Ladikli Ahmet Ağa ks Hayatı, Menkıbeleri, Şiirleri
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Ladikli Ahmet Ağa ks Hayatı, Menkıbeleri, Şiirleri
DOĞUMU ve AİLESİ
1304 (1888) yılında Konya Vilayetinin Sarayönü Kazasına bağlı, Lâdik (Halıcı) Kasabasında dünyaya gelir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı Emine'dir. Yusuflar Sülâlesindendir. Üç erkek bir kız olmak üzere dört kardeştir. Yıllarca çobanlık yaptığından dolayı muhitinde ÇOBAN AHMET olarak tanınmıştır. Sonradan Elma soyadını almıştır.
Manevi bir yolla kendisine Hüdâî adı verilmiştir:
Ol Mevlam koymuştur Hüdâî adım
Melekler ederler gökte feryadım
Mevlamın aşkından almışım tadım
Yansa da ayrılmaz haktan Hüdâî
Hatice Hanımla evlenmiştir. İkisi oğlan dördü kız olmak üzere altı tane çocuğu vardır. Hâlâ hayatta olan çocuk ve torunları vardır.
OKUR YAZARLIĞI
Hikmeti ilahi ÜMMÎDİR (Okuma yazması yoktur). Bu durumunu şu beytinde dile getirmektedir:
Bir Üstaddan okumadım, yol nedir erkân nedir.
İım-i Zahir okumadım, kalpteki bürhan nedir.
Ey beni yaratan Hüdam, cümle bilgi sendedir.
Dertliler geldi kapına, hem dermanı sendedir.
İmzasını atamadığı için mühür kullanırdı. Mektuplarını kâtipleri yazardı. Bir arkadaşından mektup geldiği zaman kâtiplerine okuturdu. Cevabî mektuplarını da yine onlara yazdırırdı
Dinî kültürü hakkında Allâh ondan razı olsun, ben dinimi diyanetimi tabur imamımızdan öğrendim demiştir.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
ASKERLİĞİ
26 sene askerlik yapmış bir İstiklâl Savaşı gazisidir. Kanal harekâtında İngilizlere karşı arkadaşları ile birlikte harp ederken, sağ omzundan hilal şeklinde yaralanır. En yakın dört arkadaşının kahramanlıklarını ve şehit düştüklerini yaralı bir vaziyette seyreder. Sonra oraları düşman istila eder. Düşman askerleri yaralı askerlerimizi ölmeyen kalmasın diyerek süngülerler. Bu esnada başını bir şehidin kolunun altına sokar. Düşmanlar hiç diri asker kalmadı diyerek uzaklaşıp giderler.
Orada, aç susuz yaralı bir vaziyette birkaç gün kalır. O anda bulunduğu yeri de düşman işgal etmiştir. Ellerini açarak yalvarır: Allâhım! Beni düşman eline bırakma. Cenabı Hakkın izniyle Hızır Aleyhisselâm atıyla gelir. Dedeme matarasından bir bardak aşk şerbeti içirir. Ancak yarısına kadar içer, tamamını bitiremez. Şerbeti içtikten sonra açlığı ve susuzluğu bir anda gider. Yaranın verdiği ağrı ve hâlsizlik de son bulur. O zaman dili söylemeye başlar:
Ne garip garip bakaň Tih ile Tûra
Ömründe kuş bile uçmadı bura
Seni Hakka yaklaştırdı bu yara
Yansa da ayrılmaz Hakktan Hüdâî
Aşk elinden içtim aşkın dolusun
Yalvar Ahmet sen Rabbıyın kulusun
Hak yolunda arzuhâlin bulunsun
Ya Muhammed sen hidayet gülüsün
Gel seni Hastaneye götüreyim deyip atına bindirir ve Kudüsteki hastanenin kapısına getirir. Hızır Aleyhisselâm "Seninle arkadaşlığımız bundan sonra da devam edecektir" deyip oradan uzaklaşır gider. Hastanedekiler yaralı asker gelmiş diyerek içeri alırlar. Biraz sonra hastanenin içerisi türüm türüm kokmaya başlar. Bu nasıl askermiş diyen, elbiselerini, potinlerini kokluyorlar. Hastanede tedavi olduktan sonra tekrar cepheye koşuyor:
Askerlik hatıralarını anlatırken şöyle demişti: Cephenin birisinde arkadaşımla birlikte düşmana esir düştük. Esir kampı dağlık bir yerdeydi. Etrafı nöbetçilerle doluydu. Arkadaşım bana gelerek "Ahmet.. İkimizin de burada esir durması vatanımız için zararlıdır. Ben nöbetçileri meşgul edeyim. Sen kaç kurtul cepheye git." dedi. Ben de ona senin yapacağın işi ben yapayım. dedim. Arkadaşım Yâ Allâh bismillah deyip yanımdan kayboldu. Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra arkadaşımla buluştuk. Allâh'a şükürler olsun ikimiz de esirlikten sağ salim kurtulduk.
Seferberlikte değil insanlar, hayvanlar bile açtı. Kazanın içerisinde koskoca bir kemik kaynar. Havada uçan kuşlar yemeğe hücum etmesinler diye kazanın başında eli sopalı muhafızlar bulunurdu. Önümüze getirip koydukları zaman, iki kaşık şıkırtısından sonra hemen tükenirdi. Topla tüfekle harp etmek şöyle dursun. Süngü harbi yapardık. Süngü süngüye geldiğimiz zaman, düşman elektrik çarpmış gibi olurdu. İçimizde öyle yiğitler vardı ki, düşmanın attığı el bombalarını patlamadan kapıp tekrar düşmanın üzerine atarlardı.
Yaşasın komutanlar hazırız emrinize
Hangi düşman dayanacak çarklanan süngümüze
Atamızdan miras kaldı bu nazlı vatan bize
Var mıdır karşı çıkacak yıldırım harbimize
Sen madalya almadın mı? diye soranlara: Savaştan sonra madalya dağıttılar. Geri hizmette bulunan bir askere madalya vermemişler. Onun ağladığına dayanamadım. Çıkarttım madalyamı ona verdim. Bir sevindi ki görecektiniz... Sen neden Gazilikten maaş almıyorsun? Gazilik madalyası olanlar maaş alıyorlar. denilince: Birkaç günlük askerliğim var, onu da paraya mı çevireyim. demiştir
Cenabı Hakkın, kullarına rahmet ve merhametinin bir eseri olarak gönderilen, Mevlâmın bir askeri idi. Osmanlının son dönemlerini yaşamış ve Osmanlı askerlik terbiyesi almıştı..
26 yıllık askerlik hatıralarını anlata anlata bitiremezdi. Seferberlikte başından geçenleri anlatırken, hem kendisi ağlar hem de misafirleri ağlatırdı. İstiklâl savaşı gazisi idi. O, açlık susuzluk ve yokluğun yaşandığı çileli harp yıllarını, kahraman Mehmetçiğin kahramanlıklarını gelecek nesillere aktaran canlı bir şahitti.
