.. onun içerisinde “il” var sanki orda bir “ye” harfi.. O beni birazcık daha evvel düşündüğüm hususta tereddüte düşürde yâni dinlerken.. ben onu şu şekilde düşünmüştüm bu “bâb” diye baktığımız zaman tefsirciler bunu şey için “bölük bölük kuşlar” demekte “ebâbil” için öyle bir sürü mânâlar vermişler bu hususta.. Fakat bu kuşlar Kur’ÂN-ı Kerîmin okunduğu zaman, onun okuduğumuz âyeti kerimelerinin bir topluluğu gibi düşünülürse “bab” kelimesi o zaman bir kapı açılmış bir kapı veyahut Lütfullahtan bize doğru açılmış olan, okuduğumuz Kur’ÂN-ı Kerîmden Lütfullahdan bize doğru açılmış kapı olarak düşünmek, gelen vahyi okumuş olduğumuz vahyin bize doğru okuduğumuz zaman bir yağmur gibi yaşığı gibi düşünülebilir.. O da İngilizce de de “bibyoğrafya” deriz meselâ bibyoğrafya dediğimiz zaman bibyoğrafya denilen kelime vardır, o Grekçeden Latinceden gelen bir “grupluk” ifade eden bir kelime. Aynı zamanda “bibyo” kitabta demek.. yâni o zaman sanki dediğin gibi bu bir “bâbil, bâbilu, bibyo” bu kelimelere bakınca bir “topluluk, yığın” içeren bir sürü hâli yâni.. İşte o, buradan böyle düşününce şeye doğru gidiyor akıl kuru kütük yazısına doğru gidiyor..
Derman Hocam’ın “kuru kütük” yazısında.. Derman Hocam bahsederken;


وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
Resim---“Ven necmu ve’ş- şeceru yescudân (yescudâni): Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (Allah’a) secde ederler.”
(Rahmân 55/6)

Çimen ve ağaçlar secde ediyor.. diye orada çimeni bir açıklayışı vardı onun cem’i sâlim diye bahsettiği müsteritlikle ilgili İkilik ve çoğunluk la ilgili olan bir husus vardı orda da.. siz Çimen, çimlenmiş tâze çayırdır.. dediğiniz zaman çimen kelimesi tekil olduğu halde kendisi tekil olduğu halde kendi içerisinde bir çoğunluk içeriyor yâni.. bir sürü çimen ve otların veya bitkilerin, bir grubunun hepsinin bir yığın hâlinde çimen denmiş gibi yâni aslında o çimenin bâtında tek olan, teklikten zuhur edince vahiy o daha önceden daha evvelden tek şeymiş de sonradan çoğunluk hâline dönüşmüş kesrete dönünce çemen hâlini almış gibi benim anladığım kadarıyla..

O zaman bu ebâbil de öyle bir tek bir çünkü bunu tefsirciler teknik yâni dişilliği üzerine bu kelimenin dişilliği tekilliği çokluğu üzerine bazı fikirler saptamışlar işte.. Fahrettin Razi Efendimizden okuduğum kadarıyla o zaman yine burada sanki bu kelimenin içerisinde “vahdet” ve “kesret” hususu yine işin içerisine teklikten dışarı.. o zamanda o kapının kişinin kendi bâtınından yâni ordan, “Tek olan”dan teklik kısmından cereyan eden, bize doğru akan bir akış ki, sonradan kesrete çıktığında, geldiğinde böyle bir kuş yığını hâline dönmüş olan.. kendi içimizde baktığımız da alâkalı o “teklik”ten bize doğru, o Lütfullahın getirmiş olduğu, bunun da, bir yaşayışa çıktığı kişi..

İşte dediğiniz gibi o taşlar kendi içimizdeki “Ebrehe ordusu”nu yok edecek, mahvedecek bir duruma getirecek ondan sonra bizi kurtaracak bir şey yâni..
Okuduğumuz zaman öyle bir düşünce çıkıyor.. O zaman şimdi “keasfin me’kûl” kelimesine baktığımız zaman o “asf” deyip de “me’kûl” kelimesine baktığımız zaman, saman yığını hâline gelmesi.. İşte çekirdeğin içindeki “ÖZ”ün Tohumun alınması, çitlenmesi..
Fahrettin Razi Efendimiz de öyle demiş tefsirinde “taneleri yenmiş geriye samanı kalmış bir ekin gibi”..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