26 sene askerlik yapmış bir İstiklâl Savaşı gazisidir. Kanal harekâtında İngilizlere karşı arkadaşları ile birlikte harp ederken, sağ omzundan hilal şeklinde yaralanır. En yakın dört arkadaşının kahramanlıklarını ve şehit düştüklerini yaralı bir vaziyette seyreder. Sonra oraları düşman istila eder. Düşman askerleri yaralı askerlerimizi ölmeyen kalmasın diyerek süngülerler. Bu esnada başını bir şehidin kolunun altına sokar. Düşmanlar hiç diri asker kalmadı diyerek uzaklaşıp giderler.
Orada, aç susuz yaralı bir vaziyette birkaç gün kalır. O anda bulunduğu yeri de düşman işgal etmiştir. Ellerini açarak yalvarır: Allâhım! Beni düşman eline bırakma. Cenabı Hakkın izniyle Hızır Aleyhisselâm atıyla gelir. Dedeme matarasından bir bardak aşk şerbeti içirir. Ancak yarısına kadar içer, tamamını bitiremez. Şerbeti içtikten sonra açlığı ve susuzluğu bir anda gider. Yaranın verdiği ağrı ve hâlsizlik de son bulur. O zaman dili söylemeye başlar:
Ne garip garip bakaň Tih ile Tûra
Ömründe kuş bile uçmadı bura
Seni Hakka yaklaştırdı bu yara
Yansa da ayrılmaz Hakktan Hüdâî
Aşk elinden içtim aşkın dolusun
Yalvar Ahmet sen Rabbıyın kulusun
Hak yolunda arzuhâlin bulunsun
Ya Muhammed sen hidayet gülüsün
Gel seni Hastaneye götüreyim deyip atına bindirir ve Kudüsteki hastanenin kapısına getirir. Hızır Aleyhisselâm "Seninle arkadaşlığımız bundan sonra da devam edecektir" deyip oradan uzaklaşır gider. Hastanedekiler yaralı asker gelmiş diyerek içeri alırlar. Biraz sonra hastanenin içerisi türüm türüm kokmaya başlar. Bu nasıl askermiş diyen, elbiselerini, potinlerini kokluyorlar. Hastanede tedavi olduktan sonra tekrar cepheye koşuyor:
Askerlik hatıralarını anlatırken şöyle demişti: Cephenin birisinde arkadaşımla birlikte düşmana esir düştük. Esir kampı dağlık bir yerdeydi. Etrafı nöbetçilerle doluydu. Arkadaşım bana gelerek "Ahmet.. İkimizin de burada esir durması vatanımız için zararlıdır. Ben nöbetçileri meşgul edeyim. Sen kaç kurtul cepheye git." dedi. Ben de ona senin yapacağın işi ben yapayım. dedim. Arkadaşım Yâ Allâh bismillah deyip yanımdan kayboldu. Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra arkadaşımla buluştuk. Allâh'a şükürler olsun ikimiz de esirlikten sağ salim kurtulduk.
Seferberlikte değil insanlar, hayvanlar bile açtı. Kazanın içerisinde koskoca bir kemik kaynar. Havada uçan kuşlar yemeğe hücum etmesinler diye kazanın başında eli sopalı muhafızlar bulunurdu. Önümüze getirip koydukları zaman, iki kaşık şıkırtısından sonra hemen tükenirdi. Topla tüfekle harp etmek şöyle dursun. Süngü harbi yapardık. Süngü süngüye geldiğimiz zaman, düşman elektrik çarpmış gibi olurdu. İçimizde öyle yiğitler vardı ki, düşmanın attığı el bombalarını patlamadan kapıp tekrar düşmanın üzerine atarlardı.
Yaşasın komutanlar hazırız emrinize
Hangi düşman dayanacak çarklanan süngümüze
Atamızdan miras kaldı bu nazlı vatan bize
Var mıdır karşı çıkacak yıldırım harbimize
Sen madalya almadın mı? diye soranlara: Savaştan sonra madalya dağıttılar. Geri hizmette bulunan bir askere madalya vermemişler. Onun ağladığına dayanamadım. Çıkarttım madalyamı ona verdim. Bir sevindi ki görecektiniz... Sen neden Gazilikten maaş almıyorsun? Gazilik madalyası olanlar maaş alıyorlar. denilince: Birkaç günlük askerliğim var, onu da paraya mı çevireyim. demiştir
Cenabı Hakkın, kullarına rahmet ve merhametinin bir eseri olarak gönderilen, Mevlâmın bir askeri idi. Osmanlının son dönemlerini yaşamış ve Osmanlı askerlik terbiyesi almıştı..
26 yıllık askerlik hatıralarını anlata anlata bitiremezdi. Seferberlikte başından geçenleri anlatırken, hem kendisi ağlar hem de misafirleri ağlatırdı. İstiklâl savaşı gazisi idi. O, açlık susuzluk ve yokluğun yaşandığı çileli harp yıllarını, kahraman Mehmetçiğin kahramanlıklarını gelecek nesillere aktaran canlı bir şahitti.
- HAYY-DOST
- Özel Üye
- Mesajlar: 1856
- Kayıt: 16 May 2009, 02:00
İNANIN Kİ BENDENİZ EN BÜYÜK VEFAYI ALLAH CC DAN ÖĞRENDİM.
BİZİM BURALARDA DA O NUN VELİ KULLARININ AHRET KAPILARI VAR.
TIPKI LADİKLİ AHMET AĞA (KAS) GİBİ İSA BABA (KAS), SEYID KUDBİTTİN (KAS) , ŞEYH YUSUF ZEYNEDDÜN (KAS), KILIÇ DEDE (KAS) ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİN (KAS) TORUNLARINDAN ZATLARIN MÜBAREK KABİRLERİ BULUNUYOR.
HAKK YOLA YENİ DÜŞTÜĞÜM ZAMANLARDA, SIK SIK ZİYARETLERİNE GİDER, O GÜZEL İNSANLARIN GÜZEL KOKULARINI
KOKLAR KOKLAR AĞLARDIM.
KUDRETİ SONSUZ ALLAH IMCC ONLARI ÖYLE GÜZEL YERLERDE AĞIRLIYOR Kİ BİR GÖRSENİZ.
SAMSUNUN ENGÜZEL YERLERİ ONLARA TAHSİS EDİMİŞ.
İŞTE BÖYLE.
EN VEFALI DOST
DOSTLARINA NEREDEYSE BİN KUSUR SENE SONRA BİLE HALEN BU DÜNYADA BEDENLİ YAŞIYORLARMIŞ GİBİ İLTİFAT EDİLİP SAYGI
DUYULMASINI SAĞLAMAKTA.
ONLARIN TÜRBELERİ HALA SIĞINAK YERLERİMİZ VE YALNIZLIĞIMIZI
PAYLAŞTIĞIMIZ GÜL KOKULU MEKANLAR ALLAH (c.c) ONLARIN CÜMLESİNDEN RAZI OLSUN.
SİZLERDENDE ÇOK ÇOK RAZI OLSUN, MADDİ MANEVİ GÜCÜNÜZÜ ARTIRSIN...
ESSELAMÜ ALEYKÜM.
BİZİM BURALARDA DA O NUN VELİ KULLARININ AHRET KAPILARI VAR.
TIPKI LADİKLİ AHMET AĞA (KAS) GİBİ İSA BABA (KAS), SEYID KUDBİTTİN (KAS) , ŞEYH YUSUF ZEYNEDDÜN (KAS), KILIÇ DEDE (KAS) ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİN (KAS) TORUNLARINDAN ZATLARIN MÜBAREK KABİRLERİ BULUNUYOR.
HAKK YOLA YENİ DÜŞTÜĞÜM ZAMANLARDA, SIK SIK ZİYARETLERİNE GİDER, O GÜZEL İNSANLARIN GÜZEL KOKULARINI
KOKLAR KOKLAR AĞLARDIM.
KUDRETİ SONSUZ ALLAH IMCC ONLARI ÖYLE GÜZEL YERLERDE AĞIRLIYOR Kİ BİR GÖRSENİZ.
SAMSUNUN ENGÜZEL YERLERİ ONLARA TAHSİS EDİMİŞ.
İŞTE BÖYLE.
EN VEFALI DOST
DOSTLARINA NEREDEYSE BİN KUSUR SENE SONRA BİLE HALEN BU DÜNYADA BEDENLİ YAŞIYORLARMIŞ GİBİ İLTİFAT EDİLİP SAYGI
DUYULMASINI SAĞLAMAKTA.
ONLARIN TÜRBELERİ HALA SIĞINAK YERLERİMİZ VE YALNIZLIĞIMIZI
PAYLAŞTIĞIMIZ GÜL KOKULU MEKANLAR ALLAH (c.c) ONLARIN CÜMLESİNDEN RAZI OLSUN.
SİZLERDENDE ÇOK ÇOK RAZI OLSUN, MADDİ MANEVİ GÜCÜNÜZÜ ARTIRSIN...
ESSELAMÜ ALEYKÜM.
- habibi
- Özel Üye
- Mesajlar: 1059
- Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Askerlik Sonrası
Vatanın kurtuluşundan sonra askerden bir gazi olarak memleketi Lâdike dönmüş ve vefatına kadar burada örnek bir şahsiyet olarak yaşamıştır. Hayvancılık ve tarımla geçimini sağlamıştır.
Zamanının çoğunu odasına gelen misafirlerine hizmet ederek geçirmiş, onları iyiliğe ve hayra davet etmiş, kimseyi ayırmadan herkese duâ etmiş, sohbetinde katılan hiç kimseyi eli ve gönlü boş çevirmemiştir. Boş kaldığı zamanlarda dağlarda çobanlık yapmış, tarla ve bahçelerini ekip biçmekle meşgul olmuştur.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Hocası Hızır (A.S.)
Onu her yönüyle tanıyan bilen 40 sene arkadaşlık yaptığı hocası Hızır Aleyhisselâmdır. Hocamı yedi adım geriden takip ederim. Hocam yüzüme baktığı zaman, yüzümün rengi solar. Hocam bana derdi ki: Hüdâî! Ben çok evliya ile arkadaşlık yaptım. Sendeki hâli görmedim. Bazen, bende bir şey yok. Çobanın birisiyim der. Bazen de âdeta coşarak Oğlum benim hocam ilim deryasıdır. Ne soracaksanız sorun. Ben size bir peygamberin hayatını günlerce anlatırım. Fakat sizler dinlemeye tahammül edemezsiniz. derdi:
Söyleyen var söyleten var
İlm-i Hikmet öğreten var
Ol kapında bekleyen var
Affımı isterim Allâhım.
Bir gün evinde abdest alırken hocası çıkagelir. Heyecanlanır. Hocası Mevlâna, sana bir abdest almasını öğretemedik der. Dedem de Ne yapalım efendim. Bir çobanı peşinize taktınız. Çoban bu kadar becerebiliyor deyince Ahmet! Ahmet! Ne abdest arıyorlar, ne namaz; KALB-İ SELİM arıyorlar...'' der.
Onu her yönüyle tanıyan bilen 40 sene arkadaşlık yaptığı hocası Hızır Aleyhisselâmdır. Hocamı yedi adım geriden takip ederim. Hocam yüzüme baktığı zaman, yüzümün rengi solar. Hocam bana derdi ki: Hüdâî! Ben çok evliya ile arkadaşlık yaptım. Sendeki hâli görmedim. Bazen, bende bir şey yok. Çobanın birisiyim der. Bazen de âdeta coşarak Oğlum benim hocam ilim deryasıdır. Ne soracaksanız sorun. Ben size bir peygamberin hayatını günlerce anlatırım. Fakat sizler dinlemeye tahammül edemezsiniz. derdi:
Söyleyen var söyleten var
İlm-i Hikmet öğreten var
Ol kapında bekleyen var
Affımı isterim Allâhım.
Bir gün evinde abdest alırken hocası çıkagelir. Heyecanlanır. Hocası Mevlâna, sana bir abdest almasını öğretemedik der. Dedem de Ne yapalım efendim. Bir çobanı peşinize taktınız. Çoban bu kadar becerebiliyor deyince Ahmet! Ahmet! Ne abdest arıyorlar, ne namaz; KALB-İ SELİM arıyorlar...'' der.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Son Günleri ve Vefatı
Son zamanlarında hasta yatarken "Sen gidince bizler ne yapacağız Ahmet Ağa?" diye ağlamaya başlayan misafirlerine, yataktan doğrularak "ALLÂH var oğlum. Allâh var, keder yok!" demiştir. Evlatlarından birisi eline varıp, "Baba hakkını helal et" dediği zaman "Oğlum bende üç emanet var. Onları sahiplerine verirsen, hakkımı helal etmiş olacağım. Sen olmasan da onlar emanetleri alıp götürecekler. Ama sen de onları görsen iyi olur" der.
Ve tarihler 8 Haziran 1969 Perşembeyi gösterirken rahmet-i Rahmana kavuşur.
Vefatından bir kaç ay sonra. Haydi, odaya gel emanetleri ver. diye bir ses duyar. Odaya geldiği zaman odanın kapısı kilitli olduğu hâlde iki kişi içeride namaz kılmaktadır. Hemen o da namaz kılmaya başlar. Birisi bembeyaz örtüler içerisinde kapalı bir vaziyettedir. Açık olan konuşur. Sen otur dayanamazsın. der. Gece sabaha kadar namaz kılarlar. Emanetleri isterler. Emanetlerin birisi Tayy-i Mekân elbisesi. Birisi mühür, öbürü de şeceredir. Beraber kabrine kadar gidelim. Babanın kabrini birlikte ziyaret edelim. derler. Yolda giderlerken bir şahıs bunları görür. Bu adam fazla yaşamaz derler. Kapalı ve bürgülü olan kabristanın biraz dışında namaz kılar. Namaz kıldığı yerde o sene otlar kurumaz. Kabirden ayrılıp ağaçlık bir yerden geçerlerken içlerinden bir tanesi ALLÂH! deyince ağaçlar secdeye kapanır gibi olur. Oğlu oraya düşer bayılır. Onlar da giderler, gözden kaybolurlar.