O zaman sanki âmelleri boşa geçmiş o yapmış olduğu “fil sahibleri”nin, “fiil sahibleri”nin âmeli boşa geçmiş bir durum gibi yâni.. ömür boyu bir ekin yetiştiriyor bu kavim ama o kişilerin, o yapmış olduğu âmellerinin hepsi kendilerine fayda sağlayacağı öz kısımları, ebâbil geliyor mahvediyor.. onların hepsini ömür ekinlerinden kendilerine bir faydası olmayan saman gibi yapmış olduğu işler geriye kalmış..
yâni âmeller niyetlere göredir.. vardır ya hadisler ve âyetler..
yaptığı her şey bu kişilerin boşa gidivermiş.. yahut kalb Kâbe’lerine düşmanlık etmiş, hayat boyunca ona saldırmış kişinin aldığı bir hal oluyor ki, ömür bitmiş sonunda hasat vakti geldiğinde zâhirde saman yaptığı.. bâtında kendisine fayda sağlayacak hiçbir ekin danesini kendisine bitirememiş.. bâtınlarında da nefislerini mahvetmiş olan kişiler.. yahut Kur’ÂN aleyhine delil getiren, ve onun bâtıl olduğunu ispat etmeye çalışan bir kitlenin durumu var ki.. yâni Kur’ÂNın hakk olanın, bâtıl olduğunu ispat etmeye çalışan bir “lâ ilâhe” diyen bir grup var, bir kitle var.. çok gururlu kibirli.. efendim işte fil gibi kibire sahibler.. bir takım deliller getiriyor bunlar, sürekli Kur’ÂN aleyhine.. bazı getirdikleri deliller var.. işte böyle bir ehil var ashab var ve, Kur’ÂN ehline bu ashab saldırı yapıyor.. Kur’ÂN ehli ise, nakillenmiş akıl kuşları gibi.. bu akıl kuşları nakilden aldıkları o mânâ taşlarıyla, bu kibirli kişileri rezil rüsva ediyorlar.. o zaman aynı işte bu mânâ taşları onların delil olarak getirdikleri mânâları aynı şeydeki gibi.. bunun benzeri Musa aleyhisselâmın a’sâsının sihirbazlarının iplerini sicimlerini yuttuğu gibi.. ne diyor İbni Arabi orada “onlar, onların sicimlerini yutuyordu”.. ama sicimlerini yutarken diyor o attıklarını yutarken Musa aleyhisselâmın ejderhaya dönüşen a’sâsı onların içlerini yiyordu.. görüntülerini yiyordu, sahte görüntülerini yiyordu.. onların delillerini bir yerde yok etmiş oluyordu.. işte onun gibi.. çünkü siz demin hile kurmaktan bahsettiniz Musa Aleyhissilemâ sihirbazların yaptıkları nedir hiledir.. yâni bu delil ordusu mahvolmuş zâhirde ettikleri sözler bu kibirli ehlin sihirbaz gibi ortaya çıkıp insanları yanıltarak, bu fil kibirli kişilerin yapmış oldukları Kur’ÂN-ı Kerîme ve dini islâma zarar vermek için oluşturdukları bütün şeyleri böyle ALLAH Dostlarının efendim Kur’ÂN ehli olan bu kişilerin getirdikleri, o misallerle o misallerin her biri mermi gibi, o sözleri, zâhirde ettikleri o sözleri ile işte o mânâları onların karşı taraftaki yapmış oldukları getirdikleri savları ve düşünceleri hepsinin danelerini yiyip bitirip öyle mahvolmuş bir hale getiriyor ki, onların sadece söylediği söz kalıpları hâlinde mânâsız yâni içleri boş bir saman yığını hâline dönüşüyor..

işte o zaman da Enbiyâ Sûresindeki gibi.. buyuruyor ya 18. Âyetindeki..


بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Resim---“Bel nakzifu bi’l hakkı alâ’l- bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumu’l- veylu mimmâ tasıfûn (tasıfûne).: Hayır, Biz, hakkı bâtılın üzerine atarız. Böylece onu mahveder. O zaman o (bâtıl), zail olmuştur. Vasfettiğiniz (Allah’a isnat ettiğiniz) şeylerden dolayı size yazıklar olsun.”
(Enbiyâ 21/18)

biz hakkı bâtılın tepesine fırlatırız da beynini barçalar bir de bakarsın o anda mahvolmuş vay sizlere o ettiğiniz vasıflardan dolayı.. yâni yahut âyetler pat pat tıpkı ebâbil kuşları gibi ve bu kişilerin sözleri de Ebrehe Ordusu gibi.. yâni âyetlerden atılan mânâ taşları onların sözlerini ekin sapına çeviriyor yahut bu başka bir bakışla kişi kendi içinde nefsin hevâ ve hevesine kural koyarak kendi içinde kendi kendisiyle bir cihad yapıyor oradan bir akış kopuyor o kişiye.. o zaman ne yapmış oluyor?. bir tesbihe giriyor.. yâni şimdi diyor Sad Sûresindeki gibi

إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ
Resim---“İnnâ sahharne’l- cibâle meahu yusebbıhne bi’l- aşiyyi ve’l- işrâk (işrâkı).: Muhakkak ki Biz, dağları ona musahhar (emrine amade) kıldık. İşrak vakti ve akşam vakti onunla beraber tesbih ederlerdi”
(Sâd 38/18)

şimdi sen onların dediklerini sabret, kuvvetli kulumuz Davud’u an çünkü o terci yapar evvab idi.. çünkü biz onun mâiyetinde dağları müsahhar kılmıştık tesbih eder ki akşamleyin ve işrak vakti sonra da diyor ki 19 âyetinde:

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَّهُ أَوَّابٌ
Resim---“Vet tayre mahşûreh (mahşûreten), kullun lehû evvâb (evvâbun).: Ve kuşları da birarada toplanmış olarak (ona musahhar kıldık). Onların hepsi, ona evvab idiler (yönelmişlerdi ve sığınmışlardı).”
(Sâd 38/19)

Kuşları da toplu olarak hepsi onun için terci yapar idi evvab idi yâni terci yapar idi.. e o zaman Kâbe’ hürmet edilmesi gereken Beytü’l- Haram analık vasfı taşıyan Rahîm Özelliği var.. bu yüzden örtülü ev.. buraya yapılan saldırıyı toplum içinde kadına gereken hürmeti görmemek diye de düşünebiliriz.. kadını mahvetmeye çalışan.. İslam kadınıyla ilgili uzaktan bir bağ kurabiliriz.. o zaman efendim bu da başka bir açıdan bakarsak yâni Kâbe’ye saldırıya öyle de bakabiliriz.. Hud Sûresinde buyurmuş işte.. “vaktaki emrimiz geldi o memleketin üstünü altına geçirdik, üzerlerine istif edilmiş sicilden taşlar yağdırdık..” diyor.. bakın bu âyet-i kerime Lut aleyhisselâm hususunda geçiyor.. neden?. kadın ihmâli var.. livata hususu var.. Lut Kavminde kadını ihmal etme hususu var.. kadını yâni Kâbe’yi harap etme hususu var yine.. çünkü Derman Hocamın dediği gibi, en sonunda ora dönerken Lut Aleyhisselâmın hanımın bir bakış durumu var geriye doğru bir bakışı var ki, sonra taş kesilen bir hususu var.. yâni kadının o grupla o manzarayla karşı karşıya gelişi sanki.. işte kadını ihmal ettiniz gibisinden gösterilen.. onun kıymetini bilmediğiniz kadir ve kıymetini bilmediğiniz gibi gösterilen.. ayrı bir mânâ yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Nûr-u MîM olarak analığından Er Rahîm sıfatının mazharı oluşu açısından onunla aramızdaki Sıla Bağını kesmek isteyen İblis.. ve hani o nefsî arzular ordusuna karşı verilen iç cihadımız..