Kabri, Lâdik Kasabası mezarlığındadır.
Son zamanlarında hasta yatarken "Sen gidince bizler ne yapacağız Ahmet Ağa?" diye ağlamaya başlayan misafirlerine, yataktan doğrularak "ALLÂH var oğlum. Allâh var, keder yok!" demiştir. Evlatlarından birisi eline varıp, "Baba hakkını helal et" dediği zaman "Oğlum bende üç emanet var. Onları sahiplerine verirsen, hakkımı helal etmiş olacağım. Sen olmasan da onlar emanetleri alıp götürecekler. Ama sen de onları görsen iyi olur" der.
Ve tarihler 8 Haziran 1969 Perşembeyi gösterirken rahmet-i Rahmana kavuşur.
Vefatından bir kaç ay sonra. Haydi, odaya gel emanetleri ver. diye bir ses duyar. Odaya geldiği zaman odanın kapısı kilitli olduğu hâlde iki kişi içeride namaz kılmaktadır. Hemen o da namaz kılmaya başlar. Birisi bembeyaz örtüler içerisinde kapalı bir vaziyettedir. Açık olan konuşur. Sen otur dayanamazsın. der. Gece sabaha kadar namaz kılarlar. Emanetleri isterler. Emanetlerin birisi Tayy-i Mekân elbisesi. Birisi mühür, öbürü de şeceredir. Beraber kabrine kadar gidelim. Babanın kabrini birlikte ziyaret edelim. derler. Yolda giderlerken bir şahıs bunları görür. Bu adam fazla yaşamaz derler. Kapalı ve bürgülü olan kabristanın biraz dışında namaz kılar. Namaz kıldığı yerde o sene otlar kurumaz. Kabirden ayrılıp ağaçlık bir yerden geçerlerken içlerinden bir tanesi ALLÂH! deyince ağaçlar secdeye kapanır gibi olur. Oğlu oraya düşer bayılır. Onlar da giderler, gözden kaybolurlar.
Kabri, Lâdik Kasabası mezarlığındadır.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Güzel Ahlakı
Allâh ve Rasülünün âşığı, Hak aşığı, Hak dostu ..
O hayatı ile Allâha ve Rasülüne nasıl âşık olunacağını gösterdi. Onun muradı, ne dünya ne de dünya içindeki olanlar; onun asıl muradı, her yerde ve her mekânda hakikat nurunu aramak, Allâhın rızasını kazanıp cemalini görmek, hak ve hakikate ermek. O da her fâni gibi dünyaya geldi, kulluğa yakışır bir şekilde hayat sürdü, gönüllere taht kurdu. Dünyanın dört bir tarafında onun sevgisi gönüllerde yaşıyor.
O, hiç kimsenin övgüsüne ve iltifatına ihtiyaç duymamış, kendisini metheden birine Oğlum! Ben Allâhı ve Rasülünü seviyorum, sen de onları sev demiştir. Şöhretten ve riyadan son derece kaçınmıştır. Bana türbe yapmayın, bir taş dikin yeter demiştir.
Kimseler bilmez benim işimi
Bu aşkın yoluna koydum başımı
Dikmesinler benim mezar taşımı
Gecelerde doğdu nur-u Muhammed
Ziyaretçilerinden birisi. "Hacı Ahmet Ağa bazı kişiler senin hakkında kötü sözler sarf ediyorlar." deyince, "Benim Allâh ile aram iyi ise, herkes bana kötü dese ne çıkar. Benim Allâh ile aram kötü ise herkes bana iyi dese ne çıkar" diyerek şu beytini okumuştu:
Kimi atlı kimi yayan
Her ameller olur ayan
İçmişim aşkın şarabın
İsterse desinler yalan
Güzel ahlâk sahibi, çok merhametli bir insandı. Kollarını açıp ümmeti Muhammedi kucakladı, sanki herkes onun evladı ve torunu gibiydi. Evinin kapısı gece ve gündüz herkese açıktı. Küçük ve büyük herkese hizmet etti. Meseleleriyle ilgilendi, dertlilerin dertlerine çareler aradı, istisnasız herkese duâ etti. Yetimi, öksüzü görüp gözetirdi. Hediye vermeyi seven cömert bir karakteri vardı. O halkın içinde halktan biri gibi, fakat gönlü daima Hakla beraber olan bir Hak eriydi.
Az uyuyan, çok ibadet eden ve az gülüp çok ağlayan kimselerdendi. Ciddî, vakur ve daima tefekkürlü bir hâlde bulunurdu. Celâlli oluşunun ardında kullara ve mahlûkata karşı ince bir merhameti vardı. Gözü gönlü öbür âleme dönüktü. Kaza ve kadere boyun eğip, kaderine razı olan sabır numunesiydi. Kendine has manevî bir kokusu vardı, eline aldığı ve kullandığı eşyalar o güzelim kokuya bürünürdü.
Manevî ilme sahip olduğu için, âlim bir insanla sohbet ederken o da âlim olurdu. Dünya sanki avucunun içinde gibiydi. Unutkanlığı yoktu, hatırlayamadım demezdi.
Misafir odası her gün, bilhassa hafta sonları dolar taşardı. Gelen ziyaretçiler, elini öper, yaptığı sohbetlerinden ve en çok da okuduğu şiirlerden manevi haz alırlardı. Gelen misafirin durumuna göre kendini ayarlar, kimseyi incitmemek için azami gayret gösterirdi. Kendisini ziyaret edecek olan değerli zatlar için hazırlık yapardı. Sorulara anında cevap verirdi. Şayet bilemediği veya istişare etmesi gereken bir soru olursa bana az müsaade edin deyip odadan ayrılır, ya bağın köşesine kadar gider yahut bahçenin ortasına kadar düşünerek yürür; döndüğü zaman durum bundan bundan ibaret diyerek cevabını verirdi.
Bazen de kendini gizlemek için ben bir şey bilmiyorum, çobanın birisiyim derdi. Hakikate bakarsan, Allâhın ilmi karşısında kulunun bildikleri ne olabilirdi ki. Tevazu sahibi olduğundan kendini büyük göstermemek için olayların bir ucunu, deyim yerinde ise küllerdi. İnsanları kendisine değil Rabbine yönlendirdi.
Nemelâzımcılığı yoktu. Dünya Müslümanlarının derdi onun derdiydi. Mısırdaki İslâm âlimlerinin asılmasından dolayı o kadar müteessir olmuştu ki iki gün hasta yatmıştı
Beş vakit namazını camide kılardı. Camiye gidip gelirken yere bakarak -sanki bir şeyler kaybetmiş de onu arıyor gibi- düşünceli, ağır ağır hareket ederdi. Çok güzel giyinir, temizliğine çok dikkât ederdi. Abdest alırken, namaz kılarken çok emek çekerdi. Namazı hiç bitmez zannedilirdi. Geceleri uyumaz, sabaha kadar ibadet ederdi. Gerek beyitlerinde gerekse sohbetlerine seher vaktinin önemini defalarca beyan etmiştir. Bizlere ve gelen giden misafirlerine bir çok tavsiyelerde bulunmuştur.
İhtiyarlığınızda genç yaşamak istiyorsanız, onu bunu bahane etmeden, beş vakit namazınızı camide cemaatle kılın. Dizlerinize sarı su inmeden, genç iken namazı çok kılın. Çocuklarınızın rızkını helalinden kazanın, alnınızın terini yiyin; kimsenin eline bakmayın. Bu din Allâhın dinidir. Allâh ne derse onu yerine getirin. Hizmet ehli olun, hizmetten geri kalmayın. Allâh sonumuzu hayra getirsin, Allâh hakkımızda hayırlısını versin derdi.
Yine sohbetlerinde, dünyanın yaradılışından, peygamberlerin hayatından, Peygamber Efendimizin ve ashabının hayatından bahsederdi. Büyük veliler ve âlimlerle ilgili kıssalar da anlatırdı. Sohbetine katılanlar büyük bir haz duyardı. Duygusal anlar yaşanırdı. Herkes memnun kalarak, tekrar buluşmak niyetiyle, selâm ve duâsını da alarak ayrılıp giderlerdi. Allâhım! Sev bizi, sevdir bizi; dünyada ve ahirette ağlatma güldür bizi diye dua ederdi. Sohbetinden ve aşkla söylediği beyitlerinden sonra mutlaka Allâh hakkımızda hayırlısını versin! İmanımı kurtarabilirsem ne mutlu bana deyip, korku ile ümit arasında yaşardı.
Her türlü eza ve cefaya katlandı. Bir taraftan dünya meşgalesi, öbür taraftan halkın eziyeti Hepsinden zor olanı ise aşk ateşinin onu yakmasıydı.
Ben âşığım, maşukumu ararım
Ne mekânım vardır ne de kararım
Dünya benim olsa bir tat alamam
Tecelli eyleyen nuru ararım
Dünya ve ahiret çalışma ile kazanılır. Herkesin mutlaka çalışması ve mücadele etmesi gerektiğini söyler:
Okudun mu İlm-i dünni bu esrarı bilmeye
Göz hicabın kaldırdın mı, hak yolunu görmeye
Âciz mi yaratan Hüdâm, kula nusrat vermeye
Din hakkında sen de çalış, gül bağına girmeye
Kendini âciz, günahkâr ve âsî bir kul olarak görür:
Bu zalim nefsimi öldüremedim
Yetmiş bin hicabı kaldıramadım
Hakikat deryası çağlayıp akar
Ben bir katresini dolduramadım
Bütün bunlara rağmen manevî birçok nimetlere vâsıl ve bir çok ilimlere vâkıf olduğunu da bildirir:
Girmişim Hakkın bağına, koparmaya gül de var
Lâleler çiçekler açmış, içinde sümbül de var
Dinle kuşlar avazını içinde bülbül de var
Gördüm huriler safını, saçlarında sim de var
Yine ahvali bilinmeyen, sırlarla dolu bir Hakk dostudur. Kendisini ancak Hakk ilmine sahip olanların bilip anlayabileceğini şu mısralarında dile getirmiştir:
Hakikat bahrine daldım, el-aman nefsin elinden
Hak hakikati bilenler, anlarlar Hakkın ilminden
Bülbül bile güle âşık, alır reyhanın gülünden
Ben bir cemâle âşığım, kimse bilmez ahvalimden
Cenabı Hakka şöyle duâ eder:
Âlemlerden fazla, isyanım benim
Âsiye değil mi ihsanın senin
Gelmişim kapına gitmezem gayri
Affımı isterim maksudum benim
Onlar ölmez, esas ölü olan bizleriz. Maneviyat âlemi, bizlerin bilemeyeceği bir âlem Her şeye rağmen Allâhı, Rasülünü ve Rasülünün izinde gidenleri; onlara dost olanları, onları çok sevenleri bizler de seviyoruz.
Sözümün nihayeti yoktur.
Benim de isyanım çoktur.
Gitme Hakkın kapısından
Başkasından fayda yoktur.
Allâh ve Rasülünün âşığı, Hak aşığı, Hak dostu ..
O hayatı ile Allâha ve Rasülüne nasıl âşık olunacağını gösterdi. Onun muradı, ne dünya ne de dünya içindeki olanlar; onun asıl muradı, her yerde ve her mekânda hakikat nurunu aramak, Allâhın rızasını kazanıp cemalini görmek, hak ve hakikate ermek. O da her fâni gibi dünyaya geldi, kulluğa yakışır bir şekilde hayat sürdü, gönüllere taht kurdu. Dünyanın dört bir tarafında onun sevgisi gönüllerde yaşıyor.
O, hiç kimsenin övgüsüne ve iltifatına ihtiyaç duymamış, kendisini metheden birine Oğlum! Ben Allâhı ve Rasülünü seviyorum, sen de onları sev demiştir. Şöhretten ve riyadan son derece kaçınmıştır. Bana türbe yapmayın, bir taş dikin yeter demiştir.
Kimseler bilmez benim işimi
Bu aşkın yoluna koydum başımı
Dikmesinler benim mezar taşımı
Gecelerde doğdu nur-u Muhammed
Ziyaretçilerinden birisi. "Hacı Ahmet Ağa bazı kişiler senin hakkında kötü sözler sarf ediyorlar." deyince, "Benim Allâh ile aram iyi ise, herkes bana kötü dese ne çıkar. Benim Allâh ile aram kötü ise herkes bana iyi dese ne çıkar" diyerek şu beytini okumuştu:
Kimi atlı kimi yayan
Her ameller olur ayan
İçmişim aşkın şarabın
İsterse desinler yalan
Güzel ahlâk sahibi, çok merhametli bir insandı. Kollarını açıp ümmeti Muhammedi kucakladı, sanki herkes onun evladı ve torunu gibiydi. Evinin kapısı gece ve gündüz herkese açıktı. Küçük ve büyük herkese hizmet etti. Meseleleriyle ilgilendi, dertlilerin dertlerine çareler aradı, istisnasız herkese duâ etti. Yetimi, öksüzü görüp gözetirdi. Hediye vermeyi seven cömert bir karakteri vardı. O halkın içinde halktan biri gibi, fakat gönlü daima Hakla beraber olan bir Hak eriydi.
Az uyuyan, çok ibadet eden ve az gülüp çok ağlayan kimselerdendi. Ciddî, vakur ve daima tefekkürlü bir hâlde bulunurdu. Celâlli oluşunun ardında kullara ve mahlûkata karşı ince bir merhameti vardı. Gözü gönlü öbür âleme dönüktü. Kaza ve kadere boyun eğip, kaderine razı olan sabır numunesiydi. Kendine has manevî bir kokusu vardı, eline aldığı ve kullandığı eşyalar o güzelim kokuya bürünürdü.