tefsirlerde yine ebâbili incelerken değişik değişik tefsirler var.. efendim o kuşlar için değişik şeyler söylemişler.. demişler çok kırmızı renkli idi, yok yeşil renkli idi efendim.. yok değişik renkli idi falan filan..
burada da zannediyorum o yığın içindeki işlemlerden, kendi içindeki sıfatlara karşı.. yâni her bir sıfatını, kötü bir sıfatını silebilecek.. belki başka başka birtakım işlevlerinden bahsediyor olabilir.. örneğin nefsimizin kötü sıfatlarına karşı yaptığımız cihadlar.. efendim az uyumak Kur’ÂN okumak..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Barboros:
Az yemek içmek bol oruç tutmak gibi bazı riyâzât taşları yaparız atarız diyeyim..
BEDENimizi TERBİYE
NEFSimizi TEZKİYE
KALBimizi TASFİYE
RÛHumuzu TECLİYE..
Edici bazı fiiller yaparız ki bunlar, topyekün “ebâbil kuşları” kümesi gibi..
baksak, onların gökten bıraktığı taşlar gibi.. baksak, değişik değişik alanlarda renklerine..
kendi nefsimizdeki değişik bölgelere bırakılan ve bu fillerin her birinin değişik değişik oluşu gibi..
sanki bu kuşların çeşitleri ve renkleri gibi bir husus gibi doğuyor içime.. kötü sıfatlarımı baktığım zaman bunlar ne kadarda bir kuş sürüsü gibi olmuş.. dikkat edelim ki, yine de amaç tek amaç olarak, bir “TEK”lik var yine o hususta.. çünkü Kalb Kâbesinin, İblis ordusundan korunması..
yani ben, bunları düşündüm.. en son yani.. toparlayabileceğim baştan sona bunlar oldu Hocam teşekkür ederim..

KulihvÂNi:
ben teşekkür ederim Barbaros.. gerçekten Allah razı olsun çok güzel bir çalışma içinde olmuşsunuz.. yani hârika, zâten amaçladığımız bu bizim.. daha çok başındayız biz Kur’ÂN-ı Kerîmin.. iniş sırasına göre gittiğimiz için daha on onbeş sûre işleyebildik kısa süreler.. fakat Kur’ÂN-ı Kerîm yedi yorum üzere gelmiştir, “yedi lehçe” deniliyor ama, okunuş tarzı olarak mı?.. sadece ses olarak değil, anlam olarak da böyledir..


Ömer radiyallahu anhu’dan rivâyet edilmiştir: “Resûlullah hayatta iken Hişam b. Hakem’in (namazda) Furkan Sûresini okuduğunu işittim. Hişam bu sûreyi benim okumadığım bir şekilde okuyordu. Az kalsın üzerine atılacaktım selâm verinceye kadar sabrettim. Selâm verince yakasından tutup: “Bu sûreyi sana kim bu şekilde öğretti”? diye sordum. “Resûlullah öğretti,” dedi. “Yalan söylüyorsun; çünkü Peygamber bana bu sûreyi senin okuduğundan başka bir şekilde okuttu,” dedim. Ve yakasından tutarak onu Peygamber’in huzuruna götürdüm. “Yâ Resûlullah şunun Furkan Sûresini, bana okuttuğundan başka bir şekilde okuduğunu işittim,” dedim. Resûlullah bana: “Hişam’ın yakasını bırak” buyurdu. Ona da: “Ey Hişam oku!” diye emretti. O da kendisinden duyduğu şekilde okudu. Bunun üzerine Resûlullah: “Bu sûre böyle indirildi,” buyurdu. Bundan sonra bana da: “Ey Ömer oku,” diye emretti. Ben de onun bana öğrettiği , okuttuğu gibi okudum. Bana da: “Bu sûre böyle indirildi. Bu Kur’ÂN Yedi Harf üzerine nazil olmuştur. Bunlardan hangisi kolayınıza giderse onu okuyun” buyurdu.
(Buharî, Fedailu’l- Kur’ÂN,5 ve 27;Müslim, Salatu’l- Müsafirin,270 Hd; Ebu Davud,, Vitir,22; Tirmizi,Kıraat,11; Nesaî, İftitah,38; Malik b. Enes, Kur’ÂN, Hd,5; Kenzu’l- Ummal,II,591.)

Burada bizim hepimizin algılamaları çok değişik, imkanlarımız da değişik.. siz bir yerden, ben bir yerden, hepimiz başka bir yerden baktığımız zaman.. bakınız sizin söylediklerinizi canla başla dinledim.. çünkü çok dikkatli çalışıyorsunuz ve izliyorsunuz bu hârika bir şey.. ve bir bütünlük doğuyor.. yoksa bu sûre beş bir dakika nerdeyse tümü.. bir dakika bile sürmez okunacak bir sûre.. her gün defalarca okuduğumuz bir sûre.. yüzlerce âyetle desteklenen, hadisle desteklenen aynı kelimeler, başka âyetlerde aynı anlamlardan geçerek hârika açılımlar içinde.. Arapça olarak da öyledir.. bizim içimizde Arapça okuyan insanlar var.. “illet”li kelimelerdir “elif, vav, ye” hareke kelimeleridir.. bunlar harflerin önüne gelince uzatır ne bileyim ben üste korsanız üstün olur, altta esre olur yok vav ı korsanız ötre olur.. bunlar operasyan harfleridir.. illetli demek hasta demektir aslında âlil demektir, yani sağlam değildir.. üçlü fiillerde problem çıkarırlar sürekli.. bunun için illetli denmişlerdir.. var yok gibi fakat olmazsa da çalışmaz.. Arapça da sesli harf yoktur.. sesli harfin yerine üç tane işâret harf vardır bir de cezm dört.. “elif, vav, ye, cezm-tutar”.. dört tane işâretle verilir her harfe ses.. sessiz harflere sesi kim verir?. Harekesiz-boş illetli harflerin oluş işâret verir..

onun için “i” sesini çekecekseniz önüne bir “ye” korsunuz o “ye”nin üstünde altında bir şey yokturki boştur-harekesizidir.. ne yapar o “i” yi bir daha çektirir “iiii” okutur.. “a” yı çekecekseniz atarsınız “elif”i önüne.. boş “elif”i illetlidir çünkü.. “kaf”sa “kaaa” yapar.. aynı şekilde “vü” diyecekseniz önüne bir boş “vav” atarsınız “vüüüü” diye çekersiniz yoksa “vü” dersiniz geçersiniz yani..

bunları şundan söylüyorum sizin FîL Sûremizde gördüğünüz, ama benim görmediğim fakat, bildiğim bir şey var “siccil” de “ebâbil”de.. neticede içerdeki kök nedir “illi” köküdür.. “illi” illettir, bildiğimiz illettir, sebebtir yani basbayağı sebeptir.. neydi kulluğun dört vasfı aklın bilmesi gereken nefsin bilmesi gereken ana özelliği neydi?. kendisinde bunlar varsa “sen busun” diyelim ki “KULLuğun 4 ana özelliği” başkasına gerek kalmayacaktı..