Manevî ilme sahip olduğu için, âlim bir insanla sohbet ederken o da âlim olurdu. Dünya sanki avucunun içinde gibiydi. Unutkanlığı yoktu, hatırlayamadım demezdi.
Misafir odası her gün, bilhassa hafta sonları dolar taşardı. Gelen ziyaretçiler, elini öper, yaptığı sohbetlerinden ve en çok da okuduğu şiirlerden manevi haz alırlardı. Gelen misafirin durumuna göre kendini ayarlar, kimseyi incitmemek için azami gayret gösterirdi. Kendisini ziyaret edecek olan değerli zatlar için hazırlık yapardı. Sorulara anında cevap verirdi. Şayet bilemediği veya istişare etmesi gereken bir soru olursa bana az müsaade edin deyip odadan ayrılır, ya bağın köşesine kadar gider yahut bahçenin ortasına kadar düşünerek yürür; döndüğü zaman durum bundan bundan ibaret diyerek cevabını verirdi.
Bazen de kendini gizlemek için ben bir şey bilmiyorum, çobanın birisiyim derdi. Hakikate bakarsan, Allâhın ilmi karşısında kulunun bildikleri ne olabilirdi ki. Tevazu sahibi olduğundan kendini büyük göstermemek için olayların bir ucunu, deyim yerinde ise küllerdi. İnsanları kendisine değil Rabbine yönlendirdi.
Nemelâzımcılığı yoktu. Dünya Müslümanlarının derdi onun derdiydi. Mısırdaki İslâm âlimlerinin asılmasından dolayı o kadar müteessir olmuştu ki iki gün hasta yatmıştı
Beş vakit namazını camide kılardı. Camiye gidip gelirken yere bakarak -sanki bir şeyler kaybetmiş de onu arıyor gibi- düşünceli, ağır ağır hareket ederdi. Çok güzel giyinir, temizliğine çok dikkât ederdi. Abdest alırken, namaz kılarken çok emek çekerdi. Namazı hiç bitmez zannedilirdi. Geceleri uyumaz, sabaha kadar ibadet ederdi. Gerek beyitlerinde gerekse sohbetlerine seher vaktinin önemini defalarca beyan etmiştir. Bizlere ve gelen giden misafirlerine bir çok tavsiyelerde bulunmuştur.
İhtiyarlığınızda genç yaşamak istiyorsanız, onu bunu bahane etmeden, beş vakit namazınızı camide cemaatle kılın. Dizlerinize sarı su inmeden, genç iken namazı çok kılın. Çocuklarınızın rızkını helalinden kazanın, alnınızın terini yiyin; kimsenin eline bakmayın. Bu din Allâhın dinidir. Allâh ne derse onu yerine getirin. Hizmet ehli olun, hizmetten geri kalmayın. Allâh sonumuzu hayra getirsin, Allâh hakkımızda hayırlısını versin derdi.
Yine sohbetlerinde, dünyanın yaradılışından, peygamberlerin hayatından, Peygamber Efendimizin ve ashabının hayatından bahsederdi. Büyük veliler ve âlimlerle ilgili kıssalar da anlatırdı. Sohbetine katılanlar büyük bir haz duyardı. Duygusal anlar yaşanırdı. Herkes memnun kalarak, tekrar buluşmak niyetiyle, selâm ve duâsını da alarak ayrılıp giderlerdi. Allâhım! Sev bizi, sevdir bizi; dünyada ve ahirette ağlatma güldür bizi diye dua ederdi. Sohbetinden ve aşkla söylediği beyitlerinden sonra mutlaka Allâh hakkımızda hayırlısını versin! İmanımı kurtarabilirsem ne mutlu bana deyip, korku ile ümit arasında yaşardı.
Her türlü eza ve cefaya katlandı. Bir taraftan dünya meşgalesi, öbür taraftan halkın eziyeti Hepsinden zor olanı ise aşk ateşinin onu yakmasıydı.
Ben âşığım, maşukumu ararım
Ne mekânım vardır ne de kararım
Dünya benim olsa bir tat alamam
Tecelli eyleyen nuru ararım
Dünya ve ahiret çalışma ile kazanılır. Herkesin mutlaka çalışması ve mücadele etmesi gerektiğini söyler:
Okudun mu İlm-i dünni bu esrarı bilmeye
Göz hicabın kaldırdın mı, hak yolunu görmeye
Âciz mi yaratan Hüdâm, kula nusrat vermeye
Din hakkında sen de çalış, gül bağına girmeye
Kendini âciz, günahkâr ve âsî bir kul olarak görür:
Bu zalim nefsimi öldüremedim
Yetmiş bin hicabı kaldıramadım
Hakikat deryası çağlayıp akar
Ben bir katresini dolduramadım
Bütün bunlara rağmen manevî birçok nimetlere vâsıl ve bir çok ilimlere vâkıf olduğunu da bildirir:
Girmişim Hakkın bağına, koparmaya gül de var
Lâleler çiçekler açmış, içinde sümbül de var
Dinle kuşlar avazını içinde bülbül de var
Gördüm huriler safını, saçlarında sim de var
Yine ahvali bilinmeyen, sırlarla dolu bir Hakk dostudur. Kendisini ancak Hakk ilmine sahip olanların bilip anlayabileceğini şu mısralarında dile getirmiştir:
Hakikat bahrine daldım, el-aman nefsin elinden
Hak hakikati bilenler, anlarlar Hakkın ilminden
Bülbül bile güle âşık, alır reyhanın gülünden
Ben bir cemâle âşığım, kimse bilmez ahvalimden
Cenabı Hakka şöyle duâ eder:
Âlemlerden fazla, isyanım benim
Âsiye değil mi ihsanın senin
Gelmişim kapına gitmezem gayri
Affımı isterim maksudum benim
Onlar ölmez, esas ölü olan bizleriz. Maneviyat âlemi, bizlerin bilemeyeceği bir âlem Her şeye rağmen Allâhı, Rasülünü ve Rasülünün izinde gidenleri; onlara dost olanları, onları çok sevenleri bizler de seviyoruz.
Sözümün nihayeti yoktur.
Benim de isyanım çoktur.
Gitme Hakkın kapısından
Başkasından fayda yoktur.
- HAS-AN
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 570
- Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00
- HAS-AN
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 570
- Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00
Re: LADİKLİ AHMET AĞA K.S HAYATI,MENKIBELERİ VE ŞİİRLERİ
Hz. Hızır'ın ögrencisi olarak bilinen Ladikli Ahmet Ağa Anma Günü 13 HAZİRAN
Ziyaretçilerinden birisi. "Hacı Ahmet Ağa bazı kişiler senin hakkında kötü sözler sarf ediyorlar." deyince, "Benim Allâh ile aram iyi ise, herkes bana kötü dese ne çıkar. Benim Allâh ile aram kötü ise herkes bana iyi dese ne çıkar" diyerek şu beytini okumuştu:
Kimi atlı kimi yayan
Her ameller olur ayan
İçmişim aşkın şarabın
İsterse desinler yalan
Güzel ahlâk sahibi, çok merhametli bir insandı. Kollarını açıp ümmeti Muhammedi kucakladı, sanki herkes onun evladı ve torunu gibiydi. Evinin kapısı gece ve gündüz herkese açıktı. Küçük ve büyük herkese hizmet etti. Meseleleriyle ilgilendi, dertlilerin dertlerine çareler aradı, istisnasız herkese duâ etti. Yetimi, öksüzü görüp gözetirdi. Hediye vermeyi seven cömert bir karakteri vardı. O halkın içinde halktan biri gibi, fakat gönlü daima Hak’la beraber olan bir Hak eriydi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
- habibi
- Özel Üye
- Mesajlar: 1059
- Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00
- HAS-AN
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 570
- Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00
Re: LADİKLİ AHMET AĞA K.S HAYATI,MENKIBELERİ VE ŞİİRLERİ
Ladikli Ahmed Ağa'dan Beyitler
AÇIN OL RAVZA YI HABİBİ DE VAR
Kimler yapmış ol Ravzanın yapısın
Melekleri açmış tavaf kapısın
Hacer-ül Esved’in güzel kokusun
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ravzana bakmaya insan mı kanar
Aşkından içenler böyle mi yanar
Ebu Bekir, Ömer, hem Osman da var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol Ravza’da vardır yeşil direkler
Saçaklara konmuş bütün Melekler
Orda kabul olur bütün dilekler
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Halkı saf bağlamış Na’atler okurlar
Sokaklara saçmış türlü kokular
Eren, Evliya burada yatırlar
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Her aşık olan da maksuda ermez
Destur olmayınca Ravza’ya girilmez
Aşkından içenler kendini bilmez
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Uzaktan yakından sana gelirler
Gece gündüz kula tavaf ettirirler
Hak aşıklarına güller verirler
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Yangınlar yanar da dumanı nerde
Aşkıyın ateşi kaynıyor serde
Kalkmayınca görmez gözdeki perde
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Çıkardım dağlara Habibim derdim
Ol ulu Mevla’ma arzuhal verdim
Çok şükür Mevla’ma maksuda erdim
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol Ravza’ya karşı ettim kıyamı
Ortalığa attım gülü reyhanı
Senin Nurun aydınlattı bütün cihanı
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Gecelerde eser senin yellerin
Hakikatten açar senin güllerin
Ümmetine şifa olan dillerin
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ben senin aşkını genciken içtim
Şimdi mecnun olup dağlara düştüm
Nice Evliyalar kapısın açtım
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ben de aşık oldum gül Cemaline
Güllerin benzemez dünya gülüne
Topladım gülleri aldım elime
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Bakardım dağlara yol vermez dağlar
Hakk’ın Dergahına sıdk-ınan yalvar
Fatıma-Tüzzehra Validem de var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Osman’a verildi Zinnureyn adı
Melekler semada etti feryadı
Ben senin isminden almışım tadı
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol Ali değil mi ilmin kapısı
Melekler karalar giydi hepisi
İmam, Hasan Hüseyn’in gelir kokusu
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ümmetinden selam getirdim sana
Nice armağanlar verdiler sana
Ravza’na eriştim ben yana yana
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
İstemem dünyayı cihanı versen
“O asi, Ravzama girmesin” dersen
Kabire de girsem vazgeçmem Senden
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol benim aşkımı alsalar benden
Ol dostların gelir Hind den Yemen den
Ateşlere yansam da vazgeçmem Sen den
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Bilirsin içimi sana sözlerim
Ol kapından gitmez kara yüzlerim
Boran gibi yaşlar döker gözlerim
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Zümrütten yakuttan yapısı da var
Besmele yazılmış kapısı da var
Senin Ümmetiyin hepisi de var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Enbiya Evliya makamı yerdir
Oku Kur’anı nı ahkamı bildir
Sana Ümmet olan bir Gonca Güldür
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Bu Ravza’da vardır nurdan bir direk
Etrafında durur hesapsız Melek
Semayı Devreder bu Çark-ı Felek
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ravza’nın içinde abid’ler dolu
Mevla’sı göndermiş bu aciz kulu
İsyanımı sorarsan defterler dolu
HÜDA’İ sorarsan Mevla’nın kulu
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
AÇIN OL RAVZA YI HABİBİ DE VAR
Kimler yapmış ol Ravzanın yapısın
Melekleri açmış tavaf kapısın
Hacer-ül Esved’in güzel kokusun
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ravzana bakmaya insan mı kanar
Aşkından içenler böyle mi yanar
Ebu Bekir, Ömer, hem Osman da var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol Ravza’da vardır yeşil direkler
Saçaklara konmuş bütün Melekler
Orda kabul olur bütün dilekler
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Halkı saf bağlamış Na’atler okurlar
Sokaklara saçmış türlü kokular
Eren, Evliya burada yatırlar
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Her aşık olan da maksuda ermez
Destur olmayınca Ravza’ya girilmez
Aşkından içenler kendini bilmez
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Uzaktan yakından sana gelirler
Gece gündüz kula tavaf ettirirler
Hak aşıklarına güller verirler
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Yangınlar yanar da dumanı nerde
Aşkıyın ateşi kaynıyor serde
Kalkmayınca görmez gözdeki perde
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Çıkardım dağlara Habibim derdim
Ol ulu Mevla’ma arzuhal verdim
Çok şükür Mevla’ma maksuda erdim
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol Ravza’ya karşı ettim kıyamı
Ortalığa attım gülü reyhanı
Senin Nurun aydınlattı bütün cihanı
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Gecelerde eser senin yellerin
Hakikatten açar senin güllerin
Ümmetine şifa olan dillerin
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ben senin aşkını genciken içtim
Şimdi mecnun olup dağlara düştüm
Nice Evliyalar kapısın açtım
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ben de aşık oldum gül Cemaline
Güllerin benzemez dünya gülüne
Topladım gülleri aldım elime
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Bakardım dağlara yol vermez dağlar
Hakk’ın Dergahına sıdk-ınan yalvar
Fatıma-Tüzzehra Validem de var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Osman’a verildi Zinnureyn adı
Melekler semada etti feryadı
Ben senin isminden almışım tadı
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol Ali değil mi ilmin kapısı
Melekler karalar giydi hepisi
İmam, Hasan Hüseyn’in gelir kokusu
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ümmetinden selam getirdim sana
Nice armağanlar verdiler sana
Ravza’na eriştim ben yana yana
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
İstemem dünyayı cihanı versen
“O asi, Ravzama girmesin” dersen
Kabire de girsem vazgeçmem Senden
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ol benim aşkımı alsalar benden
Ol dostların gelir Hind den Yemen den
Ateşlere yansam da vazgeçmem Sen den
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Bilirsin içimi sana sözlerim
Ol kapından gitmez kara yüzlerim
Boran gibi yaşlar döker gözlerim
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Zümrütten yakuttan yapısı da var
Besmele yazılmış kapısı da var
Senin Ümmetiyin hepisi de var
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Enbiya Evliya makamı yerdir
Oku Kur’anı nı ahkamı bildir
Sana Ümmet olan bir Gonca Güldür
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Bu Ravza’da vardır nurdan bir direk
Etrafında durur hesapsız Melek
Semayı Devreder bu Çark-ı Felek
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
Ravza’nın içinde abid’ler dolu
Mevla’sı göndermiş bu aciz kulu
İsyanımı sorarsan defterler dolu
HÜDA’İ sorarsan Mevla’nın kulu
Açın bu Ravza’yı Habibi de var
Benim dertlerimin Tabibi de var..!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Re: LADİKLİ AHMET AĞA K.S HAYATI,MENKIBELERİ VE ŞİİRLERİ
MERHAMET
Şefik CAN anlatıyor:
İlk görüşmemizde Ahmet Ağa aynı Yunus gibi çok güzel şiirler okudu, adeta kendinden geçti. Ben edebiyat hocalığı yaptığım için şaşırdım bu coşkunluk karşısında. Daha sonraki zamanlarda tek başıma onu ziyarete gitmeye başladım. Bir defasında yalnızca ikimizin bulunduğu ortamda ona,
-Ahmet Ağa, sen bu hali nasıl elde ettin , dedim.