KULLuğun 4 ana SARmalı ->Fakriyet ->Acziyyet ->ZiLLet ->ZİLLet..
FAKRİYET ->Akıl ve nefis anlayacaktı ki yaratan karşısında fâkirdir..
ACZİYET ->Yaratılıştan acizdir, yarım nefesi veremedi mi alamadı mı hastaneyi bulur artık yahutta mezara gider..
ZİLLET ->Kendi başına kafa tutup da İZZet gösterecek bir hâli yoktur RABBısı ALLAH celle celâlihuya karşı.. ve netice olarak..
İLLET -> her İnsanın-KULun her İŞi SEBEBe bağlıdır.. sebeb kesildi mi bitti varlığı-benliği, aslanlığı, krallığı, köleliği hepsi sebebe bağlıdır.. illet sahibliğidir..

Bu sıfatların tersi nedir?.
Tersi vasıflar da, bu yaratığını yaratanın vasıflarıdır..
Fâkir olmayan ->el GaNiyy olan RABBu’l- ÂLEMîn celle celâlihudur.
Âciz olmayan ->el Azîmu’l- Kaviyy olan RABBu’l- ÂLEMîn celle celâlihudur.
Zelîl olmayan ->mutlak mânâda El AZîZ olan RABBu’l- ÂLEMîn celle celâlihudur.
Âlil olmayan ->Kâinât Sebeb ve sonuçlarını yaratan ve kendisi sebeb ve soN-Uçtan münezzeh el HALLÂKu’l- Ahadu’s- Samed olan RABBu’l- ÂLEMîn celle celâlihudur.

Bunlar karşılıklı vasıflardır.. “Abd”lık ve “Rabb”lık vasıfları..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Dediğniz gibi fiil insanın içindeki sebeptendir zâten.. şimdi ne oluyor da ham akıl kendi içindeki sebebi, benim diye kendine yorarken neden içerden bir sebeb bileliğini ortadan kaldıran bir mermi geliyor, bir akım geliyor, bir uyarıcı tebliğ geliyor, bir tenzir ve tebşir geliyor.. bir rahmet damlası düşüyor oraya.. onu buz-tuz gibi eritiveriyor.. ne yapıyor.. sebebi kendi özünden, “şah damarımdan yakın olandan da yakınmış” dediği anda nakille buluşuveriyor..
İşte o zaman birbirini arayıp duran fiş ve priz buluştuğu anda cereyan geliyor.. mesele ne fiş ne priz.. cereyanın gelmesiydi.. bu bütün illet olarak kelimelerin, “ebâbil”de olsun “bâbil”de olsun diğerlerinde olsun.. “ill”, illettir, sebebe bağlılıktır.. ama sonucu düşünmediği için sebebe bağlı Nemrud: “ben istesem güneşi bende doğduruyorum.. adamın birini öldürün!.”.. “ben de öldürüyorum” demekle me bitiyor.. apandisti patlasa ne oluyor.. yani sonuçsuz bir sebeb.. sonucu yok bir sebeb.. ilâhlaştırma var “Lâ İlâhe”sinde bozukluk var.. dediğiniz şeyler hârika.. pek çok âyetler gerçekten bunu daha destekleyebilir zaman içerisinde.. ama en azından şu anki konuşmalar kayda geçiyor tekrar bunu toparlayıp yazdığımızda, sohbetleri yazdığımızda, insanlar okusun diye..

Başka bir derdimiz biliyorsun ki yok, Allaha şükür derd o değil ki.. bunları konuşuyoruz, zevk ediyoruz.. yazarken bir daha gözden geçiriyoruz.. diğerleriyle diğer âyet ve hadislerle destekliyoruz.. bir sisteme otursun diye.. bunu okuyan kişi Fil Sûresi hakkında gerçekten bir bilgi sahibi olsun diye.. biz esmâları hazırlarken İstanbul'da oğlum Mustafa'yla felân tarıyoruz bütün internet adreslerini.. nereye gitsek Tirmizî Hazretlerinden hep 99 esmâ var.. her yerde tablolar var.. halbuki dört olmalıydı bunlar.. birisini bulduk İbni Mâce’de bir hadis lisltesiydi biliyorsunuz.. hiç bir yerde ne resmini bulabildik ne isimleri.. isimlere âit ne resimini ne de cismini bulabildik.. sadece Hadisten bulduk oturduk o zaman aynısından renk renk yaptı Mustafa sağ olsun, ekleri eksiklikleri tamamladı.. dedim ki: “Bu isimler, Kur’ÂN-ı Kerîmde de olmalı.. 99 esmâ ve nerdeyse bulmalıyız, taramalıyız..”

O zaman böyle değildi.. bilgisayarı da kullanamıyorum henüz.. bir aya yakın çalıştım 99 tane esmâ buldum.. hakikaten 99 esmâ buldum fakat.. ve yazdım çizdim, böylece her şey bitti derken Hacerü’l- Heytemî’nin “Kur’ÂN-ı Kerîmde Esmâlar” diye bir hadisini yakaladım.. ALLAH celle celâlihu denkleştirdi yoktan yere çıktı geldi hadis.. böyle tesadüf gibi bir şey tevâfuk yani.. bir baktık ki benim seçtiklerimin “bunlar esmâ” dır dediklerimin 10 tanesi fiil kökenli oldukları için esmâ değilmiş.. ama Heytemî Hazretleri de “Zü’l- celâli ve’l- İkram”ı esmâ olarak almamış.. neticede denkleştirdiğimizde o da 99 oldu şimdi.. esmâlardaki kırmızı Tirmizî, yeşil İbni Mâce ve mavi rekli resmi olanlar Hacerü’l- Heytemî’nin.. üç tane dir bizde..