Ahmet Ağa,
- Bende bir hal yok, ben ümmi bir çobanım, dedi.
Kendisine,
- Ama zaman zaman siz , göreve çağırıyorlar diyorsunuz, çıkıp gidiyorsunuz, sizi göremiyoruz deyince, anlatmak zorunda kaldı:
“Seferberlik zamanında Gazze’de savaşıyorduk. Düşman bizi muhasara altına aldı. Bir hafta boyunca ne su, ne yiyecek bulabildik. Daha sonra yardım ulaştı, kazanlar kaynamaya başladı. Yemek dağıttılar bize. Bir ekmeğin içine tahin koymuşlardı. Ben, ekmeği ısırdım, bir lokma ağzıma aldım. O sırada karşımda, bir deri bir kemik kalmış bir kopek gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Biraz ekmek bölüp ona attım. Yanımdakiler: “Ahmet delilik etme, ye yemeğini “ diyorlardı. Ancak benim gönlüm bu hale el vermedi. Bir lokma kendim yedim, bir lokma köpeğe verdim. Gece uykuya dalınca Peygamber Efendimiz (s.a.v) teşrif ettiler, sırtımı sıvazlayıp: “Ahmet! Evladım, ben seni sevdim.” buyurdular. Daha sonra uyandığımda Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e karşı büyük bir aşk başladı içimde. O günden beri bu haldeyim.”
Ladikli Ahmet Ağa Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Kültür Yayınları: 1. 106-107
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Re: LADİKLİ AHMET AĞA K.S HAYATI,MENKIBELERİ VE ŞİİRLERİ
HÂL'en DE öyle...HAS-AN yazdı:
Hz. Hızır'ın ögrencisi olarak bilinen Ladikli Ahmet Ağa Anma Günü 13 HAZİRAN
Ziyaretçilerinden birisi. "Hacı Ahmet Ağa bazı kişiler senin hakkında kötü sözler sarf ediyorlar." deyince, "Benim Allâh ile aram iyi ise, herkes bana kötü dese ne çıkar. Benim Allâh ile aram kötü ise herkes bana iyi dese ne çıkar" diyerek şu beytini okumuştu:
Kimi atlı kimi yayan
Her ameller olur ayan
İçmişim aşkın şarabın
İsterse desinler yalan
Güzel ahlâk sahibi, çok merhametli bir insandı. Kollarını açıp ümmeti Muhammedi kucakladı, sanki herkes onun evladı ve torunu gibiydi. Evinin kapısı gece ve gündüz herkese açıktı. Küçük ve büyük herkese hizmet etti. Meseleleriyle ilgilendi, dertlilerin dertlerine çareler aradı, istisnasız herkese duâ etti. Yetimi, öksüzü görüp gözetirdi. Hediye vermeyi seven cömert bir karakteri vardı. O halkın içinde halktan biri gibi, fakat gönlü daima Hak’la beraber olan bir Hak eriydi.
gözlerinden AKan muhabbet'i GÖR'ene AŞK OLsun..
Allah'a şükürler OLsun...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Re: Ladikli Ahmet Ağa ks Hayatı, Menkıbeleri, Şiirleri
kulihvani yazdı:
Bu çok değerli Hak Eren Ladikli Ahmed Emmi'yi andığın için Allah razı olsun.
Bir tatlı anım var:
1996 karakışı..
Hacca gidip Cidde'de Hakka yürüyen aziz ve kâmil Eren Hacı Osman Baba için Aksaray'da gıyabında cenaze namazı düzenlenmişti.
Biz de Antalya'dan üç kişi gittik katıldık.
Bir arkadaşımızın bir gün sonrası çok acil işi çıkınca hemen yola çıktık.
Üçümüzde oruçluyduk, Ramazan ayı idi.
Konyada iftar ederken Ladikli Ahmed Emmi'yi ziyaret konuşuldu.
Kalktık yürüdük.
Ladikliler Teravih Namazından çıkarken vardık.
Ahmed Emminin bir torunu Kasaba Belediye başkanı imiş.
Bize çok ikramlar ettiler.
Gece ziyaret edip mezarını yola çıktık.
Arkadaşımız kısa yoldan diye henüz trafiğe açılmamış Akseki yoluna saptı..
Sarp dağlara geldiğimizde yeri göğü felaket bir tipi sardı.
Arabamız şarampole düştü, çıkması imkansız.
Gelen giden yok. benzin bitti bitecek..
Gece yarısnı geçti..
Donmak üzereyiz.
Karar verdik ki birimiz yolun bir tarafına diğerimiz bir tarafına gidecek yardım getirecek, bulursa.
Birimiz de araba da kalacak, gelen olursa diye..
Ellerim artık beni tanımyordu..
Biraz donmuştu demek..
Öleceğimizi anladık..
Ayrılıyorken bağırarak:
"Bre Ahmed Emmi şu bize ettiğini beğendin mi?" dedim düşünmeden..
İşte o zaman bir araba farı hızla yaklaştı ve bir otobüs durdu, o buzlu ve dik yamaçta.
Takoz attılar.
Malatya'dan Antalya'ya bayram iznine giden askerler otobüs kiralamışlar yolu bilmeyen şoföre de daha kısa olan Akseki yolunu târif etmişler..
Ölümle burun buruna iken Hızır gibi yetişen bu himmet için boşanan göz yaşlarımın yüzümde donduğunu hâlâ hatırlarım..
Himmeti var olsun!
Ruhu şâd olsun!..
- çilekeş
- Aktif Üye
- Mesajlar: 158
- Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34
- çilekeş
- Aktif Üye
- Mesajlar: 158
- Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34
- çilekeş
- Aktif Üye
- Mesajlar: 158
- Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34