Dördüncü liste nerde dediğimizde.. haaaa dördüncü liste herkesin kendi mânâ âlemindeymiş anladığım kadarıyla o esmâ listesi.. şunun için söylüyorum bunlar bu gün mesele.. şimdi desek ki Fil Sûresi hakkında bir internet araştırması yapalım ya da literatürlere bakalım belli bir sayfa grubunda.. halbuki gerçekten bu sûre üzerinde çalışmalıyız, hakikaten çalışmalıyız.. meselâ daha iyi imkanlar olsa, daha iyi arapça bilenler olsa.. yani bir fiil sahibi kendi içindeki kendi sebeblerine bağlı olarak iş yapan ki, kendi içinde ne vardır şah damarından yakın olan Rabbından habersizse, hevâ ve hevesi vardır.. hevâ ve hevesine nefsin şuhhaya kalkmasına.. ALLAHu zü’l- Celâl’in neler buyurduğu ortadadır, bellidir sonuç olarak böyle inanıp yapanlar, Hizbuşşeytan olarak açıklamıştır.. Liderlerliğini Firavun yapmıştır.. bu da çok güzel bir tespit.. sizin ordaki illeti tespit etmenizz.. bâbildeki bakın orda fiil ve Bâbil zıttır fiili yapan kişinin illeti nefsin illetidir.. kendi sebeblerine tapmasıdır.. ebâbilin getirdiği ise onu yok edip, yerine ne yapıyor “sebebi yaratan senin şah damarından yakın” diyor.. “seni de yaratan O” diyor ebâbilin getirdiği bu.. o, o illetsiz illeti getiriyor.. yani “BİLE”lik illetini getiriyor.. çünkü sebebi nereye bağlıyor.. sonuca bağlıyor, başa biliyorsunuz baş ve son aynıdır dâire gibidir.. Sırat-ı müstakîm gibidir..

En doğrunuzu, büker büker bükerseniz DÂİRe Olur.. eğer Kâbe’ye giderseniz bizim Kâbe’ye.. şimdiki Kâbe’ye, Mekke’deki Kâbe’ye giderseniz SALL SAFınızın 360 0 derece bir dâire olduğunu görürsünüz ilk-son safın.. “halbuki burada, Bursada dostdoğru safa duralım diye uğraşıp duruyoruz” demek istiyorum.. ki, mükemmel olanı buluruz Devrânda..


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve iz kâle rabbuke li’l- melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku’d- dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.”
(Bakara 2/30)

Tüm EsmâuLLAH AKLen Yüklenmiş HÂLde HALİFE oluş, insanın halife olarak yaratılışı hârika bir şeydir..

Davûd aleyhisselâm için Kur'ÂN-ı Kerîmde;


وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
Resim---"Ve şedednâ mulkehu ve âteynâhu’l- hikmete ve fasle’l- hıtâb (hıtâbi).: Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik.”
(Sâd 38/20)

cerr etmek çekmektir biliyorsunuz.. tecri çekendir, çekiştir.. teşbih, sebehâdır, dönüştür, devranı tavaf ediştir etrafında.. bunların da kendilerine mahsus hârikalıkları vaardır o kelimelerin.. yani orda kullanışları çok güzeldir arapça da bir kural daha ben bulmuştum ya da konuşmuştum Bolu daki Arapça Dili profösörü arkadaşım şaşmıştı.. üçlü bir kök kelimenin harflerini yer değiştirseniz.. ona yakın mânâsı fiiller elde ediyorsunuz..
meselâ ReCM-CeReMe-MeCR-Mecra hepsi o civarlarda mânâ neticesi veriyor.. genellikle yüzde seksen doksan yani bu çok ilginç bir dil bu..
Ama Araplar farkında değil bunun..
Diğer bir husus tamamen doğru söylüyorsunuz hücum haramadır..
Dört haram vardır benim anlayabildiğim kadarıyla;
Kâbe-Kadın-Kur’ÂN-Kalb..
Bunlar yıkıldıkça-yok oldukça Hizbuşşeytana gidilir..
Dediğiniz gibi bu açıdan da buna bakmalı.. bu gün fiil sahipleri nereye saldırdılar islâmda.. İngiliz oyunu ya da, kiliseler birliği ya da Yahudi Siyonizmi; önce kadını yıktı islâmda, iki yönlü yıktı Afganistanda ve şu anda fiilen Arabistanda görüldüğü gibi 70 derece sıcaklıkta elinde simsiyah eldiven arkrasında yarım metre kuyruk halinde nedir o çarşafın ucu, yüzünde peçe.. peçenin üzerinde gözlük ve ter yerlere akıyor ter.. insan bu insan.. ve kokusundan yakınına yaklaşamıyorsunuz.. yanınızdan geçerken pis kokuyu hissediyorsunuz ve kadın utanç içinde kalıyor.. bir insana değil, bir hayvana bile yapılamayacak bu alçaklıkları yaparken, bu kötülükleri yaparken islâm adına yaptıklarını söylüyor.. şeriat adına hem de alçaklar, geri zekâlılar..

Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

İşte “FîL” fiili hücumun ta kendisidir, yıkışın ta kendisidir.. taa öyle aşırı ifrata-tefrite soktu mahvetti, mahvetti.. yani tamamen mahvetti.. bizde ya da bizim başka yerlerimizde olduğu gibi artık açacak bir yerini bırakmadı kadınımızın.. böyle bir çırılçıplaklık yalnızlığının, kimsesizliğinin ve cehenneminin içine binlerce çoluğumuzu çocuğumuzu kızımızı kızanımızı sokuyor.. El Halîk celle celâlehu’nun “harem”i deseniz dehşet içinde kalıyorsunuz..vakkodan giydiği akıl fikir ermeyecek lüksteki güyâ tesettürü.. Biz Lara’dan buraya dolmuşta gelirken yaşadık.. güyâ kapanmış kızlar.. ama havasından, dolmuş sallanıyor bu hangi hayâ?. bu neyin tesettürü, bu nerden geliyor anlamak mümkün değil.. bu nedir bu.. “bu örtü kimin örtüsü?” desen haramın örtüsü mü, haramsızlığın örtüsü mü?. hürmetsizliğin örtüsü mü bilemiyorsun.. peki bunun ortası yokmuydu.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde yok muydu bunun ortası.. vardı, Ayişe radiyallahu anha Validemiz erkeklerin olduğu “İslâm Dini Şurâsı”nın üyesiydi.. Din Şurâsının Kur’ÂN-ı Kerîm toplanırken, harakelenirken, sistem kurulurken.. Şurâya katılmak zorundaydı, katılırdı.. yani karar veriyordu, “öyle değil böyledir” diye..

Ne acıdır ki, çağlardır daha, Arabistan’dan bir tek âlim çıkamamıştır çıkamıyor neden?. nereye gitti bizim Horasan ellerindeki ne bileyim ben Türkistan illerindeki o meşhur imamları Zemâhşerîleri, Buharîleri, Müslimleri ve Fahrettin Razîleri yetiştiren o ocak nasıl söndü orda?. neden söndü Anadolu'da bu ocaklar söndü de, yerine cübbeli cübbesiz neyidiği belirsiz satlık-kiralık adamlar geldi.. hele şimdi, daha da satlık Amerikanın kurdurduğu, İngilizlerin kurdurduğu, Siyonizmin kurdurduğu tarikatlar, bir taraftan Arabitan Suudlarının, Vehhâbilerin kurdurduğu, din adına kurdurduğu tarikatlar, cemâatlar. öteler böteler.. tüm bunlar artık dört Kâbe’nin ana hattı, ALLAHu zü’l- Celâl’in Rasûlullahı’nı yok etmenin derdindeler ki yerien Arap Irkçılığı kuralar..

Ümütsüz müyüz?. hayır hayır niye ümütsüz olalım.. daha neler görmüştü , bu âlem neler gördü.. yani Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tek başına çıkamaz hale geldiğinde, yani “ALLAHu zü’l- Celâl benimle ilrtibatı kesti mi” diye Hatice Vâlidemiz bağrına basıyor diyor ki: “Sen ALLAHu zü’l- Celâl’in Rasûllullahısın!.” Ve’d- Duha Sûresiindi biliyorsunuz.. neler gördü demek istiyorum.. ama; neyi, neden dolayıyı iyi anlamamız gerektiğini çok iyi bilmemiz lâzım..

Onun için diyor Münir Hocam “kadın kirli değil erkek kirletir”.. bir çok şeyleri hep sansürlü geçmiştir.. kadınla ilgili eserlerinin hep müsvette halinde olduğunu biliyorum, kadınla ilgili.. ne acı ki basılmış ya da basılacak halde eserlerine çeşitli şekilde el konduğunu biliyorum.. saklamaktalar.. mahşer yerinde yakalarını yırtacaktır Rahmetli Hocam..
Onun içinde çok dikkatli bir şekilde bütün sohbetlerini izliyorum, dinliyorum ve Allahın izniyle de toprağa girmeden onunla ilgili her şey bize gelmiş olacak.. Bu benim inâncım ve bildiğim bu.. Neden bunu söylüyorum bir o, fakeplastik mi nedir Münir Derman Hocayı sevdiğini söylüyor.. güzel diyorsunuz çakma nurcular, kandil Müslümanları, tortup tarikatçıları şunlar bunlar şunlar.. öyle mi haaa.. bu bizim bildiğimiz sözler bunları şundan diyorum Münir Hocamı da çok isteyen var.. belki ataistler de arıyor onu.. belki başkaları da arıyor neden?. çünkü o kadar açık, o kadar net, o kadar dosdoğru ve gerçek konuşan bir insanı kendi inânçları içerisinde görmek çoklarının hoşuna gider.. yani isterler bunu arzularlar.. halbuki Münir Derman Hocam, Saidi Nursi Hazretlerini sürgün hayatında ziyâret etmiştir çünkü Saidi Nursi Hazretleri, ozaman şimdiki gibi kırk bir parça nurcuların oyuncağı değildi ki.. bakın 1960 yılından önce doğan-basılan kitablarında bir tek Kur’ÂN-ı Kerîm ve Muhammed aleyhisselâm lafzını bulursunuz.. “Nurcu” kelimesi bir tek kere geçmez içinde.. bu pis put parası parça parça bölmüştür risal-yi NÛRu.. hizmetçiler, yazıcılar, çiziciler, öteciler, bericiler çıkmıştır.. ben çocukken girdim hapse, o yüzden hepsini biliyorum, Abdullah Yeğin’i de biliyordum.. 3 yıl katıldım sohbetlerine.. ötekini berikini tümü de birdi zâten ayrılmamıştı ki.. daha 1960 yılında vefat etti.. ben 1962 den bahsediyorum.. sonra niye öyle oldu?. bunu neden söylüyorum, bizim islâm o kadar parçalandı ki, öyle yanlışa düştü ki, hiç kimsenin umurumda değil.. hiç kimsenin Lût aleyhisselâm’ın karısı neden geberip gidiyor “gabirun” buyuruyor.. neden Nûh aleyhisselâmın karısına “gabirun” buyuruyor.. onları ne olarak gösteriyor.. yok mu Lût aleyhisselâmın yanında başka kadın giderken var Nûh aleyhisselâmın yanında.. var neden onlar yapıyor bunu.. çünkü bu ihaneti göstermek için.. ihaneti göstermek için ve dediğiniz çok doğru, Lût aleyhisselâmın kavmine siccil taşlarının yağdırılmasına sebeb Kadın Kâbesini mahvetmelerinden dolayıdır.. açık seçik âyetlerle ister Mekke Kâbesini, ister Kalb Kâbesini ister Kadın Kâbesini ve ister Kur’ÂN Kâbesini kim taşa tutarsa sonuç çok olur ve ağır ödenir.. Bu âlem ve bu dünya daima böyledir..

Hürriyet adı altında Sırplarla işbirliği yapan o zaman Osmanlı’ya karşı işbirliği yapan Arnavut, Boşnak vs. ler bildiğim kadarıyla bir Kosava hariçti.. aynı Sırplar tarafından katledilmiştir.. Hırvatlar tarafından katledilmiştir.. Halbuki Arnavutluğa giderseniz, İskender Beyin ki, Osmanlıya başkaldıran İskender Beyin heykelini görürsünüz.. Kim indirmiştir onu oradan?. Sırplar demek istiyorum ki, tarih tekerrür değildir!.
Aynı şekilde kim ihânet etmişse, Irak öyledir, Filistin öyledir!.
Nerede bir şey görüyorsanız, ihânetin bedelilini çok ağır ve öder ödemişlerdir tarih boyunca her yerde öyledir!.
Bize iki şey düşmekte.. Bir kendimizin hayatımızın sonucunda şehâdet-i Peygamber aleyhi’s- sâlâtü ve’s- selâma ulaştırabilmek için gerçekten Kur’ÂN-ı Kerîmi çok iyi anlamamız, BİLmemiz lâzım.. Doğruyu BULmamız-Olmamız ve YAŞAmamız lâzım..
Bu hususta birbirimizin sadece Hasbî Hizmetçisiyiz bir tesbih sırat-ı müstakim ipine dizili, bir MuhaMMedî Tesbih tanesi gibi hepimiz bir bir BİZ BİR-İZ ANLAyışıyla olmamız şarttır.. ve bu bakımdan Hasbî Hizmetimizi etmeliyiz.. ve bu günkü sohbetimiz yazıya döküldüğünde bize yaramayan kısımlarını çıkarır atarız, yarayan kısımlarını birleştiririz, ekleriz, dekleriz atarız bir köşeye ve deriz ki, burda bir Fil Sûresi var..
Bir gün Barbaros’un çocukları, bir gün Hakan’ın torunları okuyacaksa ki, okuması gerekecek.. çünkü okuması gerekecek hep olduğu gibi..
Felân tarihdeki bir Fil Masalı hikayesi gibi değil, hakikaten de, değil.. zâten biz böyle anlıyoruz ne tefsir ediyoruz, ne meâl veriyoruz.. zâten var onlar elimizde..
İşte söylenenler bu demin söylediğiniz ve’ş- Şemsu ve’n- Necmi.. çimendir aynı zamanda yıldızdır.. gökte şems, yerde otlar, çimenler..
Ben dersem ki, bu âlemin Maddî Rahmet Kaynağı güneştir.. Bütün âlemlerin ANA-Yaratılış Rahmet kaynağı MuhaMMed aleyhisselâmdır.. Güneş Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.. yıldızlarda onu duymayanlardır.. desem ne olacak?.
Yanlış mı söylemiş olurum.. demeyim mi?. hiçbir şey demeyecek miyim yani.. demek istiyorum ki, zâhirine bir şey demiyorum.. işte güneşse, güneş tamam ve zâten öyledir.. ama bir de, düşünme payı ver bana.. herkes herkes o bakımdan taşa tutulmuştur.. Müfessir Fahreddin Razî Efendimiz ve Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu tefsirde akılcıdır, aklı öne sürüyorlar, “Kelamî-Aklî-Akılcı” diye tenkit edilip akılsızlarca dışlanmışlardır.. diğerleri ne yapmıştır?.
İşte gittik gördük Arabistan-da, pişmiş bir şey yerseniz “abdest gitti” diye durmadan abdest alıyor, durmadan.. çünkü, ekmek yese alıyor, çay içse alıyor.. sebeb bir tek hadis.. eee elli tane tersi olan öteki hadis var.. İmam azam Efendimiz Hükmediyor.. ama uymuyorlar..

İşte bu bakımdan bizim İnşeâ ALLAH bu çalışmalarımız daha güzel geçiyor çok teşekkür ediyorum ben.. hepsi hârika.. hepisini cevâblayamadım ama kaydedildi.. bu yazıldığında bir bakarız birlikte daha geliştiririz.. yazılanlar da öyle.. meselâ Leyl Sûresinde buna kısmen uymaya çalıştım.. imkanlarım da tam oturmuş değil.. ama dikkat edelim demek istiyorum.. ben de dikkat edeceğim ki, biraz daha geliştirerek ve gittikçe hakikaten öyle sûrelere geleceğiz ki, diyeceğiz ki, pes doğrusu..
O kadar çok güzellikler anlatılmıştır âyetlerde.. üstelik bunlar parça parçadır.. bir zaman biliyorsun Nuh aleyhisselâmı toplayalım dedik..
bütün Kur’ÂNdakileri toplayım.. bir bakalım ki hârika.. başka bir tablo çıkacak karşımıza İbrahim aleyhisselâmın âyetlerini topla, Kur’ÂN-ı Kerîmden iniş sırasına göre diz.. bir bakacaksın ki, karşında başka bir şey anlatıyor gerçekten gelişimleri görüyorsun ve diyorsun ki: “Vallahi ben Kur’ÂN-ı Kerîmi böyle sanmıyordum ve bu budur zâten KULLuk imtihan budur ALLAHu zü’l- Celâl’in..”
Nedir yani insanlara böyle bir türlü dertler çektir hastânelerde, bir ÂNda ışınla geç git!. bir ÂNda yok et, geç git!.
Öyle değil efendim, İbret Âlemindeyiz.. ALLAHu zü’l- Celâl’in SünnetuLLAH’ın tebdili olamıyor..

Aziz canlarımız yarın işleriniz güçleriniz var.. ben çok teşekkür ederim Allah razı olsun.. hepinize hayırlı geceler, gündüzler ve ömürler diliyorum RaBBım TeÂLÂ’dan..


Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke


''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi... ''

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah ve beraketühü…Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Kul İhvÂNi FîL Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Gul »

Resim



FÎL SÛRESİ :

Mekke’de inmiştir..

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ
أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ
وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ
تَرْمِيهِم بِحِجَارَةٍ مِّن سِجِّيلٍ
فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَّأْكُولٍ

Bismillahirrahmanirrahim
E lem tera keyfe feale rabbüke bi ashabil fil
E lem yec'al keydehüm fi tadlil
Ve ersele aleyhim tayran ebabil
Termihim bi hicaratin min sicil
Fe cealehum ke asfin me’kûl(me’kûlin).



Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla.
Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?
Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi.
O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.
Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.


(Fîl 105/1-5)


Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?

Yâ Muhammed! (Sav)
Görmedin mi?
Sen gözlerinle görmüşçesine ilmiyor musun?
Ki Fil Olayının şâhidleri yaşamaktalar yeryüzünde.
Aişe (radiyallahu anaha) :
“Fili çekenlerden iki kişinin kötürüm ve kör olarak kalıp Mekke’de dilendiklerinin gördüm!” buyurmuştur.
(İbn Hişam, Sîre; Alûsi, Ruhu’l- Meânî XV, 302)


“Rabbin fil sahiplerine ne yaptı?” değil de,
“
Rabbin fil sahiplerine nasıl yaptı?” buyurarak işin keyfiyetinden sormak da..

Fil gibi güçlü ve inatçı bir “
BEN”lik içinde sadece öldürmek ve yok etmek işleri olanlar..
Habeş Kralı Ebrehe, mamudlarına (filler) güvenerek Yemeni vs istila edip Kâbe’yi yıkmaya gelmişti de…
Resûlullah (sav) Fil olayından 50 gün sonra dünyaya teşrif etmişti..

Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?

Onların tuzaklarını dalalette, fenlerini, düzenlerini sapıklık içinde boğulmuş kılmadı mı?
O sinsi keyd, hile, mekr, süikast tertiplerini başlarına geçirip sapıklıklarına boğmadı mı?..

Kâbe’yi Yıkarak Yemen’e yaptırdığı Kulleys Kilisesine herkesi döndürüp kıble yapmaya azm etmiş azgınlar;
Mekke’ye 3 fersah (17 km) yaklaştıklarında baş çeken Anaç Fil’i ki Mahmud demekteydiler, bir türlü ilerletemediler..
Düzenleri bozulmaya başlamıştı artık..
İşlerini terse çeviren senin Rabbin idi..

Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi.

Üzerlerine bir sürü, alay alay, bölük bölük, katar katar, birbiri ardınca, savaş uçakları gibi her yönden saldırdılar..
Tayran: Bilinmeyen, duyulmamış , görülmemiş kuşlar anlamında nekre olarak buyrulmuştur.
İrili, ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, bir takım garip kuşlar denmiştir..
Belâ taşıyıcı ve atıcı kuşların ışık huzmesi ve felâket fırtınası gibi gelişi…

O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.

O kuşlar, onların (fil sahiplerinin) üzerlerine siccilden taşlarla atışlar ediyorlardı.
Siccil…
Farsça sen ü cil veya seng ü gil : Taş ve çamur..
Zamahşerî : “
siccîn” kâfirlerin amel defterleri ismidir, “sicil” de azap divanları ismidir” demiştir.
Bu ebâbil Kuşları ağız ve iki ayaklarında olmak üzere, sanki herkesin adına hazırlanmış mercimek kadar Siccil Bombalarıyla o kişiyi bulup delik deşik etmişlerdir..

Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.

Ve Derhal onları (mağrur filcileri) Senin Rabbin yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi…
Hasad artığı kırılıp dökülmüş, yerlerde savrulan tanesi samanı mahv olmuş ekin tarlası gibi sonları…

Sûre başında “
Senin Rabbin” buyrularak, sanki Resûlullah (sav)’in doğumuna hazırlık anlatılmakta..

Bu güzelim sûremizin zevkindeyse;
Her zaman iç âlemimizdeki Kalb Kâbe’mize, inatçı filleriyle saldıran Ebrehe gibi şer güçleri olacaktır ki netice de liderleri İblistir.
Hayatında Şeytanı tercih edenler zaten bu şeytan ordusunda fil veya asker uşaklığı yapacaktır.
Hizbüşşeytanlık…

Resûlullah (sav)’i tercih edenler ise olur ya bâtıl ve şerr güçleri tarafından sarılsa- kuşatılsa bile,
Biiznillah derhal Hak ve hayr güçleri Hakk Erenler eliyle zikir, fikir, şükür ve sabır silahlarıyla yardıma koşmuşlar, koşarlar ve koşacaklardır..
Hizbullah bir hakk ve hayr bütünüdür

Bâtıl ve Şerr güçleri her yeri yağlasalar :

“Artık delileri de kayar velîleri de!..” deseler,
Hayatın tüm çile çemberlerini başımıza geçirseler,
Ellerinden geleni tüm yapsalar dahi,
Ölümü öldürüp kabir kapısını kapatamadıkları sürece şerre uşaklık eden zavallı Ebrehe askeri ve şeytan uşağı olarak hep kaybederler..
Yerle bir olurlar..

Yeter ki bizler;

İmanda,
Âmelde,
Ahlâkta,
Ve Hâllerimizde,


Halis, muhlis, sıddık ve âdil Muhammedîler olarak;
Ulaştığımız Muhammedî Nurun, Şuûrun, Onurun ve Sürûrun sahibi olalım..
Resûlullah (sav)’in İzinde, Sözünde ve Özünde
BİZ ve BİR olalım..
BİZ biribirimizin; önünde, ardında, altında, üstünde değil de yanında olalım…
Tıpkı İmam-ı Mutlak Muhammed Resûlullah (sav)’in arkasında Farz Namazı kılar gibi hayatımızın her kısmında O’nu duyalım ve O’na uyalım…
İnşâllah..


Birbirimizin müridi mürşidi olma yarışını, İlâhi insafla terk edip de;
Mürşid-i Mutlak Muhammed Resûlullah (sav)’in ve her şeyin - her canın Hasbî ve habibî Hizmetçileri olalım..
İnşâllah..


O zaman emin olalım ki, Kur’ân-ı kerîm’imizde vâdedildiği üzere;

Geçen ömrümüz için Tevbede
Yaşanan ömrümüz için Rızada
Kalan ömrümüz için Duâda
Ömrümüzün hesabını vermek için Şehâdette


Muhammedî “BİZ ” lik ve “BİR” lik Denizinde Dost Damlası oluruz..
İnşâllah..

Muhamedî Muhabbetlerimle..

01.12.07 16:51
a n t a l y a


Resim
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön